Malum Günah

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Cenab-ı Allah Hz. Âdem’i yarattıp ruh verdikten sonra meleklere, Âdem’e secde etmeleri emredildi. Bütün melekler bu emre uydu ama İblîs (Şeytan) kendisinin ateşten, Âdem’in ise topraktan yaratıldığını, dolayısıyla ondan üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı geldi. Bu yüzden lânetlenerek Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıldı. Şeytan, düşmanı olan Âdem soyunu doğru yoldan ayırmak ve kendi cemaatini çoğaltmak için Allah’tan kıyamete kadar mühlet isteyince Allah bu talebini kabul etti. Hz. Âdem ve Havvâ cennete yerleşip Allah’ın nimetlerinden diledikleri gibi faydalandı. Allah onları yasak ağaca yaklaşmamaları hususunda uyardı. Şeytan ise Allah'ın melek ya da cennette ebedi kalıcılardan olmamaları için bu ağacı yasakladığı şeklinde onlara vesvese verdi ve yasağı çiğneyerek malum günahı işlediler. Hz. Adem henüz peygamber değildi. Hemen ardından utanılacak yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarıyla örtündüler. Ardından Allah onları dünyaya indirdi. Kur’ân'da Hz. Âdem’in ilk günahı Hz. Havva'nın teşvikiyle işlediğine dair hiçbir ifade yoktur ancak Buhari'de “Eğer Havvâ olmasaydı kadın cinsi eşine hıyanet etmezdi” hadisi yer alır. Hz. Âdem’in bu hatadan tövbe etmesi üzerine Allah tarafından bağışlandı, kendisine peygamberlik verildi ve böylece ilk insan, ilk baba ve ilk peygamber oldu. Hz. Havva annemizle Arafat'ta buluştu. Kabe'nin olduğu yerde Allah'a ibadet etti.[1]

Tahrif olmuş Hıristiyanlık’ın hatalı görüşüne göre günah dünyaya Âdem vasıtasıyla girmiştir ve her insan Âdem’in suçundan bir miktar taşımakta ve bu suç nesilden nesile geçmektedir. İnsanlığı bu suçtan kurtaran ise Hz. Îsâ’dır.[2]

Bediüzzaman Risale-i Nur'da Hazret-i Âdem’in (as) cennetten çıkarılmasının hikmetinin görevlendirmek olduğu, Hazret-i Âdem cennette kalsaydı melek gibi makamının sabit kalacağı, dar-ı teklif olan dünyada ise kabiliyetlerinin inkişaf edeceği; şeytanların çok mühim neticeler için yaratıldığı, şeytanlar meleklere musallat olmadığı için terakkiyatlarının olmayıp makamlarının sabit olduğu, insanlarda ise terakkiyat ve tedenniyatın nihayetsiz olduğu dersini verir.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hazret-i Âdem’in (as) cennetten ihracı ve bir kısım benî-Âdem’in cehenneme idhali ne hikmete mebnidir?

Elcevap: Hikmeti, tavziftir. Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki bütün terakkiyat-ı maneviye-i beşeriyenin ve bütün istidadat-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve mahiyet-i insaniyenin bütün esma-i İlahiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin netaicindendir.

Eğer Hazret-i Âdem cennette kalsaydı melek gibi makamı sabit kalırdı, istidadat-ı beşeriye inkişaf etmezdi. Halbuki yeknesak makam sahibi olan melaikeler çoktur, o tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlahiye, nihayetsiz makamatı katedecek olan insanın istidadına muvafık bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için melaikelerin aksine olarak mukteza-yı fıtratları olan malûm günahla cennetten ihraç edildi.

Demek, Hazret-i Âdem’in cennetten ihracı, ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu gibi; küffarın da cehenneme idhalleri, haktır ve adalettir.

Onuncu Söz’ün Üçüncü İşaret’inde denildiği gibi çendan kâfir, az bir ömürde bir günah işlemiş fakat o günah içinde nihayetsiz bir cinayet var. Çünkü küfür, bütün kâinatı tahkirdir, kıymetlerini tenzil etmektir ve bütün masnuatın vahdaniyete şehadetlerini tekziptir ve mevcudat âyinelerinde cilveleri görünen esma-i İlahiyeyi tezyiftir.

Onun için mevcudatın hakkını kâfirden almak üzere, mevcudatın sultanı olan Kahhar-ı Zülcelal’in kâfirleri ebedî cehenneme atması, ayn-ı hak ve adalettir. Çünkü nihayetsiz cinayet, nihayetsiz azabı ister.

(12. Mektup)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

Şeytanların halkı ve icadı ne içindir? Cenab-ı Hak, şeytanı ve şerleri halk etmiş, hikmeti nedir? Şerrin halkı şerdir, kabihin halkı kabihtir?

Elcevap: Hâşâ! Halk-ı şer, şer değil belki kesb-i şer şerdir. Çünkü halk ve icad, bütün netaice bakar; kesb, hususi bir mübaşeret olduğu için hususi netaice bakar.

Mesela, yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var, bütünü de güzeldir. Sû-i ihtiyarıyla bazıları yağmurdan zarar görse “Yağmurun icadı rahmet değildir.” diyemez, “Yağmurun halkı şerdir.” diye hükmedemez. Belki sû-i ihtiyarıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu. Hem ateşin halkında çok faydalar var, bütünü de hayırdır. Fakat bazılar sû-i kesbiyle, sû-i istimaliyle ateşten zarar görse “Ateşin halkı şerdir.” diyemez. Çünkü ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış; belki o, kendi sû-i ihtiyarıyla, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşman etti.

Elhasıl: Hayr-ı kesîr için şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için hayr-ı kesîri intac eden bir şer terk edilse o vakit şerr-i kesîr irtikâb edilmiş olur. Mesela, cihada asker sevk etmekte elbette bazı cüz’î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesîr var ki İslâm küffarın istilasından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terk edilse o vakit hayr-ı kesîr gittikten sonra şerr-i kesîr gelir. O ayn-ı zulümdür. Hem mesela, kangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir; halbuki zahiren bir şerdir. Parmak kesilmezse el kesilir, şerr-i kesîr olur.

İşte kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları, şer ve çirkin değildir; çünkü çok netaic-i mühimme için halk olunmuşlardır. Mesela, melaikelere şeytanlar musallat olmadıkları için terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül etmez. Keza hayvanatın dahi şeytanlar musallat olmadıkları için mertebeleri sabittir, nâkıstır. Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat nihayetsizdir. Nemrutlardan, firavunlardan tut tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.

İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için şeytanların hilkatiyle ve sırr-ı teklif ve ba’s-i enbiya ile bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidatlar, beraber kalacaktı. A’lâ-yı illiyyîndeki Ebubekir-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebucehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.

Demek şeyatîn ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için icadları şer değil, çirkin değil; belki sû-i istimalattan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler, kesb-i insana aittir; icad-ı İlahîye ait değildir.

(12. Mektup)


Sual: Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana taslitleri ve onların yüzünden çok insanlar küfre girip cehenneme girmeleri, gayet müthiş ve çirkin görünüyor. Acaba Cemil-i Ale’l-ıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahman-ı Bi’l-Hakk’ın rahmet ve cemali, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin husulüne nasıl müsaade ediyor ve nasıl cevaz gösteriyor?

Şu meseleyi çoklar sormuşlar ve çokların hatırına geliyor.

Elcevap: Şeytanın vücudunda cüz’î şerler ile beraber birçok makasıd-ı hayriye-i külliye ve kemalât-ı insaniye vardır. Evet, bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var, mahiyet-i insaniyedeki istidatta dahi ondan daha ziyade meratib var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidadatın inkişafatı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zembereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur. Yoksa melaikeler gibi insanların da makamı sabit kalırdı. O halde insan nevinde, binler enva hükmünde sınıflar bulunmayacak. Bir şerr-i cüz’î gelmemek için bin hayrı terk etmek, hikmet ve adalete münafîdir.

Çendan şeytan yüzünden ekser insanlar dalalete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar, kemiyete az bakar veya bakmaz. Nasıl ki bin ve on çekirdeği bulunan bir zat, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir.

Öyle de nefs ve şeytanlara karşı mücahede ile yıldızlar gibi nev-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on insan-ı kâmil yüzünden o nev’e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette haşerat nevinden sayılacak derecede süflî ehl-i dalaletin küfre girmesiyle insan nevine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için rahmet ve hikmet ve adalet-i İlahiye, şeytanın vücuduna müsaade edip tasallutlarına meydan vermiş.

Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyesidir. Ve silahınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır.

(13. Lem'a)


Cenab-ı Hak, insandan başka zîruh mahlukatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi; meydan-ı haşirde sun’î libaslardan üryan olarak fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm muktezasıdır. Dünyada sun’î libasın hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve ziynet ve setr-i avrete münhasır değildir; belki mühim bir hikmeti, insanın sair nevilerdeki tasarruf ve münasebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa kolay ve ucuz, fıtrî bir libas giydirebilirdi. Çünkü bu hikmet olmazsa muhtelif paçavraları vücuduna sarıp giyen insan, şuurlu hayvanatın nazarında ve onlara nisbeten bir maskara olur, manen onları güldürür. Meydan-ı haşirde, o hikmet ve münasebet yok. O liste de olmaması lâzım gelir.

(28. Mektup)

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Âdem: Malum günahı işleyen
  • Havva: Malum günahı işleyen

Kaynakça[değiştir]