Kur'an
Kur'an-ı Kerim ve mealini okumak için Kur'an Okuma sayfasına gidin.
Kur'an, Cenab-ı Allah (cc) tarafından Kelam sıfatıyla bütün insanların ve cinlerin irşadı maksadıyla en son ve en üstün peygamberi Hz. Muhammed'e (sav) vahiy meleği Cebrail (as) vasıtasıyla 23 sene zarfında Arapça olarak vahiy yoluyla gönderdiği; arş-ı a’zamdan, ism-i a’zamdan, her ismin mertebe-i a’zamından gelen; bütün insanın bütün hâcat-ı maneviyesine merci olacak şeriat, dua, hikmet, ibadet, emir ve davet, zikir ve fikir kitabı manalarını içeren ve kelâmullah unvanını taşıyan tek, câmi’ bir kitab-ı mukaddes ve kitab-ı semavîdir.
Bilgiler[değiştir]
Diğer İsimleri: Furkan, Kur'an-ı Mu'ciz'ül Beyan, Kur'an-ı Hakîm (Kur'an-ı Kerim'in İsimleri maddesine bakın)
Vahyedildiği Zaman: 610 - 632
Vahyedildiği Peygamber: Hz. Muhammed (sav)
Vahyedildiği Dil: Arapça
Sure Sayısı: 114
Cüz Sayısı: 30
Hizb Sayısı: 120
Sayfa Sayısı: 604
Ayn Durağı Sayısı: 559
Âyet Sayısı: 6.236
Satır Sayısı: 8.836
Kelime Sayısı: 70.000
Harf Sayısı: 300.620
Mekkî Sure Sayısı: 80
Medenî Sure Sayısı: 19
Mekki/Medenî İhtilaflı Sure Sayısı: 15
Risale-i Nur'dan Kur'an-ı Kerim ile İlgili Bahisler[değiştir]
25. Söz'ün Mukaddimesi[değiştir]
Kur’an nedir? Tarifi nasıldır?
Elcevap: On Dokuzuncu Söz’de beyan edildiği ve sair Sözlerde ispat edildiği gibi:
KUR’AN
Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.
Ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi.
Ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri.
Ve zeminde ve gökte gizli esma-i İlahiyenin manevî hazinelerinin keşşafı.
Ve sutûr-u hâdisatın altında muzmer hakaikin miftahı.
Ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı.
Ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı ebediye-i Rahmaniye ve hitabat-ı ezeliye-i Sübhaniyenin hazinesi.
Ve şu İslâmiyet âlem-i manevîsinin güneşi, temeli, hendesesi.
Ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritası.
Ve zat ve sıfât ve esma ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı kātı’ı, tercüman-ı sâtıı.
Ve şu âlem-i insaniyetin mürebbisi.
Ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyet’in mâ ve ziyası.
Ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi.
Ve insaniyeti saadete sevk eden hakiki mürşidi ve hâdîsi.
Ve insana hem bir kitab-ı şeriat
hem bir kitab-ı dua
hem bir kitab-ı hikmet
hem bir kitab-ı ubudiyet
hem bir kitab-ı emir ve davet
hem bir kitab-ı zikir
hem bir kitab-ı fikir
hem bütün insanın bütün hâcat-ı maneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi’ bir kitab-ı mukaddestir.
Hem bütün evliya ve sıddıkîn ve urefa ve muhakkikînin muhtelif meşreplerine ve ayrı ayrı mesleklerine, her birindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve her bir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitab-ı semavîdir.
Kur’an arş-ı a’zamdan, ism-i a’zamdan, her ismin mertebe-i a’zamından geldiği için, On İkinci Söz’de beyan ve ispat edildiği gibi:
KUR’AN
Bütün âlemlerin Rabb’i itibarıyla Allah’ın kelâmıdır.
Hem bütün mevcudatın İlahı unvanıyla Allah’ın fermanıdır.
Hem bütün semavat ve arzın Hâlık’ı namına bir hitaptır.
Hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir.
Hem saltanat-ı âmme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir.
Hem rahmet-i vâsia-i muhita nokta-i nazarında bir defter-i iltifatat-ı Rahmaniyedir.
Hem uluhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazen şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır.
Hem ism-i a’zamın muhitinden nüzul ile arş-ı a’zamın bütün muhatına bakan ve teftiş eden hikmet-feşan bir kitab-ı mukaddestir.
Ve şu sırdandır ki “kelâmullah” unvanı kemal-i liyakatle Kur’an’a verilmiş ve daima da veriliyor. Kur’an’dan sonra sair enbiyanın kütüb ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsiz kelimat-ı İlahiyenin ise bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir unvan ile hususi bir tecelli ile cüz’î bir isim ile ve has bir rububiyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususi bir rahmet ile zahir olan ilhamat suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvanatın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibarıyla çok muhteliftir.
Kur’an, asırları muhtelif bütün enbiyanın kütüblerini ve meşrepleri muhtelif bütün evliyanın risalelerini ve meslekleri muhtelif bütün asfiyanın eserlerini icmalen tazammun eden ve cihat-ı sittesi parlak ve evham ve şübehatın zulümatından musaffâ ve nokta-i istinadı, bi’l-yakîn vahy-i semavî ve kelâm-ı ezelî ve hedefi ve gayesi, bilmüşahede saadet-i ebediye; içi, bilbedahe hâlis hidayet; üstü, bizzarure envar-ı iman; altı, biilmelyakîn delil ve bürhan; sağı, bi’t-tecrübe teslim-i kalp ve vicdan; solu, biaynelyakîn teshir-i akıl ve iz’an; meyvesi, bihakkalyakîn rahmet-i Rahman ve dâr-ı cinan; makamı ve revacı, bi’l-hadsi’s-sadık makbul-ü melek ve ins ü cânn bir kitab-ı semavîdir.
Âyetü’l-Kübra Risalesi’nin Kur'an'dan Bahseden On Yedinci Mertebesi[değiştir]
Sonra bu dünyada hayatın gayesi ve hayatın hayatı iman olduğunu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz yolcu, kendi kalbine dedi ki: “Aradığımız zatın sözü ve kelâmı denilen bu dünyada en meşhur ve en parlak ve en hâkim ve ona teslim olmayan herkese her asırda meydan okuyan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan namındaki kitaba müracaat edip o ne diyor, bilelim. Fakat en evvel, bu kitap bizim Hâlık’ımızın kitabı olduğunu ispat etmek lâzımdır.” diye taharriye başladı.
Bu seyyah bu zamanda bulunduğu münasebetiyle en evvel manevî i’caz-ı Kur’anînin lem’aları olan Resaili’n-Nur’a baktı ve onun yüz otuz risaleleri, âyât-ı Furkaniyenin nükteleri ve ışıkları ve esaslı tefsirleri olduğunu gördü. Ve Risaletü’n-Nur, bu kadar muannid ve mülhid bir asırda her tarafa hakaik-i Kur’aniyeyi mücahidane neşrettiği halde, karşısına kimse çıkamadığından ispat eder ki onun üstadı ve menbaı ve mercii ve güneşi olan Kur’an semavîdir, beşer kelâmı değildir.
Hattâ Resaili’n-Nur’un yüzer hüccetlerinden bir tek hüccet-i Kur’aniyesi olan Yirmi Beşinci Söz ile On Dokuzuncu Mektup’un âhiri, Kur’an’ın kırk vecihle mu’cize olduğunu öyle ispat etmiş ki kim görmüş ise değil tenkit ve itiraz etmek, belki ispatlarına hayran olmuş, takdir ederek çok sena etmiş.
Kur’an’ın vech-i i’cazını ve hak kelâmullah olduğunu ispat etmek cihetini Risaletü’n-Nur’a havale ederek yalnız bir kısa işaretle büyüklüğünü gösteren birkaç noktaya dikkat etti:
Nasıl ki Kur’an, bütün mu’cizatıyla ve hakkaniyetine delil olan bütün hakaikiyle, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın bir mu’cizesidir. Öyle de Muhammed aleyhissalâtü vesselâm da bütün mu’cizatıyla ve delail-i nübüvvetiyle ve kemalât-ı ilmiyesiyle Kur’an’ın bir mu’cizesidir ve Kur’an kelâmullah olduğuna bir hüccet-i kātıasıdır.
Kur’an, bu dünyada öyle nurani ve saadetli ve hakikatli bir surette bir tebdil-i hayat-ı içtimaiye ile beraber, insanların hem nefislerinde hem kalplerinde hem ruhlarında hem akıllarında hem hayat-ı şahsiyelerinde hem hayat-ı içtimaiyelerinde hem hayat-ı siyasiyelerinde öyle bir inkılab yapmış ve idame etmiş ve idare etmiş ki on dört asır müddetinde, her dakikada, altı bin altı yüz altmış altı âyetleri, kemal-i ihtiramla, hiç olmazsa yüz milyondan ziyade insanların dilleriyle okunuyor ve insanları terbiye ve nefislerini tezkiye ve kalplerini tasfiye ediyor. Ruhlara inkişaf ve terakki ve akıllara istikamet ve nur ve hayata hayat ve saadet veriyor. Elbette böyle bir kitabın misli yoktur, hârikadır, fevkalâdedir, mu’cizedir.
Kur’an, o asırdan tâ şimdiye kadar öyle bir belâgat göstermiş ki Kâbe’nin duvarında altın ile yazılan en meşhur ediblerin “Muallakat-ı Seb’a” namıyla şöhret-şiar kasidelerini o dereceye indirdi ki Lebid’in kızı, babasının kasidesini Kâbe’den indirirken demiş: “Âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı.”
Hem bedevî bir edib: فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ âyeti okunurken işittiği vakit secdeye kapanmış. Ona demişler: “Sen Müslüman mı oldun?” O demiş: “Hayır, ben bu âyetin belâgatına secde ettim.”
Hem ilm-i belâgatın dâhîlerinden Abdülkahir-i Cürcanî ve Sekkakî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhî imamlar ve mütefennin edibler icma ve ittifakla karar vermişler ki: “Kur’an’ın belâgatı, tâkat-i beşerin fevkindedir, yetişilmez.”
Hem o zamandan beri mütemadiyen meydan-ı muarazaya davet edip mağrur ve enaniyetli ediblerin ve beliğlerin damarlarına dokundurup gururlarını kıracak bir tarzda der: “Ya bir tek surenin mislini getiriniz veyahut dünyada ve âhirette helâket ve zilleti kabul ediniz.” diye ilan ettiği halde; o asrın muannid beliğleri bir tek surenin mislini getirmekle kısa bir yol olan muarazayı bırakıp uzun olan, can ve mallarını tehlikeye atan muharebe yolunu ihtiyar etmeleri ispat eder ki o kısa yolda gitmek mümkün değildir.
Hem Kur’an’ın dostları, Kur’an’a benzemek ve taklit etmek şevkiyle ve düşmanları dahi Kur’an’a mukabele ve tenkit etmek sevkiyle o vakitten beri yazdıkları ve yazılan ve telahuk-u efkâr ile terakki eden milyonlarla Arabî kitaplar ortada geziyor. Hiçbirisinin ona yetişemediğini, hattâ en âdi adam dahi dinlese elbette diyecek: “Bu Kur’an, bunlara benzemez ve onların mertebesinde değil.” Ya onların altında veya umumunun fevkinde olacak. Umumunun altında olduğunu dünyada hiçbir fert, hiçbir kâfir, hattâ hiçbir ahmak diyemez. Demek mertebe-i belâgatı umumun fevkindedir.
Hattâ bir adam سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ âyetini okudu. Dedi ki: “Bu âyetin hârika telakki edilen belâgatını göremiyorum.” Ona denildi: “Sen dahi bu seyyah gibi o zamana git, orada dinle.” O da kendini Kur’an’dan evvel orada tahayyül ederken gördü ki:
Mevcudat-ı âlem perişan, karanlık, camid ve şuursuz ve vazifesiz olarak hâlî, hadsiz, hudutsuz bir fezada; kararsız, fâni bir dünyada bulunuyorlar. Birden Kur’an’ın lisanından bu âyeti dinlerken gördü:
Bu âyet, kâinat üstünde, dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ve ışıklandırdı ki bu ezelî nutuk ve bu sermedî ferman asırlar sıralarında dizilen zîşuurlara ders verip gösteriyor ki bu kâinat bir cami-i kebir hükmünde, başta semavat ve arz olarak umum mahlukatı hayattarane zikir ve tesbihte ve vazife başında cûş u hurûşla mesudane ve memnunane bir vaziyette bulunduruyor diye müşahede etti. Ve bu âyetin derece-i belâgatını zevk ederek sair âyetleri buna kıyasla Kur’an’ın zemzeme-i belâgatı arzın nısfını ve nev-i beşerin humsunu istila ederek haşmet-i saltanatı kemal-i ihtiramla on dört asır bilâ-fâsıla idame ettiğinin binler hikmetlerinden bir hikmetini anladı.
Kur’an, öyle hakikatli bir halâvet göstermiş ki en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur’an’ı tilavet edenler için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilaveti halâvetini ziyadeleştirdiği, eski zamandan beri herkesçe müsellem olup darb-ı mesel hükmüne geçmiş.
Hem öyle bir tazelik ve gençlik ve şebabet ve garabet göstermiş ki on dört asır yaşadığı ve herkesin eline kolayca girdiği halde, şimdi nâzil olmuş gibi tazeliğini muhafaza ediyor. Her asır, kendine hitap ediyor gibi bir gençlikte görmüş. Her taife-i ilmiye ondan her vakit istifade etmek için kesretle ve mebzuliyetle yanlarında bulundurdukları ve üslub-u ifadesine ittiba ve iktida ettikleri halde o, üslubundaki ve tarz-ı beyanındaki garabetini aynen muhafaza ediyor.
Kur’an’ın bir cenahı mazide, bir cenahı müstakbelde. Kökü ve bir kanadı eski peygamberlerin ittifaklı hakikatleri olduğu ve bu onları tasdik ve teyid ettiği ve onlar dahi tevafukun lisan-ı haliyle bunu tasdik ettikleri gibi; öyle de evliya ve asfiya gibi ondan hayat alan semereleri ve hayattar tekemmülleriyle, şecere-i mübarekelerinin hayattar, feyizdar ve hakikat-medar olduğuna delâlet eden ve ikinci kanadının himayesi altında yetişen ve yaşayan velayetin bütün hak tarîkatları ve İslâmiyet’in bütün hakikatli ilimleri, Kur’an’ın ayn-ı hak ve mecma-ı hakaik ve câmiiyette misilsiz bir hârika olduğuna şehadet eder.
Kur’an’ın altı ciheti nuranidir, sıdk ve hakkaniyetini gösterir. Evet, altında hüccet ve bürhan direkleri, üstünde sikke-i i’caz lem’aları, önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn hediyeleri, arkasında nokta-i istinadı vahy-i semavî hakikatleri, sağında hadsiz ukûl-ü müstakimenin delillerle tasdikleri, solunda selim kalplerin ve temiz vicdanların ciddi itminanları ve samimi incizabları ve teslimleri; Kur’an’ın fevkalâde, hârika, metin ve hücum edilmez bir kale-i semaviye-i arziye olduğunu ispat ettikleri gibi…
Altı makamdan dahi onun ayn-ı hak ve sadık olduğuna ve beşerin kelâmı olmadığına hem yanlış olmadığına imza eden:
Başta bu kâinatta daima güzelliği izhar, iyiliği ve doğruluğu himaye ve sahtekârları ve müfterileri imha ve izale etmek âdetini bir düstur-u faaliyet ittihaz eden bu kâinatın mutasarrıfı, o Kur’an’a âlemde en makbul en yüksek en hâkimane bir makam-ı hürmet ve bir mertebe-i muvaffakıyet vermesiyle onu tasdik ve imza ettiği gibi…
İslâmiyet’in menbaı ve Kur’an’ın tercümanı olan zatın aleyhissalâtü vesselâm herkesten ziyade ona itikad ve ihtiramı ve nüzulü zamanında uyku gibi bir vaziyet-i nâimanede bulunması ve sair kelâmları ona yetişememesi ve bir derece benzememesi ve ümmiyetiyle beraber gitmiş ve gelecek hakiki hâdisat-ı kevniyeyi gaybiyane, Kur’an ile tereddütsüz ve itminan ile beyan etmesi ve çok dikkatli gözlerin nazarı altında hiçbir hile, hiçbir yanlış vaziyeti görülmeyen o tercümanın, bütün kuvvetiyle Kur’an’ın her bir hükmüne iman edip tasdik etmesi ve hiçbir şey onu sarsmaması; Kur’an semavî, hakkaniyetli ve kendi Hâlık-ı Rahîm’inin mübarek kelâmı olduğunu imza ediyor.
Hem nev-i insanın humsu, belki kısm-ı a’zamı, göz önünde ona müncezibane ve dindarane irtibatı ve hakikat-perestane ve müştakane kulak vermesi; ve çok emarelerin ve vakıaların ve keşfiyatın şehadetiyle, cin ve melek ve ruhanîlerin dahi tilaveti vaktinde pervane gibi hakperestane etrafında toplanması, Kur’an’ın kâinatça makbuliyetine ve en yüksek bir makamda bulunduğuna bir imzadır.
Hem nev-i beşerin umum tabakaları, en gabi ve âmîden tut, tâ en zeki ve âlime kadar her birisi, Kur’an’ın dersinden tam hisse almaları ve en derin hakikatleri fehmetmeleri ve yüzlerle fen ve ulûm-u İslâmiyenin ve bilhassa şeriat-ı kübranın büyük müçtehidleri ve usûlü’d-din ve ilm-i kelâmın dâhî muhakkikleri gibi her taife kendi ilimlerine ait bütün hâcatını ve cevaplarını Kur’an’dan istihraç etmeleri, Kur’an menba-ı hak ve maden-i hakikat olduğuna bir imzadır.
Hem edebiyatça en ileri bulunan Arap edibleri –İslâmiyet’e girmeyenler– şimdiye kadar muarazaya pek çok muhtaç oldukları halde Kur’an’ın i’cazından yedi büyük vechi varken, yalnız bir tek vechi olan belâgatının (tek bir surenin) mislini getirmekten istinkâfları ve şimdiye kadar gelen ve muaraza ile şöhret kazanmak isteyen meşhur beliğlerin ve dâhî âlimlerin onun hiçbir vech-i i’cazına karşı çıkamamaları ve âcizane sükût etmeleri; Kur’an mu’cize ve tâkat-i beşerin fevkinde olduğuna bir imzadır.
Evet, bir kelâm “Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne için?” denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgatı tezahür etmesi noktasından Kur’an’ın misli olamaz ve ona yetişilemez.
Çünkü Kur’an, bütün âlemlerin Rabb’i ve Hâlık’ının hitabı ve konuşması ve hiçbir cihette taklidi ve tasannuu ihsas edecek bir emare bulunmayan bir mükâlemesi ve bütün insanların belki bütün mahlukatın namına mebus ve nev-i beşerin en meşhur ve namdar muhatabı bulunan ve o muhatabın kuvvet ve vüs’at-i imanı, koca İslâmiyet’i tereşşuh edip sahibini Kab-ı Kavseyn makamına çıkararak muhatab-ı Samedaniyeye mazhariyetle nüzul eden ve saadet-i dâreyne dair ve hilkat-i kâinatın neticelerine ve ondaki Rabbanî maksatlara ait mesaili ve o muhatabın bütün hakaik-i İslâmiyeyi taşıyan en yüksek ve en geniş olan imanını beyan ve izah eden ve koca kâinatın bir harita, bir saat, bir hane gibi her tarafını gösterip, çevirip onları yapan sanatkârı tavrıyla ifade ve talim eden Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın elbette mislini getirmek mümkün değildir ve derece-i i’cazına yetişilmez.
Hem Kur’an’ı tefsir eden ve bir kısmı otuz kırk hattâ yetmiş cilt olarak birer tefsir yazan yüksek zekâlı müdakkik binlerle mütefennin ulemanın, senetleri ve delilleriyle beyan ettikleri Kur’an’daki hadsiz meziyetleri ve nükteleri ve hâsiyetleri ve sırları ve âlî manaları ve umûr-u gaybiyenin her nevinden kesretli gaybî ihbarları izhar ve ispat etmeleri ve bilhassa Risale-i Nur’un yüz otuz kitabının her biri Kur’an’ın bir meziyetini, bir nüktesini kat’î bürhanlarla ispat etmesi ve bilhassa Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi; şimendifer ve tayyare gibi medeniyetin hârikalarından çok şeyleri Kur’an’dan istihraç eden Yirminci Söz’ün İkinci Makamı ve Risale-i Nur’a ve elektriğe işaret eden âyetlerin işaratını bildiren İşarat-ı Kur’aniye namındaki Birinci Şuâ ve huruf-u Kur’aniye ne kadar muntazam, esrarlı ve manalı olduğunu gösteren Rumuzat-ı Semaniye namındaki sekiz küçük risaleler ve Sure-i Feth’in âhirki âyeti beş vecihle ihbar-ı gaybî cihetinde mu’cizeliğini ispat eden küçük bir risale gibi Risale-i Nur’un her bir cüzü, Kur’an’ın bir hakikatini, bir nurunu izhar etmesi; Kur’an’ın misli olmadığına ve mu’cize ve hârika olduğuna ve bu âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı ve bir Allâmü’l-guyub’un kelâmı bulunduğuna bir imzadır.
İşte altı noktada ve altı cihette ve altı makamda işaret edilen, Kur’an’ın mezkûr meziyetleri ve hâsiyetleri içindir ki haşmetli hâkimiyet-i nuraniyesi ve azametli saltanat-ı kudsiyesi, asırların yüzlerini ışıklandırarak zemin yüzünü dahi bin üç yüz sene tenvir ederek kemal-i ihtiramla devam etmesi hem o hâsiyetleri içindir ki Kur’an’ın her bir harfi, hiç olmazsa on sevabı ve on hasenesi olması ve on meyve-i bâki vermesi, hattâ bir kısım âyâtın ve surelerin her bir harfi, yüz ve bin ve daha ziyade meyve vermesi ve mübarek vakitlerde her harfin nuru ve sevabı ve kıymeti ondan yüzlere çıkması gibi kudsî imtiyazları kazanmış diye dünya seyyahı anladı ve kalbine dedi:
İşte böyle her cihetle mu’cizatlı bu Kur’an; surelerinin icmaıyla ve âyâtının ittifakıyla ve esrar ve envarının tevafukuyla ve semerat ve âsârının tetabukuyla bir tek Vâcibü’l-vücud’un vücuduna ve vahdetine ve sıfât ve esmasına deliller ile ispat suretinde öyle şehadet etmiş ki bütün ehl-i imanın hadsiz şehadetleri, onun şehadetinden tereşşuh etmişler.
İşte bu yolcunun Kur’an’dan aldığı ders-i tevhid ve imana kısa bir işaret olarak Birinci Makam’ın on yedinci mertebesinde böyle
لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذٖى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهٖ فٖى وَحْدَتِهِ الْقُرْاٰنُ الْمُعْجِزُ الْبَيَانِ اَلْمَقْبُولُ الْمَرْغُوبُ لِاَجْنَاسِ الْمَلَكِ وَ الْاِنْسِ وَ الْجَانِّ اَلْمَقْرُوءُ كُلُّ اٰيَاتِهٖ فٖى كُلِّ دَقٖيقَةٍ بِكَمَالِ الْاِحْتِرَامِ بِاَلْسِنَةِ مِأٰتِ مِلْيُونٍ مِنْ نَوْعِ الْاِنْسَانِ الدَّائِمُ سَلْطَنَتُهُ الْقُدْسِيَّةُ عَلٰى اَقْطَارِ الْاَرْضِ وَ الْاَكْوَانِ وَ عَلٰى وُجُوهِ الْاَعْصَارِ وَ الزَّمَانِ وَ الْجَارٖى حَاكِمِيَّتُهُ الْمَعْنَوِيَّةُ النُّورَانِيَّةُ عَلٰى نِصْفِ الْاَرْضِ وَ خُمْسِ الْبَشَرِ فٖى اَرْبَعَةَ عَشَرَ عَصْرًا بِكَمَالِ الْاِحْتِشَامِ .. وَ كَذَا : شَهِدَ وَ بَرْهَنَ بِاِجْمَاعِ سُوَرِهِ الْقُدْسِيَّةِ السَّمَاوِيَّةِ وَ بِاِتِّفَاقِ اٰيَاتِهِ النُّورَانِيَّةِ الْاِلٰهِيَّةِ وَ بِتَوَافُقِ اَسْرَارِهٖ وَ اَنْوَارِهٖ وَ بِتَطَابُقِ حَقَائِقِهٖ وَ ثَمَرَاتِهٖ وَ اٰثَارِهٖ بِالْمُشَاهَدَةِ وَ الْعَيَانِ
denilmiştir.
19. Mektup'tan On Sekizinci İşaret[değiştir]
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın en büyük ve ebedî ve yüzer delail-i nübüvveti câmi’ ve kırk vecihle i’cazı ispat edilmiş bir mu’cizesi dahi Kur’an-ı Hakîm’dir.
İşte şu mu’cize-i ekberin beyanına dair Yirmi Beşinci Söz takriben yüz elli sahifede, kırk vech-i i’cazını icmalen beyan ve ispat etmiştir. Öyle ise şu mahzen-i mu’cizat olan mu’cize-i a’zamı o Söz’e havale ederek yalnız iki üç nükteyi beyan edeceğiz:
Eğer denilse: İ’caz-ı Kur’an belâgattadır. Halbuki umum tabakatın hakları var ki i’cazında hisseleri bulunsun. Halbuki belâgattaki i’cazı, binde ancak bir muhakkik âlim anlayabilir?
Elcevap: Kur’an-ı Hakîm’in her tabakaya karşı bir nevi i’cazı vardır. Ve bir tarzda, i’cazının vücudunu ihsas eder.
Mesela, ehl-i belâgat ve fesahat tabakasına karşı, hârikulâde belâgattaki i’cazını gösterir.
Ve ehl-i şiir ve hitabet tabakasına karşı; garib, güzel, yüksek üslub-u bedî’in i’cazını gösterir. O üslup herkesin hoşuna gittiği halde, kimse taklit edemiyor. Mürur-u zaman o üslubu ihtiyarlatmıyor, daima genç ve tazedir. Öyle muntazam bir nesir ve mensur bir nazımdır ki hem âlî hem tatlıdır.
Hem kâhinler ve gaibden haber verenler tabakasına karşı, hârikulâde ihbarat-ı gaybiyedeki i’cazını gösterir.
Ve ehl-i tarih ve hâdisat-ı âlem uleması tabakasına karşı, Kur’an’daki ihbarat ve hâdisat-ı ümem-i sâlife ve ahval ve vakıat-ı istikbaliye ve berzahiye ve uhreviyedeki i’cazını gösterir.
Ve içtimaiyat-ı beşeriye uleması ve ehl-i siyaset tabakasına karşı, Kur’an’ın desatir-i kudsiyesindeki i’cazını gösterir. Evet, o Kur’an’dan çıkan şeriat-ı kübra, o sırr-ı i’cazı gösterir.
Hem maarif-i İlahiye ve hakaik-i kevniyede tevaggul eden tabakaya karşı, Kur’an’daki hakaik-i kudsiye-i İlahiyedeki i’cazı gösterir veya i’cazın vücudunu ihsas eder.
Ve ehl-i tarîkat ve velayete karşı, Kur’an bir deniz gibi daima temevvücde olan âyâtının esrarındaki i’cazını gösterir ve hâkeza… Kırk tabakadan her tabakaya karşı bir pencere açar, i’cazını gösterir.
Hattâ yalnız kulağı bulunan ve bir derece mana fehmeden avam tabakasına karşı, Kur’an’ın okunmasıyla başka kitaplara benzemediğini, kulak sahibi tasdik eder. Ve o âmî der ki: “Ya bu Kur’an bütün dinlediğimiz kitapların aşağısındadır. Bu ise hiçbir düşman dahi diyemez ve hem yüz derece muhaldir. Öyle ise bütün işitilen kitapların fevkindedir. Öyle ise mu’cizedir.” İşte bu kulaklı âmînin fehmettiği i’cazı, ona yardım için bir derece izah edeceğiz. Şöyle ki:
Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan meydana çıktığı vakit bütün âleme meydan okudu ve insanlarda iki şiddetli his uyandırdı:
Birisi: Dostlarında hiss-i taklidi, yani sevgili Kur’an’ın üslubuna karşı benzemeklik arzusu ve onun gibi konuşmak hissi…
İkincisi: Düşmanlarda bir hiss-i tenkit ve muaraza, yani Kur’an üslubuna mukabele etmekle dava-yı i’cazı kırmak hissi…
İşte bu iki hiss-i şedit ile milyonlar Arabî kitaplar yazılmışlar, meydandadır. Şimdi bütün bu kitapların en beliğleri, en fasihleri Kur’an’la beraber okunduğu vakit, her kim dinlese kat’iyen diyecek ki Kur’an bunların hiçbirisine benzemiyor. Demek Kur’an, umum bu kitapların derecesinde değildir. Öyle ise herhalde, ya Kur’an umumunun altında olacak; o ise yüz derece muhal olmakla beraber, hiç kimse hattâ şeytan bile olsa diyemez. (Hâşiye[1]) Öyle ise Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, yazılan umum kitapların fevkindedir.
Hattâ manayı da fehmetmeyen cahil, âmî tabakaya karşı da Kur’an-ı Hakîm, usandırmamak suretiyle i’cazını gösterir. Evet o âmî, cahil adam der ki: “En güzel, en meşhur bir beyti iki üç defa işitsem bana usanç veriyor. Şu Kur’an ise hiç usandırmıyor, gittikçe daha ziyade dinlemesi hoşuma gidiyor. Öyle ise bu, insan sözü değildir.”
Hem hıfza çalışan çocukların tabakasına karşı dahi Kur’an-ı Hakîm o nazik, zayıf, basit ve bir sahife kitabı hıfzında tutamayan o çocukların küçük kafalarında, o büyük Kur’an ve çok yerlerinde iltibas ve müşevveşiyete sebebiyet veren birbirine benzeyen âyetlerin ve cümlelerin teşabühüyle beraber; kemal-i suhuletle, kolaylıkla o çocukların hâfızalarında yerleşmesi suretinde, i’cazını onlara dahi gösterir.
Hattâ az sözden ve gürültüden müteessir olan hastalara ve sekeratta olanlara karşı Kur’an’ın zemzemesi ve sadâsı; zemzem suyu gibi onlara hoş ve tatlı geldiği cihetle, bir nevi i’cazını onlara da ihsas eder.
Elhasıl: Kırk muhtelif tabakata ve ayrı ayrı insanlara, kırk vecihle Kur’an-ı Hakîm i’cazını gösterir veya i’cazının vücudunu ihsas eder. Kimseyi mahrum bırakmaz.
Hattâ yalnız gözü bulunan (Hâşiye[2]) kulaksız, kalpsiz, ilimsiz tabakasına karşı da Kur’an’ın bir nevi alâmet-i i’cazı vardır. Şöyle ki:
Hâfız Osman hattıyla ve basmasıyla olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor.
Mesela, Sure-i Kehf’de وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ kelimesi altında yapraklar delinse Sure-i Fâtır’daki قِطْمٖيرٍ kelimesi, az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak.
Ve Sure-i Yâsin’de iki defa مُحْضَرُونَ birbiri üstüne, Ve’s-sâffat’taki مُحْضَرٖينَ ve مُحْضَرُونَ hem birbirine hem onlara bakıyor, biri delinse ötekiler az bir inhirafla görünecek.
Mesela, Sure-i Sebe’nin âhirinde, Sure-i Fâtır’ın evvelindeki iki مَثْنٰى birbirine bakar. Bütün Kur’an’da yalnız üç مَثْنٰى dan ikisi birbirine bakmaları tesadüfî olamaz.
Ve bunların emsali pek çoktur. Hattâ bir kelime, beş altı yerde yapraklar arkasında, az bir inhirafla birbirine bakıyorlar.
Ve Kur’an’ın birbirine bakan iki sahifesinde, birbirine bakan cümleleri kırmızı kalemle yazılan bir Kur’an’ı ben gördüm. “Şu vaziyet dahi bir nevi mu’cizenin emaresidir.” o vakit dedim. Daha sonra baktım ki Kur’an’ın müteaddid yapraklar arkasında birbirine bakar çok cümleleri var ki manidar bir surette birbirine bakar.
İşte tertib-i Kur’an irşad-ı Nebevî ile, münteşir ve matbu Kur’anlar da ilham-ı İlahî ile olduğundan Kur’an-ı Hakîm’in nakşında ve o hattında, bir nevi alâmet-i i’caz işareti var. Çünkü o vaziyet, ne tesadüfün işi ve ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür. Fakat bazı inhiraf var ki o da tabın noksanıdır ki tam muntazam olsaydı kelimeler tam birbiri üzerine düşecekti.
Hem Kur’an’ın Medine’de nâzil olan mutavassıt ve uzun surelerinin her bir sahifesinde “lafzullah” pek bedî’ bir tarzda tekrar edilmiş. Ağleben ya beş ya altı ya yedi ya sekiz ya dokuz ya on bir adet tekrar ile beraber bir yaprağın iki yüzünde ve karşı karşıya gelen sahifede güzel ve manidar bir münasebet-i adediye gösterir. (Hâşiye 1, 2, 3, 4[3])
Hazret-i Musa aleyhisselâmın zamanında sihrin revacı olduğundan mühim mu’cizatı, ona benzer bir tarzda geldiği ve Hazret-i İsa aleyhisselâmın zamanında ilm-i tıp revaçta olduğundan mu’cizatının galibi, o cinsten geldiği gibi Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın dahi zamanında Ceziretü’l-Arap’ta en ziyade revaçta dört şey idi:
Birincisi: Belâgat ve fesahat.
İkincisi: Şiir ve hitabet.
Üçüncüsü: Kâhinlik ve gaibden haber vermek.
Dördüncüsü: Hâdisat-ı maziyeyi ve vakıat-ı kevniyeyi bilmek idi.
İşte Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan geldiği zaman, bu dört nevi malûmat sahiplerine karşı meydan okudu:
Başta ehl-i belâgata birden diz çöktürdü. Hayretle Kur’an’ı dinlediler.
İkincisi, ehl-i şiir ve hitabet yani muntazam nutuk okuyan ve güzel şiir söyleyenlere karşı öyle bir hayret verdi ki parmaklarını ısırttı. Altın ile yazılan en güzel şiirlerini ve Kâbe duvarlarına medar-ı iftihar için asılan meşhur “Muallakat-ı Seb’a”larını indirtti, kıymetten düşürdü.
Hem gaibden haber veren kâhinleri ve sahirleri susturdu. Onların gaybî haberlerini onlara unutturdu. Cinnîlerini tard ettirdi. Kâhinliğe hâtime çektirdi.
Hem ümem-i sâlifenin vekayiine ve hâdisat-ı âlemin ahvaline vâkıf olanları hurafattan ve yalandan kurtarıp hakiki hâdisat-ı maziyeyi ve nurlu olan vekayi-i âlemi onlara ders verdi.
İşte bu dört tabaka, Kur’an’a karşı kemal-i hayret ve hürmetle onun önüne diz çökerek şakird oldular. Hiçbirisi, hiçbir vakit bir tek sureyle muarazaya kalkışamadılar.
Eğer denilse: Nasıl biliyoruz ki kimse muaraza edemedi ve muaraza kabil değil?
Elcevap: Eğer muaraza mümkün olsaydı herhalde teşebbüs edilecekti. Çünkü muarazaya ihtiyaç şedit idi. Zira dinleri, malları, canları, iyalleri tehlikeye düşüyor. Muaraza edilseydi kurtulurlardı. Eğer muaraza mümkün olsaydı herhalde muaraza edecektiler. Eğer muaraza edilseydi muaraza taraftarları kâfirler, münafıklar çok hem pek çok olduğundan herhalde muarazaya taraftar çıkıp iltizam ederek herkese neşredeceklerdi. (Nasıl ki İslâmiyet’in aleyhinde her şeyi neşretmişler.) Eğer neşretseydiler ve muaraza olsaydı her halde tarihlere, kitaplara şaşaalı bir surette geçecekti.
İşte meydanda bütün tarihler, kitaplar; hiçbirisinde Müseylime-i Kezzab’ın birkaç fıkrasından başka yoktur. Halbuki Kur’an-ı Hakîm, yirmi üç sene mütemadiyen damarlara dokunduracak ve inadı tahrik edecek bir tarzda meydan okudu. Ve der idi ki:
Şu Kur’an’ın Muhammedü’l-Emin gibi bir ümmiden nazirini yapınız ve gösteriniz.
Haydi bunu yapamıyorsunuz; o zat ümmi olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun.
Haydi bunu da getiremiyorsunuz; bir tek zat olmasın, bütün âlimleriniz, beliğleriniz toplansın, birbirine yardım etsin hattâ güvendiğiniz âliheleriniz size yardım etsin.
Haydi bununla da yapamayacaksınız; eskiden yazılmış beliğ eserlerden de istifade edip hattâ gelecekleri de yardıma çağırıp Kur’an’ın nazirini gösteriniz, yapınız.
Haydi bunu da yapamıyorsunuz; Kur’an’ın mecmuuna olmasın da yalnız on suresinin nazirini getiriniz.
Haydi on suresine mukabil hakiki doğru olarak bir nazire getiremiyorsunuz; haydi hikâyelerden, asılsız kıssalardan terkip ediniz. Yalnız nazmına ve belâgatına nazire olsun getiriniz.
Haydi bunu da yapamıyorsunuz, bir tek suresinin nazirini getiriniz.
Haydi sure uzun olmasın, kısa bir sure olsun nazirini getiriniz. Yoksa din, can, mal, iyalleriniz; dünyada da âhirette de tehlikeye düşecektir!
İşte sekiz tabakada, ilzam suretinde, Kur’an-ı Hakîm yirmi üç senede değil belki bin üç yüz senede bütün ins ve cinne karşı bu meydanı okumuş ve okuyor. Halbuki evvelki zamanda o kâfirler can, mal ve iyalini tehlikeye atıp en dehşetli yol olan harp yolunu ihtiyar ederek en kolay ve en kısa olan muaraza yolunu terk ettiler. Demek, muaraza yolu mümkün değildi.
İşte hiçbir âkıl, hususan o zamanda Ceziretü’l-Arap’taki adamlar, hususan Kureyşîler gibi zeki adamlar; bir tek edibleri, Kur’an’ın bir tek suresine nazire yapıp Kur’an’ın hücumundan kurtulmasını temin ederek kısa ve kolay yolu terk edip can, mal, iyalini tehlikeye atıp en müşkülatlı yola sülûk eder mi?
Elhasıl, meşhur Cahız’ın dediği gibi: “Muaraza-i bi’l-huruf mümkün olmadı, muharebe-i bi’s-süyufa mecbur oldular.”
Eğer denilse: Bazı muhakkik ulema demişler ki: “Kur’an’ın bir suresine değil, bir tek âyetine hattâ bir tek cümlesine hattâ bir tek kelimesine muaraza edilmez ve edilmemiş.” Bu sözler mübalağa görünüyor ve akıl kabul etmiyor. Çünkü beşerin sözlerinde Kur’an cümlelerine benzeyen çok cümleler var. Bu sözün sırr-ı hikmeti nedir?
Elcevap: İ’caz-ı Kur’an’da iki mezhep var.
Mezheb-i ekser ve racih odur ki Kur’an’daki letaif-i belâgat ve mezaya-yı maânî, kudret-i beşerin fevkindedir.
İkinci mercuh mezhep odur ki Kur’an’ın bir suresine muaraza, kudret-i beşer dâhilindedir. Fakat Cenab-ı Hak, mu’cize-i Ahmediye (asm) olarak men’etmiş. Nasıl ki bir adam ayağa kalkabilir fakat eser-i mu’cize olarak bir nebi dese ki: “Sen kalkamayacaksın!” O da kalkamazsa mu’cize olur. Şu mezheb-i mercuha, Sarfe mezhebi denilir. Yani Cenab-ı Hak cin ve insi men’etmiş ki Kur’an’ın bir suresine mukabele edebilsinler. Eğer men’etmeseydi cin ve ins bir suresine mukabele ederdi.
İşte şu mezhebe göre “Bir kelimesine de muaraza edilmez.” diyen ulemanın sözleri hakikattir. Çünkü madem Cenab-ı Hak, i’caz için onları men’etmiş; muarazaya ağızlarını açamazlar. Ağızlarını açsalar da izn-i İlahî olmazsa kelimeyi çıkaramazlar.
Amma mezheb-i racih ve ekser olan mezheb-i evvele göre dahi o ulemanın beyan ettiği fikrin şöyle bir ince vechi vardır ki:
Kur’an-ı Hakîm’in cümleleri, kelimeleri birbirine bakar. Bazı olur bir kelime, on yere bakar; onda, on nükte-i belâgat, on münasebet bulunuyor. Nasıl ki İşaratü’l-İ’caz namındaki tefsirde, Fatiha’nın bazı cümleleri içinde ve الٓمٓ ۞ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ cümleleri içinde, şu nüktelerden bazı numuneleri göstermişiz.
Mesela, nasıl ki münakkaş bir sarayda, müteaddid, muhtelif nakışların düğümü hükmünde bir taşı, bütün nakışlara bakacak bir yerde yerleştirmek; bütün o duvarı nukuşuyla bilmeye mütevakkıftır.
Hem nasıl ki insanın başındaki göz bebeğini yerinde yerleştirmek, bütün cesedin münasebatını ve vezaif-i acibesini ve gözün o vezaife karşı vaziyetini bilmekle oluyor.
Öyle de ehl-i hakikatin çok ileri giden bir kısmı, Kur’an’ın kelimatında pek çok münasebatı ve sair âyetlerdeki cümlelere bakan vücuhları, alâkaları göstermişler. Hususan ulema-i ilm-i huruf daha ileri gidip bir harf-i Kur’an’da, bir sahife kadar esrarı, ehline beyan ederek ispat etmişler. Hem madem Hâlık-ı külli şey’in kelâmıdır; her bir kelimesi, kalp ve çekirdek hükmüne geçebilir. Etrafında, esrardan müteşekkil bir cesed-i manevîye kalp ve bir şecere-i maneviyeye çekirdek hükmüne geçebilir.
İşte insanın sözlerinde, Kur’an’ın kelimeleri gibi kelimeler, belki cümleler, âyetler bulunabilir. Fakat Kur’an’da, çok münasebat gözetilerek bir tarz ile yerleştirildiği yerde; bir ilm-i muhit lâzım ki öyle yerli yerine yerleşsin.
Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın hülâsatü’l-hülâsa bir icmal-i mahiyeti için bir vakit Arabî ibare ile bir tefekkür-ü hakikiyi, Cenab-ı Hak benim kalbime ihsan etmişti. Şimdi aynen o tefekkürü, Arabî olarak yazacağız, sonra manasını beyan edeceğiz. İşte:
سُبْحَانَ مَنْ شَهِدَ عَلٰى وَحْدَانِيَّتِهٖ وَصَرَّحَ بِاَوْصَافِ جَمَالِهٖ وَجَلَالِهٖ وَكَمَالِهٖ اَلْقُرْاٰنُ الْحَكٖيمُ الْمُنَوَّرُ جِهَاتُهُ السِّتُّ اَلْحَاوٖى لِسِرِّ اِجْمَاعِ كُلِّ كُتُبِ الْاَنْبِيَاءِ وَالْاَوْلِيَاءِ وَالْمُوَحِّدٖينَ الْمُخْتَلِفٖينَ فِى الْاَعْصَارِ وَالْمَشَارِبِ وَالْمَسَالِكِ الْمُتَّفِقٖينَ بِقُلُوبِهِمْ وَعُقُولِهِمْ عَلٰى تَصْدٖيقِ اَسَاسَاتِ الْقُرْاٰنِ وَكُلِّيَّاتِ اَحْكَامِهٖ عَلٰى وَجْهِ الْاِجْمَالِ وَهُوَ مَحْضُ الْوَحْىِ بِاِجْمَاعِ الْمُنْزِلِ وَالْمُنْزَلِ وَالْمُنْزَلِ عَلَيْهِ وَعَيْنُ الْهِدَايَةِ بِالْبَدَاهَةِ وَمَعْدَنُ اَنْوَارِ الْاٖيمَانِ بِالضَّرُورَةِ وَمَجْمَعُ الْحَقَائِقِ بِالْيَقٖينِ وَمُوصِلٌ اِلَى السَّعَادَةِ بِالْعَيَانِ وَذُو الْاَثْمَارِ الْكَامِلٖينَ بِالْمُشَاهَدَةِ وَمَقْبُولُ الْمَلَكِ وَالْاِنْسِ وَالْجَانِّ بِالْحَدْسِ الصَّادِقِ مِنْ تَفَارٖيقِ الْاَمَارَاتِ وَالْمُؤَيَّدُ بِالدَّلَائِلِ الْعَقْلِيَّةِ بِاِتِّفَاقِ الْعُقَلَاءِ الْكَامِلٖينَ وَالْمُصَدَّقُ مِنْ جِهَةِ الْفِطْرَةِ السَّلٖيمَةِ بِشَهَادَةِ اِطْمِئْنَانِ الْوِجْدَانِ وَالْمُعْجِزَةُ الْاَبَدِيَّةُ الْبَاقٖى وَجْهُ اِعْجَازِهٖ عَلٰى مَرِّ الزَّمَانِ بِالْمُشَاهَدَةِ وَالْمُنْبَسِطُ دَائِرَةُ اِرْشَادِهٖ مِنَ الْمَلَاِ الْاَعْلٰى اِلٰى مَكْتَبِ الصِّبْيَانِ يَسْتَفٖيدُ مِنْ عَيْنِ دَرْسٍ اَلْمَلٰئِكَةُ مَعَ الصَّبِيّٖينَ وَ كَذَا هُوَ ذُو الْبَصَرِ الْمُطْلَقِ يَرَى الْاَشْيَاءَ بِكَمَالِ الْوُضُوحِ وَالظُّهُورِ وَيُحٖيطُ بِهَا وَيُقَلِّبُ الْعَالَمَ فٖى يَدِهٖ وَيُعَرِّفُهُ لَنَا كَمَا يُقَلِّبُ صَانِعُ السَّاعَةِ السَّاعَةَ فٖى كَفِّهٖ وَيُعَرِّفُهَا لِلنَّاسِ فَهٰذَا الْقُرْاٰنُ الْعَظٖيمُ الشَّانِ هُوَ الَّذٖى يَقُولُ مُكَرَّرًا اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ
İşte şu tefekkür-ü Arabînin tercümesi ve meali şudur ki:
Yani Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın altı ciheti parlaktır ve nurludur. Evham ve şübehat içine giremez. Çünkü arkası arşa dayanıyor, o cihette nur-u vahiy var. Önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn var. Ebede, âhirete el atmış; cennet ve saadet nuru var. Üstünde sikke-i i’caz parlıyor. Altında bürhan ve delil direkleri var. İçi hâlis hidayet. Sağı اَفَلَا يَعْقِلُونَ ler ile ukûlü istintakla “Sadakte” dedirtiyor. Solunda; kalplere ezvak-ı ruhanî vermekle, vicdanları istişhad ederek “Bârekellah” dediren Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’a hangi köşeden, hangi cihetten evham ve şübehatın hırsızları girebilir?
Evet, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan asırları, meşrepleri, meslekleri muhtelif olan enbiyanın, evliyanın, muvahhidînin kitaplarının sırr-ı icmaını câmi’dir. Yani bütün o ehl-i kalp ve akıl, Kur’an-ı Hakîm’in mücmel ahkâmını ve esasatını tasdik eder bir surette, o esasatı kitaplarında zikredip kabul etmişler. Demek onlar, Kur’an şecere-i semavîsinin kökleri hükmündedirler.
Hem Kur’an-ı Hakîm, vahye istinad ediyor ve vahiydir. Çünkü Kur’an’ı nâzil eden Zat-ı Zülcelal, mu’cizat-ı Ahmediye (asm) ile Kur’an vahiy olduğunu gösterir, ispat eder. Ve nâzil olan Kur’an dahi üstündeki i’caz ile gösterir ki arştan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın bidayet-i vahiydeki telaşı ve nüzul-ü vahiy vaktindeki vaziyet-i bîhuşu ve herkesten ziyade Kur’an’a karşı ihlas ve hürmeti gösteriyor ki: Vahiy olup ezelden geliyor, ona misafir oluyor.
Hem o Kur’an bilbedahe mahz-ı hidayettir. Çünkü onun muhalifi, bilmüşahede küfrün dalaletidir. Hem bizzarure Kur’an envar-ı imaniyenin madenidir. Elbette envar-ı imaniyenin aksi zulümattır. Çok Sözlerde bunu kat’î olarak ispat etmişiz.
Hem Kur’an bi’l-yakîn hakaikin mecmaıdır. Hayalat ve hurafat, içine giremez. Teşkil ettiği hakikatli âlem-i İslâmiyet, izhar ettiği esaslı şeriat ve gösterdiği âlî kemalâtın şehadetiyle, âlem-i gayba ait olan bahislerinde dahi âlem-i şehadetteki bahisleri gibi ayn-ı hakaik olduğunu ve içinde hilaf bulunmadığını ispat eder.
Hem Kur’an bi’l-ayân ve şüphesiz, saadet-i dâreyne îsal eder, beşeri ona sevk eder. Kimin şüphesi varsa bir defa Kur’an’ı okusun ve dinlesin, ne diyor? Hem Kur’an’ın verdiği meyveler hem mükemmeldir hem hayattardır. Öyle ise Kur’an ağacının kökü hakikattedir, hayattardır. Çünkü meyvenin hayatı, ağacın hayatına delâlet eder. İşte bak, her asırda ne kadar asfiya ve evliya gibi mükemmel ve kâmil, zîhayat ve zînur meyveler vermiş.
Hem hadsiz müteferrik emarelerden neş’et eden bir hads ve kanaatle, Kur’an hem ins hem cin hem meleğin makbulü ve mergubudur ki okunduğu vakit onlar, iştiyakla pervane gibi etrafına toplanıyorlar.
Hem Kur’an vahiy olmakla beraber, delail-i akliye ile teyid ve tahkim edilmiş. Evet, kâmil ukalânın ittifakı buna şahittir. Başta ulema-i ilm-i kelâmın allâmeleri ve İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi felsefenin dâhîleri müttefikan esasat-ı Kur’aniyeyi usûlleriyle, delilleriyle ispat etmişler.
Hem Kur’an, fıtrat-ı selime cihetiyle musaddaktır. Eğer bir arıza ve bir maraz olmazsa her bir fıtrat-ı selime onu tasdik eder. Çünkü itminan-ı vicdan ve istirahat-i kalp, onun envarıyla olur. Demek fıtrat-ı selime, vicdanın itminanı şehadetiyle, onu tasdik ediyor. Evet fıtrat, lisan-ı haliyle Kur’an’a der: “Fıtratımızın kemali sensiz olamaz!” Şu hakikati çok yerlerde ispat etmişiz.
Hem Kur’an bilmüşahede ve bilbedahe, ebedî ve daimî bir mu’cizedir. Her vakit i’cazını gösterir. Sair mu’cizat gibi sönmez, vakti bitmez, ebedîdir.
Hem Kur’an’ın mertebe-i irşadında öyle bir genişlik var ki bir tek dersinde, Hazret-i Cibril (as) bir tıfl-ı nevresîde ile omuz omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar. Ve İbn-i Sina gibi en dâhî feylesof, en âmî bir ehl-i kıraatla diz dize aynı dersi okurlar, derslerini alırlar. Hattâ bazen olur ki o âmî adam, kuvvet ve safvet-i iman cihetiyle, İbn-i Sina’dan daha ziyade istifade eder.
Hem Kur’an’ın içinde öyle bir göz var ki bütün kâinatı görür, ihata eder ve bir kitabın sahifeleri gibi kâinatı göz önünde tutar, tabakatını ve âlemlerini beyan eder. Bir saatin sanatkârı nasıl saatini çevirir, açar, gösterir, tarif eder; Kur’an dahi elinde kâinatı tutmuş, öyle yapıyor. İşte şöyle bir Kur’an-ı Azîmüşşan’dır ki فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der, vahdaniyeti ilan eder.
اَللّٰهُمَّ اجْعَلِ الْقُرْاٰنَ لَنَا فِى الدُّنْيَا قَرٖينًا وَ فِى الْقَبْرِ مُونِسًا وَ فِى الْقِيَامَةِ شَفٖيعًا وَ عَلَى الصِّرَاطِ نُورًا وَ مِنَ النَّارِ سِتْرًا وَ حِجَابًا وَ فِى الْجَنَّةِ رَفٖيقًا وَ اِلَى الْخَيْرَاتِ كُلِّهَا دَلٖيلًا وَ اِمَامًا
اَللّٰهُمَّ نَوِّرْ قُلُوبَنَا وَ قُبُورَنَا بِنُورِ الْاٖيمَانِ وَ الْقُرْاٰنِ وَ نَوِّرْ بُرْهَانَ الْقُرْاٰنِ بِحَقِّ وَ بِحُرْمَةِ مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ عَلَيْهِ وَ عَلٰى اٰلِهِ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ مِنَ الرَّحْمٰنِ الْحَنَّانِ اٰمٖينَ
(Mektubat, 19. Mektup, 18. İşaret)
Kur'an-ı Kerim Sûreleri Tablosu[değiştir]
Kur'an-ı Kerim 114 Sûre, 30 Cüz, 120 Hizb[4], 604 sayfa[5], 6.236 âyet[6], 8.836 satır[7], 70.000[8] kelime[9] ve 300.620[10] harftir[11]. Allah lafzı 2811, Rahman ismi 169, Rahim ismi 227, Rab ismi 963, Kur'an lafzı 69 ve Rasul lafzı 314 yerde geçer.[12] Sûrelerin 80'i Mekke'de, 19'u Medine'de ve 15'i kısmen Mekke'de kısmen Medine'de (veya nerede nâzil olduğu ihtilaflıdır) nazil olmuştur. Toplam 14 secde ayeti vardır. Toplam 559 bölüm (Ayn duraklarıyla[13] ayrılmış kısım) içerir.[14]
Bir sureyi meâliyle beraber okumak için surenin adına tıklayın/dokunun.
Kur'an'ı bilgisayar hattında cüz cüz okumak için buraya tıklayın
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
1. | الفاتحة | el-Fâtiha | Başlangıç | 1 | 0 | 1,0 | 7 | 7 | 5 | 1 | - | - | 1 (Besmele ile 2) | 2 | 2 | 1 | 30 | 130 | Mim, Nun | Mekkî/Medenî |
2. | البقرة | el-Bakara | İnek | 1 | 1 | 48,0 | 286 | 712 | 87 | 40 | - | 185 | 282 | 2 | 13 | 49 | 3.900 | 25.500 | Be, Dal, Ra, Kaf, Lam, Min, Nun | Medenî |
3. | ال عمران | Âl-i İmrân | İmrân ailesi | 3 | 49 | 26,7 | 200 | 401 | 89 | 21 (20[15]) | - | - | 210 | 1 | 4 | 38 | 3.460 | 14.525 | Elif, Be, Dal, Ra, Tı, Kaf, Lam, Mim, Nun | Medenî |
4. | النساء | en-Nisâ | Kadınlar | 4 | 76 | 29,3 | 176 | 440 | 92 | 24 | - | 82 | 229 | 1 | 12 | 38 | 3.940 | 16.030 | Elif, Lam, Mim, Nun, Vav | Medenî |
5. | المائدة | el-Mâide | Sofra | 6 | 105 | 21,5 | 120 | 323 | 112 | 16 | - | 101 | 148 | 1 | 6 | 18 | 2.800 | 10.600 | Be, Dal, Ra, Lam, Mim, Nun | Medenî |
6. | الانعام | el-En'âm | Eti yenen dört ayaklı evcil hayvanlar | 7 | 127 | 22,9 | 165 | 343 | 55 | 20 | - | 19 | 87 | 1 | 4 | 53 | 3.050 | 12.422 | Ra, Zı, Lam, Mim, Nun | Mekkî |
7. | الاعراف | el-A'râf | Yüksek mevki | 8 | 150 | 25,9 | 206 | 388 | 39 | 24 | 206 | 204 | 61 | 1 | 3 | 65 | 3.605 | 14.310 | Dal, Nun, Mim, Lam | Mekkî |
8. | الانفال | el-Enfâl | Savaş ganimeti | 9 | 176 | 9,9 | 75 | 148 | 88 | 10 | - | - | 89 | 1 | 3 | 6 | 1.130 | 5.294 | Be, Dal, Ra, Tı, Kaf, Mim, Nun | Medenî |
9. | التوبة | et-Tevbe | Tövbe | 10 | 186 | 20,7 | 129 | 311 | 113 | 16 | - | 111 | 169 | - | 9 | 3 | 2.460 | 10.000 | Be, Ra, Lam, Mim, Nun | Medenî |
10. | يونس | Yûnus | Yunus (as) | 11 | 207 | 13,3 | 109 | 200 | 51 | 11 | - | 15, 37, 61 | 62 | 1 | 2 | 24 | 1.802 | 6.567 | Lam, Mim, Nun | Mekkî |
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
11. | هود | Hûd | Hud (as) | 11 | 220 | 14,0 | 123 | 210 | 52 | 10 | - | - | 38 | 1 | 3 | 44 | 1.625 | 6.905 | Be, Dal, Zel, Ra, Ze, Sad, Tı, Zı, Kaf, Lam, Mim, Nun |
Mekkî |
12. | يوسف | Yûsuf | Yusuf (as) | 12 | 234 | 13,4 | 111 | 201 | 53 | 12 | - | 2, 3 | 44 | 1 | 3 | 18 | 1.776 | 7.096 | Ra, Lam, Mim, Nun | Mekkî |
13. | الرعد | er-Ra'd | Gök gürültüsü | 13 | 248 | 6,0 | 43 | 90 | 96 | 6 | 15 | 31 | 34 | 2 | 1 | 13 | 855 | 3.506 | Be, Dal, Ra, Ayn, Kaf, Lam, Nun | Mekkî/Medenî |
14. | ابراهيم | İbrahîm | İbrahim (as) | 13 | 254 | 6,7 | 52 | 101 | 72 | 7 | - | - | 37 | 1 | 2 | 17 | 811 | 3.434 | Elif, Be, Dal, Ra, Sad, Zı, Lam, Min, Nun | Mekkî |
15. | الحجر | el-Hicr | Hicr (Semud kavminin yurdu) | 14 | 261 | 5,3 | 99 | 79 | 54 | 6 | - | 1, 87, 91 | 2 | 1 | 2 | 9 | 654 | 2.770 | Lam, Mim, Nun | Mekkî |
16. | النحل | en-Nahl | Bal arısı | 14 | 266 | 14,5 | 128 | 217 | 70 | 16 | 49 | 98 | 85 | 1 | 7 | 20 | 1.141 | 6.707 | Ra, Mim, Nun | Mekkî |
17. | الاسراء | el-İsrâ | Gece yürüyüşü | 15 | 281 | 11,5 | 111 | 172 | 50 | 12 | 107 | 9, 41, 45, 46, 60, 78 (2 defa), 82, 88, 89, 106 | 10 | 2 | 2 | 32 | 1.533 | 6.400 | Elif, Ra | Mekkî |
18. | الكهف | el-Kehf | Mağara | 15 | 292 | 11,3 | 110 | 169 | 69 | 12 | - | 54 | 16 | 1 | 1 | 38 | 1.567 | 6.460 | Elif | Mekkî |
19. | مريم | Meryem | Meryem | 16 | 304 | 7,1 | 98 | 106 | 44 | 6 | 58 | - | 14 | 17 | 1 | 23 | 967 | 3.302 | Elif, Dal, Mim, Nun | Mekkî |
20. | طه | Tâ Hâ | Ta-Ha | 16 | 311 | 9,7 | 135 | 145 | 45 | 8 | - | 2, 113, 114 | 6 | 5 | 1 | 27 | 1.301 | 5.042 | Elif, Mim, Vav, Ye | Mekkî |
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
21. | الانبياء | el-Enbiyâ | Peygamberler | 17 | 311 | 9,7 | 112 | 146 | 73 | 7 | - | - | 6 | 5 | 1 | 14 | 1.138 | 4.168 | Mim, Nun | Mekkî |
22. | الحج | el-Hacc | Hac | 17 | 331 | 9,9 | 78 | 148 | 103 | 9 (10[16]) | 18 | - | 75 | 1 | 2 | 8 | 1.291 | 5.135 | Elif, Be, Cim, Dal, Ra, Ze, Tı, Zı, Kaf, Mim, Nun | Mekkî/Medenî |
23. | المؤمنون | el-Mü'minûn | İmanlılar | 18 | 340 | 7,9 | 118 | 118 | 74 | 6 | - | - | 13 | 1 | 1 | 23 | 1.140 | 4.800 | Nun, Mim | Mekkî |
24. | النور | en-Nûr | Işık | 18 | 348 | 9,6 | 64 | 144 | 102 | 9 | - | - | 80 | 1 | 6 | - | 1.516 | 5.980 | Be, Ra, Lam, Mim, Nun | Medenî |
25. | الفرقان | el-Furkân | Gerçek ile sahteyi birbirinden ayıran (Kur'ân) | 18 | 358 | 7,1 | 77 | 107 | 42 | 6 | 60 | 30, 32 | 8 | 6 | 3 | 14 | 1.072 | 3.763 | Elif, Lam | Mekkî |
26. | الشعراء | eş-Şu'arâ | Şairler | 19 | 366 | 9,9 | 227 | 148 | 47 | 11 | - | - | 13 | 2 | 10 | 36 | 1.267 | 5.540 | Lam, Mim, Nun | Mekkî |
27. | النمل | en-Neml | Karınca | 19 | 376 | 8,5 | 93 | 127 | 48 | 7 | 25 | 1, 6, 76, 92 | 27 | 2 | 3 | 12 | 1.149 | 4.767 | Mim, Nun | Mekkî |
28. | القصص | el-Kasas | Kıssalar | 19 | 384 | 10,8 | 88 | 162 | 49 | 9 (8[17]) | - | 85 | 27 | 1 | 2 | 19 | 1.441 | 5.880 | Ra, Lam, Mim, Nun | Mekkî |
29. | العنكبوت | el-Ankebût | Örümcek | 20 | 395 | 8,0 | 69 | 120 | 85 | 7 | - | - | 42 | 1 | 1 | 5 | 980 | 4.145 | Ra, Mim, Nun | Mekkî |
30. | الروم | er-Rûm | Rum (Roma) | 21 | 403 | 6,3 | 60 | 95 | 84 | 6 | - | 58 | 23 | 1 | 2 | 3 | 819 | 3.530 | Ra, Mim, Nun | Mekkî |
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
31. | لقمان | Lokmân | Lokman (as) | 21 | 410 | 3,7 | 34 | 56 | 57 | 4 | - | - | 32 | 1 | 1 | 2 | 548 | 2.110 | Dal, Ra, Zı, Mim, Nun | Mekkî |
32. | السجدة | es-Secde | Secde | 21 | 414 | 2,9 | 30 | 43 | 75 | 3 | 15 | - | 1 | 1 | 2 | 10 | 338 | 1.518 | Lam, Mim, Nun | Mekkî |
33. | الاحزاب | el-Ahzâb | Topluluklar | 21 | 417 | 10,0 | 73 | 150 | 90 | 9 | - | - | 90 | 1 | 7 | 3 | 1.282 | 5.700 | Elif, Lam | Medenî |
34. | سبأ | Sebe' | Yemen'de Belkıs'ın hükmettiği bir şehir | 22 | 427 | 6,3 | 54 | 94 | 58 | 6 | - | 31 | 8 | 1 | 2 | 14 | 883 | 3.512 | Be, Dal, Ra, Zı, Lam, Mim, Nun | Mekkî |
35. | فاطر | Fâtır | Bütün alemi yoktan yaratan (Allah) | 22 | 433 | 5,6 | 45 | 84 | 43 | 5 | - | - | 36 | 1 | 1 | 5 | 997 | 3.130 | Elif, Be, Dal, Ra, Ze, Nun | Mekkî |
36. | يس | Yâ Sîn | Yâ-sîn | 22 | 439 | 5,6 | 83 | 84 | 41 | 5 | - | 2, 69 | 3 | 5 | 3 | 5 | 729 | 3.000 | Mim, Nun | Mekkî |
37. | الصافات | es-Sâffât | Sıra sıra dizilenler | 23 | 445 | 6,9 | 182 | 104 | 56 | 5 | - | - | 15 | 1 | 1 | 13 | 560 | 3.829 | Elif, Be, Dal, Kaf, Mim, Nun | Mekkî |
38. | ص | Sâd | Sad | 23 | 452 | 5,2 | 88 | 78 | 38 | 5 | 24 | 1 | 3 | 1 | 1 | 10 | 732 | 3.066 | Be, Cim, Dal, Ra, Sad, Tı, Kaf, Lam, Mim, Nun | Mekkî |
39. | الزمر | ez-Zümer | Sınıflar (imanlıların ve kâfirlerin oluşturduğu topluluklar) | 23 | 457 | 8,8 | 75 | 132 | 59 | 8 | - | 27, 28 | 60 | 1 | 2 | 19 | 1.192 | 4.000 | Be, Dal, Ra, Lam, Mim, Nun | Mekkî |
40. | غافر | Mü’min (Gâfir) |
İnanan kişi (affeden) | 24 | 466 | 9,7 | 85 | 146 | 60 | 9 | - | - | 53 | 1 | 1 | 18 | 1.199 | 4.960 | Be, Dal, Ra, Ayn, Kaf, Lam, Mim, Nun | Mekkî |
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
41. | فصلت | Fussilet | Ayrıntıları ile açıklanmış | 24 | 476 | 5,9 | 54 | 88 | 61 | 6 | 37 | 3, 26, 44 | 11 | 2 | 3 | 12 | 890 | 3.900 | Be, Dal, Ra, Ze, Sad, Dad, Tı, Zı, Mim, Nun | Mekkî |
42. | الشورى | eş-Şûrâ | Danışma kurulu | 25 | 482 | 6,1 | 53 | 92 | 62 | 5 | - | 7 | 32 | 1 | 2 | 10 | 886 | 3.588 | Be, Dal, Ra, Ze, Sad, Kaf, Lam, Mim | Mekkî |
43. | الزخرف | ez-Zuhruf | Mücevher | 25 | 488 | 6,6 | 89 | 99 | 63 | 7 | - | 3, 31 | 3 | 8 | 1 | 13 | 833 | 3.400 | Lam, Mim, Nun | Mekkî |
44. | الدخان | ed-Duhân | Duman | 25 | 495 | 2,7 | 59 | 41 | 64 | 3 | - | - | 3 | 1 | 2 | 9 | 346 | 1.431 | Mim, Nun | Mekkî |
45. | الجاثية | el-Câsiye | Kıyamette diz üstü çökenler | 25 | 498 | 3,4 | 37 | 51 | 65 | 4 | - | - | 18 | 1 | 1 | 7 | 644 | 2.042 | Mim, Nun | Mekkî |
46. | الاحقاف | el-Ahkâf | Kum tepeleri | 26 | 501 | 4,3 | 35 | 65 | 66 | 4 | - | 29 | 16 | 1 | 2 | 4 | 644 | 2.600 | Mim, Nun | Mekkî |
47. | محمد | Muhammed (sav) |
Muhammed (sav) | 26 | 506 | 4,0 | 38 | 60 | 95 | 4 | - | 24 | 27 | 1 | 1 | 4 | 604 | 2.354 | Elif, Mim | Medenî |
48. | الفتح | el-Feth | Fetih | 26 | 510 | 4,3 | 29 | 64 | 111 | 4 | - | - | 39 | 1 | 2 | - | 560 | 2.400 | Elif | Medenî |
49. | الحجرات | el-Hucurât | Odalar | 26 | 514 | 2,5 | 18 | 37 | 106 | 2 | - | - | 27 | 1 | 4 | - | 343 | 1.476 | Ra, Mim, Nun | Medenî |
50. | ق | Kâf | Kaf | 26 | 517 | 2,5 | 45 | 38 | 34 | 3 | - | 1, 45 | 1 | 2 | 1 | 2 | 395 | 1.490 | Be, Cim, Dal, Ra, Sad, Zı | Mekkî |
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
51. | الذاريات | ez-Zâriyât | Rüzgarlar | 26 | 519 | 2,7 | 60 | 40 | 67 | 3 | - | - | 3 | 1 | 1 | 5 | 360 | 1.287 | Elif, Ayn, Fe, Kaf, Kef, Mim, Nun | Mekkî |
52. | الطور | et-Tûr | Hz. Musa'nın peygamberlikle müjdelendiği ve Tevrat'ın indiği dağın adı | 27 | 522 | 2,3 | 49 | 34 | 76 | 2 | - | - | 3 | 1 | 2 | 7 | 312 | 1.500 | Elif, Ra, Ayn, Mim, Nun | Mekkî |
53. | النجم | en-Necm | Yıldız | 27 | 525 | 2,5 | 62 | 38 | 23 | 3 | 62 | - | 6 | 1 | 1 | 7 | 300 | 1.405 | Elif, Yuvarlak Te, Nun, Vav, Ye | Mekkî |
54. | القمر | el-Kamer | Ay | 27 | 527 | 2,6 | 55 | 39 | 37 | 3 | - | 17, 22, 32, 40 | 0 | 1 | 1 | 1 | 342 | 1.403 | Ra | Mekkî |
55. | الرحمن | er-Rahmân | Rahman (olan Allah) | 27 | 530 | 3,0 | 78 | 45 | 97 | 3 | - | 2 | 0 | 2 | 1 | 36 | 351 | 1.656 | Ra, Mim, Nun | Mekkî/Medenî |
56. | الواقعة | el-Vâkı'a | Büyük olay | 27 | 533 | 3,1 | 96 | 46 | 46 | 4 (3[18]) | - | 77 | 0 | 1 | 1 | 3 | 378 | 1.903 | Elif, Be, Yuvarlak Te, Dal, Lam, Mim, Nun | Mekkî |
57. | الحديد | el-Hadîd | Demir | 27 | 536 | 4,3 | 29 | 64 | 94 | 4 | - | - | 32 | 1 | 3 | 3 | 544 | 2476 | Be, Dal, Ra, Ze, Mim, Nun | Mekkî/Medenî |
58. | المجادلة | el-Mücâdele | Mücadele | 28 | 541 | 3,2 | 22 | 48 | 105 | 3 | - | - | 40 | 1 | 2 | - | 473 | 1.992 | Dal, Ra, Ze, Mim, Nun | Medenî |
59. | الحشر | el-Haşr | Sürgün | 28 | 544 | 3,4 | 24 | 51 | 101 | 3 | - | 21 | 29 | 2 | 3 | 3 | 475 | 1.712 | Be, Ra, Mim, Nun | Medenî |
60. | الممتحنة | el-Mümtehine | İmtihan edilen | 28 | 548 | 2,4 | 13 | 36 | 91 | 2 | - | - | 21 | 1 | 3 | 4 | 348 | 1.510 | Dal, Ra, Lam, Mim, Nun | Medenî |
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
61. | الصف | es-Saff | Saf (tutanlar) | 28 | 550 | 1,5 | 14 | 22 | 109 | 2 | - | - | 17 | 1 | 1 | - | 221 | 926 | Sad, Mim, Nun | Mekkî/Medenî |
62. | الجمعة | el-Cumu'a | Cuma günü | 28 | 552 | 1,2 | 11 | 18 | 110 | 2 | - | - | 22 | 1 | 1 | - | 180 | 784 | Mim, Nun | Medenî |
63. | المنافقون | el-Münâfikûn | Münafıklar | 28 | 553 | 1,4 | 11 | 21 | 104 | 2 | - | - | 14 | 1 | 1 | 1 | 180 | 776 | Nun | Medenî |
64. | التغابن | et-Teğabun | Aldanma | 28 | 555 | 1,9 | 18 | 28 | 108 | 2 | - | - | 20 | 1 | 2 | 1 | 241 | 1.070 | Dal, Ra, Mim, Nun | Mekkî/Medenî |
65. | الطلاق | et-Talâk | Boşanma | 28 | 557 | 2,0 | 12 | 30 | 99 | 2 | - | - | 25 | 1 | 1 | 2 | 247 | 1.170 | Elif | Medenî |
66. | التحريم | et-Tahrîm | Haram kılma | 28 | 559 | 1,9 | 12 | 28 | 107 | 2 | - | - | 13 | 1 | 2 | 5 | 249 | 1.060 | Elif, Ra, Mim, Nun | Medenî |
67. | الملك | el-Mülk (Tebâreke) |
İktidar (ne yücedir! [surenin ilk kelimesi]) | 29 | 561 | 2,2 | 30 | 33 | 77 | 2 | - | - | 3 | 5 | 1 | 2 | 335 | 1.313 | Ra, Mim, Nun | Mekkî |
68. | القلم | el-Kalem (Nûn) |
Kalem (Nun) | 29 | 563 | 2,1 | 52 | 31 | 2 | 2 | - | - | 0 | 1 | 1 | 10 | 300 | 1.256 | Mim, Nun | Mekkî |
69. | الحاقة | el-Hâkka | Gerçeklik | 29 | 565 | 1,9 | 52 | 28 | 78 | 2 | - | - | 1 | 1 | 1 | 4 | 256 | 1.080 | Yuvarlak Te, Lam, Mim, Nun, He | Mekkî |
70. | المعارج | el-Me'âric | Merdivenler | 29 | 567 | 1,6 | 44 | 24 | 79 | 2 | - | - | 1 | 1 | 1 | 3 | 216 | 861 | Elif, Ce, Ayın, Lam, Mim, Nun, He | Mekkî |
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
71. | نوح | Nûh | Nuh (as) | 29 | 569 | 1,6 | 28 | 24 | 71 | 2 | - | - | 7 | 1 | 1 | 5 | 224 | 829 | Elif, Mim, Nun | Mekkî |
72. | الجن | el-Cinn | Cin | 29 | 571 | 1,9 | 28 | 28 | 40 | 2 | - | 1 | 10 | 1 | 1 | 8 | 285 | 970 | Elif | Mekkî |
73. | المزمل | el-Müzzemmil | Örtünüp bürünen | 29 | 573 | 1,3 | 20 | 20 | 3 | 2 | - | 4, 20 | 7 | 1 | 2 | 4 | 285 | 838 | Elif, Lam, Mim | Mekkî |
74. | المدثر | Müddessir | Örtüsüne bürünen | 29 | 574 | 1,7 | 56 | 25 | 4 | 2 | - | - | 3 | 1 | 1 | 3 | 255 | 1.010 | Elif, Dal, Ra, Nun, Yuvarlak Te, He | Mekkî |
75. | القيامة | el-Kıyâme | Ölülerin dirilip kalkması | 29 | 576 | 1,1 | 40 | 17 | 31 | 2 | - | 17, 18 | 0 | 1 | 1 | 3 | 154 | 629 | Elif, Yuvarlak Te, Ra, Kaf, He, Ye | Mekkî |
76. | الانسان | el-İnsân (Dehr) |
İnsan | 29 | 577 | 1,7 | 31 | 25 | 98 | 2 | - | 23 | 5 | 1 | 1 | 5 | 240 | 1.054 | Elif | Mekkî/Medenî |
77. | المرسلات | el-Mürselât | Gönderilenler | 29 | 579 | 1,5 | 50 | 23 | 33 | 2 | - | - | 0 | 1 | 1 | - | 181 | 816 | Elif, Be, Te, Ra, Ayn, Lam, Mim, Nun | Mekkî |
78. | النبا | en-Nebe' (Amme) |
Haberler (hangi şey [surenin ilk kelimesi]) | 30 | 581 | 1,3 | 40 | 20 | 80 | 2 | - | - | 0 | 3 | 1 | 3 | 130 | 690 | Elif, Mim, Nun | Mekkî |
79. | النازعات | en-Nâzi'ât | Söküp çıkaranlar | 30 | 582 | 1,4 | 46 | 21 | 81 | 2 | - | - | 1 | 1 | 1 | 5 | 73 | 953 | Elif, Mim, Yuvarlak Te | Mekkî |
80. | عبس | Abese | Kaşlarını çattı | 30 | 584 | 1,1 | 42 | 17 | 24 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | - | 133 | 533 | Elif, He, Mim | Mekkî |
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
81. | التكوير | et-Tekvîr | Dürmek | 30 | 585 | 0,9 | 29 | 13 | 7 | 1 | - | - | 1 | 1 | 1 | 1 | 104 | 533 | Te, Sin, Mim, Nun | Mekkî |
82. | الانفطار | el-İnfitâr | Yarılmak | 30 | 586 | 0,6 | 19 | 9 | 82 | 1 | - | - | 1 | 1 | 1 | 1 | 80 | 359 | Te, Kef, Mim, Nun, He | Mekkî |
83. | المطففين | el-Mutaffifîn | Ölçüde tartıda hile yapanlar | 30 | 587 | 1,3 | 36 | 19 | 86 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | 2 | 169 | 730 | Mim, Nun | Mekkî/Medenî |
84. | الانشقاق | el-İnşikâk | Parçalanıp ayrılma | 30 | 588 | 0,8 | 25 | 12 | 83 | 1 | 21 | 21 | 1 | 1 | 1 | 4 | 109 | 470 | Elif, Te, Ra, Kaf, Mim, Nun, He | Mekkî |
85. | البروج | el-Burûc | Yıldızlar | 30 | 589 | 0,8 | 22 | 12 | 27 | 1 | - | 21 | 3 | 1 | 1 | 1 | 109 | 438 | Be, Cim, Dal, Ra, Tı, Zı, Kaf | Mekkî |
86. | الطارق | et-Târık | Çoban (sabah) yıldızı | 30 | 590 | 0,5 | 17 | 7 | 36 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | - | 61 | 239 | Elif, Be, Ra, Zı, Ayn, Kaf, Lam | Mekkî |
87. | الاعلى | el-A’lâ | En yüce | 30 | 591 | 0,5 | 19 | 8 | 8 | 1 | - | - | 1 | 1 | 1 | 2 | 72 | 284 | Elif | Mekkî |
88. | الغاشية | el-Ğâşiye | Kaplayan | 30 | 591 | 0,7 | 26 | 11 | 68 | 1 | - | - | 1 | 1 | 1 | - | 92 | 381 | Te, Yuvarlak Te, Ra, Ayn, Mim | Mekkî |
89. | الفجر | el-Fecr | Tan yerinin ağarma vakti | 30 | 592 | 1,1 | 30 | 16 | 10 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | 8 | 139 | 597 | Elif, Be, Te, Dal, Ra, Mim, Nun, Ye | Mekkî |
90. | البلد | el-Beled | Şehir (Mekke) | 30 | 593 | 0,7 | 20 | 10 | 35 | 1 | - | - | 1 | 1 | 1 | - | 82 | 320 | Elif, Dal, Yuvarlak Te, Nun | Mekkî |
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
91. | الشمس | eş-Şems | Güneş | 30 | 594 | 0,5 | 15 | 7 | 26 | 1 | - | - | 2 | 1 | 1 | 1 | 54 | 247 | Elif | Mekkî |
92. | الليل | el-Leyl | Gece | 30 | 595 | 0,6 | 21 | 9 | 9 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | 1 | 71 | 320 | Elif | Mekkî |
93. | الضحى | ed-Duhâ | Kuşluk vakti | 30 | 595 | 0,4 | 11 | 6 | 11 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | 3 | 40 | 152 | Elif, Se, Ra | Mekkî |
94. | الانشراح | el-İnşirâh | Genişlemek | 30 | 596 | 0,3 | 8 | 4 | 12 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | 1 | 27 | 123 | Elif, Be, Kef | Mekkî |
95. | التين | et-Tîn | İncir | 30 | 596 | 0,3 | 8 | 5 | 28 | 1 | - | - | 1 | 1 | 1 | - | 34 | 150 | Mim, Nun | Mekkî |
96. | العلق | el-Alak | Kan pıhtısı, embriyo | 30 | 597 | 0,6 | 19 | 9 | 1 | 1 | 19 | - | 1 | 1 | 1 | 3 | 72 | 303 | Be, Yuvarlak Te, Kaf, Mim, Ye | Mekkî |
97. | القدر | el-Kadr | Güç, kader | 30 | 598 | 0,3 | 5 | 4 | 25 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | 1 | 30 | 121 | Ra | Mekkî/Medenî |
98. | البينة | el-Beyyine | Apaçık delil | 30 | 598 | 0,6 | 8 | 9 | 100 | 1 | - | - | 3 | 1 | 1 | 2 | 95 | 295 | He | Mekkî/Medenî |
99. | الزلزلة | ez-Zilzâl | Depremler | 30 | 599 | 0,3 | 8 | 5 | 93 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | 1 | 35 | 150 | Elif, Mim, He | Mekkî/Medenî |
100. | العاديات | el-Âdiyât | Hızlı koşanlar | 30 | 599 | 0,4 | 11 | 6 | 14 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | 2 | 40 | 149 | Elif, Dal, Ra | Mekkî |
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
101. | القارعة | el-Kâri'a | Çarpan | 30 | 600 | 0,3 | 11 | 5 | 30 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | - | 36 | 152 | Yuvarlak Te, Se, Şın, He | Mekkî |
102. | التكاثر | et-Tekâsür | Çokluk | 30 | 600 | 0,3 | 8 | 4 | 16 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | - | 28 | 120 | Ra, Mim, Nun | Mekkî |
103. | العصر | el-Asr | Yüzyıl, devir | 30 | 601 | 0,2 | 3 | 3 | 13 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | - | 14 | 68 | Ra | Mekkî |
104. | الهمزة | el-Hümeze | İnsanları arkadan çekiştiren | 30 | 601 | 0,3 | 9 | 4 | 32 | 1 | - | - | 1 | 1 | 1 | - | 33 | 161 | He, Yuvarlak Te | Mekkî |
105. | الفيل | el-Fîl | Fil | 30 | 601 | 0,3 | 5 | 4 | 19 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | 1 | 23 | 95 | Lam | Mekkî |
106. | قريش | Kureyş | Kureyş | 30 | 602 | 0,2 | 4 | 3 | 29 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | 1 | 17 | 73 | Te, Şın, Fe | Mekkî |
107. | الماعون | el-Mâ'ûn | Sadaka, bağış | 30 | 602 | 0,3 | 7 | 4 | 17 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | - | 25 | 111 | Mim, Nun | Mekkî |
108. | الكوثر | el-Kevser | Kevser havuzu, bereket | 30 | 602 | 0,1 | 3 | 2 | 15 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | 1 | 10 | 45 | Ra | Mekkî |
109. | الكافرون | el-Kâfirûn | İnkârcılar | 30 | 603 | 0,2 | 6 | 3 | 18 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | - | 26 | 96 | Dal, Mim, Nun | Mekkî |
110. | النصر | en-Nasr | Yardım | 30 | 603 | 0,2 | 3 | 3 | 114 | 1 | - | - | 2 | 1 | 1 | 1 | 19 | 82 | Elif, Ha | Medenî |
Sıra No | İsmi (Bilgi İçin Tıklayın) |
İsmi (Okumak İçin Tıklayın) |
Sure İsminin Anlamı | Cüz | Kur’an’daki Yeri (Sayfa No) |
Sayfa Olarak Uzunluğu |
Ayet Sayısı | Satır Sayısı | Nüzul Sırası | Ayın Durağı (Bölüm) Sayısı |
Secde Ayeti No | Kur'an Kelimesi Geçen Ayet No |
Allah Kelimesi Sayısı | Rahman Kelimesi Sayısı |
Rahim Kelimesi Sayısı |
Rab Kelimesi Sayısı | Kelime Sayısı | Harf Sayısı | Fasıla Harfleri | Mekkî/Medenî |
111. | المسد | Tebbet (el-Mesed) |
Kurusun! (hurma lifi) | 30 | 603 | 0,2 | 5 | 3 | 6 | 1 | - | - | 0 | 1 | 1 | - | 23 | 77 | Be, Dal | Mekkî |
112. | الاخلاص | el-İhlâs | İhlas, samimiyet | 30 | 604 | 0,1 | 4 | 2 | 22 | 1 | - | - | 2 | 1 | 1 | - | 15 | 47 | Dal | Mekkî/Medenî |
113. | الفلق | el-Felâk | Sabah aydınlığı | 30 | 604 | 0,2 | 5 | 3 | 20 | 1 | - | - | 1 | 1 | 1 | 1 | 23 | 69 | Be, Dal, Kaf | Mekkî/Medenî |
114. | الناس | en-Nâs | İnsanlar | 30 | 604 | 0,3 | 6 | 4 | 21 | 1 | - | - | 1 | 1 | 1 | 1 | 20 | 79 | Sin | Mekkî/Medenî |
114 Sure | القرآن | El-Kur'ân | TOPLAM | 30 Cüz | 604 Sayfa | 120 Hizb | 6.236 Ayet | 8.836 Satır | 23 Sene | 559 Ayn Durağı (Diğer Ülkelere Göre: 558) | 14 Secde Ayeti | 69 Ayette Toplam 70 Kur'an kelimesi | 2.811 Allah lafzı (Bediüzzaman'a göre: 2.806; Bu tablo: 2.722) | 169 Rahman ismi (Bediüzzaman'a göre: 159) | 227 Rahim ismi (Bediüzzaman'a göre: 220) | 963 Rab ismi (Bu tablo: 1.003) | 70.000 Kelime (Bu tablo: 74.920) | 300.620 Harf (Bu tablo: 317.312) | 80 Mekkî, 19 Medenî, 15 Mekkî/Medenî Sure |
İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]
Kur'an'ın 114 suresinin ayet sayıları (sureler ters sırada olacak şekilde) grafiğe dökülüp en dıştaki noktalar birleştirildiğinde Talik usulü yazılan Allah lafzına oldukça benzer.
İlgili Maddeler[değiştir]
- Allah (cc)
- Hz. Muhammed (sav)
- Tefsir
- Vahiy
- Kur'an'ın İsimleri
- Kur'an'ın Mucizeleri
- Kur'an-ı Kerim'in İsimleri
- Kur'an ve Tevafuk
- Kur'an'daki Tekrarların Hikmeti
- Cüzlerdeki Ayet Sayısı
Kaynakça[değiştir]
- ↑ Yirmi Altıncı Mektup’un ehemmiyetli Birinci Mebhası, şu cümlenin hâşiyesi ve izahıdır.
- ↑ Yalnız gözü bulunan; kulaksız, kalpsiz tabakasına karşı vech-i i’cazı, burada gayet mücmel ve muhtasar ve nâkıs kalmıştır. Fakat bu vech-i i’cazı Yirmi Dokuzuncu ve Otuzuncu Mektuplarda (*) gayet parlak ve nurani ve zahir ve bâhir gösterilmiştir, hattâ körler de görebilir. O vech-i i’cazı gösterecek bir Kur’an yazdırdık. İnşâallah tabedilecek, herkes de o güzel vechi görecektir.
(*) Otuzuncu Mektup pek parlak tasavvur ve niyet edilmişti; fakat yerini başkasına, İşaratü’l-İ’caz’a verdi. Kendisi meydana çıkmadı. - ↑ Hâşiye 1: Hem ehl-i zikir ve münâcata karşı, Kur’an’ın ziynetli ve kafiyeli lafzı ve fesahatli, sanatlı üslubu ve nazarı kendine çevirecek belâgatın mezayası çok olmakla beraber; ulvi ciddiyeti ve İlahî huzuru ve cemiyet-i hatırı veriyor, ihlâl etmiyor. Halbuki o çeşit mezaya-yı fesahat ve sanat-ı lafziye ve nazım ve kafiye; ciddiyeti ihlâl eder, zarafeti işmam ediyor, huzuru bozar, nazarı dağıtır.
Hattâ münâcatın en latîfi ve en ciddîsi ve en ulvi nazımlı ve Mısır’ın kaht u galâsının sebeb-i ref’i olan İmam-ı Şafiî’nin meşhur bir münâcatını çok defa okuyordum, gördüm ki: Nazımlı, kafiyeli olduğu için münâcatın ulvi ciddiyetini ihlâl eder. Sekiz dokuz senedir virdimdir. Hakiki ciddiyeti, ondaki kafiye ve nazımla birleştiremedim. Ondan anladım ki Kur’an’ın has, fıtrî, mümtaz olan kafiyelerinde, nazım ve mezayasında bir nevi i’cazı var ki hakiki ciddiyeti ve tam huzuru muhafaza eder, ihlâl etmez. İşte ehl-i münâcat ve zikir, bu nevi i’cazı aklen fehmetmezse de kalben hisseder.
Hâşiye 2: Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın manevî bir sırr-ı i’cazı şudur ki: Kur’an, ism-i a’zama mazhar olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın pek büyük ve pek parlak derece-i imanını ifade ediyor.
Hem mukaddes bir harita gibi âlem-i âhiretin ve âlem-i rububiyetin yüksek hakikatlerini beyan eden, gayet büyük ve geniş ve âlî olan hak dinin mertebe-i ulviyesini fıtrî bir tarzda ifade ediyor, ders veriyor.
Hem Hâlık-ı kâinatın umum mevcudatın Rabb’i cihetinde, hadsiz izzet ve haşmetiyle hitabını ifade ediyor. Elbette bu suretteki ifade-i Furkan’a ve bu tarzdaki beyan-ı Kur’an’a karşı قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ sırrıyla bütün ukûl-ü beşeriye ittihat etse bir tek akıl olsa dahi karşısına çıkamaz, muaraza edemez. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Çünkü şu üç esas nokta-i nazarında, kat’iyen kabil-i taklit değildir ve tanzir edilmez!
Hâşiye 3: Kur’an-ı Hakîm’in umum sahifeleri âhirinde âyet tamam oluyor. Güzel bir kafiye ile nihayeti hitam buluyor. Bunun sırrı şudur ki: En büyük âyet olan Müdâyene Âyeti sahifeler için Sure-i İhlas ve Kevser, satırlar için bir vâhid-i kıyasî ittihaz edildiğinden Kur’an-ı Hakîm’in bu güzel meziyeti ve i’caz alâmeti görülüyor.
Hâşiye 4: Bu makamın bu mebhasında gayet ehemmiyetli ve haşmetli ve büyük ve Risale-i Nur’un muvaffakıyeti noktasında gayet ziynetli ve sevimli ve müşevvik kerametin pek az ve cüz’î vaziyet ve kısacık numunelerine ve küçücük emarelerine, acelelik belasıyla iktifa edilmiş.
Halbuki o büyük hakikat ve o sevimli keramet ise tevafuk namıyla beş altı nevileri ile Risale-i Nur’un bir silsile-i kerametini ve Kur’an’ın göze görünen bir nevi i’cazının lemaatını ve rumuzat-ı gaybiyenin bir menba-ı işaratını teşkil ediyor. Sonradan Kur’an’da “lafzullah”ın tevafukundan çıkan bir lem’a-i i’cazı gösteren yaldız ile bir Kur’an yazdırıldı. Hem Rumuzat-ı Semaniye namındaki sekiz küçük risaleler, hurufat-ı Kur’aniyenin tevafukatından çıkan münasebet-i latîfe ve işarat-ı gaybiyelerinin beyanında telif edildi. Hem Risale-i Nur’u tevafuk sırrıyla tasdik ve takdir ve tahsin eden Keramet-i Gavsiye ve üç Keramet-i Aleviye ve İşarat-ı Kur’aniye namındaki beş adet risaleler yazıldı.
Demek, Mu’cizat-ı Ahmediye’nin telifinde o büyük hakikat icmalen hissedilmiş; fakat maatteessüf müellif yalnız bir tırnağını görüp göstermiş, daha arkasına bakmayarak koşup gitmiş. - ↑ Genelde Kur'an'ın her 5 sayfasına hizb adı verilmekle beraber bazı Kur'an'larda hizblerin bölünme yerlerinde farklılık olduğundan karışıklık olmaması için burada hizblerin gösterilmemesi tercih edilmiştir.
- ↑ İlk olarak Hafız Osman tarafından ayet berkenar şekilde yazılan mushaflarda Fatiha suresi 0. ve Bakara suresinin başlangıcı 1. sayfa kabul edildiğinde.
- ↑ (Besmeleler ayrı ayet kabul edilirse 6349) Bu sayı bugün dünyanın her tarafında bulunan mushaflardaki ayet sayısıdır. Ayetlerin sayısı surelerin başındaki besmelelerin ayrı bir ayet olarak sayılıp sayılmamasına, duraklardaki ihtilaflara ve ayetlerin başlangıç ve bitiş yerleri hakkındaki alimlerin farklı görüşlerine göre değişmektedir. Bediüzzaman Risale-i Nur'da 6.666 rivayetini zikretmiştir.
- ↑ Her surenin başında sure isimlerinin Mekki mi Medeni mi olduklarının ve ayet sayısının yazılı olduğu bantlar hariç olmak üzere
- ↑ http://nurpedia.org/wiki/Risale:Mu%27cizat-%C4%B1_Kur%27aniye_(K%C3%BC%C3%A7%C3%BCk_Kitap)#Yirmi_Dokuzuncu_Mektup.27un_Sekizinci_K.C4.B1sm.C4.B1.27n.C4.B1n_.C4.B0kinci_Remz.27i
- ↑ Bu tabloda surelerin kelime sayıları Rumuzat-ı Semaniyeden alınmıştır.
- ↑ http://nurpedia.org/wiki/Risale:24._S%C3%B6z#Dokuzuncu_As.C4.B1l
- ↑ Bu tabloda surelerin harf sayıları Rumuzat-ı Semaniyeden alınmıştır.
- ↑ Bu sayılar Rumuzat-ı Semaniyeden alınmıştır.
- ↑ Kur'an'da yeni bir konuya geçilen yerleri gösterir. Namazda buralarda rükuya gidilmesi tavsiye edilmiştir. Bazı hesaplama yöntemlerinde Al-i İmran suresinde 21 yerine 20, Hacc suresinde 9 yerine 10 ve Vakıa suresinde 4 yerine 3 ayn durağı hesaplanarak toplam 558 bölüm bulunmuştur.
- ↑ Kur'an hatları Diyanet İşleri Başkanlığının Kur'an-ı Kerim 3.0 programından resim olarak, mealler ise Diyanet Vakfı tarafından hazırlanan Kur'an mealinden alınmıştır.
- ↑ https://en.wikipedia.org/wiki/Al_Imran
- ↑ https://en.wikipedia.org/wiki/Al-Hajj
- ↑ https://en.wikipedia.org/wiki/Al-Qasas
- ↑ https://en.wikipedia.org/wiki/Al-Waqi%27a