Süleyman (as)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
(Hazret-i Süleyman sayfasından yönlendirildi)

Süleyman isimli diğer şahıslar ve ilgili diğer maddeler için Süleyman (Tavzih) sayfasına gidin

Hz. Süleyman (as) Kur'an'da adı geçen ve babası Hz. Davud (as) gibi İsrailoğullarına gönderilmiş bir hükümdar peygamberdir. Cenab-ı Allah Hz. Dâvûd gibi Hz. Süleyman’ı da peygamberlik, hükümdarlık, hikmet ve ilimle donatmış, saltanatı ve nübüvveti onların şahsında toplamıştır. Hz. Süleyman’ın olayları değerlendirme ve problemleri çözme kabiliyeti çok yüksek idi. Kur’ân'da ve hadislerde Hz. Süleyman’dan ve onun üstün vasıflarından, Hz. Dâvûd’un oğlu ve vârisi olduğundan, üstün kılındığından, şükreden, sâlih, hakîm, anlayışlı bir kul olduğundan, keskin zekâsı, engin bilgisi ve hikmetiyle karmaşık meseleleri kolayca çözüme kavuşturma yeteneğinden bahis geçer. Tahrif edilmiş ve Hz. Süleyman'ın sadece kral olduğunu, ahir ömründe dalalate saptığını (haşa) söyleyen Tevrat'a karşılık Kur'an onun peygamber olan bir hükümdar olduğu, kâfir olmadığı ve büyü yapmadığı beyan etmiştir. Hadislerde bütün dünyaya ikisi mümin (Süleyman ve Zülkarneyn), ikisi kâfir (Nemrud ve Buhtunnasr) olmak üzere 4 kişinin hâkim olduğu rivayet edilmiştir. Hz. Süleyman'ın emrine sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü de bir ay süren kasırga gibi esen rüzgâr, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanlar (cinler), demir halkalarla bağlı diğer yaratıklar verilmiştir. Hz. Süleyman’a kuş dili ve başka hayvanların dili öğretilmiştir ve cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları vardır. Hz. Süleyman, Sebe melikesine (Belkıs) müslüman olup Allah’a teslim olmaya davet eden bir mektup göndermiş, melike mektuba karşılık olarak Süleyman’a hediye göndermiş, hediyeler kendisine geri gelince Hz. Süleyman’ı sarayında ziyarete gitmiş ve orada kendi tahtıyla karşılaşınca kendisine gelen bir ilim yoluyla daha önce gerçeği görüp müslüman olduğunu Süleyman’a söylemiştir. Süleyman’ın krallığının ihtişamının ve zenginliğinin bir kaynağı da bakır (Kur'an'ın ifadesiyle nuhas) madeniydi. Asâsına dayalı vaziyette iken vefat etmiş ve emrinde çalışan cinler ancak ağaç kurdu asâyı yiyip de Süleyman yere düşünce öldüğünü anlamışlardır. Bugünkü Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu yerde Süleyman mâbedini inşa ettirmişti.[1]

Bediüzzaman Kur'an'ın peygamberleri manevi sahada olduğu gibi maddi sahada da önder olarak gösterdiğini ve peygamberlerin mucizelerini zikrederek insanları bunlara benzeyen fen ve sanatları yapmaya teşvik ettiğini söyler. Misal olarak da Hz. Süleyman'ın bir günde havada uçarak 2 aylık mesafeyi katetmesi, bakırı çıkarıp eritmesi, Hz. Süleyman'ın hem masumiyetine hem de adaletine medar olmak için pek geniş olan memleketinin her yerinden zahmetsizce haberdar olması, Belkıs'ın tahtını uzak mesafeden getirtmesi, cin ve şeytanları emri altına alması ve hayvanların dilini anlaması mucizelerini gösterir.

Bediüzzaman Risale-i Nur’la alâkadarlık gösteren kuşlar arasında hüdhüd kuşundan da misaller verir. Ayrıca hayvanların ruhlarının bâki kalacağını ve Hz. Süleyman'ın Hüdhüd kuşu ile karıncası, Hz. Salih'in dişi devesi (naka) ve Ashab-ı Kehf'in köpeği gibi istisnai hayvanların ise hem ruhu hem cesediyle ebedi âleme gideceğine ve her bir nev’in ara sıra kullanmak için bir tek cesedi bulunacağına dair sahih hadis olduğunu ifade eder.

Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Solomon (Batı dünyasında)

Doğum Yeri ve Tarihi: -

Annesi: -

Babası: -

Kardeşleri: -

Soyu: Hz. Davud'un oğludur

Vefat Yeri ve Tarihi: -

Kabrinin Yeri: -

Harita Konumu: -

Hanımları: -

Çocukları: -

Peygamberlikle Görevlendirildiği Yer ve Tarih: -

Peygamber Olarak Gönderildiği Kavim: İsrailoğulları

Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler[değiştir]

Hz. Süleyman'ın ismi Kur'an'da 16 ayette toplam 17 defa geçer.

Süleyman Peygamberin (AS) İsmi Geçen Ayetler

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hz. Süleyman'ın Mu'cizeleri[değiştir]

Mesela, Hazret-i Süleyman aleyhisselâmın bir mu’cizesi olarak teshir-i havayı beyan eden وَ لِسُلَيْمٰنَ الرّٖيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ âyeti “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesafeyi katetmiştir.” der. İşte bunda işaret ediyor ki beşere yol açıktır ki havada böyle bir mesafeyi katetsin. Öyle ise ey beşer! Madem sana yol açıktır. Bu mertebeye yetiş ve yanaş.

Cenab-ı Hak, şu âyetin lisanıyla manen diyor: “Ey insan! Bir abdim, heva-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tembelliğini bırakıp bazı kavanin-i âdetimden güzelce istifade etseniz siz de binebilirsiniz.”

...

Hem mesela, Hazret-i Davud aleyhisselâm hakkında

وَاَلَنَّا لَهُ الْحَدٖيدَ

وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ

Hazret-i Süleyman aleyhisselâm hakkında وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ âyetleri işaret ediyorlar ki telyin-i hadîd, en büyük bir nimet-i İlahiyedir ki büyük bir peygamberinin fazlını, onunla gösteriyor. Evet, telyin-i hadîd yani demiri hamur gibi yumuşatmak ve nühası eritmek ve madenleri bulmak, çıkarmak; bütün maddî sanayi-i beşeriyenin aslı ve anasıdır ve esası ve madenidir. İşte şu âyet işaret ediyor ki: “Büyük bir resule, büyük bir halife-i zemine, büyük bir mu’cize suretinde, büyük bir nimet olarak telyin-i hadîddir ve demiri hamur gibi yumuşatmak ve tel gibi inceltmek ve bakırı eritmekle ekser sanayi-i umumiyeye medar olmaktır.”

Madem bir resule hem halife yani hem manevî hem maddî bir hâkime, lisanına hikmet ve eline sanat vermiş. Lisanındaki hikmete sarîhan teşvik eder. Elbette elindeki sanata dahi tergib işareti var.

Cenab-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle manen diyor: “Ey benî-Âdem! Evamir-i teklifiyeme itaat eden bir abdimin lisanına ve kalbine öyle bir hikmet verdim ki her şeyi kemal-i vuzuh ile fasledip hakikatini gösteriyor ve eline de öyle bir sanat verdim ki elinde bal mumu gibi demiri her şekle çevirir, halifelik ve padişahlığına mühim kuvvet elde eder. Madem bu mümkündür, veriliyor. Hem ehemmiyetlidir. Hem hayat-ı içtimaiyenizde ona çok muhtaçsınız. Siz de evamir-i tekviniyeme itaat etseniz o hikmet ve o sanat size de verilebilir. Mürur-u zamanla yetişir ve yanaşabilirsiniz.”

İşte beşerin sanat cihetinde en ileri gitmesi ve maddî kuvvet cihetinde en mühim iktidar elde etmesi, telyin-i hadîd iledir ve izabe-i nühas iledir. Âyette nühas “kıtr” ile tabir edilmiş. Şu âyetler, umum nev-i beşerin nazarını şu hakikate çeviriyor ve şu hakikatin ne kadar ehemmiyetli olduğunu takdir etmeyen eski zaman insanlarına ve şimdiki tembellerine şiddetle ihtar ediyor.

Hem mesela, Hazret-i Süleyman aleyhisselâm taht-ı Belkıs’ı yanına celbetmek için vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celb dedi: “Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim.” olan hâdise-i hârikaya delâlet eden şu âyet

قَالَ الَّذٖى عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا اٰتٖيكَ بِهٖ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ …اِلٰى اٰخِرِ

İşaret ediyor ki uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sureten ihzar etmek mümkündür. Hem vakidir ki risaletiyle beraber saltanatla müşerref olan Hazret-i Süleyman aleyhisselâm hem masumiyetine hem de adaletine medar olmak için pek geniş olan aktar-ı memleketine bizzat zahmetsiz muttali olmak ve raiyetinin ahvalini görmek ve dertlerini işitmek, bir mu’cize suretinde Cenab-ı Hak ihsan etmiştir. Demek, Cenab-ı Hakk’a itimat edip Süleyman aleyhisselâmın lisan-ı ismetiyle istediği gibi o da lisan-ı istidadıyla Cenab-ı Hak’tan istese ve kavanin-i âdetine ve inayetine tevfik-i hareket etse ona dünya, bir şehir hükmüne geçebilir.

Demek taht-ı Belkıs Yemen’de iken Şam’da aynıyla veyahut suretiyle hazır olmuştur, görülmüştür. Elbette taht etrafındaki adamların suretleri ile beraber sesleri de işitilmiştir. İşte uzak mesafede, celb-i surete ve savta haşmetli bir surette işaret ediyor ve manen diyor:

“Ey ehl-i saltanat! Adalet-i tamme yapmak isterseniz Süleymanvari, rûy-i zemini etrafıyla görmeye ve anlamaya çalışınız. Çünkü bir hâkim-i adalet-pîşe, bir padişah-ı raiyet-perver; aktar-ı memleketine, her istediği vakit muttali olmak derecesine çıkmakla mes’uliyet-i maneviyeden kurtulur veya tam adalet yapabilir.”

Cenab-ı Hak, şu âyetin lisan-ı remziyle manen diyor ki: “Ey benî-Âdem! Bir abdime geniş bir mülk ve o geniş mülkünde adalet-i tamme yapmak için ahval ve vukuat-ı zemine bizzat ıttıla veriyorum ve madem her bir insana fıtraten, zemine bir halife olmak kabiliyetini vermişim. Elbette o kabiliyete göre rûy-i zemini görecek ve bakacak, anlayacak istidadını dahi vermesini, hikmetim iktiza ettiğinden vermişim. Şahsen o noktaya yetişmezse de nev’en yetişebilir. Maddeten erişemezse de ehl-i velayet misillü manen erişebilir. Öyle ise şu azîm nimetten istifade edebilirsiniz. Haydi göreyim sizi, vazife-i ubudiyetinizi unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki rûy-i zemini, her tarafı her birinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz.

هُوَ الَّذٖى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولًا فَامْشُوا فٖى مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهٖ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ

daki ferman-ı Rahmanîyi dinleyiniz.”

İşte beşerin nazik sanatlarından olan celb-i suret ve savtların çok ilerisindeki nihayet hududunu şu âyet, remzen gösteriyor ve teşviki işmam ediyor.

Hem mesela, yine Hazret-i Süleyman aleyhisselâm, cin ve şeytanları ve ervah-ı habîseyi teshir edip şerlerini men’ ve umûr-u nâfiada istihdam etmeyi ifade eden şu âyetler:

مُقَرَّنٖينَ فِى الْاَصْفَادِ …اِلٰى اٰخِرِ

وَمِنَ الشَّيَاطٖينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذٰلِكَ …اِلٰى اٰخِرِ

âyetiyle diyor ki: Yerin, insandan sonra zîşuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup ister istemez hizmet edebilirler ki Cenab-ı Hakk’ın evamirine musahhar olan bir abdine, onları musahhar etmiştir.

Cenab-ı Hak manen şu âyetin lisan-ı remziyle der ki: “Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime musahhar olsan çok mevcudat, hattâ cin ve şeytan dahi sana musahhar olabilirler.”

İşte beşerin, sanat ve fennin imtizacından süzülen, maddî ve manevî fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faydalı suretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi bazen kendine emvat namını veren cinlere ve şeytanlara ve ervah-ı habîseye musahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil belki tılsımat-ı Kur’aniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır.

Hem temessül-ü ervaha işaret eden, Hazret-i Süleyman aleyhisselâmın ifritleri celb ve teshirine dair âyetler hem فَاَرْسَلْنَٓا اِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا misillü bazı âyetler, ruhanîlerin temessülüne işaret etmekle beraber celb-i ervaha dahi işaret ediyorlar. Fakat işaret olunan celb-i ervah-ı tayyibe ise medenilerin yaptığı gibi hezeliyat suretinde bazı oyuncaklara, o pek ciddi ve ciddi bir âlemde olan ruhlara hürmetsizlik edip kendi yerine ve oyuncaklara celbetmek değil belki ciddi olarak ve ciddi bir maksat için Muhyiddin-i Arabî gibi zatlar ki istediği vakit ervah ile görüşen bir kısım ehl-i velayet misillü onlara müncelib olup münasebet peyda etmek ve onların yerine gidip âlemlerine bir derece takarrub etmekle ruhaniyetlerinden manevî istifade etmektir ki âyetler ona işaret eder. Ve işaret içinde bir teşviki ihsas ediyorlar ve bu nevi sanat ve fünun-u hafiyenin en ileri hududunu çiziyor ve en güzel suretini gösteriyorlar.

...

وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً

عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ

cümleleriyle Hazret-i Davud ve Süleyman aleyhimesselâma, kuşlar envaının lisanlarını hem istidatlarının dillerini, yani hangi işe yaradıklarını, onlara Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiğini şu cümleler gösteriyorlar. Evet, madem hakikattir. Madem rûy-i zemin, bir sofra-i Rahman’dır. İnsanın şerefine kurulmuştur. Öyle ise o sofradan istifade eden sair hayvanat ve tuyûrun çoğu insana musahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasıl ki en küçüklerinden bal arısı ve ipek böceğini istihdam edip ilham-ı İlahî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak, medeniyet-i beşeriyenin mehasinine güzel şeyleri ilâve etmiştir. Öyle de başka kuş ve hayvanların istidat dili bilinirse çok taifeleri var ki karındaşları hayvanat-ı ehliye gibi birer mühim işte istihdam edilebilirler. Mesela, çekirge âfetinin istilasına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse ne kadar faydalı bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir.

İşte kuşlardan şu nevi istifade ve teshiri ve telefon ve fonoğraf gibi camidatı konuşturmak ve tuyûrdan istifade etmek, en münteha hududunu şu âyet çiziyor. En uzak hedefini tayin ediyor. En haşmetli suretine parmakla işaret ediyor ve bir nevi teşvik eder.

İşte Cenab-ı Hak şu âyetlerin lisan-ı remziyle manen diyor ki:

Ey insanlar! Bana tam abd olan bir hemcinsinize, onun nübüvvetinin ismetine ve saltanatının tam adaletine medar olmak için mülkümdeki muazzam mahlukatı ona musahhar edip konuşturuyorum ve cünudumdan ve hayvanatımdan çoğunu ona hizmetkâr veriyorum. Öyle ise her birinize de madem gök ve yer ve dağlar hamlinden çekindiği bir emanet-i kübrayı tevdi etmişim, halife-i zemin olmak istidadını vermişim. Şu mahlukatın da dizginleri kimin elinde ise ona râm olmanız lâzımdır. Tâ onun mülkündeki mahluklar da size râm olabilsin. Ve onların dizginleri elinde olan zatın namına elde edebilseniz ve istidatlarınıza lâyık makama çıksanız…

Madem hakikat böyledir. Manasız bir eğlence hükmünde olan fonoğraf işlettirmek, güvercinlerle oynamak, mektup postacılığı yapmak, papağanları konuşturmaya bedel; en hoş, en yüksek, en ulvi bir eğlence-i masumaneye çalış ki dağlar sana Davudvari birer muazzam fonoğraf olabilsin. Ve hava-i nesîminin dokunmasıyla eşcar ve nebatattan birer tel-i musikî gibi nağamat-ı zikriye kulağına gelsin. Ve dağ, binler dilleriyle tesbihat yapan bir acayibü’l-mahlukat mahiyetini göstersin. Ve ekser kuşlar, Hüdhüd-ü Süleymanî gibi birer munis arkadaş veya mutî birer hizmetkâr suretini giysin. Hem seni eğlendirsin, hem müstaid olduğun kemalâta da seni şevk ile sevk etsin. Öteki lehviyat gibi insaniyetin iktiza ettiği makamdan seni düşürtmesin.

(20. Söz)


Evet Kur’an’ın üstadiyetinden ve dersinin işaratından fehmediyoruz ki: Kur’an’da mu’cizat-ı enbiyayı zikretmesiyle; beşerin istikbalde terakki edeceğini ve o mu’cizatın nazireleri istikbalde vücuda geleceğini beşere ders verip teşvik ediyor:

“Haydi çalış, bu mu’cizatın numunelerini göster. Süleyman aleyhisselâm gibi iki aylık yolu bir günde git! İsa aleyhisselâm gibi en dehşetli hastalığın tedavisine çalış! Hazret-i Musa’nın asâsı gibi taştan âb-ı hayatı çıkar, beşeri susuzluktan kurtar! İbrahim aleyhisselâm gibi ateş seni yakmayacak maddeleri bul, giy! Bazı enbiyalar gibi şark ve garpta en uzak sesleri işit, suretleri gör! Davud aleyhisselâm gibi demiri hamur gibi yumuşat, beşerin bütün sanatına medar olmak için demiri bal mumu gibi yap! Yusuf aleyhisselâm ve Nuh aleyhisselâmın birer mu’cizesi olan saat ve gemiden nasıl çok istifade ediyorsunuz. Öyle de sair enbiyanın size ders verdiği mu’cizelerden dahi o saat ve sefine gibi istifade ediniz, taklitlerini yapınız.”

İşte buna kıyasen Kur’an, her cihetle beşeri maddî manevî terakkiyata sevk etmek için ders veriyor, üstad-ı küll olduğunu ispat ediyor.

(Hutbe-i Şamiye)


4- Yine telahuk-u efkâr ile tayyare gibi icad edilen terakkiyat-ı havaiye sayesinde nev-i beşer غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ âyetiyle sürati beyan edilen Hazret-i Süleyman’ın mu’cizesine yaklaşıyor.

...

7- لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّهٖ âyet-i kerîmesinin –bir kavle göre– işaret ettiği gibi Hazret-i Yusuf’un (as) Ken’an’da bulunan babasının timsalini görür görmez Zeliha’dan geri çekilmesi ve kervanları Mısır’dan avdet ettiğinde Hazret-i Yakub’un اِنّٖى لَاَجِدُ رٖيحَ يُوسُفَ yani “Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.” demesi ve bir ifritin Hazret-i Süleyman’a “Gözünü açıp yummazdan evvel Belkıs’ın tahtını getiririm.” demesine işaret eden اَنَا اٰتٖيكَ بِهٖ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ âyet-i kerîmesi; pek uzak mesafelerden celb-i savt, suret vesaire gibi beşerin keşfettiği veya edeceği icadata numune ve me’hazdirler.

8- “Hazret-i Süleyman’a kuş dilini öğrettik.” manasında عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ olan âyet-i kerîme; beşerin keşfiyatından radyo, papağan, güvercin gibi âlât ve hayvanların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına me’hazdir. Ve hâkeza beşerin henüz keşfedemediği çok mu’cizeler vardır, istikbalde yavaş yavaş keşfine muvaffak olur.

(İşaratül İ'caz)

Hz. Süleyman'ın Hüdhüdü[değiştir]

Ana Madde: Hüdhüd

Yâ Rabbî ve yâ Rabbe’s-semavati ve’l-aradîn! Yâ Hâlıkî ve yâ Hâlık-ı külli şey!

Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilatıyla ve bütün mahlukatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için nefsimi bana musahhar eyle! Ve matlubumu bana musahhar kıl! Kur’an’a ve imana hizmet için insanların kalplerini Risale-i Nur’a musahhar yap! Ve bana ve ihvanıma iman-ı kâmil ve hüsn-ü hâtime ver. Hazret-i Musa aleyhisselâma denizi ve Hazret-i İbrahim aleyhisselâma ateşi ve Hazret-i Davud aleyhisselâma dağı, demiri ve Hazret-i Süleyman aleyhisselâma cinni ve insi ve Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâma şems ve kameri teshir ettiğin gibi Risale-i Nur’a kalpleri ve akılları musahhar kıl! Ve beni ve Risale-i Nur talebelerini, nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve cehennem ateşinden muhafaza eyle ve cennetü’l-firdevste mesud kıl, âmin âmin âmin!

(3. Şua)


Eğer iştihanın açılmasıyla üslup denilen hakikatin şişesindeki zülâl-i mana nasıl kendine muvafık ve nasıl imtizaç etmesini seyretmek ve o zülâli içmeye iştihan var ise meyhaneye git ve de: “Ey meyhaneci, kelâm-ı beliğ nedir?”

Elbette onun sanatı onu şöyle söylettirecek: Kelâm-ı beliğ, ilim denilen çömleklerde pişirilen ve hikmet denilen büyük küplerde duran ve fehim denilen süzgeç ile süzülen âb-ı hayat gibi bir manayı, zürefa denilen sâkiler döndürüp efkâr içer; esrarda temeşşi etmekle hissiyatı ihtizaza getiren kelâmdır.

Eğer böyle sarhoşların sözlerinden hoşlanmıyorsan suyun mühendisi olan HüdhüdSüleyman’ın Sebe’den getirdiği nebe’ ve haberi dinle! Nasıl inzal-i Kur’an ve ibda-ı semavat ve arz eden Zülcelal’in tavsifini etmiştir. Hüdhüd diyor: “Bir kavme rast geldim. Zemin ve âsumandan mahfiyatı çıkaran Allah’a secde etmiyorlar.” Bak evsaf-ı kemaliye içinde, Hüdhüd’ün hendesesine telvih eden vasf-ı mezburu yalnız ihtiyar eyledi.

(Muhakemat)


Geçmiş nükteden bahsederken HüdhüdSüleymanî'den bahis açıldı. Israrcı ve sualci (Haşiye[2]) bir kardeşimiz Hüdhüd'ün Cenab-ı Hakk'ı tavsifte

ﻳُﺨْﺮِﺝُ ﺍﻟْﺨَﺐْﺀَ ﻓِﻰ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍْﻟﺎَﺭْﺽِ

diyerek en mühim makamda mühim evsaf-ı İlahiye içinde nisbeten hafif bu vasfın zikrine sebeb nedir?

Elcevab:

Belig bir kelâmın bir meziyeti şudur ki: Söyleyenin ziyade meşgul olduğu san'atını, meşgalesini ihsas etsin. Hüdhüd-ü Süleymanî ise, suyu az olan sahra-yı Ceziret-ül Arab'da gizli su yerlerini ferasetle kerametvari keşfeden bedevi arîfleri gibi, nev'-i hayvan ve tuyurun arîfi olarak Süleyman Aleyhisselâm'a küngânlık eden ve su buldurup çıkarttıran mübarek vazifedar bir kuş olmakla, kendi san'atının mikyasçığıyla Cenab-ı Hakk'ın semavat ve arzdaki mahfiyatı çıkarmakla mabudiyetini ve mescudiyetini isbat ettiğini kendi san'atçığıyla bilip ifade ediyor.

Evet Hüdhüd pek güzel görmüş. Çünki toprak altındaki hadd ü hesaba gelmeyen tohumlar ve çekirdekler, madenlerin mukteza-yı fıtrîsi, aşağıdan yukarıya çıkmak değildir. Çünki ecsam-ı sakile ihtiyarsız, ruhsuz olduğu için, kendi yukarıya çıkamaz; yukarıdan kendi kendine aşağı düşebilir. Aşağıdan, hususan toprak sıkleti altında gizlenen bir cism-i camid omuzundaki ağır yükü silkip çıkmak, kat'iyyen kendi kendine olamaz. Demek bir kudret-i hârika ile çıkarılıyor.

İşte hüdhüd, berahin-i mabudiyet ve mescudiyetin en gizlisini ve en mühimmini kendi arîfliğiyle bilmiş, bulmuş. Kur'an-ı Hakîm onun hakkındaki ifadesine bir i'caz vermiştir.

(Latif Nükteler)


Ya da, bu mevzu da -eğer istersen- İmam-ı Busîrî'yi bir ziyaret eyle! Bak, nasıl bir doktor-u hekîm üslûbuyla reçeteyi yazmış, "Himye" lafzıyla bu üslûba işaret eylemiş. İşte:

وَاسْتَفْرِغِ الدَّمْعَ مِنْ عَيْنٍ قَدِ اْمَتَلاَتْ مِنَ الْمَحَارِمِ وَالْزَمْ حِمْيَةَ النَّدَمِ

Ma’nâsı: Şer'an hazar edilip bakılması caiz olmayıp haram olan şeylerle dolmuş bulunan bir gözden, gözyaşlarını akıtmak suretiyle onları istifrağ ile boşalt! Sonra da, nedamet ve pişmanlık perhizini o göze tuttur.

Ya da, Süleyman Aleyhisselamın Hüdhüd'ünü dinle! Bak, nasıl o, şu âyette; su bulma arifliği ve mühendisliği olan kendi sanatına îma etmiştir.

İşte:

اَلا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِى يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِى السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ

kısacık meali: "Bir kavm gördüm; göklerde ve yerdeki gizlilikleri, ma'den definelerini çıkaran Allah'tan gayrısına secde ediyorlardı."

(Mesnevi N. (Badıllı))


Râbian: Bir zaman bin kalemle Nurlara çalışan Sava kahramanlarından ve Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden Mustafa Yıldız’ın hüdhüd-misal kuşu “Hüdhüd-ü Süleymanî” nevinde Nur işleri hakkında hârika vaziyetleri göstermek acib değil, çok emsali var. Kuşların Nurlarla alâkadarlıkları, çok hâdiselerle tahakkuk etmiş.

(Emirdağ L. 1)


Hadsiz şükür ve hamd ü sena ediyorum ki sizlerin bu mektuplarınız hem Hüsrev ve arkadaşlarına ve makinelerine hem Nazif ve yardımcılarına ve makinesine ve bu kudsî yeni hizmette devam edebilmelerine ait sıkıcı çok endişelerimi izale ettiler. Binler elhamdülillah.

Hattâ mektuplarınızı aldığımdan bir gün evvel, araba ile gezmeye çıkmıştım. Birden, Kur’an’ın medhine mazhar olan hüdhüdSüleymanî kuşu bir müjde vermek istiyor gibi on beş dakika kadar yolumuzu takiben sağa ve sola ve yola konup uçup yine gelip; hiç bu acib tarzı görmediğimiz surette, kanaatim geldi ki yarın beni mesrur edecek bir haber alacağım. Beni gezdiren Nureddin’e dedim. O da benim gibi o kuşun o garib vaziyetinden hayret ediyordu. Birden, biz onun sırrını ifşa ettiğimizden kayboldu.

İkinci gün hem tesellikâr Nazif’in mektubunu ve makinesinin yeni mahsulünü hem Abdurrahman Salahaddin’in medar-ı merak mektubunu ve bana şapka için Ankara’da sıkıntı veren Vali Nevzad’ın intiharıyla, kendi tokadını ve cezası kendi eliyle verilmesini ve Zülfikar hizmetine hiçbir taarruz olmadığını ve devam ettiğini hem Medresetü’z-Zehranın kahramanları hiç telaş etmeyerek Zülfikar’a devamlarını ve hakikat-i hali beyan etmelerini ve çok alâkadar olduğum Atabey kahramanlarının ve Lütfü vârislerinin ve büyük merhum Hâfız Ali’nin vekil ve vâris ve hizmet-i Nuriyede muktedir arkadaşlarının, Tahirî ve Abdullah Çavuş’un tebrik mektuplarını ve Aliköyü’nün imamı Ali’nin bu yeni taarruzda pek merdane ve Nur şakirdlerine lâyık bir tarzda ve hükûmette suallerine karşı manidar ve hakikatli cevaplarını aldım ve dedim: İşte hüdhüdün müjde sözü doğru çıktı.

Nasıl ki Asâ-yı Musa risalesi tabiatta boğulanları dalaletten kurtarıyor ve bu zamanda herkese hususan şüpheye ve inkâra düşenlere lâzımdır ve tiryaktır; öyle de Zülfikar, ehl-i imana ve ehl-i ilme ve bilhassa hâfızlara elzemdir. Her bir hâfız-ı Kur’an, bu mecmuaya bu zamanda şiddetle ihtiyacı var. Kur’an’ın kırk vecihle i’cazını beyan eden bu eser, her hâfızın elinde bulunmalı.

Şimdiye kadar hiçbir zaman tarih göstermiyor ki Risale-i Nur gibi pek çok taifelere ve mesleklere hücum eden, bu derece, pek az ve hafif tenkitle kurtulmuş olsun. Hattâ yüz derece daha az zahmetle, yüz derece kudsî hizmet ve mücahede mukabilinde, küçük ve muvakkat ve netice itibarıyla hayırlı bir iki hapis ve iki üç inayetli ve fütuhatlı musibet gördüler.

Umuma binler selâm ve muvaffakıyetlerine dua…

(Emirdağ L. 2)


Sâniyen: Bu hakikatleri düşünürken kalbime şöyle geldi ki nasıl ki “HüdhüdSüleymanî, zeminin suyu meçhul olan yerlerinde hafriyatsız suyu bulmaya vesile idi.” diyorlar. Aynen bu risale, Hüdhüd-ü Süleymanî tarzında, âlem-i asgar olan insanın ezdadlardan müteşekkil cism-i vücudunda nur-u iman yatağı olan kalbi, biaynihî gösteriyor. Zemin yüzünde zararlı ve zararsız otları teşhis eden kimyagerin âb-ı hayat bulduğu gibi; binde bir hakikatini ancak görebildiğimi anladığım bu eser-i âlî, bütün ehl-i iman ve zîşuura, menba-ı hakikisi olan Kur’an-ı Hakîm gibi nurları ile âb-ı hayatı serpiyor.

Hâfız Ali (rh)

(Barla L.)


Hayvanların ruhları bâki kalacağı ve HüdhüdSüleymanî (as) ve Neml’i; ve Naka-i Salih (as) ve Kelb-i Ashab-ı Kehf gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu hem cesediyle bâki âleme gideceği ve her bir nev’in ara sıra istimal için bir tek cesedi bulunacağı rivayat-ı sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat hem rahmet ve rububiyet öyle iktiza ediyorlar.

(3. Şua)


Amma haşirden sonra hayvanatın toprağa inkılab edileceklerine dair olan rivayet ise, sadece cesedleri hakkındadır. Ancak bu kadar var ki; Kur'an'da mezkûr olan naka-i Salih (A.S.) ve kebş-i İsmail (A.S.) ve kelb-i Ashab-ı Kehf ve HüdhüdSüleymanî (A.S.) ve nemli gibi (ruh ve cesediyle cennette bakî kalacak hayvanlar misillü) bütün hayvanat nevilerinin ervahı müctemi'an veya ferden ferden her neviden bunlar gibi birer şahs-ı mübarekin cesedinde toplanmaları caizdir.

(Mesnevi N. (Badıllı))

Diğer Bahisler[değiştir]

Nidasından Said Nur’un

Süleyman’dan, selim anlar

...

Hâfız Ali

(Konferans)


Marifet-i takva ve hikmet mülküne,

Bir Süleyman-ı emarettir sözün.

...

Ahmed Galib

(Barla L.)


Mahluku bütün kendine râm etti Süleyman

Nerdendi bu kuvvet, ona kimdendi bu ferman

Yellerle uçan şanlı büyük taht-ı mukaddes

Esrar-ı ezelden o da duymuş yine bir ses

...

Hasan Feyzi

(Emirdağ L. 1)


İstibdat denilen dîv-i derrendenin pençe-i gaddarında hanım-ı hatime-i edyan, sükut ile ibka edilmiş idi. Şimdi elbette, taht-ı medeniyette oturan ve efkâr-ı umumî denilen süleyman-ı meşrutiyetin engüşt-i mübarekine, her hasiyet-i teshire malik nigin-i şeriat-ı garra lâyık görülecek. Evet bunu layık görünüz, fiilen de tebrik ve inkıyad ediniz. Bırakmayınız, meşrutiyetin yed-i adilânesine yakışan o seyfullah-ı beyzaya istibdadın pis pençesi ilişsin ve ağrazına vesile ederek o mübareki lekedar etmesin.

(Makaleler (Asar-ı Bediiyye))


Ayasofya ve Bayezid ve Fatih'te ve Süleymaniye'de umum ülema ve talebeye hitaben müteaddid nutuklar ile, Şeriatın ve müsemma-yı meşrutiyetin münasebet-i hakikiyesini şerh ve teşrih ettim. Ve mütehakkimane istibdadın, şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim.

Şöyle ki: ﺳَﻴِّﺪُ ﺍﻟْﻘَﻮْﻡِ ﺧَﺎﺩِﻣُﻬُﻢْ hadîsinin sırrıyla; şeriat âleme gelmiş, tâ istibdadı ve zâlimane tahakkümü mahvetsin.. Eğer temessül etse, istibdad bir "dev", dürründe meşrutiyet-i Süleyman, şeriat hatem-i Süleyman suretine girer idi. Bu hasiyyet-i teshire malik olan hatem-i şeriat idi; taht-ı medeniyette oturan ve efkâr-ı umumiye denilen Süleyman-ı meşrutiyetin engüştüne layık iken, ifrit-i istibdat gasb etmiş idi.

Herhangi bir nutuk irad ettimse; herbir kelimesini kimsenin bir itirazı varsa, bürhan-ı kat'î ile isbata hazırım diye umuma meydan okudum.. Ve dedim ki: "Asıl şeriatın mülk-ü hakikîsi,[**[3]] hakikat-ı meşrutiyetdir." Demek meşrutiyeti, delail-i şer'iye ile kabul ettim. Başka müzebzibler gibi, taklidî ve hilaf-ı şeriat telakki etmedim. Ve şeriatı rüşvet vermedim. Ve ülema ve Şeriatı, Avrupa'nın zunûn-u fâsidesinden iktidarıma göre kurtarmağa çalıştığımdan cinayet ettim.

(Divan-ı Harb-i Örfi)


Hazret-i Süleyman aleyhisselâm gibi muhteşem bir kemal ile meşhur bir zatın rü’yetine iştiyaklı bir merak, Hazret-i Yusuf aleyhisselâm gibi bir cemal ile mümtaz bir zatın şuhuduna meraklı bir iştiyak; herkes vicdanen hisseder. Acaba dünyanın bütün mehasin ve kemalâtından binler derece yüksek olan cennetin bütün mehasin ve kemalâtı, bir cilve-i cemali ve kemali olan bir zatın rü’yeti, ne kadar mergub, merak-âver ve şuhudu ne derece matlub ve iştiyak-aver olduğunu kıyas edebilirsen et.

(32. Söz)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Davud (as): Babası olan peygamber.
  • Belkıs: Hz. Süleyman ile görüşen ve tevhid dinini kabul eden Sebe melikesi.
  • Hüdhüd: Hz. Süleyman'a Belkıs hakkında bilgi ileten ve Hz. Süleyman'ın vasıtasıyla Sebe melikesine mektup gönderdiği kuş.
  • İfrit: Hz. Süleyman'ın emri altına aldığı cinlerin en güçlü ve zararlı olan kısmı.
  • Mescid-i Aksa: Süleyman mabedi üzerine inşa edilmiş ve müslümanların ilk kıblesi olan kutsal mescid.
  • Hatem-i Süleyman: Hz. Süleyman’a isnat edilen yüzük ve bu yüzüğün üzerindeki altı köşeli yıldız; Mühr-ü Süleyman.
  • Bakır: Hz. Süleyman'a verilen mucizelerden biri bakırı (nühas) yumuşatması idi.

Kaynakça[değiştir]

  1. https://islamansiklopedisi.org.tr/suleyman
  2. Sual etmekte çalışkan ve yazmakta tenbellik eden Refet'tir.
  3. Nüsha farkı: "Meslek-i hakikîsi, hakikat-ı meşrutiyet-i meşruadır."