Kevser Suresi

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Sure: Maun SuresiKur'ânKafirun Suresi: Sonraki Sure

Bu sureyi Kevser suresi okuma sayfasında mealiyle beraber okuyabilirsiniz

Kevser (الكوثر) Suresi Kur'ân-ı Kerim'in 108. suresi olup Maun ve Kafirun sureleri arasında yer alır. Üç âyetten ibaret olup Kur’an’ın en kısa sûresidir. Tefsirlerde kaydedildiğine göre sûre, Âs b. Vâil’in Mekkeli müşriklere Hz. Peygamber’den “nesli kesik” (ebter) diye bahsetmesi yahut Kureyş müşriklerinin Kâ‘b b. Eşref’e kendilerinin daha üstün olduğunu söyleyerek Resûl-i Ekrem’i yine aynı olumsuz sıfatla nitelemeleri veya Hz. Peygamber’in erkek çocuğunun vefatı üzerine düşmanlarının onun soyunun devam etmeyeceğini belirtmeleri üzerine nâzil olmuştur.[1]

Risale-i Nur'da Kevser Suresi ve ayetleri hakkındaki dersler:

  • Kur'an'ın en kısa suresi olan Kevser suresinin harflerinin ebcedi makamı 3.000 küsur olduğu gibi Yasin, Furkan, Fatır, Sebe, Saffat, Sad, Ra'd, Rum, Zuhruf, Şura ve İbrahim surelerinin harf sayıları, Al-i İmran ve Nisa surelerinin kelime sayıları ile Bakara suresinin örfi kelime sayısı da 3.000 küsur eder. Elbette bu kör tesadüfün işi değildir ve rastgele şuursuz ittifakî bir vaziyet olamaz.
  • Nasr, Kevser, Fatiha ve Alak surelerinin işaretleri arasında da birbirine tevafuklar vardır.
  • Bediüzzaman en uzun âyet olan Müdâyene Âyeti (Bakara 282) sahifeler için ve en kısa sureler olan İhlas ve Kevser, satırlar için ölçü alındığında Kur'an'ın tevafuk mu'cizesinin ortaya çıktığını keşfetmiş ve talebelerine bu şekilde bir Kur'an yazdırmıştır.
  • Peygamberimizin fetihlerine ve Allah'ın ona yardımına işaret eden Nasr suresinde İslam'ın büyük fetihlerine de işaret vardır. Mesela Nasr suresindeki 757 ebced makamı ve Kevser suresindeki Kevser kelimesi İstanbul fethinin öncüsü olan Süleyman Paşa'nın kuşatmasına işaret eder. Nasr suresindeki 857 ebced makamı ve Kevser suresindeki "Kelkevser" ifadesi İstanbul fethine işaret eder. Nasr suresindeki 1222 ebced makamı Kevser, Fatiha ve Feth sureleriyle birlikte Kur'an fetihlerinin o tarihe kadar devamına işaret eder. İzahı Rumuzat-ı Semaniye'dedir.
  • Kevser suresinin harf sayısı 46 (besmele ile 65) olup elifba'dan 17 harf (besmele ile 19) geçer. Yani 12 harfi (besmele sayılırsa 9) içermez. 8 harf 1 defa, 10 harf birden fazla geçer. Besmele dahil kelime sayısı 14'tür. Şam'ın fethine işaret eder. Nahvi kelime sayısı 27, hemze elifin tekrarlanma sayısı 8 (besmele dahil 12), nun'un tekrarlanma sayısı 7 (besme dahil 8) olup Mekke'nin fethine bakar.
  • Kevser suresinde geçen harflerin tekrarlanma sayısı 1'den 9'a intizamla artar. Ayn, şın, sin, se, fe, tı ve sad 1'er, mim, ha, he ve ye 2'şer, vav, be ve sakin elif 3'er, besmele dahil be, ra ve kef 4'er, lam ve besmele dahil sakin elif 5'er, besmele dahil ra 6, nun 7, hemze 8 ve besmele dahil lam 9 defa geçer.
  • Kevser suresinin harf sayısı besmele dahil 65'tir. 6+5 şeklinde düşünülüp ebced değeri 5 ve 6 olan He ve vav şeklinde yazılsa Hüve (هُوَ) olur. İhlas suresindeki "Huvallah" ve Fetih suresindeki "Huvellezi ersele rasulehu" ibarelerinden "Hüve" kelimelerine bakar ve vefat senesi de sayılırsa Arabi olarak Peygamberimizin ömrüne tevafuk eder. Kevser suresinin besmele sayılmadan harf sayısı Kevser suresinin inme senesine işaret eder. Kevserde elifba'dan 19 harf geçer. Besmelenin 19 harfine tevafuk eder. Ayrıca İsimler alemi dâhil olmak şartıyla 19 bin âlemin kudsî haritası olan Kur'an'ın havz-ı kevserinden 19 cetvel ile 19 bin âleme âb-ı hayat neşretmesine işaret eder. Kevser suresinin tekrarlanmayan harflerinin sayısı olup Kevser suresinin 10 adet olan kelime sayısına, nahvi kelime sayısı olan 20'ye (10 x 2) ve Kur'an'ın aralıksız nüzul süresi olan 20 yıla bakar. Kevser suresinin tekrarlanan harf sayısı 8'dir. Besmele dahil tekrarlanmayan harf sayısı olan 8'e, Kevser havuzunun sekiz dairesinden sekiz cennete açılan sekiz kapıya bakar. Surenin tekrarlanan harf sayısı 12'dir. Besmele dahil elif'in sayısı olan 12'ye ve surede geçmeyen harf sayısı olan 12'ye bakar.
  • Besmelesiz Kevser suresinde kardeş sayılan harflerden en güzeli alınmış, diğeri alınmamıştır. Ra var ze yok, şın var sin yok, sad var dad yok, tı var zı yok, ayn var ğayn yok, fe var kaf yok ve nun var ye yoktur.
  • Kur'an'ın küçük bir nüshası olan Kevser suresinde tekrarlanan harfler surelerin başına, özellikle mukattaa harfleriyle başlayanlara bakar. Kevser suresinin 1. ayeti olan اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ doğrudan Peygamberimize hitap edip Kevser'i ihsan ettiğine delâlet etttiği gibi اَعْطَيْنَاكَ kelimesindeki ى،ط harfleri Peygamberimizin meşhur iki ismi olan طٰهٰ ve يٰسٓ'e ve iki surenin başlarına ve isimlerine işaret ediyor.
  • Kevser suresinde elif 12 defa geçer. "Allah" lafzının aslı "El-ilah" olduğundan elif sayısı 13 olur. Kur'an Fatiha'da, Fatiha Sure-i Kevser'de münderic olduğundan Kevser Suresi 13 elifi ile Fatiha'nın 13 ال ı gibi 13 parmakla 13 meşhur surelerin (7 elif-lam-mim ve 6 elif-lam-ra) başlarına parmağını basar.
  • Kevser suresinde 28 elifba harflerinden 17'si mevcuttur. Yine bu surenin 1. ayeti 17 harf olup Kudüs'ün fetih senesine bakar. Kevser suresinde geçen ve 857 ederek İstanbul'un fethine bakan "Kelkevser" ifadesinde 8 harf vardır. Kevser suresinde tekrarlanmayan harf sayısı, tekrarlananların tekrar sayısı, elifin tekrarlanma sayısı ve nun'un tekrarlanma sayısı yine 8 ederek Mekke'nin 8 senesindeki fethine bakar.
  • Haşri ispat eden ve ehl-i ilhadın haşr-i cismanîyi resmen inkâr etmek istedikleri hengâmda yazılan 10. Söz risalesindeki pek çok tevafuk Kevser suresine bakar.
  • Bediüzzaman İşaratü'l-İ'caz risalesindeki tevafukat-ı harfiyenin maksud-u bizzat olmayıp, belki Kevser suresinin sırrına bir basamak olduğunu söyler.

İnna A'tayna'nın Sırrı adlı risaledeki dersler:

  • Bediüzzaman'ın Kevser suresinden cifr ilmiyle istihraç ettiği İnna A'tayna'nın Sırrı adından mahrem bir risale vardır.
  • Bediüzzaman mahrem tuttuğu "İnna A'tayna'nın Sırrı" adlı risalede Kevser suresinde devrinin münafıklarına yani zındık komitesinin üç reîslerine işaret olduğunu ve hatta cinayetlerinin derecesine göre baktığını izah eder.
  • 2. ayette geçen "fesalli lirabbike" ibaresinin ebced makamı 484 edip hilafet merkezi olan İstanbul'da 484 sene namaz kılınmasına işaret eder.
  • Bu keyfi askeri istibdadın ne kadar süreceği sorusuna karşı Kevser suresine başvuran Bediüzzaman bunların ömrünün ve zulmünün 12, 13, 14 veya 16 sene olacağını beyan eder.
  • "İnne şanieke hüvel ebter" ayetinin ebced makamı 1118 eder. Başındaki "İnne" bundan 100 sene sonra gelecek Deccal komitesine işaret eder.

Bilgiler[değiştir]

İsminin Anlamı ve Kaynağı: Adını ilk âyette geçen kevser kelimesinden almıştır.

Diğer İsimleri: İkinci âyette kurban kesmeden söz edildiği için bazan Nahr sûresi adıyla da anılmıştır.

Kur'ân'daki Sırası: 108

Kur'ân'daki Yeri: 30. cüz, 602. sayfa

Mekkî/Medenî: Mekkî[1]

Nuzül (İnme) Sırası: 15

Kendisinden Önce Nazil Olan Sure: Adiyat Suresi

Kendisinden Sonra Nazil Olan Sure: Tekasür Suresi

Nuzülü (İnme) Hakkındaki Bilgiler: Tefsirlerde kaydedildiğine göre sûre, Âs b. Vâil’in Mekkeli müşriklere Hz. Peygamber’den “nesli kesik” (ebter) diye bahsetmesi yahut Kureyş müşriklerinin Kâ‘b b. Eşref’e kendilerinin daha üstün olduğunu söyleyerek Resûl-i Ekrem’i yine aynı olumsuz sıfatla nitelemeleri veya Hz. Peygamber’in erkek çocuğunun vefatı üzerine düşmanlarının onun soyunun devam etmeyeceğini belirtmeleri üzerine nâzil olmuştur. Kevser sûresinin ilk âyeti Hz. Peygamber’e kevser verildiğini ifade etmektedir. Kevser kelimesi sözlükte sıfat olarak “çok, pek çok”, isim olarak da “iyilik ve hayır” anlamına gelir. Peygamber’e bahşedildiği belirtilen kevserin ne olduğu konusunda geniş açıklamalar vardır. Hadislerde kevser Allah’ın Resûl-i Ekrem’e vermeyi vaad ettiği cennette bir ırmak olarak anılmış ve onun özellikleri hakkında geniş tasvirlere yer verilmiştir. Yine hadis kaynaklarında tasvir edilen cennetteki havzın da kevserin bir uzantısı olup kevser adıyla anıldığı ifade edilmiştir.[1]

Uzunluğu: 0,1 sayfa

Ayet Sayısı: 3

Satır Sayısı: 2

Kelime Sayısı: 10 (Rumuzat-ı Semaniye)[2], 10[3]

Harf Sayısı: 45 (Rumuzat-ı Semaniye)[4], 42[3]

Fasıla Harfleri: Ra

Bölüm (Ayn Durakları) Sayısı: 1

Secde Ayeti: -

Allah lafzı sayısı (Besmele hariç): 0

Rahman ismi sayısı (Besmele dahil): 1

Rahim ismi sayısı (Besmele dahil): 1

Rab ismi sayısı: 1

İçinde Kur'an kelimesi geçen ayetler: -

Hizb-ül Kur'an'da Geçen Ayetler Listesi: Kevser Suresindeki Hizb-ül Kur'an Ayetleri (3 ayet) (surenin tamamı alınmıştır)

Bu ayetleri okumak için: Hizb-i Azam-ı Kur'an, Kevser Kısmı

Münâcât-ül Kur'an'da İktibas Edilen Ayetler: 1.-2. ayetler (2 ayet)

Risale-i Nur'da Geçen Ayet Sayısı: 3 (Bkz. Kevser Suresinin Risale-i Nur'da Geçen Ayetleri listesi)

Risale-i Nur'da Tamamı Geçen Ayetler: 1. ve 3. ayet (Toplam 2 ayet)

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Kevser ve İhlas Surelerinin Kur'an Satırları İçin Ölçü Olarak Alınması[değiştir]

Hâşiye 3: Kur’an-ı Hakîm’in umum sahifeleri âhirinde âyet tamam oluyor. Güzel bir kafiye ile nihayeti hitam buluyor. Bunun sırrı şudur ki: En büyük âyet olan Müdâyene Âyeti sahifeler için Sure-i İhlas ve Kevser, satırlar için bir vâhid-i kıyasî ittihaz edildiğinden Kur’an-ı Hakîm’in bu güzel meziyeti ve i’caz alâmeti görülüyor.

(19.Mektup)


İkinci Nükte: Kur’an-ı Hakîm’in umum sahifeleri âhirinde âyetler tamam oluyor, güzel bir kafiye ile nihayetleri hitam bulması hem lafzullah yaprağın iki sahifesinde veya karşı karşıya iki sahifesinde veya yakın sahifelerde ekseriya ya muvafakat-ı adediye veya münasebet-i adediye bulunması, bir emare-i i’cazdır. Ve bunun sırrı şudur ki:

Âyâtın en büyüğü olan “Müdâyene” âyeti, sahifeleri için ve Sure-i İhlas ve Kevser satırları için bir vâhid-i kıyasî ittihaz edildiğinden Kur’an-ı Hakîm’in bu güzel meziyeti ve i’caz alâmeti görülmektedir. Demek bu hüner Kur’an’ındır. Yoksa Hâfız Osman gibi zatların değil. Çünkü bu vaziyet, âyetinden ve suresinden neş’et etmiştir.

(Barla L.)


Hutut-u Kur'aniyenin muhafazasına hizmettir. Çünkü gördüm ki Sözler'de tevafukatın zuhuruyla, fütura düşen müstensihlerin şevkini yeniledi, gayrete geldiler. Yeni bir heves uyandı, kendine yazan tekrar yazmaya başladı.

Hem yüzler adamlar Sözler'e ve dolayısıyla hakaik-i Kur'aniyeye karşı imanları kuvvetlendi. Hattâ bir kısım dinsizler dahi o tevafukatı görüp inkâr edemedikleri için ikrara mecbur oldular. Hattâ bunlardan birisi demiş: "Bunları ikrar etmem fakat inkâr da edemem. Çünkü gözümle görüyorum." demiş.

Madem Kur'an'ın âyineleri olan Sözler'de bu hal iki mühim faydayı veriyor. O iki faydayı vermesiyle emniyetimiz geldi ki bir inayet-i İlahiyedir ve içinde bir işaret var. O âyinelerdeki cilveler, Kur'an'ın malı olduğu gibi ve Kur'an'dan geldiğini ve Kur'an'ın hesabına geçtiğini ve hakaikinin güzelliği namına bulunduğunu göstermek için, o tevafukatın menba-ı nuranisinin bir kısmını göstermek suretinde mevcud ve matbu Hâfız Osman hattıylaki Kur'an'ın sahife ve satırlarını muhafaza etmek şartıyla yeni bir Kur'an'ı yazdırmayı niyet ettik.

Evet, Hâfız Osman hattıylaki matbu Kur'an'da, ne gibi mezaya görünse kâtiplerin, müstensihlerin hüneri olamaz, doğrudan doğruya Kur'an'ın mezayasıdır.

Çünkü en büyük âyet olan Âyet-i Müdâyene o Mushaf'ın sahifelerinde vâhid-i kıyasî ittihaz edilip ona göre sahifeler taayyün etmiş ve onlarda çok mezaya tezahür etmiş. Ezcümle: Bütün sahaifin âhirinde güzel ve muvafık hâtimelerle âyet tamam oluyor.

Hem o Mushaf'ın satırları için vâhid-i kıyasî, en kısa sure olan Sure-i Kevser ile Sure-i İhlas esas tutulmuş.

Madem hat, Kur'an'ın âyet ve suresinin mikyasıyla olmuştur, o hat'ta ne kadar mezaya olsa, doğrudan doğruya Kur'an'a aittir.

(Rumuzat-ı Semaniye)


Madem ümmetin elinde en ziyade münteşir âyet-i berkenar denilen mushaf-ı şerifin satırların mikyası, en kısa sure olan Sure-i Kevser ve Sure-i İhlas olduğu gibi; sahifelerin mikyası dahi en uzun âyet olan Âyet-i Müdâyene olduğundan, şimdi sahaif-i Kur'aniyede tezahür eden lemaat-ı i'caziye ve esrar-ı tevafukiye doğrudan doğruya Kur'an'a aittir. Beşere ait olamaz.

(Rumuzat-ı Semaniye)


Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın iki yüz aksam-ı i’caziyesinden nakşî bir kısmını gösterecek bir tarzda, Kur’an-ı Azîmüşşan’ı, Hâfız Osman hattıyla taayyün eden ve Âyet-i Müdâyene mikyas tutulan sahifeleri ve Sure-i İhlas vâhid-i kıyasî tutulan satırları muhafaza etmekle beraber, o nakş-ı i’cazı göstermek tarzında bir Kur’an yazmaya dair mühim bir niyetimi; hizmet-i Kur’an’daki kardeşlerimin nazarlarına arz edip meşveret etmek ve onların fikirlerini istimzaç etmek ve beni ikaz etmek için şu kısmı yazdım, onlara müracaat ediyorum. Şu üçüncü kısım dokuz meseledir.

(29. Mektup)

İnna A'tayna'nın Sırrı[değiştir]

Ana Madde: Bediüzzaman'ın Kevser suresinden cifr ilmiyle istihraç ettiği Sırr-ı İnna A'tayna adından mahrem bir risale vardır

Kenzü’l-Arş duasının feyzinden gelen bir nükte-i Kur’aniyede, yanlışlığın tarafımızdan nasıl karşılandığını sual eden ve hatasının esbabını bize izah eden sevimli mektubunuzu aldım. Bu kısmı, Sure-i Kevser’in latîf ve yüksek tevafukatını gösteren Altıncı Remiz’le ve bir de büyük bir fatihten daha büyük olan tarîkata ait kısımla beraber okudum.

Bu hafta sevincim ve şevkim pek ziyade idi. Bir taraftan, senelerden beri tabedilmesi ve âlem-i İslâm’a neşredilmesi için istinsah edilen o kıymettar mahzen-i hakaik, emin vâdilere gönderiliyordu. Diğer taraftan, şu baharın cazibedar güzelliğinden pek çok yüksek bir nuraniyetle karşımıza çıkan Yirmi Dokuzuncu Mektup’un her bir kısmının verdiği zevk-i manevî içerisinde yaşıyorduk.

Kenzü’l-Arş duasının feyzinden gelen ikinci bir nükte-i Kur’aniyeyi, mektubunuz gelmeden evvel arkadaşlarla birlikte tekrar okuduk. Tetkik gayesi hiçbirimizde olmadığı için on dakika içerisinde, yazılan bu kısmın nurani şuleleri arasında kaldık. Okurken, ağzımızdan arada sırada çıkan sadâ-yı hayret ve taaccübden başka bir şey işitilmiyor ve yüzümüzden akan beşaşet, duyduğumuz manevî zevki tarife kâfi geliyordu.

Sevgili Üstadım! Her bir risale aramızda pek büyük bir sevinçle karşılandığı ve hayretle okunduğu ve lâyık olduğu şekilde hürmet gördüğü için her nasılsa vaki olan hatam hakkındaki mektubunuzu aldığım vakit, kıymettar Üstadım bu hali bize ihtar etmeseydiniz, biz hiçbir vakit böyle şeyle meşgul olmayacaktık ve “Yanlış var.” diyenlere karşı da hak dava edeceğimizde hiç tereddüt etmeyecektik. Sure-i Kevser’in ve Sekizinci Remzin tevafukat-ı hurufiyeleri üzerinde birer birer tetkikatta bulunmuş ve hiçbirinde noksan bulamamıştık. Esasen bu tetkikatımız, noksan aramak gayesiyle değil belki tevsi-i malûmat ve bir de manevî gıdamızı almak için vuku buluyordu. Bu akşam fakirhanede Re’fet, Lütfü, Rüşdü Efendi kardeşlerimle oturmuş bu hususta tekrar konuşmuştuk. Hepimiz diyorduk: Üstadımız bize söylemekte, hiçbir şeyden çekinmediğini biliyoruz. İşte bu hal bize kâfidir. Şimdiye kadar da böyle bir şey vuku bulmuş değildir. Bu hususta en büyük şahit; bu risaleler, ilmi kendilerine isnad eden zatların ellerinde gezdiği halde, onları da tasdike mecbur etmiştir.

...

Hüsrev

(Barla L.)


Bu defa, Kenzü’l-Arş duasının feyzinden gelen İkinci ve Üçüncü Nüktelerle, Zeylini hâvi mübarek mektubunuzu almakla cidden bahtiyarım. Bu âciz kardeşiniz, gelen mektubunuzun, gerek muhterem Üstadıma ve gerekse o havalideki kıymetli arkadaşlarıma olan tesiri bana ait olmadığına ve belki benim bir vasıta olduğuma delildir. Çok tecrübe ettim, zat-ı fâzılanelerine mektup yazmak için bazen üç kelimeyi bir araya getiremiyorum. Ekseriyetle gaybî bir zatın ifadatını zaptına kādir olduğum kadar yazdığımı hissediyorum, demek yazdırılıyor.

Maamafih vaki takdirleri, bir dua olarak telakki ile teşekkür etmekteyim. Kur’an hizmetini dünyevî ve maddî menfaate sarahaten tercih eden, Hüsrev namındaki kardeşimi tebrik ederim. Cenab-ı Hak, böyle Hüsrevlerin adedini çoğaltsın ve daim artırsın, âmin! Bu kudsî hizmete candan iştirak eden zevatı bilmek, bana en büyük müjde oluyor.

Müftü Kemal Efendi, evvelki mektubu mütalaa etmişti. İki gün evvel ziyaretine gittim. “Hiç kimsenin bugüne kadar muktedir olmadığı dekaik ve hakaiki, Kur’an’dan bulup çıkarmışlar.” diyerek takdirlerini beyan, selâm ve dualarını tebliğ etmekliğimi söylediler. Bu dakikaya kadar mübarek mektubu Fethi Bey, Hacı Baha Efendi, pederim ve eniştesi ve Hacı Abdurrahman Efendi dinlemeye muvaffak oldular. Hâfız Ömer Efendi’ye de inşâallah ilk fırsatta okumaya çalışacağım.

Her mektubunuz, bana yeniden hayat verecek kadar müessir oluyor. Bu mübarek mektup, Dördüncü Remzin yazılışını ve bu fakire de ihsan edileceğini mübeşşir oluşu itibarıyla, bilhassa memnuniyet ve sürurumu mûcib olmuştur.

Hayli zaman evvel Kur’an’daki tevafuk sırrını açmaya başlamıştınız. Bugüne kadar lihikmetin mahfî kalmış olan i’caz-ı Kur’an’dan, böyle çok mühim bir faslının keşfine ve neşrine muvaffak oluşunuza, ne kadar hamd ve şükür edilse yeridir. İzn-i Bâri ile açtığınız bu yolda ilerledikçe, daha ne kadar hârikalar meşhudunuz olacak ve bunlardan muhtaç kardeşlerinize ne âlî müjdeler vereceğiniz; geceden sonra gündüz, kıştan sonra bahar, dünyadan sonra âhiretin vücudları gibi kat’î hissedilmektedir.

Ne büyük bahtiyarlıktır ki bu saadetlere mazharız. Ne kadar bedbahtlıktır ki bu nurlara göz yumarlar. Ne derece hatadır ki bu hakaike lâyıkı vechile alâkadar olunmaz. Ne caniyane ve ahmakane bir ruhtur ki üflemekle bu güneşi söndürmek düşünürler.

İşte bu ışıklı yolunuzda, Sahib-i Kevser’in delâletiyle Kevser’i buldunuz. Şefîu’l-mahşer’in izniyle Kevser ırmağının menbaında durarak وَ سَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا âyet-i celilesini okuyor ve “Ey nâs! Kim ki ebedî hayat ister, işte âb-ı hayat; kim ki yolunu şaşırmış, işte vesile-i necat; kim ki küfür ve inadından dönmez, onu bekliyor şedit azap ve ikab.” ilh. gibi nurlu beyanatınızla her taifeyi ihya, ikaz ediyorsunuz.

Sizi kudsî hizmetinizde, alâ kadri’t-tâka takibe çalışan dost, kardeş ve talebelerinize birer maşrapa vererek muhtaçlara gıda, zayıf ve marîzlere ilaç, zalim ve kâfirlere semm-i kātil olan mâ-i kevserden ulaştırmayı emrediyorsunuz. Sizin kudsî hizmetinizle, irşadınızla açılan hakikat ufkuna bakınca, Kur’an’ın hudutları tayin ve tahdid edilmeyecek kadar vâsi bir havz-ı ekber olduğunu; Fatiha Besmele’sinin ب menbaından gelen, her birisi ayrı lezzette, ayrı şiddette, ayrı kuvvette, sureler namında yüz on dört âb-ı hayat şubelerinin kevser musluğundan bu havuza akmakta olduğunu görür gibi oluyoruz.

“İdrak-i maâlî bu küçük akla gerekmez

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.”

El ele, omuz omuza vererek himmet ve gayret-i Hudâ-pesendaneleriyle mazhar-ı takdir olan uhrevî kardeşlerime selâm ve dualar eder ve muvaffakıyetler temenni ile dualarını istirham eylerim.

Hulusi

(Barla L.)


Evet, altı yedi seneden beri hoş ve şirin bu manzarayı gören latîf ve nazirsiz bir gül-ü Muhammedî’yi (asm) koklayan ümmet-i Muhammed (asm) Sure-i Kevser’den “bihamdihî ve’l-minne” mükâfat-ı ruhiyesini ve dimağiyesini aldı. Ve bu noktaya ruhum emin idi ki çoktan beri ehl-i iman ve tevhid, İslâmiyet gibi bâki ve sermedî güneşin küsuf ve ufûlüne canavarcasına çalışmayı kendine vazife addeden ehl-i dalaletin pis programlarını görüp nevm-i gafletten uyanarak, Sure-i Kevser’i takip eden iki sureyi lisan-ı hal ve kāl ile okuyarak zındıklara hitaben “Bizler sizin nifak denizinde serseriyane ve zulümkârane gezen dalalet ve sefahet gemilerinize binemeyiz ancak Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın nurani ve tevhid sikkeli iman ve İslâm zırhlılarına bineriz. Menzillerimize vardığımızda muvaffakıyet ve semere-i sa’yimiz tezahür ve tahakkuk eder.” diye bağırarak ve اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ … الخ ferman-ı mübinini tilavetle, Sure-i Kevser’in müjde ve beşareti bizleri kuvvet ve metanete sevk hem behçet ve meserrete yetiştirdi. Maruzatıyla nusret ve fütuhatın gelmesi kokusunu alarak, fevc fevc daire-i Kur’aniyeye arz-ı dehalet ettiler. Bu hususta tesbih ve tahmidin ehemm vazifeleri olduğunu anlayarak tövbelerini reddetmeyen Cenab-ı Rabbü’l-İzzet Hazretlerine istiğfara şitab edip salah ve felâh ve fevz-ü necat yollarını tuttular.

...

Muhammed Sabri

(Barla L.)


Sure-i El-Kevser'in mühim ve mahrem bir sırrına dairdir. Ehass-ı havastan başka kendini kimseye gösteremiyor. Onun için onun mebahisinden numunelerini yazmaya lüzum yoktur. Yalnız bu kadar var ki; Sure-i

اِنَّٓا اَعْطَيْنَا

maani-i meşhuresinden başka, yalnız hurufatıyla gösterdiği nükteler ve verdiği haberler 20 sahife kadardır. Tek başıyla kat'î ve parlak bir mu'cize-i Ahmediye olduğunu gösteriyor. O sırr-ı mahremin âhirinde bir vakit ehl-i ilhadı hiddetle düşündüğüm bir sırada kendi kendine gelen Arabî ve şiire benzer bazı merak-âver fıkralar var. En nihayetinde istikbale ait ihbarat-ı gaybiyeye dair bir mesele-i ilmiye ve itikadiye beyan edilir. İcmalen hülâsası şudur ki:

Hâdisat-ı maziyeye işaret eden ihbarat-ı gaybiye-i Kur'aniye, sarahat gibi kat'îdir. Kabil-i tebdil ve tağyir olamaz. Fakat bize nisbeten istikbal-i dünyeviyede gelecek hâdisata dair sarahat değil belki yalnız hafî işarat-ı gaybiye-i Furkaniye meşiet-i İlahiye ile ta'dil ve nim-tebeddül eder. Çünkü meşiet-i İlahiye hâkim-i mutlaktır, mahkûm olamaz. Her hâdisenin gizli bazı şeraiti bulunabilir ki, sarahatsiz olan işarat-ı Kur'aniye o şeraite göre remzen ihbar eder. Şerait bulunmazsa tebeddülü, o işarî ve ihtimalli olan ihbarat-ı Kur'aniyeyi cerh etmez. Hem Levhü'l-Mahfuz'un hâdisat-ı zamaniye dairesinde bir nüshası olan ve Levh-i Mahv-İspat tabir edilen kabil-i tebdil bir sahife-i kaderiye vardır ki, bazı esbabla değiştirilebilir. Nasıl ki hadîs-i sahihte vârid olmuş ki: Bazen bela nâzil olur, karşısına sadaka gibi bir hasene-i mühimme çıkar mukabele eder. Bela ref' olur. O kader dahi tahavvül eder. Hattâ ecel-i mübremden ayrı olan ecel-i muallak geldiği halde, bir vesile ile teehhür ettiğini bir kısım ehl-i tahkik hükmetmişler. Hattâ Gavs-ı Geylanî birisinin ecel-i mübremi hususunda dahi meşiet-i İlahiyeden istimdad ve niyaz ile tehirine vesile olduğunu, ehl-i keşf haber vermişler.

İşte bu sırrın bir sırrı ve gaybın sırrı resullerden başkasına açılmadığının bir hikmeti şudur ki:

Tâ herkes, her vakit, her şey için Cenab-ı Hakk'a müracaatında mecburiyetini hissedip iltica etsin. İstesin, yalvarsın. Eğer kat'iyetle kendine veya başkasının başına geleni bilse, ne yalvarır, ne rica eder, ne de iltica eder. Herkesin muhtaç olduğu güneşin çıkması gibi âdi görür, Allah'ı unutur.

İşte bu ince sır ve hikmet içindir ki,

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

düsturuyla gayb kapısı yakîniyet ve kat'iyet suretinde resullerden başkasına açılmaz. Açılsa da sâbıkan beyan ettiğimiz gibi, bir ihtimal-i tebdil var.

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

düsturu daimî ve küllîdir. Evet gaybı o bilir, o bildirir. Hem o yasağa karşı edeple itaat etmek içindir ki, resullerin ittibaı ile gayba muttali olan ehl-i keşf tasrih etmeyip işaret ve remiz ile haber veriyorlar.

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهٖ *وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ *لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

(Rumuzat-ı Semaniye)


Mahrem olan sırr-ı اِنَّٓا اَعْطَيْنَا'ya dairdir.

Şimdilik buraya dercedilmedi.

(Rumuzat-ı Semaniye)

Kevser Suresindeki Tevafuklar[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

[On dakika zarfında hasıl olan bir nükte]

Kenzü'l-Arş Duası'nın Feyzinden Gelen İkinci ve Yeni ve Ayrı Bir Nükte-i Tevafukiyedir.

Nasıl ki Sure-i Kevser'in hurufatı, ebcedî makamı üç bin adet olmakla:

  • hem Sure-i İbrahim'in üç bin adet hurufuna tevafuku ve o on bir surenin birbiriyle muvafakatı ve mutabakatı bilbedahe tesadüf işi olamaz.

Aynen öyle de Sure-i Kevser'in en kısa sure olmakla beraber hurufunun makam-ı ebcedîsi olan üç bin adet ile;

  • En uzun sure olan El-Bakara örfî kelimatının üç bin adedine...
  • Hem Sure-i Nisa kelimatının üç bin adedine muvafakatı...

Elbette kör tesadüfün işi değil ve rastgele şuursuz ittifakî bir vaziyet olamaz.

Bu tevafukatta küçük küsurat, münasebat-ı tevafukiyeyi bozmadığından nazara almadık.

Hem en kısa sure olan Sure-i Kevser'den bahsettiğimiz münasebetiyle Sure-i اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ فٖى لَيْلَةِ الْقَدْرِ 'in bir tek tevafukundan bahsedeceğiz. Şöyle ki:

...

Sure-i Kevser ve Kadr ve Alak bahsi münasebetiyle Sure-i İhlas'ın bu nevi tevafukatta bir küçük nüktesini beyan etmek münasiptir. Şöyle ki:

(Rumuzat-ı Semaniye)


Hem en kısa sure olan Sure-i Kevser'den bahsettiğimiz münasebetiyle Sure-i اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ فٖى لَيْلَةِ الْقَدْرِ 'in bir tek tevafukundan bahsedeceğiz. Şöyle ki:

...

Sure-i Kevser ve Kadr ve Alak bahsi münasebetiyle Sure-i İhlas'ın bu nevi tevafukatta bir küçük nüktesini beyan etmek münasiptir.

(Rumuzat-ı Semaniye)


İşte sair remizlerde beyan edilen sair surelerin tevafukatı gibi şu Sure-i Nasr'ın bir hâdiseye dair tevafukat-ı harfiyesi dahi hem müteaddiddir, hem surenin manasına müeyyiddir, hem makama mutabıktır, hem işaret ettiği aynı hâdiseye Sure-i Kevser ve Fatiha ve Alak gibi sureler ve âyet-i اِنَّٓا فَتَحْنَالَكَ gibi âyetler aynı hâdiseye tevafukla işaret ediyorlar. Ve böyle bir işaret ise delâlet derecesinde kuvvetlidir denilebilir.

(Rumuzat-ı Semaniye)


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

Sure-i

اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ

esrarından iki üç sırrı tevafuk anahtarıyla açılmaya dairdir. Burada numune için birkaç nükte yazılacak.

Birincisi: Tevafukun 10 adetten ziyade çeşit çeşit envaı var. Eğer tevafuk ayrı ayrı cihetten bir hâdiseye baksa ve tevafuk etse ve makama mutabık ve münasip ve kelâmın manasına muvafık ve müeyyid olsa o tevafuk o vakit işaret derecesine çıkar. O tevafukla şu âyet şu hâdiseye işaret eder denilebilir.

İşte bu kaideye binaen Sure-i Nasr'ın sırr-ı tevafukla işareten haber verdiği hâdiselere aynen Sure-i Kevser dahi o hâdiseye tevafukla parmağını uzatmış gösteriyor ve Fatiha Suresi kezalik o iki surenin gösterdiği hâdiseye bakıyor, gösteriyor. Ve Sure-i Alak yine o hâdiseye işaret eylediği ve

اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ

gibi âyetler aynı hâdiseye tetabukla işaret ediyor. Elbette böyle bir işaret sarih bir delalet hükmündedir.

...

Hem ezcümle şu surede hurufatın tekraratının adetleri manidardır. Şu Sure-i Nasr'ın mevzuu olan fetih ve nusretin cüz'iyatına işaretleri vardır.

Mesela: İki kardeş olan ل،ر 8'er tekerrürüyle feth-i Mekke'ye parmak basıyor. و،ب yedişer tekerrürüyle yedinci senesindeki Sulh-u Hudeybiye'nin neticesinde feth-i Mekke mukaddimesi olan galibane hacc-ı Peygamberîye işaret ettikleri gibi, sair hurufatıyla meşhur fütuhat-ı Ahmediyeye (asm) Sure-i Kevser ve El-Alak'a muvafık olarak işaretleri var.

(Rumuzat-ı Semaniye)


Yine Kenzü'l-Arş Duası'nın feyzinden gelen ikinci nükte-i tevafukiyedir. Bu nükteden numune için üç misal:

Birincisi: Suver-i Kur'aniyenin aded-i hurufatı 3000'de tevafukatı pek hârika ve mu'cizanedir.

Mesela: En kısa sure olan Sure-i Kevser'in hurufatı ebcedî makamı 3000 olmakla; hem Sure-i Yâsin'in 3000 aded-i hurufuna, hem Sure-i Furkan'ın 3000, hem Sure-i Fâtır'ın 3000, hem Sure-i Ve's-sâffât'ın 3000, hem Sure-i Sad'ın 3000, hem Ra'd'ın 3000, hem Er-Rum'un 3000, hem Ez-Zuhruf'un 3000, hem Sure-i Şûra'nın 3000, hem İbrahim'in 3000, bu surelerin 3000 hurufatına tevafuku ve 11 surenin bu 3000'de birbiriyle muvafakatı ve mutabakatı bilbedahe tesadüf işi olamaz. Belki i'caz-ı Kur'an'ın bir şu'lesidir ki, hurufata serpilmesidir ve yaldızlamasıdır.

Hem en kısa sure olan Sure-i Kevser hurufunun makam-ı ebcedîsi olan 3000 adediyle, en uzun sure olan El-Bakara'nın örfî yani kelâm hükmündeki kelimatının 3000 adedine ve Âl-i İmran'ın hakiki kelimatının 3000 adedine ve Sure-i Nisa kelimatının 3000 adedine tevafuku elbette kör tesadüfün işi değil ve rastgele ve şuursuz ve ittifakî bir vaziyet olamaz. Belki sırr-ı i'cazın bir cilvesinin şuaı ile bir intizamdır. Böyle büyük tevafukatta küçük küsurat münasebat-ı tevafukiyeyi bozmadığından nazara alınmadı.

(Rumuzat-ı Semaniye)


Fütuhat-ı Muhammediye ve nusret-i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâma) işaret eden اِذَا جَٓاءَ Suresi elbette fütuhat içinde mühimlerinden olan feth-i Şam ve feth-i Beytü'l-Makdis ve feth-i Irak ve feth-i İstanbul gibi hâdisat-ı azîme-i İslâmiyeye işaret eder.

Evet اِذَا جَٓاءَ cümlesi نَصْرُ 'deki ن nusrete beşaret için dâhil olarak 757'deki feth-i İstanbul'un mukaddimesi olan Süleyman Paşa'nın muhasara-i meşhuresine Sure-i Kevser'in اَلْكَوْثَرَ kelimesiyle işaret ettiği gibi, tevafukla işaret eder. Ve اِذَا جَٓاءَ 'den sonra melfuz hurufun vav-ı وَرَاَيْتَ 'ye kadar netice-i fethe işaret olarak vav-ı وَرَاَيْتَ dâhil olmakla beraber 857'deki İstanbul'un fethine Sure-i Kevser gibi كَ الْكَوْثَرَ ف ile tevafukla işaret ettiği gibi, onu tasdikan ve teyiden birbirine şahit olarak müttefikan gösteriyorlar.

Hem

اَلنَّاسَ يَدْخُلُونَ فٖى دٖينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًا

bin iki yüz yirmi iki (1222) makam-ı ebcedî adediyle Sure-i Kevser ve Sure-i Fatiha ve âyet-i

اِنَّا فَتَحْنَالَكَ فَتْحًا مُبِينًا

gibi müteaddid sadık şahitlerin şehadetlerine istinaden ve işaretlerine binaen bu sure o adet ile fütuhat-ı Kur'aniyenin devamı ve insanların fevc fevc İslâmiyet'e dâhil olmaları tâ 1222'ye kadar istimrarına ve ondan sonra tevakkufuna işaret ediyor.

Şöyle her tarafta teeyyüd eden bir işaret, elbette delâlet belki sarahat derecesine çıkıyor.

Şu sure nasıl ki Besmele ile اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ sekiz kelimatıyla ve نَصْرُ اللّٰهِ kelimesinin sekiz hurufuyla ve نَصْرُ اللّٰهِ 'deki ر nın sekiz tekerrürüyle ve نَصْرُ اللّٰهِ 'deki ل ın yine sekiz tekerrürüyle şu surenin sarahatiyle beşaret verdiği feth-i Mekke'deki nusret-i İlahiyenin tarihi olan sekizinci sene-i hicriyesine tevafuk sırrıyla beşaretvari işaret ediyor.

Öyle de اِذَا 'dan وَاسْتَغْفِرْهُ 'ye kadar on dört kelimatıyla وَالْفَتْحُ 'deki ف nin beş, ح nın beş ve ت nin dört tekerrürleriyle hasıl olan on dört adediyle, hem

اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ

cümlesinin on dört hurufuyla, hem

نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ

fıkrasının on dört harfiyle on dördüncü sene-i hicriyesindeki feth-i Şam'da ihsan edilen nusret-i hârika tarihine tevafuk sırrıyla işarî beşaret veriyor.

(Rumuzat-ı Semaniye)


Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmı'nın Altıncı Remzi[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

Sure-i Kevser'in hurufu, kırk altı, Besmele ile altmış beş, huruf-u hecaiyeden mevcudu on yedidir. Nüzul-ü vahyin havz-ı ekberi ve ekser enbiyanın meşhur kevseri olan Kudüs-ü Şerif'in fetih tarihi olan on yedi adediyle tevafuk etmek sırrıyla işaret eder. Besmele ile on dokuz.

Mevcudu olmayan on ikidir. Besmele ile dokuz.

Tekerrürsüz olan harfleri on, tekerrür eden sekizdir.

Besmele ile Kevser'in kelimatı on dörttür. Bir cennet-i dünyeviye ve bir kevser-i İslâmiyet olan Şam'ın fethine tevafuk sırrıyla işaret eder.

Nahvî kelimatı yirmi yedi, (hemze elif) tekerrürü sekiz, Besmele ile on iki, ن tekerrürü yedi, Besmele ile sekizdir. Çok meşhur sekizler ile beraber havz-ı kevser-i Kur'anî olan Mekke-i Mükerreme'nin fethine tevafuk sırrıyla îma edip (elif) ve ن , اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ 'den اِنَّا فَتَحْنَالَكَ 'nin başına baktırıyor.

(Sakin elif) üç, Besmele ile beş; ى bir, Besmele ile iki; ك dört; ل beş, Besmele ile dokuz; و üç; ر dört, Besmele ile altı; ب üç, Besmele ile dört. ح bir, ه bir, Besmele ile ikişer.

İşte şu Sure-i Kevser'in vaziyet-i hurufatında çok esrar ve işarat ve letaif var. Yalnız burada tevafuka münasebettar üç letaifine işaret edeceğiz.

Birinci Letafet[değiştir]

ع،ش،س،ث،ف،ط،ص birer; م،ح،ه،ى ikişer; (sakin elif), و،ب üçer. Bu üç üçler surenin üç âyetlerinin adedine tevafukla beraber kendi ebcedî adetlerinin mecmuu olan dokuzda tevafuk ediyor.

Besmele ile ب،ر،ك dörder. Besmele ile dört adet âyetlere tevafuk cihetiyle işareti var. ل ve Besmele ile (sakin elif) beş, Besmele ile ر altı, ن yedi, (hemze) sekiz, Besmele ile ل dokuz.

İşte bir'den dokuza kadar tekerrürde terakki, o kudsî hurufatın intizamına bir intizam daha katar.

İkinci Letafet[değiştir]

Besmele ile aded-i huruf altmış beştir. Bu iki rakam, hurufa inkılab etse هُوَ olur. İhlas'ın başındaki هُوَ اللّٰهُ ile هُوَ الَّذٖى اَرْسَلَ رَسُولَهُ 'deki هُوَ 'ye manidar bakmakla beraber, altmış beş sene-i veladetle sene-i vefat dâhil olmak veya Arabî seneler itibarıyla Sahibü'l-havzı ve'l-Kevser olan Zat'ın ömrüne tevafuk etmekle beraber, Besmele'siz Sure-i Kevser'in aded-i hurufu Sure-i Kevser'in vakt-i nüzulüne tevafuk sırrıyla işaret eder.

Sure-i Kevser'de mevcud huruf-u hecaiye on dokuzdur. On dokuz adet ile Besmele'nin on dokuz hurufuna tevafuk sırrıyla, âlem-i esma dâhil olmak şartıyla on dokuz bin âlemin kudsî haritası olan Kur'an'ın havz-ı kevserinden on dokuz cetvel ile on dokuz bin âleme neşr-i âb-ı hayat ettiğine Sure-i Kevser on dokuz parmak ile şehadet edip işaret ediyor gibi bir tevafuk gösterir.

Tekerrürsüz harfleri ondur. On adet ile şu Sure-i Kevser kelimatının on adedine tevafuk etmekle beraber, o iki mütevafık, nahvî kelimatının yirmi adedine tevafuk sırrıyla yirmi sene bilâ-fâsıla nüzul-ü Kur'an zamanına telvihten hâlî değildir. Ve tekerrür eden harfleri sekizdir. Sekiz adediyle besmele ile tekerrürsüzlerin sekiz adedine tevafuk ile beraber, elif ve ن un dahi sekiz adetlerine tevafuk etmekle havz-ı Kevser'in sekiz dairelerinden sekiz cennete açılan sekiz kapısına tevafuk nevinden şimdi tutamadığım çok işaretler var.

Ve tekerrür eden harfler on ikidir. On iki adet ile Besmele ile elifin on iki adedine ve surede mevcud olmayan harflerin on iki adedine tevafuk münasebetiyle, meşhur ve Kur'an ile münasebettar çok on ikilere remzeder.

Üçüncü Letafet[değiştir]

Besmele'siz Sure-i Kevser'de hecai hurufat içinde ikişer kardeş sayılan harflerden her bir iki kardeşten en güzelini ve en manidarını almış, öteki kardeşini bırakmış.

Mesela, iki kardeş olan ز،ر den ر var, ز yok. ش،س 'dan ش var, س yok. ض،ص dan ص var, ض yok. ظ،ط dan ط var, ظ yok. غ،ع dan ع var, غ yok. ق،ف dan ف var, ق yok. ن،م dan ن var, م yok; gibi zarif ve muntazam ve manidar bir intihab var.

Hem Kur'an'ın bir misal-i musağğarı olan Kevser'de tekerrür eden hurufat, surelerin başlarına bâhusus mukattaat-ı hurufla başlayan surelerin başlarına, Fatiha misillü hafî işaretleri var. Fakat Fatiha-i Şerife'nin işâratı sarahate yakındır.

Mesela:

اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

âyeti doğrudan doğruya Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma hitap edip Kevser'i ihsan ettiğine delâlet etmekle, elbette o muhatabın medar-ı imtiyazı olan has isimlerine îmaen اَعْطَيْنَاكَ 'deki ى،ط; طٰهٰ ve يٰسٓ'e işaretle Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın meşhur iki ismini ve iki surenin başlarına ve isimlerine işaret ediyor.

Hem Kevser'de elif tekerrürü on ikidir. اَللّٰهْ lafzının aslı اَلْاِلٰهْ olmak cihetiyle elifin Kevser'de tekerrürü on üç olmakla; yedi الٓمٓ altı الٓرٰ 'nın mecmu-u adedi olan on üçe tevafukla o surelerin başlarının başlarına küçücük fihristecik nevinden işaretleri var deriz. Çünkü elifin ism-i sarîhi o surelerde zikretmesiyle ve Fatiha-i Şerife'de on üç yine on üç sureye sarahate yakın işaret etmekle Kur'an Fatiha'da, Fatiha Kevser'de dâhil olmak sırrıyla Kevser'in bir manası Kur'an olmak cihetiyle deriz ki:

Kevser'de elifin on üç defa tekerrürü, Fatiha'da on üç defa ال tekerrürü gibi nısf-ı Kur'anı teşkil eden o on üç surenin isimlerine işaret ederek başlarına parmak basıyor.

Bu münasebetle Fatiha'nın şu letafetini bir derece izah için deriz ki:

Madem Kur'an, Fatiha'da icmalen münderic olduğunu ehl-i tahkik zevk-i şuhudî ile hükmetmişler.

Ve madem Kur'an'da Fatiha'nın bir ismi "Seb'ul-mesanî ve'l-Kur'anu'l-azîm"dir.

Ve madem surelerin başında mukattaat-ı hurufla başlayan mühim sureler, الٓمٓ ler ve الٓرٰ lar ve حٰمٓ lerdir.

Ve madem Fatiha-i Şerife'de on üç ال lafzı tekerrür ediyor.[5] yani لام ،ألف zikredilmiş.

Ve madem o meşhur surelerin başında mukattaat-ı huruftan on üç defa لام،ألف ism-i hecaisiyle okunuyor ve ال suretiyle yazılıyor.

Ve madem Fatiha müteaddid vecihler ile o meşhur الٓمٓ ler ve الٓرٰ lar ve حٰمٓ lere bakıyor.

Ve madem o meşhur surelerde on beş defa م ism-i hecaisiyle zikredilmiş ve on üç defa ال ism-i hecaileri ile tekrar edilir. Ve Fatiha'da dahi on beş م tekerrür ediyor ve o surelerdeki on beş م e tevafuk ediyor. Ve Fatiha'da on üç defa ال tekerrür etmekle o surelerdeki on üç defa ال adetlerine tevafuk ediyor.

Elbette bütün bu tevafuk Fatiha'da o surelere karşı olan on üç ال den on üç işaret parmakları hükmünde olan on üç ال tekrar edilmiştir. Şimdi yine Kevser'e dönüyoruz.

Kevser kelimesi kudsî, câmi', küllî, nurani bir kelimedir. Bir mana-yı lügavîsi, hayr-ı kesîrdir. Ve o küllînin misalleri çoktur. Başta maddî ve uhrevî havz-ı Kevser'den ve manevî ve ehl-i dünyaya âb-ı hayat neşreden en mühim havz-ı Kevser olan Kur'an'dan tut tâ sahib-i havz-ı Kevser'e verilen hayr-ı kesîr ıtlakına mâsadak olan bütün hedâyâ-yı Rahmaniye ve fütuhat-ı Rabbaniyeden tâ feth-i Mekke ve feth-i Beytü'l-Makdis ve feth-i Şam, hattâ feth-i İstanbul'a kadar manaları var.

Evet madem sâbıkan geçtiği gibi Sure-i Kevser fütuhat-ı Muhammediyeyi (asm) ihtar eder ve kelimatıyla ve hurufatıyla feth-i Mekke ve feth-i Beytü'l-Makdis ve Şam fütuhatına işaret eder.

Elbette, altı yüz seneye karib mühim bir merkez-i hilafet-i İslâmiye ve menba-ı neşr-i ahkâm-ı Kur'aniye ve Kur'an-ı Hakîm'in muazzam ordusunun merkezi olarak Kur'an bayrağını dört yüz sene kadar kâinata karşı galibane tutan İstanbul'un tarih-i fethi, Kur'an'da بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ işaretiyle müjde verdiği gibi sekiz yüz elli yedi (857) teşkil eden

كَ الْكَوْثَرَ ف

ebcedî makamı sekiz yüz elli yedi (857) olarak aynen بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ gibi İstanbul'un İslâm eline geçmesi olan 857 tarihine tevafuk etmekle işaret ediyor.

Çünkü Kevser kime verilmiş ve ne için verilmiş sırrıyla Kevser'in evvelindeki اَعْطَيْنَاكَ kime verildiği için ondan ك i alır. Ne için verildiğine delâlet eden فَصَلِّ 'den neticeye işaret için ف yi alır. كَ الْكَوْثَرَ ف olur. Mecmuu sekiz yüz elli yedi (857) adediyle İstanbul'un fethine müjde veriyor ve fütuhat-ı Muhammediyeye (asm) dâhil olarak en muhteşem cevami-i İslâmiyeye merkez olup küre-i arzda kılınan salât-ı kübranın bir mescid-i ekberi olduğuna elbette îma eder.

Hem 757'de İstanbul İslâm'ın eline geçmesine namzet olarak yol açılmış, muhasara ile Fatiha'sı okunmuş.[6]

Demek اَلْكَوْثَرْ namzetliğini ve akd-i İslâmiyet'e girmesine 757'de اَلْكَوْثَرْ aded-i ebcedîsi îmaen ifade ediyor ve 857'de كَ الْكَوْثَرَ ف sarahate yakın bir surette delâlet ediyor. Evet madem Sure-i Kevser, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ihsan edilen fütuhat-ı azîmeye delâlet ediyor. Elbette اَلْكَوْثَرْ İstanbul'a dahi bakıyor.

Evet madem yirmi sekiz huruf-u hecaiyeden Kevser'de mevcud olan on yedi harfi dahi اَلْكَوْثَرْ 'in birinci âyeti olan

اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

aded-i hurufu olan on yedi adede tevafuk etmekle beraber, mecma-ı enbiya ve nüzul-ü vahyin havz-ı kevseri olan Beytü'l-Makdis'in fetih tarihinin on yedi adedine tevafuk ediyor.

Elbette fütuhat-ı Muhammediyeyi (asm) ihtar eden اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ 'de bu tevafuk rastgele değil, belki kudsî bir işaret için rast getirilmiştir.

Aynen şu birinci âyet, medde ve şeddeyi saymayan mezhebe göre aded-i hurufu on dört olarak Besmele ile Kevser kelimatının on dört adedine tevafuk etmekle beraber fütuhat-ı İslâmiyenin en mühimmi olan feth-i Şam tarihi olan 14 senesine tevafuk ediyor. Elbette bu tevafuk ittifakî değil, belki tevfik edilmiştir.

Madem كَ الْكَوْثَرَ ف sekiz yüz elli yedi (857) makam-ı ebcedî ile dünyevî bir kevser-i İslâmiye olan İstanbul'un fethine îma eder.

Elbette sekiz adet hurufatıyla zemzeme-i Kur'an'ın menbaı ve o havz-ı kevser-i İlahînin bir havzı ve en evvel âb-ı zemzeme-i Kur'an ondan nebean ettiği olan Mekke-i Mükerreme'nin sekizdeki fethine, tekerrürsüz harflerin sekiz adediyle ve mütekerrirlerin yine sekiz tekerrürüyle ve elifin sekiz tekerrürüyle ve ن un sekiz tekerrürüyle beraber kendi sekiz harfiyle tarih-i feth-i Mekke olan sekiz senesine bi'l-ittifak tevafukları, şu fütuhatçı surede ittifakî tesadüfî değildir, belki tevfik edilerek kudsî bir işaret için rast getirilmiştir.

يَا رَبِّ بِسِرِّ سُورَةِ الْكَوْثَرِ وَبِحُرْمَةِ صَاحِبِ الْكَوْثَرِ اَسْقِنَا وَ رُفَقَائَنَا مِنْ مَاءِ الْكَوْثَرِ فٖى يَوْمِ الْمَحْشَرِ اٰمٖينَ

İhtar ve İ'tizar[değiştir]

Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmı'nın Altıncı Remzi unutulduğundan, hem kısa surelerden bir nebze münasebat-ı tevafukiyeden bahsedildiğinden en kısa sure olan şu Sure-i Kevser'e işaret olmakla beraber bahis açılmamış olduğundan bilmecburiye cismen, kalben, fikren müşevveş, hastalıklı ve kısa bir zamanda acele ile bu remiz yazıldı.

Elbette tabirat ve tafsilat cihetinde benim kusurlarım çok vardır. Lüzumsuz tabirat içine girmiş. Fakat hatıra nasıl gelmiş öyle yazıldı. Tanzim ve tashihi lüzum varsa başkası yapsın.

(Rumuzat-ı Semaniye)


Matbu Onuncu Söz'ün latîf tevafukat-ı harfiyesindendir ki ekseriyet-i mutlaka ile ya üç elif ki Lafzullah olur. Veya beş altı ile tevafuk ediyor ki Lafz-ı هُوَ olur. Hem otuz beşinci sahifede beşinci hakikatte iki beş üç beşte tevafuk ediyor. Hem başta cilt olan iki sahife ile beraber altmış beş oluyor. Yine Lafz-ı هُوَ oluyor. Sure-i Kevser'in hurufatı gibi...

Hem Sure-i Kevser'in hurufatına tevafuk ediyor, hem en âhirdeki iki beyaz sahifeyi saymak cihetiyle altmış yedi olup baştaki âyetin melfuz altmış yedi hurufuna tevafuk ediyor.

Eğer âyette medde sayılmazsa beyaz sahifeye lüzum olmadığı gibi beyaz satırlara da lüzum kalmaz. Tam tamına sahife yirmi iki satır yazılı olmak üzere, âyetin hurufat-ı melfuzasına tevafuk eder. Yalnız on üç satır beyaz dâhil olacak. On üç adet tekrar kendi sırrını gösterdi.

Eğer medde Lafzullah'ın meddesinden başka sayılmazsa ve şedde sayılsa tam tamına kitabın âhirdeki altmış üç sahifesine tevafuk ediyor. Eğer şedde ve yedi medde sayılmazsa hemze-i vasl sayılsa, tam tamına altmış üç sahifesine tevafuk ediyor.

Hem sahifenin satırları yirmi iki olmak itibarıyla yarısından ziyade yazılı bulunan sahifelerin hakiki ve itibârî satırlarına bu baştaki ismin iki satır ilâvesiyle 1342'de mebde-i telifine ve inkâr-ı haşre emare olan lâdinî siyasetinin ilanı ve Latinî hurufunun resmen kabulü tarihine bir tek fark ve bir ق ile اَلْاٰخِرَةُ حَقٌّ makam-ı ebcedîsiyle hattâ şu risalenin sırf hakiki satırlarına başta el yazısı ile yazılan isim ve tenbihe ait yedi satır ilâvesiyle müellifin veladet tarihine tevafuk ediyor.

Hem Onuncu Söz'ün latîf tevafukat-ı elifiyesindendir ki beş rakamı risalenin mecmuunda on üç defa olmakla altmış beş olup yine Lafz-ı هُوَ teşkil etmekle beraber, bir sure-i âhiret olan Kevser'in hurufatına tevafuk ediyor. Hem risaledeki altı rakamı on üç defa olduğundan bu beş ile altı on üçte tevafuk ediyor. Bu iki mütevafıklar, risaledeki üçlerin onuncu, ikinci, üçüncü suret ve hakikat kelimelerindeki elif sayılmazsa en baştaki iki sahifenin iki üçleri ikişere iner. Yine on üç defa olup o iki mütevafıkla o adette tevafuk ediyor. Bu üç mütevafık, o mezkûr elifler sayılsa dört rakamı da mecmu-u risalede on üç defa olup bu üç mütevafık o dört rakamıyla on üçte yine tevafuk ediyor.

Elhasıl: Beşler on üç, altışar yine on üç, üçer yine on üç, dörder on üç.

Bu muzaaf tevafukları tesadüfî zannedenler, zannederiz ki insan suretinde kör bir şey olmalı ki kör tesadüfe bu hikmetli işi havale ediyor.

Bu mübarek beş ile altı, mukaddes هُوَ lafzının harfleridir ve o kudsiyetten aldıkları feyz ile İşaratü'l-İ'caz'da yine hârikulâde vaziyetler gösterdiler. Ve bu risalede beşlerin elifleri altmış beş olmakla Sure-i Kevser'in Besmele ile beraber aded-i hurufuna tevafuk ile Kevser gibi هُوَ olur.

Altının elifleri yetmiş sekizdir. İki altı tevafuka girmemiş, bir altı on üçüncü sahifede "Onuncu Suret" elifi sayılsa yedi olur. Demek gayr-ı mütevafıkın sukutu ile beraber altı, yediye çıkmakla elifleri altmış yedi olup Sure-i İhlas'ın Besmele ile hurufatına tevafuk ediyor. Aynı Sure-i İhlas gibi Lafzullah'a makam-ı ebcedî cihetiyle tevafuk ediyor.

Demek nasıl ki Sure-i İhlas لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der, Lafzullah'ı gösterir. Sure-i İhlas gibi altı cümlesine tevafuk eden altının elifleri لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ diye Allah'a işaret eder.

Hem nasıl ki Sure-i Kevser لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ der, هُوَ yi gösterir. Öyle de beşin elifleri dahi لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ der, هُوَ yi gösterir.

Hâtime

Kanâatimiz geldi ki ehl-i ilhadın haşr-i cismanîyi resmen inkâr etmek istedikleri hengâmda, iktidar ve ihtiyarımızın haricinde Onuncu Söz yazdırıldı. Şimdi mürur-u zamanla her vakit mütalaası lâzım gelen Onuncu Söz'e bir lâkaytlık gelmekle beraber, haşr-i cismanî yine bir şiddetli taarruza maruz bulunduğunu îma edip bizi ikaz eden şiddetli bir surette inayet-i İlahiye nazar-ı dikkati Onuncu Söz'e bu garib tevafuklarla tekrar celb etti. Bu risalede tevafuka medar olan bu beş, altı, dört, üç rakamlarının her birinin yekûnü on üçte tevafuk etmeleri, Onuncu Söz'ün on üçüncü sahifesine bilhassa nazar-ı dikkati celb ettiriyor. O dört ile beş dokuz, üç ile altı dokuz olmakla yine Dokuzuncu Hakikat'a nazar-ı dikkati celb ettiriyor.

Evet on üçüncü sahifedeki "Onuncu Suret" temsil ettiği "Dokuzuncu Hakîkat", Onuncu Söz'ün en kuvvetli, en parlak, en mülzim bürhanlarından olduğundan, ihvanıma bu hakikati ezber edinceye kadar mütalaa etmelerini tavsiye ediyorum.

Şu risalenin medar-ı tevafuku olan üç, altı, beş, dört rakamlarının her birinin yekûnü on üç olması, bir sure-i âhiret olan Sure-i Kevser'in sırrına dair Altıncı Remiz'de on beş defa tekerrür eden on üç adedine tevafuk etmesi bir işarettir ki Haşir Risalesi Sure-i Kevser'e tam bakar ve oradan emir alır.

Âhirdeki dört, altı, üç, beş şu rakamların tevafuksuz gelmelerinin sebebi, bu rakamlar âhirde her biri on üç olduğunu göstermek için bilmecburiye birer birer kendi mütevafıkıyla değil, belki on üçteki arkadaşlarıyla birleşmeye mecbur oldular. Hem altı ile arkasındaki üç, kitabın hâtimesindeki altmış üç rakamına tevafuk etmek için tevafuktan çıkmışlar.

Kitabın başında en evvel dört rakamı dördüncü sahifede geldiği için âhirde en evvel o imza ediyor. Beş öteki arkadaşlarından sonra işe giriştiği için o arkadaşlarından sonra on üç senedini imza ediyor.

Bu risalede elif tevafukatı bir kısım risalelerimizde âsârı görünen geniş bir sırdan ileri geldiğine kuvvetli bir delil, İşaratü'l-İ'caz'da acib ve garib tevafukat-ı harfiye ve elifiyesidir. Ve pek zahir bir bürhanı dahi Yirmi Sekizinci Mektub'un İnâyât-ı Seb'a'sında yirmi sekiz elif fâsılasız gelmesi ve o mektubun numara ve isim adedini göstermesi ve iki sahifenin birinci satırı müstesna olup bütün satırları başında elif olarak birbirine muvafık olmasıdır.

Nasıl ki risalelerde kelime tevafukatı Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın Lafza-i Celal tevafukatına bir basamaktı ve Lafz-ı Kur'an ve Lafz-ı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm o sırrın anahtarları oldular.

Öyle de İşaratü'l-İ'caz'daki tevafukat-ı harfiye maksud-u bizzat değildi, belki Sure-i اِنَّا اَعْطَيْنَا sırrına bir basamaktı.

(Rumuzat-ı Semaniye)


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

Sure-i

اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ

esrarından iki üç sırrı tevafuk anahtarıyla açılmaya dairdir. Burada numune için birkaç nükte yazılacak.

Birincisi: Tevafukun 10 adetten ziyade çeşit çeşit envaı var. Eğer tevafuk ayrı ayrı cihetten bir hâdiseye baksa ve tevafuk etse ve makama mutabık ve münasip ve kelâmın manasına muvafık ve müeyyid olsa o tevafuk o vakit işaret derecesine çıkar. O tevafukla şu âyet şu hâdiseye işaret eder denilebilir.

İşte bu kaideye binaen Sure-i Nasr'ın sırr-ı tevafukla işareten haber verdiği hâdiselere aynen Sure-i Kevser dahi o hâdiseye tevafukla parmağını uzatmış gösteriyor ve Fatiha Suresi kezalik o iki surenin gösterdiği hâdiseye bakıyor, gösteriyor. Ve Sure-i Alak yine o hâdiseye işaret eylediği ve

اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ

gibi âyetler aynı hâdiseye tetabukla işaret ediyor. Elbette böyle bir işaret sarih bir delalet hükmündedir.

...

Hem ezcümle şu surede hurufatın tekraratının adetleri manidardır. Şu Sure-i Nasr'ın mevzuu olan fetih ve nusretin cüz'iyatına işaretleri vardır.

Mesela: İki kardeş olan ل،ر 8'er tekerrürüyle feth-i Mekke'ye parmak basıyor. و،ب yedişer tekerrürüyle yedinci senesindeki Sulh-u Hudeybiye'nin neticesinde feth-i Mekke mukaddimesi olan galibane hacc-ı Peygamberîye işaret ettikleri gibi, sair hurufatıyla meşhur fütuhat-ı Ahmediyeye (asm) Sure-i Kevser ve El-Alak'a muvafık olarak işaretleri var.

(Rumuzat-ı Semaniye)


اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

'in çok esrarından tevafuk sırrıyla münasebettar birkaç sırrına dairdir. O esrar sarihan gösteriyor ki, اِنَّٓا اَعْطَيْنَا tek başıyla bir mu'cizedir. Numune için letafetlerinden iki üç küçük nüktelerine işaret etmek münasiptir.

Birisi: Sure-i Kevser'de mevcud hurufatın tekerrürleri bir'den dokuza kadar yani birer, ikişer, üçer, dörder tâ dokuza kadar muntazaman bulunmasıyla beraber, 28 huruf-u hecaîden mevcud olan 19 harfin içinde ikişer kardeş olan ikişer harften en güzelini ve lisana en hafifini almasıdır. Şöyle ki: ز،ر den ر var, ز yok. ش،س dan ش var, س yok. ض،ص dan ص var, ض yok. ظ،ط dan ط var, ظ yok. غ،ع dan ع var, غ yok. ق،ف dan ف var, ق yok. م،ن den ن var, م yok gibi zarif ve muntazam ve manidar bir intihab olduğu gibi, mecmu-u hurufu Besmele ile altmış beş olup هُوَ 'yi ifade eder. Besmele'siz hurufu vakt-i nüzulüne işaret ediyor.

İkincisi: Şu Sure-i Kevser'e dair remizde on üç defa 13 rakamıyla beyan edilen sırrın hülâsası şudur ki:

Nasıl ki Fatiha-i Şerife 13 ال ile 13 meşhur suver-i Kur'aniye olan yedi الٓمٓ , altı الٓرٰ 'nın mecmu-u adedine tevafukla 13 ال ler ile o 13 surenin başlarına işaret edip parmaklarını bastığı gibi ve Fatiha'da bulunan 15 م ile الٓمٓ ve حٰمٓ ler ve bir الٓمٓرٰ ile beraber 15 surenin başına işaret edip mimlerine parmağını bastığı misillü Kur'an Fatiha'da, Fatiha Sure-i Kevser'de münderic olduğunun sırrıyla Sure-i Kevser dahi 13 elif ile Fatiha'nın 13 ال i gibi 13 parmakla 13 meşhur surelerin başlarına parmağını basıyor ve kendi de küçük bir Kur'an olduğunu gösteriyor.

Üçüncüsü: Kevser kelimesi kudsî, câmi', küllî, nuranî bir kelime olduğundan, mana-yı lügavîsi olan hayr-ı kesîrden ve uhrevî bir havz-ı Kevser'den ve manevî bir havz-ı Kevser olan Kur'an'dan tut tâ hayr-ı kesîr ıtlakına mâsadak olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma i'ta edilen bütün hedaya-yı Rahmaniye ve fütuhat-ı Rabbaniye, tâ feth-i Mekke ve feth-i Beytü'l-Makdis ve feth-i Şam ve feth-i İstanbul'a kadar manaları olduğu gibi, o manalara da işaratı var.

Mesela: Âb-ı zemzeme-i Kur'aniyenin menbaı ve havz-ı Kevser'i olan Mekke-i Mükerreme'nin sekizinci senesindeki tarih-i fethine, tekerrürsüz harflerin 8 adediyle ve mütekerrirlerin yine 8 adediyle ve elifin 8 tekerrürüyle ve ن un 8 tekerrürüyle ve feth-i İstanbul'a işaret eden كَ الْكَوْثَرَ ف 8 harfleriyle tevafuk sırrıyla ve beş defa sekizlerin ittifakıyla tevafuku, şu fütuhatçı sure-i nuraniyede elbette tesadüfî olamaz. Belki tevfik edilen kudsî bir işarettir.

Dördüncüsü: Madem اَلْكَوْثَرَ bir küllîdir, bir ferdi de İstanbul'dur. Ve madem bu sure fütuhat-ı İslâmiyeye ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ihsan edilen atiye-i İlahiyeyi haber veriyor. Ve madem اَلْكَوْثَرَ 'in makam-ı ebcedîsi 757 olup, Sultan Orhan zamanında Süleyman Paşa kumandasında "Erler" tabir edilen 40 kahramanın şahid olmasıyla İstanbul'u hükûmet-i İslâmiye akdi altına girmeye ve fatihasını o tarihte 757'de muhasara ile okumuştur. Ve madem "Kevser" kime verildiğini ifade etmek için اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ 'deki ك ve ne için verildiğine delalet eden فَصَلِّ 'deki ف zammıyla 857 adedi ile Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın vekili olan Sultan Fatih'in eliyle daire-i İslâmiyet'e ve bir mescid-i ekber ve bir mahall-i salât-ı kübra olarak 857'nin tarihine tevafuk ediyor. Elbette bu sure, şu kevser-i hilafet-i İslâmiyeye sarahate yakın işaret eder denilebilir.

يَا رَبِّ بِسِرِّ سُورَةِ الْكَوْثَرِ وَبِحُرْمَةِ صَاحِبِ الْكَوْثَرِ اَسْقِنَا وَرُفَقَائِنَا مِنْ مَاءِ الْكَوْثَرِ فٖى يَوْمِ الْمَحْشَرِ اٰمٖينَ

(Rumuzat-ı Semaniye)


İki küçük kısımdır. Birisi haşre ve âhirete dair pek çok âyetlerin parlak bir tefsiri ve gayet kuvvetli bir bürhanı olan Onuncu Söz'ün tevafukatına dairdir ki, bir sure-i âhiret olan Sure-i Kevser'in bir sırrından tereşşuh edip Sure-i Nasr'ın bir sırrına vesile olmuştur.

Ezcümle: Onuncu Söz'ün başındaki âyetin hurufatı o risalenin sahifelerini tevafukla gösterdiği gibi; hakiki ve itibarî satırları inkâr-ı haşrin emareleri zamanı olan vakt-i telifini ve yalnız hakiki satırları müellifin mebde-i hayatı gibi sırları tevafukla gösteriyor. Ve medar-ı tevafukatı 3, 4, 5, 6 rakamları her birisi 13 defa gelmesiyle mühim bir sırr-ı اِنَّٓا اَعْطَيْنَا 'yı açan 13 defa 13 rakamına tevafuku pek latîf ve manidardır. Ve fakir müellifinin eski hayatını bırakıp Yeni Said suretine girdiği 13 sene müruruna tam tevafuk ediyor.

(Rumuzat-ı Semaniye)


اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ sırrına dairdir.

İhtar: Nasıl ki risalelerde kelime tevafukatı Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın Lafza-i Celal tevafukatına bir basamak ve Lafz-ı Kur'an ve Lafz-ı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm o sırrın anahtarları oldular.

Öyle de İşaratü'l-İ'caz'daki tevafukat-ı harfiye, maksud-u bizzat değildir. Belki Sure-i اِنَّٓا اَعْطَيْنَا sırrına bir basamaktı.

Şimdi matbu Onuncu Söz'ün tevafukatı dahi Sure-i اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ sırrına yetişmek için bir basamaktı. Fakat o basamak fikirlerde tam yerleşmediği için, o sır da tam açılmadı. Yalnız göründü ve der-akab kapandı.

Demek o iki risalenin tevafukat-ı harfiyesine ciddi ehemmiyet, o iki sure-i kudsiyenin sırlarının ehemmiyetinden gelmiştir. Ben de şimdi bu hikmeti anladım. Ehemmiyetsiz zannettiğim münasebat-ı tevafukiye ehemmiyetli olabilir. Çünkü gayet mühim sırlara hizmet ederler.

(Rumuzat-ı Semaniye)


Devlet-i İslâmiyenin en mühimmi ve hilafet-i İslâmiyenin en devamlısı olan Osmanlı Devleti olduğundan, küçük surelerden bir iki tanesi o devletin safahatına bir vecihte baktığı gibi, bir iki sure-i âher dahi işarî tarzda yine bakıyorlar. اِنَّٓا اَعْطَيْنَا sırrında, hem اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ 'ın mukaddimesinde beyan edildiği vecihle, tevafukat cihetindeki işaret ise kelimat manasındaki remizleri teyiden gösterdikleri gibi, Sure-i

وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِ

başka bir nevi tevafukat ile şimendifer vasıtasıyla âlem-i İslâm'ın mağlubiyetine ve ecnebinin tasallutuna işaret ettiği gibi, kudsî kelimatında Osmanlı Devleti'nin mağlubiyet devresini ve bilhassa Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülmecid zamanlarına ve sonraki komitelerin fitnekârane, mü'minlere verdiği teşevvüşe ve o fitnenin cezası olarak harîk-ı kebir gibi yangınlara ve Kur'an'a bir nevi tahrifkârane taarruza ve Kur'an'ın hıfz-ı İlahî ile mahfuz ve galib vaziyetine işaret eder.[7]

(Rumuzat-ı Semaniye)


İsm-i Celal ve İsm-i Rab tevafukatı yalnız bir cihetle değil, belki müteaddid vücuhu var. Hem tevafukat içinde latîf nükteler var. Ezcümle:

Yirmi Sekizinci cüzde İsmullah beş defa on bir, beş defa on, beş defa on üç geliyor. Beş defa on üç altmış beş olup ism-i هُوَ olmakla beraber sırr-ı tevafukta ve bilhassa اِنَّٓا اَعْطَيْنَا sırrında on beş defa on üç adedi o sırrın keşfine medar olduğu gibi; İsm-i Celal'ın Kur'an'daki sırr-ı tevafukuna bir basamak ve bir mukaddime olan Onuncu Söz'deki elif tevafukatının medarı olan (dört, beş, üç, altı) adetleri her biri o risalenin mecmuunda on üç defa gelmesi bu tevafuka manidar bir letafet daha katarlar.[8]

(Rumuzat-ı Semaniye)

Diğer Bahisler[değiştir]

Çekmezdi keder, ol sözü cevher, özü kevser

Ol Sure-i Kevser, dedi a’dasına “ebter!”

...

Hasan Feyzi (rahmetullahi aleyh)

(Emirdağ-1 L.)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

Ayetlerdeki Kelime ve Harf Sayıları[değiştir]

Kevser Suresinin Ayetlerindeki Kelime ve Harf Sayısı[3]
Genel Ayet No Sure No Sure Ayet No Kelime Sayısı Harf Sayısı
6205 108 1 3 15
6206 108 2 3 12
6207 108 3 4 15
Toplam - 3 10 42

İlgili Maddeler/Sayfalar[değiştir]

İlgili Kategoriler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 https://islamansiklopedisi.org.tr/kevser-suresi
  2. https://nurpedia.org/wiki/Risale:29._Mektubun_8._K%C4%B1sm%C4%B1_(Rumuzat-%C4%B1_Semaniye)#Birinci_Par%C3%A7as%C4%B1
  3. 3,0 3,1 3,2 https://binimad.com/wp-content/uploads/2020/11/Letters-and-Word-Count-of-The-Entire-Quran.pdf
  4. https://nurpedia.org/wiki/Risale:29._Mektubun_8._K%C4%B1sm%C4%B1_(Rumuzat-%C4%B1_Semaniye)#Birinci_Par%C3%A7as%C4%B1
  5. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ 'da لِلّٰهِ lafzında hemze, hatten ve lafzen tayyedildiği için oradaki ال sayılmaz.
  6. Evet, 757'nin âhirlerinde ve 58'in evvellerinde Sultan Orhan zamanında Süleyman Paşa kumandasında "Erler" tabir edilen kırk kahramanın şahit olmasıyla İstanbul hükûmet-i İslâmiye akdi altına girmiş ve fatihası o tarihte okunmuştur. Süleyman Paşa hem muhasara etti, hem Rumeli'ye geçti. Latîf tevafuktur ki İstanbul'un fatihası 757 ve 58'de okundu ve 857'de اِنَّا فَتَحْنَالَكَ sırrına mazhar oldu.
  7. Bu Sure-i Nasr'ın işarat-ı gaybiyesi çoktur. Ve üç kısma ve bablara taksim edip o işarat-ı gaybiye-i i'caziyeyi yazacaktım. Fakat maatteessüf birinci babın sekiz meselesinden üç meseleyi yazdım, perde kapandı, mütebâki kaldı.
    Bu remzin bâki kısmı çok ehemmiyetlidir, fakat bir hikmet için yazdırılmadı.
  8. Onuncu Söz'ün elif tevafukatı ile yirmi sekizinci cüzün Lafzullah tevafukatına zarif bir tevafuku şudur ki: Onuncu Söz'ün beş adedi on üç defa tekerrür edip altmış beş هُوَ olur. Yirmi sekizinci cüzde Lafzullah'ın on üç adedi beş defa tekerrür ettiğinden yine altmış beş olup لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ der.