Çekirge

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Çekirge 2 ila 20 cm boyutlarda olabilen ve 11.000 civarında türü olan sıçrayıcı düz kanatlı sinek (kuşçuk) türüdür. Çekirgeler özellikle sıcak çöllere yakın yerlerde tarıma büyük zarar verir. Kümeler halinde bırakılan yumurtalardan ilk yağmurlardan hemen sonra çıkan kanatsız çekirge yavruları büyük topluluklar halinde bitkilere saldırıp tüketir. Sıcak mevsimin sonunda kalabalık topluluklar halinde ölür. Kaydedilen en büyük çekirge sürüsü 1875 yılında 2.900 km uzunluğunda 180 km genişliğinde olan ve yaklaşık 3,5 trilyon çekirgeden oluşan sürüydü. 1915 yılında Filistin ve Suriye'de yaşanan istila sonucunda Lübnan'da 1915-1918 arası hüküm süren kıtlıkta 200.000 kişi öldü.[1][2] Bazı ülkelerde yiyecek olarak kullanılır. Yenmesi dinen helal olan ve akıcı kanı olmayan çekirgeleri yemek için onları boğazlamaya gerek yoktur.

Bediüzzaman kanatlı böcekleri kuşçuk olarak adlandırarak kuş sınıfına sokar. Bediüzzaman, Kur'an'da Hz. Süleyman'ın (as) kuşların dillerini, kabiliyetlerini ve ne işe yaradıklarını bilmesi mucizesinin bahsinin geçmesinden ders alarak başka kuş ve hayvanların istidat dili bilinirse, mesela çekirge âfetinin istilasına karşı çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse çok faydalı bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebileceğini belirtir. Kuşların Risale-i Nur'a alakalarının bahsi geçen mektuplar okunurken çekirgelerin mektubun başına gelmeleri tevafuğunu Risale-i Nur’la alâkadarlıklarına misal olarak verir. Ahir zamanda acaip işler yapacak Ye'cüc ve Me'cüc'ün nerede olduğuna dair bir suale verdiği cevapta bir mevsimde pek çok kesretle ortaya çıkan, sonra mahdud bazı fertlerde saklanan ve zamanı gelince emr-i İlahî yeniden çıkan çekirgeleri misal verir. Dabbetül Arzı izah ederken de Firavun kavmine çekirge ve bit belasının musallat olması gibi küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvanın çıkıp musallat olacağını söyler.

Diğer İsimleri[değiştir]

Cündüb

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

(Fihrist'ten)

وَسِعَتْ كُلَّ شَىْءٍ رَحْمَةً nin bir sırrını, وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ nin bir hakikatini, اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ nun bir düsturunu, فَسُبْحَانَ الَّذٖى بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ un bir nüktesini tefsir edip, kâinatta zerreden şemse kadar her şey bir vazife ile mükellef olup, bütün sa’y ü hareketleri kanun-u kader ile cereyan ettiğini ve Cenab-ı Hak kemal-i kereminden, hizmet içinde mükâfat olarak bir lezzet dercettiğini ispat ve izah ile mevcudatın en mükemmeli ve zîhayatın reisi ve arzın halifesi olan insan, tembellik edip gaflete düşerse cemadattan daha camid, sinekten çekirgeden daha kansız olacağını ikaz ve inzar ile insanları vazife-i fıtriyelerine sevk edip, uluhiyet-i mutlakayı ispat eder.

(Fihrist)

Ye'cüc-Me'cüc ve Çekirge[değiştir]

Alâmet-i kıyametten olan Ye’cüc ve Me’cüc’e ve Sedd’e dair, bir risalede bir derece tafsilen yazdığımdan ona havale edip şurada yalnız şunu deriz ki: Eskiden Mançur, Moğol unvanıyla içtimaat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden taifeler ve Sedd-i Çinî’nin yapılmasına sebebiyet verenler, kıyamete yakın yine anarşistlik gibi bir fikirle medeniyet-i beşeriyeyi zîr ü zeber edecekleri, rivayetlerde vardır.

Bazı mülhidler derler: Bu kadar acayibi yapan ve yapacak taifeler nerede?

Elcevap: Çekirge gibi bir âfat, bir mevsimde pek çok kesretle bulunur. Mevsim değiştikçe memleketi fesada veren kesretli o taifelerin hakikatleri, mahdud bazı fertlerde saklanıyor. Yine zamanı geldikçe emr-i İlahî ile o mahdud fertlerden gayet kesretli aynı fesat yine başlar. Güya onların hakikat-i milliyetleri inceliyor, kopmuyor. Yine mevsimi geldikçe zuhur ediyor. Aynen öyle de bir zaman dünyayı herc ü merc eden o taifeler, izn-i İlahî ile mevsimi geldiği vakit aynı o taife, medeniyet-i beşeriyeyi herc ü merc edecekler. Fakat onların muharrikleri başka bir surette tezahür eder.

(24. Söz)

Çekirge Afeti[değiştir]

وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً

عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ

cümleleriyle Hazret-i Davud ve Süleyman aleyhimesselâma, kuşlar envaının lisanlarını hem istidatlarının dillerini, yani hangi işe yaradıklarını, onlara Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiğini şu cümleler gösteriyorlar. Evet, madem hakikattir. Madem rûy-i zemin, bir sofra-i Rahman’dır. İnsanın şerefine kurulmuştur. Öyle ise o sofradan istifade eden sair hayvanat ve tuyûrun çoğu insana musahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasıl ki en küçüklerinden bal arısı ve ipek böceğini istihdam edip ilham-ı İlahî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak, medeniyet-i beşeriyenin mehasinine güzel şeyleri ilâve etmiştir. Öyle de başka kuş ve hayvanların istidat dili bilinirse çok taifeleri var ki karındaşları hayvanat-ı ehliye gibi birer mühim işte istihdam edilebilirler. Mesela, çekirge âfetinin istilasına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse ne kadar faydalı bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir.

(20. Söz)

Dabbetül Arz ve Çekirge[değiştir]

Amma dabbetü’l-arz: Kur’an’da gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı halinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise ben şimdilik, başka meseleler gibi kat’î bir kanaatle bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim:

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ nasıl ki kavm-i Firavun’a “çekirge âfatı ve bit belası” ve Kâbe tahribine çalışan kavm-i Ebrehe’ye “ebabil kuşları” musallat olmuşlar. Öyle de Süfyan’ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek.

اَللّٰهُ اَعْلَمْ o dabbe bir nevidir. Çünkü gayet büyük bir tek şahıs olsa her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَاْكُلُ مِنْسَاَتَهُ âyetinin işaretiyle o hayvan, dabbetü’l-arz denilen ağaç kurtlarıdır ki insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû-i istimalattan tecennübleriyle kurtulmasına işareten âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.

(5. Şua)

Çekirgelerin Risale-i Nur'a Alakası[değiştir]

Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki duanızın himmetiyle, on beş günden ziyade şiddetli bir hararet içinde tehlikeli ve zehirli hastalığın, iki gündür tehlikesi geçti. Hastalıkla bir saat ibadet bir gün kadar olması cihetiyle, inşâallah yapamadığım çok hayratın yerini bu hastalık doldurmuş ve çok kusuratıma da keffaret olmuş. Fakat zafiyet ve hastalık devam ediyor.

Latîf ve manidar bir tevafuktur ki dünkü gün masumların mecmuası elime geçti, açtım. O mecmuanın başında, o masumların bir kumandanı hükmünde ve Medrese-i Nuriye’nin kahramanlarından Marangoz Ahmed’in gayet ziynetli ve nakışlı ve dikkatli yazdığı Küçük Sözler, başında dercedilmiş gördüm. Mâşâallah Marangoz Ahmed dedim, masumların çavuşu olmuş. Aynı günde bir mektubu elime geçti, açtım. Marangoz Ahmed’in gönderdiğimiz mektupları arkadaşlara gecede okumak zamanında, iki çekirge mektubun başına gelip tâ bitinceye kadar dinlemelerini gördüm. Birkaç gün evvel biz mektubu yazarken iki güvercin, mektubun makbuliyetini ve müjdeci serçe ve kuddüs kuşlarının müjdelerini tasdik ettikleri gibi; Marangoz’un iki çekirgeleri de güvercinleri ve müjdeci kuşları tasdik ederek, biz dahi Risale-i Nur’u tanıyoruz diye lisan-ı halleri ifade ediyor diye latîf ve manidar tevafuk olmuş.

Bu münasebetle, o mecmua içinde mübarek kahramanlardan Küçük Ali’nin biraderzadesi masum ve küçük bir Abdurrahman olan Hâfız Ahmed’in yazdığı Sekizinci Şuâ’nın Sekizinci Remz’inden bir sahife evvel bir fıkra nazarıma değdi. Bir iki aydır size Risale-i Nur’un makbuliyetine dair yazılan mektuplarda şahsımın hisse-i şerefi ve hüneri olmadığını ve sırf bir ikram-ı İlahî olmasına dair yazılan parçayı bu fıkrayı, o fıkraya alâkadar gördüm, size gönderiyorum. Onlara münasip bir yerde ilhak edersiniz. O fıkra, Celcelutiye’nin fevkalâde Risale-i Nur’a verdiği ehemmiyetten şahsımın bir lem’ası, bir hüneri olmadığına dairdir. Şöyle ki orada demiştim:

Hem ben itiraf ediyorum ki: Böyle makbul bir eserin mazharı olmak, hiçbir vecihle o makama liyakatim yoktur. Fakat küçük, ehemmiyetsiz bir çekirdekten koca dağ gibi bir ağacı halk etmek, kudret-i İlahiyenin şe’nlerindendir ve âdetidir ve azametine delildir.

Ben kasemle temin ederim ki: Risale-i Nur’u senadan maksadım, Kur’an’ın hakikatlerini ve imanın rükünlerini teyid ve ispat ve neşirdir. Hâlık-ı Rahîm’ime hadsiz şükrolsun ki kendimi kendime beğendirmemiş, nefsimin ayıplarını ve kusurlarını bana göstermiş ve o nefs-i emmareyi başkalara beğendirmek arzusu kalmamış.

Evet, kabir kapısında bekleyen bir adam, arkasındaki fâni dünyaya riyakârane bakması, acınacak bir hamakattir ve dehşetli bir hasarettir. Cenab-ı Hak beni böyle hasaretlerden muhafaza eylesin, âmin.

(Emirdağ L. 1)


Tevafuk eğer müteaddid tarzda ve ayrı ayrı cihette birbirini takviye edecek surette olsa kat’iyet ve sarahat derecesinde kanaat verebilir.

İşte hapisten sonra yazılan bir kısım mektuplarımız hem makbul hem çok ehemmiyetli hem bu zamanda halk onlara çok muhtaç olduğuna bir emare olarak, yazdığımız zaman –hilaf-ı âdet bir tarzda– serçe kuşunun ve kuddüs kuşunun ve güvercinlerin garib bir tarzda odama gelmeleri ve birbirine tevafuk etmesi ve Milas’ta ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in, kuddüs kuşu bahsi bulunan mektubu aldıkları zaman aynen, hilaf-ı âdet, kilitli bir odasını açarken kuddüs kuşu oda içerisinde uçmaya çalışması hem içinde bulunan mektubu hem bizim kuşlarımıza tevafuku ve Medrese-i Nuriye’deki şakirdlerin o mektuplarımızı okumak zamanında iki çekirge mektubun başına gelip dinlemeleri, sâbık kuşlarda tevafukatına bu küçük kuşlar dahi hem tasdik hem tevafuk ettikleri gibi; İnebolu’daki sadık kardeşlerimizin imzalarıyla yine mektubumuzu gecede okudukları zaman gayet heyecanlı bir tarzda bir gece kuşu onları korkutup pencereye el atıp iki kanadı ile pencereyi döverek lisan-ı hal ile ben de o mektupla alâkadarım, bizi alâkasız zannetmeyiniz diye yine sâbık aynı meseleye ve sâbık kuşların alâkadarlıklarına, büyük kuş da tam tevafuk ve tasdik ediyor.

Aynı meseleye bu kadar tevafukat (Hâşiye[3]) hem mektuplardaki mücmelen bahsedilen hakikatlerin çok ehemmiyetli olmasından ve nev-i beşerin bu asırdaki vaziyetine bakması noktasında, acaba kâinat kitabının hâdisat ve meseleleri birbiriyle münasebettarlığını düşünen ve hayali geniş bir ehl-i kalp ve fikir böyle dese hakkı yok mu ki:

Güya beşer gayet kesretli tayyareleriyle ve insan kuşlarıyla, kuşların âlemi olan cevv-i havadaki kuşları hem korkutup hem kuşlar âleminde acib bir heyecanla nev-i beşerin gidişatına karşı kuşlar dahi ciddi alâkadarlık gösterip insanların bu zalim, tahribatçı canavar kuşlarına karşı kimler mukabele edip onları zulümden, tahripten vazgeçirip beşerin menfaatinde ve saadetinde çalıştırmasına çalışan kimlerdir diye Risale-i Nur meselelerine alâkadarlık gösteriyorlar denilse yeri yok mu? İhtimal verilmez mi? Manasız bir hayal denilebilir mi?

(Emirdağ L. 1)


Sonra bana hizmet eden çocuk geldi, dedi ki: “Ben bu gece gördüm ki merhum Hâfız Ali’nin (rh) kardeşi yanımıza gelmiş.” Ben de dedim: Hâfız Ali ve Hüsrev gibi bir kardeşimiz buraya gelecek. Aynı günde, iki saat sonra çocuk geldi dedi: “Hâfız Mustafa geldi.” Hem Risale-i Nur’un serbestiyetinin müjdesini hem mahkemedeki kitaplarını da kısmen getirdi hem serçe kuşunun ve benim rüyamın hem kuddüs kuşunun tabirini ispat etti ki tesadüf olmadığını gösterdi.

Acaba emsalsiz bir tarzda hem serçe kuşu acib bir surette hem kuddüs kuşu garib bir surette gelip bakması, sonra kaybolması ve masum çocuğun rüyası tam tamına çıkması hem Risale-i Nur’un Hâfız Ali gibi bir zatın eliyle buraya gelmesinin aynı zamanına tevafuku hiç tesadüf olabilir mi? Hiçbir ihtimali var mı ki bir beşaret-i gaybiye olmasın? (Hâşiye: Hem bu kuşların Risale-i Nur’la alâkadarlıklarını teyid eden çok emareler var. Ezcümle: O kuşların alâkadarlığını gösteren mektup Milas’a gittiği aynı vakitte garib bir tarzda kuddüs kuşu o mektubun mealini vaziyetiyle teyid ettiği gibi; aynı mektup İnebolu’da geceleyin okunurken büyük bir gece kuşu hârika bir tarzda pencereye gelip kanadıyla vurup durup dinlemesi; aynı mektup Sava’da okunurken bir defa iki çekirge üstüne gelip durup neticeye kadar durmaları; bir defa da serçe ve bülbül kuşları aynı mektubun okunmasında pervane gibi uçup alâkadarlık göstermeleri ve Isparta’da Hüsrev’in evinde aynı mektup okunurken bülbül kuşu hilaf-ı âdet salona gelmesi, alâkadarlığını göstermesi gibi çok emareler, bu keramet-i Nuriyeyi teyid ediyor.)

Evet bu mesele, küçük bir mesele değil; kâinat ve hayvanat ile dahi alâkadardır. Evet, Risalei’n-Nur serbestiyetinden ben Risale-i Nur’un bir şakirdi olmak itibarıyla, kendi hisseme düşen bu kâr ve neticeyi, binler altın lira kadar kazancım var kanaat ediyorum. Başka yüz binler Risale-i Nur şakirdleri ve takviye-i imana muhtaç ehl-i imanın istifadeleri buna kıyas edilsin.

(Sikke-i T. G.)


Hattâ çekirgeler ve arı ve serçe kuşu gibi bir kısım hayvanat dahi senin bu Sözlerin ve Nur’un okunurken pervane gibi etrafında dolaşıp sana olan incizablarını ve nurundan ve sözlerinden ferahnâk ve zevkyâb olduklarını, başlarını başlarımıza çarpmakla güya bize anlatmak istemeleri, ne kadar garibdir. Ezcümle, Sava’da iki çekirge ve Emirdağı’nda iki güvercin ve iki kuş, İnebolu’da iki acib kuş, Isparta ve Sava’da bülbül ve hüdhüd bu kerameti gösterdiler.

(Konferans)

Diğer Bahisler[değiştir]

Zulmün Şedid Bir Nev'i

Dünyaca havas tanınan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu ve mahviyet iken, tahakküm ve tekebbüre sebeb olmuştur. Fukara aczi, avamın fakrı, sebeb-i merhamet ve ihsan iken; esarete, mahkûmiyetlerine müncer olmuştur.Bir işde mehasin ve şeref hasıl oldukça, havassa peşkeş edilir; seyyiat olsa, avama taksim edilir.

Meselâ, bir tabur galebe çalsa, şan ü şeref kumandana verilir, taksim edilmez. Mağlub olduğu vakit, seyyie tabura taksim edilir. Meselâ: Bir aşiret namuskârane bir iş etse, "Âferin Hasan Ağa" derler. Fenalık ettikleri vakit, "Tuh ne pis aşiret imiş" diyecekler.

ﻭَ ﺍِﺫَﺍ ﺗَﻜُﻮﻥُ ﻛَﺮِﻳﻬَﺔٌ ﺍُﺩْﻋَﻰ ﻟَﻬَﺎ ٭ ﻭَ ﺍِﺫَﺍ ﻳُﺤَﺎﺱُ ﺍﻟْﺤَﻴْﺲُ ﻳُﺪْﻋَﻰ ﺟُﻨْﺪُﺏْ[*Musibet geldikçe bana bağırıyorlar. Tatlı yendikçe Cündüb çağrılıyor. (Müellif)] kavl-i meşhuru, şu acib zulmün tercümanıdır.

Hem de şu içtimaî sistemdeki damar-ı zulmün bir mecrası da şudur: Yüksek tabakada birinin öldürülmesiyle, çok seneler matem tutulur. Halbuki onun cinayetiyle tabaka-i avamda yüzer, belki binler kişi telef olsa, bir-iki günde unutulur. Şu ise adalet-i Kur'âniyeye zıddır. Bir şah, bir gedayı öldürse, Şeriat kısasa hükmeder, ikisini bir görür.

(Tuluat)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. https://en.wikipedia.org/wiki/Grasshopper#Phylogeny
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87ekirge
  3. Bu mektubu Üstadımızdan yeni almıştık. Ben yani Hüsrev okuyordum, arkadaşım Tahirî yazıyordu. Gül kahraman kuşu odamızın penceresine konup Hüsrev’in başını görmekle bırakıp gitti.
    Hüsrev, Tahirî