Ebu Tayyib

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Ebu Tayyib veya Mütenebbi (المتنبّ) birçoklarına göre tarihin en büyük Arap şairidir ve şöhreti bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. Bediüzzaman 22. Mektup'ta "İyi ve izzetli birine iyilik edersen, onu elde edersin. Kötü birine iyilik edersen, o daha da azar" mealindeki beytine ve İşaratül İ'caz'da "Kur’an’da ta’yib edilecek hiçbir nokta yoktur. Kur’an gibi sahih kavilleri ta’yib etmek ancak fehimlerin sekametinden ileri geliyor." mealindeki beytlerine yer vermiştir. Muhakematta ise İbn'ül Farıd ile birlikte vicdanlarının gözlerinden daha müthiş olduğuna işaret ederek yine bazı beyitlerine yer verilir. Bedevî Araplar arasında kalarak dil yeteneğini geliştirdi. Lugat, şiir, hikmet ve emsal öğrendi. Bazı sünni itikada aykırı görüşlerin etkisinde kaldı. Zaman zaman ücret karşılığında methiyeler yazdı. Bir ara isyan propagandasında bulundu, hapse atıldı. Mağrur tabiatı ve sert mizacından dolayı sıkıntılar yaşadı. Güçlü bir yapıya sahipti ve zorluklara katlanan, kuvveti ve kuvvetliyi yücelten, korkaklıktan nefret eden, gerektiğinde ölüme bile meydan okuyan bir kişiliği temsil ediyordu. Hayata, insanlara ve zamana karşı kötümser bir felsefenin temsilcisiydi. Kur’ân-ı Kerîm’in mâna, üslûp, kıssa ve istiarelerinden etkilenme ve esinlenmeler şiirine yansıyan temel özelliklerdendir.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Ebu't Tayyib el-Mütenebbi

Doğum Yeri ve Tarihi: Kufe, 915-16 (h. 303)[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: Nûmâniye (Şîraz-Bağdat arası), 965 (h. 354)[1]

Kabrinin Yeri:

Eserleri[değiştir]

Divanı vardır.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Kelâmın semeratı ise tabakat-ı muhtelifede, suver-i müteaddidede teşekkül eden maânîdir. Şöyle:

Kimyaya aşina olanlara malûmdur. Bir maddeyi mesela, altın gibi bir unsuru istihsal edildiği vakit, makine veya fabrika ile müteaddid borular ile muhtelif teressübatıyla, mütenevvi teşekkülat ile tabakat-ı mütefavitede geçer. En-nihayet ondan bir kısım tahassül eder. Kelâm denilen maânî-i mütefavitenin fotoğrafıyla alınmış muhtasar bir haritanın istiab ettiği gibi. Mefahim-i mütefavitenin suret-i teşekkülü budur ki:

Tesirat-ı hariciyeden kalbin bir kısım ihtisasatı ihtizaza gelmekle müyulat tevellüd eder. Ondan hevaî manalar bir derece aklın nazarına ilişmekle, aklı kendine müteveccih eder. Sonra o buhar halindeki mana bir kısmı tekâsüf etmekle temayülat ve tasavvuratın bir kısmı muallak kalıp bir kısım dahi takattur ettiğinden akıl ona rağbet gösterir. Sonra mayi halindeki kısımdan bir kısım tasallüb ve tahassül ettiğinden akıl onu kelâm içine alıyor. Sonra o mütesallibden bir resm-i mahsus ile temessül ve tecelli ettiğinden akıl onun kametine göre bir kelâm-ı mahsus ile onu gösterir.

Demek müteşahhıs olanı, kelâmın suret-i mahsusası içine alıyor. Ve tasallüb etmeyeni fehvanın eline verir. Ve tahassül etmeyeni işaret ve keyfiyet-i kelâma yükler. Ve takattur etmeyeni kelâmın müstetbeatına havale eder. Ve tebahhur etmeyeni üslubun ihtizazatına ve kelâm ile refakat eden mütekellimin etvarıyla rabteder.

İşte bu silsilenin borularından ismin müsemması ve fiilin manası ve harfin medlûlü ve nazmın mazrufu ve heyetin mefhumu ve keyfiyatın mermuzu ve müstetbeatın müşarün-ileyhleri ve hitabı teşyi eden etvarın muharrikleri hem de “dâllün bi’l-ibare”nin maksudu ve “dâllün bi’l-işaret”in medlûlü ve “dâllün bi’l-fehva”nın mefhum-u kıyasîsi ve “dâllün bi’l-iktiza”nın mana-yı zarurîsi ve daha başka mefahim umumen bu silsilenin birer tabakasından in’ikad eder ve şu madenden çıkar.

Eğer seyretmek istersen kendi vicdanına bak, şu meratibi göreceksin. Şöyle: Senin mahbubun vaktâ gözünüzün penceresinden şuâ ve berk-i hüsnünü vicdanınıza ilka ederse o aşk denilen nâr-ı mûkade birden yandırmaya başladığından, hissiyat iltihaba başlamakla, âmâl ve müyulat dahi heyecana gelip birden o âmâller üst kattaki hayalin tabanını deler. İmdat istediklerinden o hazinetü’l-hayalde safbeste-i hareket ve mahbubun mehasinini ellerinde tutmuş veyahut onun mehasinini hatıra getirmekle tasvir eden, başkasının mehasini ile işbâ olunmuş olan hayalat ise o âmâlin imdadına koşarlar; beraber hücum edip hayalden lisana kadar inmekle beraber zülâl-i visale olan meyli arkalarında ve firaktan olan teellümü sağda ve tazim ve te’dib ve iştiyakı sola ve terahhum ve lütfu iktiza eden mahbubun mehasinini önlerine ve hediye olarak medihanın gerdanını ve senanın dürrlerini ellerine almakla beraber o اَلنَّارُ الْمُوقَدَةُ عَلَى الْاَفْئِدَةِ ıtlakına şâyan olan o ateşi söndürmek için zülâl-i visali celbeden tavsif-i bi’l-fezail ile arz-ı hâcet ederler.

İşte bak kaç tabakatta bildiğin manadan başka ne kadar maânî başlarını çıkarıp görünüyor. Eğer korkmuyorsan İbn-i Farıd’ın veya Ebu Tayyib’in gözlerinden müthiş olan vicdanlarına bak. Ve vicdanın tercümanı olan

غَرَسْتُ بِاللَّحْظِ وَرْدًا فَوْقَ وَجْنَتِهَا § حَقٌّ لِطَرْفٖى اَنْ يَجْنِىَ الَّذٖى غَرَسَا

Hem de

فَلِلْعَيْنِ وَالْاَحْشَاءِ اَوَّلَ هَلْ اَتٰى § تَلَاعَائِدِىَ الْاٰسٖى وَ ثَالِثَ تَبَّتِ

Hem de

صَدٌّ حَمَا ظَمَاٖى لُمَاكَ لِمَاذَا § وَ هَوَاكَ قَلْبٖى صَارَ مِنْهُ جُذَاذًا

Hem de

حُشَاىَ عَلٰى جَمْرٍ ذَكِىٍّ مِنَ الْغَضَا § وَ عَيْنَاىَ فٖى رَوْضٍ مِنَ الْحُسْنِ تَرْتَعُ

gör ve dinle ki çendan gözleri cennette tenezzüh eder fakat vicdanlarındaki cehennem tazip eder. Öyle de mehasinine işaret ve istiğnasına remiz ve teellüm-ü firaka îma ve şevke tasrih ve taleb-i visale telvih ve terahhumunu celbeden hüsnüne tansis etmekle beraber, hissiyatını tahrik eden heyet-i etvarıyla çok hayalat-ı rakikayı göstermişlerdir.

(Muhakemat) (Bu beyitlerin en az birkaç tanesi ona aittir)


Eğer iyilikle mukabele etsen nedamet eder, sana dost olur.

اِذَا اَنْتَ اَكْرَمْتَ الْكَرٖيمَ مَلَكْتَهُ § وَ اِنْ اَنْتَ اَكْرَمْتَ اللَّئٖيمَ تَمَرَّدًا

hükmünce mü’minin şe’ni, kerîm olmaktır. Senin ikramınla sana musahhar olur. Zahiren leîm bile olsa iman cihetinde kerîmdir.

(22. Mektup) (Bu beyit ona aittir) --- Ve keza لَا رَيْبَ فٖيهِ zamirinin her iki ihtimaline binaen Kur’an’ın kemalini ispat veya tekid eder. Ve keza istiğrakı ifade eden لَا Kur’an’ın her köşesinde rekz ve her yerinde zikredilen deliller, bürhanlar, hücuma gelen şek ve şüpheleri def’ ile Kur’an’ın o gibi lekelerden münezzeh olduğunu ilan eder. Ve lisan-ı haliyle şu şiiri okur: وَكَمْ مِنْ عَائِبٍ قَوْلًا صَحٖيحًا وَاٰفَتُهُ مِنَ الْفَهْمِ السَّقٖيمِ Yani “Kur’an’da ta’yib edilecek hiçbir nokta yoktur. Kur’an gibi sahih kavilleri ta’yib etmek ancak fehimlerin sekametinden ileri geliyor.” Ve keza zarfiyeti ifade eden فٖى tabiri, Kur’an’ın sathına ve zahirine konan şek ve şüphe varsa içerisindeki hakaik ile def’edilebileceğine işarettir.

(İşaratül İ'caz) (Bu beyit ona aittir)


O heriflerin zu’mlarınca Kur’an’a bir nakîse ve şek ve şüphelere sebep addettikleri şu üç emir, Kur’an-ı Kerîm’e bir nakîse teşkil etmez. Ancak Kur’an’ın i’cazını bir kat daha ispat etmeye ve irşad hususunda Kur’an’ın en beliğ bir ifade ile en yüksek bir üslubu ihtiyar etmesine sadık şahit ve kat’î delildir. Demek kabahat, onların fehimlerindedir, hâşâ Kur’an-ı Kerîm’de değildir.

Evet وَكَمْ مِنْ عَائِبٍ قَوْلًا صَحٖيحًا § وَاٰفَتُهُ مِنَ الْفَهْمِ السَّقٖيمِ

Şairin dediği gibi fehimleri hasta olduğundan, sağlam sözleri ta’yib ediyorlar veya ayı gibi elleri üzüm salkımına yetişemediğinden, ekşidir diyorlar. Bunların da fehimleri Kur’an’ın o yüksek i’cazına yetişemediğinden, ta’yib ediyorlar.

(İşaratül İ'caz) (Bu beyit ona aittir)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]