Bakara 1

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Fatiha 7Bakara SuresiBakara 2: Sonraki Ayet

Meali: {Medine'de inmiştir. 286 âyettir. Kur'an'ın en uzun sûresidir. Adını, 67-71. âyetlerde Yahudilere kesmeleri emredilen sığırdan alır. Yalnız 281. âyeti Veda Haccında Mekke'de inmiştir. İnanca, ahlâka ve hayat nizamına dair hükümlerin önemli bir kısmı bu sûrede yer almıştır.}

1- Elif. Lâm. Mîm.

Kur'an'daki Yeri: 1. Cüz, 1. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hem başlarında اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ veyahut سَبَّحَ ve يُسَبِّحُ bulunan surelerin başlarına dikkat et. Tâ bu sırr-ı azîmin şuâını göresin. Hem الٓمٓ lerin ve الٓرٰ ların ve حٰمٓ lerin fatihalarına bak; Kur’an’ın, Cenab-ı Hakk’ın yanında ehemmiyetini bilesin.

(12. Söz)


Mesela

الٓمٓ

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ

Şu dört cümlenin her birisinin iki manası var. Bir mana ile öteki cümlelere delildir. Diğer mana ile onlara neticedir. On altı münasebet hatlarından bir nakş-ı nazmî-i i’cazî hasıl olur. İşaratü’l-İ’caz’da öyle bir tarzda beyan edilmiş ki bir nakş-ı nazmî-i i’cazî teşkil eder. On Üçüncü Söz’de beyan edildiği gibi güya ekser âyât-ı Kur’aniyenin her birisi ekser âyâtın her birisine bakar bir gözü ve nâzır bir yüzü vardır ki onlara münasebatın hutut-u maneviyesini uzatıyor. Birer nakş-ı i’cazî nescediyor. İşte İşaratü’l-İ’caz, baştan aşağıya kadar bu cezalet-i nazmiyeyi şerh etmiştir.

(25. Söz)


Kur’an-ı Hakîm’in cümleleri, kelimeleri birbirine bakar. Bazı olur bir kelime, on yere bakar; onda, on nükte-i belâgat, on münasebet bulunuyor. Nasıl ki İşaratü’l-İ’caz namındaki tefsirde, Fatiha’nın bazı cümleleri içinde ve

الٓمٓ

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ

cümleleri içinde, şu nüktelerden bazı numuneleri göstermişiz.

(19. Mektup)


Bir zaman Benî-İsrail âlimlerinden bir kısmı huzur-u Peygamberîde surelerin başlarındaki

الٓمٓ

كٓهٰيٰعٓصٓ

gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: “Yâ Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır.” Onlara mukabil dedi: “Az değil.” Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: “Daha var.” Onlar sustular.

(1. Şua)


(İşarat-ül İ'caz tefsirinde Bakara Suresinin 1.-3. ayetlerinin tefsirine mahsus kısmın tamamına buradan erişebilirsiniz)

الٓمٓ

Surelerin başlarında bulunan huruf-u mukattaaya ait izahatı dört mebhasta zikredeceğiz.

Birinci Mebhas

الٓمٓ ile surelerin evvellerinde bulunan huruf-u mukattaadan teneffüs eden i’caz hakkındadır. İ’caz, inci gibi incecik letaif-i belâgatın parıltılarının imtizaç ve içtimaından tecelli eden bir nurdur. Bu mebhasta, bu nuru birkaç letaif zımnında izah etmekle parlatacağız. Fakat her bir latîfe ince ve ziyası az ise de letaifin heyet-i mecmuasından hasıl olan tam bir ziya ile fecr-i sadık çıkacaktır.

1- Hece harflerinin adedi –elif-i sakine hariç kalmak şartıyla– yirmi sekiz harftir. Kur’an-ı Azîmüşşan, surelerin başında bu harflerin yarısını zikretmiş, yarısını da terk etmiştir.

2- Kur’an’ın almış olduğu nısıf, terk ettiği nısıftan daha ziyade kesîrü’l-istimaldir.

3- Kur’an, surelerin başında zikrettiği kısım içinde, lisan üzerine daha suhuletli olan “elif, lâm”ı çok tekrar etmiştir.

4- Kur’an aldığı harfleri, hece harflerinin adedince surelere tevzi etmiştir.

5- Hece harflerinin mehmuse, mechure, şedide, rahve, müsta’liye, münhafıza, müntabıka, münfetiha gibi çiftli cinslerinin her birisinden yine nısıf almıştır.

6- Çifti, yani eşi olmayan –evtar– kısmında sakîlden azı, hafiften çoğu almıştır. Kalkale, zelâka gibi.

7- Kur’an-ı Azîmüşşan’ın, surelerin başındaki huruf-u mukattaanın zikredilen minval üzerine tansifleri hakkında ihtiyar ettiği tarîk, beş yüz dört ihtimalden intihab edilmiştir. Ve intihab edilen şu tarîkten başka hiçbir ihtimal ile mezkûr tansif mümkün değildir. Çünkü taksimler pek çok birbirine girmiş ve çok mütefavittir. Bu gibi i’caz lem’alarından hisse alamayan, zevkine levm ve itab etsin.

İkinci Mebhas

Bu mebhasta da birkaç letaif vardır:

1- الٓمٓ ile emsalinde göze çarpan garabet, bu harflerin pek garib ve acib bir şeyin mukaddimesi ve keşif kolları olduklarına işarettir.

2- Bu surelerin başlarındaki taktî-i huruf ile isimleri hecelemek, müsemmanın me’hazine ve neden neş’et ettiğine işarettir.

3- Bu harflerin taktîi, müsemmanın vâhid-i itibarî olup terkib-i mezcî olmadığına işarettir.

4- Bu harflerin taktî ile ta’dadı, sanatın madde ve me’hazini muhataba göstermekle muarazaya talip olanlara karşı meydan okuyarak “İşte i’caz sanatını, şu gördüğünüz harflerin nazım ve nakışlarından yaptım. Buyurunuz meydana!” diye onların tahkirane tebkitlerine (tekdirlerine) işarettir.

5- Manadan soyulmuş şu hece harflerinin zikri, muarızları hüccetsiz bırakmaya işarettir. Evet Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, şu manasız harflerin lisan-ı haliyle ilan ediyor ki: “Ben sizden beliğ manaları, hükümleri, hakikatleri ifade eden yüksek hutbeleri ve nutukları istemiyorum. Yalnız şu ta’dad ettiğim harflerden bir nazire yapınız, velev iftira ve hikâyelerden ibaret bile olursa olsun!”

6- Harfleri ta’dad ile hecelemek, yeni kıraata ve kitabete başlayan müptedilere mahsustur. Bundan anlaşılıyor ki Kur’an, ümmi bir kavme ve müptedi bir muhite muallimlik yapıyor.

7- ا, ل, د gibi harfleri, mesela “elif, lâm, dal” gibi isimleriyle tabir ve zikretmek, ehl-i kıraat ve erbab-ı kitabetin ittihaz ettikleri bir usûldür. Bundan anlaşılıyor ki hem söyleyen hem dinleyen ümmi olduklarına nazaran bu tabirler, söyleyenden doğmuyor ve onun malı değildir ancak başka bir yerden ona geliyor.

Ey arkadaş! Bu letaifin ince iplerinden dokunan yüksek nakş-ı belâgatı göremeyen adam, belâgat ehlinden değildir. Erbab-ı belâgata müracaat etsin.

Üçüncü Mebhas

الٓمٓ i’cazın esaslarından îcazın en yüksek ve en ince derecesine bir misaldir. Bunda da birkaç letaif vardır:

1- الٓمٓ üç harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki: Elif, هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ الْاَزَلِىِّ hükmüne ve kaziyesine; lâm, نَزَلَ بِهٖ جِبْرٖيلُ hükmüne ve kaziyesine; mim عَلٰى مُحَمَّدٍ ع.ص.م. hükmüne ve kaziyesine remzen ve îmaen işarettir.

Evet, nasıl ki Kur’an’ın hükümleri uzun bir surede, uzun bir sure kısa bir surede, kısa bir sure bir âyette, bir âyet bir cümlede, bir cümle bir kelimede, o kelime de “sin, lâm, mim” gibi huruf-u mukattaada irtisam eder, görünür. Kezalik الٓمٓ in her bir harfinde mezkûr hükümlerden biri temessül etmiş görünüyor.

2- Surelerin başlarındaki huruf-u mukattaa, İlahî bir şifredir. Beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı ancak Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdadır.

3- Şifrevari şu huruf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın fevkalâde bir zekâya mâlik olduğuna işarettir ki Muhammed aleyhissalâtü vesselâm remizleri, îmaları ve en gizli şeyleri sarîh gibi telakki eder, anlar.

4- Şu harflerin taktîi; harf ve lafızların hâvi oldukları kıymet, yalnız ifade ettikleri manalara göre olmayıp ilm-i esrarü’l-hurufta beyan edildiği gibi adet ve sayılar misillü, harflerin arasında fıtrî münasebetlerin bulunduğuna işarettir. (Hâşiye[1])

5- الٓمٓ taktîiyle, bütün harflerin esas mahreçleri olan “halk, vasat, şefe” mahreçlerine işarettir. Ve zihinlerin nazar-ı dikkatini şu mahreçlere çeviriyor ki zihinler, gerek bu üç mahreçte, gerek bunlara bağlı küçük küçük mahreçlerde lafızların ve harflerin nasıl vücuda geldiklerini hayret ve ibretle mütalaa etsinler.

Ey zihnini belâgatın boyasıyla boyayan arkadaş! Bu letaifi sıkacak olursan هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ içinden çıkacaktır.

Dördüncü Mebhas

الٓمٓ emsaliyle beraber terkip şeklinden taktî suretinde zikirleri, bu şeklin müstakil olup hiçbir imama tabi olmadığına ve hiç kimseyi taklit etmiş olmadığına ve üslupları acib, çeşitleri garib yeni saha-i vücuda gelen bir bedîa olduğuna işarettir. Bu mebhasta da birkaç letaif vardır:

1- Hatip ve beliğlerin âdetindendir ki mesleklerinde daima bir misale tabi oluyorlar ve bir örnek üzerine nakış dokuyorlar ve işlenmiş bir yolda yürüyorlar. Halbuki bu harflerden anlaşıldığına nazaran Kur’an, hiçbir misale tabi olmamıştır ve hiçbir nakş-ı belâgat örneği üzerine nakış yapmamıştır ve işlenmemiş bir yolda yürümüştür.

2- Kur’an baştan aşağıya kadar, nâzil olduğu heyet üzerine bâkidir. Bu kadar Kur’an’ı taklit etmeye müştak olan dostlar ve mütehacim düşmanlara rağmen, şimdiye kadar Kur’an’ın ne taklidi yapılmış ve ne de bir misali gösterilmiştir. Evet Kur’an, milyonlarca Arabî kitaplarla mukayese edilirse benzeri bulunamaz. O halde Kur’an ya hepsinin altındadır, bu ise muhaldir; öyle ise hepsinin fevkindedir, öyle ise Allah’ın kelâmıdır.

3- Beşerin sanatı olan bir şey, bidayette çirkin ve gayr-ı muntazam olur, sonra yavaş yavaş intizama sokulur. Kur’an ise ilk zuhurunda gösterdiği halâveti, güzelliği, gençliği şimdi de öylece muhafaza etmektedir.

Ey belâgat letafetinin kokusunu koklayan arkadaş! Zihnini şu mebahis-i erbaaya gönder ki bal arısı اَشْهَدُ اَنَّ هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ balını çıkarsın.

...

Arkadaş! Kelâmların hüsnünü artıran ve güzelliğini fazlaca parlatan belâgatın esaslarından biri de şudur ki: Bir havuzu doldurmak için etrafından süzülen sular gibi beliğ kelâmlarda da zikredilen kelimelerin, kayıtların, heyetlerin tamamen o kelâmın takip ettiği esas maksada nâzır olmakla onun takviyesine hizmet etmeleri, belâgat mezhebinde lâzımdır.

...

İkinci Misal:

الٓمٓ

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ

olan âyet-i kerîmedir. Bu âyette maksad-ı esas, “Kur’an’ın yüksekliğini göstermek”tir. Ve bu maksadı takviye eden الٓمٓ ، ذٰلِكَ ، الْكِتَاب ، لَا رَيْبَ فٖيهِ kayıtlarıdır. Evet bu kayıtlar, istinad ettikleri pek ince ve gizli delillerine işaret etmekle beraber, o maksadın takviyesine koşuyorlar.

Ezcümle: الٓمٓ kasem olduğu cihetle Kur’an’ın azametine ve altında müstetir, gizli o mezkûr letaif cihetiyle de davanın ispatına işaret eder.

...

Sual: الٓمٓ ۞ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ âyet-i kerîmesinin cümleleri, atıf ile birbiriyle bağlanmamış olması neye binaendir?

Cevap: O cümleler arasındaki şiddet-i ittisal, bağlılık ve sarılmaktan bir ayrılık yoktur ki birbiriyle bağlanmaya lüzum olsun. Zira o cümlelerin her birisi, arkadaşlarına hem babadır hem oğul. Yani hem delildir hem neticedir.

Evet الٓمٓ lisan-ı haliyle hem muarazaya meydan okur hem mu’ciz olduğunu ilan eder.

ذٰلِكَ الْكِتَابُ hem bütün kitaplara faik olduğunu tasrih eder hem müstesna ve mümtaz olduğunu izhar eder.

لَا رَيْبَ فٖيهِ hem Kur’an’ın şek ve şüphe yeri olmadığını tasrih eder hem müstesna ve mümtaz olduğunu izhar eder.

هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ hem tarîk-ı müstakimi irae etmekle muvazzaf olduğunu gösterir hem mücessem bir nur-u hidayet olduğunu ilan eder.

İşte bu cümlelerden her birisi, ifade ettiği birinci manasıyla arkadaşlarına delil olduğu gibi ikinci manasıyla da onlara neticedir.

Sonra bu âyetin şu cümleleri arasında i’caza menba, belâgata medar olan on iki münasebet, alâka ve bağlılık vardır. Bunlardan misal olarak üç taneyi zikir, ötekileri de sana havale ederim.

1- الٓمٓ bütün muarızları, muarazaya davet eder. Öyle ise en yüksek bir kitaptır. Öyle ise bir yakîn sadefidir. Zira kitabın kemali, yakîn iledir. Öyle ise nev-i beşer için mücessem bir hidayettir.

2- ذٰلِكَ الْكِتَابُ yani emsaline tefevvuk etmiştir. Öyle ise müstesnadır. Çünkü şek ve şüphe yeri değildir. Çünkü müttakilere doğru yolu gösterir. Öyle ise mu’cizdir.

3- هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ yani tarîk-ı müstakime irşad eder. Öyle ise yakîniyattandır. Öyle ise mümtazdır. Öyle ise mu’cizdir.

(Bakara 1.-3. Ayetler, İşarat-ül İ'caz)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  1. Kırk sene sonra Risale-i Nur, bu lem’a-i i’cazı körlere dahi göstermiştir.