Papağan

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Genel adıyla Papağan veya diğer kullanımlarıyla Tûtî ya da Dudu kuşları işittiği sesleri taklit eden ve bâzı kelimeleri söyleyebilen kuşlardır. Toplam 101 cinste 410 türü vardır. Güçlü kavisli gagaya, dik duruşa ve pençeli ayaklara sahiptir. Çoğunlukla tropikal ve subtropikal bölgelerde yaşar. En zeki kuşlar arasındadır. 2021 itibariyle, tüm papağanların yarısı yani yaklaşık 50 milyon papağan kafeste yaşamaktadır.[1][2] Şafi mezhebinde papağan etinin yenmesi haram görülmüştür.

Bediüzzaman Hazret-i Davud'un (as) tesbihatıyla dağların vecde getirip tesbihata katılmalarını izah ederken mağaralı her dağın her insanla ve insanın diliyle papağan gibi konuşabilmesini misal verir. Ayrıca insanlığın güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak medeniyet-i beşeriyenin mehasinine nasıl güzel şeyleri eklediyse başka kuş ve hayvanların istidat dili bilinirse, mesela çekirge âfetinin istilasına karşı çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse çok faydalı bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebileceğini belirtir.

Ayrıca, Hz. Davut (as) ve Hz. Süleyman'ın (as) mucizeleri hakkındaki bahislerde güvercinlerle oynamak, mektup postacılığı yapmak, papağanları konuşturmak gibi manasız eğlenceler yerine masumane eğlencelerle meşgul olup ekser kuşların Hüdhüd-ü Süleymanî gibi birer munis arkadaş veya itaatkar birer hizmetkâr suretini giymesi tavsiye edilir. "Hazret-i Süleyman’a kuş dilini öğrettik.” manasındaki ayetin ise beşerin keşfiyatından radyo, papağan, güvercin gibi aletlerin ve hayvanların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına kaynak olduğu ve beşerin henüz keşfedemediği çok mu’cizeler olup istikbalde yavaş yavaş keşfine muvaffak olacağı belirtilir.

Bediüzzaman noksanlıkların ve gerilememizin 4 sebebinden birinin elde edilmesi zahmetli olan Avrupa mehasinini yerine medeniyetin çocukcasına günahlarını ve hatalarını papağan gibi taklit etmek olduğunu söyler.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hem mesela, Hazret-i Davud aleyhisselâmın mu’cizelerine dair

اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِىِّ وَالْاِشْرَاقِ

يَا جِبَالُ اَوِّبٖى مَعَهُ وَالطَّيْرَ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَدٖيدَ

ve عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ âyetler delâlet ediyor ki: Cenab-ı Hak, Hazret-i Davud aleyhisselâmın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki dağları vecde getirip birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi bir serzâkirin etrafında ufkî halka tutup bir daire olarak tesbihat ediyorlardı.

Acaba bu mümkün müdür, hakikat mıdır?

Evet, hakikattir. Mağaralı her dağ, her insanla ve insanın diliyle papağan gibi konuşabilir. Çünkü aks-i sadâ vasıtasıyla dağın önünde sen “Elhamdülillah” de. Dağ da aynen senin gibi “Elhamdülillah” diyecek. Madem bu kabiliyeti Cenab-ı Hak dağlara ihsan etmiştir. Elbette o kabiliyet inkişaf ettirilebilir ve o çekirdek sümbüllenir.

İşte Hazret-i Davud aleyhisselâma risaletiyle beraber hilafet-i rûy-i zemini müstesna bir surette ona verdiğinden, o geniş risalet ve muazzam saltanata lâyık bir mu’cize olarak o kabiliyet çekirdeğini öyle inkişaf ettirmiş ki çok büyük dağlar birer nefer, birer şakird, birer mürid gibi Hazret-i Davud’a iktida edip onun lisanıyla, onun emriyle Hâlık-ı Zülcelal’e tesbihat ediyorlardı. Hazret-i Davud aleyhisselâm ne söylese, onlar da tekrar ediyorlardı. Nasıl ki şimdi vesait-i muhabere ve vesail-i irtibatın kesret ve tekemmülü sebebiyle haşmetli bir kumandan, dağlara dağılan azîm ordusuna bir anda “Allahu ekber” dedirir ve o koca dağları konuşturur, velveleye getirir. Madem insanın bir kumandanı, dağları sekenelerinin lisanıyla mecazî olarak konuşturur. Elbette Cenab-ı Hakk’ın haşmetli bir kumandanı, hakiki olarak konuşturur, tesbihat yaptırır.

Bununla beraber her cebelin bir şahs-ı manevîsi bulunduğunu ve ona münasip birer tesbih ve birer ibadeti olduğunu eski Sözlerde beyan etmişiz. Demek her dağ, insanların lisanıyla aks-i sadâ sırrıyla tesbihat yaptıkları gibi kendi elsine-i mahsusalarıyla dahi Hâlık-ı Zülcelal’e tesbihatları vardır.

وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً

عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ

cümleleriyle Hazret-i Davud ve Süleyman aleyhimesselâma, kuşlar envaının lisanlarını hem istidatlarının dillerini, yani hangi işe yaradıklarını, onlara Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiğini şu cümleler gösteriyorlar. Evet, madem hakikattir. Madem rûy-i zemin, bir sofra-i Rahman’dır. İnsanın şerefine kurulmuştur. Öyle ise o sofradan istifade eden sair hayvanat ve tuyûrun çoğu insana musahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasıl ki en küçüklerinden bal arısı ve ipek böceğini istihdam edip ilham-ı İlahî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak, medeniyet-i beşeriyenin mehasinine güzel şeyleri ilâve etmiştir. Öyle de başka kuş ve hayvanların istidat dili bilinirse çok taifeleri var ki karındaşları hayvanat-ı ehliye gibi birer mühim işte istihdam edilebilirler. Mesela, çekirge âfetinin istilasına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse ne kadar faydalı bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir.

İşte kuşlardan şu nevi istifade ve teshiri ve telefon ve fonoğraf gibi camidatı konuşturmak ve tuyûrdan istifade etmek, en münteha hududunu şu âyet çiziyor. En uzak hedefini tayin ediyor. En haşmetli suretine parmakla işaret ediyor ve bir nevi teşvik eder.

İşte Cenab-ı Hak şu âyetlerin lisan-ı remziyle manen diyor ki:

Ey insanlar! Bana tam abd olan bir hemcinsinize, onun nübüvvetinin ismetine ve saltanatının tam adaletine medar olmak için mülkümdeki muazzam mahlukatı ona musahhar edip konuşturuyorum ve cünudumdan ve hayvanatımdan çoğunu ona hizmetkâr veriyorum. Öyle ise her birinize de madem gök ve yer ve dağlar hamlinden çekindiği bir emanet-i kübrayı tevdi etmişim, halife-i zemin olmak istidadını vermişim. Şu mahlukatın da dizginleri kimin elinde ise ona râm olmanız lâzımdır. Tâ onun mülkündeki mahluklar da size râm olabilsin. Ve onların dizginleri elinde olan zatın namına elde edebilseniz ve istidatlarınıza lâyık makama çıksanız…

Madem hakikat böyledir. Manasız bir eğlence hükmünde olan fonoğraf işlettirmek, güvercinlerle oynamak, mektup postacılığı yapmak, papağanları konuşturmaya bedel; en hoş, en yüksek, en ulvi bir eğlence-i masumaneye çalış ki dağlar sana Davudvari birer muazzam fonoğraf olabilsin. Ve hava-i nesîminin dokunmasıyla eşcar ve nebatattan birer tel-i musikî gibi nağamat-ı zikriye kulağına gelsin. Ve dağ, binler dilleriyle tesbihat yapan bir acayibü’l-mahlukat mahiyetini göstersin. Ve ekser kuşlar, Hüdhüd-ü Süleymanî gibi birer munis arkadaş veya mutî birer hizmetkâr suretini giysin. Hem seni eğlendirsin, hem müstaid olduğun kemalâta da seni şevk ile sevk etsin. Öteki lehviyat gibi insaniyetin iktiza ettiği makamdan seni düşürtmesin.

(20. Söz)


8- “Hazret-i Süleyman’a kuş dilini öğrettik.” manasında عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ olan âyet-i kerîme; beşerin keşfiyatından radyo, papağan, güvercin gibi âlât ve hayvanların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına me’hazdir. Ve hâkeza beşerin henüz keşfedemediği çok mu’cizeler vardır, istikbalde yavaş yavaş keşfine muvaffak olur.

(İ. İcaz)

Mecazi Kullanım[değiştir]

S- Neden?

C- Faraza, bazılarının altında büyük bir fenalıkları varsa da, hücum edilmemek gerektir. Zîrâ çok fenalık vardır ki; iyilik perdesi altında kaldıkça ve perde yırtılmadıkça, ondan tegafül edildikçe, mahdud ve mahsur kaldığı gibi; sahibi perde-i hicab ve haya altında ıslahına çalışır. Lâkin vakta ki perde yırtılsa, haya atılır; hücum gösterilse, fenalık fena tevessü' eder.

Ben Mart hâdisesinde şuna yakın bir hal gördüm. Zîrâ İslâmiyet'in meşrutiyetperver ve hamiyetli fedaileri, cevher-i hayat makamında bildikleri nimet-i meşrutiyeti şeriata tatbik ile; ehl-i hükûmeti adalet namazında kıbleye irşad ve nam-ı mukaddes-i şeriatı meşrutiyet kuvvetiyle i'lâ; ve meşrutiyeti şeriat kuvvetiyle ibka; ve bütün seyyiat-ı sâbıkayı, muhalefet-i şeriat üzerine ilka etmek için bazı telkinatta ve teferruatın tatbikatında bulundular. Sonra, sağını solundan farketmiyen, hâşâ şeriatı istibdada müsaid zannederek, Tuti taklidi gibi: "Şeriat isteriz!" demekle, maksad ortada anlaşılmaz oldu. Zâten plânlar serilmişti. İşte o vakit yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese tecavüz ettiler. İşte cây-ı ibret bir nokta-i siyah!

ﻭَﻟَﻘَﺪْ ﻗَﻌَﺪَﺕِ ﺍﻟْﻬِﻤَّﺔُ ﺑِﺘِﻠْﻚَ ﺍﻟﻨُّﻘْﻄَﺔِ ﻭَﻟَﻢْ ﺗَﻘْﺘَﺪِﺭْ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻨُّﻬُﻮﺽِ ﻭَﻟَﻘَﺪْ ﺷَﻮَّﺷَﺖْ ﻃَﻨْﻄَﻨَﺔُ ﺍﻟْﺎَﻏْﺮَﺍﺽِ ﺻَﺪَٓﺍﺀَ ﻣُﻮﺳِﻴﻘَﺔِ ﺍﻟْﺤُﺮِّﻳَّﺔِ .. ﻭَﻟَﻘَﺪْ ﺗَﻘَﻠَّﺼَﺖِ ﺍﻟْﻤَﺸْﺮُﻭﻃِﻴَّﺔُ ﻣُﻨْﺤَﺼِﺮَﺓً ﺍِﺳْﻤًﺎ ﻋَﻠَﻰ ﻗَﻠِﻴﻠِﻴﻦَ ﻓَﺘَﻔَﺮَّﻗَﺖْ ﻋَﻨْﻬَﺎ ﺣُﻤَﺎﺓُ ﺫِﻣَﺎﺭِﻫَﺎ[*[3]]

(Münazarat)


Şimdiye kadar noksaniyatimiz ve tedenniyâtımız ve sû'-i ahvalimiz dört sebebden gelmiş:

1- Şeriat-ı garranın adem-i müraat-ı ahkâmından..

2- Bazı müdahinlerin keyfemayeşâ sû'-i tefsirinden..

3- Zahirperest âlim-i cahil, veyahut cahil-i âlimin taassubat-ı nâbemahallinden..

4- Sû'-i tali' cihetiyle, sû'-i intihab tarîkıyla müşkil-üt tahsil, Avrupa mehasinini terk ederek, çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünub ve mesavî-i medeniyeti tutî gibi takliddir ki, bu netice-i seyyie zuhûr ediyor. Memurîn hakkıyla vazifesini îfa etse, memur olmayan ilcaât-ı zamana muvafık sa'yetse, sefahete vakit bulmayacaktır.[1[4]]

(Nutuklar, Asar-ı Bediiyye)


Buna binaen kat'iyen hükmediyorum, şimdiye kadar noksaniyetimiz ve tedenniyatımız ve sû-i ahlâkımız dört sebepten gelmiş:

...

Dördüncüsü:

Müşkilü't-tahsil mehasin-i medeniyeti terk ile çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünub-u mesavi-i medeniyeti tutî gibi taklit etmeleridir.

...

Eğer denilse: Acaba medeniyetin revabıtı ve fünundaki hakaikı şeriat-ı garradan nasıl çıkarılacak ve tatbik..?

Ben derim: Ulema-yı dinin efkâr-ı umumiyelerine müracaat ediniz ve ezhan-ı nukkada havale ediniz. Fahr olmasın derim ki, o külliyetten cüz'iyetim cihetiyle iddia ediyorum ki benden sual ediniz; medeniyetin mehasin-i hakikiyesini şeriat-ı garrada daha ekmelini göstereceğim ve fünundaki hakaik-i yakîniyenin hiçbir nusus-u katı'a-i İslâmiyeye muhalif olmadığını isbat edeceğim. Muhalefet ancak fünunun bazı nazariyat veyahut faraziyattadır ki, gençlerimiz tutî taklidi gibi, yakîn zannetmişler. Ve nususun bazı zevahir-i gayr-ı murad meyanında vuku bulur.

(Makaleler, Asar-ı Bediiyye)


Cemi-i kuvvetimle derim ki: hiçbir hakikî mehasin-i medeniyet yoktur ki; İslâmiyet sarahaten veya zımnen veya iznen onu veya daha ahsenini mütekeffil olmasın. Ammâ vâesefâ ki; çabuk[*[5]] aldatıcı mesavî-i medeniyeti çocuk tabiatlı bâzı ehl-i heva ve heves mehasin zannederek tûtî gibi en evvel onu taklid ettiler.

(Makaleler, Asar-ı Bediiyye)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. https://en.wikipedia.org/wiki/Parrot
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/Papa%C4%9Fan
  3. Gitme, dikkat et. Âlîhimmet olanlar, o hâdisede sükût ettiler. Garazkâr cerideler, hakikî hürriyetin sadâsını susturdular. Meşrutiyet pek az adamların üstüne münhasır kaldı. Fedakârları da dağıldılar. (Müellif)
  4. Misbah'da "bu bir mizan-ı ta'dildir" cümlesi de vardır.
  5. Volkan'da "çocuk aldatıcı" ifadesiyledir.