Bakara Suresi: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
9. satır: 9. satır:
''Bu addaki hayvan için [[İnek]] sayfasına gidin''
''Bu addaki hayvan için [[İnek]] sayfasına gidin''


'''El-Bakara ({{Arabi|البقرة}}) Suresi''' Kur'ân-ı Kerim'in 2. suresi olup Fâtiha ve Âl-i İmrân sureleri arasında yer alır. Kur'an'ın en uzun suresidir. Sure, hacim itibarıyla Kur’an’ın 1/12’sini teşkil eder. Verdiği mesajlar (1) İman esasları ve tevhid inancı, (2) Kur’an'ın hidayetinin ne olduğunu ve (3) Müslümanların başka dinlerin mensuplarından ayrı nasıl bir ümmet olduğu şeklinde 3 ana başlıkta toplanabilir.
'''El-Bakara ({{Arabi|البقرة}}) Suresi''' Kur'ân-ı Kerim'in 2. suresi olup Fâtiha ve Âl-i İmrân sureleri arasında yer alır. Fâtiha sûresinden sonra en faziletli sûre olduğuna dair rivayet vardır. Kur'an'ın en uzun suresidir. Sure, hacim itibarıyla Kur’an’ın 1/12’sini teşkil eder. Verdiği mesajlar (1) İman esasları ve tevhid inancı, (2) Kur’an'ın hidayetinin ne olduğunu ve (3) Müslümanların başka dinlerin mensuplarından ayrı nasıl bir ümmet olduğu şeklinde 3 ana başlıkta toplanabilir.


Mısır toprakları Büyük Sahra Çölü'nün bir parçası olduğundan dolayı Nil Nehri, kum denizi hükmündeki bu topraklara hayat vermektedir. Böyle verimsiz ve çorak bir çölün yanı başında Nil Nehri'nin sularıyla hayat bulan son derece verimli, cennet gibi yerlerin bulunması, Musa zamanında çiftçilik ve ziraat uygulamalarını Mısır halkı için son derece cazip bir hâle getirmişti. Çiftçilik ve ziraat, oranın halkının karakterlerinin bir parçası hâline gelmiş; o devirde Mısır halkı ziraatı, ziraat vasıtası olan "bakar"ı (sığır) ve öküzü kutsal saymış, hatta ona tapacak kadar bir kutsiyet vermişlerdi.[14] O zamanlar İsrailoğulları kabilesi de o kıtada yaşıyor ve aynı inanışın tesirinde kalıyordu.
Çöl iklimi hüküm süren Mısır'a hayat veren Nil Nehri sayesinde ziraat imkanı doğması sonucu Mısır halkı ziraat vasıtası olan "bakar"ı (sığır) ve öküzü onlara tapacak derecede kutsal saymış, o zamanlar orada yaşayan İsrailoğulları da bundan etkilenmişti. Hz. Mûsâ devrinde, İsrâiloğulları arasında fâili bulunamayan bir cinayetten Cenab-ı Allah bazı özellikleri taşıyan inek (sığır) kesilmesi emretti. Hz. Musa'nın İsrailoğullarına işlemiş bu ineğe tapma inancını kesip öldürdüğünü bir sığırın boğazlanması hadisesiyle anlatan ve yalnızca Bakara suresinde geçen bu kıssa bu sureye adını vermiştir (67. - 71. ayetler).


İsrailoğulları, Firavun'dan kurtulup Sina Çölü'ne yerleştikleri zaman, bu buzağı hadisesi yaşanmıştır. Musa, Sina Dağı'na çıkmış ve orada bir süre kalmıştı. İsrailoğulları da bu esnada Sâmirî'nin yaptığı altından bir buzağıya tapmaya başlamışlardı.
Borç ve alacakların miktarıyla ödeme zamanlarının yazılmasından bahseden Kur'an'ın en uzun ayeti ([[Bakara 282]]), Kur'ân'ın en son (hicretin 10. yılında 10 Zilhicce'de) indiği rivayet edilen ayet ([[Bakara 281]]), Kur’an âyetlerinin en yücesi olan Ayet-el Kürsi ([[Bakara 255]]) ve Yatsı namazlarında sonra aşir olarak okunan Âmenerrasûlu ([[Bakara 285]]-[[Bakara 286]]) bu surede yer alır.<ref name='a'>https://islamansiklopedisi.org.tr/bakara-suresi</ref>
 
Bakara Suresi, Musa'nın, peygamberliğiyle İsrailoğullarının tabiatına işlemiş olan ineğe tapma inancını kesip öldürdüğünü, bir sığırın boğazlanması hadisesiyle anlatmıştır.
 
 
 
 
Kur'an'ın en uzun ayetiBorç ve alacakların miktarıyla ödeme zamanlarının yazılmasını ([[Bakara 282]]),  
Kur’ân-ı Kerîm’in en son nâzil olduğu rivayet edilenIn particular, verse 281 in this chapter is believed to be the last verse of the Quran to be revealed, on the 10th day of Dhu al-Hijja 10 A.H., when Muhammad was in the course of performing his last Hajj, 80 or 90 days before he died “vetteḳū yevmen” ({{Arabi|وَاتَّقُوا يَوْمًا}}) âyeti ([[Bakara 281]])  
Kur’an âyetlerinin en yücesiAyetül Kürsi ([[Bakara 255]])
Amenerrasulu
164
 
yine bu sûrededir.
 
Fâtiha sûresinden sonra en faziletli sûre
 
 
<ref name='a'>https://islamansiklopedisi.org.tr/bakara-suresi</ref>


Risale-i Nur'da Bakara Suresi hakkındaki dersler:
Risale-i Nur'da Bakara Suresi hakkındaki dersler:


*  
*
* [[Bakara 156|{{Arabi|ﺍِﻧَّﺎ ﻟِﻠَّﻪِ ﻭَﺍِﻧَّٓﺎ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺭَﺍﺟِﻌُﻮﻥَ}}]] O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler.Ve o iki ilaç ise biri sabır ile tevekküldür. Hâlık’ının kudretine istinad, hikmetine itimattır. Öyle mi? Evet, emr-i “كُنْ فَيَكُونُ”e mâlik bir Sultan-ı Cihan’a acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira en müthiş bir musibet karşısında اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ deyip itminan-ı kalp ile Rabb-i Rahîm’ine itimat eder. 


==Bilgiler==
==Bilgiler==


'''İsminin Anlamı ve Kaynağı:''' Bakara; sığır, inek anlamına gelir ama surede tek inek anlamında kullanılmıştır ve sure ismini 67-71. ayetlerinde geçen ve Yahudilere kesmeleri emredilen sığırdan almıştır. Hz. Mûsâ devrinde, İsrâiloğulları arasında fâili bulunamayan bir cinayetten dolayı diyet olarak kurban edilmesi gereken bu ineğin bazı özellikleri vardı. Peygamberlere ayrıntılı sorular sormanın uygun olmadığı yolunda birtakım uyarıları da ihtiva eden bu kıssa Kur’ân-ı Kerîm’de yalnızca bu sûrede geçmektedir (âyet 67-71).
'''İsminin Anlamı ve Kaynağı:''' Bakara; sığır, inek anlamına gelir ama surede tek inek anlamında kullanılmıştır ve sure ismini 67.-71. ayetlerinde geçen ve Yahudilere kesmeleri emredilen sığırdan almıştır.


'''Diğer İsimleri:''' El-Bakara Bakara sûresine ayrıca içindeki Âyetü’l-kürsî’den (âyet 255) dolayı Sûretü’l-kürsî, ihtiva ettiği hükümlerin çokluğu sebebiyle Füstâtü’l-Kur’ân adları da verilmiştir. Sûrenin biri “senâm” (zirve), diğeri “zehrâ” (parlak beyaz, nurlu) olmak üzere iki de lakabı vardır. Nitekim üçüncü sûre olan Âl-i İmrân ile birlikte bu iki sûreye “Zehrâvân” denilmiştir. Türkçe’de “hatim başı” veya “büyük elif-lâm-mîm” diye de adlandırılır.  
'''Diğer İsimleri:''' El-Bakara, içindeki geçen Âyetü’l-kürsî’den dolayı Sûretü’l-kürsî, ihtiva ettiği hükümlerin çokluğu sebebiyle Füstâtü’l-Kur’ân. Sûrenin biri “senâm” (zirve), diğeri “zehrâ” (parlak beyaz, nurlu) olmak üzere iki de lakabı vardır. Nitekim üçüncü sûre olan Âl-i İmrân ile birlikte bu iki sûreye “Zehrâvân” denilmiştir. Türkçe’de “hatim başı” veya “büyük elif-lâm-mîm” diye de adlandırılır.  


'''Kur'ân'daki Sırası:''' 2
'''Kur'ân'daki Sırası:''' 2
81. satır: 83. satır:
'''Rab ismi sayısı:''' 49
'''Rab ismi sayısı:''' 49


'''Kur'an kelimesi geçen ayetler:''' 1 ([[Bakara 185]])
'''İçinde Kur'an kelimesi geçen ayetler:''' 1 ([[Bakara 185]])


'''[[Hizb-i_Azam-ı Kur'an|Hizb-ül Kur'an]]'da Geçen Ayetler Listesi:''' [[:Kategori:Bakara_Suresindeki_Hizb-ül_Kur%27an_Ayetleri|Bakara Suresindeki Hizb-ül Kur'an Ayetleri (17 ayet)]]
'''[[Hizb-i_Azam-ı Kur'an|Hizb-ül Kur'an]]'da Geçen Ayetler Listesi:''' [[:Kategori:Bakara_Suresindeki_Hizb-ül_Kur%27an_Ayetleri|Bakara Suresindeki Hizb-ül Kur'an Ayetleri (17 ayet)]]
89. satır: 91. satır:
'''[[Münacat-ül Kur'an|Münâcât-ül Kur'an]]'da İktibas Edilen Ayetler:''' [[Risale:Münacat-ül_Kur%27an_(Hizb-ül_Hakaik)#Bakara_Suresi|22., 29., 31., 116-117., 222. ve 255. ayetler (7 ayet)]]
'''[[Münacat-ül Kur'an|Münâcât-ül Kur'an]]'da İktibas Edilen Ayetler:''' [[Risale:Münacat-ül_Kur%27an_(Hizb-ül_Hakaik)#Bakara_Suresi|22., 29., 31., 116-117., 222. ve 255. ayetler (7 ayet)]]


'''Risale-i Nur'da Geçen Ayet Sayısı:''' 97 ([[:Kategori:Bakara Suresinin Risale-i Nur'da Geçen Ayetleri|Bakara Suresinin Risale-i Nur'da Geçen Ayetleri]])
'''Risale-i Nur'da Geçen Ayet Sayısı:''' 97 (Bkz. [[:Kategori:Bakara Suresinin Risale-i Nur'da Geçen Ayetleri|Bakara Suresinin Risale-i Nur'da Geçen Ayetleri]])


'''Risale-i Nur'da Tamamı Geçen Ayet Sayısı:''' 1.-33., 74., 154., 156., 164. ve 256. ayetler (38 ayet)
'''Risale-i Nur'da Tamamı Geçen Ayetler:''' 1.-33., 74., 154., 156., 164. ve 256. ayetler (Toplam 38 ayet)


==Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği==
==Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği==


''Bediüzzaman İşarat-ül İ'caz adlı kitabında [[Risale:İşarat-ül İ'caz|Bakara suresinin 1.-33. ayetlerinin tefsirini]] yapmıştır''
''Bediüzzaman'ın yaptığı Bakara suresinin 1.-33. ayetlerinin tefsiri için [[Risale:İşarat-ül İ'caz|İşarat-ül İ'caz adlı kitabının ilgili kısmına]] bakın''
 
===İneğin Kesilmesi Kıssası===
 
[[Risale:20. Söz (Ayet-Hadis Mealleri)#1|{{Arabi|بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ}}]]
 
[[Bakara 34|{{Arabi|وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْلٖيسَ}}]]
 
[[Bakara 67|{{Arabi|اِنَّ اللّٰهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً}}]]
 
[[Bakara 74|{{Arabi|ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً}}]]
 
Bir gün şu âyetleri okurken iblisin ilkaatına karşı Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden üç nükte ilham edildi. Vesvesenin sureti şudur. Dedi ki:
 
Dersiniz: “Kur’an mu’cizedir. Hem nihayetsiz belâgattadır. Hem umuma her vakitte hidayettir.” Halbuki şöyle bazı hâdisat-ı cüz’iyeyi tarihvari bir surette musırrane tekrar etmekte ne mana var? Bir ineği kesmek gibi bir vakıa-i cüz’iyeyi, o kadar mühim tavsifat ile böyle zikretmek, hattâ o sure-i azîmeye de [[El-Bakara]] tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de [[Hz. Adem (as)|Âdem]]’e secde olan hâdise, sırf bir emr-i gaybîdir. Akıl ona yol bulamaz. Kavî bir imandan sonra teslim ve iz’an edilebilir. Halbuki Kur’an, umum ehl-i akla ders veriyor. Çok yerlerde [[Yasin 68|{{Arabi|اَفَلَا يَعْقِلُونَ}}]] der, akla havale eder. Hem taşların tesadüfî olan bazı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle beyan etmekte ne hidayet var?
 
İlham olunan nüktelerin sureti şudur:
 
Kur’an-ı Hakîm’de çok hâdisat-ı cüz’iye vardır ki her birisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor.
 
...
 
Mısır kıtası, kumistan olan Sahra-yı Kebir’in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek’in feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçtiğinden o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübareğin bulunması, felahat ve ziraatı ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş. Ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı kudsiye ve vasıta-i ziraat olan “bakar”ı ve “sevr”i mukaddes, belki mabud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti sevre, bakara ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi o kıtada neş’et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, “icl” meselesinden anlaşılıyor.
 
İşte Kur’an-ı Hakîm, [[Musa (as)|Hazret-i Musa]] aleyhisselâmın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakar-perestlik mefkûresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile ifham ediyor.
 
İşte şu hâdise-i cüz’iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit hem herkese gayet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğunu ulvi bir i’caz ile beyan eder.
 
Buna kıyasen bil ki Kur’an-ı Hakîm’de bazı hâdisat-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz’î hâdiseler, küllî düsturların uçlarıdır. Hattâ çok surelerde zikir ve tekrar edilen Kıssa-i Musa’nın yedi cümlelerine misal olarak Lemaat’ta İ’caz-ı Kur’an Risalesi’nde, o cüz’î cümlelerin her bir cüzünün nasıl mühim bir düstur-u küllîyi tazammun ettiğini beyan etmişiz. İstersen o risaleye müracaat et.
 
([[Risale:20._Söz#Birinci_Makam|20. Söz]])
----
Îcaz-ı Kur’anî o derece câmi’ ve hârıktır, dikkat edilse görünüyor ki bazen bir denizi bir ibrikte gösteriyor gibi pek geniş ve çok uzun ve küllî düsturları ve umumî kanunları, basit ve âmî fehimlere merhameten basit bir cüzüyle, hususi bir hâdise ile gösteriyor. Binler misallerinden yalnız iki misaline işaret ederiz.
 
Birinci Misal: Yirminci Söz’ün Birinci Makamı’nda tafsilen beyan olunan üç âyettir ki şahs-ı [[Âdem]]’e talim-i esma unvanıyla nev-i benî-Âdem’e ilham olunan bütün ulûm ve fünunun talimini ifade eder. Ve Âdem’e, melaikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudat musahhar olduğu gibi yılandan şeytana kadar muzır mahlukatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.
 
Hem kavm-i [[Musa (as)]] bir [[bakara]]yı, bir ineği kesmekle Mısır bakar-perestliğinden alınan ve “İcl” hâdisesinde tesirini gösteren bir bakar-perestlik mefkûresinin Musa aleyhisselâmın bıçağıyla kesildiğini ifade ediyor.
 
([[Risale:25._Söz#Dördüncü_Işık|25. Söz]])
----
Birinci Makamı: [[Sure-i Bakara]]’nın başında Hazret-i Âdem’e meleklerin secdesi ve bir bakaranın zebhi ve taşlardan su çıkması hakkındaki üç mühim âyete karşı şeytanın gayet müthiş üç şüphesini öyle bir tarzda reddedip mahveder ki şeytanı ve şeytan gibi insanları öyle desiselerden perişan edip vazgeçiriyor. Çünkü onlar, tenkit ve itirazlarıyla lemaat-ı i’caziyenin kapısını açtırttılar. O üç âyetten üç lem’a-i i’caziye göründü.
 
([[Risale:Fihrist_(Sözler)#Yirminci_Söz|Fihrist (Sözler)]])
 
===Huruf-u Mukattaa'dan Elif-Lam-Mim===
 
''Ana Madde: [[Huruf-u Mukattaa]]''
 
Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa İlahî bir şifredir. Has abdine, onlarla bazı işaret-i gaybiye veriyor. O şifrenin miftahı, o abd-i hastadır hem onun veresesindedir. Kur’an-ı Hakîm madem her zaman ve her taifeye hitap ediyor; her asrın her tabakasının hissesini câmi’ çok mütenevvi vücuhları, manaları olabilir. Selef-i Salihîn ise en hâlis parça onlarındır ki beyan etmişler. Ehl-i velayet ve tahkik, seyr ü sülûk-u ruhaniyeye ait çok muamelat-ı gaybiye işaratını onlarda bulmuşlar. İşaratü’l-İ’caz tefsirinde “[[El-Bakara]]” Suresi’nin başında, i’caz-ı belâgat noktasında bir nebze onlardan bahsetmişiz; müracaat edilsin.
 
([[Risale:29._Mektup#Üçüncü_Nükte|29. Mektup]])
----
Kur’an-ı Hakîm’in tevafuk cihetinden tezahür eden i’cazî nüktelerinden bir nüktesi şudur ki: Kur’an-ı Hakîm’de ism-i Allah, Rahman, Rahîm, Rab ve ism-i Celal yerindeki Hüve’nin mecmuu, dört bin küsurdur. [[Risale:7. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#31|{{Arabi|بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ}}]] (Hesab-ı ebcedin ikinci nev’i ki huruf-u heca tertibiyledir) o da dört bin küsur eder. Büyük adetlerde küçük kesirler, tevafuku bozmadığından küçük kesirlerden kat’-ı nazar edildi. Hem {{Arabi|الٓمٓ}} tazammun ettiği iki vav-ı atıf ile beraber iki yüz seksen küsur eder. Aynen [[Bakara Suresi|Sure-i El-Bakara]]’nın iki yüz seksen küsur ism-i Celal’ine ve hem iki yüz seksen küsur âyâtın adedine tevafuk etmekle beraber, ebcedin hecaî tarzındaki ikinci hesabıyla, yine dört bin küsur eder. O da yukarıda zikri geçmiş beş esma-i meşhurenin adedine tevafuk etmekle beraber [[Risale:7. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#31|{{Arabi|بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ}}]] in kesirlerinden kat’-ı nazar, adedine tevafuk ediyor.
 
Demek, bu sırr-ı tevafuka binaen {{Arabi|الٓمٓ}} hem müsemmasını tazammun eden bir isimdir hem El-Bakara’ya isim hem Kur’an’a isim hem ikisine muhtasar bir fihriste hem ikisinin enmuzeci ve hülâsası ve çekirdeği hem [[Risale:7. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#31|{{Arabi|بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ}}]] in mücmelidir.
 
([[Risale:7._Lem%27a#Hâtime|7. Lem'a]])
----
[[Bakara 1|{{Arabi|الٓمٓ}}]]
 
Surelerin başlarında bulunan huruf-u mukattaaya ait izahatı dört mebhasta zikredeceğiz.
 
Birinci Mebhas
 
{{Arabi|الٓمٓ}} ile surelerin evvellerinde bulunan huruf-u mukattaadan teneffüs eden i’caz hakkındadır. İ’caz, inci gibi incecik letaif-i belâgatın parıltılarının imtizaç ve içtimaından tecelli eden bir nurdur. Bu mebhasta, bu nuru birkaç letaif zımnında izah etmekle parlatacağız. Fakat her bir latîfe ince ve ziyası az ise de letaifin heyet-i mecmuasından hasıl olan tam bir ziya ile fecr-i sadık çıkacaktır.
 
1- Hece harflerinin adedi –elif-i sakine hariç kalmak şartıyla– yirmi sekiz harftir. Kur’an-ı Azîmüşşan, surelerin başında bu harflerin yarısını zikretmiş, yarısını da terk etmiştir.
 
2- Kur’an’ın almış olduğu nısıf, terk ettiği nısıftan daha ziyade kesîrü’l-istimaldir.
 
3- Kur’an, surelerin başında zikrettiği kısım içinde, lisan üzerine daha suhuletli olan “elif, lâm”ı çok tekrar etmiştir.
 
4- Kur’an aldığı harfleri, hece harflerinin adedince surelere tevzi etmiştir.
 
5- Hece harflerinin mehmuse, mechure, şedide, rahve, müsta’liye, münhafıza, müntabıka, münfetiha gibi çiftli cinslerinin her birisinden yine nısıf almıştır.
 
6- Çifti, yani eşi olmayan –evtar– kısmında sakîlden azı, hafiften çoğu almıştır. Kalkale, zelâka gibi.
 
7- Kur’an-ı Azîmüşşan’ın, surelerin başındaki huruf-u mukattaanın zikredilen minval üzerine tansifleri hakkında ihtiyar ettiği tarîk, beş yüz dört ihtimalden intihab edilmiştir. Ve intihab edilen şu tarîkten başka hiçbir ihtimal ile mezkûr tansif mümkün değildir. Çünkü taksimler pek çok birbirine girmiş ve çok mütefavittir. Bu gibi i’caz lem’alarından hisse alamayan, zevkine levm ve itab etsin.
 
İkinci Mebhas
 
Bu mebhasta da birkaç letaif vardır:
 
1- {{Arabi|الٓمٓ}} ile emsalinde göze çarpan garabet, bu harflerin pek garib ve acib bir şeyin mukaddimesi ve keşif kolları olduklarına işarettir.
 
2- Bu surelerin başlarındaki taktî-i huruf ile isimleri hecelemek, müsemmanın me’hazine ve neden neş’et ettiğine işarettir.
 
3- Bu harflerin taktîi, müsemmanın vâhid-i itibarî olup terkib-i mezcî olmadığına işarettir.
 
4- Bu harflerin taktî ile ta’dadı, sanatın madde ve me’hazini muhataba göstermekle muarazaya talip olanlara karşı meydan okuyarak “İşte i’caz sanatını, şu gördüğünüz harflerin nazım ve nakışlarından yaptım. Buyurunuz meydana!” diye onların tahkirane tebkitlerine (tekdirlerine) işarettir.
 
5- Manadan soyulmuş şu hece harflerinin zikri, muarızları hüccetsiz bırakmaya işarettir. Evet Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, şu manasız harflerin lisan-ı haliyle ilan ediyor ki: “Ben sizden beliğ manaları, hükümleri, hakikatleri ifade eden yüksek [[hutbe]]leri ve nutukları istemiyorum. Yalnız şu ta’dad ettiğim harflerden bir nazire yapınız, velev iftira ve hikâyelerden ibaret bile olursa olsun!”
 
6- Harfleri ta’dad ile hecelemek, yeni kıraata ve kitabete başlayan müptedilere mahsustur. Bundan anlaşılıyor ki Kur’an, ümmi bir kavme ve müptedi bir muhite muallimlik yapıyor.
 
7- {{Arabi|ا}}, {{Arabi|ل}}, {{Arabi|د}} gibi harfleri, mesela “elif, lâm, dal” gibi isimleriyle tabir ve zikretmek, ehl-i kıraat ve erbab-ı kitabetin ittihaz ettikleri bir usûldür. Bundan anlaşılıyor ki hem söyleyen hem dinleyen ümmi olduklarına nazaran bu tabirler, söyleyenden doğmuyor ve onun malı değildir ancak başka bir yerden ona geliyor.
 
Ey arkadaş! Bu letaifin ince iplerinden dokunan yüksek nakş-ı belâgatı göremeyen adam, belâgat ehlinden değildir. Erbab-ı belâgata müracaat etsin.
 
Üçüncü Mebhas
 
{{Arabi|الٓمٓ}} i’cazın esaslarından îcazın en yüksek ve en ince derecesine bir misaldir. Bunda da birkaç letaif vardır:
 
1- {{Arabi|الٓمٓ}} üç harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki: Elif, [[Risale:İşarat-ül İ'caz (Ayet-Hadis Mealleri)#53|{{Arabi|هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ الْاَزَلِىِّ}}]] hükmüne ve kaziyesine; lâm, [[Risale:İşarat-ül İ'caz (Ayet-Hadis Mealleri)#54|{{Arabi|نَزَلَ بِهٖ جِبْرٖيلُ}}]] hükmüne ve kaziyesine; mim [[Risale:İşarat-ül İ'caz (Ayet-Hadis Mealleri)#55|{{Arabi|عَلٰى مُحَمَّدٍ ع.ص.م.}}]] hükmüne ve kaziyesine remzen ve îmaen işarettir.
 
Evet, nasıl ki Kur’an’ın hükümleri uzun bir surede, uzun bir sure kısa bir surede, kısa bir sure bir âyette, bir âyet bir cümlede, bir cümle bir kelimede, o kelime de “sin, lâm, mim” gibi huruf-u mukattaada irtisam eder, görünür. Kezalik {{Arabi|الٓمٓ}} in her bir harfinde mezkûr hükümlerden biri temessül etmiş görünüyor.
 
2- Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa, İlahî bir şifredir. Beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı ancak Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdadır.
 
3- Şifrevari şu huruf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın fevkalâde bir zekâya mâlik olduğuna işarettir ki Muhammed aleyhissalâtü vesselâm remizleri, îmaları ve en gizli şeyleri sarîh gibi telakki eder, anlar.
 
4- Şu harflerin taktîi; harf ve lafızların hâvi oldukları kıymet, yalnız ifade ettikleri manalara göre olmayıp ilm-i esrarü’l-hurufta beyan edildiği gibi adet ve sayılar misillü, harflerin arasında fıtrî münasebetlerin bulunduğuna işarettir. (Hâşiye<ref>Kırk sene sonra Risale-i Nur, bu lem’a-i i’cazı körlere dahi göstermiştir.</ref>)
 
5- {{Arabi|الٓمٓ}} taktîiyle, bütün harflerin esas mahreçleri olan “halk, vasat, şefe” mahreçlerine işarettir. Ve zihinlerin nazar-ı dikkatini şu mahreçlere çeviriyor ki zihinler, gerek bu üç mahreçte, gerek bunlara bağlı küçük küçük mahreçlerde lafızların ve harflerin nasıl vücuda geldiklerini hayret ve ibretle mütalaa etsinler.
 
Ey zihnini belâgatın boyasıyla boyayan arkadaş! Bu letaifi sıkacak olursan [[Risale:İşarat-ül İ'caz (Ayet-Hadis Mealleri)#56|{{Arabi|هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ}}]] içinden çıkacaktır.
 
Dördüncü Mebhas
 
{{Arabi|الٓمٓ}} emsaliyle beraber terkip şeklinden taktî suretinde zikirleri, bu şeklin müstakil olup hiçbir imama tabi olmadığına ve hiç kimseyi taklit etmiş olmadığına ve üslupları acib, çeşitleri garib yeni saha-i vücuda gelen bir bedîa olduğuna işarettir. Bu mebhasta da birkaç letaif vardır:
 
1- Hatip ve beliğlerin âdetindendir ki mesleklerinde daima bir misale tabi oluyorlar ve bir örnek üzerine nakış dokuyorlar ve işlenmiş bir yolda yürüyorlar. Halbuki bu harflerden anlaşıldığına nazaran Kur’an, hiçbir misale tabi olmamıştır ve hiçbir nakş-ı belâgat örneği üzerine nakış yapmamıştır ve işlenmemiş bir yolda yürümüştür.
 
2- Kur’an baştan aşağıya kadar, nâzil olduğu heyet üzerine bâkidir. Bu kadar Kur’an’ı taklit etmeye müştak olan dostlar ve mütehacim düşmanlara rağmen, şimdiye kadar Kur’an’ın ne taklidi yapılmış ve ne de bir misali gösterilmiştir. Evet Kur’an, milyonlarca Arabî kitaplarla mukayese edilirse benzeri bulunamaz. O halde Kur’an ya hepsinin altındadır, bu ise muhaldir; öyle ise hepsinin fevkindedir, öyle ise Allah’ın kelâmıdır.
 
3- Beşerin sanatı olan bir şey, bidayette çirkin ve gayr-ı muntazam olur, sonra yavaş yavaş intizama sokulur. Kur’an ise ilk zuhurunda gösterdiği halâveti, güzelliği, gençliği şimdi de öylece muhafaza etmektedir.
 
Ey belâgat letafetinin kokusunu koklayan arkadaş! Zihnini şu mebahis-i erbaaya gönder ki [[Bal Arısı|bal arısı]] [[Risale:İşarat-ül İ'caz (Ayet-Hadis Mealleri)#57|{{Arabi|اَشْهَدُ اَنَّ هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ}}]] balını çıkarsın.
 
([[Risale:Bakara_Suresi_1-3._âyetler#Birinci_Mebhas|İşarat-ül İ'caz]])
----
Hâtimesinde, Kur’an-ı Hakîm’in tevafukat cihetinde i’cazî nüktelerinden gayet parlak bir nükte-i i’caziyesini beyan edip Kur’an Fatiha’da, [[Fatiha]] Besmele’de, Besmele [[Bakara 1|Elif Lâm Mim]]’de bir cihette dercedildiğini beyan ediyor.
 
([[Risale:Fihrist_(Lem%27alar)#Yedinci_Lem'a|Fihrist, 7. Lema]])
----
Hem [[Bakara 1|{{Arabi|الٓمٓ}}]] lerin ve [[Yusuf 1|{{Arabi|الٓرٰ}}]] ların ve [[Mü'min 1|{{Arabi|حٰمٓ}}]] lerin fatihalarına bak; Kur’an’ın, Cenab-ı Hakk’ın yanında ehemmiyetini bilesin.
 
([[Risale:12._Söz#Dördüncü_Esas|12. Söz]])
----
Bir zaman Benî-İsrail âlimlerinden bir kısmı huzur-u Peygamberîde surelerin başlarındaki
 
[[Bakara 1|{{Arabi|الٓمٓ}}]]
 
[[Meryem 1|{{Arabi|كٓهٰيٰعٓصٓ}}]]
 
gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: “Yâ Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır.” Onlara mukabil dedi: “Az değil.” Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: “Daha var.” Onlar sustular.
 
([[Risale:1._Şuâ#Birincisi_2|1. Şua]])
 
===Bakara'daki Gaybi İşaretler, Tevafuklar ve Ebced===
 
====Lafzullah (Allah Lafzı)====
 
Sureler itibarıyladır. Onun dahi çok nükteleri var. Bir intizam, bir kasd ve bir iradeyi gösterir bir tarzda tevafukatı vardır.
 
[[Sure-i Bakara]]’da, âyâtın adediyle lafz-ı Celal’in adedi birdir. Fark dörttür ki Allah lafzı yerinde dört Hû lafzı var. Mesela, Lâ İlahe İllâ Hû’daki Hû gibi. Onunla muvafakat tamam olur.
 
Âl-i İmran’da yine âyâtıyla lafz-ı Celal tevafuktadır, müsavidirler. Yalnız lafz-ı Celal, iki yüz dokuzdur, âyet iki yüzdür. Fark dokuzdur. Böyle meziyat-ı kelâmiyede ve belâgat nüktelerinde küçük farklar zarar vermez, takribî tevafukat kâfidir.
 
Sure-i Nisa, Maide, En’am üçünün mecmu-u âyetleri, mecmuundaki lafz-ı Celal’in adedine tevafuktadır. Âyetlerin adedi dört yüz altmış dört, lafz-ı Celal’in adedi dört yüz altmış bir; Bismillah’taki lafzullah ile beraber tam tevafuktadır.
 
Hem mesela, baştaki beş surenin lafz-ı Celal adedi; Sure-i A’raf, Enfal, Tevbe, Yunus, Hud’daki lafz-ı Celal adedinin iki mislidir. Demek bu âhirdeki beş, evvelki beşin nısfıdır. Sonra gelen Sure-i Yusuf, Ra’d, İbrahim, Hicr, Nahl surelerindeki lafz-ı Celal adedi, o nısfın nısfıdır. Sonra Sure-i İsra, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiya, Hac (Hâşiye<ref>Bu beşer taksimat üzere bir sır inkişaf etmişti. Hiçbirimizin haberi olmadan şurada altı sure kaydolmuş. Şüphemiz kalmadı ki gaibden, ihtiyarımızın haricinde altıncısı girmiş; tâ bu nısfiyet sırr-ı mühimmi kaybolmasın.</ref>) o nısfın nısfının nısfıdır. Sonra gelen beşer beşer, takriben o nisbetle gidiyor; yalnız bazı küsuratla fark var. Öyle farklar, böyle makam-ı hitabîde zarar vermez. Mesela, bir kısım yüz yirmi bir, bir kısmı yüz yirmi beş, bir kısmı yüz elli dört, bir kısmı yüz elli dokuzdur.
 
Sonra Sure-i Zuhruf’tan başlayan beş sure, o nısf-ı nısf-ı nısfın nısfına iniyor. Sure-i Necm’den başlayan beş, o nısf-ı nısf-ı nısf-ı nısfın nısfıdır fakat takribîdir. Küçük küsuratın farkları, böyle makamat-ı hitabiyede zarar vermez. Sonra gelen küçük beşler içinde, üç beşlerin yalnız üçer adet lafz-ı Celal’i var.
 
İşte bu vaziyet gösteriyor ki lafz-ı Celal’in adedine tesadüf karışmamış, bir hikmet ve intizam ile adetleri tayin edilmiş.
 
([[Risale:29._Mektup#İkinci_Nükte_3|29. Mektup]])
----
Kur’an-ı Hakîm’in tevafuk cihetinden tezahür eden i’cazî nüktelerinden bir nüktesi şudur ki: Kur’an-ı Hakîm’de ism-i Allah, Rahman, Rahîm, Rab ve ism-i Celal yerindeki Hüve’nin mecmuu, dört bin küsurdur. [[Risale:7. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#31|{{Arabi|بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ}}]] (Hesab-ı ebcedin ikinci nev’i ki huruf-u heca tertibiyledir) o da dört bin küsur eder. Büyük adetlerde küçük kesirler, tevafuku bozmadığından küçük kesirlerden kat’-ı nazar edildi. Hem {{Arabi|الٓمٓ}} tazammun ettiği iki vav-ı atıf ile beraber iki yüz seksen küsur eder. Aynen [[Bakara Suresi|Sure-i El-Bakara]]’nın iki yüz seksen küsur ism-i Celal’ine ve hem iki yüz seksen küsur âyâtın adedine tevafuk etmekle beraber, ebcedin hecaî tarzındaki ikinci hesabıyla, yine dört bin küsur eder. O da yukarıda zikri geçmiş beş esma-i meşhurenin adedine tevafuk etmekle beraber [[Risale:7. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#31|{{Arabi|بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ}}]] in kesirlerinden kat’-ı nazar, adedine tevafuk ediyor.
 
Demek, bu sırr-ı tevafuka binaen {{Arabi|الٓمٓ}} hem müsemmasını tazammun eden bir isimdir hem El-Bakara’ya isim hem Kur’an’a isim hem ikisine muhtasar bir fihriste hem ikisinin enmuzeci ve hülâsası ve çekirdeği hem [[Risale:7. Lem'a (Ayet-Hadis Mealleri)#31|{{Arabi|بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ}}]] in mücmelidir.
 
([[Risale:7._Lem%27a#Hâtime|7. Lem'a]])
----
İkinci Lafza-i Celal'in sırr-ı tevafuku şudur ki: Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Dördüncü Kısmı'nda ve ayrı bir listede ispat ve beyan edildiği gibi, Lafza-i Celal ve kısmen Lafz-ı Rab ile beraber surelerin âyetleriyle gayet latîf bir münasebet-i adediye ile bir nevi tevafuk var. Ezcümle: [[Bakara Suresi|Sure-i El-Bakara]]'nın âyetiyle Lafz-ı Celal'ın adedi tevafuk ediyor. Sure-i Âl-i İmran hâkeza. Sonra acib bir nisbet-i adediye ile tâ nihayete kadar nısf-ı nısfa ve yarının yarısının yarısına ve hâkeza bir münasebetle gidiyor.
 
([[Risale:29._Mektubun_8._Kısmı_(Rumuzat-ı_Semaniye)#Yedinci_Remzin_İkinci_Parçası|Rumuzat-ı Semaniye]])
----
İkincisi, Lafza-i Celal, surelerin âyâtıyla tevafukudur.
 
Ezcümle: [[Bakara Suresi|Suretü'l-Bakara]]'nın âyâtıyla Lafza-i Celal tevafuk ettiği gibi, Sure-i Âl-i İmran dahi yine Lafza-i Celal ile âyetleri tam tevafuktadır. Sonra acib bir nisbet-i adediye ile surelerin beşer beşer kısım olup nısıf nısıf nısıf gibi bir nisbetle Lafza-i Celal muntazaman bulunuyor.
 
([[Risale:Rumuzat-ı_Semaniye_Fihristi#İKİNCİ_PARÇASI|Rumuzat-ı Semaniye]])
 
====Bakara Suresi ve Risale-i Nur====
 
Risale-i Nur cüzlerinde, [[Sure-i Bakara]]’daki [[Bakara 256|{{Arabi|لَٓا اِكْرَاهَ فِى الدّٖينِ…إلى اٰخر}}]] âyet-i kerîmesinin hakikatli, hikmetli, muhteşem tefsiri; işarî mana ve hesab-ı cifrîsiyle beyan edildiğinden o hakikatli ve haşmetli tefsirin Risale-i Nur’a ve mübarek müellifine latîf işaretleri arasında [[Risale:Nur'un İlk Kapısı (Ayet-Hadis Mealleri)#40|{{Arabi|بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى}}]] nazm-ı celil-i Sübhanîsi, cifirce (1347) rakamını göstererek, “Üstad Bedîüzzaman” ismine cifren tevafuku gösteriyor ki: Bu âyetin Sure-i Lokman’daki âyetle münasebeti ve iki yerde bu hakikatin tekrarı, Risale-i Nur’a çok kuvvetli bir işaret ve îma teşkil etmektedir.
 
([[Risale:Nur%27un_İlk_Kapısı#2._Parça|Nur'un İlk Kapısı]])
----
Hem Lafzullah'ın tekrarındaki nisbet-i adediyesi pek hayret verici bir tarzdadır. Ezcümle:
 
[[Bakara Suresi|Sure-i El-Bakara]]'da Lafzullah iki yüz seksen iki (282), âyetleri iki yüz seksen altıdır (286). Dört adet farkları var. Dört yerde Lafzullah yerinde dört Hüve var. Demek Lafzullah'ın adedi, âyetleriyle tam tevafuk ediyor.
 
Hem Sure-i Âl-i İmran'da Lafzullah iki yüz dokuz (209), âyetleri iki yüzdür (200). Demek âyetten dokuz fazla kalır, El-Bakara'daki noksanı tekmil eder. İki surenin âyetleriyle Lafzullah'ın adedi tam tevafuktadır. [[Zehraveyn (Tavzih)|Zehraveyn]] nam-ı âlîsiyle tabir edilen iki sure-i muazzamada Lafzullah'ın tekrar ve tevafuku, azîm bir nükteyi gösterir.
 
([[Risale:29._Mektubun_3._Kısmı#SEKİZİNCİ_MESELE|Rumuzat-ı Semaniye]])
----
Başta [[Bakara 256|{{Arabi|لَٓا اِكْرَاهَ فِى الدّٖينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ}}]] cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mana-yı işarî ile der: Gerçi o tarihte, dini dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silahla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükûmetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükûmet laik cumhuriyete döner. Fakat ona mukabil manevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıncıyla olacak. Çünkü dindeki rüşd ü irşad ve hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli bürhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’an’dan çıkacak, diye haber verip bir lem’a-i i’caz gösterir.
 
Hem tâ [[Bakara 257|{{Arabi|خَالِدُونَ}}]] kelimesine kadar Risale-i Nur’daki bütün muvazenelerin aslı, menbaı olarak aynen o muvazeneler gibi mükerreren nur ve zulümat ve iman ve karanlıkları karşılaştırmasıyla gizli bir emaredir ki o tarihte bulunan cihad-ı manevî mübarezesinde büyük bir kahraman; Nur namında Risale-i Nur’dur ki dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun manevî elmas kılıncı, maddî kılınçlara ihtiyaç bırakmıyor.
 
([[Risale:11._Şuâ#On_Birinci_Mesele.E2.80.99nin_H.C3.A2.C5.9Fiyesinin_Bir_L.C3.A2hikas.C4.B1d.C4.B1r|11. Şua]])
----
Dokuzuncu Âyet
 
Hem “El-Bakara” suresinde hem “Lokman” suresinde [[Bakara 256|{{Arabi|فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى}}]] cümlesidir. Yani “Allah’a iman eden hiç kopmayacak bir zincir-i nuraniye yapışır, temessük eder.” Risale-i Nur ise iman-ı billahın Kur’anî bürhanlarından bu zamanda en nuranisi ve en kuvvetlisi olduğu tahakkuk ettiğinden bu [[Lokman 22|{{Arabi|بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى}}]] külliyetinde hususi dâhil olduğuna teyiden makam-ı cifrîsi bin üç yüz kırk yedi (1347) ederek Risaletü’n-Nur intişarının fevkalâde parlaması tarihine tam tamına tevafukla bakar. Ve bu on dördüncü asırda Kur’an’ın i’caz-ı manevîsinden neş’et eden bir urvetü’l-vüska ve zulümattan nura çıkaracak bir vesile-i nuraniye Risalei’n-Nur olduğunu remzen bildirir.
 
([[Risale:1._Şuâ#Dokuzuncu_Âyet|1. Şua]])
----
Evvela: Son parçada, başta [[Bakara 256|{{Arabi|بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى}}]] bin üç yüz kırk dört (1344) sehivdir. Eğer okunmayan iki hemze ve medde sayılmazlarsa sehiv değil hem çok manidardır. Doğrusu bin üç yüz kırk yedidir (1347) ki parçanın âhirinde tekrar doğru yazılmış. Hem bâki kalan kısmı hem ehemmiyetli hem dünyaya baktığı için ve “Alak”taki [[Alak 6|{{Arabi|اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰى}}]] o parçadaki tağuta baktığından şimdilik yazdırılmadı.
 
([[Risale:Birinci_Kısım_Mektuplar_(Emirdağ-1)#6._Parça|Emirdağ Lahikası 1]])
 
====Bakara Suresinin Kelime Sayısı====
 
Nasıl ki Sure-i Kevser'in hurufatı, ebcedî makamı üç bin adet olmakla:
 
*Hem Sure-i Yâsin'ın üç bin adet hurufuna
 
*hem Sure-i Furkan'ın üç bin adet hurufuna
 
*hem Sure-i Fâtır'ın üç bin adet hurufuna
 
*hem Sure-i Sebe'in üç bin adet hurufuna
 
*hem Sure-i Ve's-sâffât'ın üç bin adet hurufuna
 
*hem Sure-i Sâd'ın üç bin adet hurufuna
 
*hem Sure-i Ra'd'ın üç bin adet hurufuna
 
*hem Sure-i Er-Rum'un üç bin adet hurufuna
 
*hem Sure-i Zuhruf'un üç bin adet hurufuna
 
*hem Sure-i Şûra'nın üç bin adet hurufuna
 
*hem Sure-i İbrahim'in üç bin adet hurufuna tevafuku ve o on bir surenin birbiriyle muvafakatı ve mutabakatı bilbedahe tesadüf işi olamaz.
 
Aynen öyle de Sure-i Kevser'in en kısa sure olmakla beraber hurufunun makam-ı ebcedîsi olan üç bin adet ile;
 
*En uzun sure olan [[El-Bakara]] örfî kelimatının üç bin adedine...
 
*Hem Sure-i Âl-i İmran kelimatının üç bin adedine...
 
*Hem Sure-i Nisa kelimatının üç bin adedine muvafakatı...
 
Elbette kör tesadüfün işi değil ve rastgele şuursuz ittifakî bir vaziyet olamaz.
 
([[Risale:29._Mektubun_8._Kısmı_(Rumuzat-ı_Semaniye)#İKİNCİ_REMZ'İN_MÜHİM_BİR_ZEYLİ|Rumuzat-ı Semaniye]])
----
[[El-Bakara]] âyâtı iki yüz seksen altı (286), birinci mertebedeki örfî kelimatı Tenvirü'l-Mikbas hesabıyla üç bin yüzdür (3100) ve bizce üç bin dokuz yüzdür (3900). Âyâtı itibarıyla medar-ı ihtilaf olabilen ve münasebat-ı tevafukiyeyi kırmayan kesirlerden kat'-ı nazar edip yalnız küllî yekûnlerini nazara alıyoruz. İşte bu noktaya binaen El-Bakara âyâtı iki yüz adedinde on altı sureye tevafuk ediyor. Gösterdiği ve işaret ettiği sırlara on altı şahid-i müeyyid gösteriyor. O surelerden dört surenin âyetleriyle iki yüzde tevafuk ediyor ve on surenin kelimatlarına iki yüzde muvafakat ediyor ve iki surenin hurufatıyla ittifak ediyor. Ve bu sırr-ı tevafukla 200 tarihine ve 1200 tarihindeki hâdisata işaret noktasında on yedi sure bi'l-ittifak beraberdir. Ve bu on yedi surenin tevafukatı iki yüz seksen sekiz (288) adet tevafuk envaları oluyor. Elbette bu derece kesretli enva-ı tevafukat hikmetsiz değiller.
 
El-Bakara'nın kelimat-ı örfiyesi üç bin dokuz yüz (3900) olmak cihetiyle yine acibdir ki âyât cihetiyle nasıl on altı sureye ittifak ediyor, kelimat cihetiyle de yine on altı sure ile üç bin adedine tevafuk ediyor. Dört surenin kelimatıyla üç binde müttefiktir. On iki surenin hurufatıyla üç binde ittihad ediyor.
 
Elhasıl: Sure-i El-Bakara âyât ve kelimatı itibarıyla otuz iki sure ile tevafuk etmekle Kur'an'ın mecmu-u surelerinin bir sülüsüyle ittihad etmek, elbette mühim hikmetler içindir ve mühim sırlara işaretleri vardır.
 
([[Risale:29._Mektubun_8._Kısmı_(Rumuzat-ı_Semaniye)#Birinci_Misal|Rumuzat-ı Semaniye]])
----
Birinci mikyas: Kelimat için tam bir sahife takriben yüzden yüz elli kelimeye kadar çıkar. Yalnız [[Bakara Suresi|Sure-i El-Bakara]] müstesnadır. Çünkü kırk sahifeden fazla olduğu halde kelimatı, üç bin dokuz yüz (3900) yazılmış. Mikyasımızla beş bin küsur olmalı idi. Fakat o tefsire ittibaa mecbur oldum. Kavî bir ihtimaldir ki o surede kelimat değil belki kelâmlar ve cümleler hükmündeki kelimeleri irade etmiş. Onun için mikyasımı onda tatbik etmedim. Sair surelerde bu mikyas ile sırr-ı tevafukun medarı olan küllî adetler anlaşılır. Kesirlerin ihtilafı meselemize zarar vermez.
 
İkinci mikyas: Hurufat için yaptım, takribî her bir tam sahife beş yüzden altı yüze kadardır. Bu mikyas ile surelerin takribî aded-i hurufu anlaşılır. İnşâallah tevfik-i İlahî refik olsa her bir surenin hem kelimatını, hem de hurufatını ikişer tarzda bir derece tahkikî bir surette yazmasını niyet ediyorum. Hem kelimat-ı nahviye hem kelimat-ı örfiyeyi hem huruf-u melfuza hem şedde, tenvin, gayr-ı melfuza ile beraber ayrı ayrı yazılacak.
 
Fakat halim müsaadesiz, vakit dar, ben de yalnızım. Hâfızam kuvvetini kaybetmiş. Böyle pek geniş hesabî ve adedî mesailde elbette çok yorgunluk verir, çok da kusurat düşebilir. Hattâ bu gelen listeyi Hâfız Tevfik şahittir ki bir günde dokuz saatte mezkûr iki mikyas ile ve eski mahfuzatımla yazmıştım. Halbuki bu listenin tahkikî bir surette çıkması, on günden fazla bir zamana muhtaçtır. Ben şimdi hem hasta hem yalnız hem bundan başka nüsha yok ki mukabele edeyim. Hem yeniden telif eder gibi o geniş hesapları düşünmeye halim müsâid değil. "İnşâallah çok tashihe muhtaç değil." diye rakamlarıyla uğraşamadım.
 
...
 
Bu liste çendan bir derece takribîdir. Fakat kesirlerin ihtilafına bakmayan tevafuk esrarına me'haz olabilir.
 
Sure-i El-Bakara kelimatı Tefsirü'l-Mikbas üç bin üç yüz (3300) yazmış. Biz üç bin dokuz yüz (3900) yazmışız. Halbuki zahire göre her ikimiz de noksan bırakmışız. Fakat hakikat itibarıyla her birimiz bir cihette haklıyız. Çünkü kelimat-ı örfiyenin iki mertebesi var:
 
Bir mertebesi: O kelime bir derece maksud bir manayı, bir hükmü ifade eder. Âdeta ilm-i nahivce nâkıs cümle hükmündedir.
 
İkinci mertebesi: Genişlikçe evvelki mertebeden aşağı fakat kelimat-ı nahviyeden yukarıdır.
 
İşte İbn-i Abbas (ra) ve rivayete istinad eden o meşhur tefsir, Sure-i El-Bakara'da birinci mertebe nokta-i nazarında hesap etmiş ve buna işareten kelimat yerine kelâmları demiş. Sair surelerin ekserisinde ikinci mertebe ile hesap ettiği görünüyor. Benim eski mahfuzatım, bu tarzdaki tefsirlere ve rivayete istinad etmiş.
 
Şimdi ise El-Bakara suresinin nahvî cümlelerini saydım. Onlar üç binden geçti. Demek birinci mertebedeki kelimat-ı örfiye üç bin küsur oluyor. Hem ikinci mertebe ile birinci mertebe ortasında saydım, üç bin dokuz yüz küsur oldu.
 
Hakikat-i hal böyle olduğu için, matbaa ve müstensihlerin sehiv ve hatalarından başka, o tefsiri esas kabul etmek lâzım gelir.
 
Fakat beş altı mühim yerlerde ve on ve on beş cüz'î ve kesirli yerlerde ona muhalefet etmeye mecbur oldum. Çünkü tahkikatımla anladım ki matbaa ve müstensihler sehiv etmişler. Her ne ise...
 
Bu listeyi yazmaya mecbur oldum. Çünkü tevafukat anahtarıyla açılan her bir mezaya-yı i'caziye ve esrar-ı Kur'aniyeyi kuvve-i hâfıza vasıtasıyla mecmu-u Kur'an'dan çıkarmak benim gibi hâfız olmayan ve kuvve-i hâfızası eski kuvvetini zayi eden bir adama çok müşkül olduğundan, kolaylık için bu fihristeyi yazdım.
 
Fakat acele, bir günde yazıldığından takribî olmuş. İnşâallah bir zaman fedakâr kardeşlerim muavenetiyle tahkikî bir surette yazılacaktır.
 
([[Risale:29._Mektubun_8._Kısmı_(Rumuzat-ı_Semaniye)#Birinci_Parçası|Rumuzat-ı Semaniye]])
----
Yine Kenzü'l-Arş Duası'nın feyzinden gelen ikinci nükte-i tevafukiyedir. Bu nükteden numune için üç misal:
 
Birincisi: Suver-i Kur'aniyenin aded-i hurufatı 3000'de tevafukatı pek hârika ve mu'cizanedir.
 
Mesela: En kısa sure olan Sure-i Kevser'in hurufatı ebcedî makamı 3000 olmakla; hem Sure-i Yâsin'in 3000 aded-i hurufuna, hem Sure-i Furkan'ın 3000, hem Sure-i Fâtır'ın 3000, hem Sure-i Ve's-sâffât'ın 3000, hem Sure-i Sad'ın 3000, hem Ra'd'ın 3000, hem Er-Rum'un 3000, hem Ez-Zuhruf'un 3000, hem Sure-i Şûra'nın 3000, hem İbrahim'in 3000, bu surelerin 3000 hurufatına tevafuku ve 11 surenin bu 3000'de birbiriyle muvafakatı ve mutabakatı bilbedahe tesadüf işi olamaz. Belki i'caz-ı Kur'an'ın bir şu'lesidir ki, hurufata serpilmesidir ve yaldızlamasıdır.
 
Hem en kısa sure olan Sure-i Kevser hurufunun makam-ı ebcedîsi olan 3000 adediyle, en uzun sure olan [[El-Bakara]]'nın örfî yani kelâm hükmündeki kelimatının 3000 adedine ve Âl-i İmran'ın hakiki kelimatının 3000 adedine ve Sure-i Nisa kelimatının 3000 adedine tevafuku elbette kör tesadüfün işi değil ve rastgele ve şuursuz ve ittifakî bir vaziyet olamaz. Belki sırr-ı i'cazın bir cilvesinin şuaı ile bir intizamdır. Böyle büyük tevafukatta küçük küsurat münasebat-ı tevafukiyeyi bozmadığından nazara alınmadı.
 
([[Risale:Rumuzat-ı_Semaniye_Fihristi#İkinci_Remzin_mühim_bir_zeyli|Rumuzat-ı Semaniye]])
 
===İsm-i A’zamı Gösteren Bakara 164 Ayeti===
 
[[Bakara 164|{{Arabi|اِنَّ فٖى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتٖى تَجْرٖى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فٖيهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍ وَتَصْرٖيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ}}]]
 
Şu âyet, vücub ve vahdeti gösterdiği gibi bir ism-i a’zamı gösteren gayet büyük bir penceredir.
 
İşte şu âyetin hülâsatü’l-hülâsası şudur ki kâinatın ulvi ve süflî tabakatındaki bütün âlemler ayrı ayrı lisanla bir tek neticeyi, yani bir tek Sâni’-i Hakîm’in rububiyetini gösteriyorlar. Şöyle ki:
 
Nasıl göklerde (hattâ kozmoğrafyanın itirafıyla dahi) gayet büyük neticeler için gayet muntazam hareketler, bir Kadîr-i Zülcelal’in vücud ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.
 
Öyle de zeminde bilmüşahede (hattâ coğrafyanın şehadetiyle ve ikrarıyla) gayet büyük maslahatlar için mevsimlerdeki gibi gayet muntazam tahavvülatlar dahi aynı o Kadîr-i Zülcelal’in vücub ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.
 
Hem nasıl berrde ve bahirde kemal-i rahmet ile rızıkları verilen ve kemal-i hikmet ile muhtelif şekiller giydirilen ve kemal-i rububiyetle türlü türlü duygularla teçhiz edilen bütün hayvanat, birer birer yine o Kadîr-i Zülcelal’in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla gayet geniş bir mikyasta azamet-i uluhiyetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.
 
Öyle de bağlardaki muntazam nebatat ve nebatatın gösterdikleri müzeyyen çiçekler ve çiçeklerin gösterdikleri mevzun meyveler ve meyvelerin gösterdikleri müzeyyen nakışlar, birer birer yine o Sâni’-i Hakîm’in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, külliyetleriyle gayet şaşaalı bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.
 
Hem nasıl cevv-i semadaki bulutlardan mühim hikmetler ve gayeler ve lüzumlu faydalar ve semereler için tavzif edilen ve gönderilen katreler, katreler adedince yine o Sâni’-i Hakîm’in vücubunu ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.
 
Öyle de zemindeki bütün dağların ve dağlar içindeki madenlerin ayrı ayrı hâsiyetleriyle beraber ayrı ayrı maslahatlar için ihzar ve iddiharları, dağ metanetinde bir kuvvetle yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.
 
Hem nasıl sahralarda ve dağlardaki küçük küçük tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmeleri, her biri bir Sâni’-i Hakîm’in vücubuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla haşmet-i saltanatını ve kemal-i rububiyetini gösterir.
 
Öyle de bütün otlarda ve ağaçlardaki bütün yaprakların türlü türlü eşkâl-i muntazamaları ve ayrı ayrı vaziyetleri ve cezbekârane mevzun hareketleri, yapraklar adedince yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücudunu ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.
 
Hem nasıl bütün ecsam-ı nâmiyede, büyümek zamanında muntazaman hareketleri ve türlü türlü âlât ile teçhizleri ve çeşit çeşit meyvelere şuurkârane teveccühleri, her biri ferden ferdâ yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret eder. Ve heyet-i mecmuasıyla gayet büyük bir mikyasta ihata-i kudretini ve şümul-ü hikmetini ve cemal-i sanatını ve kemal-i rububiyetini gösterir.
 
Öyle de bütün hayvanî cesetlerde kemal-i hikmetle nefislerini, ruhlarını yerleştirmek, türlü türlü cihazat ile kemal-i intizam ile teslih etmek, türlü türlü hizmetlerde kemal-i hikmetle göndermek, hayvanat adedince belki cihazatları sayısınca yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ve işaret ettikleri gibi heyet-i mecmuasıyla gayet parlak bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.


Hem nasıl bütün kalplere, insan ise her nevi ulûm ve hakikatleri bildiren, hayvan ise her nevi hâcetlerinin tedarikini öğreten bütün ilhamat-ı gaybiye, bir Rabb-i Rahîm’in vücudunu ihsas eder ve rububiyetine işaret eder.


Öyle de gözlere kâinat bostanındaki manevî çiçekleri toplayan şuâat-ı ayniye gibi zahirî ve bâtınî bütün duyguların, ayrı ayrı âlemlere her biri birer anahtar olmaları, yine o Sâni’-i Hakîm, o Fâtır-ı Alîm, o Hâlık-ı Rahîm, o Rezzak-ı Kerîm’in vücub-u vücudunu ve vahdet ve ehadiyetini ve kemal-i rububiyetini güneş gibi gösterir.


İşte şu yukarıda geçen on iki ayrı ayrı pencerelerden, on iki vecihten bir pencere-i a’zam açılıyor ki on iki renkli bir ziya-yı hakikat ile Cenab-ı Hakk’ın ehadiyetini ve vahdaniyetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.


İşte ey bedbaht münkir! Şu daire-i arz kadar, belki medar-ı senevîsi kadar geniş olan şu pencereyi ne ile kapatabilirsin? Ve güneş gibi parlak olan şu maden-i nuru ne ile söndürebilirsin ve hangi perde-i gaflette saklayabilirsin?


([[|]])
([[Risale:33._Söz#Otuz_.C3.9C.C3.A7.C3.BCnc.C3.BC_S.C3.B6z|33. Söz]])


==Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler==
==Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler==
111. satır: 445. satır:
*[[Al-i İmran Suresi]]: Bakara suresiyle birlikte Zehrâvân veya Zehrâveyn adı verilen ve Kur'an'da Bakara suresinden sonra gelen sure.
*[[Al-i İmran Suresi]]: Bakara suresiyle birlikte Zehrâvân veya Zehrâveyn adı verilen ve Kur'an'da Bakara suresinden sonra gelen sure.
*[[İnek]]: Bakara suresine adını veren hayvan.
*[[İnek]]: Bakara suresine adını veren hayvan.
*[[Ayet-el Kürsi]]
*[[Ayet-el Kürsi]]: Kur’an âyetlerinin en yücesi olan olan Bakara'nın 255. ayeti
*[[Huruf-u Mukattaa]]
*[[Huruf-u Mukattaa]]: Kur’an’da Bakara dahil 29 sûrenin başında yer alan ve isimleriyle telaffuz edilen harflerin ortak adı.


==İlgili Kategoriler/Sayfalar==
==İlgili Kategoriler/Sayfalar==

22.39, 6 Ağustos 2024 tarihindeki hâli

Önceki Sure: FâtihaKur'ânÂl-i İmrân: Sonraki Sure

Bakara suresini Bakara suresi okuma sayfasında mealiyle beraber okuyabilirsiniz

Bu addaki hayvan için İnek sayfasına gidin

El-Bakara (البقرة) Suresi Kur'ân-ı Kerim'in 2. suresi olup Fâtiha ve Âl-i İmrân sureleri arasında yer alır. Fâtiha sûresinden sonra en faziletli sûre olduğuna dair rivayet vardır. Kur'an'ın en uzun suresidir. Sure, hacim itibarıyla Kur’an’ın 1/12’sini teşkil eder. Verdiği mesajlar (1) İman esasları ve tevhid inancı, (2) Kur’an'ın hidayetinin ne olduğunu ve (3) Müslümanların başka dinlerin mensuplarından ayrı nasıl bir ümmet olduğu şeklinde 3 ana başlıkta toplanabilir.

Çöl iklimi hüküm süren Mısır'a hayat veren Nil Nehri sayesinde ziraat imkanı doğması sonucu Mısır halkı ziraat vasıtası olan "bakar"ı (sığır) ve öküzü onlara tapacak derecede kutsal saymış, o zamanlar orada yaşayan İsrailoğulları da bundan etkilenmişti. Hz. Mûsâ devrinde, İsrâiloğulları arasında fâili bulunamayan bir cinayetten Cenab-ı Allah bazı özellikleri taşıyan inek (sığır) kesilmesi emretti. Hz. Musa'nın İsrailoğullarına işlemiş bu ineğe tapma inancını kesip öldürdüğünü bir sığırın boğazlanması hadisesiyle anlatan ve yalnızca Bakara suresinde geçen bu kıssa bu sureye adını vermiştir (67. - 71. ayetler).

Borç ve alacakların miktarıyla ödeme zamanlarının yazılmasından bahseden Kur'an'ın en uzun ayeti (Bakara 282), Kur'ân'ın en son (hicretin 10. yılında 10 Zilhicce'de) indiği rivayet edilen ayet (Bakara 281), Kur’an âyetlerinin en yücesi olan Ayet-el Kürsi (Bakara 255) ve Yatsı namazlarında sonra aşir olarak okunan Âmenerrasûlu (Bakara 285-Bakara 286) bu surede yer alır.[1]

Risale-i Nur'da Bakara Suresi hakkındaki dersler:

  • ﺍِﻧَّﺎ ﻟِﻠَّﻪِ ﻭَﺍِﻧَّٓﺎ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺭَﺍﺟِﻌُﻮﻥَ O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler.Ve o iki ilaç ise biri sabır ile tevekküldür. Hâlık’ının kudretine istinad, hikmetine itimattır. Öyle mi? Evet, emr-i “كُنْ فَيَكُونُ”e mâlik bir Sultan-ı Cihan’a acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira en müthiş bir musibet karşısında اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ deyip itminan-ı kalp ile Rabb-i Rahîm’ine itimat eder.

Bilgiler[değiştir]

İsminin Anlamı ve Kaynağı: Bakara; sığır, inek anlamına gelir ama surede tek inek anlamında kullanılmıştır ve sure ismini 67.-71. ayetlerinde geçen ve Yahudilere kesmeleri emredilen sığırdan almıştır.

Diğer İsimleri: El-Bakara, içindeki geçen Âyetü’l-kürsî’den dolayı Sûretü’l-kürsî, ihtiva ettiği hükümlerin çokluğu sebebiyle Füstâtü’l-Kur’ân. Sûrenin biri “senâm” (zirve), diğeri “zehrâ” (parlak beyaz, nurlu) olmak üzere iki de lakabı vardır. Nitekim üçüncü sûre olan Âl-i İmrân ile birlikte bu iki sûreye “Zehrâvân” denilmiştir. Türkçe’de “hatim başı” veya “büyük elif-lâm-mîm” diye de adlandırılır.

Kur'ân'daki Sırası: 2

Kur'ân'daki Yeri: 1. cüz, 1. sayfa

Mekkî/Medenî: Medenî[1]

Nuzül (İnme) Sırası: 87

Kendisinden Önce Nazil Olan Sure: Mutaffifîn

Kendisinden Sonra Nazil Olan Sure: Enfâl

Nuzülü (İnme) Hakkındaki Bilgiler: Sûrenin ilk âyetlerinin hicretten sonra Medine’de ilk nâzil olan âyetler olduğu kabul edilir. Buna göre hicretten sonra inmeye başlayan sûrenin nüzûlü 9-10 yıl sürmüş ve bütün Medine devri boyunca devam etmiştir.[1]

Uzunluğu: 48,0 sayfa

Ayet Sayısı: 286

Satır Sayısı: 712

Kelime Sayısı: 3.900[2], 6.121[3]

Harf Sayısı: 25.500[4], 25.613[5]

Fasıla Harfleri: Be, Dal, Ra, Kaf, Lam, Min ve Nun

Bölüm (Ayn Durakları) Sayısı: 40

Secde Ayeti: -

Allah lafzı sayısı: 299

Rahman ismi sayısı: 2

Rahim ismi sayısı: 12

Rab ismi sayısı: 49

İçinde Kur'an kelimesi geçen ayetler: 1 (Bakara 185)

Hizb-ül Kur'an'da Geçen Ayetler Listesi: Bakara Suresindeki Hizb-ül Kur'an Ayetleri (17 ayet)

Bu ayetleri okumak için: Hizb-i Azam-ı Kur'an, Bakara Kısmı

Münâcât-ül Kur'an'da İktibas Edilen Ayetler: 22., 29., 31., 116-117., 222. ve 255. ayetler (7 ayet)

Risale-i Nur'da Geçen Ayet Sayısı: 97 (Bkz. Bakara Suresinin Risale-i Nur'da Geçen Ayetleri)

Risale-i Nur'da Tamamı Geçen Ayetler: 1.-33., 74., 154., 156., 164. ve 256. ayetler (Toplam 38 ayet)

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Bediüzzaman'ın yaptığı Bakara suresinin 1.-33. ayetlerinin tefsiri için İşarat-ül İ'caz adlı kitabının ilgili kısmına bakın

İneğin Kesilmesi Kıssası[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْلٖيسَ

اِنَّ اللّٰهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً

Bir gün şu âyetleri okurken iblisin ilkaatına karşı Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden üç nükte ilham edildi. Vesvesenin sureti şudur. Dedi ki:

Dersiniz: “Kur’an mu’cizedir. Hem nihayetsiz belâgattadır. Hem umuma her vakitte hidayettir.” Halbuki şöyle bazı hâdisat-ı cüz’iyeyi tarihvari bir surette musırrane tekrar etmekte ne mana var? Bir ineği kesmek gibi bir vakıa-i cüz’iyeyi, o kadar mühim tavsifat ile böyle zikretmek, hattâ o sure-i azîmeye de El-Bakara tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de Âdem’e secde olan hâdise, sırf bir emr-i gaybîdir. Akıl ona yol bulamaz. Kavî bir imandan sonra teslim ve iz’an edilebilir. Halbuki Kur’an, umum ehl-i akla ders veriyor. Çok yerlerde اَفَلَا يَعْقِلُونَ der, akla havale eder. Hem taşların tesadüfî olan bazı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle beyan etmekte ne hidayet var?

İlham olunan nüktelerin sureti şudur:

Kur’an-ı Hakîm’de çok hâdisat-ı cüz’iye vardır ki her birisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor.

...

Mısır kıtası, kumistan olan Sahra-yı Kebir’in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek’in feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçtiğinden o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübareğin bulunması, felahat ve ziraatı ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş. Ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı kudsiye ve vasıta-i ziraat olan “bakar”ı ve “sevr”i mukaddes, belki mabud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti sevre, bakara ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi o kıtada neş’et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, “icl” meselesinden anlaşılıyor.

İşte Kur’an-ı Hakîm, Hazret-i Musa aleyhisselâmın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakar-perestlik mefkûresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile ifham ediyor.

İşte şu hâdise-i cüz’iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit hem herkese gayet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğunu ulvi bir i’caz ile beyan eder.

Buna kıyasen bil ki Kur’an-ı Hakîm’de bazı hâdisat-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz’î hâdiseler, küllî düsturların uçlarıdır. Hattâ çok surelerde zikir ve tekrar edilen Kıssa-i Musa’nın yedi cümlelerine misal olarak Lemaat’ta İ’caz-ı Kur’an Risalesi’nde, o cüz’î cümlelerin her bir cüzünün nasıl mühim bir düstur-u küllîyi tazammun ettiğini beyan etmişiz. İstersen o risaleye müracaat et.

(20. Söz)


Îcaz-ı Kur’anî o derece câmi’ ve hârıktır, dikkat edilse görünüyor ki bazen bir denizi bir ibrikte gösteriyor gibi pek geniş ve çok uzun ve küllî düsturları ve umumî kanunları, basit ve âmî fehimlere merhameten basit bir cüzüyle, hususi bir hâdise ile gösteriyor. Binler misallerinden yalnız iki misaline işaret ederiz.

Birinci Misal: Yirminci Söz’ün Birinci Makamı’nda tafsilen beyan olunan üç âyettir ki şahs-ı Âdem’e talim-i esma unvanıyla nev-i benî-Âdem’e ilham olunan bütün ulûm ve fünunun talimini ifade eder. Ve Âdem’e, melaikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudat musahhar olduğu gibi yılandan şeytana kadar muzır mahlukatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.

Hem kavm-i Musa (as) bir bakarayı, bir ineği kesmekle Mısır bakar-perestliğinden alınan ve “İcl” hâdisesinde tesirini gösteren bir bakar-perestlik mefkûresinin Musa aleyhisselâmın bıçağıyla kesildiğini ifade ediyor.

(25. Söz)


Birinci Makamı: Sure-i Bakara’nın başında Hazret-i Âdem’e meleklerin secdesi ve bir bakaranın zebhi ve taşlardan su çıkması hakkındaki üç mühim âyete karşı şeytanın gayet müthiş üç şüphesini öyle bir tarzda reddedip mahveder ki şeytanı ve şeytan gibi insanları öyle desiselerden perişan edip vazgeçiriyor. Çünkü onlar, tenkit ve itirazlarıyla lemaat-ı i’caziyenin kapısını açtırttılar. O üç âyetten üç lem’a-i i’caziye göründü.

(Fihrist (Sözler))

Huruf-u Mukattaa'dan Elif-Lam-Mim[değiştir]

Ana Madde: Huruf-u Mukattaa

Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa İlahî bir şifredir. Has abdine, onlarla bazı işaret-i gaybiye veriyor. O şifrenin miftahı, o abd-i hastadır hem onun veresesindedir. Kur’an-ı Hakîm madem her zaman ve her taifeye hitap ediyor; her asrın her tabakasının hissesini câmi’ çok mütenevvi vücuhları, manaları olabilir. Selef-i Salihîn ise en hâlis parça onlarındır ki beyan etmişler. Ehl-i velayet ve tahkik, seyr ü sülûk-u ruhaniyeye ait çok muamelat-ı gaybiye işaratını onlarda bulmuşlar. İşaratü’l-İ’caz tefsirinde “El-Bakara” Suresi’nin başında, i’caz-ı belâgat noktasında bir nebze onlardan bahsetmişiz; müracaat edilsin.

(29. Mektup)


Kur’an-ı Hakîm’in tevafuk cihetinden tezahür eden i’cazî nüktelerinden bir nüktesi şudur ki: Kur’an-ı Hakîm’de ism-i Allah, Rahman, Rahîm, Rab ve ism-i Celal yerindeki Hüve’nin mecmuu, dört bin küsurdur. بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ (Hesab-ı ebcedin ikinci nev’i ki huruf-u heca tertibiyledir) o da dört bin küsur eder. Büyük adetlerde küçük kesirler, tevafuku bozmadığından küçük kesirlerden kat’-ı nazar edildi. Hem الٓمٓ tazammun ettiği iki vav-ı atıf ile beraber iki yüz seksen küsur eder. Aynen Sure-i El-Bakara’nın iki yüz seksen küsur ism-i Celal’ine ve hem iki yüz seksen küsur âyâtın adedine tevafuk etmekle beraber, ebcedin hecaî tarzındaki ikinci hesabıyla, yine dört bin küsur eder. O da yukarıda zikri geçmiş beş esma-i meşhurenin adedine tevafuk etmekle beraber بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ in kesirlerinden kat’-ı nazar, adedine tevafuk ediyor.

Demek, bu sırr-ı tevafuka binaen الٓمٓ hem müsemmasını tazammun eden bir isimdir hem El-Bakara’ya isim hem Kur’an’a isim hem ikisine muhtasar bir fihriste hem ikisinin enmuzeci ve hülâsası ve çekirdeği hem بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ in mücmelidir.

(7. Lem'a)


الٓمٓ

Surelerin başlarında bulunan huruf-u mukattaaya ait izahatı dört mebhasta zikredeceğiz.

Birinci Mebhas

الٓمٓ ile surelerin evvellerinde bulunan huruf-u mukattaadan teneffüs eden i’caz hakkındadır. İ’caz, inci gibi incecik letaif-i belâgatın parıltılarının imtizaç ve içtimaından tecelli eden bir nurdur. Bu mebhasta, bu nuru birkaç letaif zımnında izah etmekle parlatacağız. Fakat her bir latîfe ince ve ziyası az ise de letaifin heyet-i mecmuasından hasıl olan tam bir ziya ile fecr-i sadık çıkacaktır.

1- Hece harflerinin adedi –elif-i sakine hariç kalmak şartıyla– yirmi sekiz harftir. Kur’an-ı Azîmüşşan, surelerin başında bu harflerin yarısını zikretmiş, yarısını da terk etmiştir.

2- Kur’an’ın almış olduğu nısıf, terk ettiği nısıftan daha ziyade kesîrü’l-istimaldir.

3- Kur’an, surelerin başında zikrettiği kısım içinde, lisan üzerine daha suhuletli olan “elif, lâm”ı çok tekrar etmiştir.

4- Kur’an aldığı harfleri, hece harflerinin adedince surelere tevzi etmiştir.

5- Hece harflerinin mehmuse, mechure, şedide, rahve, müsta’liye, münhafıza, müntabıka, münfetiha gibi çiftli cinslerinin her birisinden yine nısıf almıştır.

6- Çifti, yani eşi olmayan –evtar– kısmında sakîlden azı, hafiften çoğu almıştır. Kalkale, zelâka gibi.

7- Kur’an-ı Azîmüşşan’ın, surelerin başındaki huruf-u mukattaanın zikredilen minval üzerine tansifleri hakkında ihtiyar ettiği tarîk, beş yüz dört ihtimalden intihab edilmiştir. Ve intihab edilen şu tarîkten başka hiçbir ihtimal ile mezkûr tansif mümkün değildir. Çünkü taksimler pek çok birbirine girmiş ve çok mütefavittir. Bu gibi i’caz lem’alarından hisse alamayan, zevkine levm ve itab etsin.

İkinci Mebhas

Bu mebhasta da birkaç letaif vardır:

1- الٓمٓ ile emsalinde göze çarpan garabet, bu harflerin pek garib ve acib bir şeyin mukaddimesi ve keşif kolları olduklarına işarettir.

2- Bu surelerin başlarındaki taktî-i huruf ile isimleri hecelemek, müsemmanın me’hazine ve neden neş’et ettiğine işarettir.

3- Bu harflerin taktîi, müsemmanın vâhid-i itibarî olup terkib-i mezcî olmadığına işarettir.

4- Bu harflerin taktî ile ta’dadı, sanatın madde ve me’hazini muhataba göstermekle muarazaya talip olanlara karşı meydan okuyarak “İşte i’caz sanatını, şu gördüğünüz harflerin nazım ve nakışlarından yaptım. Buyurunuz meydana!” diye onların tahkirane tebkitlerine (tekdirlerine) işarettir.

5- Manadan soyulmuş şu hece harflerinin zikri, muarızları hüccetsiz bırakmaya işarettir. Evet Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, şu manasız harflerin lisan-ı haliyle ilan ediyor ki: “Ben sizden beliğ manaları, hükümleri, hakikatleri ifade eden yüksek hutbeleri ve nutukları istemiyorum. Yalnız şu ta’dad ettiğim harflerden bir nazire yapınız, velev iftira ve hikâyelerden ibaret bile olursa olsun!”

6- Harfleri ta’dad ile hecelemek, yeni kıraata ve kitabete başlayan müptedilere mahsustur. Bundan anlaşılıyor ki Kur’an, ümmi bir kavme ve müptedi bir muhite muallimlik yapıyor.

7- ا, ل, د gibi harfleri, mesela “elif, lâm, dal” gibi isimleriyle tabir ve zikretmek, ehl-i kıraat ve erbab-ı kitabetin ittihaz ettikleri bir usûldür. Bundan anlaşılıyor ki hem söyleyen hem dinleyen ümmi olduklarına nazaran bu tabirler, söyleyenden doğmuyor ve onun malı değildir ancak başka bir yerden ona geliyor.

Ey arkadaş! Bu letaifin ince iplerinden dokunan yüksek nakş-ı belâgatı göremeyen adam, belâgat ehlinden değildir. Erbab-ı belâgata müracaat etsin.

Üçüncü Mebhas

الٓمٓ i’cazın esaslarından îcazın en yüksek ve en ince derecesine bir misaldir. Bunda da birkaç letaif vardır:

1- الٓمٓ üç harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki: Elif, هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ الْاَزَلِىِّ hükmüne ve kaziyesine; lâm, نَزَلَ بِهٖ جِبْرٖيلُ hükmüne ve kaziyesine; mim عَلٰى مُحَمَّدٍ ع.ص.م. hükmüne ve kaziyesine remzen ve îmaen işarettir.

Evet, nasıl ki Kur’an’ın hükümleri uzun bir surede, uzun bir sure kısa bir surede, kısa bir sure bir âyette, bir âyet bir cümlede, bir cümle bir kelimede, o kelime de “sin, lâm, mim” gibi huruf-u mukattaada irtisam eder, görünür. Kezalik الٓمٓ in her bir harfinde mezkûr hükümlerden biri temessül etmiş görünüyor.

2- Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa, İlahî bir şifredir. Beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı ancak Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdadır.

3- Şifrevari şu huruf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın fevkalâde bir zekâya mâlik olduğuna işarettir ki Muhammed aleyhissalâtü vesselâm remizleri, îmaları ve en gizli şeyleri sarîh gibi telakki eder, anlar.

4- Şu harflerin taktîi; harf ve lafızların hâvi oldukları kıymet, yalnız ifade ettikleri manalara göre olmayıp ilm-i esrarü’l-hurufta beyan edildiği gibi adet ve sayılar misillü, harflerin arasında fıtrî münasebetlerin bulunduğuna işarettir. (Hâşiye[6])

5- الٓمٓ taktîiyle, bütün harflerin esas mahreçleri olan “halk, vasat, şefe” mahreçlerine işarettir. Ve zihinlerin nazar-ı dikkatini şu mahreçlere çeviriyor ki zihinler, gerek bu üç mahreçte, gerek bunlara bağlı küçük küçük mahreçlerde lafızların ve harflerin nasıl vücuda geldiklerini hayret ve ibretle mütalaa etsinler.

Ey zihnini belâgatın boyasıyla boyayan arkadaş! Bu letaifi sıkacak olursan هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ içinden çıkacaktır.

Dördüncü Mebhas

الٓمٓ emsaliyle beraber terkip şeklinden taktî suretinde zikirleri, bu şeklin müstakil olup hiçbir imama tabi olmadığına ve hiç kimseyi taklit etmiş olmadığına ve üslupları acib, çeşitleri garib yeni saha-i vücuda gelen bir bedîa olduğuna işarettir. Bu mebhasta da birkaç letaif vardır:

1- Hatip ve beliğlerin âdetindendir ki mesleklerinde daima bir misale tabi oluyorlar ve bir örnek üzerine nakış dokuyorlar ve işlenmiş bir yolda yürüyorlar. Halbuki bu harflerden anlaşıldığına nazaran Kur’an, hiçbir misale tabi olmamıştır ve hiçbir nakş-ı belâgat örneği üzerine nakış yapmamıştır ve işlenmemiş bir yolda yürümüştür.

2- Kur’an baştan aşağıya kadar, nâzil olduğu heyet üzerine bâkidir. Bu kadar Kur’an’ı taklit etmeye müştak olan dostlar ve mütehacim düşmanlara rağmen, şimdiye kadar Kur’an’ın ne taklidi yapılmış ve ne de bir misali gösterilmiştir. Evet Kur’an, milyonlarca Arabî kitaplarla mukayese edilirse benzeri bulunamaz. O halde Kur’an ya hepsinin altındadır, bu ise muhaldir; öyle ise hepsinin fevkindedir, öyle ise Allah’ın kelâmıdır.

3- Beşerin sanatı olan bir şey, bidayette çirkin ve gayr-ı muntazam olur, sonra yavaş yavaş intizama sokulur. Kur’an ise ilk zuhurunda gösterdiği halâveti, güzelliği, gençliği şimdi de öylece muhafaza etmektedir.

Ey belâgat letafetinin kokusunu koklayan arkadaş! Zihnini şu mebahis-i erbaaya gönder ki bal arısı اَشْهَدُ اَنَّ هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ balını çıkarsın.

(İşarat-ül İ'caz)


Hâtimesinde, Kur’an-ı Hakîm’in tevafukat cihetinde i’cazî nüktelerinden gayet parlak bir nükte-i i’caziyesini beyan edip Kur’an Fatiha’da, Fatiha Besmele’de, Besmele Elif Lâm Mim’de bir cihette dercedildiğini beyan ediyor.

(Fihrist, 7. Lema)


Hem الٓمٓ lerin ve الٓرٰ ların ve حٰمٓ lerin fatihalarına bak; Kur’an’ın, Cenab-ı Hakk’ın yanında ehemmiyetini bilesin.

(12. Söz)


Bir zaman Benî-İsrail âlimlerinden bir kısmı huzur-u Peygamberîde surelerin başlarındaki

الٓمٓ

كٓهٰيٰعٓصٓ

gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: “Yâ Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır.” Onlara mukabil dedi: “Az değil.” Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: “Daha var.” Onlar sustular.

(1. Şua)

Bakara'daki Gaybi İşaretler, Tevafuklar ve Ebced[değiştir]

Lafzullah (Allah Lafzı)[değiştir]

Sureler itibarıyladır. Onun dahi çok nükteleri var. Bir intizam, bir kasd ve bir iradeyi gösterir bir tarzda tevafukatı vardır.

Sure-i Bakara’da, âyâtın adediyle lafz-ı Celal’in adedi birdir. Fark dörttür ki Allah lafzı yerinde dört Hû lafzı var. Mesela, Lâ İlahe İllâ Hû’daki Hû gibi. Onunla muvafakat tamam olur.

Âl-i İmran’da yine âyâtıyla lafz-ı Celal tevafuktadır, müsavidirler. Yalnız lafz-ı Celal, iki yüz dokuzdur, âyet iki yüzdür. Fark dokuzdur. Böyle meziyat-ı kelâmiyede ve belâgat nüktelerinde küçük farklar zarar vermez, takribî tevafukat kâfidir.

Sure-i Nisa, Maide, En’am üçünün mecmu-u âyetleri, mecmuundaki lafz-ı Celal’in adedine tevafuktadır. Âyetlerin adedi dört yüz altmış dört, lafz-ı Celal’in adedi dört yüz altmış bir; Bismillah’taki lafzullah ile beraber tam tevafuktadır.

Hem mesela, baştaki beş surenin lafz-ı Celal adedi; Sure-i A’raf, Enfal, Tevbe, Yunus, Hud’daki lafz-ı Celal adedinin iki mislidir. Demek bu âhirdeki beş, evvelki beşin nısfıdır. Sonra gelen Sure-i Yusuf, Ra’d, İbrahim, Hicr, Nahl surelerindeki lafz-ı Celal adedi, o nısfın nısfıdır. Sonra Sure-i İsra, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiya, Hac (Hâşiye[7]) o nısfın nısfının nısfıdır. Sonra gelen beşer beşer, takriben o nisbetle gidiyor; yalnız bazı küsuratla fark var. Öyle farklar, böyle makam-ı hitabîde zarar vermez. Mesela, bir kısım yüz yirmi bir, bir kısmı yüz yirmi beş, bir kısmı yüz elli dört, bir kısmı yüz elli dokuzdur.

Sonra Sure-i Zuhruf’tan başlayan beş sure, o nısf-ı nısf-ı nısfın nısfına iniyor. Sure-i Necm’den başlayan beş, o nısf-ı nısf-ı nısf-ı nısfın nısfıdır fakat takribîdir. Küçük küsuratın farkları, böyle makamat-ı hitabiyede zarar vermez. Sonra gelen küçük beşler içinde, üç beşlerin yalnız üçer adet lafz-ı Celal’i var.

İşte bu vaziyet gösteriyor ki lafz-ı Celal’in adedine tesadüf karışmamış, bir hikmet ve intizam ile adetleri tayin edilmiş.

(29. Mektup)


Kur’an-ı Hakîm’in tevafuk cihetinden tezahür eden i’cazî nüktelerinden bir nüktesi şudur ki: Kur’an-ı Hakîm’de ism-i Allah, Rahman, Rahîm, Rab ve ism-i Celal yerindeki Hüve’nin mecmuu, dört bin küsurdur. بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ (Hesab-ı ebcedin ikinci nev’i ki huruf-u heca tertibiyledir) o da dört bin küsur eder. Büyük adetlerde küçük kesirler, tevafuku bozmadığından küçük kesirlerden kat’-ı nazar edildi. Hem الٓمٓ tazammun ettiği iki vav-ı atıf ile beraber iki yüz seksen küsur eder. Aynen Sure-i El-Bakara’nın iki yüz seksen küsur ism-i Celal’ine ve hem iki yüz seksen küsur âyâtın adedine tevafuk etmekle beraber, ebcedin hecaî tarzındaki ikinci hesabıyla, yine dört bin küsur eder. O da yukarıda zikri geçmiş beş esma-i meşhurenin adedine tevafuk etmekle beraber بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ in kesirlerinden kat’-ı nazar, adedine tevafuk ediyor.

Demek, bu sırr-ı tevafuka binaen الٓمٓ hem müsemmasını tazammun eden bir isimdir hem El-Bakara’ya isim hem Kur’an’a isim hem ikisine muhtasar bir fihriste hem ikisinin enmuzeci ve hülâsası ve çekirdeği hem بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ in mücmelidir.

(7. Lem'a)


İkinci Lafza-i Celal'in sırr-ı tevafuku şudur ki: Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Dördüncü Kısmı'nda ve ayrı bir listede ispat ve beyan edildiği gibi, Lafza-i Celal ve kısmen Lafz-ı Rab ile beraber surelerin âyetleriyle gayet latîf bir münasebet-i adediye ile bir nevi tevafuk var. Ezcümle: Sure-i El-Bakara'nın âyetiyle Lafz-ı Celal'ın adedi tevafuk ediyor. Sure-i Âl-i İmran hâkeza. Sonra acib bir nisbet-i adediye ile tâ nihayete kadar nısf-ı nısfa ve yarının yarısının yarısına ve hâkeza bir münasebetle gidiyor.

(Rumuzat-ı Semaniye)


İkincisi, Lafza-i Celal, surelerin âyâtıyla tevafukudur.

Ezcümle: Suretü'l-Bakara'nın âyâtıyla Lafza-i Celal tevafuk ettiği gibi, Sure-i Âl-i İmran dahi yine Lafza-i Celal ile âyetleri tam tevafuktadır. Sonra acib bir nisbet-i adediye ile surelerin beşer beşer kısım olup nısıf nısıf nısıf gibi bir nisbetle Lafza-i Celal muntazaman bulunuyor.

(Rumuzat-ı Semaniye)

Bakara Suresi ve Risale-i Nur[değiştir]

Risale-i Nur cüzlerinde, Sure-i Bakara’daki لَٓا اِكْرَاهَ فِى الدّٖينِ…إلى اٰخر âyet-i kerîmesinin hakikatli, hikmetli, muhteşem tefsiri; işarî mana ve hesab-ı cifrîsiyle beyan edildiğinden o hakikatli ve haşmetli tefsirin Risale-i Nur’a ve mübarek müellifine latîf işaretleri arasında بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى nazm-ı celil-i Sübhanîsi, cifirce (1347) rakamını göstererek, “Üstad Bedîüzzaman” ismine cifren tevafuku gösteriyor ki: Bu âyetin Sure-i Lokman’daki âyetle münasebeti ve iki yerde bu hakikatin tekrarı, Risale-i Nur’a çok kuvvetli bir işaret ve îma teşkil etmektedir.

(Nur'un İlk Kapısı)


Hem Lafzullah'ın tekrarındaki nisbet-i adediyesi pek hayret verici bir tarzdadır. Ezcümle:

Sure-i El-Bakara'da Lafzullah iki yüz seksen iki (282), âyetleri iki yüz seksen altıdır (286). Dört adet farkları var. Dört yerde Lafzullah yerinde dört Hüve var. Demek Lafzullah'ın adedi, âyetleriyle tam tevafuk ediyor.

Hem Sure-i Âl-i İmran'da Lafzullah iki yüz dokuz (209), âyetleri iki yüzdür (200). Demek âyetten dokuz fazla kalır, El-Bakara'daki noksanı tekmil eder. İki surenin âyetleriyle Lafzullah'ın adedi tam tevafuktadır. Zehraveyn nam-ı âlîsiyle tabir edilen iki sure-i muazzamada Lafzullah'ın tekrar ve tevafuku, azîm bir nükteyi gösterir.

(Rumuzat-ı Semaniye)


Başta لَٓا اِكْرَاهَ فِى الدّٖينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mana-yı işarî ile der: Gerçi o tarihte, dini dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silahla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükûmetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükûmet laik cumhuriyete döner. Fakat ona mukabil manevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıncıyla olacak. Çünkü dindeki rüşd ü irşad ve hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli bürhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’an’dan çıkacak, diye haber verip bir lem’a-i i’caz gösterir.

Hem tâ خَالِدُونَ kelimesine kadar Risale-i Nur’daki bütün muvazenelerin aslı, menbaı olarak aynen o muvazeneler gibi mükerreren nur ve zulümat ve iman ve karanlıkları karşılaştırmasıyla gizli bir emaredir ki o tarihte bulunan cihad-ı manevî mübarezesinde büyük bir kahraman; Nur namında Risale-i Nur’dur ki dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun manevî elmas kılıncı, maddî kılınçlara ihtiyaç bırakmıyor.

(11. Şua)


Dokuzuncu Âyet

Hem “El-Bakara” suresinde hem “Lokman” suresinde فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى cümlesidir. Yani “Allah’a iman eden hiç kopmayacak bir zincir-i nuraniye yapışır, temessük eder.” Risale-i Nur ise iman-ı billahın Kur’anî bürhanlarından bu zamanda en nuranisi ve en kuvvetlisi olduğu tahakkuk ettiğinden bu بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى külliyetinde hususi dâhil olduğuna teyiden makam-ı cifrîsi bin üç yüz kırk yedi (1347) ederek Risaletü’n-Nur intişarının fevkalâde parlaması tarihine tam tamına tevafukla bakar. Ve bu on dördüncü asırda Kur’an’ın i’caz-ı manevîsinden neş’et eden bir urvetü’l-vüska ve zulümattan nura çıkaracak bir vesile-i nuraniye Risalei’n-Nur olduğunu remzen bildirir.

(1. Şua)


Evvela: Son parçada, başta بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى bin üç yüz kırk dört (1344) sehivdir. Eğer okunmayan iki hemze ve medde sayılmazlarsa sehiv değil hem çok manidardır. Doğrusu bin üç yüz kırk yedidir (1347) ki parçanın âhirinde tekrar doğru yazılmış. Hem bâki kalan kısmı hem ehemmiyetli hem dünyaya baktığı için ve “Alak”taki اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰى o parçadaki tağuta baktığından şimdilik yazdırılmadı.

(Emirdağ Lahikası 1)

Bakara Suresinin Kelime Sayısı[değiştir]

Nasıl ki Sure-i Kevser'in hurufatı, ebcedî makamı üç bin adet olmakla:

  • Hem Sure-i Yâsin'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Furkan'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Fâtır'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Sebe'in üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Ve's-sâffât'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Sâd'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Ra'd'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Er-Rum'un üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Zuhruf'un üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Şûra'nın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i İbrahim'in üç bin adet hurufuna tevafuku ve o on bir surenin birbiriyle muvafakatı ve mutabakatı bilbedahe tesadüf işi olamaz.

Aynen öyle de Sure-i Kevser'in en kısa sure olmakla beraber hurufunun makam-ı ebcedîsi olan üç bin adet ile;

  • En uzun sure olan El-Bakara örfî kelimatının üç bin adedine...
  • Hem Sure-i Âl-i İmran kelimatının üç bin adedine...
  • Hem Sure-i Nisa kelimatının üç bin adedine muvafakatı...

Elbette kör tesadüfün işi değil ve rastgele şuursuz ittifakî bir vaziyet olamaz.

(Rumuzat-ı Semaniye)


El-Bakara âyâtı iki yüz seksen altı (286), birinci mertebedeki örfî kelimatı Tenvirü'l-Mikbas hesabıyla üç bin yüzdür (3100) ve bizce üç bin dokuz yüzdür (3900). Âyâtı itibarıyla medar-ı ihtilaf olabilen ve münasebat-ı tevafukiyeyi kırmayan kesirlerden kat'-ı nazar edip yalnız küllî yekûnlerini nazara alıyoruz. İşte bu noktaya binaen El-Bakara âyâtı iki yüz adedinde on altı sureye tevafuk ediyor. Gösterdiği ve işaret ettiği sırlara on altı şahid-i müeyyid gösteriyor. O surelerden dört surenin âyetleriyle iki yüzde tevafuk ediyor ve on surenin kelimatlarına iki yüzde muvafakat ediyor ve iki surenin hurufatıyla ittifak ediyor. Ve bu sırr-ı tevafukla 200 tarihine ve 1200 tarihindeki hâdisata işaret noktasında on yedi sure bi'l-ittifak beraberdir. Ve bu on yedi surenin tevafukatı iki yüz seksen sekiz (288) adet tevafuk envaları oluyor. Elbette bu derece kesretli enva-ı tevafukat hikmetsiz değiller.

El-Bakara'nın kelimat-ı örfiyesi üç bin dokuz yüz (3900) olmak cihetiyle yine acibdir ki âyât cihetiyle nasıl on altı sureye ittifak ediyor, kelimat cihetiyle de yine on altı sure ile üç bin adedine tevafuk ediyor. Dört surenin kelimatıyla üç binde müttefiktir. On iki surenin hurufatıyla üç binde ittihad ediyor.

Elhasıl: Sure-i El-Bakara âyât ve kelimatı itibarıyla otuz iki sure ile tevafuk etmekle Kur'an'ın mecmu-u surelerinin bir sülüsüyle ittihad etmek, elbette mühim hikmetler içindir ve mühim sırlara işaretleri vardır.

(Rumuzat-ı Semaniye)


Birinci mikyas: Kelimat için tam bir sahife takriben yüzden yüz elli kelimeye kadar çıkar. Yalnız Sure-i El-Bakara müstesnadır. Çünkü kırk sahifeden fazla olduğu halde kelimatı, üç bin dokuz yüz (3900) yazılmış. Mikyasımızla beş bin küsur olmalı idi. Fakat o tefsire ittibaa mecbur oldum. Kavî bir ihtimaldir ki o surede kelimat değil belki kelâmlar ve cümleler hükmündeki kelimeleri irade etmiş. Onun için mikyasımı onda tatbik etmedim. Sair surelerde bu mikyas ile sırr-ı tevafukun medarı olan küllî adetler anlaşılır. Kesirlerin ihtilafı meselemize zarar vermez.

İkinci mikyas: Hurufat için yaptım, takribî her bir tam sahife beş yüzden altı yüze kadardır. Bu mikyas ile surelerin takribî aded-i hurufu anlaşılır. İnşâallah tevfik-i İlahî refik olsa her bir surenin hem kelimatını, hem de hurufatını ikişer tarzda bir derece tahkikî bir surette yazmasını niyet ediyorum. Hem kelimat-ı nahviye hem kelimat-ı örfiyeyi hem huruf-u melfuza hem şedde, tenvin, gayr-ı melfuza ile beraber ayrı ayrı yazılacak.

Fakat halim müsaadesiz, vakit dar, ben de yalnızım. Hâfızam kuvvetini kaybetmiş. Böyle pek geniş hesabî ve adedî mesailde elbette çok yorgunluk verir, çok da kusurat düşebilir. Hattâ bu gelen listeyi Hâfız Tevfik şahittir ki bir günde dokuz saatte mezkûr iki mikyas ile ve eski mahfuzatımla yazmıştım. Halbuki bu listenin tahkikî bir surette çıkması, on günden fazla bir zamana muhtaçtır. Ben şimdi hem hasta hem yalnız hem bundan başka nüsha yok ki mukabele edeyim. Hem yeniden telif eder gibi o geniş hesapları düşünmeye halim müsâid değil. "İnşâallah çok tashihe muhtaç değil." diye rakamlarıyla uğraşamadım.

...

Bu liste çendan bir derece takribîdir. Fakat kesirlerin ihtilafına bakmayan tevafuk esrarına me'haz olabilir.

Sure-i El-Bakara kelimatı Tefsirü'l-Mikbas üç bin üç yüz (3300) yazmış. Biz üç bin dokuz yüz (3900) yazmışız. Halbuki zahire göre her ikimiz de noksan bırakmışız. Fakat hakikat itibarıyla her birimiz bir cihette haklıyız. Çünkü kelimat-ı örfiyenin iki mertebesi var:

Bir mertebesi: O kelime bir derece maksud bir manayı, bir hükmü ifade eder. Âdeta ilm-i nahivce nâkıs cümle hükmündedir.

İkinci mertebesi: Genişlikçe evvelki mertebeden aşağı fakat kelimat-ı nahviyeden yukarıdır.

İşte İbn-i Abbas (ra) ve rivayete istinad eden o meşhur tefsir, Sure-i El-Bakara'da birinci mertebe nokta-i nazarında hesap etmiş ve buna işareten kelimat yerine kelâmları demiş. Sair surelerin ekserisinde ikinci mertebe ile hesap ettiği görünüyor. Benim eski mahfuzatım, bu tarzdaki tefsirlere ve rivayete istinad etmiş.

Şimdi ise El-Bakara suresinin nahvî cümlelerini saydım. Onlar üç binden geçti. Demek birinci mertebedeki kelimat-ı örfiye üç bin küsur oluyor. Hem ikinci mertebe ile birinci mertebe ortasında saydım, üç bin dokuz yüz küsur oldu.

Hakikat-i hal böyle olduğu için, matbaa ve müstensihlerin sehiv ve hatalarından başka, o tefsiri esas kabul etmek lâzım gelir.

Fakat beş altı mühim yerlerde ve on ve on beş cüz'î ve kesirli yerlerde ona muhalefet etmeye mecbur oldum. Çünkü tahkikatımla anladım ki matbaa ve müstensihler sehiv etmişler. Her ne ise...

Bu listeyi yazmaya mecbur oldum. Çünkü tevafukat anahtarıyla açılan her bir mezaya-yı i'caziye ve esrar-ı Kur'aniyeyi kuvve-i hâfıza vasıtasıyla mecmu-u Kur'an'dan çıkarmak benim gibi hâfız olmayan ve kuvve-i hâfızası eski kuvvetini zayi eden bir adama çok müşkül olduğundan, kolaylık için bu fihristeyi yazdım.

Fakat acele, bir günde yazıldığından takribî olmuş. İnşâallah bir zaman fedakâr kardeşlerim muavenetiyle tahkikî bir surette yazılacaktır.

(Rumuzat-ı Semaniye)


Yine Kenzü'l-Arş Duası'nın feyzinden gelen ikinci nükte-i tevafukiyedir. Bu nükteden numune için üç misal:

Birincisi: Suver-i Kur'aniyenin aded-i hurufatı 3000'de tevafukatı pek hârika ve mu'cizanedir.

Mesela: En kısa sure olan Sure-i Kevser'in hurufatı ebcedî makamı 3000 olmakla; hem Sure-i Yâsin'in 3000 aded-i hurufuna, hem Sure-i Furkan'ın 3000, hem Sure-i Fâtır'ın 3000, hem Sure-i Ve's-sâffât'ın 3000, hem Sure-i Sad'ın 3000, hem Ra'd'ın 3000, hem Er-Rum'un 3000, hem Ez-Zuhruf'un 3000, hem Sure-i Şûra'nın 3000, hem İbrahim'in 3000, bu surelerin 3000 hurufatına tevafuku ve 11 surenin bu 3000'de birbiriyle muvafakatı ve mutabakatı bilbedahe tesadüf işi olamaz. Belki i'caz-ı Kur'an'ın bir şu'lesidir ki, hurufata serpilmesidir ve yaldızlamasıdır.

Hem en kısa sure olan Sure-i Kevser hurufunun makam-ı ebcedîsi olan 3000 adediyle, en uzun sure olan El-Bakara'nın örfî yani kelâm hükmündeki kelimatının 3000 adedine ve Âl-i İmran'ın hakiki kelimatının 3000 adedine ve Sure-i Nisa kelimatının 3000 adedine tevafuku elbette kör tesadüfün işi değil ve rastgele ve şuursuz ve ittifakî bir vaziyet olamaz. Belki sırr-ı i'cazın bir cilvesinin şuaı ile bir intizamdır. Böyle büyük tevafukatta küçük küsurat münasebat-ı tevafukiyeyi bozmadığından nazara alınmadı.

(Rumuzat-ı Semaniye)

İsm-i A’zamı Gösteren Bakara 164 Ayeti[değiştir]

اِنَّ فٖى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتٖى تَجْرٖى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فٖيهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍ وَتَصْرٖيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

Şu âyet, vücub ve vahdeti gösterdiği gibi bir ism-i a’zamı gösteren gayet büyük bir penceredir.

İşte şu âyetin hülâsatü’l-hülâsası şudur ki kâinatın ulvi ve süflî tabakatındaki bütün âlemler ayrı ayrı lisanla bir tek neticeyi, yani bir tek Sâni’-i Hakîm’in rububiyetini gösteriyorlar. Şöyle ki:

Nasıl göklerde (hattâ kozmoğrafyanın itirafıyla dahi) gayet büyük neticeler için gayet muntazam hareketler, bir Kadîr-i Zülcelal’in vücud ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Öyle de zeminde bilmüşahede (hattâ coğrafyanın şehadetiyle ve ikrarıyla) gayet büyük maslahatlar için mevsimlerdeki gibi gayet muntazam tahavvülatlar dahi aynı o Kadîr-i Zülcelal’in vücub ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Hem nasıl berrde ve bahirde kemal-i rahmet ile rızıkları verilen ve kemal-i hikmet ile muhtelif şekiller giydirilen ve kemal-i rububiyetle türlü türlü duygularla teçhiz edilen bütün hayvanat, birer birer yine o Kadîr-i Zülcelal’in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla gayet geniş bir mikyasta azamet-i uluhiyetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Öyle de bağlardaki muntazam nebatat ve nebatatın gösterdikleri müzeyyen çiçekler ve çiçeklerin gösterdikleri mevzun meyveler ve meyvelerin gösterdikleri müzeyyen nakışlar, birer birer yine o Sâni’-i Hakîm’in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, külliyetleriyle gayet şaşaalı bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Hem nasıl cevv-i semadaki bulutlardan mühim hikmetler ve gayeler ve lüzumlu faydalar ve semereler için tavzif edilen ve gönderilen katreler, katreler adedince yine o Sâni’-i Hakîm’in vücubunu ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Öyle de zemindeki bütün dağların ve dağlar içindeki madenlerin ayrı ayrı hâsiyetleriyle beraber ayrı ayrı maslahatlar için ihzar ve iddiharları, dağ metanetinde bir kuvvetle yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Hem nasıl sahralarda ve dağlardaki küçük küçük tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmeleri, her biri bir Sâni’-i Hakîm’in vücubuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla haşmet-i saltanatını ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Öyle de bütün otlarda ve ağaçlardaki bütün yaprakların türlü türlü eşkâl-i muntazamaları ve ayrı ayrı vaziyetleri ve cezbekârane mevzun hareketleri, yapraklar adedince yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücudunu ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Hem nasıl bütün ecsam-ı nâmiyede, büyümek zamanında muntazaman hareketleri ve türlü türlü âlât ile teçhizleri ve çeşit çeşit meyvelere şuurkârane teveccühleri, her biri ferden ferdâ yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret eder. Ve heyet-i mecmuasıyla gayet büyük bir mikyasta ihata-i kudretini ve şümul-ü hikmetini ve cemal-i sanatını ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Öyle de bütün hayvanî cesetlerde kemal-i hikmetle nefislerini, ruhlarını yerleştirmek, türlü türlü cihazat ile kemal-i intizam ile teslih etmek, türlü türlü hizmetlerde kemal-i hikmetle göndermek, hayvanat adedince belki cihazatları sayısınca yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ve işaret ettikleri gibi heyet-i mecmuasıyla gayet parlak bir surette cemal-i rahmetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

Hem nasıl bütün kalplere, insan ise her nevi ulûm ve hakikatleri bildiren, hayvan ise her nevi hâcetlerinin tedarikini öğreten bütün ilhamat-ı gaybiye, bir Rabb-i Rahîm’in vücudunu ihsas eder ve rububiyetine işaret eder.

Öyle de gözlere kâinat bostanındaki manevî çiçekleri toplayan şuâat-ı ayniye gibi zahirî ve bâtınî bütün duyguların, ayrı ayrı âlemlere her biri birer anahtar olmaları, yine o Sâni’-i Hakîm, o Fâtır-ı Alîm, o Hâlık-ı Rahîm, o Rezzak-ı Kerîm’in vücub-u vücudunu ve vahdet ve ehadiyetini ve kemal-i rububiyetini güneş gibi gösterir.

İşte şu yukarıda geçen on iki ayrı ayrı pencerelerden, on iki vecihten bir pencere-i a’zam açılıyor ki on iki renkli bir ziya-yı hakikat ile Cenab-ı Hakk’ın ehadiyetini ve vahdaniyetini ve kemal-i rububiyetini gösterir.

İşte ey bedbaht münkir! Şu daire-i arz kadar, belki medar-ı senevîsi kadar geniş olan şu pencereyi ne ile kapatabilirsin? Ve güneş gibi parlak olan şu maden-i nuru ne ile söndürebilirsin ve hangi perde-i gaflette saklayabilirsin?

(33. Söz)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Al-i İmran Suresi: Bakara suresiyle birlikte Zehrâvân veya Zehrâveyn adı verilen ve Kur'an'da Bakara suresinden sonra gelen sure.
  • İnek: Bakara suresine adını veren hayvan.
  • Ayet-el Kürsi: Kur’an âyetlerinin en yücesi olan olan Bakara'nın 255. ayeti
  • Huruf-u Mukattaa: Kur’an’da Bakara dahil 29 sûrenin başında yer alan ve isimleriyle telaffuz edilen harflerin ortak adı.

İlgili Kategoriler/Sayfalar[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 1,2 https://islamansiklopedisi.org.tr/bakara-suresi
  2. https://nurpedia.org/wiki/Risale:29._Mektubun_8._K%C4%B1sm%C4%B1_(Rumuzat-%C4%B1_Semaniye)#Birinci_Par%C3%A7as%C4%B1
  3. https://en.wikipedia.org/wiki/Al-Baqara
  4. https://nurpedia.org/wiki/Risale:29._Mektubun_8._K%C4%B1sm%C4%B1_(Rumuzat-%C4%B1_Semaniye)#Birinci_Par%C3%A7as%C4%B1
  5. https://en.wikipedia.org/wiki/Al-Baqara
  6. Kırk sene sonra Risale-i Nur, bu lem’a-i i’cazı körlere dahi göstermiştir.
  7. Bu beşer taksimat üzere bir sır inkişaf etmişti. Hiçbirimizin haberi olmadan şurada altı sure kaydolmuş. Şüphemiz kalmadı ki gaibden, ihtiyarımızın haricinde altıncısı girmiş; tâ bu nısfiyet sırr-ı mühimmi kaybolmasın.