İpek Böceği

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

İpek böceği yaklaşık 5000 yıldır kozasından ipek elde edilen güve (kelebek) cinsi bir böcektir. Genellikle beyaz dut yapraklarıyla beslenir. Yumurtadan larva olarak çıkar, tırtıla dönüşür ve Cenab-ı Hakk'ın harika bir sanat eseri olarak etrafına ördüğü kozanın içinden 2-3 hafta sonra kelebek olarak çıkar.[1][2]

Bediüzzaman, Cenab-ı Hakk'ın hayvanatı insanlığın hizmetine verdiğine ipek böceğini misal olarak verir ve bu nimeti veren Allah'a ibadet ve itaat etmek gerektiğini ders verir. Allah'ın insana aczinden dolayı ikramlarda bulunduğunu hatırlatır ve gözsüz akrebe ve ayaksız yılana mağlup olan insana bir küçük kurttan (ipek böceği) ipeği giydirmesinin ve zehirli bir böcekten (arı) balı yedirmesinin insanın iktidarından değil onun zaafından dolayı Allah'ın ikramından kaynaklandığını söyler. Haşir bahsinde zehirli sineğin (arı) eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yediren ve elsiz bir böceğin (ipek böceği) eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydiren merhametli Allah'ın bu derece nâzeninane beslediği mü’min insanları idam etmeyeceğini, belki onları daha parlak rahmetlere mazhar etmek için hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis ettiğini söyler. Kainatta Allah'ın inayetiyle bir teavün (yardımlaşma) olduğuna bal arısıyla ipek böceğinin insanlara yaptıkları yardımları delil olarak gösterir.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً

عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ

cümleleriyle Hazret-i Davud ve Süleyman aleyhimesselâma, kuşlar envaının lisanlarını hem istidatlarının dillerini, yani hangi işe yaradıklarını, onlara Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiğini şu cümleler gösteriyorlar. Evet, madem hakikattir. Madem rûy-i zemin, bir sofra-i Rahman’dır. İnsanın şerefine kurulmuştur. Öyle ise o sofradan istifade eden sair hayvanat ve tuyûrun çoğu insana musahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasıl ki en küçüklerinden bal arısı ve ipek böceğini istihdam edip ilham-ı İlahî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak, medeniyet-i beşeriyenin mehasinine güzel şeyleri ilâve etmiştir. Öyle de başka kuş ve hayvanların istidat dili bilinirse çok taifeleri var ki karındaşları hayvanat-ı ehliye gibi birer mühim işte istihdam edilebilirler. Mesela, çekirge âfetinin istilasına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse ne kadar faydalı bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir.

İşte kuşlardan şu nevi istifade ve teshiri ve telefon ve fonoğraf gibi camidatı konuşturmak ve tuyûrdan istifade etmek, en münteha hududunu şu âyet çiziyor. En uzak hedefini tayin ediyor. En haşmetli suretine parmakla işaret ediyor ve bir nevi teşvik eder.

İşte Cenab-ı Hak şu âyetlerin lisan-ı remziyle manen diyor ki:

Ey insanlar! Bana tam abd olan bir hemcinsinize, onun nübüvvetinin ismetine ve saltanatının tam adaletine medar olmak için mülkümdeki muazzam mahlukatı ona musahhar edip konuşturuyorum ve cünudumdan ve hayvanatımdan çoğunu ona hizmetkâr veriyorum. Öyle ise her birinize de madem gök ve yer ve dağlar hamlinden çekindiği bir emanet-i kübrayı tevdi etmişim, halife-i zemin olmak istidadını vermişim. Şu mahlukatın da dizginleri kimin elinde ise ona râm olmanız lâzımdır. Tâ onun mülkündeki mahluklar da size râm olabilsin. Ve onların dizginleri elinde olan zatın namına elde edebilseniz ve istidatlarınıza lâyık makama çıksanız…

Madem hakikat böyledir. Manasız bir eğlence hükmünde olan fonoğraf işlettirmek, güvercinlerle oynamak, mektup postacılığı yapmak, papağanları konuşturmaya bedel; en hoş, en yüksek, en ulvi bir eğlence-i masumaneye çalış ki dağlar sana Davudvari birer muazzam fonoğraf olabilsin. Ve hava-i nesîminin dokunmasıyla eşcar ve nebatattan birer tel-i musikî gibi nağamat-ı zikriye kulağına gelsin. Ve dağ, binler dilleriyle tesbihat yapan bir acayibü’l-mahlukat mahiyetini göstersin. Ve ekser kuşlar, Hüdhüd-ü Süleymanî gibi birer munis arkadaş veya mutî birer hizmetkâr suretini giysin. Hem seni eğlendirsin, hem müstaid olduğun kemalâta da seni şevk ile sevk etsin. Öteki lehviyat gibi insaniyetin iktiza ettiği makamdan seni düşürtmesin.

(20. Söz)


Demek şu meşhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyat-ı beşeriye ve kemalât-ı medeniyet; celb ile değil, galebe ile değil, cidal ile değil, belki ona, onun zaafı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş, onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş. Ve o saltanatın sebebi, kuvvet ve iktidar-ı ilmî değil, belki şefkat ve re’fet-i Rabbaniye ve rahmet ve hikmet-i İlahiyedir ki eşyayı ona teshir etmiştir. Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlup olan insana, bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren; onun iktidarı değil, belki onun zaafının semeresi olan teshir-i Rabbanî ve ikram-ı Rahmanîdir.

Ey insan! Madem hakikat böyledir, gururu ve enaniyeti bırak. Uluhiyetin dergâhında acz ve zaafını, istimdad lisanıyla; fakr ve hâcatını, tazarru ve dua lisanıyla ilan et ve abd olduğunu göster. Ve حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ de, yüksel.

(23. Söz)


Hem madem güneş gibi gündüz gibi zemin yüzünde bir umumî rahmet ve ihatalı bir şefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Mesela, o rahmet her baharda umum ağaçları ve meyveli nebatları cennet hurileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri verip, bizlere uzatıp “Haydi alınız, yeyiniz.” dediği gibi; bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamları bizim için saklayan ve ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet, bir şefkat, elbette hiç şüphe olamaz ki:

Bu derece nâzeninane beslediği bu sevimli ve minnettarları ve perestişkârları olan mü’min insanları idam etmez. Belki onları daha parlak rahmetlere mazhar etmek için hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis eder, diye Rahîm ve Kerîm isimleri sualimize cevap veriyorlar ‌اَلْجَنَّةُ حَقٌّ‌ diyorlar.

(11. Şua)


Bakınız! Aktar-ı semavat ve arz sahifeleri üstünde hâtem-i ehadiyet göründüğü gibi kâinatın heyet-i mecmuasının büyük sahifesi üzerinde de pek vâzıh bir surette hâtem-i tevhid görünmektedir.

Evet, bu âlem pek muhteşem bir saray veya muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir. Bu fabrika-i kâinatın eczası, efradı ve envaı, âlât ve edevatı arasında hakîmane bir muarefe ve tanışmak ve dostane bir mükâleme ve konuşmak ve pek kerîmane bir muavenet ve yardımlaşmak vardır ki kemal-i süratle pek uzun mesafelerden birbirinin savtını işitir ve ihtiyacını görür gibi derhal imdadına yetişir, ihtiyacını def’eder.

Evet, semadaki ecram ve yıldızların birbirine ve arza verdikleri ziya, hararet, bilhassa arza yaptıkları sair yardımlarını görüyorsunuz. Ve keza bulut ile arz arasında cereyan eden su alışverişine bakınız ki arz, suyu buhar şeklinde buluta veriyor, bulut da kendi fabrikalarında lâzım gelen ameliyatı yaptıktan sonra buz, kar, yağmur şeklinde iade ediyor. Sanki o camid cirmler, lisan-ı halleriyle telsiz telgraf gibi birbiriyle konuşur ve yekdiğerine arz-ı ihtiyaç ediyorlar. Bilhassa bütün o ecram âdeta el ele vermiş gibi kemal-i ciddiyetle zevi’l-hayata lâzım olan şeyleri tedarik etmek hizmetinde sa’y ediyorlar ve bir Müdebbir’in emrine bağlı olup bir gayeye teveccüh ediyorlar.

Evet, şu teavün kanununa ittibaen şems, kamer, gece ve gündüz, yaz ve kış taraflarından yapılan yardımlar sayesinde, şu hayvanların erzakını yetiştiren nebatat izn-i İlahî ile meydana gelir. Hayvanat da emr-i Rabbanî ile beşerin ihtiyacatını yerine getirir. Bal arısıyla ipek böceğinin insanlara yaptıkları yardımlar, bu davayı ispat eder.

Evet, bu gibi eşya-yı camidenin yekdiğerine yaptıkları şu yardımlar, pek aşikâr bir delildir ki onlar kerîm bir Müdebbir’in hademesi ve amelesi olup onun emri ile izni ile iş görürler.

(Mesnevi-i N., Lemalar)


Bak nasıl ki Ehad-i Samed'in hatemi sahife-i arz üstünde müşahede edildiği gibi, aktar-ı semavat ve arz üzerinde de aynı hatem görünmektedir. Öyle de mecmu-u âlem üstünde dahi tevhidin hatemi, onun büyüklüğü nisbetinde olan vazıh nakşıyla görünüyor. Çünkü bu âlem, muhteşem bir kasır, muntazam bir fabrika, mükemmel bir şehir gibidir. Eczaları; o şehir, fabrika ve sarayın ecza ve efradları gibi, aralarında hikmetli bir muarefe, muavenet ve ikramlı, kerimane bir cevablaşma vardır. Çünkü bakıyoruz ki; şu âlemin eczaları birbirlerinin muavenetine uzun ve eğri büğrü yollarda ve umulmadık bir vakitte, tam ihtiyaç zamanında inhirafsız ve muntazam bir şekilde sür'atle koşuşuyorlar. Evet dikkatle bakarsan; mevcudat-ı âlem, birbirlerinin ihtiyaçlarına muavenet elini uzatmış olduklarını ve teavün içinde yekdiğerinin suallerine, yani gayrilerinin isteklerine lisan-ı hal ile "Lebbeyk, lebbeyk" sadalarıyla mukabele edip cevaplaştıklarını ve yekdiğerlerinin ellerini tutup, el ele verip, intizamkârane sa'y edip çalıştıklarını ve bir gayeye müteveccihen baş başa verip zîhayatlara hizmet ettiklerini ve omuz omuza verip bir Müdebbir-i Hakîm'e itaat ettiklerini göreceksin.

Gel, şimdi teavün düsturuna bak! Güneş ve Kamer'den, gece ve gündüzden, kış ve yazdan, ta nebatatın hazine-i rahmetten erzakı alarak yüklenip, hayvanatın imdadına koşmalarına kadar, sonra hayvanatın da meselâ bal arısı ve ipekböceği gibi Rahman'ın hazinesinden balı ve ipeği alıp, insanlara ulaştırdıkları hizmetlerine kadar, sonra gıda zerrelerinin gıdaca muhtelif-ül cins olan meyvelerin imdadına ve yemek maddelerinin kemal-i intizam ve inayet ve hikmetle beden hüceyratının yardımına koşmalarına kadar; bütün bunlar nasıl güzel cereyan ediyor, gör! İşte bu eşyanın, hususan camidlerin inayetli, mükemmel, hikmetli, muntazam teavüne mazhariyetleri ise, elbette vâzıh bir delil, satı' bir bürhandır ki; bunlar Hakîm bir Mürebbi'nin hizmetçileridirler, Kerim bir Müdebbir'in ameleleridirler. Onun emriyle, onun izni ve kuvveti ve hikmeti ile hareket ediyorlar.

(Mesnevi-i N., Lemalar (Badıllı))


Bab-ı kerem ve rahmettir ki Kerîm ve Rahîm isminin cilvesidir.

Hiç mümkün müdür ki: Gösterdiği âsâr ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu âlemin Rabb’i; kerem ve rahmetine lâyık mükâfat, izzet ve gayretine şayeste mücazatta bulunmasın?

Evet, şu dünya gidişatına bakılsa görülüyor ki en âciz, en zayıftan tut (Hâşiye[3]) tâ en kavîye kadar her canlıya lâyık bir rızık veriliyor. En zayıf, en âcize en iyi rızık veriliyor. Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvi bir keremle ziyafetler, ikramlar olunuyor ki nihayetsiz bir kerem eli içinde işlediğini bedaheten gösteriyor.

Mesela, bahar mevsiminde cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misal libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip hizmetkâr ederek onların latîf elleri olan dallarıyla, çeşit çeşit en tatlı, en musanna meyveleri bize takdim etmek, hem zehirli bir sineğin eliyle şifalı en tatlı balı bize yedirmek, hem en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmek, hem rahmetin büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak ne kadar cemil bir kerem, ne kadar latîf bir rahmet eseri olduğu bedaheten anlaşılır.

(10. Söz)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Kelebek: İpek böceği bir kelebek (pervane) türüdür.
  • İpek: İpek böceğinin kozasından elde edilen iplik türü.

Kaynakça[değiştir]

  1. https://en.wikipedia.org/wiki/Bombyx_mori
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0pek_b%C3%B6ce%C4%9Fi
  3. Rızk-ı helâl, iktidar ile alınmadığına, belki iftikara binaen verildiğine delil-i kat’î: İktidarsız yavruların hüsn-ü maişeti ve muktedir canavarların dıyk-ı maişeti; hem zekâvetsiz balıkların semizliği ve zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maişetle vücudca zayıflığıdır.
    Demek rızık, iktidar ve ihtiyar ile makûsen mütenasiptir. Ne derece iktidar ve ihtiyarına güvense o derece derd-i maişete müptela olur.