Sivrisinek
Sivrisinek ya da Bauda sineklerin kan emici türleridir. Kan emmek için yaklaşırken vızıltılı sesleriyle kolayca tanınır. İnce uzun bacaklı narin böceklerdir. Kan yoluyla hastalık bulaştıranları vardır.[1]
Cenab-ı Hak, kullarını irşad ve ikaz için Kur'an'da sivrisinek, örümcek, bal arısı ve karıncadan misaller verince kafirler Allah'ın azametinden dolayı bu küçük misalleri vermesine tenezzül etmemesi gerektiği şeklinde itiraz ederler. Bakara Suresinin 26. ayetinde (Meali: Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır)) Cenab-ı Allah sivrisineği misal olarak vermekten çekinmediğini beyan eder. Bediüzzaman da sivrisineğin yaratılışının sanatça filden aşağı olmadığını ve bazı şeklerde görünen düşüklüğün ve çirkinliğin eşyanın mülk (dış) cihetine baktığını, iç yüzünün şeffaf ve yüksek olduğunu beyan eder.
Bediüzzaman tevhid yolunda Allah'a intisap edince sivrisineğin Nemrud'u mağlup ettiğini, samanyolunu yaratanın ancak sivrisinek gözünü yaratan Allah olabileceğini, kirli kanı emen sivrisinek ve pire gibi hayvanların fıtri hacamatçı olabileceklerini, insanın icad cihetinde sivrisinekten zaif ama adem ve tahrib cihetinde semavattan büyük olduğunu vb. söyler. Ayrıca, sivrisineğin küçüklüğünü ve sesini (vızıltısını) bazı misallerde kullanır.
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]
اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki; nasıl ki nuru verenin nuranî olmaması; ve icad edenin mevcud bulunmaması; ve mûcib olan bir zatın vâcib olmaması zâhirî bir muhaldir. Öyle; de ilmi in'am edenin âlim olmaması; ve şuuru ihsan edenin zîşuur bulunmaması; ve ihtiyarı i'ta edenin gayr-ı muhtar bulunması; ve iradeyi ifaza edenin gayr-ı mürid olması; ve mükemmelin sanii, gayr-ı kâmil olması muhal ender muhaldir.
Evet hiç mümkün müdür ki; gözü tersim, basarı tasvir ve nazarı tenvir eden bir zat, kendisi gayr-ı basir olsun, hâşâ!. Belki masnuatta bulunan ne kadar enva-i kemal varsa, Sani-i Zülcelale münasib olan feyz-i kemalinden olması vâcib ve zaruridir.
Fakat şahin kuşunu görmeyip tanımayan ve ancak kuşlar içinde sivri sineği kuş olarak tanıyan bir mikrop, şahini gördüğü zaman, bu kuş değildir. Zira benim gördüğüm kuş olan sinekteki evsaf, bunda yoktur der.
اِعْلَمْ Bil ey kardeş! su ve havaya bak, gör ki; nasıl selis ve yumuşak halkedilmişlerdir. Evet tesbih ederiz o zatı ki, su ve havayı hem mikroba, hem de file beraber olarak rızık edip lokma yapar.
İşte kudret tabbahına (pişirici) bak gör; Nasıl bir yemek yapar ki, o yemek arının ağzı ona dar gelmediği gibi; Filin ağzını da tam doldurur. Hem o yemek, bir mikrobun ağzına büyük gelmediği gibi; Gergedanın ağzı da ona büyük gelmez. Hem yine o kudret, (hava ile) öyle bir kelâm ile söyler ki, zerrenin dimağı o kelâmı işittiği gibi, güneşin kulağı dahi o kelâmla tam dolar. Hem yine o kudrete bak ki, söylenen bir kelimeye öyle bir tenasül ve istinsah verir ki; o kelime, dağın mağarasını doldurup, aks-i sada vasıtasıyla seninle konuştuğu gibi; aynı o kelime sivrisineğin kulağındaki delikte bulunan hücreciğe de büyük ve ağır gelmiyor.
Hem hayvanat cinsinden, sivrisinekten tut, tâ yılan, akrep, kurt, arslana kadar insanlara zararlı vaziyetleriyle beraber; hayvanatın mühimlerinden olan koca manda ve öküz ve deve gibi büyük mahlukat gayet derece müsahhar, muti', hattâ zaîf bir çocuğa deve yularını verip itaat etmek manasını ifade için ﻭَﺍَﻧْﺰَﻝَ ﻟَﻜُﻢْ ﻣِﻦَ ﺍْﻟﺎَﻧْﻌَﺎﻡِ ﺛَﻤَﺎﻧِﻴَﺔَ tabiriyle, güya bu mübarek hayvanlar dünya hayvanları değil ki, içinde tevahhuş ve zarar bulunsun. Belki manevî bir Cennet'in hayvanları gibi menfaatdar, zararsızdırlar. Yukarıdan yani rahmet hazinesinden indirilmiştir, diye ifade ediyor. Muhtemeldir ki, bazı müfessirlerin bu hayvanlar hakkında "Cennet'ten indirilmiştir" dedikleri, bu manadan ileri gelmiştir.
Cenab-ı Allah'ın Sivrisineği Misal Olarak Vermesi (Bakara 26)[değiştir]
Gayet kısacık bir meali: Yani “Cenab-ı Hak, kullarını irşad ve ikaz etmek üzere, sivrisinek gibi hakir, kıymetsiz bir hayvanla veya bir mahlukla misal getirmeyi, kâfirlerin keyfi için terk etmez. İmanı olanlar, onun Rablerinden hak olduğunu bilirler. Amma kâfirler, Allah bu gibi hakir misallerden neyi irade etmiştir diyorlar. Allah onun ile çoklarını dalalete atar ve çoklarını da hidayete götürür. Fakat fâsıklardan maada dalalete attığı yoktur. Fâsıklar da ol adamlardır ki Allah’ın taatinden huruçla, misak-ı ezelîden sonra ahidlerini bozarlar ve Allah’ın akrabalar arasında veya mü’minler beyninde emrettiği hatt-ı muvasalayı keserler, yeryüzünde işleri ifsaddır, dünya ve âhirette zarar ve hüsrana maruz kalan ancak onlardır.”
Bu âyetin de sair arkadaşları gibi mevzu-u bahis olacak vücuh-u irtibatı ve cihat-ı nazmiyesi üçtür. Maahâzâ bu âyetin meali hem mâkabline hem mâba’dine hem Kur’an’ın tamamına bakıyor.
Mâba’dine olan vech-i irtibatı
Evet, vaktâ ki Kur’an-ı Azîmüşşan sinekten ankebuttan misal getirdi, karınca ile bal arısından bahsetti; müşrikler, münafıklar, Yahudiler itiraz için fırsat bularak ahmakane dediler ki:
“Allah azametiyle beraber, böyle hasis, hakir şeylerden bahsetmeye tenezzül eder mi? Halbuki ashab-ı kemal, bu gibi kıymetsiz şeylerden bahsetmeye tenezzül etmezler, hayâ ederler.” Kur’an-ı Kerîm bu âyetle ağızlarına vurarak kapattı.
...
بَعُوضَةً: Pek çok küçük ve hakir şeyler ve hayvanlar bulunduğu halde بَعُوضَةً nin tahsisi, inde’l-bülega temsil için istimali çok olduğuna binaendir.
فَمَا فَوْقَهَا: Yani kıymet ve belâgatça baûdanın (sinek) mâfevki veya küçüklükte baûdanın mâdûnu veyahut hem kıymette hem küçüklükte baûdanın mâdûnu olan şeyler. Fakat مَا فَوْقَهَا tabiri, küçük şeyin belâgatça daha garib, hilkatçe daha acib olduğuna işarettir.
...
Sual: Hakikaten eşyanın hakareti, hısseti; kudretin azametine, kelâmın nezahet ve nezaketine münafîdir?
Cevap: Bazı şeylerde veya işlerde görünen hakaret, çirkinlik eşyanın mülk cihetine aittir. Yani dış yüzüne nâzırdır ve bizim nazarımızda öyle görünür. Ve bunun için eşya ile yed-i kudret arasına perde olarak esbab-ı zahiriye vaz’edilmiştir ki sathî nazarımızda yed-i kudretin o gibi eşya ile mübaşereti görünmesin. Fakat melekût ciheti yani içyüzü ise şeffaf ve yüksektir. Kudretin taalluk ettiği bu cihette, hiçbir şey kudretin taallukundan hariç değildir.
Evet, azamet-i İlahiye esbab-ı zahiriyenin vaz’ını iktiza ettiği gibi vahdet ve izzet-i İlahiye de kudretin bütün eşyaya şümulünü ve kelâmın her şeye ihatasını iktiza ederler. Maahâzâ bir zerre üstünde zerreler ile yazılan bir Kur’an, sahife-i semada yıldızlar ile yazılacak Kur’an’dan hüsün ve güzellikte aşağı değildir. Ve keza (Hâşiye[2]) bir sivrisineğin yaratılışı, sanatça filin hilkatinden dûn değildir.
Kelâm sıfatı da aynen kudret sıfatı gibidir. Bir çocukla konuşup söz anlatmak, bir feylesofla konuşmaktan aşağı değildir.
...
Sual: Şu temsillerde görünen hakaret-i zahiriye neye aittir?
Cevap: O gibi haller temsil getirene ait değildir ancak mümessel-i lehe aittir. Yani kime ve ne şeye temsil getirilmişse ona aittir. Zaten kelâmın güzelliği, belâgatı; mümessel-i lehe mutabakatı nisbetindedir. Evet, bir padişah bir çobana, çobanlara mahsus bir abâ, bir palto ve kelbine de bir kemik verirse “Padişah iyi yapmadı.” diye kimse itiraz edemez. Çünkü her şeyi lâyıkına vermiştir. Binaenaleyh mümessel-i leh ne kadar hakir olursa temsili de o kadar hakir olur ve ne kadar büyük olursa temsili de o kadar büyük olur. Evet sanemler pek âdi, hakir olduklarından Cenab-ı Hak, sineği (Hâşiye: Bir a’rabînin taptığı bir sanemi varmış. Bir gün ibadete gitmiş. Bakmış ki bir tilki sanemin başına bevletmiş. Bu hali görünce اَرَبٌّ يَبُولُ الثَّعْلَبَانُ بِرَاْسِهٖ demekle sanemi kırmış atmış. Demek sanemlerin hakaretinden yalnız sinekler değil, tilkiler de başlarına çıkar, telvis eder. Mütercim Abdülmecid) onlara musallat kılmıştır; ve ibadetleri de o kadar çirkindir ki نَسْجُ الْعَنْكَبُوتِ ile yani örümceğin ağıyla tabir edilmiştir.
Amma بَعُوضَةً ile tahsis edilmiş olması, yani sadece "Baûda" (sivrisineği) hâs tarzda zikretmesi ise, bülagaların onu temsil için çokça istimal etmelerine işarettir. İşte misal için: "Sivrisinekten daha zaiftir."[3] ve sivrisinekten daha şiddetli inada sahiptir. Ve "sivrisineğin beynini bana teklif eyledi." Ve "Sivrisineğin beyninden daha çok ender ve nazlıdır." Ve "Sivrisinek hurma ağacına dedi ki: "Beni tut uçacağım" Ve hadiste: "Dünya Allah'ın indinde sivrisinek kadar kıymeti yoktur."[4] Ve daha buna göre kıyas eyle! Ayrıca şu sivrisinek temsilinin işaretinde; mu'terizlerin vehimleri ne kadar zaif ve çürük olduğuna da remz vardır.
Sivrisineğin Hortumu[değiştir]
Mesela hortumlu sivrisinek, dünyaya geldiği dakikada hanesinden çıkar; durmayarak insanın yüzüne hücum eder, uzun asâsıyla vurur, âb-ı hayat fışkırtır, içer. Hücumdan kaçmakta, erkân-ı harp gibi maharet gösterir. Acaba bu küçük, tecrübesiz, yeni dünyaya gelen mahluka bu sanatı ve bu fenn-i harbi ve su çıkarmak sanatını kim öğretmiş ve nerede öğrenmiş? Ben, yani bu bîçare Said itiraf ediyorum ki: Eğer ben o hortumlu sineğin yerinde olsaydım bu sanatı, bu kerr u ferr harbini ve su çıkarmak hizmetini çok uzun dersler ve çok müteaddid tecrübelerle ancak öğrenebilirdim.
(17. Lema)
Haşiye: Sivrisineğin başında mızrak gibi bir hortum vardır. Filin başına konar, hortumunu filin hortumuna batırır, fil kaçmaya başlar, hiçbir suretle elinden kurtulamaz. Demek Cenab-ı Hak, sivrisineği file galip ve hâkim kılmıştır. Binaenaleyh hilkatçe dûn ise de cesaret hususunda faiktir.
Mütercim Abdülmecid
Sivrisineğin Nemrudu Mağlup Etmesi[değiştir]
Mesela, nasıl ki başıbozuk, gayet cesur, kuvvetli bir adam, kendi cephanesini ve zahîresini beraberinde ve belinde taşımaya mecbur olduğundan ancak on adam düşmanına karşı muvakkat dayanabilir. Çünkü şahsî kuvveti o kadar eser gösterebilir. Fakat askerlik tezkeresiyle bir kumandan-ı a’zama intisap ve istinad eden bir adam, kendi menabi-i kuvvetini ve erzak deposunu kendisi çekmediği ve taşımaya mecbur olmadığı için o intisap ve istinad, onun için tükenmez bir kuvvet, bir hazine hükmüne geçtiğinden mağlup düşen düşman ordusunun bir müşirini, belki binler adamla beraber o intisap kuvvetiyle esir edebilir.
Demek vahdette, ferdiyette bir karınca bir Firavun’u, bir sinek bir Nemrut’u, bir mikrop bir cebbarı o intisap kuvvetiyle mağlup edebildiği gibi nohut tanesi küçüklüğünde bir çekirdek dahi dağ gibi heybetli bir çam ağacını omuzunda taşıyabilir. Evet, nasıl ki bir kumandan-ı a’zam, bir neferin imdadına bir orduyu gönderebilir haysiyetiyle ve o neferin arkasında bir orduyu tahşid edebildiği cihetiyle o nefer, bir ordu kendisinin arkasında manen bulunuyor gibi bir kuvvet-i maneviye ile pek büyük işlere, kumandanı namına mazhar olur.
(30. Lema)
Ve her bir zîhayat öyle bir Mâlik-i Zülcelal’e mensubiyeti ve memlûkiyeti cihetiyle nazarımda binler derece bir ehemmiyet, bir kıymet kesbettiler. Çünkü madem herkes efendisinin şerefiyle ve mensup olduğu zatın makamıyla ve şöhretiyle iftihar eder, bir izzet peyda eder; elbette nur-u iman ile bu mensubiyetin ve memlûkiyetin inkişafı suretinde, bir karınca bir Firavun’u o mensubiyet kuvvetiyle mağlup ettiği gibi (o mensubiyet şerefiyle dahi) gafil ve kendi kendine mâlik ve başıboş kendini zanneden ve ecdadıyla ve mülk-ü Mısır ile iftihar eden ve kabir kapısında o iftiharı sönen bin firavun kadar iftihar edebilir. Ve sinek dahi Nemrut’un sekerat vaktinde azaba ve hicaba inkılab eden iftiharına karşı kendi mensubiyetinin şerefini irae edip onunkini hiçe indirebilir.
(2. Şua)
Aynen öyle de tevhid yolunda her şey Kadîr-i Zülcelal’e intisap ve istinad ettiğinden bir karınca bir Firavun’u, bir sinek bir Nemrut’u, bir mikrop bir cebbarı mağlup ettikleri gibi; tırnak gibi bir çekirdek, dağ gibi bir ağacı omuzunda taşıyarak o ağacın bütün âlât ve cihazatının menşei ve mahzeni bir tezgâh olmakla beraber, her bir zerre dahi yüz bin sanatlarda ve tarzlarda bulunan cisimleri ve suretleri teşkil etmek hizmetinde bulunmak olan hadsiz vazifeleri, o intisap ve istinad ile görebilir. Ve o küçücük memurların ve bu incecik askerlerin mazhar oldukları eserler gayet mükemmel ve sanatlı ve kıymettar olur. Çünkü o eserleri yapan zat, Kadîr-i Zülcelal’dir. Onların ellerine vermiş, onları perde yapmış. Eğer şirk yolunda esbaba havale edilse karıncanın eseri karınca gibi ehemmiyetsiz ve zerrenin sanatı zerre kadar kıymeti kalmaz ve her şey manen sukut ettiği gibi, maddeten dahi o derece sukut edecekti ki koca dünyayı beş para ile kimse almazdı.
(2. Şua)
Evet Kur'an-ı Hakîm'in
Yani "Cenab-ı Hak'tan başka bütün esbab ve uluhiyetleri ehl-i dalalet tarafından dava edilen âliheler içtima' etse bir sineği halkedemezler." Yani "Sineğin hilkati öyle bir mu'cize-i Rabbaniyedir ve bir âyet-i tekviniyedir ki; bütün esbab toplansa, onun mislini yapamazlar. O âyet-i Rabbaniyeye muaraza edemezler, taklidini de yapamazlar." mealindeki âyete ehemmiyetli bir mevzu' teşkil eden ve Nemrud'u mağlub eden ve Hazret-i Musa (A.S.) onların tacizlerine karşı müştekiyane "Yâ Rab! Bu muacciz mahlukları ne için bu kadar çoğaltmışsın?" deyince, ilhamen cevab gelmiş ki:
"Sen bir defa sineklere itiraz ettin. Bu sinekler çok defa sual ediyorlar ki: "Yâ Rab! Bu kocakafalı beşer seni yalnız bir lisan ile zikrediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalnız kafasından bizleri halketseydin, binler lisan ile sana zikredecek bizim gibi mahluklar olurlardı." diye Hazret-i Musa'nın (A.S.) şekvasına bin itiraz kuvvetinde hikmet-i hilkatini müdafaa eden sineğin, hem gayet nezafetperver, her vakit abdest alır gibi yüzünü, gözünü kanatlarını temizleyen bu taifenin, elbette mühim bir vazifesi vardır. Hikmet-i beşeriyenin nazarı kasırdır, daha o vazifeyi ihata edememiş.
ﻭَ ﻣِﻦْ ﻫُﻨَﺎ ﻏَﻠَﺒَﺖِ ﺍﻟﻨَّﻤْﻠَﺔُ ﻭَ ﺍﻟﺬُّﺑَﺎﺑَﺔُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﺠَﺒَﺎﺑِﺮَﺓِ
Buradan hareketle karınca ve sinek cebbârlara karşı galebe etti.
Arkadaş! Her bir insanın bir nokta-i istinadı bulunduğuna nazaran, istinad noktalarının tefavütüne göre insanların yapabileceği işler de tefavüt eder. Mesela, büyük bir sultana istinadı olan bir nefer, bir şahın yapamadığı bir işi yapar. Çünkü nokta-i istinadı şahtan büyüktür. Evet, kudret-i ezeliye tarafından memur edilen baûda yani sivrisineğin Nemrut’a olan galebesi ve bir çekirdeğin فَالِقُ الْحَبِّ وَ النَّوٰى tarafından verilen izin ve kuvvete binaen koca bir ağacın cihazatını, malzemesini tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikati tenvir eden birer hakikattir.
(Katre'nin Zeyli, Mesnevi-i N.)
Evet, tabiatın iki ciheti vardır. Biri zahiridir ki ehl-i gaflet ve dalaletçe hakikat zannedilmiştir. Diğeri bâtınıdır ki sanat-ı İlahiye ve sıbga-i Rahmaniyedir. Tabiata ilâveten iddia edilen kuvvet ise Hâlık-ı Hakîm-i Alîm’in cilve-i kudretidir. Ehl-i gafletin sâni’ olarak telakki ettikleri tabiata, cenah olarak yapıştırdıkları kör tesadüf ve ittifak ise dalaletten neş’et eden ıztırar neticesinde şeytanların ihtira ettikleri hezeyanlardır.
Çünkü müteaddid eserlerimde kat’î bir surette ispat edildiği gibi hârikaların hârikası olan şu sanat ancak ve ancak bütün evsaf-ı kemaliye ile muttasıf bir Habîr-i Basîr’in yed-i kudretinden çıkmamış ise şu kesif, camid, mukayyed, miskin, mümkinin eliyle mi şu kâinata giydirilen gömlek yapılmıştır? Yoksa âlemlere giydirilen şu güzel teşekkülleri, nakışları baûda veya kaplumbağa mı yapmıştır? Hâşâ, sümme hâşâ!
Fakat memur oldukları vakit çok kolaydır. Nasıl bir sultan-ı azîmin bir âdi neferi, o padişahın namıyla ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir, iki denizi birleştirebilir, bir şahı esir edebilir. Öyle de ezel ve ebed Sultanı’nın emriyle, bir sinek bir Nemrut’u yere serer, bir karınca bir Firavun’un sarayını harap eder, yere atar. Bir incir çekirdeği, bir incir ağacını yüklenir.
(22. Söz)
İşte وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى eğer her mahluk, her zerre doğrudan doğruya Vâhid-i Ehad’e isnad edilse ve onlar ona intisap etseler; o vakit o intisap kuvvetiyle ve seyyidinin havliyle, emriyle; karınca, Firavun’un sarayını başına yıkar, baş aşağı atar. Sinek, Nemrut’u gebertip cehenneme atar. Bir mikrop, en cebbar bir zalimi kabre sokar. Buğday tanesi kadar çam çekirdeği, bir dağ gibi bir çam ağacının destgâhı ve makinesi hükmüne geçer. Havanın zerresi, bütün çiçeklerin, meyvelerin ayrı ayrı işlerinde, teşekkülatlarında muntazaman, güzelce çalışabilir. Bütün bu kolaylık, bilbedahe memuriyet ve intisaptan ileri geliyor.
Nasıl ki karınca, o memuriyet cihetiyle Firavun’un sarayını harap ediyor. Sinek o intisap ile Nemrut’u gebertiyor. Ve o intisap ile buğday tanesi gibi bir çam çekirdeği, koca çam ağacının bütün cihazatını yetiştiriyor.
(23. Lema)
Madem o kudret-i ezeliyeye istinaden hareket ediyorlar ve o ilm-i ezelînin düsturuyla çalışıyorlar; işte o eserler, o kudrete göre vücuda gelir. Yoksa o küçük, ehemmiyetsiz şahsiyetlerine bakmakla o eserler küçülmez. O kudrete intisap kuvvetiyle bir sinek, bir Nemrut’u gebertir. Karınca, Firavun’un sarayını harap eder. Zerre gibi küçük çam tohumu, dağ gibi koca bir çam ağacının yükünü omuzunda taşıyor. Bu hakikati çok risalelerde ispat ettiğimiz gibi nasıl ki bir nefer, askerlik vesikasıyla padişaha intisap noktasında yüz bin defa kendi kuvvetinden fazla, bir şahı esir etmek gibi eserlere mazhar olur. Öyle de her şey, o kudret-i ezeliyeye intisabıyla, yüz bin defa esbab-ı tabiiyenin fevkinde mu’cizat-ı sanata mazhar olabilir.
(26. Lema)
Görseydi Resul’ün o güzel nurunu, Nemrut
Yakmazdı o dem, nârını ol kâfir-i matrud
Bir sivrisinek öldürüyor o şah-ı cihanı (!)
Atmıştı Halil’i ateşe çünkü o cani
...
Hasan Feyzi (rahmetullahi aleyh)
Sivrisineğin Gözü[değiştir]
Küçük Şeyler Büyük Şeylerle Merbuttur
Sivrisinek gözünü halkeyleyendir mutlaka, güneşi hem Kehkeş’i halkeylemiş.
Pirenin midesini tanzim edendir mutlaka, manzume-i şemsiyeyi nazmeylemiş.
Gözde rü’yet, midede hem ihtiyacı dercedendir mutlaka, sema gözüne ziya sürmesi çekmiş, zemin yüzüne gıda sofrası sermiş.
(Lemeat)
Cenab-ı Hakk’ın kudret, ilim, iradesi; şemsin ziyası gibi bütün mevcudata âmm ve şâmil olup hiçbir şeyle muvazene edilemez. Arş-ı a’zama taalluk ettikleri gibi zerrelere de taalluk ederler. Cenab-ı Hak şems ve kameri halk ettiği gibi sineğin gözünü de o halk etmiştir.
Biz bu mes'eleyi (Nokta, Katre ve zeylinde, Şemme, Zerre, Habbe ve zeylinde) tahkik etmişiz ki; bu hârika san'atlar, ancak ve ancak bütün evsaf-ı kemaliye ile muttasıf bir Zat-ı Habir ve Basir'in kudretinden çıkmış olabilirler. Hem öyleki, hiçbir şüpheye mahall bırakmayacak şekilde isbat etmişizdir. Evet mümkin, miskin, mukayyed, mahdud, camid ve kesif bir şeyin eli nerede? Hulle-i kâinatı dokumak nerede?
Hem âciz bir [Sivrisinek|sivri sineğin]] elleri nerede? Şu âlemlerin giydikleri biçili, münakkaş gömlekleri işlemek nerede?!.
Evet, onun kudreti, ilmi ve iradesi arş gibi en büyük şeylere taalluk ettiği gibi; (yani halk, icad ve irade gibi şuûnatta, o büyük eşya ve azîm mahlukat ile alakalandığı gibi, aynı vakitte, cevher-i ferd gibi en küçük eşya ile de alakalanır, taalluk eyler. Hem nasıl ki güneş ve kameri halk eyler, kezalik sivrisinek ve pire gibi küçücük hayvanların gözlerini de halk etmek için taalluk eylemektedir. Hem nasıl ki kâinat içine âli bir nizamı tevdi' eylemiş.. Öyle de; hurdebînî olan küçücük hayvanatın midelerine de dakik bir nizam bırakmıştır. Hem nasıl ki Semavat içinde muallakta ve asılı olan ecram-ı ulviyye ve büyük yıldızları "Cazibe-i umumîye" denilen kanununa rabtedip bağlamış.. Öyle de, "cevahir-i ferde" denilen zerreler ve atomları da, o kanunun nazîri olan bir kanunla nazm eyleyip dizmiştir ki; adeta bu, o büyük kanunun küçültülmüş misalidir.
Küçüklük Anlamında Verilen Sivrisinek Misalleri[değiştir]
Şimdi tam tahakkuk etti ki resmen bana ihanet ve hakaret etmek, onunla teveccüh-ü âmmeyi hakkımda kırmak için gizli bir tedbir kurulmuş. Benim bütün dostlarımı –perde altında– soğutmak ve ürkütmeye çalışıyorlar. Halbuki Sikke-i Tasdik-i Gaybî onların bütün propagandalarını zîr ü zeber ediyor. Gerçi böyle dinsizlik hesabına bana olan hakaret, bir derece beni sıkıyor; Eski Said’den kalma bazı damarlarıma dokunuyor. Fakat Risale-i Nur’un hârika fütuhatı ve şakirdlerinin ehl-i hakikat nazarında ve ruhanî ve melaikeler yanında hürmet ve merhametle karşılanmaları, benim şahsıma gelen ihanet ve hakaretlerin sivrisinek kanadı kadar ehemmiyeti kalmaz.
Ben Kürdistanda Kürdlerin hal-i perişanını görüyordum. Anladım ki: Dünyevî saadetimiz, bir cihetle fünûn-u cedide-i medeniye ile olacaktır. O fünûnun da gayr-ı müteaffin bir mecrası ulema ve bir menba'ı da medreseler olmak lâzımdır. Tâ ülema-i din, fünûn ile ünsiyet peyda etsinler.
Zira, Kürdlerin zimam-ı ihtiyarı, ulema elindedir. O vesaik (yeni yazılarda "ve o saik ile" şeklindedir) ile devr-i istibdadda Dersaadet'e geldim. Saadet tevehhümüyle?!. O vakitte şimdi münkasım olmuş ve şiddetlenmiş olan istibdadlar, umumen Sultan-ı Mahlu'a isnad edildiği halde; onun Zabtiye Nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan denilen rüşvet ve hakk-ı sükûtu kabul etmedim, reddettim. Milletimin namını lekedâr etmedim. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli sultana boyun eğmedim. Başka sivrisinekler[*[5]] beni cebr ile değil, muhabbetle kendilerine müttefik edebilirler. Bir buçuk senedir burada Kürdistanda neşr-i maarif için çalışıyorum. Ekser İstanbul bunu bilir.
Ben ki bir hammalın oğluyum. Bu kadar dünya bana müyesser iken kendi nefsimi hammal oğulluğundan ve fakr-ı halden çıkarmadım. Ve dünya ile gönülleşemediğim halde; ve en sevdiğim mevki olan Kürdistanın yüksek dağlarını terketmekle millet için tımarhaneye, tevkifhaneye ve meşrutiyet zamanında işkenceli hapishaneye düştüğüme sebebiyet veren öyle umûrlara teşebbüs etmekle büyük bir cinayet eyledim ki; bu dehşetli mahkemeye girdim!..
Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve ta'dil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki, şûralar o ruhu temsil eder. Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şûra-yı âliye-i ilmîden tevellüd eden bir şahs-ı manevî olmak gerektir. Ta ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taalluk eden noktalardan, sırat-ı müstakime sevkedebilsin. Yoksa ferd dâhî de olsa, cemaatin ferd-i manevîsine karşı sivrisinek kadar kalır. Şu mühim mevki böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye maruz bırakıyor. Hattâ diyebiliriz; şimdiki za'f-ı diyanet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaydlık ve içtihadâttaki fevza, Meşihat'ın za'fından ve sönük olmasından meydan almıştır.
Sivrisineğin Sesi (Vızıltısı)[değiştir]
Hem hiç kabil midir ki hayatın en cüz’îsinin pek gizli sesini işitsin, derdini dinlesin ve derman versin ve nazını çeksin ve kemal-i itina ve ihtimam ile beslesin ve ona dikkatle hizmet ettirsin ve büyük mahlukatını ona hizmetkâr yapsın ve sonra en büyük ve kıymettar ve bâki ve nazdar bir hayatın gök sadâsı gibi yüksek sesini işitmesin ve onun çok ehemmiyetli beka duasını ve nazını ve niyazını nazara almasın? Âdeta bir neferin kemal-i itina ile teçhizat ve idaresini yapsın ve mutî ve muhteşem orduya hiç bakmasın ve zerreyi görsün, güneşi görmesin; sivrisineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin? Hâşâ yüz bin defa hâşâ!
(30. Lema)
Acaba yerde iken arş-ı a’zamı temaşa eden, hârika bir deha-yı kudsî sahibi olan ve doksan sene maneviyatta terakki edip çalışan ve hakaik-i imaniyeyi ilmelyakîn, aynelyakîn hattâ hakkalyakîn suretinde keşfeden Şeyh-i Geylanî (ks) gibi yüz binler ehl-i hakikatin ittifak ettikleri tevhidî ve kudsî ve manevî meselelerde, maddiyatın en dağınık ve kesretin en cüz’î teferruatına dalan ve sersemleşen ve boğulan feylesofların sözleri kaç para eder ve inkârları ve itirazları, gök gürültüsüne karşı sivrisineğin sesi gibi sönük olmaz mı?
(7. Şua)
On beş senedir hakikate giden yolu aramak için çok kapılar çaldım. Çoklarında dünyaya ait ziynetleri gördüğümden geri çekildim fakat lillahi’l-hamd tam bir kapı buldum. Cenab-ı Hak beni o kapıya tam hizmetkâr yapıp sebat versin. Bu zulmetli asırda hakaik-i imaniyenin envarını neşreden Risale-i Nur, ne derece parlak olduğu ve herkese menfaatli bulunduğu inkâr edilmez. İnkâr edilse bilmemezlikten ve anlamamazlıktandır. “Anlayana sivrisinek saz gelir, anlamayana davul zurna az gelir.” Cenab-ı Hak gözlerimizin perdelerini kaldırsın, hakaiki hakkıyla bize göstersin, âmin!
Babacan Mehmed Ali
(Barla L.)
S-[*[6]] Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?
C- İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de acaba mağlub bîçare bir padişah, yahut müdahin memurlar veyahut mantıksız polislere itimad edilir, dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir? Yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan -herkesin kalbindeki şefkat-i imaniye olan- envâr-ı İlahînin lemaâtının içtima'larından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerarat-ı neyyiranesinin imtizacından hasıl olan amud-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa daha mı iyidir?! Siz muhakeme ediniz.
Evet şu amud-u nuranî,[*[7]] dinin himayeti, şehametinin başına, murakibînin gözüne, hamiyetinin omuzuna alacaktır. Görüyorsunuz; lemaat-ı müteferrika tele'lüe başlamış. Yavaş yavaş incizab ile imtizac edecektir. Fenn-i hikmette takarrur etmiştir ki: Hiss-i dinî, lâsiyyema din-i hakk-ı fıtrînin sözü daha nafiz, hükmü daha âlî, tesiri daha şediddir.
Elhasıl:
Başkasına itimad etmeyen, nefsiyle teşebbüs eder. Size bir misal söyleyeceğim: Siz köçersiniz. Köçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Halbuki çoban tenbel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersiz; tamamıyla ona itimad etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebid kurtlar ve hırsızlar ve belalar içinde bıraksanız daha mı iyidir? Yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle nevm-i gafleti terkedip hanesinden her biri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup bir çobana bedel bin muhafız olmakla; hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin daha mı iyidir? Acaba Mamhuran hırsızlarını tövbekâr ve sofi eden şu sır değil midir? Evet ruhları ağlamak istedi, biri bahane oldu ağladılar.
Evet, evet!... Neam, neam!... Sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa; şevkiniz bozulmasın, teessüf etmeyiniz. Zîrâ kâinatı nağamatıyla raksa getiren, hakâikın esrarını ihtizaza veren musika-i İlahiye hiç durmuyor. Sermeden zürm-zürm eder.[**[8]]
Padişahların padişahı olan Sultan-ı Ezel'in, Kur'ân denilen musika-i İlahiyesi ile umum âlemi doldurarak kubbe-i âsumanda (zirmîn) getirmekle; sadef, mağara, kehf-misal olan ülema ve meşayih ve hutebanın dimağ ve kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadâ onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelan ederek, çeşit çeşit sadalarla dünyayı "zirme zirm" ile ihtizaza getiren o sadanın tecessüm ve intibaıyla; umum kütüb-ü İslâmiyeyi birer Tanbur ve Kanun'un bir teli ve şeridi hükmüne getiren ve her bir tel, bir nev'iyle onu ilân eden o sadâ-yı semavî ve ruhanîyi kalbin kulağıyla işitmeyen veya dinlemeyen; acaba nasıl ona nisbet sivrisinek bir emîrin demdemelerini veya piş-i reşk gibi hükûmet adamlarının vızvızelerini işitecek midir?!
Elhasıl:
İnkılab-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adam; dinden hissesi, Beyt-ül Ankebut gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur.. Takliddir, onu telaşa düşürttürür. Zîrâ itimad-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücûdu cihetiyle, saadetini yalnız hükûmetin cebinden zannettiğinden; kalbini, aklını da hükûmetin kesesinden tahayyül eder, korkar.
Kur’an-ı Hakîm’in tilmizleri ise bunlara mukabele edip derler ki: “Ey dalalete dalmış gafiller! Dünyadan mevti, insandan acz ve fakrı kaldırmak çaresi varsa dinden ve dinin şeairlerinden istiğna edebilirsiniz. Yoksa susunuz… Zira ölüm, acz, zeval, fakr, sefer gibi âyât-ı tekviniye; yüksek sadâlarıyla dinin lüzumuna ve şeairin iltizamına davet ediyorlar.
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا
وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ
âyetlerini kıraat ediyorlar ve beşerin başında dört beş cihette, her biri birer melek-i ra’d gibi na’ralarıyla beşeri ikaz edip Kur’an’a davet ederlerken sizin vesveseleriniz bunlara nisbeten sivrisinek sadâsı gibi kalır.”
İşte bu sadâlara karşı vesvese-i medeniyet olan senin medeniyetçi sözlerin, sivrisineğin vızıltısı kadar da olmuyor. Öyle ise ihtiyarıyla Kur’an’ın tılsım ve ilaçlarını terk edip senin ile dalalet yoluna gidecek ancak senin gibi bir sarhoş lâzım ki ya heves-i nefsî veya hırs-ı şöhret veya zındıka-i felsefe veya sefahet-i medeniyet veya derd-i maişet veya kin ve intikam veya gurur gibi bir müskiratla o derece sarhoş olmalı ki her şeye kendini muktedir ve mâlik bilsin ve her şey benimdir desin ve kendini lâyemut tahayyül etsin.
Sivrisineğin Isırması ve Kan Emmesi[değiştir]
Nazik ve zayıf bir vücûd ki, sivrisinek ve arıların ısırmasına tahammül edemediği için, gayet telaş ve zahmetle def'ine çalışırken; biri çıksa, dese ki: Maksadı bu sivrisinekleri ve arıları def' değil, belki arkasında yarı mürde büyük ejderhayı ihya ile kendine musallat etmek ister. Acaba hangi ahmağı kandıracaktır?
Acaba hararet zamanında vücudun idaresinden fazla olan kanın çoğalması ve bulaşık bazı mevadd-ı muzırrayı hâmil evridede cereyan eden mülevves kana musallat belki memur olan sivrisinek ve pireler, fıtrî haccamlar olmasınlar mı? Muhtemel...
İşte takdis ederiz o zatı ki; nihayet cûd-u mutlakını, nihayet muktesidane hikmet ile cem'eder. Ve gayr-ı mahdud feyz-i mutlakını, bir nizam-ı tammın ve hassas bir terazinin ve âdil bir adalet-i hassasenin zurufunda derceder. Evet, bu üç hakikat, kâinatta o derece hükümfermadırlar ki; koca fil gibi büyük mahlukları, zerre gibi ısırıcı küçük bir sineğin kocaman vücudunun bir zerresini ısırmasına karşı müdafaaya mecbur eder. Ve hem kemal-i tekebbüründen başını semavatın ketfine vuran insanoğlu, bir sivrisineğin süngücüğüyle ona dokunması vaktinde kalaka düşüp, onunla mukatelede zaif düşerek
ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ
sırrı zâhir olur.
(Zeylül Habab, Mesnevi (Badıllı))
Bu hakikata bir misal olarak rivayet edilmiş ki; Hazret-i Musa (A.S.) kendisine hücum eden üvez ve sivrisineklerin kesretinden Cenab-ı Hakk'a şikayet ederek; onların bu kadar teksirlerindeki hikmeti sual etmiş. Cenab-ı Hak, Hazret-i Musa'ya (A.S.) vahyetmiş ki: "Ya Musa! Sivrisinekler, benden çok defa sual ediyorlar ki; "Ya Rab bu insanı şu cesametiyle beraber niçin halketmişsin ki, senden gaflet ediyor. Eğer yalnız onun başını sivrisinek halketseydin, yüzbin sivrisineğe baliğ olurdu ki, kendi âlemlerinde senin hamd ü şükrünle tesbih ve ihvanları arasında sana zikrederlerdi. Hem lisan-ı kal ve halleriyle esma-i hüsnanın ve nukuş-u san'atının cilvelerine mazhar olurlardı."
(Zehrenin Zeyli, Mesnevi (Badıllı))
اِعْلَم Bil ey insan! Eğer bir insaf edip düşünebilseydin; pire ve sivrisinek gibi küçücük hayvanata bu kadar kızıp öfkelenmezdin. Zira şu latif ve ma'sum mahlukat olan umum semere ve meyveler ve ekser hayvanlar; senin onları parçalamana, koparıp kırmana karşı kemal-i teslimiyetle tahammül ediyorlar. Şu halde insaf odur ki, hayvanatın bazı müezziyatının en kolay kısaslarına tahammül etmendir. Çünkü وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ âyeti vardır.
اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki: Sivrisinek, örümcek ve pire ve emsali gibi küçük mahluklar; fil, camus ve deve gibi büyük mahluklardan zekâca, cezalet-i hilkatça ve kıymet-i san'atça çok mertebe daha yüksek oldukları halde, bunların o büyüklere muhalif olarak ömürlerinin noksanlığı ve zâhiren faidesizlik ve menfaatsizlikleri ise, Saniin hilkat-ı eşyada hiçbir külfeti, mualeceti ve zorluğu olmadığına, belki كُنْ diye emreder etmez vücuda geldiğine, hem hiçbir şey ona hükmetmeyen bir Fail-i Muhtar olup istediği şeyi, istediği şekilde yapabildiğine delâlet eden bâhir bir bürhan, nuranî bir âyettir.
İnsanın İcad Cihetinde Sivrisinekten Aşağı Olması[değiştir]
Hem insanın nefsi, vücud ve icad, hayır ve fiil cihetinde son derece hakir, kusurlu ve noksaniyetlidir. Hattâ karınca ve arıdan daha aşağı, Ankebut ve sivrisinekten daha zaiftir. Fakat adem, tahrib, şer ve infial cihetinde ise; semavat, yer ve dağlardan dahi büyüktür.
İkinci Mukaddime: İnsanda iki cihet var.
Birinci Cihet: Vücud ve icad, hayır ve fiil cihetidir.
İkinci Cihet: Naks ve kusur cihetidir.
İnsan birinci cihette; karınca ve arıdan daha aşağı, ankebut ve sivrisinekten daha zayıftır. Fakat ikinci cihette; adem ve tahrip, şer ve infial cihetinde, semavat ve arz ve cibalden daha büyüktür. Mesela, iyilik ettiği vakitte, yalnız vüs’ati nisbetinde eli ulaşır, kuvveti yettiği miktarınca iyilik edebilir. Fakat fenalık ettiği vakitte, fenalığı tecavüz ve intişar eder.
Sivrisineğin Zikri[değiştir]
اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki! Ben bir vakit, bir kayanın içinde göğermiş bir küçücük ağacın başında iki çeşit semere gördüm, hayret ederek taharriye başladım, gördüm ki: O iki semereden birisi, kürtçe "kizvan" denilen Menengiç hâs semeresidir. İkinci nevi semeresi ise, küçük büyük parmaklar miktarında, bakla gibi bir şey olup, misafirlere hazırlanmış bir oda şeklinde bükülmüş, içi boş bir menzildir gördüm.
Ben şu ikinci semereden bir tane alıp açtığım vakit, baktım; zerre gibi küçücük kuşçuklar içinden fırlayarak havada uçuşmaya başladılar. Aynı kardeşleri olan karınca ve sivrisinek kuşçuklarının, gurubdan biraz önce güneşin ziyası içinde cezbe-i zikir ile raksa gelip havada saf tuttukları gibi saf bağladılar.
İşte ey arkadaş! Bunların havadaki şu vızıltıları ve şurada onların yaratılışları, boş bir oyuncak olduğunu sanma. Belki onları daha genç iken, hava içinde temessük ettirip durduran; ve ana rahminde cenin iken bu meyveyi muhalefet-i cinsiye itibariyle onlarla hiç münasebeti yokken ve şu ağaççığı da muhalefet-i nev'iyeden dolayı hiç münasebet olmadığı halde ana rahmi gibi onlara en güzel, latif ve mahfazalı bir yuva yapıp; o yuvada onlar için nazif, leziz bir erzak halkeden Rahman-ı Zülcemal'i meczubane zikretmektedirler.
Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]
İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]
İlgili Maddeler[değiştir]
- Kuş
- Kuşçuk: Bediüzzaman'ın küçük kuşlar, yavru kuşlar ve sinekler için kullandığı orijinal bir ifade.
- Sinek
- Nemrud: Bir sivrisineğin mağlup ettiği müstebit melik
Kaynakça[değiştir]
- ↑ https://tr.wikipedia.org/wiki/Sivrisinek
- ↑ Sivrisineğin başında mızrak gibi bir hortum vardır. Filin başına konar, hortumunu filin hortumuna batırır, fil kaçmaya başlar, hiçbir suretle elinden kurtulamaz. Demek Cenab-ı Hak, sivrisineği file galip ve hâkim kılmıştır. Binaenaleyh hilkatçe dûn ise de cesaret hususunda faiktir.
Mütercim Abdülmecid - ↑ Cemheretül-emsal-Askerî 2/ 30 ve 2/ 33 Mütercim
- ↑ Bu hadisin bir çok mehazları için bak: R. N. Kaynakları 2. baskı s: 400, sıra no: 73 Mütercim
- ↑ İttihadçılara bakıyor. (Müellif)
- ↑ Bu Münazarat kitabı, ilk tab'ından sonraki baskılarında Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri tarafından, başından şuraya kadar olan kısmı ile beraber, içinden bazı parçalar çıkartılarak neşrettirilmiştir. Demek o zaman umumî maslahat ve Nur derslerinin efkâr-ı ammede tanınması, yanlış telakkilere düşürülmemesi v.s... gibi maslahatlar için öyle icab etmiştir. (Naşir)
- ↑ Risale-i Nur'u hissetmiş ki, üç sahife ile cevab veriyor. Fakat siyaset perdesi başka renk vermiş. (Müellif)
- ↑ Kürtçedir. (Müellif)