Risale:19. Mektup (Ayet-Hadis Mealleri)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Kısım: On Sekizinci Mektup Ayet-Hadis MealleriMektubat Ayet-Hadis MealleriYirminci Mektup Ayet-Hadis Mealleri: Sonraki Kısım

On Dokuzuncu Mektup[değiştir]

Ondokuzuncu Mektub olan Mu'cizat-ı Ahmediye (a.s.m.) Risalesi, 1929 yılında Barla'da te'lif edilmiştir.

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah'ın adıyla.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi, 17:44)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahman ve Rahim Olan Allahın adıyla

هُوَ الَّذ۪ٓى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّهِ وَ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ

Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna şahit olarak Allah yeter. Muhammed Allah'ın Resulüdür. (Fetih Sûresi, 48:28-29)

صَدَقْتَ

Doğru söyledin.

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ

Gaybı yalnız Allah bilir. (Neml Sûresi, 27:65; bk. Tirmizi, Sevâbü'l-Kur'ân: 7; Dârimî, Fedâilü'l-Kur'ân: 21)

وَمَنْ كَذَبَ عَلَىَّ مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَبَوَّاْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ

Kim bilerek bana yalan isnad ederse (benden yalan bir şey haber verirse) Cehennem ateşindeki yerine hazırlansın. (Buharî, İlim: 38, Cenâiz: 33, Enbiyâ: 50, Edeb: 109; Müslim, Zühd: 72; Ebû Dâvud, İlim: 4; Tirmizî, Fiten: 70, İlim: 8, 13; Müsned, 1:70, 78, 2:159, 171, 3:13, 44, 4:47, 100, 5:292)

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ

Allah adına yalan söyleyenden daha zalim kim vardır? (Zümer Sûresi, 39:32)

فَارْفَقْ وَ بَلِّغْهَا مَاْمَنَهَا

Ona şefkatle muamele et ve onu güveneceği yere götür. (Müsned, 6:393; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 6:410; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 7:234)

اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ

Bir şeye sebep olan, onu işleyen gibidir. ["Hayrın yolunu gösteren, onu işleyen gibidir" (Feyzü'l- Kadîr, c.3, s. 537, hadîs no: 4250; Keşfü'l-Hafâ, c. 1, s. 399.) hadîsinden alınan bir ölçü.]

اِبْن۪ى حَسَنٌ هٰذَا سَيِّدٌ سَيُصْلِحُ اللّٰهُ بِهِ بَيْنَ فِئَتَيْنِ عَظ۪يمَتَيْنِ

Şu benim oğlum Hasan, seyyiddir. Allah onun vasıtasıyla Müslümanların iki büyük ordusunu barıştıracaktır. (Buharî, Fiten: 20; Sulh: 9; Fedâilu Ashâbi'n-Nebî: 22; Menâkıb: 25; Dârîmî, Sünnet: 12; Tirmizî, Menâkıb: 25; Nesâî, Cum'a: 27; Müsned, 5:38, 44, 49, 51)

سَتُقَاتِلُ النَّاكِث۪ينَ وَالْقَاسِط۪ينَ وَالْمَارِق۪ينَ

Sen, biatını bozan, hak ve adaletten sapan ve dinden çıkan kimselerle savaşacaksın. (el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:139, 140; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 7:138; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 6:414)

وَتَنْبَحُ عَلَيْهَا كِلَابُ الْحَوْئَبِ

Ona Hav'eb köpekleri havlayacak. (Müsned, 6:52, 97; İbni Hibban, Sahih, 8:258, no: 6697; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:120)

"Benim Âl-i Beytim, benden sonra يَلْقَوْنَ قَتْلًا وَ تَشْر۪يدًا yani katle ve belâya ve nefye maruz kalacaklar."

عَلَيْكُمْ بِس۪يرَةِ الَّذَيْنِ مِنْ بَعْد۪ى اَب۪ى بَكْرٍ وَ عُمَرَ

Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer'in yolu üzere gidin. (Tirmizî, Menâkıb: 16, 37; İbni Mâce, Mukaddime: 11; Müsned, 5:382, 385, 399, 402)

زُوِيَتْ لِىَ الْاَرْضُ فَاُر۪يتُ مَشَارِقَهَا وَمَغَارِبَهَا وَسَيَبْلُغُ مُلْكُ اُمَّت۪ى مَا زُوِىَ ل۪ى مِنْهَا

Yeryüzü benim için büzülüp katlandı. Bana onun doğuları ve batıları gösterildi ve ümmetimin mülkü benim için katlanan yerlere kadar ulaşacaktır. (Yani şarktan garba kadar benim ümmetimin eline geçecektir. Hiçbir ümmet o kadar mülk zaptetmemiş). (Müslim, Fiten: 19, 20; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 14; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 4:123, 278, 284)

هٰذَا مَصْرَعُ اَب۪ى جَهْلٍ، هٰذَا مَصْرَعُ عُتْبَةَ، هٰذَا مَصْرَعُ اُمَيَّةَ، هٰذَا مَصْرَعُ فُلَانٍ وَ فُلَانٍ

Burası Ebû Cehil'in katledileceği yer, burası Utbe'nin katledileceği yer, burası Ümeyye'nin katledileceği yer ve burası da falan ve falanın katledileceği yerlerdir. (Hadis-i bilmânâdır. Müslim, Cihad: 83, Cennet: 76; Ebû Dâvud, Cihad: 115; Nesâi, Cenâiz: 117; Müsned, 1:26, 3:219, 258.)

اَخَذَ الرَّايَةَ زَيْدٌ فَاُص۪يبَ، ثُمَّ اَخَذَهَا اِبْنُ رَوَاحَةَ فَاُص۪يبَ، ثُمَّ اَخَذَهَا جَعْفَرُ فَاُص۪يبَ، ثُمَّ اَخَذَهَا سَيْفٌ مِنْ سُيُوفِ اللّٰهِ

Revâha aldı, o da vuruldu. Sonra Câfer aldı, o da vuruldu. Ve sonra onu, Allah'ın kılıçlarından bir kılıç eline aldı... (Buharî, Mağâzî: 44; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:298)

اِنَّ الْخِلَافَةَ بَعْد۪ى ثَلَاثُونَ سَنَةً ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَضُوضًا

Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır. (Müsned, 5:220, 221)

وَاِنَّ هٰذَا الْاَمْرَ بَدَاَ نُبُوَّةً وَرَحْمَةً ثُمَّ يَكُونُ رَحْمَةً وَخِلَافَةً ثُمَّ يَكُونُ مُلْكًا عَضُوضًا ثُمَّ يَكُونُ عُتُوًّا وَ جَبَرُوتًا

Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra ısırıcı saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet azgınlık meydan alacak. (Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:340; Müsned, 4:273)

يُقْتَلُ عُثْمَانُ وَهُوَ يَقْرَاُ الْمُصْحَفَ

Osman Mushaf okurken şehid edilecek. (el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:103)

وَاِنَّ اللّٰهَ عَسٰى اَنْ يُلْبِسَهُ قَم۪يصًا وَاِنَّهُمْ يُر۪يدُونَ خَلْعَهُ

Muhakkak ki Cenâb-ı Hak Osman'a halife gömleğini giydirecektir; fakat onlar bu gömleği çıkartmak isteyecekler. (bk. el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:100)

وَيْلٌ لِلنَّاسِ مِنْكَ وَ وَيْلٌ لَكَ مِنَ النَّاسِ

Senin yüzünden insanların, insanlar yüzünden de senin vay haline! (el-Askalânî, el-Metâlibü'l-Âliye, 4:21; el-Heysemî, Mecma'u'z-Zevâid, 2708; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:554)

وَاِذَا مَلَكْتَ فَاَسْجِحْ

Başa geçtiğin zaman affedici ol ve âdil davran. (el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 5:186; İbni Hacer, el-Metâlibü'l-Â'liye (tahkik: Abdurrahman el-A'zamî), no. 4085)

يَخْرُجُ وَلَدُ الْعَبَّاسِ بِالرَّايَاتِ السُّودِ وَ يَمْلِكُونَ اَضْعَافَ مَا مَلَكُوا

Abbasoğulları siyah bayraklarla çıkarlar ve öncekilerden çok uzun müddet saltanat sürerler. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:338; Müsned, 3:216-218; Beyhakî, Delâili'n-Nübüvve: 6:517)

وَيْلٌ لِلْعَرَبِ مِن شَرٍّ قَدِ اقْتَرَبَ

Yaklaşmakta olan bir şerden vay Arapların haline! (Buharî, Fiten: 4, 28; Müslim, Fiten: 1; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 23; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 2:390, 39; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:108, 4:439, 483)

لَعَلَّكَ تُخَلَّفُ حَتّٰى يَنْتَفِعَ بِكَ اَقْوَامٌ وَيَسْتَضِرَّ بِكَ اٰخَرُونَ

Sen daha çok yaşayacaksın ve ordunun başına geçeceksin. Sonunda; tâ ki, bir kısım milletler senden fayda görecekler, bir kısmı da zarar görecekler... (Buharî, Cenâiz: 36, Menâkıbü'l-Ensâr: 49, Ferâiz: 6; el-Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:209; A'liyyü'l-Karî, Şerhu'ş-Şifâ, 1:699; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1:94)

اُثْبُتْ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ نَبِىٌّ وَ صِدّ۪يقٌ وَ شَه۪يدٌ

Sâkin ol! Zira senin üstünde bir peygamber, bir sıddık ve şehid vardır. (Buharî, Fedailü's-Sahâbe:5,7; Ebû Dâvud, Sünnet, 8; Tirmizî, Menakıb: 17, 18; Müsned, 3:112, 5:331; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450, 451 (verilen bu kaynaklarda "iki şehid" tabiri geçmektedir))

اَنْتِ اَوَّلُ اَهْلِ بَيْتِى لُحُوقًا ب۪ى

"Âl-i Beytimden, herkesten evvel vefat edip bana iltihak edeceksin" Buharî, Menâkıb: 25, Müslim, Fedâilü's-Sahâbe: 101; İbni Mâce, Cenâiz: 64; Müsned, 6:240, 282, 283; Kadî İyâz, eş-Şifâ, 1:340

سَتُخْرَجُ مِنْ هُنَا وَتَع۪يشُ وَحْدَكَ وَتَمُوتُ وَحْدَكَ

Buradan çıkarılacak, tek başına yaşayacak ve tek başına öleceksin. (el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:345; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Aliyyü'l-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:700; el-Askalânî, el-Metâlibü'l-Â'liye, 4:116, no. 4109; İbni Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 5:8-9; el-Askalânî, el-İsabe: 4:64)

رَاَيْتُ اُمَّت۪ى يَغْزُونَ فِى الْبَحْرِ كَالْمُلُوكِ عَلَى الْاَسِرَّةِ

Rüyâmda ümmetimin gazilerini gördüm. Tahtlarına oturmuş padişahlar gibi denizde savaşarak yollarına devam ediyorlardı. (Buharî, Ta'bîr: 12; Cihad: 3, 8, 63, 75; İsti'zân, 41; Müslim, İmâret: 160, 161; Ebû Dâvud, Cihad: 9; Tirmizî, Fedâilü'l-Cihad: 15; Nesâî, Cihad: 40; İbni Mâce, Cihad: 10; Dârîmî, Cihad: 28; Muvatta', Cihad: 39; Müsned, 3:240, 264 ...; el-Elbânî, Sahîhu'l-Câmi'i's-Sağîr, 6:24, no: 6620; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:556)

يَخْرُجُ مِنْ ثَق۪يفَ كَذَّابٌ وَ مُب۪يرٌ

"Sakif kabilesinden biri dâvâ-yı nübüvvet edecek ve biri hunhar zalim zuhur edecek" Müslim, Fedâilü's-Sahâbe: 229, Tirmizî, Fiten: 44, Menâkıb: 73; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450, 4:254

سَتُفْتَحُ الْقُسْطَنْط۪ينِيَّةُ فَنِعْمَ الْاَم۪يرُ اَم۪يرُهَا وَنِعْمَ الْجَيْشُ جَيْشُهَا

İstanbul fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur. (el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:422; Buharî, Târihü's-Sağîr, no. 139; Müsned, 4:335; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 6:218)

اِنَّ الدّ۪ينَ لَوْ كَانَ مَنُوطًا بِالثُّرَيَّا لَنَا لَهُ رِجَالٌ مِنْ اَبْنَٓاءِ فَارِسَ

Eğer din, Ülker Takımyıldızında bile olsaydı, Fars'tan bazı kimseler ona ulaşıp alabileceklerdi. (Buharî, Tefsir: 62; Tirmizî, 47. sûrenin tefsiri: 3)

عَالِمُ قُرَيْشٍ يَمْلَءُ طِبَاقَ الْاَرْضِ عِلْمًا

Kureyş'in âlimi yeryüzünün tabakalarını ilimle dolduracaktır. (el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:53, 54)

سَتَفْتَرِقُ اُمَّت۪ى ثَلَاثًا وَسَبْع۪ينَ فِرْقَةً اَلنَّاجِيَةُ وَاحِدَةٌ مِنْهَا.

Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. İçlerinden birisi fırka-i nâciyedir.

ق۪يلَ مَنْهُمْ؟ قَالَ مَا اَنَا عَلَيْهِ وَ اَصْحَاب۪ى

'Onlar kimdir?' dediler. Buyurdu ki: Bana ve Ashabıma tâbi olanlardır. (Ebû Dâvud, Sünnet: 1; İbni Mâce, Fiten: 17; Tirmizî, Îmân: 18; Müsned, 2:232, 3:120, 148; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:679)

اَلْقَدَرِيَّةُ مَجُوسُ هٰذِهِ الْاُمَّةِ

Kaderiye fırkası, bu ümmetin mecûsîleridir. (4:150; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:85; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Süyûti, el-Fethu'l-Kebîr, 3:23; Müsned, 2:86, 125, 5:406)

لَهُمْ نَبْزٌ يُقَالُ لَهُمُ الرَّافِضِيَّةُ

Onların bir lâkabı vardır ki, onlara Rafizî denilir. (Müsned, 1:103)

اِذَا مَشَوُا الْمُطَيْطَٓاءَ وَخَدَمَتْهُمْ بَنَاتُ فَارِسَ وَالرُّومِ، رَدَّ اللّٰهُ بَاْسَهُمْ بَيْنَهُمْ وَ سَلَّطَ شِرَارَهُمْ عَلٰى خِيَارِهِمْ

"Ne vakit size Fars ve Rum kızları hizmet etti; o vakit belânız, fitneniz içinize girecek, harbiniz dahilî olacak, şerirleriniz başa geçip hayırlılar ve iyilerinize musallat olacaklar" (Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2262; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 10:232, 23 ; Kadı İyaz, Şifa, 1:237)

وَتُفْتَحُ خَيْبَرُ عَلٰى يَدَىْ عَلِىٍّ

"Hayber Kal'asının fethi Ali'nin eliyle olacak."

(Buharî, Cihad: 102,143, el-Mağâzî: 38; Müslim, Fedâilü's-Sahâbe: 34, 35; Müsned, 2:484, 5:333; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 4:205)

لَا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتّٰى تَقْتَتِلَ فِئَتَانِ دَعْوَاهُمَا وَاحِدَةٌ

Müslümanlardan aynı dâvâya sahip iki büyük topluluk birbiriyle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. (Müslim, Fiten: 4; İbni Hibban, Sahih, 8:259; Ali el-Karî, Şerhu'ş-Şifâ, 1:704; el-Elbânî, Sahi-hü'l-Câmî, 6:174, no. 7294)

اِنَّ عَمَّارًا تَقْتُلُهُ الْفِئَةُ الْبَاغِيَةُ

"Bâği bir taife Ammâr'ı katledecek." Buharî, Salât, 63; Müslim, Fiten: 70, 72, 73; Tirmizî, Menâkıb: 34; Müsned, 2:161, 164, 206, 3:5, 22, 28, 91, 4:197, 199, 5:215, 306, 307, 6:289, 300, 311, 315; Kettânî, Nazmü'l-Mütenâsir, 126; İbni Hibban, Sahih, 8:260; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:155, 3:191, 397; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:339; es-Sâ'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, 23:142

اِنَّ الْفِتَنَ لَا تَظْهَرُ مَا دَامَ عُمَرُ حَيًّا

"Hazret-i Ömer sağ kaldıkça içinizde fitneler zuhur etmez." (Buharî, Mevâkît, 4; Menâkıb: 25, Fiten: 22; Müslim, Îmân: 231, Fiten: 27; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 5:401, 405)

وَعَسٰى اَنْ يَقُومَ مَقَامًا يَسُرُّكَ يَا عُمَرُ

Yâ Ömer! Gün gelir, bu adam seni sevindirecek bir duruma gelir. (Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:704; el-Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:218; el-Askalânî, el-İsâbe, 2:93-94; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:282)

كَيْفَ بِكَ اِذَا اُلْبِسْتَ سُوَارَىْ كِسْرٰى

"Kisrânın iki bileziğini giyeceksin." Kisra'nın iki bileziğini taktığın zaman nasıl olacaksın bilir misin?" (Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ى سَلَبَهُمَا كِسْرٰى وَاَلْبَسَهُمَا سُرَاقَةَ

Bu iki bileziği Kisrâ'dan alıp Sürâka'ya giydiren Allah'a hamd olsun. (Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344)

اِذَا ذَهَبَ كِسْرٰى فَلَا كِسْرٰى بَعْدَهُ

"Kisrâ-yı Fars gittikten sonra daha kisrâ çıkmayacak." (Buharî, İmân: 31; Müslim, Fiten: 76; Tirmizî, Fiten: 41; Müsned, 2:233, 240, 5:92, 99; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:337; el-Mubârekforî, Tuhfetü'l-Ahvezî, 6:462, 663 Buharî, İmân: 31; Müslim, Fiten: 76; Tirmizî, Fiten: 41; Müsned, 2:233, 240, 5:92, 99; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:337; el-Mubârekforî, Tuhfetü'l-Ahvezî, 6:462, 663)

يَاْكُلُهُ كَلْبُ اللّٰهِ

Allah'ın bir iti onu yiyecek. (el-Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:139; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:664)

ضِرْسُ اَحَدِكُمْ فِى النَّارِ اَعْظَمُ مِنْ اُحُدٍ

Birinizin dişi, Cehennemde Uhud Dağından daha büyük olacaktır. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 4:342, el-Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:203; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 8:289-290, 8:290; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, 3:103)

اِنَّكَ تَجِدُهُ يَص۪يدُ الْبَقَرَ

Onu yabânî öküz avlarken bulacaksın. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344; Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:218; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:704; İbnü'l-Kayyım, Zâdü'l-Meâd, 5:538-539; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:519; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 4:30)

يُوشِكُ اَنْ يَكْثُرَ ف۪يكُمُ الْعَجَمُ يَاْكُلُونَ فَيْئَكُمْ وَيَضْرِبُونَ رِقَابَكُمْ

İçinizde Arap olmayan milletlerin çoğalacağı günler yakındır. Onlar sizin gelirlerinizi ve herşeyinizi gözünüz önünde yiyecekler ve ensenize vuracaklar. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:341; Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:194; Aliyyü'l-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:692; el-Heysemî, Mecme'u'z-Zevâid, 7:310; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:519; Müsned, 2:288, 296, 304, 324, 377, 520, 4:66, 5:38)

هَلَاكُ اُمَّت۪ى عَلٰى يَدِ اُغَيْلِمَةٍ مِنْ قُرَيْشٍ

Ümmetimin helâki, Kureyş'in birkaç küçük gencinin (sefihlerinin) elleriyle olacak. (Buharî, Menâkıb: 25; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:479, 527, 572; Müsned, 2:288, 296, 301, 304, 324, 377, 520, 536, 4:66, 5:38; İbni Hibban, Sahih, 8:215, 252)

اِنَّ قُرَيْشًا وَالْاَحْزَابَ لَا يَغْزُون۪ى اَبَدًا وَاَنَا اَغْزُوهُمْ

"Bundan sonra onlar bana değil, belki ben onlara hücum edeceğim." (Buharî, Meğâzî: 29; Müsned, 4:262, 6:394; İbni Hibban, Sahih, 6:272)

اِنَّ عَبْدًا خُيِّرَ فَاخْتَارَ مَا عِنْدَ اللّٰهِ

Allah bir kulunu serbest bıraktı. O da, Allah katındakini seçti. (Buharî, Menâkıbu'l-Ensâr: 45; Salât: 80, Fedâilü's-Sahâbe: 3; Müslim, Fedâilü's-Sahâbe: 2; Tirmizî, Menâkıb: 15; Ebû Dâvud, Mukaddime: 14; Müsned, 3:18, 478, 4:211, 5:139; İbni Hibban, Sahih, 8:200, 9:58)

يَسْبِقُ عُضْوٌ مِنْهُ اِلَى الْجَنَّةِ

Onun bir uzvu kendisinden önce Cennete gider. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:702; Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:214; el-Heysemî, Mecme'u'z-Zevâid, 9:398; Askâlânî, el-Metâlibü'l-Âliye, 4:91, no. 4047)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ى

Allah'a hamd olsun. Bu Rabbimin ihsânıdır.

تَحَلَّقُوا عَشَرَةً عَشَرَةً

"Onar onar halka olunuz."

اُدْعُ ثَلَاث۪ينَ مِنْ اَشْرَافِ الْاَنْصَارِ

Ensar'ın ileri gelenlerinden otuz kişi çağır.

اُدْعُ سِتّ۪ينَ

Altmış kişi çağır.

اُدْعُ سَبْع۪ينَ

Yetmiş kişi çağır.

لَوْ لَمْ تَكِلْهُ َلَاكَلْتُمْ مِنْهُ وَ لَقَامَ بِكُمْ

"Eğer kile ile tecrübe etmeseydiniz, hayatınızca size yeterdi." (Müslim, Fedâil: 3, no. 2281; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 6:114)

هَلْ مِن شَيْءٍ؟

"Birşey var mı?"

خُذْ مَا جِئْتَ بِهِ وَاقْبِضْ عَلَيْهِ وَلَا تَكُبَّهُ

Getirdiğin şeyi al götür. Onu tut muhafaza et ve boşaltma. (Tirmizî, Menâkıb: 47, no. 3839; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 6:110 (muhtelif tariklerle); Müsned, 2:352; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:295; es-Sâ'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, 22:56; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, 3:191 no. 5933)

بَقِىَ اَنَا وَاَنْتَ فَاشْرَبْ

Geriye seninle ben kaldık, iç. (Buharî, Rikâk: 17; Tirmizî, Sıfatü'l-Kıyâme: 36, no. 2477; Müsned, 2:515; Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2479; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:15; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:296)

وَمَنْ كَذَبَ عَلَىَّ مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَبَوَّاْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ

Kim bilerek bana yalan isnad ederse (benden yalan bir şey haber verirse) Cehennem ateşindeki yerini hazırlasın. (Buharî, İlim: 39; Cenâiz: 33; Enbiyâ: 50; Edeb: 109; Müslim, Zühd: 72; Ebû Dâvud, İlim: 4; Tirmizî, Fiten: 70, İlim: 8, 13; Tefsir: 1; Menâkıb: 19; İbni Mâce, Mukaddime: 4; Dârîmî, Mukaddime: 25, 46; Müsned, 1:70, 78)

جَزَاهُمُ اللّٰهُ خَيْرًا كَث۪يرًا

Allah onları bol hayırla mükâfatlandırsın.

نَادِ بِالْوُضُوءِ

"Abdest almak için nida et"

رِدْنَا بِجَفْنَةِ الرَّكْبِ

Yani, kafilenin büyük teştini (tekne) getir.

يُوشِكُ يَا مُعَاذُ اِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ اَنْ تَرٰى مَا هٰهُنَا قَدْ مُلِئَ جِنَانًا

Bu eser-i mu'cize olan mübarek su devam edip, buraları bağa çevirecek; ömrün varsa göreceksin.

اِحْفَظْ عَلَىَّ م۪يضَئَتَكَ فَسَيَكُونُ لَهَا نَبَاٌ عَظ۪يمٌ

"Kırbanı sakla, onun büyük işi var."

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَيْهِ وَ عَلٰى اٰلِهِ بِعَدَدِ قَطَرَاتِ الْمَٓاءِ

Allahım, suyun damlaları adedince Ona ve âline salât ve selâm eyle!

اِذْهَب۪ى فَاِنَّا لَمْ نَاْخُذْ مِنْ مَٓائِكِ شَيْئًا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ سَقٰينَا

Senin suyundan almadık, belki Cenab-ı Hak bize hazinesinden su içirdi.

وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لِيُطَهِّرَكُمْ بِهِ

Sizi temizlemek için üzerinize gökten yağmur indirmişti. (Enfâl Sûresi, 8:11)

يَا رَبِّ اَرِن۪ى اٰيَةً لَا اُبَال۪ى مَنْ كَذَّبَن۪ى بَعْدَهَا

Ey Rabbim, bana öyle bir mu'cize göster ki, bundan böyle beni yalanlayanlara aldırmayayım. (İbni Mâce, Fiten: 23, no. 4028; Dârîmî, Mukaddime: 3; Müsned, 1:223, 3:113, 4:177; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:302; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:620; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 9:10; el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl, 2:354)

اَيْنَ تُر۪يدُ

Nereye gidiyorsun?

هَلْ لَكَ اِلٰى خَيْرٍ مِنْ ذٰلِكَ؟

"Ondan daha iyi bir hayr istemiyor musun?"

اَنْ تَشْهَدَ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ وَاَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ

Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Onun bir olduğuna, hiçbir şeriki bulunmadığına ve Muhammed'in, Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet etmendir.

هٰذِهِ الشَّجَرَةُ السَّمُرَةُ

Şu Semure ağacı, şu esmer ağaç..

قُلْ لِتِلْكَ الشَّجَرَةِ رَسُولُ اللّٰهِ يَدْعُوكِ

Şu ağaca, 'Resulullah seni çağırıyor' de.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ

Selâm sana ey Allah'ın Resûlü!

اِلْتَئِمَا عَلَىَّ بِاِذْنِ اللّٰهِ

(Allah'ın izniyle) "Üstüme birleşiniz."

يَا جَابِرُ قُلْ لِهٰذِهِ الشَّجَرَةِ يَقُولُ لَكِ رَسُولُ اللّٰهِ: اِلْحَق۪ى بِصَاحِبَتِكِ حَتّٰى اَجْلِسَ خَلْفَكُمَا

"Ey Cabir! Şu ağaca söyle: Resülullah arkanızda def'i hâcet yapmak için arkadaşınla bir araya gelmeni istiyor." Müslim, Zühd. 74,4: 2306)

هَلْ تَرٰى مِنْ نَخْلٍ اَوْ حِجَارَةٍ

Ağaç veya taş gibi birşeyler görüyor musun?

اِنْطَلِقْ وَقُلْ لَهُنَّ اِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ يَاْمُرُكُنَّ اَنْ تَاْت۪ينَ لِمَخْرَجِ رَسُولِ اللّٰهِ وَقُلْ لِلْحِجَارَةِ مِثْلَ ذٰلِكَ

Git ve ağaçlara de ki: "Resulullah'ın haceti için birleşiniz" ve taşlara da de: "Duvar gibi toplanınız."

قُلْ لَهُنَّ يَفْتَرِقْنَ

Onlara söyle, ayrılsınlar.

اِنَّهَا اِسْتَاْذَنَتْ اَنْ تُسَلِّمَ عَلَىَّ

O ağaç, Cenab-ı Hak'tan istedi ki, bana selâm etsin.

يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطًا

Bizim beyinsizimiz ise Allah hakkında yalan yanlış şeyler söylüyor. (Cin Sûresi, 72:4)

اَرَاَيْتَ اِنْ دَعَوْتُ هٰذَا الْعِذْقَ مِنْ هٰذِهِ النَّخْلَةِ اَتَشْهَدُ اَنّ۪ى رَسُولُ اللّٰهِ؟

"Ben bu ağacın şu dalını çağırsam, yanıma gelse, benim Resülullah olduğuma iman edecek misin?"

حَن۪ينُ الْجِذْعِ

Kuru hurma direğinin inlemesi.

جِذْعُ النَّخْلِ

Kuru hurma kütüğü..

اِنَّ هٰذَا بَكٰى لِمَا فَقَدَ مِنَ الذِّكْرِ

Onun mevkiinde okunan zikir ve hutbedeki zikr-i İlâhînin iftirakındandır ağlaması.

لَوْ لَمْ اَلْتَزِمْهُ لَمْ يَزَلْ هٰكَذَا اِلٰى يَوْمِ الْقِيَامَةِ تَحَزُّنًا عَلٰى رَسُولِ اللّٰهِ

"Ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, Resulullahın iftirakından kıyamete kadar böyle ağlaması devam edecekti."

اِنْ شِئْتَ اَرُدُّكَ اِلَى الْحَائِطِ الَّذ۪ى كُنْتَ ف۪يهِ تَنْبُتُ لَكَ عُرُوقُكَ وَيَكْمُلُ خَلْقُكَ وَيُجَدَّدُ خُوصُكَ وَثَمَرُكَ وَاِنْ شِئْتَ اَغْرِسُكَ فِى الْجَنَّةِ يَاْكُلُ اَوْلِيَٓاءُ اللّٰهِ مِنْ ثَمَرِكَ

İstersen seni eski yerine nakledeyim. Orada kök salar, büyüyüp gelişirsin, yaprakların tazelenir ve defalarca meyve verirsin. Eğer Cenneti istersen seni Cennette dikeyim; orada meyvelerinden Allah'ın sevgili kulları yer.

اِغْرِسْن۪ى فِى الْجَنَّةِ يَاْكُلُ مِنّ۪ى اَوْلِيَٓاءُ اللّٰهِ فِى مَكَانٍ لَا يَبْلٰى

"Cennette beni dik ki, benim meyvelerimden, Cenâb-ı Hakkın sevgili kulları yesin. Hem bir mekân ki, orada bekà bulup, çürümek yoktur."

قَدْ فَعَلْتُ

Öyle yaptım.

اِخْتَارَ دَارَ الْبَقَٓاءِ عَلٰى دَارِ الْفَنَٓاءِ

Bâki olan âhireti fâni dünyaya tercih etti.

اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ يَارَسُولَ اللّٰهِ

Selâm sana ey Allah'ın Resûlü!

اِنّ۪ى َلَاعْرِفُ حَجَرًا كَانَ يُسَلِّمُ عَلَىَّ

Şüphesiz bana selâm veren bir taş biliyorum. (Müslim, Fedâil: 2; Tirmizî, Menâkıb: 5; Müsned, 5:89, 95, 105; İbni Hibban, Sahih, 8:139)

لَمَّا اسْتَقْبَلَن۪ى جَبْرَٓائ۪يلُ بِالرِّسَالَةِ جَعَلْتُ لَا اَمُرُّ بِحَجَرٍ وَلَا شَجَرٍ اِلَّا قَالَ اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ

Cebrâil bana vahiy getirmeye başladıktan sonra hangi taşın ve hangi ağacın yanından geçsem, bana mutlaka 'Esselâmü aleyke yâ Resulallah' derlerdi. (Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:307; Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:71; el-Heysemî, Mecme'u'z-Zevâid, 8:259)

يَا رَبِّ هٰذَا عَمّ۪ى وَصِنْوُ اَب۪ى وَ هٰؤُلَٓاءِ بَنُوهُ فَاسْتُرْهُمْ مِنَ النَّارِ كَسَتْر۪ى اِيَّاهُمْ بِمُلَٓائَت۪ى

Yâ Rabbi! Bu benim amcamdır ve babamızın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Ben abâmla onların üzerlerini örttüğüm gibi, sen de onları örterek ateşten koru. (Beyhâkî, Delâilü'n-Nübüvve, 6:71)

اُثْبُتْ يَا اُحُدُ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ نَبِىٌّ وَ صِدّ۪يقٌ وَ شَه۪يدَانِ

Dur ey Uhud! Şüphesiz üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve iki şehid var.

يَا رَسُولَ اللّٰهِ اِلَىَّ

Ey Allahın Resulü bana gel. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ, 3:75)

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ وَالْاَرْضُ جَم۪يعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِهِ

Onlar Allah'ın kudret ve azametini hakkıyla bilemediler. Halbuki kıyamet gününde yeryüzü bütünüyle Onun tasarrufundadır; gökler de Onun kudretiyle dürülmüştür. (Zümer Sûresi, 39:67)

اِنَّ الْجَبَّارَ يُعَظِّمُ نَفْسَهُ وَيَقُولُ اَنَا الْجَبَّارُ اَنَا الْجَبَّارُ اَنَا الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالُ

Cebbâr olan Allah kendini tâzîm ediyor ve buyuruyor ki: Cebbar Benim, Cebbar Benim; herşeyden büyük ve herşeyden yüce olan Benim.

جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا

Hak geldi, bâtıl yok oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir. (İsrâ Sûresi, 17:81)

وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى

Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı. (Enfâl Sûresi, 8:17)

شَاهَتِ الْوُجُوهُ

Bu yüzler kahrolsun.

وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى

Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı. (Enfâl Sûresi, 8:17)

اِرْفَعُوا اَيْدِيَكُمْ اِنَّهَا اَخْبَرَتْن۪ى اَنَّهَا مَسْمُومَةٌ

Ellerinizi çekin. (kaldırın) Yani, pişirilen keçi bana der ki: "Ben zehirliyim."

بِسْمِ اللّٰهِ

Allah'ın adıyla.

اَنَا ابْنُ الَّذ۪ى سَالَتْ عَلَى الْخَدِّ عَيْنُهُ

"Ben öyle bir zâtın hafidiyim ki:

فَرُدَّتْ بِكَفِّ الْمُصْطَفٰى اَحْسَنَ الرَّدِّ فَعَادَتْ كَمَا كَانَتْ ِلَاوَّلِ اَمْرِهَا

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onun çıkmış gözünü yerine koyup, birden şifa buldu.

فَيَا حُسْنَ مَا عَيْنٍ وَيَا حُسْنَ مَا رَدّ

En güzel göz o olmuş."

فَانْطَلِقْ وَتَوَضَّاْ ثُمَّ صَلِّ رَكْعَتَيْنِ وَقُلِ اللّٰهُمَّ اِنّ۪ى اَسْئَلُكَ وَاَتَوَجَّهُ اِلَيْكَ بِنَبِىِّ مُحَمَّدٍ نَبِىِّ الرَّحْمَةِ يَا مُحَمَّدُ اِنّ۪ى اَتَوَجَّهُ بِكَ اِلٰى رَبِّكَ اَنْ يَكْشِفَ عَنْ بَصَر۪ى اَللّٰهُمَّ شَفِّعْهُ فِىَّ

Şimdi git, abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl ve de ki: 'Allah'ım! Hâcetimi sana arz ediyor ve nebiyy-i rahmet olan Peygamberin Muhammed ile Sana teveccüh ediyorum. Yâ Muhammed! Gözümden perdeyi kaldırması için Senin Rabbine Seninle teveccüh ediyorum. Allahım, onu bana şefaatçi kıl.' (bk. Tirmizî, Deavât: 118; İbni Mâce, İkame: 189; Müsned: 4-138)

وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ

Attığın zaman da sen atmadın... (Enfâl Sûresi, 8:17)

وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

Ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

اَللّٰهُمَّ اشْفِهِ

Allah'ım ona şifa ver.

اَنْتَ رَسُولُ اللّٰهِ

Sen Allah'ın Resulüsün.

اَشْهَدُ اَنَّكَ رَسُولُ اللّٰهِ

Senin Allah Resulü olduğuna şehadet ederim.

اَللّٰهُمَّ اقْطَعْ اَثَرَهُ

Allahım, onun yerden izini kes.

اَللّٰهُمَّ اَعِزَّ الْاِسْلَامَ بِعُمَرِ ابْنِ الْخَطَّابِ اَوْ بِعَمْرِو ابْنِ الْهِشَامِ

Allahım, İslâmiyeti Ömer ibni'l-Hattâb veya Amr ibni'l-Hişâm (Ebû Cehil) ile aziz eyle.

اَللّٰهُمَّ فَقِّهْهُ فِى الدّ۪ينِ وَعَلِّمْهُ التَّاْو۪يلَ

Allahım! Onu dinde fakîh kıl ve ona tefsir ilmini öğret. (Buharî, Vudû': 10, İlim: 17, Fedâilü'l-Eshâb: 24; Müslim, Fedâilü's-Sahâbe: 138; İbni Hibban, Sahih, 9:98; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:661; Hafâcî, Şerhu'ş-Şifâ, 3:130; İbnü'l-Esîr, Câmiu'l-Usûl, 9:63; Müsned, 1:264, 314, 328, 330; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:534)

اَللّٰهُمَّ اَكْثِرْ مَالَهُ وَوَلَدَهُ وَبَارِكْ لَهُ ف۪ى مَا اَعْطَيْتَهُ

Allahım! Onun malını ve evlâdını çoğalt. Ve ona ihsan ettiğin nimetlere bereket ver.

اَللّٰهُمَّ اَجِبْ دَعْوَتَهُ

Allahım, onun duasını kabul eyle. (Tirmizî, Menâkıb: 27, no. 3751; İbn-i Hibbân, Sahih, no. 12215; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:499; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1:93, Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 3:206; el-Elbânî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, 3:251, no. 6116; el-Mubârekforî, Tuhfetü'l-Ahvezî, 10:253-254, no. 3835; Ahmed ibni Hanbel, Fedâilü's-Sahâbe, 2:750, no. 1038; İbnü'l-Esîr, Câmi'u'l-Usûl, 10:16, no. 6535)

اَفْلَحَ اللّٰهُ وَجْهَكَ اَللّٰهُمَّ بَارِكْ لَهُ فِى شَعْرِه۪ وَ بَشَرِه۪

Allah onun yüzünü ak etsin. Allahım, onun tenini ve saçını mübarek kıl.

بَلَغْنَا السَّمَٓاءَ مَجْدُنَا وَسَنَٓائُنَا ٭ وَ اِنَّا نُر۪يدُ فَوْقَ ذٰلِكَ مَظْهَرًا

"Şerefimiz göğe çıktı, biz daha üstüne çıkmak istiyoruz!"

اِلٰى اَيْنَ يَٓا اَبَا لَيْلَا؟

Yani: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm latife olarak dedi: "Gökten öbür tarafa nereyi istiyorsun ki, şiirinde orayı niyet ediyorsun?"

اِلَى الْجَنَّةِ يَا رَسُولَ اللّٰهِ

Nâbiga dedi: "Göklerin fevkinde Cennet'e gitmek istiyoruz."

لَا يَفْضُضِ اللّٰهُ فَاكَ

Yani, "Senin ağzın bozulmasın."

اَللّٰهُمَّ اكْفِهِ الْحَرَّ وَالْقَرَّ

"Ya Rab! Soğuk ve sıcağın zahmetini ona gösterme."

اَللّٰهُمَّ لَا تُجِعْهَا

"Açlık elemini ona verme."

اَللّٰهُمَّ نَوِّرْ لَهُ

Allahım, onu nurlandır.

اَللّٰهُمَّ مَزِّقْهُ

"Yâ Rab! Nasıl mektubumu paraladı, sen de onu ve onun mülkünü parça parça et."

اَللّٰهُمَّ سَلِّطْ عَلَيْهِ كَلْبًا مِنْ كِلَابِكَ

Yani: "Yâ Rab! Ona bir itini musallat et."

اَللّٰهُمَّ لَا تَغْفِرْ لِمُحَلِّمِ

Allahım, Muhallim'i affetme.

كُلْ بِيَم۪ينِكَ

"Sağ elinle ye."

لَا اَسْتَطِيعُ

"Sağ elimle yapamıyorum."

لَا اسْتَطَعْتَ

Yapamayasın! "Kaldıramayacaksın."

كَغُرَّةِ الْفَرَسِ

Yani, doru atın alnındaki beyaz gibi.

وَجَدْتُ فَرَسَكَ بَحْرًا

Yani: "Senin atın sarsmadan, gayet çabuktur."

لَبَّيْكَ وَ سَعْدَيْكَ

Buyrun! Emredin.

لَوْ نَاسَبَتْ قَدْرَهُ اٰيَاتُهُ عِظَمًا ٭ اَحْيَى اسْمُهُ ح۪ينَ يُدْعٰى دَارِسَ الرِّمَمِ

Yani: "Eğer alâmetleri, onun kadrine muvafık derecesinde azametini ve makbuliyetini gösterse idiler; değil yeni ölmüşler, belki onun ismiyle, çürümüş kemikler de ihya edilebilirdi."

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَاَبُو بَكْرِ الصِّدّ۪يقُ وَعُمَرُ الشَّه۪يدُ وَعُثْمَانُ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ

Muhammed Allah'ın Resulüdür. Ebû Bekir Sıddıktır. Ömer şehiddir. Osman ise, şefkatli ve iyilikseverdir. (Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:320; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:649; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 6:157-158)

اَنْصِتُوا اَنْصِتُوا

Susunuz, susunuz!..

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ

Muhammed Allah'ın Resûlüdür, Selâm sana ey Allah'ın Resûlü!

مَا الْاِسْلَامُ وَمَا الْا۪يمَانُ وَمَا الْاِحْسَانُ

"İman, İslâm, ihsan nedir? Tarif et."

وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ

Allah seni insanlardan koruyacaktır. (Mâide Sûresi, 5:67)

لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَا

Üzülme! Allah bizimle beraberdir. (Tevbe 40)

اَللّٰهُمَّ اكْفِن۪يهِ بِمَا شِئْتَ

Allahım! Dilediğin bir şeyle beni ondan kurtar.

اِنَّا جَعَلْنَا ف۪ى اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالًا فَهِىَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ ٭ وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ

Biz onların boyunlarına öyle halkalar geçirdik ki, çenelerine kadar dayanır da hakka boyun eğmezler. Bir de önlerine bir sed, arkalarına bir sed çekip gözlerini kapattık; artık hakkı görmezler. (Yâsin Sûresi, 36:8-9)

تَبَّتْ يَدَا اَب۪ى لَهَبٍ

Elleri kurusun Ebû Leheb'in! (Tebbet Sûresi, 111:1)

حَمَّالَةَ الْحَطَبِ

Odun hammalı. (Tebbet Sûresi, 111:4)

وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ

Allah seni insanlardan koruyacaktır. (Mâide Sûresi, 5:67)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ انْصَرِفُوا فَقَدْ عَصَمَن۪ى رَبّ۪ى عَزَّ وَجَلَّ

Ey insanlar! Dağılın. Benim Rabbim azze ve celle beni hıfzediyor."

قُلْ فَاْتُوا بِالتَّوْرٰيةِ فَاتْلُوهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

De ki: Getiriniz ve okuyunuz eğer doğru sözlü iseniz. (Âl-i İmrân Sûresi, 3:93)

قُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَةَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ

"De ki: Tevrat'ınızı getiriniz, okuyunuz. Geliniz çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı alıp, Cenâb-ı Hakkın dergâhına el açıp, yalancılar aleyhinde lânetle dua edeceğiz" Âl-i İmrân Sûresi, 3:61

قَر۪يبٌ ظُهُورُ نَبِىٍّ هٰذَا دَارُ هِجْرَتِهِ

Bir peygamberin zuhuru yakındır. Burası da onun hicret yeridir. (Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 1:367, 2:526, 6:240-249; el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl, 11:401, 12:390-408; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:364; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:739-743; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 8:240)

وَاللّٰهِ هُوَ الَّذ۪ى عَهَدَ اِلَيْكُمْ ف۪يهِ ابْنُ هَيْبَان

Vallahi İbn-i Heyban'ın haber verdiği zât budur.

اَللّٰهُمَّ ابْعَثْ لَنَا مُق۪يمَ السُّنَّةِ بَعْدَ الْفَتْرَةِ

Allahım! Fetretten sonra bize Sünneti ihyâ edecek olan zâtı gönder. (Yusuf Nebhânî, Hüccetullah ale'l-Âlemîn, 104, 115)

قَالَ الْمَس۪يحُ اِنّ۪ى ذَاهِبٌ اِلٰى اَب۪ى وَ اَب۪يكُمْ لِيَبْعَثَ لَكُمُ الْفَارَقْل۪يطَا

Yani: "Ben gidiyorum, tâ size Faraklit gelsin!" Yani, Ahmed gelsin.

اِنّ۪ى اَطْلُبُ مِنْ رَبّ۪ى فَارَقْل۪يطًا يَكُونُ مَعَكُمْ اِلَى الْاَبَدِ

"Ben Rabbimden; hakkı bâtıldan farkeden bir peygamberi istiyorum ki, ebede kadar beraberinizde bulunsun.

اَلْفَارِقُ بَيْنَ الْحَقِّ وَ الْبَاطِلِ

Hak ile bâtılın arasını ayıran.

اِنَّ اللّٰهَ قَالَ ِلِابْرَاه۪يمَ اِنَّ هَاجَرَ تَلِدُ وَيَكُونُ مِنْ وَلَدِهَا مَنْ يَدُهُ فَوْقَ الْجَم۪يعِ وَيَدُ الْجَم۪يعِ مَبْسُوطَةٌ اِلَيْهِ بِالْخُشُوعِ

"Hazret-i İsmail'in vâlidesi olan Hacer, evlâd sahibesi olacak ve onun evlâdından öyle birisi çıkacak ki, o veledin eli, umumun fevkinde olacak ve umumun eli huşu' ve itaatle ona açılacak."

وَقَالَ يَا مُوسٰى اِنّ۪ى مُق۪يمٌ لَهُمْ نَبِيًّا مِنْ بَن۪ى اِخْوَتِهِمْ مِثْلَكَ وَاُجْر۪ى قَوْل۪ى ف۪ى فَمِهِ وَالرَّجُلُ الَّذ۪ى لَايَقْبَلُ قَوْلَ النَّبِىِّ الَّذ۪ى يَتَكَلَّمُ بِاِسْم۪ى فَاَنَا اَنْتَقِمُ مِنْهُ

Allah (c.c.): Ya Musa dedi.. "Benî İsrail'in kardeşleri olan Benî İsmail'den senin gibi birini göndereceğim. Ben sözümü onun ağzına koyacağım, benim vahyimle konuşacak. Onu kabul etmeyene azab vereceğim."

قَالَ مُوسٰى رَبِّ اِنّ۪ى اَجِدُ فِى التَّوْرٰيةِ اُمَّةً هُمْ خَيْرُ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ يَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ فَاجْعَلْهُمْ اُمَّت۪ى قَالَ تِلْكَ اُمَّةُ مُحَمَّدٍ

Mûsâ dedi ki: 'Ey Rabbim, ben Tevrat'ta, insanlara iyiliği emredip onları kötülükten sakındırmak için çıkarılmış, Allah'a iman eden hayırlı bir ümmetin vasıflarını gördüm. Onu benim ümmetim yap.' Allah buyurdu ki: 'O, Muhammed ümmetidir.' (Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:746; Yusuf Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 107-118; Tevrat, Eş'ıyâ, Ishah, 42)

يَا دَاوُدُ يَاْت۪ى بَعْدَكَ نَبِىٌّ يُسَمّٰى اَحْمَدَ وَمُحَمَّدًا صَادِقًا سَيِّدًا اُمَّتُهُ مَرْحُومَةٌ

Yâ Davud! Senden sonra, Ahmed, Muhammed, Sâdık ve Seyyid olarak anılacak bir peygamber gelecek. Onun ümmeti Allah'ın rahmetine mazhar olacak. (Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:353; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1:18; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2:326; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:739; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 122)

يَٓا اَيُّهَا النَّبِىُّ اِنَّا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًا وَحِرْزًا لِـْلُامِّيّ۪ينَ اَنْتَ عَبْد۪ى سَمَّيْتُكَ الْمُتَوَكِّلَ لَيْسَ بِفَظٍّ وَلَا غَل۪يظٍ وَلَا صَخَّابٍ فِى الْاَسْوَاقِ وَلَا يَدْفَعُ بِالسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةَ بَلْ يَعْفُو وَيَغْفِرُ وَلَنْ يَقْبِضَهُ اللّٰهُ حَتّٰى يُق۪يمَ بِهِ الْمِلَّةَ الْعَوْجَاءَ بِاَنْ يَقُولُوا لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

Ey Peygamber! Muhakkak ki Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir sakındırıcı ve ümmîler için bir dayanak olarak gönderdik. Sen Benim kulumsun ve Resûlümsün sana "Mütevekkil" ismini verdim. Sen ne katı kalbli, ne huysuz ve ne de sokaklarda böbürlenerek yürüyen biri değilsin. Sen kötülüğe kötülükle de karşılık vermezsin. Sen affeden ve bağışlayan bir peygambersin. Eğriliğe girmiş olan halk onunla yolunu doğrultuncaya ve 'Lâilâhe İllallâh' deyinceye kadar Allah o peygamberin ruhunu almaz. (Buharî, Büyû': 5; Burhâneddin Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:346; Dârîmî, Mukaddime: 2; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1:17; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2:326; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 105, 135; el-Acurrî, eş-Şerî'a, 444, 452; Kastalânî, el-Mevâhibü'l-Ledünniye, 6:192)

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ مَوْلِدُهُ بِمَكَّةَ وَهِجْرَتُهُ بِطَيْبَةَ وَمُلْكُهُ بِالشَّامِ وَاُمَّتُهُ الْحَمَّادُونَ

Muhammed, Allah'ın Resulüdür. Mekke Onun doğum yeri, Medine hicret yeri, Şam Onun mülküdür. Ümmeti ise hamd edici kimselerdir. (Dârîmî, Mukaddime: 2; Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:346-351; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:739; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 116; Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1:72

اَنْتَ عَبْد۪ى وَرَسُول۪ى سَمَّيْتُكَ الْمُتَوَكِّلَ

Sen benim kulum ve Resûlümsün. Sana Mütevekkil ismini verdim. (Buharî, Büyû': 5; Burhâneddin Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:346; Dârîmî, Mukaddime: 2; Kandehlevî, Hayâtü's-Sahâbe, 1:17; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2:326; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 105, 135; el-Acurrî, eş-Şerî'a, 444, 452; Kastalânî, el-Mevâhibü'l-Ledünniye, 6:192)

عَبْدِىَ الْمُخْتَارُ لَيْسَ بِفَظٍّ وَلَا غَل۪يظٍ

Seçkin kulum, ne katı kalpli ne de huysuz ve geçimsiz biridir. (Dârîmî, Mukaddime: 2; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 105, 119; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:739)

مَعَهُ قَض۪يبٌ مِنْ حَد۪يدٍ يُقَاتِلُ بِهِ وَاُمَّتُهُ كَذٰلِكَ

Onun demirden bir asâsı, yani kılıcı olacak ve onunla savaşacak. Ümmeti de onun gibi olacak. (Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 99, 114)

وَ مَثَلُهُمْ فِى الْاِنْجِيلِ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْاَهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ

Onların İncil'deki vasıfları da şöyledir: Filizini çıkarmış, sonra git gide kuvvet bulmuş, kalınlaşmış ve gövdesi üzerinde yükselmiş bir ekine benzerler ki, ekincilerin pek hoşuna gider. Allah'ın onları böylece çoğaltıp kuvvetlendirmesi, kâfirleri öfkeye boğmak içindir. (Fetih Sûresi, 48:29)

ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرٰيةِ

Onların Tevrat'taki vasıfları budur. (Fetih Sûresi, 48:29)

"Kütüb-ü enbiyada, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Muhammed, Ahmed, Muhtar mânâsında Süryânî ve İbrânî isimleri var."

مشَفَّحْ

Hazret-i Şuayb'ın suhufunda Muhammed manasında.

منْحَمَنَّا

Tevrat'ta Muhammed manasında,

حِمْيٰاطَا

Nebiyy-ül Haram manasında.

اَلْمُخْتَارْ

Zebur'da (seçilmiş) ismiyle müsemmadır.

اَلْخَاتَمُ الْخَاتَمْ

Tevrat'ta.

مُقِيمُ السُّنَّةِ

Tevrat'ta ve Zebur'da.

مَازْمَازْ

Suhuf-u İbrahim ve Tevrat'ta.

اَحْيَدْ

Tevrat'ta.

اِسْم۪ى فِى الْقُرْاٰنِ مُحَمَّدٌ وَ فِى الْاِنْج۪يلِ اَحْمَدُ وَ فِى التَّوْرٰيةِ اَحْيَدُ

Benim ismim Kur'ân'da Muhammed, İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ahyed'dir. (Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 108, 112; Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:353; el-Envârü'l-Muhammediyye mine'l-Mevâhibü'l-Ledünniyye, s. 143 (İbn-i Abbas'dan r.a rivayet olunmuştur)

صَاحِبُ الْقَضِيبِ وَ الْهَرَاوَةِ

Yani "seyf ve asâ sahibi."

صَاحِبُ التَّاجْ

"Tac" sahibi. Tâc, imame yani sarık demektir. Kat'î olarak "Resul-i Ekrem" (Aleyhissalâtü Vesselâm) demektir.

اَلبَارَقْلِيطْ

veyahut

اَلفٰارَقْلِيطْ

İncil tefsirlerinde, "Hak ve bâtılı birbirinden tefrik eden hakperest."

وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓى اِسْرَٓائ۪يلَ اِنّ۪ى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَىَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَاْت۪ى مِنْ بَعْدِى اسْمُهُ اَحْمَدُ

Hani Meryem oğlu İsa 'Ey İsrailoğulları,' demişti. 'Ben, daha önce indirilen Tevrat'ı doğrulamak ve benden sonra gelecek Ahmed isminde bir peygamberi müjdelemek üzere size Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberim.' (Saf Sûresi, 61:6)

اُمَّتُهُ الْحَمَّادُونَ

Onun ümmeti, hamd edici kimselerdir. (Dârîmî, Mukaddime: 2)

ايتون

Bir oğlan,

ازربيون

İbrahim neslinden ola

پروفتون

Peygamber ola,

لوغسلين

Yalancı olmaya,

بنت

Onun

افزولات

mevlidi Mekke ola,

كه كالوشير

sâlihlikle gelmiş ola,

تونومنين

Onun mübarek adı

مواميت

Ahmed Muhammed ola.

اسفدوس

Ona uyanlar,

تاكرديس

Bu cihan ıssı olalar.

بيست بيث

dahi, ol cihan ıssı ola.

شَهِدْتُ عَلٰى اَحْمَدَ اَنَّهُ رَسُولٌ مِنَ اللّٰهِ بَارِى النَّسَمِ
فَلَوْ مُدَّ عُمْر۪ى اِلٰى عُمْرِهِ لَكُنْتُ وَز۪يرًا لَهُ وَابْنَ عَمٍّ

"Ben Ahmed'in (A.S.M.) risaletini tasdik ediyorum. Ben onun zamanına yetişseydim, ona vezir ve ammizade olurdum." (Yani, Ali gibi ona fedai bir hâdim olurdum.)

اَرْسَلَ ف۪ينَا اَحْمَدَ خَيْرَ نَبِىٍّ قَدْ بُعِثَ ٭ صَلّٰى عَلَيْهِ اللّٰهُ مَا عَجَّ لَهُ رَكْبٌ وَ حُثَّ

Gönderilenlerin ve peygamberlerin en hayırlısı olarak Ahmed'i (a.s.m.) bize gönderdi. Kàfileler onun için yollara düştükçe ve bu teşvik edildikçe Allah ona rahmet eylesin. (Süyûtî, el-Fethu'l-Kebîr, 2:133; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2:230; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:740; Taberanî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, 12:1254; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 2:101; Ebû Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, 1:105.)

عَلٰى غَفْلَةٍ يَاْتِى النَّبِىُّ مُحَمَّدٌ فَيُخْبِرُ اَخْبَارًا صَدُوقًا خَب۪يرُهَا

"Füc'eten, Muhammed-ün Nebi gelecek, doğru haberleri verecek."

اِذَا وُلِدَ بِتِهَامَةَ وَلَدٌ بَيْنَ كَتْفَيْهِ شَامَةٌ كَانَتْ لَهُ الْاِمَامَةُ وَاِنَّكَ يَا عَبْدَ الْمُطَّلِبِ لَجَدُّهُ

Yani: "Hicaz'da bir çocuk dünyaya gelir. Onun iki omuzu arasında hâtem gibi bir nişan var. İşte o çocuk umum insanlara imam olacak!" Sonra gizli Abdülmuttalib'i çağırmış, "O çocuğun ceddi de sensin"

بَشِّرْ يَا مُحَمَّدُ اِنّ۪ى اَشْهَدُ اَنَّكَ اَنْتَ النَّبِىُّ الْمُنْتَظَرُ وَبَشَّرَ بِكَ ع۪يسٰى

Müjde, ya Muhammed (a.s.m.). Ben şehadet ederim ki, beklenen ve İsa'nın (a.s.) müjdelediği peygamber sensin. Yani: "Telaş etme, o halet vahiydir. Sana müjde! İntizar edilen Nebi sensin! İsa, seninle müjde vermiş."

وَالَّذ۪ى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ لَقَدْ وَجَدْتُ صِفَتَكَ فِى الْاِنْج۪يلِ وَبَشَّرَ بِكَ ابْنُ الْبَتُولِ

Yani: Allah'a yemin olsun ki, Seni hak ile gönderdi. "Ben senin sıfatını İncil'de gördüm, iman ettim. İbn-i Meryem, İncil'de senin geleceğini müjde etmiş."

لَيْتَ ل۪ى خِدْمَتَهُ بَدَلًا عَنْ هٰذِهِ السَّلْطَنَةِ

Yani: "Keşki şu saltanata bedel Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın hizmetkârı olsaydım. O hizmetkârlık, saltanatın pek fevkindedir."

هَدَى اللّٰهُ عُثْمَانًا بِقَوْل۪ى اِلَى الَّت۪ى بِهَا رُشْدُهُ وَ اللّٰهُ يَهْدِى اِلَى الْحَقِّ

Allah, Osman'a, ona söylediğim bir sözle hidâyet nasip etti. Hakka eriştiren ancak Allah'tır. (Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:258)

يَا ذَيَابُ يَا ذَيَابُ اِسْمَعِ الْعَجَبَ الْعُجَابَ
بُعِثَ مُحَمَّدٌ بِالْكِتَابِ يَدْعُو بِمَكَّةَ فَلَا يُجَابُ

Ey Zeyâb, ey Zeyâb! Acaibin en acibine kulak ver: Muhammed kitapla gönderildi; Mekke ahalisini çağırıyor, ama onu dinlemiyorlar. (Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:335-337; Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:358; Nebhânî, Hüccetüllah ale'l-Âlemîn, 181)

جَاءَ الْحَقُّ فَسَطَعَ وَ دُمِّرَ بَاطِلٌ فَانْقَمَعَ

Hak geldi, nur saçtı. Bâtıl ise, mahvoldu, kökü kazındı. (Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:748; Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:252)

هٰذَا النَّبِىُّ الْمُرْسَلُ جَٓاءَ بِالْحَقِّ الْمُنْزَلِ

Şu gönderilen Peygamber, indirilmiş hak bir kitap getirdi. (Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 2:255; Halebî, es-Sîretü'l-Halebiye, 1:325; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 2:337; el-Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 8:242; Ali el-Kari, Şerhu'ş-Şifâ, 1:747; Süyûtî, el-Hasâisü'l-Kübrâ, 1:252-271)

اَوْدٰى ضِمَارُ وَكَانَ يُعْبَدُ مُدَّةً قَبْلَ الْبَيَانِ مِنَ النَّبِىِّ مُحَمَّدٍ

Yani: "Muhammed gelmeden evvel bana ibadet ediliyordu, şimdi Muhammed'in beyanı gelmiş; daha o dalalet olamaz." Hazret-i Ömer, İslâmiyetten evvel saneme kesilen bir kurbandan böyle işitmiş:

يَا اٰلَ الذَّب۪يحِ اَمْرٌ نَج۪يحٌ رَجُلٌ فَص۪يحٌ يَقُولُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

Ey kurban kesenler! Mühim bir iş var, bir adam fasih bir lisanla 'Lâ ilâhe illâllah' diyor. (Buharî, Menâkıbü'l-Ensâr: 35; es-Sâ'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, 20:2030)

مُحَمَّدٌ مُصْلِحٌ اَم۪ينٌ

Muhammed, ıslah edici ve emîndir.

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ

Görmedin mi (Rabbin, Allah) fil ashabına ne yaptı! (Fil Suresi: 1)

اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

فَكَرَبْتُ كَرْبًا لَمْ اَكْرُبْ مِثْلَهُ قَطُّ فَجَلَّى اللّٰهُ ل۪ى بَيْتَ الْمَقْدِسِ وَكَشَفَ الْحُجُبَ بَيْن۪ى وَبَيْنَهُ حَتّٰى رَاَيْتُهُ فَنَعَتُّهُ وَ اَنَا اَنْظُرُ اِلَيْهِ

Yani: "Onların tekziblerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hattâ öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden Cenab-ı Hak, Beyt-ül Makdis'i bana gösterdi; ben de Beyt-ül Makdis'e bakıyorum, birer birer herşey'i tarif ediyordum."

سَمِعْنَا وَ اَطَعْنَا

İşittik ve itaat ettik. (Bakara Sûresi, 2:285)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَى الْاِيمَانِ وَالْاِسْلَامِ

İmân ve İslâm nimetinden dolayı Allah'a hamd olsun.

وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ

Sekizincileri köpekleridir... (Kehf Sûresi, 18:22)

قِطْم۪يرٍ

Kıtmîr: Ashab-ı Kehf'in köpeklerinin adı. (Fâtır Sûresi, 35:13)

مُحْضَرُونَ

Hazır bulundurulanlar. (Yâsin Sûresi, 36:32, 53, 75)

مَثْنٰى

İkişer. (Sebe Sûresi, 34:46; Nisâ Sûresi, 4:3)

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا اْلقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِه۪

"De ki: And olsun, eğer bu Kur'ân'ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler. (İsrâ Sûresi, 17:88)

اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا

Yer nerede, Süreyyâ yıldızı nerede!

الٓمٓ ٭ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ ف۪يه۪

Elif lâm mim. Şu yüce kitap ki, onda asla şüphe yoktur. (Bakara Sûresi, 2:1-2)

سُبْحَانَ مَنْ شَهِدَ عَلٰى وَحْدَانِيَّتِه۪ وَصَرَّحَ بِاَوْصَافِ جَمَالِه۪ وَجَلَالِه۪ وَكَمَالِهِ اَلْقُرْاٰنُ الْحَك۪يمُ الْمُنَوَّرُ جِهَاتُهُ السِّتُّ اَلْحَاو۪ى

İşte şu tefekkür-ü Arabînin tercümesi ve meali şudur ki, yani: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın altı ciheti parlaktır ve nurludur. Evham ve şübehat içine giremez. Çünki arkası Arş'a dayanıyor; o cihette nur-u vahiy var. Önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn var. Ebede, âhirete el atmış; Cennet ve saadet nuru var. Üstünde sikke-i i'caz parlıyor. Altında bürhan ve delil direkleri var. İçi hâlis hidayet. Sağı اَفَلَا يَعْقِلُونَ (Akıl etmezler mi? (Yâsin Sûresi, 36:68) ler ile ukûlü istintakla "Sadakte" dedirtiyor. Solunda; kalblere ezvak-ı ruhanî vermekle, vicdanları istişhad ederek "Bârekâllah" dediren Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'a hangi köşeden, hangi cihetten evham ve şübehatın hırsızları girebilir?

لِسِرِّ اِجْمَاعِ كُلِّ كُتُبِ الْاَنْبِيَٓاءِ وَالْاَوْلِيَٓاءِ وَالْمُوَحِّد۪ينَ الْمُخْتَلِف۪ينَ فِى الْاَعْصَارِ وَالْمَشَارِبِ وَالْمَسَالِكِ الْمُتَّفِق۪ينَ بِقُلُوبِهِمْ وَعُقُولِهِمْ عَلٰى تَصْد۪يقِ اَسَاسَاتِ الْقُرْاٰنِ وَكُلِّيَّاتِ اَحْكَامِه۪ عَلٰى وَجْهِ الْاِجْمَالِ وَهُوَ مَحْضُ الْوَحْىِ بِاِجْمَاعِ الْمُنْزِلِ وَالْمُنْزَلِ وَالْمُنْزَلِ عَلَيْهِ

Evet Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan asırları, meşrebleri, meslekleri muhtelif olan enbiyanın, evliyanın, muvahhidînin kitablarının sırr-ı icma'ını câmi'dir. Yani bütün o ehl-i kalb ve akıl, Kur'an-ı Hakîm'in mücmel ahkâmını ve esasatını tasdik eder bir surette, o esasatı kitablarında zikredip kabul etmişler. Demek onlar, Kur'an şecere-i semavîsinin kökleri hükmündedirler. Hem Kur'an-ı Hakîm, vahye istinad ediyor ve vahiydir. Çünki Kur'anı nâzil eden Zât-ı Zülcelal, mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) ile, Kur'an vahiy olduğunu gösterir, isbat eder. Ve nâzil olan Kur'an dahi, üstündeki i'caz ile gösterir ki, Arş'tan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bidayet-i vahiydeki telaşı ve nüzul-i vahiy vaktindeki vaziyet-i bîhuşu ve herkesten ziyade Kur'ana karşı ihlas ve hürmeti gösteriyor ki: Vahiy olup ezelden geliyor, ona misafir oluyor.

وَعَيْنُ الْهِدَايَةِ بِالْبَدَاهَةِ وَمَعْدَنُ اَنْوَارِ الْا۪يمَانِ بِالضَّرُورَةِ

Hem o Kur'an bilbedahe mahz-ı hidayettir. Çünki onun muhalifi, bilmüşahede küfrün dalaletidir. Hem bizzarure Kur'an envâr-ı imaniyenin madenidir. Elbette envâr-ı imaniyenin aksi, zulümattır. Çok Sözlerde bunu kat'î olarak isbat etmişiz.

وَمَجْمَعُ الْحَقَٓائِقِ بِالْيَق۪ينِ

Hem Kur'an bilyakîn hakaikın mecma'ıdır. Hayalât ve hurafat, içine giremez. Teşkil ettiği hakikatlı âlem-i İslâmiyet, izhar ettiği esaslı şeriat ve gösterdiği âlî kemalâtın şehadetiyle, âlem-i gayba ait olan bahislerinde dahi, âlem-i şehadetteki bahisleri gibi, ayn-ı hakaik olduğunu ve içinde hilaf bulunmadığını isbat eder.

وَمُوصِلٌ اِلَى السَّعَادَةِ بِالْعَيَانِ وَذُو الْاَثْمَارِ الْكَامِل۪ينَ بِالْمُشَاهَدَةِ

Hem Kur'an bil'ayan ve şübhesiz, saadet-i dâreyne îsal eder, beşeri ona sevkeder. Kimin şübhesi varsa, bir defa Kur'anı okusun ve dinlesin ne diyor? Hem Kur'anın verdiği meyveler; hem mükemmeldir, hem hayatdardır. Öyle ise, Kur'an ağacının kökü hakikattadır, hayatdardır. Çünki meyvenin hayatı, ağacın hayatına delalet eder. İşte bak; her asırda ne kadar asfiya ve evliya gibi mükemmel ve kâmil zîhayat ve zînur meyveler vermiş.

وَمَقْبُولُ الْمَلَكِ وَالْاِنْسِ وَالْجَانِّ بِالْحَدْسِ الصَّادِقِ مِنْ تَفَار۪يقِ الْاَمَارَاتِ

Hem hadsiz müteferrik emarelerden neş'et eden bir hads ve kanaatla, Kur'an hem ins, hem cinn, hem meleğin makbulü ve mergubudur ki; okunduğu vakit onlar iştiyakla pervane gibi etrafına toplanıyorlar.

وَالْمُؤَيَّدُ بِالدَّلَٓائِلِ الْعَقْلِيَّةِ بِاِتِّفَاقِ الْعُقَلَٓاءِ الْكَامِل۪ينَ وَالْمُصَدَّقُ مِنْ جِهَةِ الْفِطْرَةِ السَّل۪يمَةِ بِشَهَادَةِ اِطْمِئْنَانِ الْوِجْدَانِ

Hem Kur'an vahiy olmakla beraber, delail-i akliye ile teyid ve tahkim edilmiş. Evet kâmil ukalânın ittifakı buna şahiddir. Başta ülema-i ilm-i Kelâmın allâmeleri ve İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi felsefenin dâhîleri müttefikan esasat-ı Kur'aniyeyi usûlleriyle, delilleriyle isbat etmişler. Hem Kur'an, fıtrat-ı selime cihetiyle musaddaktır. Eğer bir ârıza ve bir maraz olmazsa; herbir fıtrat-ı selime onu tasdik eder. Çünki itminan-ı vicdan ve istirahat-ı kalb, onun envârıyla olur. Demek fıtrat-ı selime, vicdanın itminanı şehadetiyle, onu tasdik ediyor. Evet fıtrat, lisan-ı haliyle Kur'ana der: "Fıtratımızın kemali sensiz olamaz!" Şu hakikatı çok yerlerde isbat etmişiz.

وَالْمُعْجِزَةُ الْاَبَدِيَّةُ الْبَاق۪ى وَجْهُ اِعْجَازِه۪ عَلٰى مَرِّ الزَّمَانِ بِالْمُشَاهَدَةِ

Hem Kur'an bilmüşahede ve bilbedahe, ebedî ve daimî bir mu'cizedir. Her vakit i'cazını gösterir. Sair mu'cizat gibi sönmez, vakti bitmez, ebedîdir.

وَالْمُنْبَسِطُ دَائِرَةُ اِرْشَادِه۪ مِنَ اْلَمَـَلِا الْاَعْلٰٓى اِلٰى مَكْتَبِ الصِّبْيَانِ يَسْتَف۪يدُ مِنْ عَيْنِ دَرْسٍ اَلْمَلٰٓئِكَةُ مَعَ الصَّبِيّ۪ينَ

Hem Kur'anın mertebe-i irşadında öyle bir genişlik var ki; birtek dersinde, Hazret-i Cibril (A.S.), bir tıfl-ı nevresîde ile omuz omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar. Ve İbn-i Sina gibi en dâhî feylesof, en âmi bir ehl-i kıraatla diz dize aynı dersi okurlar, derslerini alırlar. Hattâ bazan olur ki; o âmi adam, kuvvet ve safvet-i iman cihetiyle, İbn-i Sina'dan daha ziyade istifade eder.

وَ كَذَا هُوَ ذُو الْبَصَرِ الْمُطْلَقِ يَرَى الْاَشْيَٓاءَ بِكَمَالِ الْوُضُوحِ وَالظُّهُورِ وَيُح۪يطُ بِهَا وَيُقَلِّبُ الْعَالَمَ فِى يَدِه۪ وَيُعَرِّفُهُ لَنَا كَمَا يُقَلِّبُ صَانِعُ السَّاعَةِ السَّاعَةَ ف۪ى كَفِّه۪ وَيُعَرِّفُهَا لِلنَّاسِ

Hem Kur'anın içinde öyle bir göz var ki; bütün kâinatı görür, ihata eder ve bir kitabın sahifeleri gibi kâinatı göz önünde tutar, tabakatını ve âlemlerini beyan eder. Bir saatin san'atkârı nasıl saatini çevirir, açar, gösterir, tarif eder; Kur'an dahi, elinde kâinatı tutmuş öyle yapıyor.

فَهٰذَا الْقُرْاٰنُ الْعَظ۪يمُ الشَّانِ هُوَ الَّذ۪ى يَقُولُ مُكَرَّرًا اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

İşte şöyle bir Kur'an-ı Azîmüşşan'dır ki فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der, vahdaniyeti ilân eder.

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

(Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur. (Muhammed Sûresi, 47:19)

اَللّٰهُمَّ اجْعَلِ الْقُرْاٰنَ لَنَا فِى الدُّنْيَا قَر۪ينًا وَ فِى الْقَبْرِ مُونِسًا وَ فِى الْقِيَامَةِ شَف۪يعًا وَ عَلَى الصِّرَاطِ نُورًا وَ مِنَ النَّارِ سِتْرًا وَ حِجَابًا وَ فِى الْجَنَّةِ رَف۪يقًا وَ اِلَى الْخَيْرَاتِ كُلِّهَا دَل۪يلًا وَ اِمَامًا

Allahım! Kur'ân'ı bize dünyada bir dost, kabirde ünsiyetli bir yoldaş, kıyamette bir şefaatçi, sırat üzerinde bir nur, Cehennem ateşine karşı bir siper ve örtü, Cennette bir refik, bütün hayırlara bir delil ve imam kıl.

اَللّٰهُمَّ نَوِّرْ قُلُوبَنَا وَ قُبُورَنَا بِنُورِ الْا۪يمَانِ وَ الْقُرْاٰنِ وَ نَوِّرْ بُرْهَانَ الْقُرْاٰنِ بِحَقِّ وَ بِحُرْمَةِ مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ عَلَيْهِ وَ عَلٰٓى اٰلِهِ الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ مِنَ الرَّحْمٰنِ الْحَنَّانِ اٰم۪ينَ

Allahım! Kalblerimizi ve kabirlerimizi iman ve Kur'ân nuruyla nurlandır. Üzerine Kur'ân indirilen Zâtın -Rahmân-ı Hannân'ın salât ve selâmı onun ve âlinin üzerine olsun - hakkı ve hürmeti için, bize Kur'ân'ın burhanlarını aydınlat. Âmin.

سَمِعْنَا وَ اَطَعْنَا

İşittik ve itaat ettik. (Bakara Sûresi, 2:285)

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur. (Muhammed Sûresi, 47:19)

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَيْهِ وَ عَلٰٓى اٰلِهِ عَدَدَ حَسَنَاتِ اُمَّتِهِ

Allahım! Ona ve âline, ümmetinin hasenâtı adedince salât ve selâm et.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin. (Bakara Sûresi, 2:32)

وَ اَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ

Rabbinin nimetine gelince, onu minnet ve şükranla an. (Duhâ Sûresi, 93:11)

Mu'cizat-ı Ahmediye'nin Birinci Zeyli

(Ondokuzuncu Söz, Risalet-i Ahmediyeye (A.S.M.) dair olduğundan; âyet ve hadis mealleri, bu kitabın Sözler,19. Söz kısmında verilmiştir. Oraya bakılsın.)

Şakk-ı Kamer Mu'cizesine Dairdir

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ ٭ وَاِنْ يَرَوْ اٰيَةً يُعْرِضُوا وَ يَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ

Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı. Onlar ise, ne zaman bir mu'cize görseler yüz çevirir ve 'Bu daimî bir sihirdir' derler. (Kamer Sûresi, 54:1-2)

وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

Ve Ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

وَ يَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ

Bu daimî bir sihirdir' derler. (Kamer Sûresi, 54:2)

وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

Ve Ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اٰلِهِ الصَّلَاةُ وَالتَّسْل۪يمَاتُ مِلْاَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتِ

Ona ve âline, yer ve gökler dolusunca salât ve selâm olsun.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin. (Bakara Sûresi, 2:32)

Mu'cizat-ı Ahmediye (a.s.m.) Zeylinin Bir Parçasıdır

وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

Ve Ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ

Bir şeye sebep olan, onu işleyen gibidir. ["Hayrın yolunu gösteren, onu işleyen gibidir" (Feyzü'l- Kadîr, c.3, s. 537, hadîs no: 4250; Keşfü'l-Hafâ, c. 1, s. 399.) hadîsinden alınan bir ölçü.]

اَلْبَاق۪ى هُوَ الْبَاق۪ى

Bâkî olan sadece Odur.

اَلْفَضْلُ مَا شَهِدَتْ بِهِ الْاَعْدَٓاءُ

"Fazilet odur ki; düşmanlar dahi onu tasdik etsin."

وَقَدْ اِعْتَرَفَ حَتّٰى عُلَمَٓاءُ الْغَرْبِ بِسُمُوِّ مَبَادِى الْاِسْلَامِ وَصَلَاحِهَا لِلْعَالَمِ... قَالَ عَم۪يدُ كُلِّيَّةِ الْحُقُوقِ بِجَامِعَةِ ڤ۪ييَنَا َالْاُسْتَاذُ شَبُولْ ف۪ى مُؤْتَمَرِ الْحُقُوقِيّ۪ينَ الْمُنْعَقَدِ ف۪ى سَنَةِ ـ﴿٧٢٩١‌ـ﴾ اِنَّ الْبَشَرِيَّةَ لَتَفْتَخِرُ بِاِنْتِسَابِ رَجُلٍ كَمُحَمَّدٍ ـ﴿ع ص م‌ـ﴾ اِلَيْهَا اِذْ اِنَّهُ رَغْمَ اُمِّيَّتِه۪ اِسْتَطَاعَ قَبْلَ بِضْعَةِ عَشَرَ قَرْنًا اَنْ يَاْت۪ى بِتَشْرِيعٍ سَنَكُونُ نَحْنُ الْاَوْرُوبَائِيّ۪ينَ اَسْعَدَ مَا نَكُونُ لَوْ وَصَلْنَا اِلٰى قِيْمَتِه۪ بَعْدَ اَلْفَىْ عَامٍ وَ قَالَ بَرْنَارْد شَوْ : لَقَدْ كَانَ د۪ينُ مُحَمَّدٍ ـ﴿ع ص م‌ـ﴾ مَوْضِعَ التَّقْد۪يرِ السَّام۪ى دَٓائِمًا لِمَا يَنْطَو۪ى عَلَيْهِ مِنْ حَيَوِيَّةٍ مُدْهِشَةٍ ِلَانَّهُ عَلٰى مَا يَلُوحُ ل۪ى هُوَ الدّ۪ينُ الْوَح۪يدُ الَّذ۪ى لَهُ مَلَكَةُ الْهَضْمِ ِلَاطْوَارِ الْحَيَاةِ الْمُخْتَلِفَةِ وَالَّذ۪ى يَسْتَط۪يعُ لِذٰلِكَ اَنْ يَجْذِبَ اِلَيْهِ كُلَّ جَيْلٍ مِنَ النَّاسِ وَ اَرٰى وَاجِبًا اَنْ يُدْعٰى مُحَمَّدٌ ـ﴿ع ص م‌ـ﴾ مُنْقِذَ الْاِنْسَانِيَّةِ وَ اَعْتَقِدُ اَنَّ رَجُلًا مِثْلَهُ اِذَا تَوَلّٰى زَعَامَةَ الْعَالَمِ الْحَد۪يثِ نَجَحَ ف۪ى حَلِّ مُشْكِلَاتِه۪ وَاَحَلَّ فِى الْعَالَمِ السَّلَامَةَ وَالسَّعَادَةَ ـ﴿يَعْنِى الْمُسَالَمَةَ وَالصُّلْحَ الْعُمُومِىَّ‌ـ﴾ وَمَا اَشَدَّ حَاجَةَ الْعَالَمِ اَلْيَوْمَ اِلَيْهَا

Tercümesinin bir hülâsası:

Evet garb üleması ve feylesofları itiraf ve ikrar etmişler ki: "İslâmiyetin kanunları, yüksek bir tarzda âlemin ıslahına kâfidir."

Hem Külliyet-ül Hukuk Kongresinin cem'iyetinde, bütün hukukiyyunun toplandığı o kongrede 1921 senesinde onun reisi feylesof üstad Shebol demiş ki: "Muhammed'in (A.S.M.) beşeriyete intisabıyla bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünki o Zât ümmi olmasıyla beraber, onüç asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki; biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek, en mes'ud, en saadetli oluruz."

İkincisi veyahut Nur Çeşmesi'nin âhirine ilâve edilenlerle kırkbeşincisi olan Bernard Shaw demiş: "Din-i Muhammedî'nin (A.S.M.) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi: Gayet acib ve sağlam bir hayatı temin etmesidir. Bana açılan budur ki: O din tek, yekta, emsalsiz bir din-i ferîd olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yani, ıslah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammed'in (A.S.M.) dini öyle bir dindir ki, insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beşere vâcibdir ki desin: "Muhammed (A.S.M.) insaniyetin halaskârıdır. Ve halaskârlık namı, ona verilmek lâzımdır."

Hem diyor: "Ben itikad ediyorum ki: Muhammed'in misli, yani sîretinde, tarzında bir adam şimdiki yeni âleme reis olsa, hükmetse; bu yeni âlemin müşkilâtını halledip, bu yeni karmakarışık âlemde müsalemet-i umumiyeye ve saadet-i hayatın husulüne sebeb olacak. Evet, bu yeni âlemin müsalemet ve saadet-i hayatiyeye ne kadar şedid ihtiyacı var olduğunu herkes anlar!"

Âyet-ül Kübra Risalesinin Risalet-i Ahmediyeden bahseden Onaltıncı Mertebesi

وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

Ay yarıldı. (Kamer Sûresi, 54:1)

وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى

Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı. (Enfâl Sûresi, 8:17)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ فَخْرُ الْعَالَمِ وَ شَرَفُ نَوْعِ بَن۪ى اٰدَمَ بِعَظَمَةِ سَلْطَنَةِ قُرْاٰنِهِ وَ حِشْمَةِ وُسْعَةِ د۪ينِهِ وَ كَثْرَةِ كَمَالَاتِهِ وَ عُلْوِيَّةِ اَخْلَاقِهِ حَتّٰى بِتَصْد۪يقِ اَعْدَائِهِ وَ كَذَا شَهِدَ وَ بَرْهَنَ بِقُوَّةِ مِأٰتِ الْمُعْجِزَاتِ الظَّاهِرَاتِ الْبَاهِرَاتِ الْمُصَدِّقَةِ الْمُصَدَّقَةِ وَ بِقُوَّةِ اٰلَافِ حَقَائِقِ د۪ينِهِ السَّاطِعَةِ الْقَاطِعَةِ بِاِجْمَاعِ اٰلِهِ ذَوِى الْاَنْوَارِ وَ بِاِتِّفَاقِ اَصْحَابِهِ ذَوِى الْاَبْصَارِ وَ بِتَوَافُقِ مُحَقِّق۪ى اُمَّتِهِ ذَوِى الْبَرَاهِينِ وَ الْبَصَائِرِ النَّوَّارَةِ

Allah'tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü'l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, Kur'ân'ının azamet-i saltanatı ve dininin haşmet-i vüs'ati ve kemâlâtının kesreti ve hattâ düşmanlarının tasdikiyle dahi ahlâkının ulviyetiyle, fahr-i âlem ve şeref-i nev-i benî Âdem olan zât (a.s.m.), Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Kezâ, o zât (a.s.m.), zâhir ve bâhir ve musaddık ve musaddak yüzlerce mu'cizâtının kuvvetiyle ve dininin sâti' ve kàti' binlerce hakaik-i diniyesinin kuvvetiyle ve Ehl-i Beytinin icmâıyla ve basar sahibi Ashabının ittifakıyla ve ümmetinden burhan ve nuranî basiret sahibi muhakkiklerin tevafukuyla, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna şehadet ve onu ispat eder.

اَلْبَاق۪ى هُوَ الْبَاق۪ى

Bâkî olan sadece Odur.








































Önceki Kısım: On Sekizinci Mektup Ayet-Hadis MealleriMektubat Ayet-Hadis MealleriYirminci Mektup Ayet-Hadis Mealleri: Sonraki Kısım