Risale:Hadisler

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Risalelerde geçen kudsi hadisler için Kudsi Hadisler sayfasına ve Bediüzzaman'ın 1948-1949 yıllarında Afyon Hapsindeyken kendi evrad defterine kaydettiği 33 hadis için 33 Hadis sayfasına bakın

Bu konudaki madde için Hadis sayfasına bakın

Risale-i Nur'da Geçen Hadisler[değiştir]

Bediüzzaman'ın eserlerinde Hadis-i Şeriflerden çok alıntılar ve dersler vardır. Burada sadece Risale-i Nur'da hadis olduğu ifade edilen veya Arapça veya Türkçe metni dahil edilen bir düstur şeklindeki hadisler listelenmiştir. 19. Mektup'taki mucizelere dair 300'den fazla hadis (genel düstur içerenler hariç), çoğu 5. Şua'da geçen Âhirzamana dair 20'den fazla hadis ve hadislerde geçen dualar (birkaç tanesi hariç) dahil edilmemiştir. Hadislerin kaynakları bu kısmın hazırlanmasında istifade edilen Abdülkadir Badıllı'nın "Risale-i Nur'un Kudsi Kaynakları" kitabında görülebilir.

Muhakkak ki Allah İnsanı Rahmân Suretinde Yaratmıştır[değiştir]

Bir hadîs-i şerifte vârid olmuş ki:

اِنَّ اللّٰهَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ عَلٰى صُورَةِ الرَّحْمٰنِ –اَوْ كَمَا قَالَ

Bu hadîs-i şerifi, bir kısım ehl-i tarîkat, akaid-i imaniyeye münasip düşmeyen acib bir tarzda tefsir etmişler. Hattâ onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sima-yı manevîsine bir suret-i Rahman nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarîkatın bir kısm-ı ekserinde sekr ve ehl-i aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan, hakikate muhalif telakkilerinde belki mazurdurlar. Fakat aklı başında olanlar, fikren onların esas-ı akaide münafî olan manalarını kabul edemez. Etse hata eder.

Evet, bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zat-ı Akdes-i İlahî’nin şeriki, naziri, zıddı, niddi olmadığı gibi

لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَىْءٌ وَهُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ

sırrıyla sureti, misli, misali, şebihi dahi olamaz. Fakat

وَلَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ

sırrıyla, mesel ve temsil ile şuunatına ve sıfât ve esmasına bakılır. Demek mesel ve temsil, şuunat nokta-i nazarında vardır.

Şu mezkûr hadîs-i şerifin çok makasıdından birisi şudur ki insan, ism-i Rahman’ı tamamıyla gösterir bir surettedir. Evet, sâbıkan beyan ettiğimiz gibi kâinatın simasında bin bir ismin şuâlarından tezahür eden ism-i Rahman göründüğü gibi zemin yüzünün simasında rububiyet-i mutlaka-i İlahiyenin hadsiz cilveleriyle tezahür eden ism-i Rahman gösterildiği gibi insanın suret-i câmiasında küçük bir mikyasta zeminin siması ve kâinatın siması gibi yine o ism-i Rahman’ın cilve-i etemmini gösterir demektir.

Hem işarettir ki: Zat-ı Rahmanu’r-Rahîm’in delilleri ve âyineleri olan zîhayat ve insan gibi mazharlar o kadar o Zat-ı Vâcibü’l-vücud’a delâletleri kat’î ve vâzıh ve zahirdir ki güneşin timsalini ve aksini tutan parlak bir âyine parlaklığına ve delâletinin vuzuhuna işareten “O âyine güneştir.” denildiği gibi “İnsanda suret-i Rahman var.” vuzuh-u delâletine ve kemal-i münasebetine işareten denilmiş ve denilir. Ve ehl-i vahdetü’l-vücudun mutedil kısmı “Lâ mevcude illâ hû” bu sırra binaen, bu delâletin vuzuhuna ve bu münasebetin kemaline bir unvan olarak demişler.

اَللّٰهُمَّ يَا رَحْمٰنُ يَا رَحٖيمُ بِحَقِّ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ اِرْحَمْنَا كَمَا يَلٖيقُ بِرَحٖيمِيَّتِكَ وَ فَهِّمْنَا اَسْرَارَ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ كَمَا يَلٖيقُ بِرَحْمَانِيَّتِكَ اٰمٖينَ

(Risale:14. Lem'a)

Dünya Âhiret Tarlasıdır[değiştir]

Demek, bu hayat ve mevt içinde yuvarlanan, toplanıp dağılan mevcudat içinde başka maksat var. Temsilde kusur yoktur; şu ahval, taklit ve temsil için teşkil ve tertip edilen ahvale benzer. Nasıl büyük masrafla kısa içtimalar, dağılmalar yapılıyor. Tâ suretler alınsın, terkip edilsin, sinemada daim gösterilsin. Onun gibi bu dünyada kısa bir müddet zarfında hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye geçirmenin bir gayesi şudur ki suretler alınıp terkip edilsin, netice-i amelleri alınıp hıfzedilsin. Tâ bir mecma-ı ekberde muhasebesi görülsün ve bir meşher-i a’zamda gösterilsin ve bir saadet-i uzmaya istidadı gösterilsin. Demek, hadîs-i şerifte “Dünya âhiret mezraasıdır.” diye bu hakikati ifade ediyor.

(10. Söz)

Cenab-ı Hak Yetmiş Bin Hicab Arkasındadır[değiştir]

وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فٖى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسٖينَ اَلْفَ سَنَةٍ

ve hadîste vârid olan “Cenab-ı Hak, yetmiş bin hicab arkasındadır.” ve mi’rac gibi hakikatler, nihayet derecede bu’diyetimizi gösteriyor. Şu sırr-ı gamızı fehme takrib edecek bir izah isterim.

(16. Söz)

Benden Bilerek Yalan Bir Şey Haber Veren Cehennem Ateşinden Yerini Hazırlasın[değiştir]

İşte şu mu’cize-i bâhirenin râvileri, manen bin beş yüz kadardırlar. Çünkü fıtrat-ı beşeriyede, yalana yalan demek bir meyl-i arzusu vardır. Sahabeler ise sıdk ve doğruluk için can ve mal ve peder ve validelerini ve kavim ve kabilelerini feda edip sıdk ve hak için fedai oldukları halde hem “Benden bilerek yalan bir şey haber veren, cehennem ateşinden yerini hazırlasın!” mealindeki hadîs-i şerifin tehdidine karşı, yalana mukabil sükût etmeleri mümkün değildir. Madem sükût ettiler; o haberi kabul ettiler, manen iştirak edip tasdik ediyorlar, demektir.

(19. Mektup)


Hem güzel hâdiseleri kısmen mücmel, kısmen tafsil ile bildirmiş. O da haber vermiş. Onun haberlerini de en yüksek bir derece-i takvada ve adilde ve sıdkta çalışan ve وَمَنْ كَذَبَ عَلَىَّ مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَبَوَّاْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ hadîsindeki tehditten şiddetle korkan ve فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ âyetindeki şiddetli tehditten şiddetle kaçan muhaddisîn-i kâmilîn, bize sahih bir surette o haberleri nakletmişler.

(19. Mektup)


Acaba Hazret-i Ebu Hüreyre gibi sadık ve bütün hayatını hadîse ve dine vakfeden وَمَنْ كَذَبَ عَلَىَّ مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَبَوَّاْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ hadîsini işiten ve nakleden; hiç mümkün müdür ki hıfzındaki ehadîs-i Nebeviyenin kıymetini ve sıhhatini şüpheye düşürüp Ehl-i Suffa’nın tekzibine hedef edecek muhalif bir söz ve asılsız bir vak’a söylesin? Hâşâ…

(19. Mektup)

Hilâfet Benden Sonra Otuz Sene Sürecek[değiştir]

Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– ferman etmiş:

اِنَّ الْخِلَافَةَ بَعْدٖى ثَلَاثُونَ سَنَةً ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَضُوضًا

وَاِنَّ هٰذَا الْاَمْرَ بَدَاَ نُبُوَّةً وَرَحْمَةً ثُمَّ يَكُونُ رَحْمَةً وَخِلَافَةً ثُمَّ يَكُونُ مُلْكًا عَضُوضًا ثُمَّ يَكُونُ عُتُوًّا وَ جَبَرُوتًا

deyip Hazret-i Hasan’ın altı ay hilafetiyle; Cihar-ı Yâr-ı Güzin’in (Hulefa-yı Raşidîn’in) zaman-ı hilafetlerini ve onlardan sonra saltanat şekline girmesini, sonra o saltanattan ceberut ve fesad-ı ümmet olacağını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.

(19. Mektup)

İstanbul Muhakkak Fetholunacaktır; (Onu Fetheden) Emir Ne Güzel Emirdir ve Ordu Ne Güzel Ordudur[değiştir]

Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– سَتُفْتَحُ الْقُسْطَنْطٖينِيَّةُ فَنِعْمَ الْاَمٖيرُ اَمٖيرُهَا وَنِعْمَ الْجَيْشُ جَيْشُهَا deyip İstanbul’un İslâm eliyle fetholacağını ve Hazret-i Sultan Mehmed Fatih’in yüksek bir mertebe sahibi olduğunu haber vermiş. Haber verdiği gibi zuhur etmiş.

(19. Mektup)

Ümmetimin İçinde Muhaddesûn Vardır[değiştir]

اِنَّ فٖى اُمَّتٖى مُحَدَّثُونَ yani مُلْهَمُونَ sırrınca bazı ehl-i keşif ve ehl-i velayet olan muhaddisîn-i muhaddesûn ilhamlarıyla gelen bazı maânî, hadîs telakki edilmiş. Halbuki ilham-ı evliya –bazı arızalarla– hata olabilir. İşte bu neviden bir kısım hilaf-ı hakikat çıkabilir.

(24. Söz)

Dünya Öküz İle Balığın Üzerindedir[değiştir]

Pek çok teşbih ve temsiller bulunuyor ki mürur-u zamanla veya ilmin elinden cehlin eline geçmesiyle hakikat-i maddiye telakki ediliyor. Hataya düşer. Mesela “Sevr” ve “Hut” isminde ve âlem-i misalde sevr ve hut timsalinde berrî ve bahrî hayvanat nâzırlarından iki melaiketullah, âdeta bir koca öküz ve cismanî bir balık zannedilerek hadîse ilişilmiş.

(24. Söz)


Bu defaki sualinizde diyorsunuz ki: Hocalar diyorlar: “Arz, öküz ve balık üstünde duruyor.” Halbuki arz, muallakta bir yıldız gibi gezdiğini coğrafya görüyor. Ne öküz var ve ne de balık?

Elcevap: İbn-i Abbas (ra) gibi zatlara isnad edilen sahih bir rivayet var ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan sormuşlar: “Dünya ne üstündedir?” Ferman etmiş: عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ Bir rivayette bir defa عَلَى الثَّوْرِ demiş, diğer defada عَلَى الْحُوتِ demiştir. Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevari hikâyelere bu hadîsi tatbik etmişler. Hususan Benî-İsrail âlimlerinin Müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sâbıkada “Sevr ve Hut” hakkında gördükleri hikâyeleri, hadîse tatbik edip hadîsin manasını acib bir tarza çevirmişler.

(14. Lem'a)

Dünyanın Cenab-ı Hakk’ın Yanında Bir Sinek Kanadı Kadar Kıymeti Olsa İdi Kâfirler Bir Yudum Suyu Ondan İçmeyecek İdiler[değiştir]

Mesail-i imaniyeden bir kısmın netaici, şu mukayyed ve dar âleme bakar. Diğer bir kısmı, geniş ve mutlak olan âlem-i âhirete bakar. Amellerin fazilet ve sevabına dair ehadîs-i şerifenin bir kısmı tergib ve terhibe münasip bir tesir vermek için belâgatlı bir üslupta geldiğinden, dikkatsiz insanlar onları mübalağalı zannetmişler. Halbuki bütün onlar ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat olduklarından mücazefe ve mübalağa, içlerinde yoktur.

Ezcümle, en ziyade insafsızların zihnini kurcalayan şu hadîstir ki:

لَوْ وُزِنَتِ الدُّنْيَا عِنْدَ اللّٰهِ جَنَاحَ بَعُوضَةٍ مَا شَرِبَ الْكَافِرُ مِنْهَا جُرْعَةَ مَاءٍ –أو كما قال–

meal-i şerifi: “Dünyanın Cenab-ı Hakk’ın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsa idi kâfirler bir yudum suyu ondan içmeyecek idiler.” Hakikati şudur ki: عِنْدَ اللّٰهِ tabiri, âlem-i bekadan demektir. Evet, âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar bir nur madem ebedîdir, yeryüzünü dolduracak muvakkat bir nurdan daha çoktur. Demek, koca dünyayı bir sinek kanadıyla muvazene değil belki herkesin kısacık ömrüne yerleşen hususi dünyasını âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar daimî bir feyz-i İlahîye ve bir ihsan-ı İlahîye muvazeneye gelmediği demektir.

Hem dünyanın iki yüzü var, belki üç yüzü var. Biri, Cenab-ı Hakk’ın esmasının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenaya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlahî olmayan ehl-i dalaletin dünyasıdır. Demek, esma-i hüsnanın âyineleri ve mektubat-ı Samedaniye ve âhiretin mezraası olan koca dünya değil; belki âhirete zıt ve bütün hatîatın menşei ve beliyyatın menbaı olan dünya-perestlerin dünyasının, âlem-i âhirette ehl-i imana verilen sermedî bir zerresine değmediğine işarettir.

İşte en doğru ve ciddi şu hakikat nerede ve insafsız ehl-i ilhadın fehmettikleri mana nerede? O insafsız ehl-i ilhadın en mübalağa en mücazefe zannettikleri mana nerede?

(24. Söz)

Benim Gözüm Uyur Fakat Kalbim Uyumaz[değiştir]

Evet, nasıl ki hüşyar olan adam, yatmış olan adamın rüyasını tabir eder. Öyle de bazen uykuda olan bir adam, yanında uyanık olan konuşanların sözlerini işitiyor fakat kendi âlem-i menamına tatbik eder bir tarzda mana veriyor, tabir ediyor. Öyle de ey gaflet ve felsefe uykusu içinde tenvim edilen insafsız adam! Sırr-ı مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى ve تَنَامُ عَيْنٖى وَلَا يَنَامُ قَلْبٖى hükmüne mazhar ve hakiki hüşyar ve yakzan olan zatın gördüğünü sen kendi rüyanda inkâr değil, tabir et.

(24. Söz)

Her Ayetin Zâhirî Yönü, Bâtınî Yönü, Haddi ve Muttala'ı ve Bunların da Fürûatı, İşaretleri ve Dalları Vardır[değiştir]

Lafzındaki câmiiyettir.

Elbette evvelki sözlerde hem bu sözde zikrolunan âyetlerden şu câmiiyet aşikâre görünüyor. Evet لِكُلِّ اٰيَةٍ ظَهْرٌ وَبَطْنٌ وَحَدٌّ وَمُطَّلَعٌ (وَ لِكُلٍّ شُجُونٌ وَغُصُونٌ وَ فُنُونٌ) olan hadîsin işaret ettiği gibi elfaz-ı Kur’aniye, öyle bir tarzda vaz’edilmiş ki her bir kelâmın, hattâ her bir kelimenin, hattâ her bir harfin, hattâ bazen bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor. Her bir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.

(25. Söz)

Âhir Zamanda Beni Görmeyen ve İman Getiren Daha Ziyade Makbuldür[değiştir]

Amma hadîste vârid olan ki “Âhir zamanda beni görmeyen ve iman getiren, daha ziyade makbuldür.” mealindeki rivayet, hususi fazilete dairdir. Has bazı eşhas hakkındadır. Bahsimiz ise fazilet-i külliye ve ekseriyet itibarıyladır.

(27. Söz)

Dünya Muhabbeti Bütün Hataların Başıdır[değiştir]

Diyorlar ki: Ehl-i velayet ve ashab-ı kemalât, dünyayı terk etmişler. Hattâ hadîste var ki: “Dünya muhabbeti bütün hataların başıdır.” Halbuki sahabeler dünyaya pek çok girmişler; terk-i dünya değil belki bir kısım sahabe, o zamanın ehl-i medeniyetinden daha ileri gitmişler. Nasıl oluyor ki böyle sahabelerin en ednasına, en büyük bir veli kadar kıymeti var, diyorsunuz?

Elcevap: Otuz İkinci Söz’ün İkinci ve Üçüncü Mevkıflarında gayet kat’î ispat edilmiştir ki: Dünyanın âhirete bakan yüzüyle, esma-i İlahiyeye mukabil olan yüzünü sevmek; sebeb-i noksaniyet değil belki medar-ı kemaldir ve o iki yüzde ne kadar ileri gitse daha ziyade ibadet ve marifetullahta ileri gider. Sahabelerin dünyası ise işte o iki yüzdedir. Dünyayı âhiret mezraası görüp ekip biçmişler. Mevcudatı, esma-i İlahiyenin âyinesi görüp müştakane temaşa edip bakmışlar. Fena-i dünya ise fâni yüzüdür ki insanın hevesatına bakar.

(27. Söz)

Huriler Yetmiş Elbise Giydikleri Halde Bacaklarının Kemiklerindeki İlikleri Görünür[değiştir]

Sual: Ehadîste denilmiş: “Huriler yetmiş hulleyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor.” Bu ne demektir? Ne manası var? Nasıl güzelliktir?

Elcevap: Manası pek güzeldir ve güzelliği pek şirindir. Şöyle ki: Şu çirkin, ölü, camid ve çoğu kışır olan dünyada; hüsün ve cemal, yalnız göze güzel görünüp, ülfete mani olmazsa yeter. Halbuki güzel, hayattar, revnaktar, bütün kışırsız lüb ve kabuksuz iç olan cennette; göz gibi bütün insanın duyguları, latîfeleri cins-i latîf olan hurilerden ve huriler gibi ve daha güzel, dünyadan gelme, cennetteki nisa-i dünyeviyeden ayrı ayrı hisse-i zevklerini, çeşit çeşit lezzetlerini almak isterler. Demek, en yukarı hullenin güzelliğinden tut, tâ kemik içindeki iliklere kadar, birer hissin birer latîfenin medar-ı zevki olduğunu hadîs işaret ediyor.

Evet “Hurilerin yetmiş hulleyi giymeleri ve bacaklarındaki kemiklerin ilikleri görünmesi” tabiriyle hadîs-i şerif işaret ediyor ki: İnsanın ne kadar hüsün-perver ve zevk-perest ve ziynete meftun ve cemale müştak duyguları ve hâsseleri ve kuvaları ve latîfeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve her birisini ayrı ayrı okşayıp mesud edecek, maddî ve manevî her nevi ziynet ve hüsn-ü cemale huriler câmi’dirler. Demek, huriler cennetin aksam-ı ziynetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek surette giydikleri gibi; kendi vücudlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemalin aksamını gösteriyorlar. وَفٖيهَا مَا تَشْتَهٖيهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُ işaretinin hakikatini gösteriyorlar.

(28. Söz)

Bazı Ehl-i Cennete Dünya Kadar Yer, Yüz Binler Saray ve Yüz Binler Huri İhsan Edilir[değiştir]

Sual: Ehadîs-i şerifede denilmiştir ki: “Bazı ehl-i cennete, dünya kadar bir yer veriliyor, yüz binler kasır, yüz binler huri ihsan ediliyor.” Bir tek adama bu kadar şeylerin ne lüzumu var, ne ihtiyacı var, nasıl olabilir ve ne demektir?

Elcevap: Eğer insan yalnız camid bir vücud olsaydı veyahut yalnız mideden ibaret nebatî bir mahluk olsaydı veyahut yalnız mukayyed, ağır ve muvakkat ve basit bir zat-ı cismaniye ve bir cism-i hayvanîden ibaret olsaydı; öyle çok kasırlara, çok hurilere lâyık ve mâlik olmazdı.

Fakat insan, öyle câmi’ bir mu’cize-i kudrettir ki hattâ şu dünya-yı fânide, şu kısa bir ömürde, şu inkişaf etmemiş bazı letaifinin ihtiyacı cihetiyle bütün dünyanın saltanatı, serveti ve lezaizi verilse belki hırsı tok olmayacaktır.

Halbuki ebedî bir dâr-ı saadette, nihayetsiz istidada mâlik, nihayetsiz ihtiyaçlar lisanıyla, nihayetsiz arzular eliyle, nihayetsiz bir rahmetin kapısını çalan bir insan; elbette ehadîste beyan olunan ihsanat-ı İlahiyeye mazhariyeti makuldür ve haktır ve hakikattir. Ve şu hakikat-i ulviyeye bir temsil dürbünüyle rasad edeceğiz. Şöyle ki:

Bu dere bahçesi gibi (Hâşiye[1]) şu Barla bağ ve bahçelerinin her birinin ayrı ayrı mâliki bulunduğu halde; Barla’da gıdası itibarıyla ancak bir avuç yeme mâlik olan her bir kuş, her bir serçe, her bir arı “Bütün Barla’nın bağ ve bostanları, benim nüzhetgâhım ve seyrangâhımdır.” diyebilir. Barla’yı zapt edip daire-i mülküne dâhil eder. Başkalarının iştiraki onun bu hükmünü bozmaz.

Hem insan olan bir insan diyebilir ki: “Benim Hâlık’ım bu dünyayı bana hane yapmış, güneş benim bir lambamdır, yıldızlar benim elektriklerimdir, yeryüzü çiçekli miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir.” der, Allah’a şükreder. Sair mahlukatın iştiraki, onun bu hükmünü nakzetmez. Bilakis mahlukat onun hanesini tezyin eder. Hanenin müzeyyenatı hükmünde kalırlar.

Acaba bu daracık dünyada insan, insaniyet itibarıyla hattâ bir kuş dahi böyle bir daire-i azîmede bir nevi tasarruf dava etse, cesîm bir nimete mazhar olsa geniş ve ebedî bir dâr-ı saadette, ona beş yüz senelik bir mesafede bir mülk ihsan etmek, nasıl istib’ad edilebilir?

Hem nasıl ki şu kesafetli, karanlıklı, dar dünyada güneşin pek çok âyinelerde bir anda aynen bulunması gibi öyle de nurani bir zat, bir anda çok yerlerde aynen bulunması –On Altıncı Söz’de ispat edildiği gibi– mesela, Hazret-i Cebrail aleyhisselâm bin yıldızda bir anda hem arşta hem huzur-u Nebevîde hem huzur-u İlahîde bir vakitte bulunması hem Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın haşirde bir anda ekser etkıya-ı ümmetiyle görüşmesi ve dünyada hadsiz makamlarda bir anda tezahür etmesi ve evliyanın bir nevi garibi olan ebdalların bir vakitte çok yerlerde görünmesi ve avamın rüyada bazen bir dakikada bir sene kadar işler görmesi ve müşahede etmesi ve herkesin kalp, ruh, hayal cihetiyle bir anda pek çok yerlerle temas edip alâkadarane bulunması, malûm ve meşhud olduğundan…

Elbette nurani, kayıtsız, geniş ve ebedî olan cennette, cisimleri ruh kuvvetinde ve hiffetinde ve hayal süratinde olan ehl-i cennet, bir vakitte yüz bin yerlerde bulunup yüz bin hurilerle sohbet ederek yüz bin tarzda zevk almak; o ebedî cennete, o nihayetsiz rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sadık’ın (asm) haber verdiği gibi hak ve hakikattir. Bununla beraber, bu küçücük aklımızın terazisiyle o muazzam hakikatler tartılmaz.

(28. Söz)

Bazı Meleklerin 40 veya 40.000 Başı, Her Başında 40.000 Dili ve Her Dilinde 40.000 Tesbihatı Var[değiştir]

Mesela, ferman etmiş ki: “Bazı melaikeler bulunur, kırk başı veya kırk bin başı var. Her başta kırk bin ağzı var, her bir ağızda kırk bin dil ile kırk bin tesbihat yapar.” Şu hakikat-i hadîsiyenin bir manası var, bir de sureti var. Manası şudur ki: Melaikenin ibadatı hem gayet muntazamdır, mükemmeldir hem gayet küllîdir, geniştir. Ve şu hakikatin sureti ise şudur ki: Bazı büyük mevcudat-ı cismaniye vardır ki kırk bin baş, kırk bin tarz ile vezaif-i ubudiyeti yapar. Mesela, sema güneşlerle, yıldızlarla tesbihat yapar. Zemin tek bir mahluk iken, yüz bin baş ile her başta yüz binler ağız ile her ağızda yüz binler lisan ile vazife-i ubudiyeti ve tesbihat-ı Rabbaniyeyi yapıyor. İşte küre-i arza müekkel melek dahi âlem-i melekûtta şu manayı göstermek için öyle görülmek lâzımdır. Hattâ ben, mutavassıt bir badem ağacı gördüm ki: Kırka yakın baş hükmünde büyük dalları var. Sonra bir dalına baktım, kırka yakın dili hükmünde küçük dalları var. Sonra o küçük dalının bir diline baktım, kırk çiçek açmıştır. O çiçeklere nazar-ı hikmetle dikkat ettim, her bir çiçek içinde kırka yakın incecik, muntazam püskülleri, renkleri ve sanatları gördüm ki her biri Sâni’-i Zülcelal’in ayrı ayrı birer cilve-i esmasını ve birer ismini okutturuyor. İşte hiç mümkün müdür ki şu badem ağacının Sâni’-i Zülcelal’i ve Hakîm-i Zülcemal’i, bu camid ağaca bu kadar vazifeleri yükletsin; onun manasını bilen, ifade eden, kâinata ilan eden, dergâh-ı İlahiyeye takdim eden, ona münasip ve ruhu hükmünde bir melek-i müekkeli ona bindirmesin?

(29. Söz)


Yirmi Dokuzuncu Söz’ün Dördüncü Esas’ında beyan edildiği gibi ve ehadîs-i şerifenin delâlet ettiği üzere: “Bazı melaikeler var ki kırk bin başı var. Her başında, kırk bin dili var. (Demek, seksenbin gözü dahi var.) Her bir dilde, kırk bin tesbihat var.” Evet, madem melaikeler âlem-i şehadetin envaına göre müekkeldirler; âlem-i ervahta o envaın tesbihatlarını temsil ediyorlar, elbette öyle olmak lâzım gelir.

Çünkü mesela, küre-i arz bir mahluktur, Cenab-ı Hakk’ı tesbih ediyor. Değil kırk bin, belki yüz binler baş hükmünde envaları var. Her nev’in, yüz binler dil hükmünde efradları var ve hâkeza… Demek küre-i arza müekkel meleğin kırk bin, belki yüz binler başı olmalı. Ve her başında da yüz binler dil olmalı ve hâkeza…

İşte bu mesleğe binaen, Hazret-i Azrail aleyhisselâmın her ferde müteveccih bir yüzü ve bakar bir gözü vardır. Hazret-i Musa aleyhisselâmın Hazret-i Azrail aleyhisselâma tokat vurması, hâşâ Azrail aleyhisselâmın mahiyet-i asliyesine ve şekl-i hakikisine değil ve bir tahkir değil ve adem-i kabul değil; belki vazife-i risaletin daha devamını ve bekasını arzu ettiği için kendi eceline dikkat eden ve hizmetine set çekmek isteyen bir göze şamar vurmuş ve vurur…

(28. Mektup)


Hem mesela, küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin fertleri sayısınca diller ve o fertlerin aza ve yaprak ve meyveleri miktarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz ubudiyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdarane temsil edip dergâh-ı İlahiyeye takdim etmek için kırk bin başlı ve her başı kırk bin dil ile ve her bir dil ile kırk bin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki ayn-ı hakikat olarak Muhbir-i Sadık haber vermiş.

(11. Şua)


“Bir melaike var, kırk bin başı var. Her başında kırk bin dil var. Her bir dilde kırk bin tesbihat yapıyor.” Altmış dört trilyon tesbihat aynı anda söylüyor. Demek küre-i hava, bu melaike gibidir. Yani bu melaikenin tesbihatı adedince her kelime-i tayyibe, hava sahifesinde yazılıyor.

Küre-i hava diyor ki: “Bu hadîs, benden veya bana nezarete memur melekten haber veriyor. Çünkü insandaki bütün konuşmalar ve sair bütün hadsiz sesler, karışmaları içinde karıştırılmadan tam hurufatıyla ve söyleyenlerin şiveleriyle, mümtaz sesleriyle söylenmek gösterir ki küllî bir şuurla yapılan bu iş, yalnız tek bir zerrenin vazifesi; ne bana –yani küre-i havaya– ve ne de bütün esbaba vermesi hiçbir cihet-i imkânı yok. Demek her yerde hazır, nâzır ehadiyet cilvesiyle ve içinde ihatalı bir irade, muhit bir ilim bulunan bir kudret-i ezeliyenin cilvesidir. Buna milyonlar şahitlerinden birisi radyodur.”

(Emirdağ 2 L.)

Sema, Dalgaları Karar Kılmış Bir Denizdir[değiştir]

Elhasıl, esîrden yapılmış; elektrik, ziya, hararet, cazibe gibi seyyalat-ı latîfenin medarı olmuş ve hadîste اَلسَّمَاءُ مَوْجٌ مَكْفُوفٌ işaretiyle, seyyarat ve nücumun harekâtına müsait olmuş ve Samanyolu denilen “مَجَرَّةُ السَّمَاءِ”dan tâ en yakın seyyareye kadar, muhtelif vaziyet ve teşekkülde yedi tabaka, her bir tabaka âlem-i arzdan, tâ âlem-i berzaha, âlem-i misale, tâ âlem-i âhirete kadar birer âlemin damı hükmünde birer semanın bulunması, hikmeten, aklen iktiza eder.

(31. Söz)


Kur’an-ı Hakîm’in hikmet-i kudsiyesi ise o ifrat ve tefriti bırakıp hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki Sâni’-i Zülcelal, yedi kat semavatı halk etmiştir. Hareket eden yıldızlar ise balıklar gibi sema içinde gezerler ve tesbih ederler. Hadîste اَلسَّمَاءُ مَوْجٌ مَكْفُوفٌ denilmiş. Yani “Sema, emvacı karar-dâde olmuş bir denizdir.”

(12. Lem'a)

Her Akşamda Güneş Arşa Gider, Secde Eder. İzin Alıyor, Sonra Geliyor[değiştir]

Hadîs olarak işitiliyor: “Her akşamda güneş arşa gider, secde eder. İzin alıyor, sonra geliyor.” Evet, şemse müekkel olan melek; ismi Şems, misali de şemstir. Odur gider, gelir.

(Muhakemat)

Deniz Dibindeki Balıklar Dahi Günahkâr ve Zalimlerden Şekva Ediyorlar ki "Onların Yüzünden Yağmur Kesilir Hattâ Bizim de Nafakamız Azalır" Derler[değiştir]

Hadîste var ki: “Hattâ deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zalimlerden şekva ediyorlar ki onların yüzünden yağmur kesilir hattâ bizim de nafakamız azalır.” derler. Evet, bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor; masum hayvanlar da azap çekerler.

(Emirdağ-1 Lahikası)

Cennette Bir Dakika Rü’yet-i Cemal-i İlahî, Bütün Cennet Lezaizine Faiktir[değiştir]

İşte şu sırdandır ki “Vedud” ismine mazhar bir kısım evliya “Cenneti istemiyoruz. Bir lem’a-i muhabbet-i İlahiye, ebeden bize kâfidir.” demişler. Hem ondandır ki hadîste geldiği gibi “Cennette bir dakika rü’yet-i cemal-i İlahî, bütün cennet lezaizine faiktir.”

(32. Söz)

Hakiki Âlimler, Zalim Hükümdarlara Karşı Hak ve Hakikati Pervasızca Söyleyen Âlimlerdir[değiştir]

Hakiki âlimler, zalim hükümdarlara karşı hak ve hakikati pervasızca söyleyen âlimlerdir

(Konferans (Sözler))

Namaz Dinin Direğidir[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اَلصَّلَاةُ عِمَادُ الدّٖينِ

Namaz, ne kadar kıymettar ve mühim hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır hem namazsız adam ne kadar divane ve zararlı olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î anlamak istersen şu temsilî hikâyeciğe bak, gör:

(4. Söz)


اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ قَالَ «اَلصَّلَاةُ عِمَادُ الدّٖينِ» وَعَلٰى اٰلِهٖ وَصَحْبِهٖ اَجْمَعٖينَ

(21. Söz)

Allahım Bizi Sana Muhtaç Etmekle Zengin Kıl, Sana Müstağni Olmakla Fakir Kılma[değiştir]

اَللّٰهُمَّ نَوِّرْ قُلُوبَنَا بِنُورِ الْاٖيمَانِ وَ الْقُرْاٰنِ

اَللّٰهُمَّ اَغْنِنَا بِالْاِفْتِقَارِ اِلَيْكَ

(7. Söz)

Her Şeyin İyisine Bak[değiştir]

Bazı âyâtı düşünürken, bazı nükteler kalbime hutur ederek nota suretinde kaydettim. Elfazca zengin değilim, israfı da sevmem, teşrifatçı elfazı beğenmem, îcazımdan darılma!..

ﺧُﺬْ ﻣِﻦْ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍَﺣْﺴَﻨَﻪُ

kaidesiyle sana hoş gelen şeyleri al, sana hoş görünmeyeni bana bırak, ilişme!..

(Sünuhat (Asar-ı Bediiyye))


Hem de Avrupa'nın terbiyesinin neticesi olarak: ﺧُﺬْ ﻣِﻦْ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍَﺣْﺴَﻨَﻪُ kaidesiyle her şeyin en iyi cihetini nazara almak maslahat iken, en fena cihetini nazara alıp mütemadiyen milleti ye'se sevk ederek, ruh-u cemaatı öldürüyor.

(Tuluat (Asar-ı Bediiyye))

Bazı Ehl-i Cehennemin Dişi Cehennemde Dağ Kadardır[değiştir]

Ey münkir! Bilir misin ki küfür ve inkârın ile ne kadar ahmakça bir cinayet işliyorsun ki kendi yalancı vehmini, hezeyancı aklını, aldatıcı nefsini tasdik edip hiçbir vechile hulf ve hilafa mecburiyeti olmayan ve hiçbir vecihle hilaf, onun izzetine, haysiyetine yakışmayan ve bütün görünen şeyler ve işler, sıdkına ve hakkaniyetine şehadet eden bir zatı tekzip ediyorsun! Nihayetsiz küçüklük içinde nihayetsiz büyük cinayet işliyorsun! Elbette, ebedî büyük cezaya müstahak olursun. Bazı ehl-i cehennemin bir dişi, dağ kadar olması; cinayetinin büyüklüğüne bir mikyas olarak haber verilmiş.

(10. Söz)

Din Kolaylıktır[değiştir]

Dinde harec yoktur. لَا حَرَجَ فِى الدّٖينِ Madem dört mezhep haktır. Madem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü’yetine –böyle vesveseli adama– müreccahtır. Yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense amelini kusurlu görse, istiğfar etse daha evlâdır.

Madem böyledir, sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal, bir harecdir. Hakikat-i hale muttali olmak güçtür. Dindeki yüsre münafîdir.

لَا حَرَجَ فِى الدّٖينِ

اَلدّٖينُ يُسْرٌ

esasına muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. O bana kâfidir. Hem lâekall ben aczimi itiraf ederek ibadeti lâyık-ı vechile eda edemediğimden istiğfar ve tazarru ile merhamet-i İlahiyeye dehalet edip kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilane bir niyaza vesiledir.

(21. Söz)

Gıybet, Katl Gibidir[değiştir]

Mesela “Gıybet, katl gibidir.” Demek, gıybette öyle bir fert bulunur ki katl gibi bir zehr-i kātilden daha muzırdır. Mesela “Bir güzel söz, bir abdi âzad etmek gibi bir sadaka-i azîmenin yerine geçer.”

Şimdi tergib ve teşvik için o mübhem ferd-i mükemmel, mutlak bir surette her yerde bulunmasının imkânını, vaki bir surette göstermekle hayra şevki ve şerden nefreti tahrik etmektir.

(24. Söz)

Mü’minin Niyeti Amelinden Hayırlıdır[değiştir]

Hem mesela kavun, kalbinde nüveler suretinde bin niyet eder ki “Yâ Hâlık’ım! Senin esma-i hüsnanın nakışlarını yerin birçok yerlerinde ilan etmek isterim.” Cenab-ı Hak gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder. “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.” şu sırra işaret eder.

(24. Söz)

Muhakkak ki Allah Bu Dini Fâcir Adamla da Teyid Eder[değiştir]

Sen ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim.” diye gururlanma. اِنَّ اللّٰهَ لَيُؤَيِّدُ هٰذَا الدّٖينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ sırrınca: müzekkâ olmadığın için belki sen kendini o recül-ü fâcir bilmelisin. Hizmetini, ubudiyetini; geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farîza-i hilkat ve netice-i sanat bil, ucub ve riyadan kurtul!

(26. Söz)

Ashabım Yıldızlar Gibidir; Hangisine Uysanız Doğru Yolu Bulursunuz[değiştir]

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ الَّذٖى قَالَ : اَصْحَابٖى كَالنُّجُومِ بِاَيِّهِمْ اِقْتَدَيْتُمْ اِهْتَدَيْتُمْ وَ خَيْرُ الْقُرُونِ قَرْنٖى وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ وَ سَلِّمْ

(27. Söz)

Asırların En Hayırlısı Benim Asrımdır[değiştir]

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ الَّذٖى قَالَ : اَصْحَابٖى كَالنُّجُومِ بِاَيِّهِمْ اِقْتَدَيْتُمْ اِهْتَدَيْتُمْ وَ خَيْرُ الْقُرُونِ قَرْنٖى وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ وَ سَلِّمْ

(27. Söz)

Ashabıma Sövmeyin; Sizden Biri Uhud Dağı Kadar Altın İnfak Etse Onların Bir Müddüne (Avuç Dolusu), hatta Onun Yarısına Bile Ulaşamaz[değiştir]

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى رَسُولِكَ الَّذٖى قَالَ : لَاتَسُبُّوا اَصْحَابٖى لَوْ اَنْفَقَ اَحَدُكُمْ مِثْلَ اُحُدٍ ذَهَبًا مَا بَلَغَ نِصْفَ مُدٍّ مِنْ اَصْحَابٖى صَدَقَ رَسُولُ اللّٰهِ

(27. Söz)

Dost, Dostuyla Beraber Cennette Bulunacaktır[değiştir]

Sual: اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ sırrınca: “Dost, dostuyla beraber cennette bulunacaktır.” Halbuki basit bir bedevî, bir dakikada sohbet-i Nebeviyede lillah için bir muhabbet peyda eder; o muhabbetle, cennette Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın yanında bulunması lâzım gelir. Halbuki gayr-ı mütenahî feyze mazhar Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın feyzi, bir basit bedevî feyziyle nasıl birleşir?

(28. Söz)

Allahım! Bize Senin Muhabbetini ve Bizi Sana Yaklaştıracak Şeylerin Muhabbetini Nasip Et[değiştir]

Elhasıl: Dünyayı ve ondaki mahlukatı mana-yı harfiyle sev. Mana-yı ismiyle sevme. “Ne kadar güzel yapılmış.” de. “Ne kadar güzeldir.” deme. Ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünkü bâtın-ı kalp, âyine-i Samed’dir ve ona mahsustur. اَللّٰهُمَّ ارْزُقْنَا حُبَّكَ وَ حُبَّ مَا يُقَرِّبُنَا اِلَيْكَ de.

(32. Söz)

İsa, Şer’im İle Amel Edip Ümmetimden Olacak[değiştir]

Bu bir sırr-ı azîmdir, ona remz u işaret; Fahr-i Rusül demiştir: “İsa, Şer’im ile amel edip ümmetimden olacak.”

(Lemeat (Sözler))

Katil, Mirasçı Olamaz[değiştir]

Gayr-ı Meşru Tarîk, Zıdd-ı Maksuda Gider

اَلْقَاتِلُ لَا يَرِثُ bir düstur-u azîmdir: “Gayr-ı meşru tarîk ile bir maksada giden zat, galiben maksudunun zıddıyla görür mücazat.”

Avrupa muhabbeti, gayr-ı meşru muhabbet hem taklit ve hem ülfet. Âkıbeti mükâfat: Mahbubun gaddarane adâveti, cinayat…

Fâsık-ı mahrum bulmaz, ne lezzet ve ne necat.

(Lemeat (Sözler))

Cehennem Yerin Altındadır[değiştir]

Cehennemin yeri, bazı rivayatla “tahte’l-arz” denilmiştir.

(1. Mektup)

Ne Mutlu Gariplere[değiştir]

Meşhur Hikem-i Atâiye’nin şu fıkrası:

مَاذَا وَجَدَ مَنْ فَقَدَهُ § وَ مَاذَا فَقَدَ مَنْ وَجَدَهُ

Yani “Cenab-ı Hakk’ı bulan, neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden, neyi kazanır?”

Yani “Onu bulan her şeyi bulur; Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına bela bulur.” ne derece âlî bir hakikat olduğunu gördüm ve طُوبٰى لِلْغُرَبَاءِ hadîsinin sırrını anladım, şükrettim.

(6. Mektup)

Yeryüzünde Allah Allah Diyenler Bulundukça Kıyamet Kopmaz[değiştir]

Âhir zamanda Hazret-i İsa aleyhisselâm Deccal’ı öldürdükten sonra, insanlar ekseriyetle din-i hakka girerler. Halbuki rivayetlerde gelmiştir ki: “Yeryüzünde Allah Allah diyenler bulundukça kıyamet kopmaz.”

(15. Mektup)

Kişi (Ahirette) Sevdiğiyle Beraberdir[değiştir]

İşte iki şahsın aynı Cennet içinde ve aynı mekânda bulundukları halde, lezaizlerinin nihayet derece mütefavit olmasının imkânı bu sırdandır. Hem

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

hadîs-i şerifinin müjdesiyle, a'lâ ile edna arasında içtima' mümkün olmasının sırrı da bundan ileri gelmiştir.

(Zehrenin Zeyli (Mesnevi Badıllı))


Sual: اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ sırrınca: “Dost, dostuyla beraber cennette bulunacaktır.” Halbuki basit bir bedevî, bir dakikada sohbet-i Nebeviyede lillah için bir muhabbet peyda eder; o muhabbetle, cennette Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın yanında bulunması lâzım gelir. Halbuki gayr-ı mütenahî feyze mazhar Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın feyzi, bir basit bedevî feyziyle nasıl birleşir?

(28. Söz)

Sadaka Belayı Ref' Eder[değiştir]

Hadîs-i şerifte vârid olmuştur ki: “Bazen bela nâzil oluyor; gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir.” Şu hadîsin sırrı gösteriyor ki mukadderat, bazı şeraitle vukua gelirken geri kalır. Demek, ehl-i keşfin muttali olduğu mukadderat mutlak olmadığını, belki bazı şeraitle mukayyed bulunduğunu ve o şeraitin vuku bulmamasıyla o hâdise de vukua gelmiyor. Fakat o hâdise, ecel-i muallak gibi Levh-i Ezelî’nin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İspat’ta mukadder olarak yazılmıştır. Gayet nadir olarak Levh-i Ezelî’ye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor.

İşte bu sırra binaen, geçen ramazan-ı şerifte ve Kurban Bayramında ve daha başka vakitlerde istihraca binaen veya keşfiyat nevinden verilen haberler, muallak oldukları şeraiti bulamadıkları için vukua gelmemişler ve haber verenleri tekzip etmiyorlar. Çünkü mukadder imiş fakat şartı gelmeden o da vukua gelmemiş.

Evet, ramazan-ı şerifte bid’aların ref’ine Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in ekseriyetle hâlis duası bir şart ve bir sebeb-i mühim idi. Maalesef camilere ramazan-ı şerifte bid’alar girdiğinden, duaların kabulüne set çekip ferec gelmedi. Nasıl ki sâbık hadîsin sırrıyla: Sadaka, belayı ref’ eder. Ekseriyetin hâlis duası dahi ferec-i umumîyi cezbeder. Kuvve-i cazibe vücuda gelmediğinden fütuhat da verilmedi.

(16. Lem'a)

Amca ve Hala, Peder Hükmündedir; Teyze ve Dayı, Ana Hükmündedir[değiştir]

Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir

(21. Mektup)

Kızların Babasının Rızkına Bereket Düşer[değiştir]

Hem bir hadîs-i şerif ferman ediyor ki: اَبِى الْبَنَاتِ مَرْزُوقٌ Yani “Kızların babasının rızkına bereket düşer.” Demek, kız çocukları âhir zamanda çoğalır. Hem mübarek ve rızıkları bereketli olur.

(Hanımlar Rehberi)

Beli Bükülmüş İhtiyarlarınız Olmasa İdi Belalar Sel Gibi Üstünüze Dökülecekti[değiştir]

Ey insan! Madem canavar suretinde bir hayvan, insanların hanesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor; öyle ise mahlukatın en mükerremi olan insan ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyan aceze, alîl ihtiyareler ve alîl ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyade lâyık ve müstahak bulunan akrabalar ve akrabaların içinde dahi en hakiki dost ve en sadık muhib olan peder ve valide, ihtiyarlık halinde bir hanede bulunsa ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet ve لَوْلَا الشُّيُوخُ الرُّكَّعُ لَصُبَّ عَلَيْكُمُ الْبَلَاءُ صَبًّا sırrıyla, yani “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti.” ne derece sebeb-i def’-i musibet olduklarını sen kıyas eyle.

(21. Mektup)

Cennet Anaların Ayakları Altındadır[değiştir]

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ قَالَ «اَلْجَنَّةُ تَحْتَ اَقْدَامِ الْاُمَّهَاتِ» وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَصَحْبِهٖ اَجْمَعٖينَ

(21. Mektup)

Üç Günden Fazla Mü’min, Mü’mine Küsüp Kat’-ı Mükâleme Etmeyecek[değiştir]

Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir kalpte hakiki bulunsa o vakit adâvet mecazî olur; acımak suretine inkılab eder. Evet mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadîs ile: “Üç günden fazla mü’min, mü’mine küsüp kat’-ı mükâleme etmeyecek.”

(22. Mektup)

Ümmetimin İhtilafı Rahmettir[değiştir]

Hadîste اِخْتِلَافُ اُمَّتٖى رَحْمَةٌ denilmiş. İhtilaf ise tarafgirliği iktiza ediyor. Hem tarafgirlik marazı; mazlum avamı, zalim havassın şerrinden kurtarıyor. Çünkü bir kasabanın ve bir köyün havassı ittifak etseler mazlum avamı ezerler. Tarafgirlik olsa mazlum bir tarafa iltica eder, kendisini kurtarır. Hem tesadüm-ü efkârdan ve tehalüf-ü ukûlden hakikat tamamıyla tezahür eder.

(22. Mektup)

Mü'minler Birbirleriyle, Kurşunla Perçinleştirilmiş Bir Binaya Benzerler ve Birbirlerini Takviye ve Tahkim Eylerler[değiştir]

İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şakavet-i uhreviyeden kurtulunuz!

(22. Mektup)

Gerçek Hayat, Ancak Âhiret Hayatıdır[değiştir]

Sizin dünyaca bazı müşkülatınız, senin hesabına beni bir parça müteessir etti. Fakat madem dünya bâki değil ve musibetlerinde bir nevi hayır vardır, senin bedeline “Yahu bu da geçer!” kalbime geldi. لَا عَيْشَ اِلَّا عَيْشُ الْاٰخِرَةِ düşündüm اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرٖينَ okudum اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ dedim. Senin yerine teselli buldum. Cenab-ı Hak bir abdini severse dünyayı ona küstürür, çirkin gösterir. İnşâallah sen de o sevgililerin sınıfındansın.

(23. Mektup)

Allahım, Senden Kendim ve Onun İçin Dünyada ve Âhirette Af ve Âfiyet İstiyorum[değiştir]

Hem بِظَهْرِ الْغَيْبِ yani “gıyaben ona dua etmek” hem hadîste ve Kur’an’da gelen me’sur dualarla dua etmek. Mesela

اَللّٰهُمَّ اِنّٖى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَ الْعَافِيَةَ لٖى وَ لَهُ فِى الدّٖينِ وَ الدُّنْيَا وَ الْاٰخِرَةِ

رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ

gibi câmi’ dualarla dua etmek hem hulus ve huşû ve huzur-u kalp ile dua etmek hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra hem mevâki-i mübarekede, hususan mescidlerde hem cumada, hususan saat-i icabede hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede hem ramazanda, hususan leyle-i kadirde dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me’muldür.

(23. Mektup)

Sabır, Ferahlık ve Genişliğin Anahtarıdır[değiştir]

Sabır ise müşkülatın anahtarıdır ki

اَلْحَرٖيصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ

وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ

durub-u emsal hükmüne geçmiştir.

(23. Mektup)

Gençlerinizin En Hayırlısı, İhtiyarlarınıza Benzemeye Çalışanlar; İhtiyarlarınızın En Kötüsü de Gençlerinize Benzemeye Çalışanlardır[değiştir]

خَيْرُ شَبَابِكُمْ مَنْ تَشَبَّهَ بِكُهُولِكُمْ وَ شَرُّ كُهُولِكُمْ مَنْ تَشَبَّهَ بِشَبَابِكُمْ hadîs midir, bundan murad nedir?

Elcevap: Hadîs olarak işitmişim. Murad da şudur ki: “En hayırlı genç odur ki ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister, çocukçasına hevesat-ı nefsaniyeye tabi olur.”

(23. Mektup)

Allah Bir Topluluk İçin Hayır Murad Ettiğinde Onlara Nefislerinin Ayıplarını Gösterir[değiştir]

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş:

اِذَا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ خَيْرًا اَبْصَرَهُمْ بِعُيُوبِ اَنْفُسِهِمْ

(26. Mektup)

Ermiş Bir Ağacı Silkmekle Nasıl Meyveleri Düşüyor, Sıtmanın Titremesinden Günahlar Öyle Dökülüyor[değiştir]

Musibetin hastalık olan nev’i, sâbıkan geçtiği gibi o kısım, musibet değil belki bir iltifat-ı Rabbanîdir, bir tathirdir. Rivayette vardır ki: “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor, sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.”

(2. Lem'a)

İmanınızı Lâ İlâhe İllâllah İle Yenileyiniz[değiştir]

جَدِّدُوا اٖيمَانَكُمْ بِلَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ın hikmetini soruyorsunuz. Onun hikmeti, çok Sözlerde zikredilmiştir. Bir sırr-ı hikmeti şudur ki: İnsanın hem şahsı hem âlemi her zaman teceddüd ettikleri için her zaman tecdid-i imana muhtaçtır.

(26. Mektup)

Benim ve Benden Evvelki Peygamberlerin Sözleri İçinde En Faziletlisi Lâ İlâhe İllâllah'tır[değiştir]

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مَنْ قَالَ «اَفْضَلُ مَا قُلْتُ اَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلٖى لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ» وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَصَحْبِهٖ وَسَلِّمْ

(26. Mektup)


Hem kelime-i tevhidde azamet-i kibriya ve celal-i Sübhanî ve saltanat-ı mutlaka-i rububiyet-i Samedaniye tahakkuk etmesi içindir ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş: اَفْضَلُ مَا قُلْتُ اَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلٖى لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ Yani “Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri, “Lâ ilahe illallah” kelâmıdır.”

(2. Şuâ)

Zalim Allah'ın Kılıncıdır, Onunla İntikam Aldırır, Sonra da Ondan da İntikamı Alır[değiştir]

Elbette, اَلظَّالِمُ سَيْفُ اللهِ يَنْتَقِمُ بِهِ ثُمَّ يَنْتَقِمُ مِنْهُ kaidesine mazhar olur. Onlar da sonra cezasını bulurlar.

(28. Mektup)

Her Bid'at Dalâlettir ve Her Dalâlet Cehennem Ateşindedir[değiştir]

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, rehberimiz ferman etmiş ki: كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلَالَةٌ وَكُلُّ ضَلَالَةٍ فِى النَّارِ Acaba bu ferman-ı kat’îye karşı ulemaü’s-sû tabirine lâyık bazı bedbahtlar hangi maslahatı buluyorlar, hangi fetvayı veriyorlar ki lüzumsuz, zararlı bir surette şeair-i İslâmiyenin bedihiyatına karşı geliyorlar; tebdili kabil görüyorlar? Olsa olsa muvakkat bir cilve-i manadan gelen bir intibah-ı muvakkat, o ulema-i sûu aldatmıştır.

(29. Mektup)

Mü'minin Ferasetinden Sakının; Çünkü O Allah'ın Nuruyla Bakar[değiştir]

اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَاِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ sırrına göre; ehl-i iman ne kadar âmî ve cahil de olsa aklı derk etmediği halde, kalbi öyle hodfüruş adamları görse soğuk görür, manen nefret eder.

(29. Mektup)

Milletin Efendisi, Onlara Hizmet Edendir[değiştir]

سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ

(29. Mektup)

İnsanların En Hayırlısı Onlara En Faydalı Olandır[değiştir]

خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّاسَ

(29. Mektup)

Size İki Şey Bırakıyorum. Onlara Temessük Etseniz, Necat Bulursunuz. Biri: Kitabullah, Biri: Âl-i Beyt’im[değiştir]

Bu hakikati teyid eden diğer rivayetlerde ferman etmiş: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beyt’im.” Çünkü sünnet-i seniyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyt’tir.

(4. Lem'a)

Âhir Zamanda, Hâfızların Göğsünden Kur’an Nez’ediliyor, Çıkıyor, Unutuluyor[değiştir]

Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden hususan bu memalik-i harrede o sû-i nazardan sû-i istimalat, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes cüz’î küllî o şekvadadır. İşte bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hadîs-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: “Âhir zamanda, hâfızların göğsünden Kur’an nez’ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.” Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur’an’a bu sû-i nazarla bazılarda set çekilecek, o hadîsin tevilini gösterecek.

(Kastamonu Lahikası)

Her Nebinin Nesli Kendindendir. Benim Neslim, Ali’nin Neslidir[değiştir]

Bu hakikati teyid eden bir rivayet-i sahiha var ki Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş: “Her nebinin nesli kendindendir. Benim neslim, Ali’nin (ra) neslidir.”

(4. Lem'a)

Ben Kimin Efendisi İsem, Ali de Onun Efendisidir[değiştir]

Hem istikbalde Hazret-i Ali (ra) elîm hâdisata ve dâhilî fitnelere maruz kalacağını nazar-ı nübüvvetle görmüş, Hazret-i Ali’yi (ra) meyusiyetten ve ümmetini onun hakkında sû-i zandan kurtarmak için مَنْ كُنْتُ مَوْلَاهُ فَعَلِىٌّ مَوْلَاهُ gibi mühim hadîslerle Ali’yi (ra) teselli ve ümmeti irşad etmiştir.

(4. Lem'a)

Ameller Niyetlere Göredir[değiştir]

Elhasıl: Bunu, kardeşlerimi fazla şevke ve ziyade gayrete getirmek için izhar ettim. Eğer kusur etmiş isem Cenab-ı Hak affetsin.

اِنَّمَا الْاَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ

(8. Lem'a)

Hud Suresi Beni İhtiyarlattı[değiştir]

Hattâ Resul-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm) ferman etmiş ki: شَيَّبَتْنٖى سُورَةُ هُودٍ Yani Sure-i Hud’daki فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ âyeti beni ihtiyarlattırdı. Çünkü ehemmiyeti azîmdir. İstikamet-i tammeyi emrediyor.

(8. Lem'a)

Ümmetimden Bir Taife Kıyamet Gününe Kadar Galibâne Hak Üzerine Olacaktır[değiştir]

Yerde Allah Allah denilmeyecekten murad, Allah’a iman kalkacak demek değildir. Çünkü hadîste vardır ki لَا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتٖى ظَاهِرٖينَ عَلَى الْحَقِّ اِلٰى قِيَامِ السَّاعَةِ Bu hadîs, diğer hadîsi takyid ediyor.

(8. Lem'a)

Âhir Zamanda Allah Allah Denilmeyecek, Sonra Kıyamet Kopacak[değiştir]

Sen bu zamanın hâdisatına, fitne-i âhir zaman diyorsun. Halbuki hadîste vârid olmuş ki: “Âhir zamanda Allah Allah denilmeyecek, sonra kıyamet kopacak.”

(8. Lem'a)

Her Yüz Senede Cenâb-ı Hak Bir Müceddid-i Dîn Gönderiyor[değiştir]

Ashab-ı Kütüb-ü Sitte’den İmam-ı Hâkim Müstedrek’inde ve Ebu Davud Kitab-ı Sünen’inde, Beyhakî Şuab-ı İman’da tahric buyurdukları:

اِنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ لِهٰذِهِ الْاُمَّةِ عَلٰى رَاْسِ كُلِّ مِاَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دٖينَهَا

yani “Her yüz senede Cenab-ı Hak bir müceddid-i din gönderiyor.” hadîs-i şeriflerine mazhar ve mâsadak ve muzhir-i tam olan Mevlana eş-şehîr kutbü’l-ârifîn, gavsü’l-vâsılîn, vâris-i Muhammedî, kâmilü’t-tarîkatü’l-aliyye ve’l-müceddidiyye Hâlid-i Zülcenaheyn kuddise sırruhu ilh.

(Barla Lahikası)

Dünya Mü'minin Zindanı, Kâfirin Cennetidir[değiştir]

İşte hadîs-i şerifte اَلدُّنْيَا سِجْنُ الْمُؤْمِنِ وَجَنَّةُ الْكَافِرِ mezkûr hakikate dahi işaret ediyor. Yani dünyada şu mü’min, kısmen kusuratından cezasını gördüğü için dünya onun hakkında bir dâr-ı cezadır. Dünya, onların saadetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve cehennemdir.

(10. Lem'a)

Fesad-ı Ümmetim Zamanında Kim Benim Sünnetime Temessük Etse Yüz Şehidin Ecrini, Sevabını Kazanabilir[değiştir]

Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş: مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتٖى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتٖى فَلَهُ اَجْرُ مِأَةِ شَهٖيدٍ Yani “Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.”

(11. Lem'a)

Rabbim Bana Edebi, Güzel Bir Surette İhsan Etmiş, Edeblendirmiş[değiştir]

Sünnet-i seniye, edeptir. Hiçbir meselesi yoktur ki altında bir nur, bir edep bulunmasın! Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş: اَدَّبَنٖى رَبّٖى فَاَحْسَنَ تَاْدٖيبٖى Yani “Rabb’im bana edebi, güzel bir surette ihsan etmiş, edeplendirmiş.” Evet, siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve sünnet-i seniyeyi bilen, kat’iyen anlar ki: Edebin envaını, Cenab-ı Hak habibinde cem’etmiştir. Onun sünnet-i seniyesini terk eden, edebi terk eder. بٖى اَدَبْ مَحْرُومْ بَاشَدْ اَزْ لُطْفِ رَبْ kaidesine mâsadak olur, hasaretli bir edepsizliğe düşer.

(11. Lem'a)

Her Gelecek Şey Yakındır[değiştir]

كُلُّ اٰتٍ قَرٖيبٌ sırrıyla ben şimdiden görüyorum ki yakın bir zamanda ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kāliyle bağırarak derim: El-Aman! El-Aman! Yâ Hannan! Yâ Mennan! Beni günahlarımın hacaletinden kurtar!

(17. Lem'a)

Âlimler Hariç İnsanlar Helâk Oldu. İlmiyle Amel Edenler Hariç Âlimler de Helâk Oldu. İhlâs Sahipleri Hariç Amel Edenler de Helâk Oldu. İhlâs Sahipleri İse Pek Büyük Bir Tehlike ile Karşı Karşıyadır[değiştir]

اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّٖينَ

اَلَا لِلّٰهِ الدّٖينُ الْخَالِصُ

âyetiyle ve

هَلَكَ النَّاسُ اِلَّا الْعَالِمُونَ وَهَلَكَ الْعَالِمُونَ اِلَّا الْعَامِلُونَ وَهَلَكَ الْعَامِلُونَ اِلَّا الْمُخْلِصُونَ وَالْمُخْلِصُونَ عَلٰى خَطَرٍ عَظٖيمٍ –اَوْ كَمَا قَالَ–

hadîs-i şerifi, ikisi de ihlas ne kadar İslâmiyet’te mühim bir esas olduğunu gösteriyorlar. Bu ihlas meselesinin hadsiz nüktelerinden yalnız beş noktayı muhtasaran beyan ederiz.

(20. Lem'a)

Eğer Ümmetim İstikamet Üzere Olursa Ömrü Bir Tam Gündür (Bin Sene), Aksi Halde Ancak Yarım Gündür (Beş Yüz Yıl)[değiştir]

Hadîs-i sahîhte vardır ki, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: اِنِ اسْتَقَامَتْ اُمَّتٖي فَلَهُمْ يَوْمٌ وَاِلَّا فَنِصْفُ يَوْمٍ -ev kemâ kāl- Bu hadîs-i şerîfe her nasılsa, “Kıyâmete işaret ediyor” sûretinde ma‘nâ verilmiş, mu‘cize-i Nebeviye gizlenmiş, anlaşılmamış.

(18. Lem'a)

İktisad Eden, Maişetçe Aile Belasını Çekmez[değiştir]

“İktisat eden, maişetçe aile belasını çekmez.” mealinde لَا يَعُولُ مَنِ اقْتَصَدَ hadîs-i şerifi sırrıyla: İktisat eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez.

(19. Lem'a)

Kanaat Eden Aziz Olur; Tamah Eden Zillete Düşer[değiştir]

عَزَّ مَنْ قَنَعَ ذَلَّ مَنْ طَمَعَ hadîsin sırrıyla kanaat, izzeti intac eder. Hem sa’ye ve çalışmaya teşci eder. Şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır.

(19. Lem'a)

Lezzetleri Tahrib Edip Acılaştıran Ölümü Çok Zikrediniz[değiştir]

Hadîste اَكْثِرُوا ذِكْرَ هَادِمِ اللَّذَّاتِ –اَوْ كَمَا قَالَ– yani “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!” diye bu rabıtayı ders veriyor.

(21. Lem'a)

Mahşerde Ulema-i Hakikatin Sarf Ettikleri Mürekkep, Şehitlerin Kanıyla Muvazene Edilir; O Kıymette Olur[değiştir]

Birincisi: يُوزَنُ مِدَادُ الْعُلَمَاءِ بِدِمَاءِ الشُّهَدَاءِ –اَوْ كَمَا قَالَ– Yani “Mahşerde ulema-i hakikatin sarf ettikleri mürekkep, şehitlerin kanıyla muvazene edilir; o kıymette olur.”

(21. Lem'a)

Evlenin, Çoğalın. Ben Kıyamette Sizin Kesretinizle İftihar Edeceğim[değiştir]

Malûmdur ki kesret-i nesil herkesçe matlubdur. Hiçbir millet ve hükûmet yoktur ki kesret-i tenasüle taraftar olmasın. Hattâ Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş: تَنَاكَحُوا تَكَاثَرُوا فَاِنّٖى اُبَاهٖى بِكُمُ الْاُمَمَ –اَوْ كَمَا قَالَ– Yani “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”

(24. Lem'a)

İnsanların En Çok Belâ ve Musibete Maruz Kalanları Peygamberlerdir. Sonra Evliyalar, Sonra da Derecelerine Göre Diğer Salih İnsanlar Gelir[değiştir]

Ey âh ü enîn eden hasta! Hastalığın suretine bakıp âh eyleme! Manasına bak oh de! Eğer hastalığın manası güzel bir şey olmasa idi, Hâlık-ı Rahîm en sevdiği ibadına hastalıkları vermezdi. Halbuki hadîs-i sahihte vardır ki اَشَدُّ النَّاسِ بَلَاءً اَلْاَنْبِيَاءُ ثُمَّ الْاَوْلِيَاءُ اَلْاَمْثَلُ فَالْاَمْثَلُ –اَوْ كَمَا قَالَ– yani “En ziyade musibet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridirler.” Başta Hazret-i Eyyüb aleyhisselâm, enbiyalar sonra evliyalar ve sonra ehl-i salahat çektikleri hastalıklara birer ibadet-i hâlisa, birer hediye-i Rahmaniye nazarıyla bakmışlar; sabır içinde şükretmişler. Hâlık-ı Rahîm’in rahmetinden gelen bir ameliyat-ı cerrahiye nevinden görmüşler.

(25. Lem'a)

Hastanın Duasını Alınız; Onların Duası Makbuldur[değiştir]

Hadîste vardır ki: “Hastaların duasını alınız, onların duası makbuldür.”

(25. Lem'a)

Her Derde Derman Vardır[değiştir]

وَهُوَ لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءٌ

(25. Lem'a)

Ben İlim Şehriyim, Ali de Onun Kapısıdır[değiştir]

“Ne isterseniz benden sorunuz, haber vereyim size. Sorun bana maziden, halden ve istikbalden.” diye ashab-ı izam arasında kendini âleme ilan ve her müşkülü izah ve beyan ve اَنَا مَدٖينَةُ الْعِلْمِ وَ عَلِىٌّ بَابُهَا hadîs-i şerifini ispat ve ayân eden nâşir-i ilim ve irfan ve vâkıf-ı esrar-ı Kur’an Cenab-ı Hazret-i Haydar ile سَلُونٖى قَبْلَ اَنْ تَفْقِدُونٖى فَاِنَّهُ لَايُحَدِّثُ اَحَدٌ بَعْدٖى diye bağıran müçtehidler sertâcı İmam-ı Cafer’den sonra İslâm dünyasındasın.

(Konferans)

(Kıyamette) Boynuzsuz Keçinin Boynuzludan Hakkı Alınacaktır[değiştir]

ﺣَﺘَّﻰ ﻳَﻘْﺘَﺺُّ ﺍﻟْﺠَﻤَّﺎﺀُ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻘَﺮْﻧَﺎﺀِ

-ev kemâ kal- Yani: "Boynuzsuz olan hayvanın kısası, kıyamette boynuzludan alınır." diye ifade-i hadîsiye gösteriyor ki; gerçi cesedleri fena bulur, fakat ervahları bâki kalan hayvanat mabeyninde dahi onlara münasib bir tarzda dâr-ı bekada mücazat ve mükâfatları vardır.

(Latif Nükteler)

Bir Saat Tefekkür Bir Sene Nafile İbadetten Daha Hayırlıdır[değiştir]

On üç seneden beri kalbim, aklım ile imtizaç edip Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın

لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ

لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فٖٓى اَنْفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضَ

لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

gibi âyetler ile emrettiği tefekkür mesleğine teşvik ettiği ve

تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ

hadîs-i şerifi bazen bir saat tefekkür bir sene ibadet hükmünde olduğunu beyan edip, tefekküre azîm teşvikat yaptığı cihetle, ben de bu on üç seneden beri meslek-i tefekkürde akıl ve kalbime tezahür eden büyük nurları ve uzun hakikatleri kendime muhafaza etmek için işarat nevinden bazı kelimatı o envara delâlet etmek için değil belki vücudlarına işaret ve tefekkürü teshil ve intizamı muhafaza için vaz’ettim. Gayet muhtelif Arabî ibarelerle kendi kendime o tefekkürde gittiğim zaman, o kelimatı lisanen zikrediyordum.

(29. Lem'a)

Temizlik İmândandır[değiştir]

Nezafetin bu kudsî intisabındandır ki اَلنَّظَافَةُ مِنَ الْاٖيمَانِ hadîsi, nezafeti imanın nurundan saymış.

(30. Lem'a)

Ümmetimin Alimleri İsrâiloğullarının Peygamberleri Gibidir[değiştir]

Üç yüz elli milyon içinde Âl-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdan yalnız iki zatın; yani Hasan (ra) ve Hüseyin’in (ra) neslinden gelen evliya –ekser-i mutlak– hakikat mesleklerinin ve tarîkatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları عُلَمَاءُ اُمَّتٖى كَاَنْبِيَاءِ بَنٖى اِسْرَائٖيلَ hadîsinin mazharları olduklarıdır. Başta Cafer-i Sadık (ra) ve Gavs-ı A’zam (ra) ve Şah-ı Nakşibend (ra) olarak her biri, ümmetin bir kısm-ı a’zamını tarîk-ı hakikate ve hakikat-i İslâmiyet’e irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.

(6. Şua)

İşlerin En Hayırlısı Zorlu Olanıdır[değiştir]

Meşakkat derecesinde sevabın ziyadeleşmesi cihetinde, bu şiddetli hale şükretmeliyiz. Vazifemiz olan hizmet-i imaniyeyi ihlasla yapmaya çalışmalı, vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve hayırlı neticeleri vermek cihetine karışmamalıyız. خَيْرُ الْاُمُورِ اَحْمَزُهَا deyip bu çilehanedeki sıkıntılara sabır içinde şükretmeliyiz. Amelimizin makbuliyetine bir alâmet ve kudsî mücahedemizin imtihanında tam bir şehadetname almamıza bir emaredir bilmeliyiz.

(14. Şua)

Göz Değmesi Deveyi Kazana, Adamı Kabre Sokar[değiştir]

Benim kat’î kanaatim geldi ki nazar, beni şiddetle müteessir ve hasta eder. Çok defa tecrübe ettim. Ben ruh u canımla size her vaziyette arkadaş olmak isterim fakat اَلنَّظَرُ يُدْخِلُ الْجَمَلَ الْقِدْرَ وَ الرَّجُلَ الْقَبْرَ meşhur kaide ile nazar beni vurur. Çünkü bana bakan ya şiddetli adâvetle veya takdir ile nazar eder. Bu iki nazar dahi bazı insanların bir hâsiyet-i isabet sırrıyla bakmasında bulunur. Bunun için mümkün olsa mecbur etmezlerse sizin ile beraber mahkemeye her vakit gelmemek niyet ettim.

(13. Şua)

Bir Tek Adam Seninle Hidayete Gelse Sahra Dolusu Kırmızı Koyun Keçilerden Daha Hayırlıdır[değiştir]

İki üç kardeşlerimiz şöyle güzel bir teselli kendilerine bulmuşlar. Diyorlar ki:

“Bu hapiste bir kısım yeni kardeşlerimiz, bir iki saat gayr-ı meşru bir hareket yüzünden, bir iki belki on sene bu musibet içinde sabır ve tahammül ediyorlar. Hattâ bir kısmı şükrederek başka günahlardan kurtulduk dedikleri halde; biz Risale-i Nur vasıtasıyla en meşru bir hareket ve hizmet-i imaniye yüzünden altı yedi ay hayırlı bir sıkıntıdan neden şekva ediyoruz?” diyorlar. Ben de bin bârekellah onlara derim.

Evet, beş on sene hem imanını hem başkaların imanlarını kurtarmak niyetiyle zevkli, tatlı, hayırlı, kudsî bir hizmet ve yüksek bir ubudiyet-i fikriye yüzünden beş on ay zahmet çekmek, medar-ı şükür ve iftihardır.

Bir hadîste ferman etmiş ki: “Bir tek adam seninle hidayete gelse sahra dolusu kırmızı koyun, keçilerden daha hayırlıdır.” İşte burada, mahkemede ve Ankara’da, sizlerin yazılarınız ve hizmetleriniz vasıtasıyla ne kadar insanlar imanlarını dehşetli şüphelerden kurtardığını ve kurtaracağını düşününüz, sabır içinde kemal-i rıza ile şükrediniz.

Eğer Ankara’da hâkim olan Halk Partisi, oraya giden Risale-i Nur’un kuvvetli kitaplarına karşı inat etse ve musalaha niyetiyle himayesine çalışmazsa bizim en rahat yerimiz hapistir ve mülhidler, Bolşevizm’i zındıka ile birleştirdiğine alâmettir ve hükûmet onları dinlemeye mecbur olur. O zaman Risale-i Nur çekilir, tevakkuf eder, maddî ve manevî musibetler hücuma başlarlar.

(13. Şuâ)


Hadîs-i şerifte vardır ki: “Bir adam seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır.” “Bazen bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur.” Hattâ Nakşîlerin hafî zikre verdiği büyük ehemmiyet, bu nevi tefekküre yetişmek içindir.

(Emirdağ 1 Lahikası)


Sizin fevkalâde sa’y ü gayretiniz Isparta ve civarını bir geniş Medresetü’z-Zehraya ve bir Camiü’l-Ezhere çevirdiğine bir delil de bu defa matbaacıları da hayrette bırakan yazdıklarınız Asâ-yı Musa mecmuasından yirmiden ziyade mükemmel tevafuklu nüshalarını bu yarım ümmi kardeşinize göndermenizdir. Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn sizlere ve yazanlara ve yardım edenlere her bir harfine mukabil bin rahmet eylesin ve binler meyve-i cennet ihsan etsin ve yüzer hasenat defter-i a’malinizde yazdırsın, âmin âmin âmin!

Ben onlara baktım, kalbime geldi ki: Bu kahramanların şimdi de bir mükâfatları yok mu?

Birden ihtar edildi ki: Onlar, bu mecmuayı yazmakla feylesofları susturan, imana getiren kuvvetli bir ders-i imanîyi en evvel kendi kendine tam okuyorlar, manevî bir hazine kazanıyorlar. Hem onların nüshaları, pek çokların imanlarını kurtaracaklar veya imana gelecekler. Bir hadîste vardır ki: “Bir tek adam seninle imana gelse sahra dolusu kırmızı koyundan daha hayırlıdır.”

Hem onlar, bu mübarek kalemleriyle, eski zamanda İslâmiyet’in büyük mücahid kahramanlarının kılınçlarının kudsî hizmetlerini görüyorlar. Elbette istikbal, onları ve Nurcuları çok alkışlayacak.

(Emirdağ 1 Lahikası)

Bir Adam Kemal-i İmanı Kazandığına Avam-ı Nasta Akıllarının Tavır Haricindeki Yüksek Hallerini Mecnunluk, Divanelik Saymaları, Onun Kemal-i İmanına Ve Tam İ'tikadına Delalet Eder[değiştir]

Şimdi dahi beni ve kardeşlerimi şiddetli bir mes’uliyetten kurtarmak fikriyle bana mahrem risale cihetiyle ara sıra bir cezbe, bir cinnet-i muvakkate isnad edenlere aynı sözleri tekrarla beraber iki cihetle memnunum:

Birisi: Hadîs-i sahihte vardır ki: “Bir adam kemal-i imanı kazandığına, avam-ı nâsın akıllarının tavrı haricindeki yüksek hallerini mecnunluk, divanelik saymaları, onun kemal-i imanına ve tam itikadına delâlet eder.” diye ferman ediyor.

(13. Şuâ)

Alimler Peygamberlerin Varisleridir[değiştir]

Ahmed Feyzi Bedîüzzamanü'l-Kürdî kelimesini bulmak için iki kerre Muhammed kelimesinin tevafukunu göstermiş. Acaba Saidü'l-Kürdî Peygamberimiz Muhammed Mustafa'ya (A.S.M.) benzetilmek mi istenilmiştir.

C: Ahmed Feyzi'nin, Risale-i Nur Kur'anın bir tefsiri olmasından ve her vakit nübüvvetin şeriatını tatbik eden ve veraset-i nübüvvet ve ﺍَﻟْﻌُﻠَﻤَٓﺎﺀُ ﻭَﺭَﺛَﺔُ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ hadîsine istinaden bîçare Said'i o irsiyette, o Kur'an hizmetinde, değil bir benzemek belki sünnete ittiba etmek manasındaki ilmî ve ebcedî istihracını medar-ı mes'uliyet gören, hem ﺗَﺨَﻠَّﻘُﻮﺍ ﺑِﺎَﺧْﻠﺎَﻕِ ﺭَﺳُﻮﻝِ ﺍﻟﻠَّﻪِ manasını anlamayan elbette üç cihette yanlış etmiş. Zât-ı Ahmediyenin (A.S.M.) güneşinden tereşşuh eden bir zerrecik nuruna mazhariyetini büyük bir saadet telakki eden Said'in elbette yüzbin derece kendi haddinden tecavüz edip ona kendini benzetmeğe çalıştığını söyleyen divanedir. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a ittibaı ve sünnetine iktida manasını anlamamış.

(14. Şua)

Namaz Mü'minin Mi'racıdır[değiştir]

Madem hadîsçe namaz, mü’minin mi’racıdır ve mi’rac-ı ekberin cilvesine mazhardır.

(15. Şuâ)

Rabbine Sanki O'nu Görüyormuş Gibi İbadet Et[değiştir]

Elfaz okunurken manalarını düşünmek, belâgat mezhebinde vâcib olduğuna işarettir. Çünkü manalar düşünülürse nâzil olduğu gibi okunur ve o okuyuş; tabiatıyla, zevkiyle hitaba incirar eder. Hattâ اِيَّاكَ نَعْبُدُ yu okuyan adam, sanki اُعْبُدْ رَبَّكَ كَاَنَّكَ تَرَاهُ cümlesindeki emre imtisalen okuyor gibi olur.

(İşarat-ül İ'caz)

Zekat İslam'ın Köprüsüdür[değiştir]

Bütün muavenet ve yardım nevilerini hâvi olan zekât hakkında sahih olarak Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan اَلزَّكَاةُ قَنْطَرَةُ الْاِسْلَامِ hadîs-i şerifi mervîdir. Yani Müslümanların birbirine yardımları ancak zekât köprüsü üzerinden geçmekle yapılır. Zira yardım vasıtası zekâttır. İnsanların heyet-i içtimaiyesinde intizam ve asayişi temin eden köprü zekâttır. Âlem-i beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilallerden, ihtilaflardan meydana gelen felaketlerin tiryakı, ilacı muavenettir.

(İşarat-ül İ'caz)

Utanmazsan İstediğini Yap[değiştir]

Hem eğer münafıkları ta'yin ederek, insanların içersinde pis ve rezil olarak göstermiş olsaydı, denebilirdi ki; peygamber tereddüd içersindedir, etba'ına vusûk ve itimadı yoktur. Hem bununla beraber, fesadın az bir bölümü de olsa; hicap perde altında kalırsa, yavaş yavaş sönmeye yüz tutar. Sahibi de o perde altında ve gizlilik arksında kendini kurtarmaya çalışır. Ama eğer perde yırtılıp kalksa; Hadis-i Şerifte اِذَاَ لَمْ تَسْتَحِ فَافْعَلْ مَا شِئْتَ [2] hükmüne binaen, (Yani: Haya etmediğin zaman, istediğini yap!) o münafık "madem öyledir, ne olursa olsun" diyecek ve çekinmeden pisliği yaymaya başlayacaktır.

(İşarat-ül İ'caz (Badıllı))

Haber (Almak) ve Görmek Aynı Şey Değildir[değiştir]

Arkadaş! Tûl-i zaman ve bu’d-i mekânın muhakemat-ı akliyede tesiri çoktur. Maahâzâ لَيْسَ الْخَبَرُ كَالْعَيَانِ düsturuna ittibaen, şu zaman ve muhitin hayalatından çıkarak tayy-ı zaman ve mekân ile hayalen Ceziretü’l-Arab’a gidelim ve Medine-i Münevvere’de nurani ve yüksek minber-i saadetine çıkmış, nev-i beşere hitaben irşadatta bulunan o zat-ı muallâyı bizzat görüp sözlerini dinlemeliyiz.

(Reşhalar, Mesnevi-i Nuriye)

Allah Her Şeyden Önce Nurumu Yarattı[değiştir]

Mezkûr âyetin tabaka-i avama ait safhasının arkasında şöyle bir safha da vardır ki: Nur-u Muhammediyeden (asm) yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun macun ve hamurundan infisal ettirilmesine işarettir. Bu safhayı, delâletiyle teyid eden اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ نُورٖى olan hadîs-i şeriftir.

(Habbe, Mesnevi-i Nuriye)

Abdin Secdedeki Anı Rabbisine En Yakın Halidir[değiştir]

İşte tesbih ederiz o zatı ki; kendi zat-ı uluhiyetini bize latif san'atlarıyla tanıttırdığı gibi, halaik u mahlukat dahi onun topraktaki acaib-i tasarrufunun kudretini bize tarif etmektedir. İşte bu sırra remzeden bu gelen hadîs-i şeriftir ki; ferman buyurmuş:

اَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ وَهُوَ سَاجِدٌ

Mana-yı şerifi: Yani, abdin hal-i secdedeki anı, Rabbisine en yakın halidir.

(Şule, Mesnevi-i Nuriye (Badıllı))

(Allah'ın Öyle Kulları Var ki) Allah'tan İstediklerinde Allah Onu Yapıverir[değiştir]

اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki! Evliyaların himmet ve mededleri ve ifazalarla manevî fiilleri ancak halî veya fiilî bir çeşit duadırlar. Hâdî ancak Allah olduğu için, Mugis ve Muîn de yalnız odur.

Bana, bu hususta bir şey telemmu' ile ışıklanıp görünüyorsa da, lakin vazıhan tam teşahhus etmiş değildir. İşte o şey ise, İnsanda bir latife ve bir halet vardır ki; insan o latifenin lisanıyla dua ettiği vakit -velev o insan fâsık dahi olsun- mutlaka makbul oluyor.

Evet, o öyle bir latifedir ki, hadîs-i şerifte

اِذَا اَقْسَمَتْ عَلَي اللّٰهِ لَاَبَرَّهَا

Yani: O latife, Allah'a yemin ettiği zaman, (Yani bir şeyi ondan istediği vakit) Allah onun yeminini doğruluyor, yani dilediğini kabul ediyor.

(Şule, Mesnevi-i Nuriye (Badıllı))

Allah'ın Ni'metlerinde Tefekkür Edin Fakat O'nun Zatında Tefekkür Etmeyin Çünki Siz O'nu Takdir Edemezsiniz[değiştir]

Fakat ehl-i vahdetü'ş-şuhudun meşrebi fark ve sahvdır. Ehl-i vahdetü'l-vücudun meşrebi mahv ve sekirdir. Sâfi meşrep ise, meşreb-i ehl-i fark ve sahvdır.

تَفَكَّرُوا فٖى اٰلَٓاءِ اللّٰهِ وَ لَا تَفَكَّرُوا فٖى ذَاتِهٖ فَاِنَّكُمْ لَنْ تَقْدِرُوا

حَقٖيقَةُ الْمَرْءِ لَيْسَ الْمَرْءُ يُدْرِكُهَا فَكَيْفَ كَيْفِيَّةُ الْجَبَّارِ ذِى الْقِدَمِ هُوَ الَّذٖى اَبْدَعَ الْاَشْيَٓاءَ وَ اَنْشَاَهَا فَكَيْفَ يُدْرِكُهُ مُسْتَحْدَثُ النَّسَمِ

(Nokta (Asar-ı Bediiyye))

İnsanlarla Onların Anlayacağı ve Tanışı Olduğu Şeylerle Konuşun[değiştir]

Yâhû insaf mıdır, taharri-i hakikat böyle midir ki; sen irşad-ı mahz ve ayn-ı belağat ve hidayetin mağzı olan şeyi, irşada münafî ve mübayin tevehhüm edesin! Ve belağatca ayn-ı kemâl olan şeyi noksan tahayyül edesin! Acaba senin zihn-i sakîminde belağat o mudur ki; ezhanı tağlit ve efkârı teşviş ve muhitin müsaadesizliği ve zamanın adem-i i'dâdından ezhan müstaid olmadıkları için, ukule tahmil edilmeyen şeyleri teklif etmek midir? Kellâ

ﻛَﻠِّﻢِ ﺍﻟﻨَّﺎﺱَ ﻋَﻠَﻰ ﻗَﺪْﺭِ ﻋُﻘُﻮﻟِﻬِﻢْ

(Şuaat-ü Marifet-ün Nebiyy (Asar-ı Bediiyye))

Beni Rü'yada Gören Aynen Görmüş Gibidir[değiştir]

S- Hazret-i Azrail birdir; bir anda, her yerde eceli gelenlerin ruhunu kabzeder. Hazret-i Cebrail, Sidret-ül Münteha'da suret-i hakikiyesinde olduğu anda, Dıhye veya başkasının suretinde meclis-i Nebevîde iman ve İslâmın erkânını soruyor veya tebliğ eder. Daha yalnız Allah bilir kaç yerlerde bulunuyor. Hazret-i Peygamber (A.S.M.) demiş:

مَنْ رَاٰنٖى فِى الْمَنَامِ فَقَدْ رَاٰنٖى حَقًّا

Şu sırrına binaen, avam-ı ümmetten binlere bir anda menamen ve havassa yakazaten ve keşfen temessülü ve umum ümmetin salavatının istimâı ve âhirette umumla görüşmesi ve şefa'atı; hem de bir Velî bir anda pek çok yerlerde müşahedesi gibi sırların miftahı nedir?

C- Bir nuranînin timsali, onun hâsiyetine mâliktir; hem gayrı değildir. Şu âleme karşı açılan âlem-i suver ve misalin bir penceresi olan ecsâm-ı şeffâfeden âyineler, ecsâm-ı kesifenin hassasız şeklini alır; fakat nuranînin timsaliyle beraber hassa-i zâtiyesini de alır.

Meselâ: Bir adam binler âyine ortasında dursa, herbir âyinede aynı şahıs bulunur; fakat ruhsuz, hissiz, fikirsiz birer şahıstır.

Lâkin şems binler âyinede temessül etse, herbir timsal çendan şemsin azamet-i mahiyetine ve mertebe-i kemâline mâlik değilse de; lâkin Şemsin hissi hükmünde olan harareti, hayatı hükmünde olan ziyası, aklı hükmünde olan tenviri olan havass-ı selâseyi câmi'dir. Nuranînin timsali hayy-ı mûrtebittir. Kesifin timsali, meyyit-i müteharriktir. Ruh, en münevver bir nurdur. Tahdidi kabul etmeyen âlem-i misalin pencerelerinde temaşager bir ruhun gayr-ı mahsur timsalleri de, birer ruh-u mütecessiddir, havassına mâliktir, onun gayrı değillerdir.

(Tuluat (Asar-ı Bediiyye))

Esas Helak Olan İnsanlar Helak Oldu Diyendir[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اَلْحَمْدُ للّٰهِ الَّذٖى قَالَ وَ لَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا وَ الصَّلَاةُ عَلٰى مُحَمَّدٍ ۨالَّذٖى قَالَ: مَنْ قَالَ هَلَكَ النَّاسُ هَلَكَ النَّاسُ فَهُوَ اَهْلَكَهُمْ... اَمَّا بَعْد

Şu zamanın medenî engizisyonu müdhiş bir vesile ile, bazı ezhanı telkîh ile, bir kısım nâmeşru' evlâdını vücûda getirip, İslâmiyet'e karşı kinini ve hiss-i intikamını icra eder.

(Deva-ül Ye's (Asar-ı Bediiyye))

Ben ve Kıyamet Bu İki Parmak Gibiyiz[değiştir]

Meselâ: Hadîste denilmiş:

اَنَا وَ السَّاعَةُ كَهٰذَيْنِ

(Muhakemat)

Her Biriniz Çobansınız ve Raiyyetinizden Mes'ulsunüz[değiştir]

Hâ! Hükûmet-i meşrûtanın timsâl-i nûranisi:

ﻛُﻠُّﻜُﻢْ ﺭَﺍﻉٍ ﻭَﻛُﻠُّﻜُﻢْ ﻣَﺴْﺆُﻝٌ ﻋَﻦْ ﺭَﻋْﻴَﺘِﻪِ

sırrınca, herbir büyük adam bu düsturu nazara almak gerektir.

(Münazarat (Asar-ı Bediiyye))

Kim ki Bir Zimmiye Eziyet Ederse Ben Onun Hasmı Olurum[değiştir]

S- Bir kısım Jön Türk der: "Demeyin Hristiyanlara hey kâfir! Zîrâ ehl-i kitabdırlar." Neden kâfir olana kâfir demeyeceğiz?

C- Kör adama, hey kör demediğiniz gibi... Çünki eziyettir. Eziyetten nehiy var: ﻣَﻦْ ﺍَﺫَﻯ ﺫِﻣِّﻴًّﺎ ilh...

(Münazarat (Asar-ı Bediiyye))

Kazanan, Allah'ın Sevdiğidir[değiştir]

S- Eskiden İslâmlar zengin, onlar fakir idiler. Şimdi her yerde kaziye bil'akistir. Hikmeti nedir?

C- İki sebebi biliyorum:

Birincisi:

ﻟَﻴْﺲَ ﻟِﻠْﺎِﻧْﺴَﺎﻥِ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﺳَﻌَﻰ

olan ferman-ı Rabbanîden müstefad olan meyelan-ı sa'y ve

ﺍَﻟْﻜَﺎﺳِﺐُ ﺣَﺒِﻴﺐُ ﺍﻟﻠَّﻪِ

olan ferman-ı Nebevîden müstefad olan şevk-i kesb, bazı telkinat ile o meyelan kırıldı ve o şevk de söndü.

(Münazarat (Asar-ı Bediiyye))

Sizden Hiçbiriniz Kendisi İçin İstediğini Din Kardeşi İçin İstemedikçe Tam İman Etmiş Olamaz[değiştir]

S- Nasıl birbiriyle ittihad ve ittifak edecekler? Halbuki bazıları bazılarını münkirdir. Onların düsturlarındandır ki; münkir ile muhabbet, belki ünsiyet dahi haramdır. İnkâr mes'elesi mühimdir?

C- Öyleyse, size şöyle bir hitab etmek hakkımdır:

Ey eblehler! Ey hayvanlar! İşitmediniz mi, anlamamış mısınız ki:

ﺍِﻧَّﻤَﺎ ﺍﻟْﻤُﺆْﻣِﻨُﻮﻥَ ﺍِﺧْﻮَﺓٌ

bir namus-u İlahîdir. Veya körleşmiş misiniz ki, görmüyor musunuz ki:

ﻟﺎَ ﻳُﺆْﻣِﻦُ ﺍَﺣَﺪُﻛُﻢْ ﺣَﺘَّﻰ ﻳُﺤِﺐَّ ِﻟﺎَﺧِﻴﻪِ ﻣَﺎ ﻳُﺤِﺐُّ ﻟِﻨَﻔْﺴِﻪِ

bir düstur-u Nebevîdir.

(Münazarat (Asar-ı Bediiyye))

İşlerin En Hayırlısı Orta Hallisidir[değiştir]

Biri dedi: "Nedendir, haml-i emânet olan, mertebe-i azîme. Yalnız insanoğlu onunla tekrim edilmiş, onunla halife olmuş?"

Derim: "Zira o evsat,

ﺧَﻴْﺮُ ﺍﻟْﺎُﻣُﻮﺭِ ﺍﻟْﺎَﻭْﺳَﻂُ

Kâinatın vücûdu, bir şekl-i mahrutidir, sivri ucunda cüz'-ü lâyetecezza durmuş.

(Lemeat (Asar-ı Bediiyye)

Sana Şüphe Vereni Bırak, Şüphe Vermeyene Yönel[değiştir]

Sâniyen: İmam-ı Gazalî Hazretlerinin İhyaü’l-Ulûm’unda tasavvuf nokta-i nazarında دَعْ مَا يُرٖيبُكَ اِلٰى مَالَا يُرٖيبُكَ kaidesine ittibaen, ekmeği bile bir zaman terk edip ot ile idareye koyuldu.

(İlk Hayatı, Tarihçe-i Hayat)

Tevâzu Göstereni Allah Yüceltir[değiştir]

Üstadım, başkalarında nadiren bulunan mümtaz hasletlerin, zahirî tavrının pek fevkinde bir vaziyet gösteriyor. Zahir hale bakılsa ilm-i hali bilmiyor gibi görünür, birden bakarsın bir derya kesiliyor. Mezun olduğu miktarı, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan istifade derecesi nisbetinde söyler. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan istifadesi olmadığı vakitlerde, yeni ay gibi mahviyet gösterir. Bende nur yok, kıymet yok der. Bu hasleti de tam tevazudur ve مَنْ تَوَاضَعَ رَفَعَهُ اللّٰهُ hadîsiyle tam âmil olmasıdır.

(Barla Hayatı, Tarihçe-i Hayat)

Said, Annesinin Karnında Saiddir[değiştir]

“Mahşer gününde dahi bizleri اَلسَّعٖيدُ سَعٖيدٌ فٖى بَطْنِ اُمِّهٖ hadîs-i şerifine mazhar olan Üstadımız define-i ulûm ve fünun, bedîü’l-beyan allâme-i Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri ile birlikte haşretsin. Tâ ki o korkulu günde nurlu, müşfik, mübarek eliyle elimizi tutsun, huzur-u Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâma bizi götürsün, inşâallah!..”

(Kastamonu Hayatı, Tarihçe-i Hayat)

Hikmetin Başı Allah Korkusudur[değiştir]

Mahdud günahlara cehennemle mukabelenin mahz-ı adalet olduğuna, cehennemin ceza-yı amel, cennetin fazl-ı İlahî ile olduğuna; seyyienin az yazılıp hasenenin çok yazılmasına; ehl-i dalaletin muvaffakıyetlerinin –hâşâ– kendilerinde hakikat olduğuna veya ehl-i hakta zaaf bulunduğuna delâlet etmediğini gösteren dört meraklı suale gayet fasih ve beliğ cevaplar vermek suretiyle, ehl-i imanı رَاْسُ الْحِكْمَةِ مَخَافَةُ اللّٰهِ düsturuna, her türlü saadeti câmi’ olan Kur’an ve Sünnet şahrahına girmeye teşvik ettiğini,…

(Barla Lahikası)

Din Nasihattan İbarettir[değiştir]

3- Müslümanlara iman cihetinden hizmet: اِنَّ الدّٖينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمٖيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ gibi âyetlerle اَلدّٖينُ النَّصٖيحَةُ اَلدّٖينُ النَّصٖيحَةُ اَلدّٖينُ النَّصٖيحَةُ hadîs-i şerifi.

(Barla Lahikası)

En Zayıflarınızın Yürüyüşüne Göre Hareket Edin[değiştir]

Hem bir adam, kendi başına cesareti güzel de olsa bir cemaat-i mütesanideye girdikten sonra, onların istirahatini ve sarsılmamalarını muhafaza etmek için o şahsî cesareti istimal edemez. سٖيرُوا عَلٰى سَيْرِ اَضْعَفِكُمْ hadîs-i şerifinin sırrıyla hareket etmek, hem şimdilik bu müşevveş vaziyetlerde çok zararlı hem hocaları hem ehl-i siyaseti Risale-i Nur’a karşı cephe almaya ve tecavüz etmeye sebebiyet veren şapka ve ezan meseleleri ve Deccal ve Süfyan unvanları, Risale-i Nur şakirdleri yabanilere karşı lüzumsuz medar-ı bahis ve münazaa edilmemek lâzımdır ve ihtiyat etmek elzemdir ve itidal-i demmi muhafaza etmek vâcibdir. Hattâ sizde cüz’î bir ihtiyatsızlık, buraya kadar bize tesir ediyor.

(Kastamonu Lahikası)

Ümmetimden Bir Taife Allah'ın Emri Gelinceye Kadar (Yani Kıyâmetin Kopmasına Kadar) Hak Üzerinde Galip Olacaktır[değiştir]

Âhir Zamandan Haber Veren Mühim Bir Hadîs

لَا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتٖى ظَاهِرٖينَ عَلَى الْحَقِّ حَتّٰى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِهٖ

Ramazan-ı şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadîs-i şerif hatırıma geldi. Belki Risale-i Nur şakirdlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.

لَا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتٖى (şedde sayılır, tenvin sayılmaz) fıkrasının makam-ı cifrîsi bin beş yüz kırk iki (1542) ederek nihayet-i devamına îma eder. لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

ظَاهِرٖينَ عَلَى الْحَقِّ (şedde sayılır) fıkrası dahi makam-ı cifrîsi bin beş yüz altı (1506) edip bu tarihe kadar zahir ve aşikârane, belki galibane sonra tâ kırk ikiye kadar gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder. وَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

حَتّٰى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِهٖ (şedde sayılır) fıkrası dahi makam-ı cifrîsi bin beş yüz kırk beş (1545) olup kâfirin başında kıyamet kopmasına îma eder. لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

Cây-ı dikkat ve hayrettir ki üç fıkra bi’l-ittifak bin beş yüz (1500) tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına manidar, makul ve hikmetli bir surette bin beş yüz altı’dan tâ kırk ikiye, tâ kırk beşe kadar üç inkılab-ı azîmin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu îmalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez fakat böyle îmalar ile bir nevi kanaat, bir galip ihtimal gelebilir.

Fatiha’da “sırat-ı müstakim” ashabının taife-i kübrasını tarif eden اَلَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ fıkrası, şeddesiz bin beş yüz altı veya yedi (1506-1507) ederek tam tamına ظَاهِرٖينَ عَلَى الْحَقِّ fıkrasının makamına tevafuku ve manasına tetabuku ve şedde sayılsa لَا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتٖى fıkrasına üç manidar farkla tam muvafakatı ve manen mutabakatı bu hadîsin îmasını teyid edip remiz derecesine çıkarıyor.

Ve müteaddid âyât-ı Kur’aniyede “sırat-ı müstakim” kelimesi, bir mana-yı remziyle Risaletü’n-Nur’a manaca ve cifirce îma etmesi remze yakın bir îma ile Risaletü’n-Nur şakirdlerinin taifesi, âhir zamanda o taife-i kübra-i a’zamın âhirlerinde bir hizb-i makbul olacağını işaret eder diye def’aten birden ihtar edildi.

اَلْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

(Kastamonu Lahikası)

Mü'min Daima Belaya Maruzdur[değiştir]

Kırk gündür yatakta sizinle meşgulüm. Hayal ve mesmuuma nazaran, huzurunuzun muhtel olduğuna zâhibim. اَلْمُؤْمِنُ بَلَوِىٌّ Tahminen on gün kadar evvelsi, sokaklarda “Hâlis Afyon tereyağım var.” diyen birisini pencereden yanıma çağırıp biraz yağ aldım. Maksadım, sizi sormaktı. Afyon’dan Emirdağı kazasına sürüldüğünüzü, ahalinin sizinle görüşmesinin yasak olduğunu duyunca çok müteessir oldum.

(Emirdağ-1 Lahikası)

Ölmeden Önce Ölünüz[değiştir]

Size hayatımda vefattan sonra elinize geçecek manevî malımı ve hukukumu size vermeye ve مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا sırrına binaen, ölümden evvel sizi bilfiil vâris yapmaya dair bir Nur şakirdi sordu ki: “Hikmet nedir? Sizi daha çok zaman aramızda görmek istiyoruz. İnşâallah öyle kalacaksınız.”

Ben de dedim ki: Eğer vefattan sonra bu hakiki ve hakikatli vârislerin eline bu malım geçse dünya malı gibi bir derece taksim olur; derecesine göre her birisi maldan bir kısmına hakiki mâlik olur, umumuna mâlik olamaz. Fakat ölümden evvel vârislere verilse emval-i uhrevî gibi her birisi umum o mala, o nur lambasına derecesine göre mâlik sayılır; her birisi küçük birer Said olur; bir nöbetçi yerine, binler nöbetçiler olur. Said’in irsiyette yalnız binden bir hisse sahibi bir Nurcu olmaz, belki tam bir genç Said olur.

(Emirdağ-1 Lahikası)

Güzel Ahlakı Tamamlamak İçin Gönderildim[değiştir]

Bütün zîhayatlar, hayatlarının lisan-ı halleriyle Hâlıklarına takdim ettikleri manevî hediyelerini ve lisan-ı halle hamd ve şükürlerini, o Zat-ı Vâcibü’l-vücud’a biz de takdim ediyoruz ki demiş: ﻟﺎَ ﺗَﻘْﻨَﻄُﻮﺍ ﻣِﻦْ ﺭَﺣْﻤَﺔِ ﺍﻟﻠَّﻪِ Yani rahmet-i İlahiyeden ümidinizi kesmeyiniz. Hem hadsiz salât ü selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa (asm) üzerine olsun ki demiş: ﺟِﺌْﺖُ ِﻟﺎُﺗَﻤِّﻢَ ﻣَﻜَﺎﺭِﻡَ ﺍﻟْﺎَﺧْﻠﺎَﻕِ Yani benim, insanlara Cenab-ı Hak tarafından bi’setim ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır.

(Hutbe-i Şamiye)

Siz Kendi Dünya İşlerinizi Benden Daha İyi Bilirsiniz[değiştir]

O hiç dünya ve ehl-i dünyaya ve mal ve metaa bakmıyor. O hiç siyaset ve ihtilafla uğraşmıyor, hırka ve fırka peşinde koşmuyor. Ve böyle olanları da sevmiyor. Ve ancak kabir kapısında durup اَنْتُمْ اَعْلَمُ بِاُمُورِ دُنْيَاكُمْ diyerek servet-i ebediye ve saadet-i sermediye için çalışıyor. O, cehlin hēdimi ve Nur’un hâdimidir.

(Konferans (Küçük Kitap))

(Âhir Zamanda) İhtiyar Kadınların Dinlerine Tabi Olun[değiştir]

Bu şehirde Risale-i Nur’a intisap eden ihtiyare hanımlar sebat ettiklerini ve başkalar gibi sarsılmadıklarını düşündüm. Birden bu hadîs-i şerif ihtar edildi:

عَلَيْكُمْ بِدٖينِ الْعَجَائِزِ Yani “Âhir zamanda, ihtiyare kadınların samimi dinlerine ve kuvvetli itikadlarına tabi olunuz.”

Evet, ihtiyare kadınlar fıtraten zaîfe ve hassase ve şefkatli olmalarından, herkesten ziyade dindeki teselli ve nura muhtaç olduğu gibi; herkesten ziyade fıtratlarında fedakârane şefkat cihetiyle, dinde bulduğu nihayetsiz şefkat-perverane bir nur-u teselli ve iltifat-ı merhamet-i Rahman ve nokta-i istinad ve nokta-i istimdada ihtiyacı var. Tam sebat etmek, fıtratlarının muktezasıdır. Onun için bu zamanda o hâcatı tam yerine getiren Risale-i Nur, her şeyden ziyade onların ruhlarına hoş geliyor ve kalplerine yapışıyor.

(Kastamonu Lahikası)

İslâmiyet’te Ruhbaniyet Yoktur[değiştir]

Hem de لَا رُهْبَانِيَّةَ فِى الْاِسْلَامِ “Ruhbaniyet İslâmiyet’te yoktur.” manası, ruhbanîler gibi tecerrüd merduddur, hakikatsizdir, haramdır demek değildir. Belki خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّاسَ hadîsinin sırrı ile hayat-ı içtimaiyeye hizmet etmek için içtimaî bir âdet-i İslâmiyeye terviçtir. Yoksa selef-i salihînden binlerle ehl-i hakikat inzivaya, mağaralara muvakkaten girmişler. Dünyanın fâni müzeyyenatından istiğna ve tecerrüd etmişler, tâ ki hayat-ı ebediyelerine tam hizmet etsinler.

(Hanımlar Rehberi)

  1. Sekiz sene kemal-i sadakatle bu fakire hizmet eden Süleyman’ın bahçesidir ki bir veya iki saat zarfında şu Söz orada yazıldı.
  2. Bu Hadis'in me'hazları için bak: R.N.K 2. baskı, sh: 812 Sıra No: 836 Mütercim