Risale:Nutuklar (Asar-ı Bediiyye)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden


Önceki Risale: Divan-ı Harb-i ÖrfîÂsâr-ı BediiyyeMakaleler Kısmı: Sonraki Risale

Nutuklar ve Makaleler

Not: Bu kısım iki bölümdür.

Birinci Bölüm:

Evvela bazı gazetelerde neşredilip, sonra herhangi bir topluluğa hitab edilmiş... ya da evvela nutuk suretinde irad edilip, bilahere bazı gazetelerde neşredilmiş nutuklardan müteşekkildir.

İkinci Bölüm:

Sadece gazetelerde neşredilmiş -birisi hariç- makalelerden ibarettir. Üstadımızın elde edilmiş sair bütün makaleleri de ilk asıllarıyla dercedilecektir.

Üstad-ı Muhteremizin bilâhere bazı tasarruf ve tashihlerini gören parçalar esas metin kabul edilip alınacak, dipnotlarda da, nüsha farkları kayd edilecektir.

Nutuklardaki nüsha farklarını dipnotlarda siyah yazı ile verdik.

(Naşir)

ﻧﻄﻘﻠﺮ

Nutuklar

İfade-i Meram

Kader bana Türkçeyi az vermiş. Hattı hiç vermemiş. Dilim, kalbimin lisanını iyi anlamıyor ki; iyi tercümanlık etsin.

Hem de derin yerden çıkarıyor mânâyı... Bazı hakikat parçalanır. Sizin fehim ve dikkatiniz bana yardım etsin.

Bediüzzaman

Nutuk - 1[değiştir]

Bediüzzaman-ı Kürdî'nin ilân-ı hürriyetin üçüncü gününde irticalen ve sonra Selânik'te Meydan-ı Hürriyette tekrar ettiği nutkun sûretidir.[1]

Dağ Meyvesi Acı da Olsa Devadır, Amma Hazmı Sakîl[değiştir]

Birinci tecrübe, birinci inşa', birinci nutuk olduğundan noksan ve iğlakı tabiîdir. Mâzur tutarsanız, teşekkür ederim. Tutmazsanız mâzursunuz. Zîra hürriyet var.

Kaplan postuna benzeyen elbisem gibi, üslûb-u beyanım da zamanın modasına muhaliftir. Zîra alâturka terzilik bilmiyorum, tâ bu maâniye iyi libas keseyim ve düğme yapayım.

Reca ediyorum, nutkumu hayal-hanenize girmekten yasak etmeyiniz. Benim gibi hem hayalden kapı açın, tâ ki kalbe girsin. Zîrâ hamiyet ve diyanet ve gayretinizle iş var, müzakere edecekler. Kalbin karanlık köşelerinden ışık yakacaklar!..

HÜRRİYETE HİTAB

Ey hürriyet-i şer'î! Öyle müdhiş amma güzel ve müjdeli bir sadâ ile çağırıyorsun; benim gibi bir Kürdü tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum.

Eğer aynü'l-hayat-ı şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşv ü nema bulsan, bu millet-i mazlûme de eski zamana nisbeten bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağraz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse!..

اَلْعَظَمَةُ لِلّٰهِ وَالْمِنَّةُ لَهُ ki; bizi kabr-i vahşet ve istibdaddan ihraç ve cennet-i ittihad ve muhabbet-i milliyeye davet etti.

Ya Rab! Ne saadetli bir kıyamet, ne güzel bir haşir ki, وَالْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ hakikatının küçük bir misalini bu zaman bize tasvir ediyor. Şöyle ki:

Asya'nın ve Rumeli'nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadîme hayata başlamış; ve menfaatini mazarrat-ı umumiyede arayan ve istibdadı arzu edenler ﻳَﺎ ﻟَﻴْﺘَﻨِﻰ ﻛُﻨْﺖُ ﺗُﺮَﺍﺑًﺎ demeye başladılar.

Yeni Hükûmet-i Meşrutamız mu'cize gibi doğduğu için, inşâallah bir seneye kadar

ﺗَﻜَﻠَّﻢَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻤَﻬْﺪِ ﺻَﺒِﻴًّﺎ

nin sırrına mazhar olacağız!..

Mütevekkilane, sabûrane tuttuğumuz otuz sene ramazan-ı sükûtun sevabıdır ki, azabsız cennet-i terakkî ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hâkimiyet-i milletin beraât-i istihlali olan Kanun-u Şerî-i Esasi, hâzin-i Cennet gibi bizi oralara duhûle davet ediyor.

Ey mazlum ihvan-ı vatan!.. Gidelim dâhil olalım!

Birinci kapısı:

İttihad-ı kulûb.

İkincisi:

Muhabbet-i milliye.

Üçüncüsü:

Maarif.

Dördüncüsü:

Sa'y-i insanî.

Beşincisi:

Terk-i sefahettir. Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum. Zîrâ davete icabet vâcibdir.

Bu inkılab-ı azîmin fatihası mu'cize gibi başladığı için bir fâl-i hayırdır ki, hâtimesi de pek güzel olacaktır. Şöyle ki:

Bu inkılab, fikr-i beşerin ağır zincirlerini parça parça ve isti'dad-ı terakkiye karşı sedleri zîr ü zeber ederek, hükûmeti varta-yı mevtten tahlis ve bu millet-i mazlumede cevher-i insaniyeti izhar ve âzade olarak kâ'be-i kemâlâta doğru gönderdiği gibi; hâtimesi de, yani otuz sene kadar rengârenk sefahât ve hevesât ve israfât ve lezaiz-i nâmeşruâ gibi seyyiat-ı medeniyet, devlet-i medeniyeti, (hükûmet-i müstebide gibi) inkıraza sevkeden umûrlar maddeten zararını ihsas edeceğinden o muzlim ve kesif olan sehab, arzu-yu umumî ile münkeşif olduğundan, şems-i Şeriat ve ma'kesi olan kamer-i medeniyet berrak ve saf cevv-i asûmanda[2] Asya'yı ve Rumeli'ni tenvir ve mutazammın olduğu isti'dad-ı kemâlin tohumları tenmiye ve hürriyetin yağmuru ile neşv ü nema bularak rengârenk elvân ile tezyin edeceğini bu fâl-i hayır bize müjde veriyor. Mu'cize-i Peygamberîdir (A.S.M.) ve bu millet-i mazlumeye bir inâyet-i İlahîyedir ve cem'iyet-i milliyenin niyet-i hâlisesinin kerametidir ki,[3] bu maden-i saadet ve hürriyet olan ittihad-ı kulûb ve muhabbet-i millî elimize meccanen geçti. Milel-i saire milyonlarla cevahir-i nüfus feda etmekle kazandılar. Ölmüş olan hissiyât ve âmâl ve müyulat-ı âliye-i milliyemiz ve ahlâk-ı hasene-i İslâmiyemizi bu küre-i arz denilen (cezbe tutmuş mevlevî gibi) meczub cevvalin sımahında tanin-endaz ve umum milleti sürur ile bir garib ihtizaza getiren sadâ-yı hürriyet ve adalet, nefh-i sûr-u İsrafil gibi hayatlandırıyor.

Sakın ey ihvan-ı vatan! Sefahetlerle ve dinde lâübaliliklerle tekrar öldürmeyiniz. Ve bütün efkâr-ı fâsideye, ahlâk-ı rezileye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusata karşı; bu Şeriat-ı Garra üzerine müesses olan Kanun-u Esasî Azrail hükmüne geçti, onları öldürdü.

Ey hamiyetli ihvan-ı vatan! İsrafat ve hilaf-ı şeriat ve lezaiz-i nâmeşruâ ile tekrar ihya etmeyiniz! Demek şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk. Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı madere geçtik, neşv ü nema bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden inşâallah mu'cize-i Peygamberî (A.S.M.) ile, şimendifer-i Kanun-u Şerî-yi Esasiyeye[4] amelen ve burak-ı meşveret-i şer'iyeye fikren bineceğiz. Bu vahşet-engiz sahra-yı kebiri bir zaman-ı kasirde tekemmül-ü mebadî cihetiyle tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. Zîrâ onlar öküz arabasına binmişler, yola gitmişler. Biz birdenbire şimendifer ve balon gibi mebadîye bineceğiz, geçeceğiz. Belki câmi'-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-ı İslâmiye ve isti'dad-ı fıtrî ve feyz-i imanın ve şiddet-i cû'un hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz. Nasıl ki vaktiyle geçmiş idik.

Talebeliğin bana verdiği vazife ile hürriyetin ferman-ı mezuniyetiyle ihtar ediyorum:

Ey ebna-yı vatan! Hürriyeti sû'-i tefsir etmeyiniz, tâ elimizden kaçmasın. Ve müteaffin olan eski esareti başka kabda bize içirmekle bizi boğmasın.[5]

Zîrâ hürriyet, müraat-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriatla ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvünema bulur. Sadr-ı evvelin, yani sahabe-i kiramın o zamanda âlemde vahşet ve cebr-i istibdad hükümferma olduğu halde, hürriyet ve adalet ve müsâvâtları bu müddeaya bürhan-ı bahirdir. Yoksa hürriyeti sefahet, lezaiz-i nâmeşrua, israfat, tecavüzat, heva-i nefse ittiba'da serbestiyet ile tefsir, amel etmek; bir padişahın esaretinden çıkmakla, nefsin esaret-i rezilesinin altına girdiklerinden milletin çocukluk isti'dadını ve sefih olduğunu gösterdiğinden; paralanmış olan eski esarete[6] lâyık ve hürriyete adem-i liyakat gösterir. Zîrâ sefih mahcurdur. Geniş, müşa'şa' olan yeni hürriyet-i şer'iyeye adem-i liyakat, -zira çocuğa geniş olmaz- ve şanlı olan ittihad-ı millî,[7] bozulmuş ve müteaffin olan hâlât ile fena bir hastalığa hedef edecektir. Zîrâ ehl-i takva[8] ve vicdanın tefsiri böyle değil. Mezhebi de muhalif olacaktır. Biz Millet-i Osmaniye erkeğiz. Kamet-i merdane-i isti'dad-ı millimizde kadınların libası gibi süslü sefahat ve hevesat ve israfat yakışmıyor. Binaenaleyh aldanmayalım.

ﺧُﺬْ ﻣَﺎ ﺻَﻔَﺎ ﺩَﻉْ ﻣَﺎ ﻛَﺪَﺭَ

kaidesini düstur-ul amel yapalım. Şöyle ki: Ecnebiyede terakkiyat-ı medeniyeye yardım edecek noktaları (fünûn ve sanayi gibi)[9] maalmemnuniye alacağız.

Amma medeniyetin zünûb ve mesavîsi olarak bazı âdât ve ahlâk-ı seyyie ki, ecnebîlerde (onlarda) mehasin-i kesîre-i medeniyesiyle muhat olduğu için çirkinliği o kadar göstermiyor. Biz ise aldığımız vakit sû'-i tali' cihetiyle, sû'-i intihab vasıtasıyla müşkil-üt tahsil mehasin-i medeniyeti terk, çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünûb-u medeniyeti kesbettiğimizden, muhannes veya mütereccile gibi[10] oluruz. Yani karı erkek gibi giyinse, karı süsüyle süslense muhannesliktir, yakışmaz. Merd-i valâhimmet, zîb ü zîverle müzahref cilveli hanım gibi olmamalı.

Elhasıl[değiştir]

Zünûb ve mesavi-i medeniyeti, (adet ve ahlâk-ı seyyieyi) hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten seyf-i şeriatla yasak edeceğiz. Tâ ki, medeniyetimizin gençliği ve şebabiyeti, zülâl-i ayn-ül hayat-ı şeriatla muhafaza olsun. Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki; onlar Avrupa'dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin mabihil-bekası olan âdât-ı milliyeyi muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyet'te neşv ü nema bulduğu için, iki cihetle sarılmak zarurîdir.

Ey hamiyetli ebna-yı vatan! Cem'iyet-i millî[11] ruhlarını feda etmekle saadetimize yol açtılar. Biz de, bazı sefahât ve lezaizimizi terk ile onlara yardım edeceğiz. Zîrâ o sofra-yı nimete beraber oturuyoruz. Efkâr-ı fâside sahibi, yani hürriyet altında istibdadı ve mezalimi arzu edenler, mevt-i ebedîye mazhar olan zaman-ı mazînin cevfinde medfun olan istibdadatı veyahut seyl-i huruşan-ı zaman içinde yuvarlanmış olan mezalimi, bir daha temaşa etmemek için, tarih-i hayat-ı hürriyetin beyanıyla, mazî ve hâl meyanında delinmez bir sedd-i âhenin çekmek istiyorum.

Şöyle ki: Bu inkılab-ı azîm doğurduğu hürriyeti, meşveret-i şer'iyenin terbiyesine verse, bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihya edecektir. Eğer veba ve ağraz-ı şahsiyeye müsadif olsa; istibdad-ı mutlaka dönecek. Hürriyet tam zamanında doğdu. Ahval ve ilcaât-ı zaman tam terbiyesine hizmet ister. Sun'î ve ihtiyarî değil, tâ ki çok külfete muhtaç olsun. Eski zaman gibi belki bu kadar tazyikatın tesiriyle me'yusiyet ve mahv olmak şanından olmayan hamiyet-i İslâmiye, o kadar galeyana gelmiş ki; güya hürriyet rahm-ı maderde tekemmül yaşına kadar gelmiş. Kadem-nihade-i saha-i vücûd olduğu anda hükümfermalığını ilân ve hiçbir müsademata karşı tezelzüle ve delinmeğe uğramayacak bir sedd-i âhenin gibi veyahut taht-ı Belkıs gibi beş hakâik-i sabite üzerine teessüs edecek!..

Birinci Hakikat[değiştir]

(Hal-i içtimadır) Mecmu'da bir kuvvet bulunur, hiçbir ferd o kuvvete mâlik olamaz. Bir kalın şerit ile eczasından ince bir telin kuvveti gibi... veyahut efkâr-ı umumiyeyi mutazammın yeni hükûmetimiz ve eski hükûmetlerimiz gibi...[12]

Ey millet! Biz şimdi kalın şeridiz. Her kim muhalefet ve hodserane ile bunu zaîf etse, umumun hakkına affolunamaz bir cinayettir.

İkinci Hakikat[değiştir]

Zaman-ı salifte, yani galebe-i vahşet vaktinde âlemde hükümferma; vahşetin mahsulü ve tedennî ve inkırazın mahkûmu olan kuvvet ve cebrin saltanatı idi. Bunlar (yani kuvvet ve cebir) herhangi devletin deveran-ı demi yerine girmiş ise, o devleti kendi gibi ömr-ü tabiîyle kayd ve ecel-i inkirazın pençesine vermiş. Ve öyle devletlerin sahaif-i tarihiyeleri (satırları) baykuşların âşiyanı gibi satırları inkırazlarını çağırıyorlar, bağırıyorlar.

Ve tasallut-u medeniyetin[13] zamanında âlemin hükümranı, ilim ve mârifettir. Müvellidi medeniyet ve şanı tezeyyüd ve ömrü ebedî olduğundan, herhangi devletin hayat ve müdebbiri olmuş ise, o hükûmeti[14] kendi gibi kayd-ı ömr-ü tabiîden ve ecel-i inkırazdan tahlis ve küre-i arz kadar yaşamasına isti'dad vermiş. Kitab-ı Avrupa sahaifi bunu alenen gösteriyor. Bu hakikata misal isterseniz, eski hükümetimize ve yeni hükümetimize bakınız.

Eğer denilse: Şimdiye kadar bu hükûmet-i zaîfeyi[15] âdi adamlar idare edebilirdi. Amma bu kadar metin ve dehşetli, kaviyyen emel ettiğimiz yeni hükûmeti (yeni devleti) omuzunda taşıyacak hârika ve dâhî adamlar[16] lâzımken, Asya ve Rumeli tarlası acaba öyle mahsulât verecek mi?

Buna cevab: Eğer başka inkılablar başa gelmezse, evet!..

Ve Üçüncü Hakikat'a dikkat et[değiştir]

Şöyle ki: Bu zaman-ı mazîde insan isti'dad-ı gayr-ı mütenahiye mâlik iken, o kadar dar ve mahdud daire içinde hareket ediyordu ki; güya insan iken hayvan gibi yaşadığından, efkâr ve ahlâkı o daire nisbetinde tedennî etmiş ve mahsur kalmış idi. Şimdi bu şer'î hürriyet-i âdilane yaşasa, fikr-i beşerin ağır zincirlerini paralamakla ve isti'dad-ı terakkiye karşı sedleri herc ü merc[17] ederek o küçük daireyi dünya kadar tevsi' edebilir. Hattâ benim gibi bir köylü âdi adam, süreyya kadar ulvî olan idare-i umumîyi nazara alacak. Âmâl ve müyulatın filizlerini orada bağlayacak. Ve herbir fiil ve tavrının orada bir ihtizaz ile zîmedhal bulunacağından, himmeti Süreyya kadar tealî ve ahlâkı o derece tekemmül ve efkârı memalik-i Osmaniye kadar tevessü' edeceğinden; Eflatunları ve İbn-i Sina'ları ve Bismark'ları ve Dekart'ları ve Taftazanî'leri inşâallah geri bırakacak. Bu kuvvetli Asya ve Rumili tarlası çok şübban-ı vatan mahsulü vereceğinden[18] kaviyyen ümidvarız.

Lâsiyyema şu memalik-i Osmaniye umum enbiyanın mahall-i zuhûru ve düvel-i mütemeddine-i salifenin mehd-i teşekkülü ve şems-i İslâmiyetin maşrık-ı tulû'u olduğundan, insanların fıtratlarında (bu üç şeyi) ektikleri, isti'dadat-ı kemâl bu hürriyetin yağmuru ile neşv ü nema bulsa, herkesin isti'dadı ve fikr-i münevveri Şecere-i Tûbâ gibi dal, budakları her tarafa açacaktır. Ve şarkı garba nisbeti, seheri guruba nisbeti gibi edecektir. Eğer sevs-ı ataletle ve semûm-u ağraz ile kurutulmazsa!.

Dördüncü Hakikat[değiştir]

Şeriat-ı Garra Kelâm-ı Ezelî'den geldiğinden ebede gidecektir. Zîrâ şecere-i meyl-ül istikmal, âlemin dalı olan insandaki meyl-üt terakkinin muhassal ve semeresi olan isti'dadının telahuk-u efkârla hasıl olan netaici teşerrüb ve tegaddi ile büyümesi nisbetinde, Şeriat-ı Garra aynen maddî zîhayat gibi tevessü' ve intibak edeceğinden ezelden gelip ebede gideceğine bürhan-ı bahirdir.[19]

Asr-ı Saadet, sadr-ı evvelin hürriyet ve adalet ve müsâvâtı -bahusus o zamanda- delil-i kat'îdir ki,[20] Şeriat-ı Garra müsâvâtı, adaleti ve hürriyet-i hakkı cemî'-i revabıt ve levazımatıyla câmi'dir.

İmam-ı Ömer (R.A.) ve İmam-ı Ali (R.A.) ve Salahaddin-i Eyyubî-i Kürdî (R.H.) âsârı bu müddeaya delil-i alenîdir. Buna binaen kat'iyyen hükmediyorum: Şimdiye kadar noksaniyatimiz ve tedenniyâtımız ve sû'-i ahvalimiz dört sebebden gelmiş:

1- Şeriat-ı garranın adem-i müraat-ı ahkâmından..

2- Bazı müdahinlerin keyfemayeşâ sû'-i tefsirinden..

3- Zahirperest âlim-i cahil, veyahut cahil-i âlimin taassubat-ı nâbemahallinden..

4- Sû'-i tali' cihetiyle, sû'-i intihab tarîkıyla müşkil-üt tahsil, Avrupa mehasinini terk ederek, çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünub ve mesavî-i medeniyeti tutî gibi takliddir ki, bu netice-i seyyie zuhûr ediyor. Memurîn hakkıyla vazifesini îfa etse, memur olmayan ilcaât-ı zamana muvafık sa'yetse, sefahete vakit bulmayacaktır.[21]

Bu iki kısmın herhangisinden bir ferd, sefahete inhimak gösterdi ise, bu heyet-i içtimaiye içinde muzır bir mikrop suretine giriyor.

Beşinci Hakikat[değiştir]

Zaman-ı sâbıkta (salifde) revabıt-ı içtima' ve levazım-ı taayyüş[22] ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşa'ub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi. Amma bu zamanda revabıt-ı içtima' o kadar tekessür[23] ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüd ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb'usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer'î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir. Ve idare ve terbiye edebilir. Bu hakikata misal; eski hükûmet-i müstebide ve yeni hükûmet-i meşrutadır.

Üçüncü Hakikat'ın bana verdiği vazife ile ve Hürriyetin ferman-ı mezuniyetiyle "üç şey" ihtar ediyorum[değiştir]

Birinci:[24]

Bir cisim birden zerrattan tahallül, yeni zerrattan teşekkül eylemesi muhal olacağından, cism-i devletin birden memurîni ref' ve yenilerini ikame eylemesi muhal olmasa da, müteazzirdir. Binaenaleyh isti'dadı habis ve kabil-i ıslah olmayan adamları zâten cism-i devlet def'-i tabiî ile ifraz edecektir. Amma kabil-i ıslah olanlar, zâten güneş daha garbdan tulû' etmediğinden tövbenin kapısı açıktır. Bunların tecrübelerinden istifade etmeli. Bunların yerini dolduracak kırk sene lâzım. Yoksa umum aleyhinde idare-i lisan ve terzil etmek, bu şanlı olan ittihad-ı milleti -bozulmuş olan bazı efkâr ve ahlâklarına binaen- bir hastalığa hedef edecektir.

İkinci (İkincisi):

Ben Kürdistan dağlarında büyümüş idim. Merkez-i hilafeti güzel tahayyül ediyordum. Vakta, bundan yedi-sekiz ay mukaddem Dersaadet'e (İstanbul'a) geldim. Gördüm ki: İstanbul tevahhuş ve tenafür-ü kulûb sebebiyle medenî libasını giymiş vahşi bir adama benzerdi. Şimdi ittihad-ı millî ve (muhabbet-i milliye sebebiyle) medenî adam, fakat yarı medenî ve yarı vahşi libasında bize arz-ı dîdar ediyor. Evvel Kürdistanda fenalığın sebebi, Kürdistan uzvu hastalanmış zannediyordum. Vakta ki, hasta olan İstanbul'u gördüm. Nabzını tuttum. Teşrih ettim. Anladım ki, kalbteki hastalıktır, her tarafa sirayet eder. Tedavisine çalıştım, bir divanelikle taltif edildim.

Hem de gördüm ki; medeniyet-i hakikiyeyi teşkil eyleyen İslâmiyet, maddî cihetinde medeniyet-i hazıradan pek geri kalmış. Güya İslâmiyet sû'-i ahlâkımızdan darılmış mazî tarafına dönüp gidiyor, Zaman-ı Saadete bizi şikayet edecektir. Bunun en büyük sebebi; istibdaddan sonra, mürşid-i umumî olan üç büyük şubenin -ki "cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif" veyahut

ﻋِﺒَﺎﺭَﺍﺗُﻨَﺎ ﺷَﺘَّﻰ ﻭَ ﺣُﺴْﻨُﻚَ ﻭَﺍﺣِﺪٌ ﻭَ ﻛُﻞٌّ ﺍِﻟَﻰ ﺫَﺍﻙَ ﺍﻟْﺠَﻤَﺎﻝِ ﻳُﺸِﻴﺮُ

beytinin mâsadakı olan ehl-i medrese ve ehl-i mekteb ve ehl-i tekyenin tebayün-ü efkâr ve tehalüf-ü meşaribidir.

Bu tebayün-ü efkâr, ahlâk-ı İslâmiyenin esasını sarsmış ve ittihad-ı milleti çatallaştırmış ve terakkiyat-ı medeniyeden geri bırakmıştır. Zîrâ biri ifrat ile diğerini tekfir ve tadlil ediyor.. Ve öteki tefrit ile onu[25] techil ve gayr-ı mutemed addediyor.

Bunun çaresi, tevhid ile tevahhüd; ve efkârlarının mabeyninde[26] teyid-i münasebet ile musalaha... Tâ i'tidal noktasında musafaha ile birleşmekle, aheng-i terakkiyi ihlâl etmesinler.

Üçüncüsü:

Ben vâizleri (vaizlerin bazısını) dinledim. Nasihatları bana tesir etmedi. Düşündüm, kasavet-i kalbimden başka üç sebeb buldum:

Birincisi:

Zaman-ı hazırayı zaman-ı salifeye kıyas ederek yalnız tasvir-i müddeayı parlak, mübalağalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için isbat-ı müddeâ ve ikna-i müteharri-i hakikat lâzım iken ihmal ediyorlar.

İkincisi:

Bir şeyi tergib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, müvazene-i şeriatı (iyice) muhafaza etmiyorlar.

Üçüncüsü:

Belâgatın muktezası olan muktezay-ı hale mutabık, yani ilcaât-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasib söz söylemezler. Güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar.

Hasıl-ı kelâm: Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, tâ isbat ve ikna' etsin. Hem hakîm-i müdakkik olmalı, tâ müvazene-i şeriatı bozmasın. Hem belîğ-i mukni' olmalı, tâ mukteza-yı hal ve ilcaât-ı zamana mutabık söz söylesin ve mizan-ı şeriatla tartsın ve böyle olması da şarttır.

Yaşasın Şeriat-ı Garra!.. Yaşasın adalet-i İlahî!..[27]

Yaşasın ittihad-ı millî!.. Ölsün ihtilaf!.. Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağraz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!.. Yaşasın şecaat-ı mücessem (mücesseme) askerler!.. Yaşasın satvet-i müşahhas ordular!..(ımız) Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cem'iyet-i ahrar!.. Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i Peygamber!..

Kürdistan dağ ağacının meyvesi, hazmı sakildir.. Dikkatlice çiğneyiniz, ta hazmolsun... Yoksa helâl etmeyeceğim.

Eğer siz de -iki gazeteci nasıl sözümü tahrif etmiş- öyle okursanız, Allah imdad eyleye. İrticalen söylemişim, lâkin her bir kelimede bir maksadım var. Dikkat ediniz, tâ ki:

ﻭَ ﻛَﻢْ ﻣِﻦْ ﻋَٓﺎﺋِﺐٍ ﻗَﻮْﻟﺎً ﺻَﺤِﻴﺤًﺎ ﻭَ ﺍَﻓَﺘُﻪُ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻔَﻬْﻢِ ﺍﻟﺴَّﻘِﻴﻢِ {*}

ye mâsadak olmayasınız vesselâm.

Nutuk - 2[değiştir]

Prens Sabahaddin Beyin Su-i Telakki Olunan Güzel Fikrine Cevap[28]

Hayat ittihaddadır. Benim gibi bir bedevînin fikri, fıtrat-ı asliyeye daha yakın olduğu için muhakemesi de tabîî olduğundan, sun'îden daha mükemmel olacaktır. Şöyle ki:

Efrad mabeyninde muhabbet-i millî, zerrat mabeynindeki câzibe-i cüz'iyeleri gibi, bir muhassal teşkil ile, cihet-ül vahdetimiz olan usûl-ü merkeziyeyi intac edeceğinden ittihad ve muhabbet-i millî revabıtını tahkîm eylemekle; zülâl-i medeniyet o mecarada seyelân ederek şu anasır-ı muhtelifeyi bir seviyeye getirdiğinden, âheng-i terakki hoş bir nağme ile ecnebîlerin sımah-ı hassasında tenînendaz edecektir.

Hem de her kavmin mâbihil-bekası olan âdât-ı milliye ve lîsan-ı kavmiyeye ve isti'dad-ı efkâra muvafık, hükumet teşebbüsata başlamalı... Tâ ki makine-yi teraakkiyat-ı medeniyetin buharı hükmünde olan müsabakayı intac edecek bir hiss-i rekabet peyda olabilsin. Yoksa bu revabıt ve mecarayi fekk edecek adem-i merkeziyet fikri; veyahud onun ammızâdesi unsura mahsus siyasî kûlüpler -zaten merkezden nefret var- istibdad ciheti ile ve şiddet-i ihtilaf-ı unsur ve mezheb sebebiyle birden bire kuvve-i anilmerkeziyeye inkılab edeceğinden, tevsî'-i mezuniyet kabına vahşetin galeyanıyla sığmayacağından; Osmanlılık ve meşrutiyet perdesini birden feveran ile yırtacak bir muhtariyete; Ve sonra istiklâliyete; ve sonra tavaif-i mülûk suretini giydiğinden hiss-i rekabet dâiyesiyle vahşetin ve adem-i müsâvâtın mahsulü olan fikr-i istilâ yardımıyla bir mücadele-i keşmekeş intac edeceğinden, öyle bir zenb-i azîm olur ki; hürriyetteki hasene-yi uzmaya menafi'-i umumî mizanıyla tartılsa muvazî, belki ağır gelecektir.

Seviye-i irfanı -bir mütemeddin devlet, Alman gibi libas-ı siyaseti- kâmet-i isti'dadımıza ya kısa veya uzun olacaktır. Zîra seviyemiz bir değildir. Tıbbın eski bir düsturudur ki; her illet, zıdd-ı tabiatıyla tedavi olunur. Binaenaleyh, mizâc-ı ittihad-ı millete arız, semûm-u istibdad ile isti'dâd ve meyl-i iftirak marazı izale veya tevkîf lâzım iken; adem-i merkeziyet fikriyle veyahud onun kardeşi oğlu gayr-ı mahlût siyasî kulüpler sirayetine yardım ve önüne menfezler, kapılar açmak, muhalif-i kâide-i hikmet ve tıb olduğundan, bir dehâyı mücessemin ki; fatiha-yı zaferi istihsal, hasene-yi uzma-yı Hürriyet ve ittihad-ı millî iken; böyle bir iftirakın zenb-i azîmiyle hâtime çekmek, onüç asır evvel ölmüş asabiyet-i cahiliyeyi ihya ile fitneyi îkâz etmek; ve Asyânın mahall-i saaadetimiz olan sema-yı müstakbeldeki cinanı cehenneme döndürmek, hamiyet ve uluvv-u cenablarına yakıştıramıyorum. Onun te'vili güzel, fikren taakkul edebiliriz. Amma isti'dadımızla amelen tatbik edemeyiz. Tatbikine çok zaman lâzım. Biz ki, ekseriz, muvahhidiz. Tevhidle mükellef olduğumuz gibi, ittihadı te'sis edecek muhabbet-i milliye ile de muvazzafız. Eğer unsur lâzım ise, unsur için bize İslâmiyet kâfidir.

Nutuk - 3[değiştir]

İstanbul'da Bulunan Kürdlere Edilen Telkinat

Ruhumu misafireten bir hammal cesedine gönderdim. Ve hammal lisaniyle hammallara hitaben beyan-ı hal ettim. Kusurumu müstear hamallığıma bağışlamalı.

Ey hammallar! Sizin kalbinizde bu fikri ekiyorum. Zîrâ kalbiniz hâlî ve bozulmamıştır.

ﺍَﺗَﺎﻧِﻲ ﻫَﻮَﺍﻫَﺎ ﻗَﺒْﻞَ ﺍَﻥْ ﺍَﻋْﺮَﻑَ ﺍﻟْﻬَﻮَﻯ ٭ ﻓَﺼَﺎﺩَﻑَ ﻗَﻠْﺒًﺎ ﺧَﺎﻟِﻴًﺎ ﻓَﺘَﻤَﻜَّﻨَﺎ

beytinin ruhu sizden tecellî edecek. Kulak istemem, kalble dinleyiniz!..

Gayet kıymettar üç cevherimiz var: Şeriat, namus, gayret lisanıyla muhafazasını bizden istiyorlar.

Birincisi

İslâmiyet ki, milyonlarla şühedanın kan bahasıdır.

İkincisi

İnsaniyet ki, insanı umum âleme sultan eden odur.

Üçüncüsü

Milliyetimiz ki, o âsar ile hayy olan dahî seleflerimizle bir rabıtayı ittihadımızdır.

Bundan maada; bizim üç düşmanımız var, bizi mahvediyor:

Birincisi

Fakr!.. Yalnız burada Kürdlerden kırkbin hammal buna canlı delillerdir.

İkincisi

Cehil!.. Bu kırkbinden kırk nefer mürebbi-yi efkârî olan gazeteyi bu zaman-ı terakkîde okuyamamasıyla müsbettir.

Üçüncüsü

Keşmekeştir. Şimdi dörtyüz bin cesur muharib bir kuvve-i cesimeye malik olduğumuz halde, ihtilaf-ı dâhilîden dolayı mahvoluyor.

Şimdi bize üç elmas kılıç lâzımdır. Tâ ki, üç cevherimizi muhafaza ve üç düşmanımızı da mahvetsin.

Birincisi

İttihad-ı millî...

İkincisi

Sa'yı insanî...

Üçüncüsü

Muhabbet-i millidir kî; bu ittihadla o kuvve-i cesimeyi hükümetin eline vermekle harice sarfettiğinden; kendimizi müstehakk-ı adalet; ve ona bedel hükümetten adâlet ve müterakim hukukumuzu isteyeceğiz. Altıyüz seneden beri bayrak-ı tevhidi umum âleme karşı i'la eden, ve istibdada şiddet-i itaât; ve terk-i âdât-ı milliye ile ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim.

Ona bedel: Onların akıl ve mârifetinden istifade edeceğiz. Ve asaletimizi de göstereceğiz.

Elhasıl:

Türkler, bizim aklımız... Biz de onların kuvveti... Mecmuumuz bir iyi insan oluruz. Hodserane yapmayacağız. Bu azmimizle başka unsurlara ders-i ibret vereceğiz. İyi evlad böyle olur. Hem de istibdad zamanında bir batman itaât etmişsek, şimdi on batman itaât ve ittihad lâzımdır. Zîrâ, şimdi sırf menfaâtı göreceğiz. Çünkü hükûmet-i meşruta, hakikî hükûmet-i meşruâdır.

Elhasıl:

İttifakta kuvvet var. İttihadda hayat var. Uhuvvette saadet var. İtaât-ı hükûmette selâmet var. Hablül metin-i ittihada, ve şerît-i muhabbete sarılmak zarurîdir.

-Said-

Nutuk - 4[değiştir]

Herkes Vazifesini Bilmeli, Su-i İstimal Etmemeli!

Gazeteler iki vazife-i mühimmeyi deruhte etmiştir. Çünkü iki rütbeye mazhar olmuş...

Birincisi:

Dellal-ül mehasin velmeayib...

İkincisi:

Hatîb-i umumî ve yahud mürebbi-i efkâr...

Evvelki unvan iktiza ediyor ki: Hâkimiyet-i millet ve hakk, tefettüşün seyf-i katı'ı olan lisan-ı matbuattaki te'siratı muhafaza etsin.

İkinci unvan iktiza ediyor ki: Efkârı terbiye ve talim etsin, sathi etmesin. Halbuki; şimdi aksülamel yapıyor. Zîrâ bu kadar kesret ve karma karışıklık bu te'siratı inkısama vermekle kuvvetini kaybetmiş ve efkârı âdeta sathî etmiş; ve ehl-i sa'yin vaktini de imâte ediyor. Hem de gazete sahibi zemin bulmak için fikr-i intikamın maden-i habisi olan şahsiyyatı karıştırıyor.. Veyahud on para kazanmak için ahlâk-ı İslâmiyeyi esasıyla sarsan istihzaât ve terzilât ve müstehcenât ile ezhan-ı şûrede ahlâk-ı rezîlenin tohumunu ekiyorlar.. Veyahud devletin en mühim, en nazik ve en hafî noktaları avâmın ezhanına arz ediyorlar ki, bizi bu hale düşüren mâlâyanilik ve mafevkinin vazîfesine karışmak gibi seyyiata meydan veriyorlar. Bu gazetelere ya tensîkât veya taksîm-i a'mal kaidesinin icrası lâzımdır.

Ciddi gazetelerin ayinelerinde; iki aylık çocuğun ağzına ekmek doldurmakla çarçabuk büyük olmak için öldüren seksen yaşındaki acûzenin suret-i kabihi içinde görünüyor.

Ve mizah gazetelerin paslı mir'atlarında, üçüncü arkadaşın müşairâne vaktinde kafiye-i yi bulmak için..!

ﺍِﻣْﺮَ ﺃَﺗِﻰ ﻃَﺎﻟِﻖٌ ﺛَﻠﺎَﺛًﺎ

Arkadaşları demişler: ﻣَﺎ ﺫَﻧْﺐُ ﺍﻟْﻔَﻘِﻴﺮَﺓِ

ﻗَﺎﻝَ ﺿِﻴﻖُ ﺍﻟْﻘَﺎﻓِﻴَﺔِ

Bu paslı müzahref ayîne içinde bunun suretini görüyoruz. Ey gazeteciler!.. Hedef-i maksadımız olan ittihadı, sizin cerbeze ile yaptığınız muğalatalar ile inhilâl-i anasırı netice vermekte olduğundan; bizim delil-i hayatımız olan mukeddemat-ı ittihadı akîm bırakıyorsunuz.

Hâsıl-ı kelâm:

Evvel "Haydar Ağalık" vardı. Şimdi siz de "Haydo" yaptınız. Halbuki; bize lâzım "Haydar"dır. O elmas kılınca benzeyen lisan-ı matbuata i'tidal ile saykal vurun. Tâ ki ifrat ve tefrit ile pas tutmasın.

Nutuk - 5[değiştir]

Niyazi Bey'e

Ey zamanın Rüstem-i Zâl'i!..

Âlem-i misalin misal-i musağğarı olan âlem-i hayâlde senin misalini ziyaret ediyoruz. Zîrâ şimdi herbir mehasin lafız gibi; senin misalin mânâ gibi içinde görünmekle, aklın göz bebeğinden birden irtisam ediyor. Selânik'e geldim. Senin hakiki sûretini mecazî misalinle görüştürmek için su-i tali', hased veyahûd nazar değmemek için iki misâl-i zirvekârın cem'ine müsâade etmedi. Sizin te'sis ettiğiniz bünyan-ı saadeti tahkim etmek için teşekkür-i fiilî olarak Kürdistana gitmek niyetindeyim.

Nutuk - 6[değiştir]

Kürdistan Ülema ve Meşayih Ve Rüesa ve Efradına Meşrutiyete Dair Telkinatdır

Ey verese-i enbiya ulemâ ve meşayih-i ekrad!.. Merkezde olduğum için size tenbih ediyorum ki; bu zaman-ı ahirde fikr-i istibdadın sehab-ı muzlimi, şems-i İslâmiyetin ulvîyet ve hüsn-ü hakikisini enzardan setr etmişti. Hatta âdetâ İslâmiyet, ecnebîlerin nazarında mâni-i terakki ve adâlet ve hürriyet gibi imiş... Hâşâ sümme hâşâ!...

Zira sadr-ı evvelin (bâhusus o zamanda) hürriyet ve müsâvât ve adâletleri bürhan-ı bâhirdir ki; Şerîat-ı Garra, (ibadetteki müsâvât bunu te'yid ediyor) hürriyet-i hakkı ve adalet ve müsâvât-ı hukukun cemî'i revabıt ve levazımatıyla câmi'dir. Zîrâ Şeriat, Kelâm-ı Ezelîden geldiğinden ebede gidecektir. Nasıl enbiyalar vahiy ile kavaidi te'sis.. ve müçtehidîn içtihad ile ahkâmı istinbat... siz de ilcaât-ı zamana o ahkâm-ı âdileyi tevfîk ve tatbik ediniz!..

Ey secaat-nihâd rüesa-yı ekrâd!.. Şimdiye kadar padişaha iktida ettiniz ki; milletin vahşetinden dolayı tedennî ve inkirazın mahkumu olan kuvvet ve cebri millette isti'mâl lüzum gördünüz. Şimdi de pâdişah yine size imamdır. İktida ediniz ki; o ömr-ü ebediye mazhar olan mârifet ve adaleti ile milletini idare edecek... Siz de öyle yapınız. Tâ ki, necat bulasınız. Kuvvet ve cebr yerine akıl ve adaleti isti'mal ediniz!.. Tahvif yerinde muhabbeti ikame ediniz, tâ riyasetiniz berdevam olsun.

Mâhâsıl:

Efendimiz o kadar haşmetli ağalık kürkünü milletine bağışladı, siz de o eski ve köhnelenmiş ağalık abasını bir hulle-yi adâlete tebdil ediniz.

Ey bağlı arslanlar gibi efrad-ı ekrâd !.. Şimdiye kadar iki cihetle esir idiniz. Biri hükûmet-i müstebidenin tekalif-i zâlimanesiyle.. Diğeri bazı zâlimlerin gasp ve garet tecavüzatıyla... Şimdi bu inkılâb-ı azîmden sonra âzadesiniz. Herbiriniz âleminizde hükûmet-i meşruta-i meşru'anın tekâlif-i âdilânesine itaât; ve hukuk-u gayre men'-i tecâvüz şartıyla birer pâdişah gibisiniz!.. Bu saltanat-ı şahsiyeyi muhafaza, teşebbüs-ü şahsi ile ellerinizden geldiği kadar bu ittihad-ı millete ve meşrutiyete her cihetle hizmet ediniz!.. Zîrâ bizim, belki umum millet-i İslâmın ve mutlak Osmanlıların necat ve hayatı bu ittihad-ı milletle kaimdir.

Ey umum ekrâd!.. Gözünüzü açınız, sabah geldi. Ve müteyakkız olunuz. Sizin ihtilâf ve vahşetinizden efkâr-ı fâside sâhibi istifâde etmesin. Bu şanlı olan ittihad-ı milleti fena bir hastalığa hedef etmesinler. Zîrâ o vakit bütün millet ve İslâmiyet size davacı olacaktır.

Zaman size sille vurmakla o ihtilâf ve keşmekeşi atacaktır... Nâmusunuzu isterseniz, tokat yemeden atınız!.. Bunu da muhakkak bilin; Her tarafa hücum eden medeniyete karşı vahşetinizi muhafaza edemezsiniz. Bu "vahşet" lafzından darılmayınız. Zîrâ evvel nefsime söylüyorum... Hem de kabahat hükümetindir. İstediğim nokta, Kürtlük nâmûs ve haysiyetini muhafaza; ve yiğit, kahraman Arnavutlara meşrutiyet ve adalete hizmet ile iktida ediniz. Bu hâl-ı hazır, saadetimize herkesten ziyade hizmet edecektir. Çünkü herkesten ziyade istibdattan biz zarar görmüşüz. Güya bizden darılmıştılar. Mâzi tarafına bizi sevk ediyorlardı. Beşaret ediyorum ki, yakın zamanda umum Kürdistanda medaris-i münderiseyi ihya ve olmayan yerlerde de medaris te'sis edilecektir vesselâm.

Nutuk - 7[değiştir]

Benim gibi bir asabî ve sinirli; ve hakikatı hiçbirşeye feda etmeyen, gayet insafsızlığa karşı sözlerindeki şiddet ve ifratı ile muaheze ederseniz, insafsızlığa bir insafsızlık daha ilave edersiniz.

Ruh-u kulüp ittihad-ı kulûbdadır.. Ve mizac-ı hayat-ı hükûmet, kulüplerin imtizacındadır. Perişan ve tabakat-ı ağraz içinde yeni uyanmış bizim efkâr-ı umumiyemize peşkeş ettiğim o derece hasna bir hakikatı kıymet-naşinastlıkla o kadar çirkin bir te'vil libasını giydirmişler ki; hamiyet ve gayretin emr-i kat'îsiyle endam ve a'za-yı seb'asını, perde-i nezaketi yırtmakla göstermeğe mecburum. Herbir uzvu bir hakîkat içinde gösteriyorum.

Birinci Hakîkat[değiştir]

Bir adam bir dereceye çıksa ki; bir pencerede âlemi temaşa etse, kâmeti kısa olduğu halde o seviyeye gelmek için tetâvul.. Ve uzun olduğu halde takavvus ettiği gibi; bir adam kıymet ve isti'dadı mazhar olduğu rütbe ve hâkimiyetinin mâdununda olsa, tefritten teberrisini göstermek için tekebbür.. Ve mâfevkinde olsa, ifrattan tenezzüh ve bir seviyeye gelmek ve ulviyetini îzhar için tevazu' edecektir.

İkinci Hakîkat[değiştir]

Beşerin âmâl ve ağrazı gayr-ı mahdud olduğundan, bu dar ve mahdud dünya istiab edemediğinden; her bir emirde ağraz-ı kesîre tezahüm ederek tehasud ve keşmekeşi intac; ve cidal-i hayatın müsabaka meydanına yol açıyor. Âhiret geniş olduğu için, o gayr-ı mahdud âmâlı istiab eylediğinden; umur-u uhreviyede (ki birisi de Hukukullah ta'bir olunan menafi'-i umumiyedir) yerleştirilmesi için müzahamet yoktur. Buna mikyas; gayet kıymettar ve kemâl-i hakîkî ve Süreyya kadar ulvî olan zülâl-i velâyet gibi umurlarda hased yoktur.. Ve gayet dûn-kıymet ve emr-i itibarî ve serab ve sera nisbetinde olan rütbelerde ve seriüz-zeval hüsün ve kuvvette hased gayet çoktur.

Üçüncü Hakîkat[değiştir]

İbadet ve camideki müsâvât üssül-esas-ı meslek edilse, umur-u uhreviyeden olan hamiyet-i millî kuvvetiyle ve teşebbüs-ü şahsî yardımıyla cüz'i muhabbetler öyle bir câzibe-i umumîyeyi teşkil eder ki; Kürd gibi bir kitle-i azîmeyi küre gibi tedvîr edecektir. Lâkin haysiyet-i i'tibariyeyi ele almak; ve o müsâvât-ı asliyeyi ihlâl etse; mikropların yuvası gibi ağraz ve enaniyetler intişara başlayacaktır. Ki tiryak yine o müsâvâttır. Zîrâ herkesin bir enesi var.

Ne nesil iledir, ne sâl iledir

Ne câh iledir, ne mal iledir

Beyim ululuk, kemâl iledir.

Beyti bu hakîkata şahiddir.

Dördüncü Hakîkat[değiştir]

Bir hasta, hekîme karşı üç halde bulunur:

Birincisi:

Gözünü kapar hiç bir şey söylemez, hekim de hiç ehemmiyet vermez. Kâh zehir, kâh ilacı verir. İstibdatta milletin hâli gibi...

İkincisi:

Hasta hekîme teşhis-i illete yardım ve verdiği ilacı hüsn-ü isti'mal.. ve hayatına lâzım olanı taleb ediyor. Tabib de hastanın gözü açık olduğu için ihtiyat ve dikkate mecbur oluyor. Benim kulüplerde arzu ettiğim meslek gibi...

Üçüncüsü:

Hasta âdeta hekimini yalnız reçeteci gibi tanıyor ve hasta iken, hekîmfuruşluk zevkiyle ilaçları kendisi almak ve terkib ve isti'mal etmek meharetsizliği için ﺍِﺛْﻤُﻪُ ﺍَﻛْﺒَﺮُ ﻣِﻦْ ﻧَﻔْﻌِﻪِ sırrına mazhar olur. Zîrâ hâlavet-i hâkimiyetle sarhoş olur. Şimdi veya ileride kulüplerin mesleği gibi...

Elfezleke:

Millet hastadır. Hükûmet de hekîmdir. En fena zamanda teslim-i nefs ettiğimiz halde, en menfaatli zamanda ittiham ve hodserâne etmek; menfaat-i umumiyeyi hedef-i maksad edenin kârı değildir. Kuvvet kanunda olsun. Yoksa istibdad münkasım olmuş olur.

Beşinci Hakîkat[değiştir]

İstibdadın mâden ve menbiti olan şeref ve haysiyet ve i'tibarî rütbeden istimdad... ve milleti istihdam... Ve hâtır ve tahakküm ve taraftarı rabıta etmektir ki; vahşetin ağalığı budur. Ümmül-ağavat olan Yıldız'da ebul-ağavat olan Sultan Hamîd bu ağalıktan vazgeçti. Nerede kaldı başka sivrisinekler!..

Amma hürriyet ve medeniyetin ağalığı nefsine ve kemâline istinad ve iktidarını isti'mal ve millete hizmet etmektir ki ﺳَﻴِّﺪُ ﺍﻟْﻘَﻮْﻡِ ﺧَﺎِﺩُﻣﻬُﻢْ buna düstûr-u tatbikdir. Şedîden hamiyeti dava eden, o takviyesine çalıştığı hamiyetten şüphelidir.

Altıncı Hakîkat[değiştir]

Bazı kulüpler, netice-i ittihad-ı millet olduğundan tabiî kulüptür ve muhkemdir. Bizim arslan Kürdlerin ihtilafı için; kulübumuz sun'î ve mukaddime-i ittihad olduğundan; gayet ihtiyat ve hulus-u niyet ve fedakârlık (hatta ruhunu... nerede kaldı enaniyetler) ve mehâret ve i'tidal-i dem'e muhtaçtır. Zîrâ az bir ifrat ile çok a'sâb ve hissiyat heyecana geliyor, husûsan büyüklerden... ve böyle esaslarda az bir yanlış, kesr-i adedî gibi; fürûatta bir yekûn-u azîm seyyiatı teşkil edecektir. Hem de o kadar geniş daire, ahrara efkâr-ı umumiyeden başka serpuş olamadığından, riyaset-i şahsiyenin kat'iyyen aleyhindeyim. Reisimiz ancak hükûmettir.

Yedinci Hakîkat[değiştir]

Kulüp ki, efkâr-ı umumiyenin ma'kes ve mevcûdiyet-i kavmiyenin mir'at ve mihrakıdır. Biz -ki güya akıl ve mârifetimiz, kuvvet ve cesaretimizde mündemiç ve münteşirdir.- mevcudiyetimiz ve efkâr-ı umumiyemizin kıymetini rakibimiz ile müvazene ederek tenzil edeceğiz. Bize lâzım Türklerle -ki; güya mazlumiyetle zayi' olan eski şanlı kuvvetleri akıl ve mârifetlerine inzimam etmiştir- ittihad edeceğiz. Onlar bizi müdafaa etsin. Zîrâ onlara çok ücret vermişiz.

Yahû bu güzel hakâiki eğer fehmetmişsen; bak ne pis te'ville rağbet-i umumiyeye karşı sed çekmişler. Şöyle: Güya ben (Kürdlerin ve ittifakında başkasının beyliğini intac edeceğim gibi) kelimât-ı lâya'kilâne ile ve kat'iyyen bir madde-i rekabet mabeynimizde olmayan zatlara hased ve garaz ve kendim için usandığım şöhretten ve çirkin gördüğüm riyaseti istiyorum... gibi hodperestâne ile kıymet-i zâtiyelerini gösterdiler.

Ben şimdiye kadar hilâf ile vifâkı yapmak fikrindeydim. Enaniyete karşı gelmek, daha ziyade kabarmak havfiyle ve

ﺍِﻥَّ ﻟِﻠْﺒَﺎﻃِﻞِ ﺻَﻮْﻟَﺔً ﺛُﻢَّ ﺗَﻀْﻤَﺤِﻞُّ

emeliyle hakikatı sükût içinde sakladım... Ve şimdi tam görünmeyen ve müstakbel tarlasında mazarrat ile sünbüllenen ağrazın, zürrâ'ının boynunu zamanın sillesine havale eyledim.

ﻣَﻦْ ﻟَﻢْ ﻳُﻮَﺩِّﺑْﻪُ ﺍﻟْﺎَﺑَﻮَﺍﻥُ ﺍَﺩَّﺑَﻪُ ﺍﻟﺰَّﻣَﺎﻥُ

Eğer dâiye-i teferrüd, ihtilâf, hodfuruşluk, meyl-ül ağalık, milleti istihdam, aldanmak ve aldatmak, sun'î Kürtlük muktezasından gösterilse; şâhid olunuz, o Kürtlükten istifamı veriyorum... Ve cesaret, ve sadakat, ve diyanetin ünvanı olan tabiî Kürtlükle iftihar ediyorum. Nasıl ki, zaman-ı istibdatta bu tabiî Kürtlük için timarhâneye düştüm. Divânelerin hekîmine dedim: "Eğer müdahane, temelluk, tazarru-u sinnurî, tabasbus-u kelbî, menfaât-ı umumiyeyi menfaat-ı şahsiyeye feda etmek aklın muktezasından addedilmek lâzım gelirse; şâhid olunuz, ben o akıldan istifamı veriyorum ve divanelikle iftihar ediyorum."

Ey Kürdler!.. Timarhaneyi kabul ettim, Kürdlüğü lekedâr etmemek için irade-i pâdişahı ve maâş ve ihsan-ı şahâneyi kabul etmedim.[29]

Muvaffakiyet, niyet-i halisenin refikidir. ﻣَﻦْ ﻛَﺎﻥَ ﻟِﻠَّﻪِ ﻛَﺎﻥَ ﻟﻠَّﻪُ ﻟَﻪُ vesselâm...

مَا تَمَّ الْكَلَام

Önceki Risale: Divan-ı Harb-i ÖrfîÂsâr-ı BediiyyeMakaleler Kısmı: Sonraki Risale

  1. Not: Bu nutuk; Hürriyet ilanının (ll. Meşrutiyetin) üçüncü gününde 27 Temmuz 1908 tarihine nutuk olarak İstanbul'da; Ve bir hafta sonra da Selânik'te irad edildiği gibi; 02 Ekim 1908 - 08 Ekim 1908 tarihleri arasında 11, 12, 24 ve cilt 2 sayılı Misbah Gazetesi'nde neşredilmiş ve sonra; "Kütübhane-i İctihad" sahibi Ahmed Ramiz tarafından "Nutuk" diye derlenen Bediüzzaman Hazretlerinin sair bazı makalelerin ile birlikte 1910 tarihinde İstanbul-İkbal-i Millet matbaasında tab' ettirilmiştir. Biz, ayrı ayrı zamanda neşredilmiş bu Nutuk'un, ya da Makalelenin her iki nüshalarını da yeniden karşılaştırdıktan sonra dercettik. Bu nutkun Misbah Gazetesiyle olan farkları dipnotlarda siyah yazı ile verilmiştir. "Misbah" gazetesi 2 Ekim 1908 nüshasında, bu nutkun ilk bölümünün başında şöyle bir tarif koymuştur: "İstanbulumuzca Kürd Hoca denmekle maruf, fazıl-ı şehîr Bediüzzaman-ı Kürdî Molla Said Hazretlerini inkılab-ı mes'ud ibtidalarında Dersaadet ve Selanik'te kerraren irad edip bilhassa gazetemize ihda eylediği nutk-ı irticalidir." Bu tariften başka "Misbah" gazetesi, nutkun baştarafını kısaca ve hülasaten alıp geçmiş. Biz ise "Nutuk" kitabındaki metni asıl aldık. (Naşir)
  2. Misbah'da "cevv-i siyasatda" tarzındadır.
  3. Misbah'da "eseridir ki" ifadesiyledir.
  4. Misbah'da "kanun-u şer'î-i esasî şimendüferine" ifadesiyledir.
  5. Evet daha dehşetli bir istibdad ile, pek acı ve zehirli bir esareti bize içirdiler. (Müellif)
  6. Misbah Gezetesinde "esarete kesb-i istihkakdır" şeklindedir.
  7. Misbah'da "ittihad ve milleti" ifadesiyledir
  8. Misbah'da "ehl-i kemal ve vicdanın" ifadesiyledir.
  9. Misbah'da "fünûn ve ulum ve sanayi-i alalım" tarzındadır.
  10. Kadınlaşmış erkek... Erkekleşmiş kadın... (Müellif)
  11. Misbah Gazetesinde "cemiyet-i ahrar" olarak geçer.
  12. Misbah Gazetesinde "yeni hükümetimizle, eski hükümetimiz bu şeritle onun cüzî teline benzer" ifadesiyledir.
  13. Misbah'da "şimdiki zamanda yani galebe-i medeniyet zamanında" ifadesiyle,
  14. Misbah Gazetesinde "o devleti" ifadesiyledir.
  15. Misbah'da "eski hükümeti" tarzındadır.
  16. Misbah'da "ve dâhî de" tarzındadır.
  17. Misbah'da "zir ve zeber" tarzındadır.
  18. Misbah'da "vereceğine" tarzındadır.
  19. Misbah'da "delil-i kat'îdir" tarzında.
  20. Misbah'da "bürhan-ı bahirdir" tarzında.
  21. Misbah'da "bu bir mizan-ı ta'dildir" cümlesi de vardır.
  22. Misbah'da "revabıt-ı ictimaıye ve levazım-ı taayyüşiye ve fevaid-i medeniye" ifadesiyledir.
  23. Misbah Gazetesinde: "revabıt-ı içtimaiye o kadar iştibak-ı levazım-ı taayyüşüye" ifadesiyledir.
  24. Misbah'da "Birincisi" ibaresiyledir.
  25. Misbah'da "berikini" şeklinde.
  26. Misbah'da "ve efkârlar nai'tidal noktasında akd-ı musafaha eylemeli" ifadesiyledir.
  27. Misbah'da "yaşasın uhuvvet-i vatan" cümlesi de vardır.
  28. Kütübhane-i İçtihad sahibi Ahmed Ramiz'in neşrettiği "Nutuk-1" isimli eserden alınan bu nutuk, elyazma ve Hazret-i Üstad'ın tashihinden geçmiş bir nüsha ile karşılaştırılmştır. (Naşir)
  29. Not: Medar-ı ibret ve hayrettir ki: 1324 senesinde Hürriyetin üçüncü gününde İstanbul'da.. Hem sonra Selânik'te Meydan-ı Hürriyette binler siyasîlere karşı dava ettiği ve bütün kuvvetiyle Şeriatı istediği; ve Hürriyeti ve Meşrutiyeti Şeriata hizmetkâr yaptığı halde; sonra 31 Martta Hareket Ordusu gâyet dehşet ve şiddetle şeriat isteyenleri mes'ul ettikleri zamanda, Divan-ı Harb-i Örfî'de Said'in bu münteşir nutuklarından tam berat verildiği halde; şimdi ise, siyaseti otuz seneden beri(*) bıraktığı ve o nutuklarına nisbeten siyasete pek az teması için yirmi yedi sene dinsizlik hesabına işkenceler, gaddarane azab ve ceza verenler, elbette din namına zulüm etmiş engizisyondan daha zalim olduklarını isbat eder. Said-i Nursi
    * Bu beyanı Üstad Hazretleri 1951 yılında buraya kaydetmiştir. (Naşir)