Adem (as)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
(Hz. Adem (as) sayfasından yönlendirildi)

Adem veya Âdem ile ilgili diğer maddeler için Adem (Tavzih) sayfasına gidin

Hz. Âdem (as) Kur'an'da ve Semavî kitaplarda belirtildiği üzere ilk insan ve ilk peygamberdir. Kur'an'da ve hadislerde Hz. Âdem’in yaratılışının diğer insanlarınki gibi olmadığı ve topraktan yaratıldığı belirtilir. Hz. Âdem'in yaratılması, cennete konulması, cennetten çıkarılması, tövbesinin kabul edilmesi ve vefatı cuma günü gerçekleşmiştir. Meşhur olan manaya göre Hz. Adem'den önce dünyada cinlerden şuurlu bir tür yaşıyordu ve fesatlarından dolayı yerlerine insan geldi. Âdemiyet ifadesi insanlık ve Benî Âdem ifadesi insanlar için kullanılır. Bazen âdem ifadesiyle herhangi bir insan ya da hayvan ve bitki türlerinin Allah tarafından yaratılan ilk atası kast edilir.

Allah Hz. Âdem’i yarattıp ruh verdikten sonra meleklere, Âdem’e secde etmeleri emredildi. Bütün melekler bu emre uydu ama İblîs (Şeytan) kendisinin ateşten, Âdem’in ise topraktan yaratıldığını, dolayısıyla ondan üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı geldi. Bu yüzden lânetlenerek Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıldı. Şeytan, düşmanı olan Âdem soyunu doğru yoldan ayırmak ve kendi cemaatini çoğaltmak için Allah’tan kıyamete kadar mühlet isteyince Allah bu talebini kabul etti.

Cenab-ı Allah Hz. Âdem'e eş olarak Hz. Havva'yı yarattı. Peygamberliğin sadece erkeklere has olmadığı görüşünde olan Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’ye göre Havvâ da nebîdir. Hz. Âdem ve Havvâ cennete yerleşip Allah’ın nimetlerinden diledikleri gibi faydalandı. Allah onları yasak ağaca yaklaşmamaları hususunda uyardı. Şeytan ise Allah'ın melek ya da cennette ebedi kalıcılardan olmamaları için bu ağacı yasakladığı şeklinde onlara vesvese verdi ve yasağı çiğneyerek malum günahı işlediler. Hemen ardından utanılacak yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarıyla örtündüler. Ardından Allah onları dünyaya indirdi. Kur’ân'da Hz. Âdem’in ilk günahı Hz. Havva'nın teşvikiyle işlediğine dair hiçbir ifade yoktur ancak Buhari'de “Eğer Havvâ olmasaydı kadın cinsi eşine hıyanet etmezdi” hadisi yer alır.

Hz. Âdem’in bu hatadan tövbe etmesi üzerine Allah tarafından bağışlandı, kendisine peygamberlik verildi ve böylece ilk insan, ilk baba ve ilk peygamber oldu. Hz. Havva annemizle Arafat'ta buluştu. Kabe'nin olduğu yerde Allah'a ibadet etti. Çok sayıda ikiz (biri erkek biri kız) çocukları oldu. Sadece peygamber olan Hz. Şit tek doğdu. İkizlerin birbiriyle evlenmesi yasaktı. Bu yasağa karşı gelmek isteyen Kabil, kardeşi Habil yerine kendi ikizi olan kız kardeşiyle evlenmek istedi. Bu hususta Allah'a sundukları kurbanlardan Habil'inki kabul edildi ama Kabil'inki kabul edilmedi. Bunu üzerine Kabil ilk cinayeti işleyerek kardeşi Habil'i öldürdü ve ardından pişman oldu. Hadislerde haksız yere öldürülen herkesin kanından Kabil'e pay ayrıldığı belirtilir.[1]

Bediüzzaman İşârâtü'l İ'câz kitabında Bakara Suresinin 31.-33. ayetlerinin tefsirinde Hz. Âdem'e isimlerin öğretilmesi meselesini izah eder.

Bediüzzaman Risale-i Nur'da, Kur’an-ı Hakîm’de çok cüzî hâdisenin arkasında bir külli düstur bulunduğu, Hz. Âdem’e isimlerin öğretilmesi mucizesinin arkasında insana cami istidadıyla hadsiz ilimlerin ve Cenab-ı Allah'ın maarifetullahın öğretilmesi külli hakikatının olduğu; meleklerin Âdem’e secde edip şeytanın secde etmemesi cüzi hadisenin arkasında insana kainatın ekser türlerinin musahhar olup şerli maddelerin ve temsilcilerinin insanın kemalatında büyük bir engel olduğu külli hakikatının olduğu; Hazret-i Âdem’e icmalen talim olunan bütün esmaya Peygamberimizin bütün meratibiyle tafsilen mazhar olduğu; Hazret-i Âdem’in (as) cennetten çıkarılmasının hikmetinin görevlendirmek olduğu, Hazret-i Âdem cennette kalsaydı melek gibi makamının sabit kalacağı, dar-ı teklif olan dünyada ise kabiliyetlerinin inkişaf edeceği; ve Hazret-i Âdem alnında Nur-u Muhammedinin (asm) tesbihini hissettiği dersini verir.

Ayrıca, iki yüz bin türün Âdemleri hükmünde ilk pederlerinin tenasül (üreme) kanunu dışında Allah tarafından yaratıldığı izah eder.

Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Ebü’l-beşer (insanlığın atası olduğu için), Safiyyullah (Kur’ân'da (Al-i İmran 33) Allah’ın seçkin kıldığı kişiler arasında sayıldığı için), Adam (Batı dünyasında)

Doğum Yeri ve Tarihi: -

Annesi: Yok

Babası: Yok

Kardeşleri: Yok

Soyu: Benî Âdem

Vefat Yeri ve Tarihi: -

Kabrinin Yeri: Cennetin doğusunda, Mekke’de Ebûkubeys mağarasında, Hindistan’daki Nevz dağındadır. Başka bir rivayete göre Hz. Nûh tûfanda Hz. Âdem’in tabutunu gemiye almış, tûfandan sonra Beytülmakdis’e defnetmiştir.[1]

Hanımları: Hz. Havva annemiz

Çocukları: 20 batında 40 çocuk ve Hz. Şit ile toplam 41[1]

Peygamberlikle Görevlendirildiği Yer ve Tarih: Dünya

Peygamber Olarak Gönderildiği Kavim: Benî Âdem

Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler[değiştir]

Hz. Adem'in ismi Kur'an'da bazılarında Benî Âdem şeklinde olmak üzere 25 ayette 25 defa geçer.

Adem Peygamberin (AS) İsmi Geçen Ayetler

Ayrıca En'am 98, A'raf 189 ve Zümer 6 ayetlerinde ismi belirtilmeden bahsi geçer.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Allah'ın Hz. Âdem'e Secde Edilmesi Emri[değiştir]

Dersiniz: “Kur’an mu’cizedir. Hem nihayetsiz belâgattadır. Hem umuma her vakitte hidayettir.” Halbuki şöyle bazı hâdisat-ı cüz’iyeyi tarihvari bir surette musırrane tekrar etmekte ne mana var? Bir ineği kesmek gibi bir vakıa-i cüz’iyeyi, o kadar mühim tavsifat ile böyle zikretmek, hattâ o sure-i azîmeye de El-Bakara tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de Âdem’e secde olan hâdise, sırf bir emr-i gaybîdir. Akıl ona yol bulamaz. Kavî bir imandan sonra teslim ve iz’an edilebilir. Halbuki Kur’an, umum ehl-i akla ders veriyor. Çok yerlerde اَفَلَا يَعْقِلُونَ der, akla havale eder. Hem taşların tesadüfî olan bazı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle beyan etmekte ne hidayet var?

İlham olunan nüktelerin sureti şudur:

Birinci Nükte

Kur’an-ı Hakîm’de çok hâdisat-ı cüz’iye vardır ki her birisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor. Nasıl ki عَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا Hazret-i Âdem’in melaikelere karşı kabiliyet-i hilafet için bir mu’cizesi olan talim-i esmadır ki bir hâdise-i cüz’iyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki:

Nev-i beşere, câmiiyet-i istidat cihetiyle talim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın envaına muhit pek çok fünun ve Hâlık’ın şuunat ve evsafına şâmil kesretli maarifin talimidir ki nev-i beşere, değil yalnız melaikelere, belki semavat ve arz ve dağlara karşı emanet-i kübrayı haml davasında bir rüçhaniyet vermiş. Ve heyet-i mecmuasıyla arzın bir halife-i manevîsi olduğunu Kur’an ifham ettiği misillü; melaikelerin Âdem’e secdesiyle beraber, şeytanın secde etmemesi olan hâdise-i cüz’iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi pek büyük bir hakikati ihsas ediyor. Şöyle ki:

Kur’an, şahs-ı Âdem’e melaikelerin itaat ve inkıyadını ve şeytanın tekebbür ve imtinaını zikretmesiyle; nev-i beşere kâinatın ekser maddî envaları ve o envaın manevî mümessilleri ve müekkelleri musahhar olduklarını ve nev-i beşerin hâsselerinin bütün istifadelerine müheyya ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber; o nev’in istidadatını bozan ve yanlış yollara sevk eden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habîseleri, o nev-i beşerin tarîk-i kemalâtında ne büyük bir engel, ne müthiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, bir tek Âdem’le (as) cüz’î hâdiseyi konuşurken bütün kâinatla ve bütün nev-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.

(20. Söz)


Aynen bunun gibi sebeb-i hilkat-i eflâk ve vesile-i saadet-i dâreyn ve Habib-i Rabbü’l-âlemîn olan Zat-ı Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâma karşı, nasıl ki melaike nevinden Hazret-i Cebrail aleyhisselâm kemal-i muhabbetle hizmetkârlık ediyor; melaikelerin Hazret-i Âdem aleyhisselâma inkıyad ve itaatini ve sırr-ı sücudunu gösteriyor; öyle de ehl-i cennetin hattâ cennetin hayvanat kısmının dahi o zata karşı alâkaları, bindiği Burak’ın hissiyat-ı âşıkanesiyle ifade edilmiştir.

(24. Mektup)

Talim-i Esma (Hz. Âdem'e İsimlerin Öğretilmesi)[değiştir]

İşârâtü'l İ'câz kitabında Bakara Suresinin 31.-33. ayetlerinin tefsirine bakın

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِئُونٖى بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ ۞ قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ ۞ قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّٖٓى اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ

Cenab-ı Hak, bütün eşyanın isimlerini Âdem’e (as) öğretti. Sonra o eşyayı melaikeye göstererek dedi ki: “Eğer iddianızda sadık iseniz bunların isimlerini bana söyleyiniz.”

Melaike dediler ki: “Seni her nekaisten tenzih ve bütün sıfât-ı kemaliye ile muttasıf olduğunu ikrar ederiz. Senin bize öğrettiğin ilimden başka bir ilmimiz yoktur, her şeyi bilici ve her kimseye liyakatine göre ilim ve irfan ihsan edici sensin.”

Cenab-ı Hak dedi ki: “Yâ Âdem! Bunların isimlerini onlara söyle.” Vaktâ ki Âdem, isimlerini onlara söyledi.

Cenab-ı Hak dedi ki: “Size demedim mi semavat ve arzın gaybını bilirim ve sizin Âdem hakkında lisanla izhar ettiğinizi ve kalben gizlediğinizi bilirim.”

Mukaddime

Bu talim-i esma meselesi ya Hazret-i Âdem aleyhisselâmın melaikenin inkârlarına karşı mu’cizesi olup melaikeyi inkârdan ikrara icbar etmiştir yahut melaikenin, hilafetine itiraz ettikleri nev-i beşerin hilafete liyakatini melaikeye kabul ettirmek için izhar ettiği bir mu’cizedir.

....

2- Kâinatın ihtiva ettiği bütün nevilerin isimlerini, sıfatlarını, hâssalarını beyan zımnında; beşerin telahuk-u efkârıyla meydana gelen binlerce fünun sayesinde وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا âyetiyle işaret edilen Hazret-i Âdem’in mu’cizesine mazhar olmuştur.

....

Âdem’i halk etti, tesviye etti, cesedine nefh-i ruh etti, terbiye etti, sonra esmayı talim etti ve hilafete namzet kıldı. Sonra vaktâ ki Âdem’i melaikeye tercih etmekle rüçhan meselesinde ve hilafet istihkakında ilm-i esma ile mümtaz kıldı; makamın iktizası üzerine, eşyayı melaikeye arz ve onlardan muarazayı talep etti; sonra melaike aczlerini hissetmekle Cenab-ı Hakk’ın hikmetini ikrar ettiler. Kur’an-ı Kerîm buna işareten ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُنٖى بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ dedikten sonra, قَالُوا evvelce iblisin enaniyet ve kibrine kanarak yaptıkları istifsardan pişman olarak سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ dediler. Sonra vaktâ ki istidatlarının adem-i câmiiyetinden dolayı melaikenin aczi zahir oldu, makamın iktizası üzerine Âdem’in iktidarının beyanı icab etti ki muaraza tamam olsun. Bunun için قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْ hitabıyla Âdem’e ferman etti. Sonra vaktâ ki mesele tebeyyün etti ve hikmetin sırrı zahir oldu, geçen cevab-ı icmalînin bu tafsilata netice kılınması makamın iktizasından olduğuna binaen قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّٖٓى اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ yani “Sizin ketmettiğiniz şeyi bilirim.”

Şu mukavele ve mükâlemeden anlaşılıyor ki iblisin enaniyeti, kibri, melaikeye sirayet etmiştir ve yaptıkları istifsara, bir taifenin itirazı da karışmıştır.

...

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا: Yani Cenab-ı Hak Âdem’i (as) bütün kemalâtın mebâdisini tazammun eden âlî bir fıtratla tasvir etmiştir ve bütün maâlînin tohumlarına mezraa olarak yüksek bir istidat ile halk etmiştir ve mevcudatı ihata eden ulvi bir vicdan ve ihatalı on duygu ile teçhiz etmiştir ve bu üç meziyet sayesinde, bütün hakaik-i eşyayı öğretmeye hazırlamıştır, sonra bütün esmayı kendisine öğretmiştir.

(İşaratül İ'caz)


Hem mesela وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَاHazret-i Âdem aleyhisselâmın dava-yı hilafet-i kübrada mu’cize-i kübrası, talim-i esmadır.” diyor. İşte sair enbiyanın mu’cizeleri, birer hususi hârika-i beşeriyeye remzettiği gibi bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fatihası olan Hazret-i Âdem aleyhisselâmın mu’cizesi umum kemalât ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine, sarahate yakın işaret ediyor.

Cenab-ı Hak (cc), manen şu âyetin lisan-ı işaretiyle diyor ki:

Ey benî-Âdem! Sizin pederinize, melaikelere karşı hilafet davasında rüçhaniyetine hüccet olarak bütün esmayı talim ettiğimden siz dahi madem onun evladı ve vâris-i istidadısınız; bütün esmayı taallüm edip mertebe-i emanet-i kübrada, bütün mahlukata karşı rüçhaniyetinize liyakatinizi göstermek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlukat üstünde en yüksek makamata gitmek ve zemin gibi büyük mahlukatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi ileri atılınız ve birer ismime yapışınız, çıkınız.

Fakat sizin pederiniz bir defa şeytana aldandı, cennet gibi bir makamdan rûy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup hikmet-i İlahiyenin semavatından, tabiat dalaletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit be-vakit başınızı kaldırıp esma-i hüsnama dikkat ederek o semavata urûc etmek için fünununuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemalâtınızın menbaları ve hakikatleri olan esma-i Rabbaniyeme çıkasınız ve o esmanın dürbünüyle, kalbinizle Rabb’inize bakasınız.

...

Hem mesela, hâtem-i divan-ı nübüvvet ve bütün enbiyanın mu’cizeleri onun dava-i risaletine bir tek mu’cize hükmünde olan enbiyanın serveri ve şu kâinatın mâbihi’l-iftiharı ve Hazret-i Âdem’e icmalen talim olunan bütün esmanın bütün meratibiyle tafsilen mazharı; yukarıya celal ile parmağını kaldırmakla şakk-ı kamer eden ve aşağıya cemal ile indirmekle yine on parmağından kevser gibi su akıtan ve bin mu’cizat ile musaddak ve müeyyed olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın mu’cize-i kübrası olan Kur’an-ı Hakîm’in vücuh-u i’cazının en parlaklarından olan hak ve hakikate dair beyanatındaki cezalet, ifadesindeki belâgat, maânîsindeki câmiiyet, üsluplarındaki ulviyet ve halâveti ifade eden

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا

gibi çok âyât-ı beyyinatla ins ve cinnin enzarını, şu mu’cize-i ebediyenin vücuh-u i’cazından en zahir ve en parlak vechine çeviriyor. Bütün ins ve cinnin damarlarına dokunduruyor. Dostlarının şevklerini, düşmanlarının inadını tahrik edip azîm bir teşvik ile şiddetli bir tergib ile dost ve düşmanları onu tanzire ve taklide, yani nazirini yapmak ve kelâmını ona benzetmek için sevk ediyor.

...

Elhasıl, sair enbiya aleyhimüsselâmın mu’cizatları, birer havârık-ı sanata işaret ediyor ve Hazret-i Âdem aleyhisselâmın mu’cizesi ise esasat-ı sanat ile beraber, ulûm ve fünunun havârık ve kemalâtının fihristesini bir suret-i icmalîde işaret ediyor ve teşvik ediyor.

(20. Söz)

Hz. Âdem'in Cennetten Çıkarılması[değiştir]

Hazret-i Âdem’in (as) cennetten ihracı ve bir kısım benî-Âdem’in cehenneme idhali ne hikmete mebnidir?

Elcevap: Hikmeti, tavziftir. Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki bütün terakkiyat-ı maneviye-i beşeriyenin ve bütün istidadat-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve mahiyet-i insaniyenin bütün esma-i İlahiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin netaicindendir.

Eğer Hazret-i Âdem cennette kalsaydı melek gibi makamı sabit kalırdı, istidadat-ı beşeriye inkişaf etmezdi. Halbuki yeknesak makam sahibi olan melaikeler çoktur, o tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlahiye, nihayetsiz makamatı katedecek olan insanın istidadına muvafık bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için melaikelerin aksine olarak mukteza-yı fıtratları olan malûm günahla cennetten ihraç edildi.

Demek, Hazret-i Âdem’in cennetten ihracı, ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu gibi; küffarın da cehenneme idhalleri, haktır ve adalettir.

Onuncu Söz’ün Üçüncü İşaret’inde denildiği gibi çendan kâfir, az bir ömürde bir günah işlemiş fakat o günah içinde nihayetsiz bir cinayet var. Çünkü küfür, bütün kâinatı tahkirdir, kıymetlerini tenzil etmektir ve bütün masnuatın vahdaniyete şehadetlerini tekziptir ve mevcudat âyinelerinde cilveleri görünen esma-i İlahiyeyi tezyiftir.

Onun için mevcudatın hakkını kâfirden almak üzere, mevcudatın sultanı olan Kahhar-ı Zülcelal’in kâfirleri ebedî cehenneme atması, ayn-ı hak ve adalettir. Çünkü nihayetsiz cinayet, nihayetsiz azabı ister.

(12. Mektup)

Hz. Âdem ve Peygamberimiz[değiştir]

Hem mesela, hâtem-i divan-ı nübüvvet ve bütün enbiyanın mu’cizeleri onun dava-i risaletine bir tek mu’cize hükmünde olan enbiyanın serveri ve şu kâinatın mâbihi’l-iftiharı ve Hazret-i Âdem’e icmalen talim olunan bütün esmanın bütün meratibiyle tafsilen mazharı; yukarıya celal ile parmağını kaldırmakla şakk-ı kamer eden ve aşağıya cemal ile indirmekle yine on parmağından kevser gibi su akıtan ve bin mu’cizat ile musaddak ve müeyyed olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın mu’cize-i kübrası olan Kur’an-ı Hakîm’in vücuh-u i’cazının en parlaklarından olan hak ve hakikate dair beyanatındaki cezalet, ifadesindeki belâgat, maânîsindeki câmiiyet, üsluplarındaki ulviyet ve halâveti ifade eden

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا

gibi çok âyât-ı beyyinatla ins ve cinnin enzarını, şu mu’cize-i ebediyenin vücuh-u i’cazından en zahir ve en parlak vechine çeviriyor. Bütün ins ve cinnin damarlarına dokunduruyor. Dostlarının şevklerini, düşmanlarının inadını tahrik edip azîm bir teşvik ile şiddetli bir tergib ile dost ve düşmanları onu tanzire ve taklide, yani nazirini yapmak ve kelâmını ona benzetmek için sevk ediyor.

(20. Söz)


Evet Üstadım, nasıl ki Fahr-i Âlem sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri şecere-i kâinatın hayattar çekirdeği, enbiya ve mürselîn o şecere-i mübareğin dalları olup dalın iptidasından müntehasına kadar kat’î bir alâka ile daimî birbirlerini götürüyorlar.

Bu sır için Hazret-i Âdem Safiyyullah kokladığı ve hissettiği Nur-u Muhammed aleyhissalâtü vesselâm hakkında demiş: “Yâ Rab, benim alnımda bir çığırtı var, nedir?” Cenab-ı Kibriya Hazretleri buyurmuş: “Nur-u Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın tesbihidir.” Aynen kütüb-ü sâbıkada da vesile-i dünya olan Şah-ı Levlâk’i evsafıyla, ashabıyla haber vermeleri gösteriyor ki ulûm-u evvelîn ve âhirîni câmi’ bir kitap ile ba’s olunacak, kâinatın ruhu hükmünde ve bütün kâinatın güzellikleri kendi fıtratında tecemmu edip tekemmülle tulûu, fecirden sonra şemsin tulûu gibi bekleniyordu.

(Barla L.)


Birinci Esas: Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, divan-ı nübüvvetin hem fatihası hem hâtimesidir. Bütün enbiya, onun asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları o nur-u Ahmedî (asm) cephe-i Âdem’den tâ Zat-ı Mübarek’ine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.

(Barla L.)

Hz. İsa'nın Durumunun Hz. Âdem'e Benzemesi[değiştir]

Yani sizin değil Ömer Efendi'nin suali ki; bedbaht bir doktor, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın pederi varmış diye (Haşiye[2]) divanecesine bir tevil ile bir âyetten kendine güya şahid gösteriyor.

O bîçare adam bir zaman huruf-u mukattaa ile bir hatt icadına çalışıyordu. Hem pek hararetli çalışıyordu. O vakit anladım ki; o adam zındıkların tavrından hissetmiş ki hurufat-ı İslâmiyenin kaldırılmasına teşebbüs edecekler. O adam güya o seyle karşı bir hizmet edeceğim diye çok beyhude çalışmış. Şimdi bu mes'elede ve hem ikinci mes'elesinde yine zındıkların esasat-ı İslâmiyeye karşı müdhiş hücumunu hissetmiş ki, böyle manasız tevilat ile bir musalaha yolunu açmak istediğini zannediyorum.

ﺍِﻥَّ ﻣَﺜَﻞَ ﻋِﻴﺴَﻰ ﻋِﻨﺪَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻛَﻤَﺜَﻞِ ﺍٓﺩَﻡَ

gibi nusus-u kat'iyye ile Hazret-i İsa Aleyhisselâm pedersiz olduğu kat'iyyeti varken, tenasüldeki bir kanunun muhalefetini gayr-ı mümkün telakki etmekle, vâhî tevilat ile bu metin ve esaslı hakikatı değiştirmeğe teşebbüs edenlerin sözüne ehemmiyet verilmez ve ehemmiyete değmez. Çünki hiçbir kanun yoktur ki, şüzuzları ve nadirleri bulunmasın ve haricine çıkmış ferdler bulunmasın. Ve hiçbir kaide-i külliye yoktur ki, hârika ferdler ile tahsis edilmesin. Zaman-ı Âdem'den beri bir kanundan hiçbir ferd şüzuz etmemek ve haricine çıkmamak olamaz.

Evvelâ: Bu kanun-u tenasül, mebde' itibariyle ikiyüz bin enva'-ı hayvanatın mebde'leriyle hark edilmiş ve nihayet verilmiş. Yani en evvelki pederleri âdeta Âdem'leri hükmünde ikiyüz bin o evvelki pederleri kanun-u tenasülü hark etmişler. Peder ve vâlideden gelmemişler ve o kanun haricinde vücud verilmiş.

Hem her baharda gözümüzle gördüğümüz yüz bin envaın kısm-ı a'zamı hadsiz efradları kanun-u tenasül haricinde -yaprakların yüzünde, taaffün etmiş maddelerde- o kanun haricinde icad edilir.

Acaba mebdeinde ve hattâ her senede bu kadar şâzlarıyla yırtılmış, zedelenmiş bir kanunu, 1900 senede bir ferdin şüzuzunu aklına sığıştıramayan ve nusus-u Kur'aniyeye karşı bir tevile yapışan bir akıl, kaç derece akılsızlık ettiğini kıyas et.

O bedbahtların kanun-u tabiî tabir ettiği şeyler, emr-i İlahî ve irade-i Rabbaniyenin küllî bir cilvesi olan âdetullah kanunlarıdır ki, Cenab-ı Hak o âdâtını bazı hikmet için değiştirir. Her şeyde ve her kanunda irade ve ihtiyarının hükmettiğini gösterir. Hârikulâde bazı ferdlerde hark-ı âdet eder.

ﺍِﻥَّ ﻣَﺜَﻞَ ﻋِﻴﺴَﻰ ﻋِﻨﺪَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻛَﻤَﺜَﻞِ ﺍٓﺩَﻡَ

fermanıyla bu hakikatı gösterir.

(9. Lema)

Diğer Bahisler[değiştir]

...ve dünyanın imtihan için açılmasından tâ kapanmasına kadar; ve âhiretin birinci menzili olan kabirden, sonra berzahtan, haşirden, köprüden tut, tâ cennete, tâ saadet-i ebediyeye kadar; mazi zamanının vukuatından, Hazret-i Âdem’in hilkat-i cesedinden, iki oğlunun kavgasından tâ Tufana, tâ kavm-i Firavun’un garkına, tâ ekser enbiyanın mühim hâdisatına kadar;...

...

ifade ettiği vakıa-i ebediyeye kadar bütün mebahis-i esasiyeyi ve mühimmeyi öyle bir tarzda beyan eder ki o beyan, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden ve dünyayı ve âhireti iki oda gibi açıp kapayan ve zemin bir bahçe ve sema, misbahlarıyla süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden ve mazi ve müstakbel, bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır iki sahife hükmünde temaşa eden ve ezel ve ebed, dün ve bugün gibi silsile-i şuunatın iki tarafı birleşmiş, ittisal peyda etmiş bir surette bir zaman-ı hazır gibi onlara bakan bir Zat-ı Zülcelal’e yakışır bir tarz-ı beyandır.

(25. Söz)


Îcaz-ı Kur’anî o derece câmi’ ve hârıktır, dikkat edilse görünüyor ki bazen bir denizi bir ibrikte gösteriyor gibi pek geniş ve çok uzun ve küllî düsturları ve umumî kanunları, basit ve âmî fehimlere merhameten basit bir cüzüyle, hususi bir hâdise ile gösteriyor. Binler misallerinden yalnız iki misaline işaret ederiz.

Birinci Misal: Yirminci Söz’ün Birinci Makamı’nda tafsilen beyan olunan üç âyettir ki şahs-ı Âdem’e talim-i esma unvanıyla nev-i benî-Âdem’e ilham olunan bütün ulûm ve fünunun talimini ifade eder. Ve Âdem’e, melaikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudat musahhar olduğu gibi yılandan şeytana kadar muzır mahlukatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.

(25. Söz)


Kur’an bazen tagayyüre maruz ve muhtelif keyfiyata medar maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakaik-i sabite suretine çevirmek için sabit, nurani, küllî esma ile icmal eder, bağlar. Veyahut tefekküre ve ibrete teşvik eder bir fezleke ile hâtime verir.

Birinci mananın misallerinden mesela

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِئُونٖى بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

İşte şu âyet evvela: “Hazret-i Âdem’in hilafet meselesinde, melaikelere rüçhaniyetine medar onun ilmi olduğu” olan bir hâdise-i cüz’iyeyi zikreder. Sonra o hâdisede melaikelerin Hazret-i Âdem’e karşı ilim noktasında hâdise-i mağlubiyetlerini zikreder. Sonra bu iki hâdiseyi iki ism-i küllî ile icmal ediyor. Yani اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ yani “Alîm ve Hakîm sen olduğun için Âdem’i talim ettin, bize galip oldu. Hakîm olduğun için bize istidadımıza göre veriyorsun. Onun istidadına göre rüçhaniyet veriyorsun.”

(25. Söz)


Hem madem her senede, öyle bir Kadîr-i Mutlak, haşrin ve cennetin numunelerini binler tarzda icad ediyor. Hem madem bütün semavî fermanları ile saadet-i ebediyeyi vaad edip cenneti müjde veriyor. Hem madem bütün icraatı ve şuunatı hak ve hakikattir ve sıdk ve ciddiyetledir. Hem madem âsârının şehadetiyle, bütün kemalât, onun nihayetsiz kemaline delâlet ve şehadet eder. Ve hiçbir cihette naks ve kusur onda yoktur. Hem madem hulfü’l-vaad ve hilaf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette o Kadîr-i Zülcelal, o Hakîm-i Zülkemal, o Rahîm-i Zülcemal vaadini yerine getirecek; saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan cennete sizleri ey ehl-i iman idhal edecektir.

(20. Mektup)


Hasretle neden ağladılar Âdem ve Havva

Kimdendi bu yıllarca süren koskoca dava

Hem âh, neden terk edilip ravza-i cennet

Bir dâr-ı karar oldu neden âlem-i mihnet

...

Hasan Feyzi

(Emirdağ L. 1)


...

Olur hâk-i harîmin / Secdegâh-i Âdem ü Havva.

(Kısa meali: Herkesin dokunamayacağı kutsal toprak / Âdem ile Havva’nın secde ettiği yer.)

...

(Şuaat-ü Marifet-ün Nebiyy (Asar-ı Bediiyye))


اِعْلَمْو اِنَّ ابْنَ آدَمَ وَ بِنْتَ حَوَّاءَ لَمُحْتَاجٌ الخ

Âdem oğlu ve Havva kızı olan insanın[3] biri fiilî, diğeri infialî olmak üzere iki çeşit ilmi vardır. Fiilî olanı, fikrinden harice in'ikas eder ki, buna inşa denir. İnfialî ise, hariçten fikrine intikal eder, buna haber denir. Birinci kısımda menşe' fikirdir. İkinci kısımda menşe' hariçtir. İnsan şu inşa ve haber denilen ilimler ile kâinata olan ihtiyaçlarını tatmin eder.

(Kızıl İcazdan Bazı Parçalar (Mesnevi (Badıllı)))


Âdem-i ilm-i hakikattir sözün,

Tercüman-ı kenz-i vahdettir sözün.

Hazret-i Hak’tan atâ-yı mahzdır,

Neş’e-i Şît-i hüviyettir sözün.

...

Ahmed Galib

(Barla L.)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Havva: Hanımı
  • Melaike: Allah Hz. Adem'e secde etmelerini emretmiştir
  • Şeytan: Allah Hz. Adem'e secde etme emrine uymamıştır
  • Malum Günah: Yasak ağaca yaklaşıp meyvesinden yeme günahları üzerine Adem ile Havva cennetten dünyaya indirilmiştir
  • İnsan: Hz. Adem'in çocukları
  • Habil ve Kabil: Hz. Adem'in çocukları olup Kabil, Habil'i öldürerek ilk cinayeti işlemiştir.
  • Cennet: Vatan-ı aslîsi
  • Şit: Peygamber olan oğlu

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 https://islamansiklopedisi.org.tr/adem--peygamber
  2. Nev'-i beşerin bir rub'unun başına reis olarak geçen ve nev'-i beşerden nev'-i melaikeye bir cihette intikal eden ve arzı bırakıp semavatı vatan ittihaz eden hârika bir ferd-i insanî bu hârika vaziyetleri, kanun-u tenasülün hârika bir suretini iktiza ederken; kanun-u tenasülün şübheli, meçhul, gayr-ı fıtrî, belki edna bir tarz ile o kanun içine almak, hiç yakışmadığı gibi, hiç mecburiyet de yoktur.
    Hem sarahat-ı Kur'aniye tevil kaldırmaz. Yüz cihette zedelenen kanun-u tenasülün tamiri hesabına; hiçbir cihette zedelenmeyen ve tenasülün haricinde bulunan kanun-u cinsiyet-i melek, hem kanun-u sarahat-ı Kur'aniye gibi kuvvetli kanunlar nasıl tahrib edilir?
  3. Şu baştaki iki nevi ilmin tarifine dair kısmı, i'lemin son kısmı olup "Elhasıl" diye mes'eleyi hülasa ediyor. Fakat merhum mütercim-i muhterem, onu en başa alıp öylece tanzim etmiş, ben de ilişemedim. (Nâşir)