Risale:Fihriste-i Mektubat (Fihrist Risalesi)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Risale: Sözler'in FihristiFihrist RisalesiLem'alar'ın Fihristi: Sonraki Risale

Fihriste-i Mektubat

Birinci Mektub[değiştir]

Dört sualin cevabıdır.

Birinci Sual: Hazret-i Hızır'ın hayatı hakkında ve o münasebetle hayatın beş mertebesini gayet güzel ve mukni' bir tarzda beyan eder.

İkinci Sual:

اَلَّذِى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَوةَ

âyetindeki mevti, nimet suretinde ve mahlûk olduğunun sırrını gayet güzel bir surette isbat eder ki, mevt dahi hayat gibi bir nimet ve hayat gibi mahlûk olduğunu isbat eder.

Üçüncü Sual: "Cehennem nerededir?" cevabında, gayet makul bir surette yerini beyan eder ve gösterir. Cehennem-i Suğra ve Kübra'yı tefrik edip, fennî bir tarzda ve mantıkî bir surette isbat etmekle beraber; âhirette gayet muhteşem ve parlak bir surette azamet ve rububiyet-i İlahiyenin bir sırr-ı azîmini ve Cehennem-i Kübra'nın bir hikmet-i hilkatini gösterdiği gibi; Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatin iki meyvesi ve silsile-i kâinatın iki neticesi ve seyl-i şuunatın ve mahsulât-ı maneviye-i Arziyenin iki mahzeni, lütuf ve kahrın iki tecelligâhı olduğunu gösterir.

Dördüncü Sual'in cevabında; mahbublara olan aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılab ettiği gibi, koca dünyaya karşı insanın aşk-ı mecazîsi dahi, sırr-ı iman ile makbul bir aşk-ı hakikîye inkılab edebildiğini gayet güzel ve mukni' bir surette isbat eder.

İkinci Mektub[değiştir]

Bu zamanda zaruret olmadan, irşad-ı nâsa ve neşr-i dine çalışanların, sadakaları ve hediyeleri kabul etmemeleri lâzımgeldiğinin sırrını dört sebeble beyan eder.

اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّٰهِ

âyeti ile

اِتَّبِعُوا مَنْ لاَ يَسْئَلُكُمْ اَجْرًا

âyeti gibi insanlardan istiğna hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını tefsir eder. Ve ilim ve dini neşre çalışan insanlar, mümkün olduğu kadar istiğna ve kanaatla hareket etmezse; hem ehl-i dalaletin ittihamına hedef olur, hem izzet-i ilmiyeyi muhafaza edemez. Hem salahat ve neşr-i din gibi umûr-u uhreviyeye mukabil hediyeleri almak, âhiret meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.

Üçüncü Mektub[değiştir]

فَلاَ اُقْسِمُ بِالْخُنَّسِ اَلْجَوَارِ الْكُنَّسِ

kaseminde ve yeminindeki ulvî bir nur-u i'cazîyi ve

وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ

âyetinin teşbihindeki parlak bir lem'a-i i'caziyeyi ve

هُوَ الَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا فِى مَنَاكِبِهَا

âyetinde, Küre-i Arzı, feza-yı kâinatta yüzen bir sefine-i Rabbaniye olduğunu gösteren parlak bir hakikatı tasvir ederek, Küre-i Arz'dan Cehennem'e göçmek için ehl-i dalaletin seyahatini ve bütün eşya birtek zâta isnad edilse, vücub derecesinde sühulet ve kolaylık olduğunu; eşyanın icadı müteaddid esbablara isnad edilse, imtina' derecesinde bir suubet ve müşkilât olduğunu gayet güzel ve mukni' ve muhtasar bir surette beyanıyla iki nükte-i mühimme-i i'caziyeyi tefsir eder.

Dördüncü Mektub[değiştir]

وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثِيرًا

âyetinin bir sırrı, Risale-i Nur hakkında tecelli ettiğini beyan eder.

Hem:

"Der Tarîk-ı Nakşibendî lâzım âmed çâr terk: Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hestî, terk-i terk"

düsturuna mukabil, acz-mendî tarîkında pek mühim bir düsturu beyan eder.

Hem

اَفَلَمْ يَنْظُرُوا اِلَى السَّمَاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا

âyetinin bir sırrını; şiire benzer; fakat şiir olmayan, muntazam fakat manzum olmayan, gayet parlak fakat hayal olmayan, yıldızları konuşturan bir yıldızname ile tefsir eder.

Beşinci Mektub[değiştir]

Şeriatın bir hâdimi ve bir vesilesi olan tarîkata mensub bazı zâtların, tarîkata fazla ehemmiyet verip ona kanaat ederek hakaik-i imaniyenin neşrinde tenbellik ve lâkaydlık gösterdikleri münasebetiyle yazılmış.

Ve velayetin üç kısmını beyan edip, en mühim tarîkat olan velayet-i kübra, sırr-ı verasetle Sünnet-i Seniyeye ittiba' ve neşr-i hakaik-i imaniyede ihtimam olduğunu isbat eder.

Ve tarîkatların en mühim gayesi ve faidesi ve müntehası olan inkişaf-ı hakaik-i imaniye, Risale-i Nur ile dahi olabildiğini ve Risale-i Nur'un eczaları o vazifeyi, tarîkat gibi fakat daha kısa bir zamanda gördüğünü gösteriyor.

Altıncı Mektub[değiştir]

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُ لاَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ

âyetlerinin bir sırrını, birbiri içinde hissedilmiş beş nevi hazîn gurbetler zulmetinde nur-u iman ve feyz-i Kur'an ve lütf-u Rahman'dan gelen bir nur-u tesellinin beyanıyla o sırrı tefsir ediyor. Bu mektub en katı kalbi de ağlattıracak derecede rikkatlidir. Ve en me'yus ve mükedder kalbi dahi ferahlandıracak derecede nurludur.

Yedinci Mektub[değiştir]

Münafıkların ittihamından, beraet-i Nebeviye hakkında gelen

مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَآ اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلَكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَ خَاتَمَ النَّبِيِّينَ

فَلَمَّا قَضَى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَىْ لاَ يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِى اَزْوَاجِ اَدْعِيَآ ئِهِمْ

âyetlerinin mühim bir sırrını tefsir ediyor. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın kesret-i izdivacı nefsanî olmadığını; belki akval ve ef'ali gibi, ahval ve etvarından tezahür eden ahkâm-ı şeriata vasıta olmak için hususî dairesinde ziyade şakirdleri bulunmasıdır. Ve Hazret-i Zeyneb'i tezevvücü, sırf bir emr-i İlahî ve kader-i Rabbanî ile olduğunu beyan ediyor. Eski zaman münafıkları gibi, yeni zaman zındıklarının tenkidlerini kat'î bir surette kırıyor.

Sekizinci Mektub[değiştir]

فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

diyen Hazret-i Yakub Aleyhisselâm'ın Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm'a karşı hissiyatı aşk olmadığını, belki ulvî bir mertebe-i şefkat olduğunu ve şefkat aşktan çok yüksek ve keskin bulunduğunu ve ism-i Rahman ve ism-i Rahîm'in vesilesi şefkattir diye beyan ederek

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِِ

in güzel bir sırrını,

فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

in parlak bir nüktesini tefsir ediyor.

Dokuzuncu Mektub[değiştir]

Keramet ve ikram ve inayet ve istidrac'a dair mühim bir kaideyi beyan eder. Kerametin izharı zarar olduğu gibi, ikramın izharı şükür olduğunu ve en selâmetli keramet ise, bilmediği halde mazhar olmak olduğunu ve hakikî keramet ise, kendi nefsine değil belki Rabbine itimadını ziyadeleştiren olduğunu, yoksa istidrac olduğunu; hem hayat-ı dünyeviyeyi bahtiyarane geçirmenin çaresi, âhiret için verilen hissiyat-ı şedideyi dünyanın fâni umûruna sarf etmemek olduğunu ve aşkın mecazî ve hakikî iki nev'i olduğu gibi; hırs ve inad ve endişe-i istikbal gibi hissiyat-ı şedidenin dahi, mecazî ve hakikî olarak ikişer kısmı bulunduğunu; mecazîleri gayet zararlı ve sû'-i ahlâka menşe' ve hakikîleri gayet nâfi' ve hüsn-ü ahlâka medar olduğunu isbat eder.

Hem İslâm ve imanın mühim bir farkını beyan eder. Yani: İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve iltizamdır; iman ise, hakkı iz'an ve tasdiktir. Yirmi sene evvel dinsiz bir müslüman bulunduğu gibi, şimdi de gayr-ı müslim mü'min dahi bulunur gibi göründüğünü gösterir.

Hem Risale-i Nur eczaları ne derece şiddetli bir surette İslâmiyete tarafgirlik hissini verdiğini ve erkân-ı imaniyeyi ne derece kuvvetli ve kat'î isbat ettiğini beyan eder.

Onuncu Mektub[değiştir]

İki sualin cevabıdır.

Birincisi:

وَلاَ اَصْغَرَ مِنْ ذَلِكَ وَلاَ اَكْبَرَ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ

وَ كُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فِى اِمَامٍ مُبِينٍ

âyetlerinin bir sırrını tefsir eder. "İmam-ı Mübin", "Kitab-ı Mübin" neden ibaret olduğunu beyan eder.

İkinci Sual: "Meydan-ı Haşir nerededir?" cevabında, gayet makul ve mühim ve parlak bir cevab veriyor.

On Birinci Mektub[değiştir]

Dört ayrı ayrı mebhastır

Bu dört mes'ele birbirinden uzak olduğundan, bu mektub perişan görünüyor. Bu perişan mektub münasebetiyle kardeşlerime ihtar ediyorum ki:

Bu küçük mektubları hususî bir surette, hususî bazı kardeşlerime yazmıştım. Büyük mektublar meydana çıktıktan sonra, küçükler de umumun nazarına gösterilmesi lâzım geldi.

Halbuki tanzimsiz, müşevveş bir surette idiler. Onlar ne hal ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye me'zun değiliz! İşte bu Onbirinci Mektub, perişan bir surette, birbirinden çok uzak dört mes'eleden ibarettir.

Hem müşevveş, hem perişandır. Fakat şâirlerin ve ehl-i aşkın, zülf-ü perişanîyi sevdikleri ve istihsan ettikleri nev'inden, bu mektub da -zülf-ü perişan tarzında- soğuk tasannu' karışmadan, hararet ve halâvet-i asliyesini muhafaza etmek niyetiyle kendi halinde bırakılmış.

Bu Mektubun Birinci Mebhası:

اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا

âyetinin bir sırrını tefsir ile, vesvese-i şeytana mübtela olan adamlara mühim bir ilâç ve merhemdir.

İkinci Mebhas:

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

âyetinin bir sırrını; Çamdağı'nın hayret-feza ve heybet-nümâ ağaçlarının vaziyetlerini ve muhteşem velvele-âlud bir zelzele-i raks-nümâ ve cezbe-edâ tesbihatlarını latif ve şirin ve hararetli, fârisi bir münacât ile tefsir ediyor. O münâcât, çendan, nazm ve şiire benziyor, fakat nazm ve şiir değil, belki hakikatlarının parlaklığı ve intizamı tereşşuh edip, nazm ve şiir suretini vermiş. O münâcatın tercümesi de o mektupda yazılmıştır..

Üçüncü ve Dördüncü Mebhasleri: İ'caz-ı Kur'ana karşı medeniyetin aczini gösteren yüzer misallerden iki misaldir. Kur'ana muhalif olan hukuk-u medeniyet ne kadar haksız olduğunu isbat eden iki nümunedir.

Birinci Misal:

فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ اْلاُنْثَيَيْنِ

Mahz-ı adalet olan hükm-ü Kur'anî, kıza nısıf veriyor. Medeniyet, irsiyet hususunda kızın hakkında fazla hak vermekle büyük haksızlık etmiş ve merhamete muhtaç kıza zulmetmiş olduğunu kat'î bir surette isbat ediyor.

İkinci Misal:

فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ

âyetinin bir sırrına dairdir ki, mimsiz medeniyet nasıl kıza hakkından fazla hak verdiğinden haksızlık etmiş; öyle de, vâlide hakkında hakkını kesmekle daha ziyade haksızlık ettiğini ve en muhterem bir hakikat olan vâlidelik şefkatine karşı dehşetli bir haksızlık ve vahşetli bir hürmetsizlik ve cinayetli bir hakaret ve arş-ı rahmeti titreten bir küfran-ı nimet ve hayat-ı içtimaiyenin tiryak gibi bir rabıta-i şefkatine bir zehir katmak hükmünde bir hata olduğunu isbat eder.

On İkinci Mektub[değiştir]

Mütefennin bazı dostların münakaşa ettikleri üç mes'eleye dair üç suallerine muhtasar üç cevabdır

Birinci Sual: "Hazret-i Âdem'in Cennet'ten ihracı ve bir kısım Benî-Âdemin Cehennem'e idhali hikmeti nedir?" sualine, gayet kat'î bir cevab veriyor.

İkinci Sual: "Şeytanların ve şerlerin halk ve icadı, şer değil mi, çirkin değil mi? Cemil-i Mutlak ve Rahîm-i Alelıtlak'ın cemal-i rahmeti nasıl müsaade etmiş?" sualine karşı gayet kat'î bir surette cevab veriyor.

Üçüncü Sual: "Masum insanlara ve hayvanlara musibet ve belaları musallat etmek, zulüm değil mi? Âdil-i Mutlak'ın adaleti nasıl müsaade ediyor?" diye sualin cevabında gayet mukni' ve kat'î bir tarzda cevab veriyor.

On Üçüncü Mektub[değiştir]

Ehl-i dünya ve ehl-i siyasetin bana ettikleri zulüm ve tazyik karşısındaki sükût ve tahammülümü merak eden çok kardeşlerimin müteaddid suallerine karşı, Eski Said lisanıyla ve Yeni Said'in kalbiyle verilmiş ibretli ve merak-aver bir cevabdır.

Esası şudur ki: Hâlık-ı Rahîm'in rahmeti yâr ise, herkes yârdır, her yer yarar; eğer yâr değilse, herşey kalbe bârdır, herkes de düşmandır. Felillahilhamd rahmet-i İlahiye yâr olduğu için; ehl-i dünyanın bana ettikleri enva'-ı zulmü, o rahmet-i İlahiye enva'-ı merhamete çevirmiştir.

Serbestlik vesikası almak ve kanunsuz tazyikattan kurtulmak için adem-i müracaatımın bir-iki mühim sebebini beyan eder. Hülâsası: Zalim insanların mahkûmu değilim; belki ben, âdil kaderin mahkûmuyum, ona müracaat ediyorum. Hem haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dava etmek, bir nevi haksızlıktır ve hakka karşı bir nevi hürmetsizliktir. Hem dünya siyasetinden sırr-ı içtinabımın sebebini, mühim bir hakikatla beyan ediyor.

On Dördüncü Mektub[değiştir]

Daha te'lif edilmemiştir.

On Beşinci Mektub[değiştir]

Altı mühim suale, altı ehemmiyetli cevabdır

Birinci Sual: "Sahabeler, velilerden büyük oldukları halde; Sahabenin içindeki fitneyi çeviren müfsidleri neden nazar-ı velayetle keşfedemediler? Tâ, dört Hulefa-yı Raşidînden üçünün şehadetleriyle neticelendi?" İki mühim makamla cevab veriliyor.

İkinci Sual: "Hazret-i Ali'nin (R.A.) zamanındaki muharebelerin mahiyeti nedir? O harpte ölen ve öldürenlere ne nam verilir?" Gayet mühim ve merak-âver bir cevab verilmiş.

Üçüncü Sual: Âl-i Beytin başına gelen feci ve gaddarane muamelenin hikmeti nedir?" Gayet mühim bir cevab veriliyor.

Dördüncü Sual: "Âhirzamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) nüzulü ve Deccal'ı öldürmesi ve insanlar umumiyetle din-i hakkı kabul etmesi ve kıyamet vaktinde Allah Allah diyenler bulunmaması rivayet ediliyor. Böyle umumiyetle imana geldikten sonra nasıl küfre gidilir?" Suallerine karşı, merak-âver ve hakikî bir mühim cevab veriliyor.

Beşinci Sual: "Kıyametin hâdisatından ervah-ı bâkiye müteessir olacaklar mı?" cevabında, mühim bir hakikat beyan ediliyor.

Altıncı Sual:

كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ

âyetinin hükmü; âhirete, Cennet'e ve Cehennem'e ve ehillerine şümulü var mı, yok mu? cevabında, gayet mühim ve merak-âver ve kuvvetli bir cevab verilir. Bu risaledeki sualleri merak edenlere bu risale bir iksir-i a'zamdır.

On Altıncı Mektub[değiştir]

اَلَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ اِيمَانًا وَ قَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

âyetinin bir sırrını, başıma gelen bir hâdise münasebetiyle "Beş Nokta" ile tefsir ediyor.

Birinci Nokta: Hak ve hakikat olan hizmet-i Kur'aniye, şimdiki zamanda çoğu yalancılıktan ibaret ve bid'a ve dalalet olan siyasetten beni kat'iyyen men'ettiğine dairdir.

İkinci Nokta: Hayat-ı ebediyeye ciddî çalışmak ve zararsız ve müstakim yol ile Kur'ana hizmet etmek, elbette dağdağa-i siyasetten çekilmeyi iktiza ettiğinden, ehl-i dünyanın hata ve harekâtlarını hoş görmek değil, belki kalblerimizi bulandırmamak için bakmamaktayız.

Üçüncü Nokta: Başıma gelen ağır tazyikat ve musibetlere karşı tahammülümün mühim bir sebebini iki vakıa ile beyan eder.

Dördüncü Nokta: Ehl-i dünyanın evhamlı suallerine karşı cevabdır. O cevabda bilmecburiye hizmet-i Kur'aniyeye ait bir keramet olarak hakkımızda göz ile görülen ve hiçbir cihette inkâr edilemeyen birkaç inayet-i İlahiyeyi beyan ediyor.

Beşinci Nokta: Ehl-i dünyanın katmerli bir zulüm ile bana teklif ettikleri bid'akârane kaidelerine karşı, onları tam susturacak bir cevabdır.

Bu On Altıncı Mektubun Zeyli

Zalim ehl-i dünyanın ve mülhidlerin dünyalarından ve siyasetlerinden bütün bütün çekildiğim halde, kendi hainliklerinden habbeyi kubbe yaparak hakkımda gösterdikleri evham ve telaşa karşı Eski Said lisanıyla, izzet-i ilmiyeyi muhafaza noktasında ağızlarına şiddetli bir tokat vurarak, başlarındaki evhamı uçurur.

On Yedinci Mektub[değiştir]

Has bir kardeşime yazılmış küçük bir ta'ziyenamedir. Çendan bu mektub sureten küçüktür; fakat faidesi büyük olup, ona karşı ihtiyaç umumîdir. Hadd-i büluğa ermeden çocukları vefat eden peder ve vâlidelere mühim bir müjdedir. Bu ta'ziye ile en me'yus ve mükedder bir kalb, hakikî bir teselli ve ferah bulur. Küçük olarak vefat eden çocuklar, âlem-i bekada ebedî sevimli çocuk olarak kalıp, peder ve vâlidelerinin kucaklarına verilmesi,

وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ

sırrıyla, ebedî medar-ı sürurları olduklarını isbat eder.

On Sekizinci Mektub[değiştir]

Üç mes'ele-i mühimmedir

Birincisi: Muhakkikîn-i evliyanın keşf ile hak gördüğü ve büyük mikyasta müşahede ettikleri hâdiseler, âlem-i şehadette bazan hilaf-ı vaki' ve bazan küçük bir mikyasta tezahür etmesinin sırrını, şirin ve güzel bir temsil ile beyan eder.

İkinci Meselesi: Vahdet-ül Vücud meşrebine dair gayet mühim bir hakikat ve güzel bir izahtır. Vahdet-ül Vücuddan dem vuran ve o mes'eleyi merak eden, bu İkinci Mes'eleyi dikkatle okumalı. Çünki bu Vahdet-ül Vücud mes'elesi, medar-ı iltibas olmuş mühim bir meşrebdir. Ve ehl-i hakikatın medar-ı ihtilafı olmuş bir acib meslektir. Bu İkinci Mes'ele, onun mahiyetini gösterir ve isbat eder ki; o meşreb, ehl-i sahvın meşrebi değil, hem en yüksek değil! Ve ehl-i sahv olan Sahabe ve Sıddıkîn ve veresenin meşrebleri; Vahdet-ül Vücud meşrebinden daha yüksek, daha selâmetli, daha makbul olduğunu isbat eder.

Üçüncü Meselesi: Tılsım-ı kâinatın üç muamma-yı mühimmesinden birisinin halline muhtasar bir işarettir ki: O muammalardan birisi Yirmidokuzuncu Söz'de, ikincisi Otuzuncu Söz'de, bu üçüncüsü ise Yirmidördüncü Mektub'da Kur'an-ı Hakîm'in sırrıyla tamamıyla keşfedilmiş ve o muamma açılmıştır.

On Dokuzuncu Mektub[değiştir]

Mu'cizat-ı Ahmediyeye (A.S.M.) dairdir. Üçyüzden fazla mu'cizatı beyan eder. Bu risale, risalet-i Ahmediyenin (A.S.M.) mu'cizesini beyan ettiği gibi, kendisi de o mu'cizenin bir kerametidir ki, üç-dört nev' ile hârika olmuştur.

Birincisi: Nakil ve rivayet olmakla beraber, yüzelli sahifeden fazla olduğu halde, kitablara müracaat edilmeden ezber olarak dağ ve bağ köşelerinde, üç-dört gün zarfında, her günde iki-üç saat çalışmak şartıyla mecmuu oniki saatte te'lif edilmesi hârika bir vakıadırki, bu risaledeki mu'cizat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) bir şu'le-i kerameti olmuştur.

Tenbel ehl-i kalemi öyle bir şevk u gayrete getirdi ki; bu sıkıntılı ve usançlı zamanda, bir sene zarfında civarımızda yetmiş adede yakın nüshaları yazıldı. O mu'cize-i risaletin bir kerameti olduğunu, muttali olanlara kanaat verdi.

Üçüncüsü: Acemî ve tevafuktan haberi yok ve bize daha tevafuk tezahür etmeden evvel yazdıkları nüshalarda, lafz-ı "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm" kelimesi bütün risalelerde ve lafz-ı "Kur'an", beşinci parçasında öyle bir tarzda tevafuk etmeleri göründü ki; zerre mikdar insafı olan tesadüfe veremez. Kim görmüş ise, kat'î hükmediyor ki: "Bu sırr-ı gaybîdir, mu'cizat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) bir kerametidir."

Şu risalenin başındaki esaslar çok mühimdirler.

Hem şu risaledeki ehadîs hemen umumen eimme-i hadîsçe makbul ve sahih olmakla beraber, en kat'î hâdisat-ı risaleti beyan ediyorlar.

O risalenin bütün mezayasını söylemek lâzımgelse, o risale kadar bir eser yazmak lâzım geldiğinden, müştak olanları onu bir kerre okumasına havale ediyoruz.

On Dokuzuncu Mektub'un Beşinci ve Altıncı Nüktelerinin Fihristesidir

Bu nükteler, umûr-u gaybiyeye dair hadîslerin birkaçını zikretmiştir. Hem Hazret-i Hasan (R.A.) ile Hazret-i Muaviye'nin (R.A.) muharebe ve musalahasını; hem Hazret-i Ali (R.A.) ile Hazret-i Zübeyr'in (R.A.) muharebe edeceğini; hem ezvac-ı tahiratın içinden birisinin mühim bir fitnenin başına geçeceğini; hem Hazret-i Ali'nin (R.A.) katlini haber vermiş.

Hem Hazret-i Hüseyin'in (R.A.) Kerbelâ'da katlini; hem zâtından (A.S.M.) sonra Âl-i Beyti, katl ve nefye maruz kalacaklarını; hem Hazret-i Ali'nin (R.A.) hilafetinin te'hirini; hem hilafet ne için Âl-i Beyt-i Nebevî'de takarrur etmediğini; hem asr-ı saadetin başına gelen o dehşetli fitnenin hikmetini; hem ehl-i İslâm, umum devletlere galebe çalacaklarını; hem Hazret-i Ebu Bekir (R.A.) ve Hazret-i Ömer'in (R.A.) mahiyet-i hilafetlerini; hem müşrik Kureyş reislerinin nerede katlolunacaklarını; hem bir ay uzun mesafede Mûte Harbi'nden aynen haber verdiğini; hem Hazret-i Hasan'ın (R.A.) hilafetini; hem Hazret-i Osman'ın (R.A.) Kur'an okurken şehid olacağını; hem Devlet-i Abbasiyeyi; hem Cengiz ve Hülâgu'yu; hem İran'ın fethini; hem Habeş Melikinin cenaze namazını, vefatından haberi olmadan aynı vakitte kıldığını bildirir. Hem Hazret-i Fatıma'nın (R.A.) vefatını; hem Ebu Zerr'in (R.A.) yalnız bir dağda vefat edeceğini; hem Ümm-ü Haram'ın Kıbrıs'ta vefat edeceğini; hem yüzbin adamı öldüren Haccac-ı Zalim'i; hem İstanbul'un fethini..

Hem İmam-ı Ebu Hanife'yi (R.A.) hem İmam-ı Şafiî'yi (R.A.) hem ümmetinin yetmişüç fırka olacağını; hem Kaderiye Taifesini, hem Râfızîleri; hem Hazret-i Ali'nin (R.A.) yüzünden insanlar iki kısım olacaklarını; hem Fars ve Rum kızlarını; hem Hayber Kal'asının fethini; hem Hazret-i Ali (R.A.) ile Muaviye'nin harbini; hem Hazret-i Ömer (R.A.) sağ kaldıkça fitnelerin zuhur etmeyeceğini; hem Sehl İbn-i Amr'ın (R.A.) mühim bir vazifesini; hem Kisra'nın oğlu babasını öldürdüğünü aynı dakikada haber verdiğini; hem Hâtıb'ın, Kureyş'e gizli mektub yazdığını; hem Ebu Leheb'in oğlu Utbe'yi bir arslanın parçalamasına ettiği bedduasının kabul olup aynen çıktığını; hem Bilâl-i Habeşî'nin (R.A.) ezan okuduğu zaman, Kureyşîlerin gizli tenkid ettiklerini aynen haber verdiğini..

Hem Hazret-i Abbas (R.A.) iman etmeden evvel onun gizli parasından haber verdiğini; hem Hazret-i Peygamber'e (A.S.M.) bir yahudinin sihir ettiğini; hem Sahabe meclisinde birinin irtidad edeceğini; hem Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) katlini niyet edenlerin iman ettiklerini; hem müşriklerin Kâ'be duvarındaki yazılarını kurtların yediğini ve yalnız o yazılar içindeki Allah isimlerini yemediklerini; hem Beyt-ül Makdis'in fethinde büyük bir taun çıkacağını; hem Yezid ve Velid gibi şerir reisleri haber verdiğini; hem "Bundan sonra onlar bize değil, biz onlara hücum edeceğiz" diye haber verdiğini ve bunlar gibi çok ihbarat-ı gaybiye bu iki nüktede beyan edilmiştir.

Yirminci Mektub[değiştir]

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ

âyetinin en mühim bir hakikatını bildiren ve

لاَ اِلٰۨهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَ يُمِيتُ وَ هُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَ اِلَيْهِ الْمَصِيرُ

kelâmının onbir kelimesinde onbir beşaret ve onbir bürhan-ı kat'î bulunduğuna dair bir mektubdur. Elhak meratib-i tevhid-i hakikînin hakkında bu mektub bir kibrit-i ahmerdir ve bir iksir-i a'zamdır. O derece parlak ve o mertebede kuvvetli delilleri ve hüccetleri gösteriyor ki, en mütemerrid zındıkları dahi imana getiriyor. Ondokuzuncu Mektub olan Risale-i Ahmediye (A.S.M.) kelime-i şehadetin ikinci kelâmı olan

اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ

hükmünü ne derece kat'î ve kuvvetli isbat etmiştir; öyle de bu Yirminci Mektub, kelime-i şehadetin birinci kelâmı olan

اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ

hükmünü, o kat'iyyet ve kuvvetle isbat ediyor. Hakikî ve kuvvetli imanı kazanmak isteyenler bunu okusunlar. Ve bilhassa Dokuzuncu Kelime bahsinde, ilim ve irade-i İlahiyenin isbatını çok vâzıh bir surette beyan ettiği gibi; Onuncu Kelime bahsinde de

وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

bürhanıyla

مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

âyetinin mühim bir sırrını ve en muazzam bir hakikatını "Beş Nükte"de beyan ediyor. Hakaik-i imaniyenin bir tılsım-ı a'zamını o beş nükte ile hallediyor.

Yirminci Mektubun Onuncu Kelimesine Zeyl

âyetiyle

اَلاَ بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلاً فِيهِ شُرَكَاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلاً سَلَمًا لِرَجُلٍ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاً

âyetinin en mühim ve en muazzam bir hakikatını üç temsil ile tefsir ediyor. Ve her şey ve bütün eşya Cenab-ı Hakk'ın kudretiyle olsa, birtek şey kadar kolay olduğuna ve kudret-i İlahiyeye verilmediği vakit, birtek şey kâinat kadar müşkilâtlı ve suubetli olduğuna dair en mühim bir sırrını ve en muğlak muammasını, gayet kolay bir tarzda tefsir ederek keşfeder.

Yirmi Birinci Mektub[değiştir]

Küçük bir mektubdur; fakat gayet büyük bir âyetin büyük bir hakikatını beyan ettiği için, ona ihtiyaç büyüktür.

اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُلْ لَهُمَا اُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا

وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِى صَغِيرًا

âyeti, beş ayrı ayrı surette ihtiyar vâlideyne şefkati celbettiğinin sırrını gösteriyor. Hanesinde ihtiyar vâlideyni veya akrabası veya müslüman kardeşleri bulunan zâtlar, bu mektubu okumağa pek çok muhtaçtırlar.

Yirmi İkinci Mektub[değiştir]

"İki Mebhas"tır.

Birinci Mebhas

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ

اِدْفَعْ بِالَّتِى هِىَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذِى بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِىٌّ حَمِيمٌ

وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

âyetlerinin sırrıyla; ehl-i imanı, uhuvvet ve muhabbete davet ediyor. Nifak, şikak, kin ve adavetten menedecek mühim esbabı gösteriyor. Kin ve adavet; -ehl-i iman ortasında- hem hakikatça, hem hikmetçe, hem insaniyetçe, hem İslâmiyetçe, hem hayat-ı şahsiyece, hem hayat-ı içtimaiyece, hem hayat-ı maneviyece gayet çirkin ve merdud ve zulüm olduğunu gayet kat'î bir surette isbat edip, mezkûr âyetlerin mühim bir sırrını tefsir eder.

İkinci Mebhas

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ

وَكَاَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُم وَ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

sırrıyla, ehl-i imanı hırstan şiddetli bir surette men'eden esbabı gösterir. Ve hırs dahi, adavet kadar muzır ve çirkin olduğunu kat'î delillerle isbat ederek; şu âyet-i azîmenin mühim bir sırrını tefsir ediyor. Hırsa mübtela adamlar, bu ikinci mebhası çok dikkatle mütalaa etmelidirler. Kin ve adavet marazıyla hasta olanlar, tam şifalarını birinci mebhasta bulurlar.

İkinci Mebhasın hâtimesinde, zekatın ehemmiyetini ve bir rükn-ü İslâmî olduğunun hikmetini güzel bir surette beyan etmekle beraber; hakikatlı bir rü'yada güzel bir hakikat beyan ediliyor.

Şu risalenin Hâtimesinde,

اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ

âyeti altı derece zemmi zemmetmekle, altı vecihle gıybetten zecrettiğini ve mu'cizane ve hârika bir i'caz ile, gıybeti hem aklen, hem kalben, hem insaniyeten, hem vicdanen, hem fıtraten, hem milliyeten mezmum ve merdud ve çirkin ve muzır olduğunu gayet kat'î bir surette, Kur'anın i'cazına yakışacak bir tarzda beyan ediyor. Ve gıybet, alçakların silâhı olduğu cihetle, izzet-i nefis sahibi bu pis silâha tenezzül edip istimal etmediğine dair denilmiştir:

اُكَبِّرُ نَفْسِى عَنْ جَزَاءٍ بِغِيْبَةٍ فَكُلُّ اِغْتِيَابٍ جَهْدُ مَنْ لاَ لَهُ جَهْدٌ

Yirmi Üçüncü Mektub[değiştir]

Bu mektubun birkaç mebhası var. Öteki mebhaslara bedel latif ve manidar birtek mebhas aynen yazıldı. Şöyle ki:

Ahsen-ül kasas olan kıssa-i Yusuf'un (A.S.) hâtimesini haber veren

تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى بِالصَّالِحِينَ

âyetinin ulvî ve latif ve müjdeli ve i'cazkârane bir nüktesi şudur ki: Sair ferahlı, saadetli kıssaların âhirindeki zeval ve firak haberinin acıları ve elemi; kıssadan alınan hayalî lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bahusus kemal-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda mevtini, firakını haber vermek daha elemlidir. Dinleyenlere "Eyvah" dedirtir. Halbuki şu âyet, kıssa-i Yusufiyenin en parlak kısmı ki: Aziz-i Mısır olması, peder ve vâlidesiyle görüşmesi ve kardeşleriyle sevişip tanışması olan dünyaca en saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf'un (A.S.) mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki: "Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm, Cenab-ı Hak'tan vefatını istedi ve vefat etti, o saadete mazhar oldu.

Demek o dünyevî, lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve daha ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki; Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakikat-bîn bir zât, o gayet lezzetli bir vaziyet içinde, gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun." İşte Kur'an-ı Hakîm'in şu belâgatına hayran ol, bak ki, Kıssa-i Yusuf'un (A.S.) hâtimesini ne suretle haber verdi. O haberi dinleyenlere elem ve esef değil; belki bir müjde, bir sürur ilâve ediyor. Hem irşad ediyor ki: Kabrin arkası için çalışınız! Hakikî saadet ve lezzet ondadır.

Hem Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm'ın âlî sıddıkiyetini gösteriyor ve diyor: "Dünyanın en parlak ve en sürurlu haleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor; yine âhireti istiyor."

Yirmi Dördüncü Mektub[değiştir]

Kâinatın tılsım-ı acibini ve müşkil muammasının en mühim bir sırrını keşf ve halleden bir mektubdur ve en mühim bir sualin {(Haşiye):[1]} cevabıdır.

Şöyle ki:"Esma-i İlahiyenin a'zamlarından olan Rahîm, Kerim, Vedud'un iktiza ettikleri şefkatperverane ve maslahatkârane ve muhabbetdarane taltifleri; ne suretle pek müdhiş ve muvahhiş olan mevt ve adem ile, zeval ve firak ile, musibet ve meşakkat ile tevfik edilir?" diye sualin cevabında, tılsım-ı kâinatın üçüncü muammasını halleden ve kâinattaki daimî faaliyetin muktezasını ve esbab-ı mûcibesini gösteren "Beş Remiz" ile ve gayelerini ve faidelerini isbat eden "Beş İşaret" ile cevab veriyor.

Şu mektub "İki Makam"dır. Birinci Makamı "Beş Remiz"dir

Birinci Remiz: İsbat ediyor ki: Sâni'-i Hakîm ne yaparsa haktır. Hiçbir şey ve hiçbir zîhayat, ona karşı hak dava edemediğini ve "Haksız bir iş oldu" diyemediğinin sırrını, kat'î bir tarzda isbat eder.

İkinci Remiz: Hayret-nüma, dehşet-engiz, daimî bir suretteki faaliyet-i Rabbaniyenin sırrını ve halk ve tebdil-i eşyadaki hikmet-i azîmesini beyan ediyor ve en mühim bir muamma-yı hilkatı hallediyor.

Üçüncü Remiz: Zevale giden eşya ademe gitmediğini, belki daire-i kudretten daire-i ilme geçtiğini ve eşyadaki hüsn ü cemale ait istihsan ve şeref ve makam, esma-i İlahiyeye ait olduğunu gayet güzel bir surette isbat eder.

Dördüncü Remiz: Mevcudatın mütemadiyen tebeddül ve tegayyür etmeleri; birtek sahifede, her dakikada ayrı ayrı ve manidar mektubları yazmak nev'inden, sahife-i kâinatta esma-i İlahiyenin cilveleriyle yazılan cemal ve celal ve kemal-i İlahiyenin hadsiz âyâtını, mahdud sahifelerde de hadsiz bir surette yazıldığını isbat eder.

Beşinci Remiz: İki nükte-i mühimmedir.

Birisi: Vâcib-ül Vücud'a intisabını iman ile hisseden adam, hadsiz envâr-ı vücuda mazhar olduğunu ve hissetmeyen, nihayetsiz zulümat-ı ademe ve âlâm-ı firaka maruz bulunduğunu gösterir.

İkinci Nükte: Dünyanın üç yüzü bulunduğunu.. zahir yüzünde, zeval, firak, mevt ve adem var; fakat esma-i İlahiyenin âyinesi ve âhiretin mezraası olan iç yüzlerinde, zeval ve firak, mevt ve adem ise, tazelenmek ve teceddüddür ve bekanın cilvelerini gösteren bir tavzif ve terhistir.

Bu Mektubun İkinci Makamı Bir "Mukaddime" ile "Beş İşaret"tir

Mukaddime: Hallakıyet ve tasarrufat-ı İlahiyeden gayet azîm bir hakikatı, muazzam ve muhteşem kanunlarla beyan ediyor. Meselâ: Bir kuşun tüylü libasını değiştiren Sâni'-i Hakîm, aynı kanunla kâinatın suretini kıyamet vaktinde ve âlem-i şehadetin libasını haşirde o kanun ile değiştirir.

Hem bir ağacın ne kadar meyveleri ve çiçekleri bulunuyor; herbir çiçeğin o kadar gayeleri, herbir meyvenin o kadar hikmetleri bulunduğunu gösterir.

"Beş İşaret" ise: Eşya, vücuddan gittikten sonra verdikleri ehemmiyetli beş netice itibariyle, bir vecihle madum iken, beş vecihle mevcud kalıyor. Şöyle ki:

Herbir mevcud, vücuddan gittikten sonra, ifade ettiği manalar ve arkasında bâki kalan hüviyet-i misaliyesi, âlem-i misalde mahfuz kalır. Hem hayatının etvarıyla "mukadderat-ı hayatiye" denilen sergüzeşte-i hayatiyesi âlem-i misalin defterlerinden olan levh-i misalîde yazılır. Ruhanîlere, daimî mevcud bir mütalaagâh olur.

Hem cinn ve insin amelleri gibi, âhiret pazarına ve âlem-i âhirete gönderilecek mahsulâtı bâki kalır. Hem etvar-ı hayatiyeleriyle ettikleri enva'-ı tesbihat-ı Rabbaniye bâki kalıyor. Hem şuunat-ı Sübhaniyenin zuhuruna medar çok şeyleri arkasında mevcud bırakır, öyle gider. Bu Beş İşaretteki beş hakikatı, kat'î delil hükmünde beş makul ve makbul temsil ile beyan eder.

Yirmi Dördüncü Mektubun Birinci Zeyli

قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَاؤُكُمْ

âyetinin mühim bir sırrını beş nükte ile tefsir ediyor. Ve dua, bir sırr-ı azîm-i ubudiyet olduğunu ve kâinattan daimî bir surette dergâh-ı rububiyete giden en azîm vesile ise dua olduğunu ve duanın azîm tesiri bulunduğunu kat'î isbat etmekle beraber; külliyet ve devam kesbeden bir dua, kat'iyyen makbul olduğuna binaen; umum ümmetin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a salavat namıyla dualarının neticesinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ne kadar yüksek bir mertebede olduğunu gösterir.

Duanın da üç nev'-i mühimmini zikretmekle beraber, beyan eder ki; duanın en güzel ve en latif meyvesi, en leziz ve en hazır neticesi şudur ki: Dua eden adam, bilir ve dua ile bildirir ki; birisi var, onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder, O'nun eli herşeye yetişir. Ve bu boş, hâlî dünyada o yalnız değil; belki bir Kerim Zât var; ona bakar, ünsiyet verir. Onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve hadsiz düşmanlarını def'edebilir bir Zâtın huzurunda kendini tasavvur ederek, bir ferah ve sürur duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp, "Elhamdülillahi Rabb-il âlemîn" der.

Yirmi Dördüncü Mektubun İkinci Zeyli

Mi'rac-ı Nebevî ve Mevlid-i Nebevîye (A.S.M.) dair üç mühim suale, gayet mukni' ve mantıkî ve parlak bir cevabdır. Bu zeyil çendan kısadır, fakat gayet kıymetdardır. Mevlid-i Nebevîye (A.S.M.) iştiyakı olanlar buna çok müştaktırlar.

Hâtimesinde gayet mühim bir düstur-u mantıkî ile, kâinatta en büyük Ferd-i Ekmel ve Üstad-ı Küll ve Habib-i A'zam, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm olduğunu isbat eder.

Yirmi Beşinci Mektub[değiştir]

Sure-i Yâsin'in yirmi beş âyetine dair "Yirmi Beş Nükte" olmak üzere rahmet-i İlahiyeden istenilmiş; fakat daha zamanı gelmediğinden yazılmamıştır.

Yirmi Altıncı Mektub[değiştir]

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

sırrına dair "Hüccet-ül Kur'an Aleşşeytan ve Hizbihî" namıyla, İblis'i ilzam ve ehl-i tuğyanı iskât eden gayet mühim bir mektubdur.

Bu Mektubun "Dört Mebhas"ı Var

Birinci Mebhas: Şeytanın en müdhiş hücumunu def'etmekle, şeytanı öyle bir surette ilzam eder ki; içine girerek saklanıp vesvese edecek bir yer bırakmıyor. Ve o kadar kuvvetli delail-i akliye ile ve kat'î bürhanlarla şeytanı ve şeytanın şakirdlerini ilzam eder ki, şeytan olmasa idiler imana gelecektiler. Fakat maatteessüf şeytan-ı cinn ve insin, gayet çirkin davalarını ve desiselerini bütün bütün ibtal ve def'etmek için, farazî bir surette onların çirkin fikirlerini zikredip öyle ibtal ediyor.

Meselâ der ki: "Eğer faraza dediğiniz gibi, Kur'an Kelâmullah olmazsa; en âdi ve sahte bir kitab olurdu. Halbuki meydandaki âsârıyla göstermiş ki, en âlî bir kitabdır." İşte bu gibi farazî tabiratın, titreyerek yazılmasına mecburiyet hasıl olmuştur. Şu mebhasın âhirinde, şeytanın Sure-i

قۤ وَ الْقُرْاۤنِ الْمَجِيدِ

in fesahat ve selasetine dair bir vesvese ve itirazını reddediyor.

İkinci Mebhas: Bir insanda, vazife ve ubudiyet ve zât itibariyle üç şahsiyet bulunduğunu ve o şahsiyetlerin ahlâkı ve âsârı bazan birbirine muhalif olduğunu beyan eder.

Üçüncü Mebhas:

يَآ اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَآئِلَ لِتَعَارَفُوا

âyetinin, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin münasebatına dair gayet mühim bir sırrını ve insanlar, millet millet ve kabile kabile yaratılmasının mühim bir hikmetini Yedi Mes'ele ile tefsir ediyor. Bu mebhas, milliyetçilere mühim bir tiryaktır. Bu zamanın en müdhiş marazına gayet nâfi' bir ilâçtır. Ve sahtekâr hamiyet-füruşların ve yalancı milliyetperverlerin yüzlerindeki perdeyi açar, sahtekârlıklarını gösterir.

Dördüncü Mebhas: Altı sualin cevabında "On Mes'ele"dir.

Birincisi: "Rabb-ül Âlemîn" kelimesinin tefsirinde onsekiz bin âlem dediklerinin hikmeti münasebetiyle, birkaç nükte-i Kur'aniye beyan edilir.

İkinci Mesele: "Allah'ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır" Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin-i Razî'ye demiş. Ondan murad nedir? Cevabında, gayet mühim bir mes'ele-i marifetullah beyan edilmiştir.

Üçüncü Mesele:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِى اۤدَمَ

âyetiyle

اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاً

âyetinin vech-i tevfiki nedir? diye sualine, gayet güzel ve nurlu mühim bir cevabdır.

Dördüncü Mesele:

جَدِّدُوا اِيمَانَكُمْ بِلاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ

hikmeti nedir? diye suale, gayet güzel ve nurlu bir cevabdır.

Dördüncü Mes'elenin Zeylinde, vahdaniyetin gayet azîm bir hüccetine ve geniş ve uzun bir bürhanına muhtasar bir işarettir.

Beşinci Mesele: Yalnız

لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰه

diyen,

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰه

demeyen ehl-i necat olabilir mi?" sualine karşı mühim bir cevabdır.

Altıncısı: Birinci Mebhas'taki şeytanla münazaranın çirkin tabiratlarının sebeb-i zikrini bildiriyor. Hem mühim bir temsil ile, hizb-üş şeytanı en dar ve en muhal ve en menfur bir mevkie sıkıştırıyor. Meydanı Hizb-ül Kur'an hesabına zabtederek, herbir hal-i Ahmediye (A.S.M.) herbir haslet-i Muhammediye (A.S.M.) herbir tavr-ı Nebevî (A.S.M.) o kuvvetli temsile göre birer mu'cize hükmüne geçip, nübüvvetini isbat ettiğini gösterir.

Yedincisi: Vehham ve zarardan sakınmak için bizden uzaklaşan bazı dostların kuvve-i maneviyelerini teyid için ve hizmetimizden bazı maksadlarla çekilen ve maksadlarının aksiyle tokat yiyenleri, çok misallerden yedi küçük misal ile gösterir ki; siperini bırakıp kaçanlar, daha ziyade yaralanırlar.

Sekizincisi: Diyorlar ki: "Elfaz-ı Kur'aniye ve zikriye ve tesbihatların herbirinden, bütün letaif-i insaniye hisselerini istiyorlar. Manaları bilinmezse, hisse alınmaz; öyle ise tercüme edilse daha iyi değil mi?" diye olan müdhiş ve mugalatalı şu suale karşı, gayet mühim ve ibretli ve zevkli bir cevabdır. Elfaz-ı Kur'aniye ve Nebeviye (A.S.M.) manalara, camid ve ruhsuz libas değiller; belki hayatdar feyiz-aver cildlerdir. Zîhayat bir cesed soyulsa, elbette ölür. Hem lisan-ı nahvî olan elfaz-ı Kur'aniyedeki i'caz ve îcaz, hakikî tercümeye mani olduğunu gösterir.

Dokuzuncusu: "Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak dairesinin haricinde ehl-i velayet bulunabilir mi?" sualine, mühim ve merak-aver bir cevabdır.

Onuncusu: Kur'an-ı Hakîm'in hizmetinde bulunan bu bîçare Said ile görüşen ve görüşmek arzu eden dostlara mühim bir düsturdur.

Yirmi Yedinci Mektub[değiştir]

Risale-i Nurun şakirdleri ve bu fakir Said'in fedakâr, halis, sıddık kardeşleri ve hizmet-i Kur'âniyede gayretli ve ciddi arkadaşları ve ders-i Kur'ân'da onun ders arkadaşları ve ellerinde kalemleri birer elmas kılıç hükmünde mübarek ve mücâhid bir cemaatin, Risale-i Nur eczalarının derslerinden aldıkları şevk ve sürur ile Risale-i Nur eczaları hakkında yazdıkları fıkralardır ki; herbir fıkra hangi risale münasebetiyle yazılmış ise o risalenin güzelce hüsn-ü tesirini ve ehemmiyetini ve faydasını gösterdiği gibi; umum fıkralar muazzam ve mufassal nûranî bir fihriste-i kübrâdır ki, o fıkralar Risale-i Nur eczalarının parlak bir fihristesi hükmüne geçmiştir. Ve o fıkra sahipleri güzel istidatlarında ayrı ayrı ve beliğ ifadelerinde renk renk ve latif zevklerinde çeşit çeşit olduklarından musiki tellerinin muhtelif nağamatından gelen tatlı sadalar gibi gayet şirin bir vaziyette bu mektuba tatlı bir âhenk vermişler.

Arkadaşlardan çokları var ki, sairlerinin fıkralarını kendi hissiyatına ve fikrine ve fehmine muvafık buldukları için, kendi dilleriyle söylenmiş gibi telakki ederek, "Biz eğer söylese idik, böyle söyleyecektik, bu fıkralar bizimdir" deyip ayrı fıkra yazmamışlar. Hattâ bu cihette herbirisi diyebilir: "Yirmi Yedinci Mektub'un fıkraları, çoğu benimdir. Çünkü benim düşündüklerimi diyorlar. Eğer ben diyebilse idim, öyle diyecektim."

Herbir fıkranın ayrı ayrı birer meziyeti olmakla beraber, bu Mektup'a girdikçe hususiyetten çıkıp, sair arkadaşları dahi hissedar eder.

Fıkralar, samimi, halis yazıldıkları için tesirini kaybetmiyor. Muvakkat mektub olmayarak ve daimi yaşayacak hakikatları tazammun ettiklerinden, okumaları her vakit lezzetli ve menfaatli oluyor. Fıkraların çok cihetlerle meziyetleri ve faydaları vardır.

Yalnız, bir cihet var ki, beni düşündürüyor. O fıkralarda kısmen haddimden çok ziyade bana hisse veriyorlar. Ben itiraf ediyorum ki, ona lâyık değilim. Sükut ile kabul gösterdiğimin sebebi, kardeşlerimin kendi üstadları hakkındaki hüsn-ü zanları şevklerine bir vesile olduğundan, neşelerini kaçırmamak ve üstadlarına verdikleri şeref dahi hakikat noktasında esrar-ı Kur'âniyeye âit olduğunu düşünmektir.

Elhasıl: Şu Yirmi Yedinci Mektubu okuyan çok tatlı hakikatleri şirin bir tarzda mütalaa eder. Usançsız istifade eder.

Yirmi Sekizinci Mektub[değiştir]

"Sekiz Mes'ele" Namıyla Sekiz Risaledir

Birinci Risale: Rü'ya-yı sadıkanın hakikatini ve faidesini, gayet güzel ve hakikatlı "Yedi Nükte" ile beyan ediyor. Bu risale hem kıymetdardır, hem merak-averdir.

İkinci Mesele olan İkinci Risale: "Hazret-i Musa Aleyhisselâm, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm'ın gözüne tokat vurmuş." mealindeki bir hadîse dair ehemmiyetli bir münakaşayı kökünden kaldırır ve bu nevi hadîslere mülhidler tarafından gelen itirazata bir sed çeker. Bu risale küçüktür, fakat merak-averdir.

Üçüncü Mesele olan Üçüncü Risale: Bu bîçare müflis Said'in ziyaretine gelenlerin ne niyetle görüşmeleri lâzım geldiğini beyan edip, sırf Kur'an-ı Hakîm'in dellâlı itibariyle görüşmek lâzım geldiğini ve o görüşmenin mühim faidelerini ve Said'in şahsiyetinin hiçliği nazara alınmayacağını, belki dellâlı olduğu mukaddes dükkânın kıymetdar cevherlerini nazara almak lâzımgeldiğini "Beş Nokta" ile gayet güzel bir surette isbat etmekle beraber; hizmet-i Kur'aniyenin keramatından ve inayet-i Rabbaniyeden, ben ve bazı kardeşlerim mazhar olduğumuz çok inayetlerden birkaç vaki' ve kat'î misalleri zikrediyor.

Bu risalenin tetimmesinde; risalelerin yazmasında, hususan te'lifinde ve bilhassa Yirmidokuzuncu Mektub'da tezahür eden hârika bir inayeti beyan ediyor.

Dördüncü Mesele olan Dördüncü Risale: Mescidimize iki defa taarruz edildi, âhirki defa da kapadılar. Ondan iki veya üç sene mukaddem, yine mübarek bir misafirin gelmesiyle, gayet vahşiyane ve zalimane tecavüz edildiği için, her taraftan benden sual edildi. Böyle merak-ı umumiyeyi tahrik eden bir hâdiseye lâyık cevab vermek için, Eski Said lisanıyla "Dört Nokta" ile mühim bir ibretli cevabdır.

Beşinci Mesele olan Beşinci Risale: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'da tekrar ile

اَفَلاَ يَشْكُرُونَ

اَفَلاَ يَشْكُرُونَ

ve şükretmeyenleri, otuzbir defa

فَبِاَىِّ اۤلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

fermanıyla tehdid ettiğinin sırrını gayet âlî ve tatlı ve makul ve makbul bir surette tefsir ediyor; insan bir şükür fabrikası olduğunu isbat ediyor. Kâinat bir nimet hazinesi olup; şükür ise anahtarı olduğunu; ve rızık, onun neticesi ve şükrün mukaddimesi bulunduğunu gayet güzel ve kat'î bir surette isbat ediyor.

Der tarîk-ı acz-mendî, lâzım âmed çâr çîz:

Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz!

olan düstur-u hakikattaki dördüncü rükün bulunan şükr-ü mutlakın parlak ve yüksek hakikatını izah ediyor.

Altıncı Mesele olan Altıncı Risale:

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاتُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاۤصَّةً

âyetinin mühim bir sırrını; Vehhâbilerin Haremeyn-i Şerifeyni istilâları münasebetiyle, tefsir niyetiyle; Vehhâbilerin mahiyet-i tarihiyyesiyle vaziyet-i hazıralarını ve alem-i İslâma karşı tesiratlarını muhtasar, fakat ehemmiyetli bir sûrette dört nükte ile beyan eder.

Yedinci Mesele olan Yedinci Risale:

قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ

âyetinin, Risale-i Nur ve hâdimleri hakkındaki mühim bir sırrını, "Yedi İşaret" namıyla, yedi inayet-i Rabbaniyeyi beyan ediyor. Ve tahdis-i nimet suretinde bu inayet-i seb'anın izharına, yedi makul sebebini beyan ediyor. Bu inayet-i seb'a-i külliyenin hârikalarına işareten, kendi kendine te'lif vaktinde iki sahifenin bütün satırları başlarında yirmisekiz elif gelerek, Yirmi Sekizinci Mektub'un mertebesine tevafuk ettiğini, te'liften bir zaman sonra muttali olduk. Bu inayet-i seb'ayı okuyan adam, Risale-i Nur eczalarının ne kadar ehemmiyetli ve nazar-ı inayet-i İlahiyede bulunduğunu ve himayet-i Rabbaniyede olduğunu bilecek. Bu yedi inayet küllîdir, cüz'iyatları yetmişi geçer.

Hâtimesinde, bir sırr-ı inayete ait mahrem bir sualin cevabı vardır. Hâtimesinde, inayet-i seb'adan birincisi olan tevafukata gelen veya gelmek ihtimali olan evhamı gayet kat'î bir surette def'ediyor. O hâtimenin âhirinde de, Üçüncü Nükte'de inayet-i hâssa ve inayet-i âmmeye dair mühim bir sırr-ı dakik-i rububiyete ve ehemmiyetli bir sırr-ı Rahmaniyete işaret ediyor.

Sekizinci Mesele olan Sekizinci Risale: Altı sualin cevabı olan "Sekiz Nükte"dir.

Birinci Nükte: Tevafuktaki işarat-ı gaybiye, umum Risale-i Nur eczalarında cüz'î-küllî bulunduğuna dairdir.

İkinci nükte: Tevafukatın meziyeti, Lafz-ı Celal'den başka ne için Kur'anda fevkalâde matlub olmadığının sırrını beyan eder.

Üçüncü nükte: Bir kardeşimizin fazla ihtiyat ve cesaretsizliği yerinde olmadığını ve bir müftünün Onuncu Söz'e sathî tenkidine karşı güzel bir cevabdır. (Fakat bu mecmuaya idhal edilmemiştir.)

Dördüncü nükte: "Meydan-ı haşirde insanlar nasıl toplanacaklar, çıplak olarak mı? Herkes ahbablarını görebilir mi? Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı şefaat için nasıl bulacağız? Hadsiz insanlarla birtek zât olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm nasıl görüşecek? Ehl-i Cennet ve Cehennem'in libasları nasıl olacak? Ve bize kim yol gösterecek?" Altı meraklı sualin mukni' ve makul cevabıdır.

Beşinci nükte: "Zaman-ı Fetrette, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ecdadı, bir din ile mütedeyyin mi idiler?" cevabında, güzel bir hakikat beyan ediliyor.

Altıncı nükte: "Hazret-i İsmail Aleyhisselâm'dan sonra, Peygamber'in (A.S.M.) ecdadından peygamber gelmiş midir?" sualine karşı, gayet mühim bir cevabdır.

Yedinci nükte: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın peder ve vâlidesinin ve ceddi Abdülmuttalib'in imanları hakkında en sahih haber hangisidir?" sualine karşı gayet mühim ve makul bir cevabdır.

Sekizinci nükte: "Amcası Ebu Talib'in imanı hakkında esahh olan nedir? Cennet'e girebilir mi?" sualine karşı güzel bir cevabdır.

On Dokuzuncu Söz'ün Zeyli

On Dokuzuncu Söz'ün Zeyli olan "Şakk-ı Kamer Risalesi" unutulmuştu. Şu Risale şakk-ı Kamer mu'cizesine, bu zaman feylesoflarının ettikleri itirazı, "Beş Nokta" ile gayet kat'i bir surette reddedip, inşikak-ı kamerin vukuuna hiçbir mani bulunmadığını gösterir. Ve ahirinde de beş icma' ile şakk-ı kamer vuku' bulunduğunu gayet muhtasar bir surette isbat eder. Şakk-ı Kamer mu'cize-i Ahmediyyesini (A.S.M.) güneş gibi gösterir.

Yirmi Dokuzuncu Mektub[değiştir]

"Dokuz Kısım"dır

Yirmi dokuz nükte-i mühimme içinde vardır. O dokuz kısım, küçük büyük onyedi risaledir.

Birinci Kısım Olan Birinci Risale

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ

الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ

صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لاَ الضَّالِّينَ

هُوَ الَّذِى اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ ... إلخ

âyetlerinin bazı sırlarını, "Dokuz Nükte" ile tefsir eder.

Birinci nükte: "Kur'ana ait ve Kur'anın esrarı bilinmiyor ve müfessirler hakikatını anlamamışlar" diyenlere karşı mühim bir cevabdır.

İkinci nükte: Kur'an-ı Hakîm'de

وَ التِّينِ وَ الزَّيْتُونِ

وَالشَّمْسِ وَضُحَيهَا

gibi kasemat-ı Kur'aniyedeki mühim bir hikmeti beyan ediyor.

Üçüncü nükte: Surelerin başlarındaki birer şifre-i İlahiye olan huruf-u mukattaaya dairdir.

Dördüncü nükte: Kur'an-ı Hakîm'in hakikî tercümesi kabil olmadığından ve manevî i'cazındaki ulviyet-i üslûb tercümeye gelmediğinden, mühim bir beyanla, üslûb-u Kur'aniyedeki bir lem'a-i i'caziyeyi gösterir.

Beşinci nükte:

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

cümlesinin ifade ettiği mananın en kısası bir satır kadar olduğunu ve hakikî tercümesinin kabil olmadığını gösterir.

Altıncı nükte:

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

deki nun-u mütekellim-i maalgayre dair mühim bir sırrını, nurlu bir hal ve hakikatlı bir hayal içinde beyan ediyor.

Yedinci nükte:

اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ صِرَاطَ الَّذِينَ

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ

in mühim ve nuranî sırrının beyanı içinde, bid'aların icadı ne kadar çirkin ve zarar olduğunu gösterir.

Sekizinci nükte: Şeair-i İslâmiye, hukuk-u umumiye hükmünde olduğuna dair mühim bir sırrını beyan ediyor.

Dokuzuncu nükte: Mesail-i şeriatın "taabbüdî" ve "makul-ül mana" olarak iki kısım olduğunu; ve taabbüdî kısmı hikmet ve maslahatların tebeddülü ile tegayyür edemediğinin sırrını beyan eder.

Ve ezanın faidesi, yalnız bir köy ahalisini namaza davet değil, belki kâinat sarayında mevcudata karşı umum mahlukat namına bir ilân-ı Tevhid olduğunu beyan eder.

İkinci Kısım olan İkinci Risale

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِى اُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْاۤنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدَى وَ الْفُرْقَانِ

âyetinin bir sırrını, sıyam-ı Ramazanın yetmiş hikmetlerinden dokuz hikmetinin beyanıyla o sırr-ı azîmi tefsir ediyor. O dokuz hikmet, o kadar hakikî ve kuvvetli ve cazibedardırlar ki; müslüman olmayan da onları görse, oruç tutmak için büyük bir iştiyak ve bir hevese gelir. Kendine müslüman deyip oruç tutmayanların, bu hikmetlere karşı, hacalet ve hatalarından ezilmeleri lâzımgelir.

Üçüncü Kısım olan Üçüncü Risale

Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın enva'-ı i'cazından göz ile görünecek kısmının beş-altı vechinden bir vechini, yeni bir Kur'anı yazmakla göstermeye dairdir. Lillahilhamd, öyle bir Kur'an yazıldı. Ümmetçe Hâfız Osman hattıyla makbul Kur'anın aynı sahifelerini ve satırlarını muhafaza etmekle beraber; lafzullah, mecmu' Kur'anda ikibin sekizyüz altı defa tekerrür ettiği halde; nâdir ve nükteli müstesnalar hariç kalıp, mütebâkisi tevafuk ettiğini anladık, sahife ve satırlarını tağyir etmedik. Yalnız biz tanzim ettik. O tanzimden hârika bir tevafuk tezahür etti. Yazdığımız Kur'anın parçalarını bir kısım ehl-i kalb görmüş, Levh-i Mahfuz hattına yakın olduğunu kabul etmişler.

Bu risale ise; tevafukat-ı Kur'aniyeye dair olduğu münasebetiyle, sırf bir işaret-i gaybiye olarak, hiçbirimizin haberimiz olmadan, ibtida te'lif ve birinci tesvidinde on bir "Kur'an" kelimesi; birtek sahifede, birer satırda, bir sırada hatt-ı müstakim ile tevafukları, tevafuk-u Kur'aniyedeki lem'a-i i'caziyenin bir şuaı şu risalede bu hârika letafeti gösterdiğini, görenlere kanaat geldi.

Dördüncü Kısım olan Dördüncü Risale "Üç Nükte"dir.

Birinci nükte: Kur'anda, "Kur'an" kelimesinin çok sırlarından bir sırrını, altmışdokuz âyât-ı azîmede latif ve manidar sahifeler arkasında birbirine tevafukla baktıklarını ve o âyât-ı azîmenin manen birbirinin hakikatını teyid ettiklerini göstermek ve tilavet-i Kur'an sevabını ve zikir faziletini ve tefekkür ubudiyetini birden kazanmak isteyenlere, evrad nev'inden gayet güzel bir hizb-i Kur'anî olarak yazılmıştır.

İkinci nüktesi: Kur'an-ı Hakîm'de "Resul" kelimesinin tekrarındaki esrarın tevafuk cihetiyle birisine işaret için, yüz altmış âyâttaki "Resul" kelimesi birbirine tevafukla manidar bakması gibi; {(Haşiye):[2]} o yüz altmış muazzam âyetler de birbirine bakıyor. Birbirini teyid ve isbat ettiğine işareten ve Kur'andan hem kıraet, hem zikir, hem fikir olmak üzere bir hizb-i mahsustur. Kendine âlî ve tatlı ve çok kıymetli ve çok faziletli bir vird arzu edenlere mühim bir virddir.

Üçüncü nüktesi: Lafzullah'ın ikibin sekizyüz altı defa zikrinin çok nükteleri var. İ'caz-ı Kur'anın çok şualarını gösteriyor. Bu Üçüncü Nükte de, onun dört şua-ı i'cazını gösterir.

Beşinci Kısım olan Beşinci Risale

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ

(ilh-âyet...) âyet-i pür-envârının çok envâr-ı esrarından güzel bir nuru, Ramazan-ı Şerifte bir halet-i ruhaniyede, mühim bir seyahat-ı kalbiyede görünmüş ve bir derece bu risalede beyan edilmiştir. Bu risale küçüktür; fakat çok nurlu ve ehemmiyetlidir.

Altıncı Kısım olan Altıncı Risale

وَلاَ تَرْكَنُوا اِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ

âyetinin mühim bir sırrını ve azîm bir hakikatını; ins ve cinn şeytanlarının ve müslümanlar içine girmiş mülhidlerin ve münafıkların altı desiseleriyle altı cihetten hücumlarını altı hakikatla sed ve reddetmekle, o sırr-ı azîmi tefsir ediyor.

Birinci desiseleri: Kur'an hâdimlerini hubb-u câh vasıtasıyla aldatmalarına mukabil, gayet mukni' ve kat'î bir cevabla susturur.

İkinci desiseleri: Korku damarıyla, ehl-i hakkı haktan çevirmelerine karşı, gayet güzel ve kat'î bir cevabla tardedilir.

Üçüncü desiseleri: Tama' ve hırs cihetiyle, ehl-i hidayeti hizmet-i Kur'aniyeden vaz geçirmelerine karşı, gayet parlak ve kat'î bir cevabla reddedilir.

Dördüncü desiseleri: Asabiyet-i milliyeyi tahrik etmek suretinde, hakikî din kardeşlerinin ve hizmet-i Kur'aniyede samimî arkadaşlarının içine yabanilik ve ihtilaf atmak ve üstadlarından soğutmalarına mukabil, gayet mühim ve kat'î öyle bir cevabdır ki; şeytan-ı insîyi tamamıyla susturduğu gibi, sahtekâr milliyetçilerin maskelerini yırtarak, öyleler milletin düşmanları olduklarını ve hakikî milliyetperverler kimler olduğunu gösterir.

Beşinci desiseleri: İnsanın en zaîf damarı olan enaniyetini tahrik edip, ehl-i hakkı haksızlığa sevketmek ve ehl-i ittihadı ihtilafa düşürmelerine mukabil, kuvvetli ve eneleri susturacak bir cevab verilmiştir.

Altıncı desiseleri: Tenbellik ve tenperverlik ve vazifedarlık damarından istifade suretiyle, Kur'an şakirdlerinin gayretlerini, sadakatlarını, ihlaslarını zedelemek suretindeki hücumlarına karşı bir cevabdır. Âhirinde, umum cevabların hülâsası olan şu iki âyet ile, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan mu'cizane cevab veriyor:

يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

وَلاَ تَشْتَرُوا بِاۤيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً

Şu risalenin âhirinde; iki yaprakta yazıldıktan sonra görülmüş, ihtiyarsız kendi kendine gelen latif ve zarif bir tevafuktur ki, sıkıntılı esaretimin tam dokuzuncu senesinde te'lif edilen şu risalenin âhirinde, Yirmi Dokuzuncu Mektub'un bahsinde yirmidokuz nükte bulunması ve dokuz kısım olması ve bu risale fihristesinde dokuz defa "dokuz" lafzı ile o mektubdan bahsedilmesi ve Birinci Kısım dokuz nükte olması; ve Ramazanın, burada işaret edilen ve İkinci Kısım'da mezkûr hikmetleri dokuz bulunması; ve burada işaret edilen ve Dördüncü Kısım'da mezkûr "Kur'an" kelimesine dair âyetlerin altmışdokuz etmesi; ve Kur'an kelimesi de bu mebhasta yirmidokuz gelmesi ve lafzullah dahi dokuz olması; ve bu risale de yirmi dokuz sahifede tamam olması cihetiyle, dokuz defa dokuzlar birbirine tevafuk ederek çok şirin düşmüştür.

Bu risalenin dahi, sırr-ı tevafuktan küçük, fakat parlak bir hissesi var olduğunu gösterir. Bu dokuz defa dokuzların sırrının, dokuzuncu sene-i esaretimde zuhuru ise, inşâallah esaretin dokuzuncu senesinde biteceğine işarî bir beşarettir. Dokuzuncu sene-i esaretimde sıkıntıdan o sene dokuz dişim düştüler; o münasebetle Isparta'ya me'zuniyetle gitmek o senede oldu. Hem latif bir tevafuktur; bu parça dahi, bu sahifede dokuz, ondokuz defa gelmiştir. Hem fihristenin Dördüncü Kısmında ve bu İkinci Kısmın bazı nüshalarında, aşağıdaki gösterilen tevafuk vardır.

Umum elif yüz on dokuz, umum risaleler dahi yüz on dokuzdur. Demek elifler de bir nevi fihristeye işarettir.

Altıncı Kısım olan Altıncı Risalenin Zeyli (Hücumat-ı Sitte'nin Zeyli olan Es'ile-i Sitte)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَمَا لَنَا اَلاَّ نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدَينَا سُبُلَنَا وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا اۤذَيْتُمُونَا وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ

âyetinin sırrına istinaden, dünyanın hiçbir usûl ve kanununa tatbik edilmeyen, vicdansız insanların bize karşı tecavüzatına sabır ile ve Hakk'a tevekkül ile beraber; istikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için ve istikbal asırları, bu asrın sîmasına ve gayretsiz adamların yüzlerine "Tuh!" dedikleri zaman, tükürükleri yüzümüze gelmemek için veya silmek için yazılmış bir layihadır. Ve Avrupa'nın insaniyetperver maskesi altında sağır kulaklarını çınlatmak ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokmak ve bu asırda, yüzbin cihetten "Yaşasın Cehennem!" dedirten mimsiz medeniyetperestlerin başlarına vurmak için yazılmış bir arzuhal ve ehl-i ilhad ve bid'atçıları ilzam ve iskât edecek "Altı Sual"dir.

Yedinci Kısmı olan Yedinci Risale (İşârât-ı Seb'a)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ الْاُمِّىِّ الَّذِى يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

يُرِيدُونَ اَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللّٰهِ ِباَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللّٰهُ اِلاَّ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

âyetlerinin bir sırrını ve mühim bir hakikatını "Yedi İşaret" ile ve yedi mühim suale yedi kat'î ve kuvvetli cevabla tefsir ediyor.

Birinci sual: "Ecnebilerden ihtida edenler, kendi dilleriyle şeair-i İslâmiyeyi tercüme ediyorlar. Âlem-i İslâmın onlara karşı sükûtu ve itiraz etmemesi, cevaz-ı şer'î olduğunu göstermez mi?" diyen ehl-i bid'atın sualine karşı, gayet kat'î ve kuvvetli bir cevabdır.

İkincisi: "Firenklerdeki inkılabcılar ve feylesoflar, Katolik mezhebinde inkılab yapmakla terakki ettiklerinden, acaba İslâmiyette böyle bir inkılab-ı dinî olamaz mı?" diyen ehl-i bid'atın sualine karşı; gayet kat'î, zahir ve bahir ve müskit bir cevabdır.

Üçüncüsü: "Avrupa, taassubu bıraktıktan sonra terakki ettiğinden, biz de taassubu bıraksak daha iyi olmaz mı?" diyen ehl-i bid'at ve sefahetin sualine karşı, gayet müskit ve mukni' ve mantıkî bir cevabdır.

Dördüncüsü: "Za'fa uğrayan İslâmiyeti takviye niyetiyle, kuvvetli olan milliyete mezcetmek ve secaya-yı milliyeyi şeair-i İslâmiye ile kuvvetleştirmek bu asırda daha iyi olmaz mı?" diyen dessas ehl-i dünyanın bu müdhiş sualine karşı, gayet metin bir cevabdır.

Beşincisi: "Bu kadar heyet-i içtimaiye-i beşeriye fesada girmiş ve hissiyat-ı diniye zaîfleşmiş ve şahsî dehalar ve harekât, cemaatın şahs-ı manevîsinin icraatına mağlub düşmüş bir zamanda, nasıl rivayet-i sahihada denildiği gibi, birkaç sene zarfında, Mehdi dünyayı ıslah edecek? Halbuki bütün işi hârika olup ve birkaç nebinin mu'cizatı da beraber olsa, yine ıslahı pek müşkil görünüyor." diye, ehl-i tenkidin sualine karşı, gayet kavî bir cevabdır.

Altıncısı: Âhirzamanda Hazret-i Mehdi'nin Süfyanî komitesine galebesi, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın Deccal komitesini dağıtması ve şeriat-ı İslâmiyeye tebaiyetine dairdir.

Yedincisi: "Mütefekkirîn-i İslâmiye, Avrupa'nın düsturlarını ve fennin kanunlarını bir derece kabul edip, onların usûlüyle onlara karşı İslâmiyeti müdafaa ettikleri halde -sen de eskiden böyle yapıyordun- şimdi neden bütün bütün başka bir çığır açıp, felsefeyi kökünden vuruyorsun? Ve fünun-u müsbete dedikleri usûllerinin, Kur'anın düsturlarına nazaran pek sathî kaldığını gösteriyorsun?" diye çokları tarafından gelen suale karşı, gayet hak ve hakikatlı bir cevabdır.

Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmı olan Rumuzât-ı Semâniye

(Sekiz remizdir. Yani sekiz küçük risaledir. Şu remizlerin esası, ilm-i cifrin mühim bir düsturu ve ulûm-u hafiyyenin mühim bir anahtarı ve bir kısım esrar-ı gaybiye-i Kur'aniyenin mühim bir miftahı olan tevafukdur. İleride müstakillen neşredileceğinden buraya dercedilmedi.) (Mektubat'tan)

Fihristesinden küçük bir parça nümune için burada yazıldı. Rumuzât-ı Semâniye Fihristesi sonra müstakil olarak neşredilecek. Bu Rumuzât-ı Semâniye fihristesinin küçük bir nümunesi şudur:

Kenz-ül Arş'ın Birinci Nükte-i Kur'âniyesi[değiştir]

Gayet muazzam hakâikin küçücük bir fihristesi olduğundan aynen dercedildi. Şöyle ki:

Bir rivayette İsm-i Azam olan

اَللّٰه

in en mühim harfi olan baştaki Elif, umum Kur'an'da çok sırlara medar olarak kırkbin gelmesi..

Ve İsmullah'ın Elif den sonra

لا

sûretindeki

لا

on dokuzbin olan meşhur adedi göstermesi; ve İsmullah'ın ahirinde olan

ه

mecmu' Kur'an'da yine ondokuzbin olarak ikisinin muvafık gelmesi..

Ve yalnız

ل

hesab-ı ebcedle otuz olduğuna göre, ona muvafık olarak Kur'an'da otuzbin gelmesi..

Ve yemin vaktinde, İsmullah'ın başında bulunan

و

bir hesabca yirmiüçbin, diğer bir cihetde yirmibin olarak hem

يا

nın, hem

م

in, hem

ل

ın hem

ها

nın ondokuzbin adedlerine ve Kur'an'daki yekünlerine muvafık gelmesi..

Ve İsmullah'ın başındaki Elif Lam-i ta'rif yani

ال

yetmişbin olup Kur'an kelimatının mecmu adedi olan yetmişbin adedine muvafık gelmesi..

Hem İsmullah'ın kasem vaktinde başında bulunan. "bâ"

ب

ve "tâ"

ت

iki kardeş gibi, "bâ"

ب

onbirbin, "tâ"

ت

onbin olarak muvafık gelmesi..

Hem ahir-i huruf-ı heca ve nida vaktinde

يَا اَللّٰه

denildiği vakit İsmullah'ın evvelinde bulunan

يا

yine yirmibindokuzyüz, bir cihetde ondokuzbin küsür olmakla, hem "lâ"nın

لا

hem

ها

nın, hem "vâv"ın

و

adedlerine ve Kur'an'daki ondokuzbinlik yekünlerine muvafık gelmesi..

Ve lafzullâh mecmu Kur'an'da ikibinküsur, ve "lâ"yı

لا

ondokuzbin ve

ها

sı yine ondokuzbin, mecmuu kırkbin olup, baştaki Elifin kırkbin adedine muvafık gelmesi..

Hem İsmullah'ın hûrûfâtından başka olan

ج

makam-ı ebcedisi olan üç'e muvafık olarak, Kur'an'da üçbin gelmesi..

ح

hecada

ج

in kardeşi gibi yine üçbin gelmesi..

د

ebcedde

ج

in kardeşi olup, yine üçbin olarak birbirine muvafık olarak gelmesi..

Hem ebced itibariyle yüksek makamda bulunan fesahatça bir derece ağır olan

ض غ خ ذ ث

hem

ص

her biri Kur'an'da ikişerbin gelib, birbirine muvafık gelmesi..

Ve

ص

'ın güzel ve hafif bir şekli olan

س

üç dişine münasebetdar olarak üçbinüçyüzotuz olup, latif sırları ima edecek bir sûrette gelmesi..

Ve

ط

ve

ظ

iki kardeş gibi

ظ

,

ط

'den daha hafif olduğundan binikiyüz,

ظ

onun kızkardeşi gibi nısfı olarak altıyüz gelmesi..

ف

ebced hesabıyla seksen olmasına göre, Kur'an'da iki sıfır zammıyla muvafık olarak sekizbin gelmesi..

ك،ع

her biri dokuzbin gelerek manidar birbirine muvafık gelmesi..

Kur'an kelimesinde en birinci harf olan

ق

altıbin olarak, Kur'an'ın mecmu' âyâtının altıbin adedine muvafık gelmesi..

م

İlm-i Sarfca

ب

yerine geçmesiyle iki

ب

kadar ve

م

'in makam-ı ebcedisinin yarısı kadar yirmibin gelmesi..

Ve

ن

, ebcedî makamı olan ellinin yarısı hükmünde olan yirmialtıbin gelmesi.. gibi tevâfukât-ı muntazama, on dokuz defa "gelmesi" kelimesi gelmesiyle hatime verilen muntazam tevâfukât, elbette ve elbette ve herhalde Kur'an'ın hûrûfâtında dahi mühim bir cilve-i i'câzın bulunmasına işaret... ve hem o hûrûfâtta harikulade muntazam çok nükteler ve sırların bulunduğuna delalet, hem huruf-u Kur'aniyenin her biri on adedden on bine kadar sevab meyvelerini vermesine, liyakatına ve kabiliyetine şehadet.. hem huruf-u Kur'aniyenin tebdiline çalışanlann nihayet derecede belahet ve hasaretlerine kafi delâlet.. hem huruf-u Kur'aniye, aynen kelimatı gibi kasdi bir intizam ve manidar bir vaziyete tabi olduğuna kat'i şehadet ettiğini, aklı olanları kabul etmeye ve kalbinde gözü olanları görmeye mecbur eder. Görmeyen kördür. Kabul etmeyen kalbsizdir.

قَدْ يُنْكِرُ الْمَرْءُ ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ

وَ يُنْكِرُ الْفَمُ طَعْمَ الْمَاءِ مِنْ سَقَمٍ

düsturuyla, gözlerindeki hastalıklarla bu hakikat güneşinin ziyasını görmezler ve dillerindeki marazla, ab-ı hâyât olan şu tatlı suyun lezzetini hissedip tatmazlar.

Yine Kenzü'l-Arş duâsının feyzinden gelen ikinci nükte-i tevafukiyedir[değiştir]

Bu nükteden nümune için üç misalden birincisi: Suver-i Kur'âniyenin aded-i hurufâtı üç binde tevafukatı pek harika ve mu'cizânedir. Meselâ; en kısa sûre olan Sûre-i Kevser'in hurûfatı, ebcedî makamı üç bin olmakla hem Sûre-i Yâsin'in üç bin aded-i hurufuna; hem Sûre-i Furkân'ın üç bin, hem Sûre-i Fâtır'ın üç bin, hem Sûre-i Sâffât'ın üç bin, hem sûre-i Sâd'ın üç bin, hem sûre-i Ra'd'ın üç bin, hem Sûre-i Rûm'un üç bin, hem Sûre-i Zuhruf'un üç bin, hem Sûre-i Şûra'nın üç bin, hem Sûre-i İbrahim'in üç bin; bu sûrelerin üçer bin hurufatına tevafuku ve onbir sûrenin bu üç binde birbiriyle muvafakatı ve mutâbakatı bilbedâhe tesadüf işi olamaz. Belki i'câz-ı Kur'ân'ın bir şu'lesidir ki, hurufata serpilmesidir ve yaldızlamasıdır.

Hem en kısa sûre olan Sûre-i Kevser'in hurufunun makam-ı ebcedîsi olan üç bin adediyle, en uzun sûre olan el-Bakara'nın örfî, yani kelâm hükmündeki kelimâtının üç bin adedine ve Âl-i İmran'ın hakiki kelimatının üç bin adedine ve Sûre-i Nisa kelimâtının üç bin adedine tevafuku, elbette kör tesadüfün işi değil. Ve rastgele değil ve şuursuz ve ittifakî bir vaziyet olamaz. Belki sırr-ı i'câzın bir cilvesinin şuâı ile bir intizamdır. Böyle büyük tevafukâtta küçük küsürât, münâsebât-ı tevafukıyeyi bozmadığından nazara alınmadı.

İkinci misal: Sûre-i

اِنَّاۤ اَنْزَلْنَاهُ فِى لَيْلَةِ الْقَدْر

'in i'câzkârâne tevafukunda bir nümunedir. Şöyle ki:

Sûre-i Kadr'in yüz yirmi harfi var. Gayr-ı melfuz hemze sayılmazsa suver-i Kur'âniye adedine muvafık olarak yüz on dörttür. İşte bu adetle

اِنَّاۤ اَنْزَلْنَاهُ

kendi ile beraber on sûrenin hurûfatının adetlerine ve on sûrenin kelimâtının adetlerine ve on sûrenin âyetlerinin adetlerine tevafuku, herhalde şuursuz, hikmetsiz tesadüfün işi olamaz, belki mânevî ve lafzî i'câz-ı Kur'âninin bir şuaı, hurûfâta aksedip tanzim ile yaldızlanmıştır.

Evet,

اِنَّاۤ اَنْزَلْنَاهُ

ile beraber Duhâ, Elemneşrah leke, Zilzâl, Tekâsür, Mâûn, en evvel nâzil olan nısf-ı evvel Alak, Ve't-Tîn, el-Karia ve Hümeze olan on sûrenin, tevafuku bozmayan küçük küsûrâtından kat'ı nazar, yüz adedinde tevafukları olduğu gibi; yine Sûre-i

اِنَّاۤ اَنْزَلْنَاهُ

Fecr, Abese, Mürselât, Bürûc, Mütaffifîn, İnşikâk, Nâziât, Nebe', Münafikûn, Cum'a olan on sûrenin yüz küsur olan aded-i kelimâtına yüzlükte manidâr tevafuk etmekle beraber; yine

اِنَّاۤ اَنْزَلْنَاهُ

hurufâtı Sûre-i İsrâ, Kehf, Tâ-Hâ, Yûsuf, Hûd, Yûnus, Nahl, Enbiyâ, Mü'minûn, Tevbe, Mâide olan on sûrenin herbirinin yüz küsur âdet âyetlerine manidâr tevafuku ve bu sûrelerin de bu tevafuk-u acîbe zımnında birbiriyle tevafukları içinde binler tevafuk bulunduğu halde, hiç mümkün olur mu ki tesadüf içine girebilsin? Hiç mümkün müdür ki, bu tevafukın uçlarında mühim nükteler, işaretler bulunmasın?

Üçüncü misâl: Sûre-i İhlâs'ın ebcedî makam-ı hurufîsi bin üçtür. Böyle büyük yekûnlarda tevafuka zarar vermeyen küçük küsurâttan kat-ı nazar; Sûre-i Nûr, Hacc, Enfal, Nahl, İsrâ, Kehf, Enbiyâ, Mü'minûn, Zümer, Yûnus, Neml, Yûsuf, Şuarâ, Tâ-Hâ olan on dört sûrenin herbirinin bin küsur kelimât adetlerine tevafukiyle beraber; huruf cihetinde Sûre-i Sebe', Hâkka, Mümtehine, Sûre-i İnsan, Tûr, Secde, Zâriyât, Rahmân, Tahrîm, Talak, Duhân sûrelerinin herbirinin bin küsur aded-i huruflarına manidâr tevafuku, elbette, bir "sülüs-ü Kur'ân" addedilen Sûre-i İhlâs'ın hikmettâr bir nüktesidir. Ve bu tevafukun bir sırr-ı azîmi var. Ve şuursuz, hikmetsiz tesadüfün işi değildir. Belki şuaât-ı i'câziyenin bir in'ikâsıdır.

Hem: Sûre-i İhlâs'ın makam-ı ebcedîsi 1003 olmakla, hem 1003 Sûre-i İhlâs bir hatme-i hâssâ-i İhlâsiye ve hem mufassal bir ism-i âzam olduğuna; hem üç defa tekerrürü ile küçük bir hatme-i Kur'âniye olmasına, hem üçer defa tekrarının efdaliyet-i azîmesine, hem

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

'in müşedded

ر

iki

ر

sayılmak şartıyla, bir cihetde makam-ı ebcedîsine tevafuk sırrı ile bin Besmele, bin İhlâs gibi ism-i âzamın mufassalı olduğuna işaret ettiği gibi hurufâtiyle çok esara bakar. Hem Kur'ân'ın dört esasından en büyüğü olan tevhidi, Yirmi Beşinci Sözde ispat edildiği gibi altı cümlesiyle tevhidin altı mertebesini ispat ve altı envâ-ı şirki reddederek herbir cümlesi öteki cümlelere hem netice, hem mukaddime olduğu cihetle Sûre-i İhlâs içinde otuz Sûre-i İhlâs kadar müteselsil bürhanlarla müdellel otuz sûre münderiç olduğundan, bu küçük sûre ne kadar muazzam bir bahr-i tevhid olduğunu gösteriyor. Hurufâtın latîf münasebâtını buna kıyas ediniz ki, içinde elif

ا

beş, vav

و

beş, dal

د

beş olarak birbirine tevafuku ve Lafzullahın beş harfine muvafakatı ve mecmû-u hurufu altmış yedi olup, Lafzullahın makam-ı ebcedîsine tevafuk etmekle mânen makam-ı ebcedisiyle dahi

اَللّٰه

dediği gibi;

ها

dört,

م

dört,

ن

tenvin ile dört olarak birbirine tevafuku ve sûrenin dört âyetine tevafuku, letâfetini ve intizamını gösteriyor.

Fatiha hurufâtının ebcedî hesabı olan 10212 adedi, mecmû-u Kur'ân'da

ب

'nın on bin, hem

ت

'nin on bin aded-i tekerrürlerine tevafuku. Hem Fâtiha'nın on bin adedi yedi adet âyetine darb edilmesiyle, mecmû-u kelimât-ı Kur'âniye adedi olan 70.000'e muvafık gelmesiyle, ehl-i hakikat indinde muhakkak ve hadisçe musaddak olan "Fâtiha, Kur'ân kadardır, Kur'ân Fâtiha'da münderiçtir. Ve

السبع المثانى و القرآن لعظيم

Fâtiha'dır" diye olan meşhur hükmün ispatını imâ edip ihtar eder.

Süver-i Kur'âniyenin başlarında olan mukattaât-ı huruf gayet mânidâr ve esrarlı bir şifre-i İlâhiye olduğu gibi, Fâtiha'nın hurufu, belki Kur'ân'ın umum hurufâtı kudsî ve ayrı ayrı mütenevvi binler İlâhi şifreler olduğunu Rumuzât-ı Semâniyeye dikkat edenler hissederler. Ve bilhassa, Fâtiha-i Şerifenin hurûfu daha zahir ve nurânî bir şifre-i İlâhiye olduğunu ehl-i keşf görmüşler ve emâreleri de vardır.

Ezcümle: Besmele ile Fâtiha'da hemze on sekiz, Besmele'nin makam-ı ebcedîsine inzimam ile on sekiz bin âlemin adedine tevafuk sırrıyla her bir elif'i bir âlemin anahtarına imâdan hâli olmadığı gibi, hemze ile sâkin elif otuz olarak otuz cüz-ü Kur'ân, içinde münderic olduğunu ve Besmele'siz hemze on dört olmakla şu

سَبْعَ الْمَثَانىِ

'nin müsenna olan yedi adet âyâtını göstererek, iki defa nüzulüne ve namazda tekerrürüne imâ ettiği gibi; sâkin elif on üç, lam yirmi üç olup, Fâtiha'nın bir hesap ile otuz altı kelimelerine tevafuk sırrıyla beş farz namazda ve revatibinde ve revatib hükmündeki iki rek'at teheccüd namazında, yirmi dört saat zarfında otuz altı defa Fâtiha'nın tekerrürüne imâ etmek, bu kudsî şifre-i İlâhiyenin şe'ninden olduğu gibi; Besmelesiz

ل

ile

ا

ikisi otuz olup,

ل

'ın ebcedî makamı olan otuza tevafuk ederek, Besmelesiz Fâtiha'nın otuz kelimâtına mutabakat ve otuz cüz-ü Kur'ân'ın adedine muvafakat sırrıyla, otuz cüz-ü Kur'ân'ın esaslarını Fâtiha'da bulunduğuna, bu kudsî şifre-i İlâhiyenin işaratından olmakla beraber,

ل

'ın yirmi üç adedi nüzul-ü vahyin yirmi üç senesine muvafakatı, elbette böyle bir kudsî şifrenin bir işâratıdır, denilebilir.

İşte, Fâtiha'da

ال

lafzı bu vazifeyi gördüğü gibi, on üç

ال

ile -Altıncı Remz'in Fihristesinde beyan edildiği gibi- on üç

ال

ile en meşhur suver-i Kur'âniye'nin

ال

ile başlayan on üç sûrelerinin başına tevafukla işareti mucizâne ifade ediyor ki, "Kur'ân bendedir, ben onun fihristesiyim."

Fâtiha'da

ب

beş,

ها

beş,

ح

beş; hem birbirine, hem beş farza, hem beş erkân-ı İslâmiyeye ve Lafzullah gibi Fâtiha'nın ekser kelimelerinin beşer harflerine ve Fâtiha'daki beş Esmâ-i Hüsnâ'nın adedine tevafukları. Hem

د

dört,

و

dört, dört rek'ât namazda dört Fâtiha vücubunu ve dörtlükle iştihar eden çok mühim İslâmî dörtleri imâ etmek.

ت

üç,

ك

üç,

س

üç olmakla;

ت

üç defasıyla bin iki yüz adet ederek, Kur'ân'ın bin iki yüz sene kadar gâlibâne vaziyetine ve sonra tedâfüî vaziyetine girmesine

اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا

âyetinin makam-ı ebcediyle verdiği habere tevafuk sırrıyla işaret etmek, bu kudsî şifre-i İlâhiyenin şe'nindendir.

ك

'in üç tekerrürü makam-ı ebcedisine zammedilse yirmi üç olup, nüzul-ü vahyin yirmi üç senesine tevafukla imâ etmek.

س

Ebcedi makamı altmış olup, üç tekkerrürü üç olarak zammedilse mehbit-i vahy olan Zât-ı Nebeviyye'nin (A.S.M.) ömrüne tevafukla imâ etmesi, sâir işârâtın te'yidiyle elbette kabul edilir.

Besmelesiz

س

iki,

ص

iki,

ض

iki,

ط

iki,

غ

iki olarak birbirine tevafukla beraber, Fâtiha'da besmele ile beraber iki defa Lafzullah

اللّٰه

iki kere

رحمن

iki kere

رحيم

iki

ايّاك

iki

صراط

iki

عليهم

ikişer adedine ve Seb'ü'l-Mesânînin mânâsının te'yidiyle beraber Fâtiha'nın iki defa nüzulünü ve Kur'ân'ın hem evvelinde hem âhirinde iki defa vücub-u tilavetini ve her umur-u hayriyenin hem başında, hem âhirinde iki kere sünniyet-i kırâatını imâ etmek, bu kudsî ve parlak şifre-i İlâhiyenin şe'nindendir.

İşte Fâtiha'nın binler esrarından yalnız hurufâtına ait bin esrarından böyle nümuneler olursa, o Fâtiha ne muazzam bir hazine-i esrar olduğunu kıyas edebilirsin. Ve ümmet-i Muhammediye (A.S.M.) bütün namazlarında Fâtiha okumasının bir hikmetini fehmet.

اَللّٰهُمَّ بِحُرْمَةِ الْفَاتِحَةِ ﴿سَبْعَ الْمَثَانىِ﴾ اِجْعَلْ فَاتِحَةَ اَعْمَالِنَا مِفْتَاحَ الْفَاتِحَةِ يَعْنى بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ وَاجْعَلْ خَاتِمَةَ اُمُورِنَا فَاتِحَةَ الْفَاتِحَةِ اَعْنى اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبّ الْعَالَمِين

HAŞİYE:

1.

بِسْمِ اللّٰهِ

'ın çok esrar-ı mühimmesinden en mühim sırrını hakâik-i Kur'âniyenin tefsiri olan Risale-i Nur'un birinci risalesi o sırrı beyan etmiş.

2.

اَلْحَمْدُ لِلّهِ

'ın çok hakaik-i mühimmesinden en mühim bir hakikatını Yirmi Sekizinci Mektup'un şükre dâir Beşinci Meselesi o mühim hakikatı izah etmiştir.

3.

اِيَّاكَ نَعْبُدُ

'nün çok envar-ı mühimmesinden en mühim bir nurunu, Yirmi Dokuzuncu Mektup'un Birinci Kısmı o nuru göstermiştir.

4.

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ

'in çok dekâik-ı mühimmesinden en mühim bir esası, İşârâtü'l-İ'câz'da ve Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfı'nda izah edilmiştir.

5.

اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

ilâ âhir.. 'in çok mühim nüktelerinden en mühim bir nüktesi Otuzuncu Sözün Birinci Maksad'ının âhirlerinde beyan edilmiştir.

6.

الۤمۤ

in çok esrar-ı mühimmesinden en mühim bir sırr-ı i'câzîsi İşârâtü'l-İ'câz tefsirinde parlak bir surette beyan edilmiştir.

7.

ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ

ilh..'in çok esrar-ı mühimmesinden ve ehemmiyetli nükte-i i'câziyesinden bir kısmı İşârâtü'l-İ'câz'da beyan edildiği gibi, onun hakikat-ı i'câziye-i azimesini i'câz-ı Kur'ân'a dâir Yirmi Beşinci Söz gayet parlak bir surette göstermiştir.

8.

اَلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ

Çok hakâik-ı mühimmesinden en mühim hakikatı umum Risale-i Nur'da beyan edildiği gibi, İkinci Söz'de bir temsil ile o hakikata işaret edilmekle beraber Yirmi Üçüncü Söz'ün nükteleri ve noktaları da pek parlak bir surette o hakikatı izah etmiş. Ve keza Yirmi İkinci Söz ve Yirminci Mektup o hakikatın burhanlarını güneş gibi göstermişlerdir.

9.

وَيُقِيمُونَ الصَّلَوةَ

Çok letaif-i mühimmesinden en mühim latifesini ve en güzel meyvesini ve en tatlı faydasını Dokuzuncu ve On Birinci Söz'ler ve Yirmi Birinci Söz'ün birinci kısmı ve Dördüncü Söz gayet güzel bir surette beyan etmiştir.

10.

وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

Pek çok esrar ve hakâik-i mühimmesinden, o ibaredeki i'câzı gösterecek ve hakikatındaki maslahat-ı âliyeyi bildirecek en mühim sırrı hem İşârâtü'l-İ'câz'da, hem i'câz-ı Kur'ân'a ait Yirmi Beşinci Söz'ün Birinci Şûle'sinde, hem Yirmi İkinci Mektub'un İkinci Kısmında güzel izah edilmiştir.

11.

وَبِاْلاۤخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

Hakaik-ı mühimmesinden ve burhan-ı katiyesinden en mühimlerini Risâletü'n-Nur'un Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözleri gayet kat'i ve yakıni bir surette o hakikat-ı haşriyyeyi ve imân-ı bi'l-âhireti ispat ve beyan etmiştir.

12.

وَ اُولۤئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Fevâid-i mühimmesinden ve semerât-ı âliyesinden en mühimlerini Risâletü'n-Nur mizanları (muvazene suretiyle) ehl-i iman ve ehl-i tuğyan ve ehl-i dalâletin muvazene-i hallerinden tezahür eden semerât-ı imâniyeyi; ve bilhassa Otuz İkinci Söz'ün Üçüncü Mevkıf'ının uzun muvazenesi o semerât-ı âliyeyi ve fevâid-i ğâliyeyi göstermiştir.

Yirmi Dokuzuncu Mektubun Dokuzuncu Kısmı Turûk-u velâyet hakkında "Dokuz Telvih" dir ki, Telhivat-ı Tis'a nâmıyla mâruf bir risaledir

Birinci Telvih: Tarikatın sırrını ve Mi'rac-ı Ahmedi'nin (A.S.M.) sâyesi altında kalb ayağıyla bir seyr-i sülûk-u ruhani neticesinde; zevkî ve hâlî ve bir derece şuhudî hakaik-i imâniye ve Kur'âniyeye mazhariyet olduğunu beyan edip, insanın mahiyet-i câmiasındaki aklı nasılki hadsiz fünuna istidadı ve ıttılaı cihetiyle mahiyeti inkişaf etmiş ve o sûretle işlettirilmiş, kalb dahi, onun gibi, bu âlemin bir harita-i mâneviyesi ve çok kemalâtın bir çekirdeği hükmünde olduğundan; tarikat cihetiyle onu işlettirmek ve kemalâtına sevketmek olduğunu ispat eder.

İkinci Telvih: Kalbin işlemesi, zikir ve tefekkürle olduğunu ve işlemesinin mehâsininden hayat-ı dünyeviyenin medâr-ı saâdeti olan birisini beyân eder.

Üçüncü Telvih: Velâyet, bir hüccet-i risalet; ve tarikat, bir burhan-ı şeriat olduğunu; ve onun kıymetini takdir etmeyen, ne kadar hasârete düştüğünü beyan eder.

Dördüncü Telvih: Meslek-i velâyet çok kolay olmakla beraber çok müşkilatlı, çok kısa olmakla beraber çok uzun, çok kıymettar olmakla beraber çok hatarlı, çok geniş olmakla beraber çok dar olduğunu, ve âfâki ve enfüsi iki yol ile sülûk edildiğini beyan eder.

Beşinci Telvih: Vahdetü'l-vücud ve vahdetü'ş-şühûdun mahiyetini beyan ederek, ehl-i sahvın ve ehl-i veraset-i nübüvvetin âli meşrebinin rüçhaniyetini ispat eder.

Altıncı Telvih: Velâyet yolları içinde en güzeli ve en müstakimi, sünnet-i seniyeye ittiba' olduğunu ve velayetin esaslarının en mühimmi, ihlâs; ve en keskin kuvveti, muhabbet olduğunu beyan ederek; bu dünya darü'l-hizmet olduğundan ve dâr-ı ücret ve mükâfat olmadığından, tarikatın lezâizini ve evzak ve kerâmâtını kasden talep etmemek lâzım geldiğini beyan eder.

Yedinci Telvih: Tarikat ve hakikat, şeriatın hâdimlerinden olduğunu, tarikat ve hakikatın en yüksek mertebeleri, şeriatın cüz'leri bulunduğunu; tarikat ve hakikat, vesilelikten çıkmamak ve daima şeriata tebaiyette kalmak lüzumunu beyan edip, "Sünnet-i seniye ve ahkâm-ı şeriat haricinde evliya bulunabilir mi?" diye suale, merak-âver bir cevap verir.

Sekizinci Telvih: Tarikatın sekiz varta-i mühimmesini beyan eder.

Dokuzuncu Telvih: Tarikatın pek çok semeratından gayet şirin ve güzel dokuz adedini beyan eder.

Bu risale ehl-i tarik olana ve olmayana bir iksir-i âzamdır ve bir tiryâk-ı enfa'dır.

Otuzuncu Mektub[değiştir]

Kur'ân-ı Mu'ciz'ül-Beyanın otuz cüz'ünden her bir cüz'üne birer esrarlı haşiye olacağı tasavvur edilip Rahmet-i İlahiyyeden istenilmişti. Bir nakş-ı i'câzı gösteren yazdığımız Kur'ân ile tab'edilecekti. Meteesüf o tasavvur geri kaldığı için Otuzuncu Mektup daha yazılmadı.

Belki Cenâb-ı Hak şimdiki Kur'an hadimlerinin bazılarına kudsî bir dehâ ihsan edip taksîm'ül-a'mâl sûretinde herbiri bazı cüz'lere o tasavvur ettiğimiz haşiyeleri yazarlar.

{(*): Bu fihristenin te’lifinden on sene sonra Denizli beraatini müteakib (1944) Emirdağ’ında ikametleri esnasında yazdıkları ve Emirdağ Lâhikasının baş taraflarında derc edilen aşağıdaki mektubunda Hazret-i Üstadımız, sonradan te’lif edilen risale, mektub ve müdaafalar ile Risale-i Nur’dan evvel te’lif ettiği âsâr-ı nuriyesinin Fihrist Risalesindeki yerlerini ve makamlarını şöylece tertip ve tanzim etmişlerdir:

“İhtar Edilen İkinci Nokta: Madem Arabîce altmışdörde girdik, işaret-i gaybiye gelmesiyle Risale-i Nur tekemmül etmiş olur. Eğer Rumi tarihi olsa, daha iki senemiz var. Halbuki çok mühim yerde yazılmayan ve te'hir edilen risaleler kalmış. Meselâ: Otuzuncu Mektub ve Otuz ikinci Mektub ve Otuz ikinci Lem'alar gibi ehemmiyetli mertebeler boş kalmış.

Kalbime ihtar edilmiş ki: Eski Said'in en mühim eseri ve Risale-i Nur'un fatihası, Arabî ve matbu' olan İşarat-ül İ'caz Tefsiri, Otuzuncu Mektub olacak ve olmuş.

Eski Said'in en son te'lifi ve yirmi gün ramazanda te'lif edilen, kendi kendine manzum gelen Lemaat Risalesi, Otuz ikinci Lem'a olması ve Yeni Said'in en evvel hakikattan şuhud derecesinde kalbine zahir olan ve Arabî ibaresinde Katre, Habbe, Şemme, Zerre, Hubab, Zühre, Şu'le ve onların zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua Otuz üçüncü Lem'a olması ihtar edildi.

Hem "Meyve" On birinci Şua' olduğu gibi, Denizli Müdafaanamesi de, On ikinci Şua' ve hapiste ve sonra Küçük Mektublar Mecmuası On Üçüncü Şua' olması ihtar edildi. Ben de aziz kardeşlerimin tensiblerine havale ediyorum. Demek birkaç mertebede kapı açıktır, bizlere daha iyi tetimmeler yazdırılabilir.”

Hem Hazret-i Üstadımız zamanında tab’ edilen ve Üstadımızın nazar-ı tedkîk ve tashihinden geçen yeni harf risale ve mecmualardaki fihristler dahi birer me’haz hükmünde dikkate alınmalıdır.

Hizmetinde bulunan talebeleri }

Önceki Risale: *Sözler'in FihristiFihrist RisalesiLem'alar'ın Fihristi: Sonraki Risale

  1. Bu mektubun mesaili, bir derece ihsas edilmek arzu edildiğinden; fihristiyet ihtisarı muhafaza edilmedi, uzun oldu.
  2. Bu risalenin, o mukaddes iki kelimenin i'cazî tevafuklarından bahsi ayn-ı hakikat olduğuna delil, o dördüncü risalede bütün o iki kelimenin tevafuk etmesidir. Herbir âyet ayrı ve satır başında yazılmasından, umum o iki mukaddes kelimeler tevafuk etmişlerdir.