Nogi Maresuke

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Nogi Maresuke Japon İmparatorluk Ordusunda generallik yapmış ve Rus - Japon Savaşı'nda Port Arthur kalesini ele geçiren birliklere kumanda ederek bu savaşta önemli rol oynamış bir Japon kumandandır. (Bu savaşta en üst düzey komutan ise Birleşik Filo Başkomutanı olan Togo Heihachiro idi). Bediüzzaman ahirzamandan bahseden hadislerin tevillerini izah eden 5. Şua risalesinin suç konusu yapılmasına karşı Afyon mahkemesinde yaptığı müdafaasında 2. Meşrutiyetten bir sene evvel (1907) İstanbul'a geldiğini, o zaman Japonya'nın baş kumandanının İslâm ulemasından dinî bazı sualler sorduğunu, İstanbul hocalarının da bu soruları Bediüzzaman'a yönelttiğini, o münasebetle başka çok sorular sorduğunu, verdiği cevapları eski risalelerinde yazdığını ve 5. Şua'nın daha sonraları bu eski risaledeki mevzuların yeniden tanzim edilmesiyle ortaya çıktığını beyan etmiştir.

Japonların Ruslar’a karşı kazandıkları zaferin (Mayıs 1905) arefesinde Japon imparatorluk ailesine mensup bir prens Ali Fethi Okyar'ı ziyaret gelerek İmparatorundan hususî bir mektup getirmiş ve İslâm dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, felsefesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dinî-ilmî heyet istemişti.

Osmanlı döneminde yayımlanan Resimli Mecmua’nın 31. Numaralı sayısında "1911 yılında kumandan Nogi'nin bir heyetle birlikte İstanbul'a geldiği, İslam dinini daha önceden araştıran Nogi'nin merak ettiği bazı konuları danışmak için İstanbul'daki İslam alimleriyle görüştüğü, İstanbul ulemasının Nogi'nin sorularına net cevap veremedikleri için Nogi'nin bu sorularını Said Nursi'ye sordukları ve daha çok hadislerle ilgili olan soruları cevaplayan Nursi'nin daha sonra bu soruların bir kısmını Şualar isimli eserinde yayınladığı" geçer. Bediüzzaman'ın 1907'de Japon kumandanının sorularına cevap verdiğine dair kendi beyanı esas alındığında Kumandan Nogi'nin daha evvelden İslamiyete ilgi duyduğu, merak ettiği soruları (ve belki başka Japonların sorularını) İstanbul'a gönderdiği, alimlerin ise bu soruları cevaplaması için Bediüzzaman'a yönlendirdiği ve Bediüzzaman'ın cevapladığı anlaşılır. Zaten Bediüzzaman 1907 senesinin son aylarında İstanbul’a gelip Şekerci Hanı’nın kapısına “Burada her müşkül halledilir, her suale cevap verilir; fakat sual sorulmaz.” levhasını asmıştı ve alim-talebe birçok kişi akın akın Üstad'a sorularını sorup tatmin edici şekilde cevaplarını alıyordu. Nogi 22 Haziran 1911 tarihindeki İngiltere Kralı 5. George'nin tahta çıkış merasimi için İngiltere'ye gitmişti. Muhtemelen dönüşte Haziran 1911’de İstanbul'a da uğradı.[1][2]

Bediüzzaman'ın yakın talebelerinden olan Bayram Yüksel Kore savaşına giderken Bediüzzaman Japon Başkumandanına verilmek üzere kendisine Hutbe-yi Şamiye, Asa-yı Musa, Tiryak ve Mesnevi-i Nuriye gibi kendi kitaplarından birkaç tane teslim eder ve 2 sefer o komutanla görüştüğünü, onunla ahbap olduğunu ve hatta zaman zaman haberleştiğini ve görüşüp kitapları teslim ettiğinde kendisinden selam söylemesini söyler. Kore savaşından sonra Japonya'ya da uğrayan talebesi orada müslüman cemaat ile görüşür. Müslüman cemaat Bayram Yüksel'e bahsi geçen komutanın Müslümanları çok sevdiğini, bazı müslümanları Japonya'ya yerleştirip maddi konularda da yardımcı olduğunu ve vefat ettiğini söyler. Bayram Yüksel risaleleri müslüman cemaate teslim edip oradan ayrılır.[3] Bugün (2024 yılı itibarıyla) bu kitaplardan sadece Tiryak Risalesi mevcuttur ve bir nur talebesinde mahfuzdur.

Nogi Maresuke 1908'den 1912'ye kadar Akranlar Okulu'nun başkanı olarak (geleceğin imparatoru) genç Hirohito'nun akıl hocasıydı ve belki de Japonya'nın gelecekteki imparatorunun hayatı üzerindeki en önemli etkendi. Feodal sadakat ve fedakârlık örneği olarak İmparatorluk Japonya'sında ulusal bir kahraman kabul edilen Nogi, Satsuma İsyanı'nda imparatorun sancağını savaşta kaybetmesi ve Rus-Japon Savaşı'nda Port Arthur'u ele geçirirken çok fazla askerini kaybetmesine karşılık törelerine göre intihar etmek istemiş, İmparator Meiji izin vermemiş, o da İmparatorunun cenaze töreni gününü beklemiş ve o gün intihar etmiştir.[4]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Kutsal General, Kiten, Count Nogi

Doğum Yeri ve Tarihi: Edo, Japonya, 25 Aralık 1849

Vefat Yeri ve Tarihi: 13 Eylül 1912

Kabrinin Yeri: Aoyama Mezarlığı, Tokyo, Japonya

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Biliniz; Hakikî vukuâtı kaydeden tarih, hakikata en doğru şahiddir. İşte tarih bize gösteriyor; hattâ Rus'u mağlub eden Japon başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehâdeti aynen şu ki:

[Hakikat-ı İslâmiyetin kuvveti nisbetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâm'ın hakikat-ı İslâmiye'de za'fiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedenniye düştüklerini ve herc ü merc içinde belalara, mağlubiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilakistir. Yani salabet ve taassublarının za'fiyeti nisbetinde temeddün ve terakki ettikleri gibi, dinlerine salabet ve taassublarının kuvveti derecesinde de tedenni ve ihtilallere maruz kaldıklarını tarih gösteriyor. Şimdiye kadar zaman böyle geçmiş.]

(Hutbe-i Şamiye)


Bu Beşinci Şuâ'yı hükûmetin eline geçmeden evvel biz mahrem tutuyorduk. Hem bütün taharrilerde bende bulunmadı. Hem maksadı yalnız avamın imanlarını şübhelerden ve müteşabih hadîsleri inkârdan kurtarmaktır. Dünya cihetine üçüncü, dördüncü derecede, dolayısıyla bakar. Hem verdiği haberler doğrudur. Hem ehl-i siyaset ve dünya ile mübareze etmiyor, yalnız ihbar eder. Hem şahısları tayin etmiyor. Küllî bir surette, bir hakikat-i hadîsiyeyi beyan eder. Fakat o küllî hakikatı bu asırdaki dehşetli bir şahsa tam tatbik etmişler. Onun için bu senelerde yeni te'lif edilmiş zannıyla itiraz ettiler. Hem o risalenin aslı, Dârü'l-Hikmet'ten daha eskidir. Yalnız bir zaman sonra tanzim edildi, Risale-i Nur'a girdi. Şöyle ki:

Bundan kırk sene evvel ve hürriyetten bir sene evvel İstanbul'a geldim. O zaman Japonya'nın baş kumandanı, İslâm ulemasından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler. Ezcümle, bir hadîste: "Âhirzamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar, alnında (Hâzâ kâfir) yazılmış bulunur." diye hadîs var deyip benden sordular. Dedim: "Bir acib şahıs, bu milletin başına geçer ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydirir." Bu cevabdan sonra bunu sordular: "Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?" Dedim: "Şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek, inşâallah müslüman edecek."

Sonra dediler: "Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hâdise ile Süfyan olduğu bilinecek?" Ben de cevaben dedim: "Bir darb-ı mesel var: Çok israflı adama "Eli deliktir" denilir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi' oluyor, deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya mübtela olup, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak."

Sonra birisi sordu ki: "O öldüğü zaman İstanbul'da Dikili Taş'ta şeytan dünyaya bağıracak ki; filan öldü." O vakit ben dedim: "Telgrafla haber verilecek." Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Sekiz sene sonra Dârü'l-Hikmet'te iken dedim: "Şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek." Sonra Sedd-i Zülkarneyn ve Ye'cüc ve Me'cüc ve dabbetülarz ve Deccal ve nüzul-ü İsa (A.S.) hakkında sualler sormuşlardı. Ben de cevab vermiştim. Hattâ eski risalelerimde onlar kısmen yazılmışlar.

(14. Şua (Eski Baskı))


Mukaddime

Bu kitap üç makale ile üç kitap üzerine mürettebdir.

Birinci Makale, unsur-u hakikatin veyahut bazı mukaddimat ve mesail ile İslâmiyet’e saykal vurmanın beyanındadır.

İkinci Makale, unsur-u belâgatı keşfeder.

Üçüncüsü, unsur-u akide ile ecvibe-i Japoniye beyanındadır.

Kitaplar ise Kur’an’da işaret olunan ilmü’s-sema ve ilmü’l-arz ve ilmü’l-beşeri tahkik ile bir nevi tefsirdir.

(Muhakemat)


Ehl-i dikkatin malûmudur ki makasıd-ı Kur’aniyenin fezlekesi dörttür: Sâni’-i Vâhid’in ispatı ve nübüvvet ve haşr-i cismanî ve adildir.

Birinci Maksat: Delail-i Sâni’ beyanındadır. Bir bürhanı da Muhammed’dir (aleyhisselâm). Sâni’in vücud ve vahdeti, ispata ihtiyaçtan müstağnidir. Lâsiyyema Müslümanlara karşı çok derece eclâ ve azhardır. Binaenaleyh hitabımı ecanibe, bâhusus Japonya’ya tevcih eyledim. Zira onlar eskide bazı sualler etmiştiler, ben de cevap vermiştim. Şimdi ihtisar ile yalnız bir iki suallerine müteallik o cevabın bir parçasını söyleyeceğim. Onlardan bir sual:

مَا الدَّلٖيلُ الْوَاضِحُ عَلٰى وُجُودِ الْاِلٰهِ الَّذٖى تَدْعُونَنَا اِلَيْهِ وَالْخَلْقُ مِنْ اَىِّ شَيْءٍ اَمِنَ الْعَدَمِ اَوِ الْمَادَّةِ اَوْ ذَاتِهِ اِلٰى اٰخِرِ سُؤَالَاتِهِمُ الْمُرَدَّدَةِ

Yani vücud-u Sâni’e delil-i vâzıh nedir?

İşaret: Gayr-ı mütenahî olan marifetullah, böyle mahdud olan kelâma sığışmaz. Binaenaleyh kelâmımdaki iğlakın mazur tutulması mercûdur.

Tenbih: Bervech-i âti kelâmdan maksat, muhakeme ve muvazenenin tarîkını göstermektir. Tâ ki mecmuunda hakikat tecelli etsin. Yoksa zihnin cüz’iyeti sebebiyle, o mecmuun her bir cüzünde neticenin tamamını taharri etmek, kuvve-i vâhimenin tasallut ve tereddüdüyle hakikati evham içinde setretmektir.

(Muhakemat)


Ey benim kelâmımı mütalaa eden zevat! Geniş bir fikir ile ve müteyakkız bir nazar ile ve muvazeneli bir basîretle mecmu-u kelâmımı yani mesalik-i hamseyi muhit bir daire veya müstedir bir sur gibi nazara alınız, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın nübüvvetine merkez gibi temaşa ediniz. Veyahut sultanın etrafına halka tutmuş olan asakir-i müteavinenin nazarıyla bakınız! Tâ ki bir taraftan hücum eden evhamı, mütecavibe ve müteavine olan cevanib-i saire def’edebilsin.

İşte şu halde Japonların suali olan (Haşiye: Mâşâallah, güzel bir cevap.) مَا الدَّلٖيلُ الْوَاضِحُ عَلٰى وُجُودِ الْاِلٰهِ الَّذٖى تَدْعُونَنَا اِلَيْهِ ye karşı derim: İşte Muhammed aleyhissalâtü vesselâm…(*Haşiye: Rus’u mağlup eden Japon’un başkumandanı Meşihat-ı İslâmiyeden bu suali sormuş. Eski Said bu makam-ı sâlisle cevap vermiş.)

(Muhakemat)


İşte şu risâlede kelime-i şehâdetin iki kelâmındaki tevhid ve nübüvvete dair tarz-ı tefehhüm ve tarik-i telâkkimi Japonun eski bir suali münâsebetiyle yalnız meslek-i nazar noktasında mûcez bir icmal ile yazdım. O maksad-ı âliyeye uzanan mi'râc-ı zevkî-i işrâkî ve minhâc-ı hadsî-i ilhamî ise tabire sığışmaz.

(Nokta, Asar-ı Bediiyye)


S:[*Haşiye: Sual eden Japondur. (Müellif)] Sâni'in vücûd ve vahdetine en vâzıh delil nedir?

C: En parlak bürhanı Muhammed'dir (A.S.M.). Ve Nübüvvet-i Ahmediyye'nin en metin bürhanı, nübüvvet-i mutlakadır.

(Şuaat-ü Marifet-ün Nebiyy, Asar-ı Bediiyye)


Ey kâri-i müteharri-i hakikat! Geniş bir fikir ile, müteyakkız bir nazar ile Yedi Şuâatı birden muhit bir daire veya müstedir bir sûr gibi nazara al, Nübüvvet-i Ahmediyeyi içinde merkez gibi temaşa et! Tâ ki bir taraftan hücum eden evhamı, mütecavib olan cevanib-i saire def'edebilsin. İşte şu halde Japonların suali olan:

مَا الدَّلِيلُ الْوَاضِحُ عَلَى وُجُودِ الْاِلٰهِ الَّذٖ تَدْعُونَنَا اِلَيْهِ

ye karşı cevaben derim: İşte:

Birinci Bürhan:

Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.

İkincisi:

İşte bütün kâinat zerratıyla:

ﺗَﺎَﻣَّﻞْ ﺳُﻄُﻮﺭَ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﻓَﺎِﻧَّﻬَﺎ ٭ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤَﻠَﺎِ ﺍﻟْﺎَﻋْﻠَﻰ ﺍِﻟَﻴْﻚَ ﺭَﺳَٓﺎﺋِﻞُ

Kitab-ı âlemin evrâkıdır eb'ad-ı nâmahdûd

Sutûr-u hâdisat-ı dehrdir âsar-ı nâma'dud.

Basılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-u hakikatta

Mücessem lâfz-ı mânidardır âlemde her mevcûd.

-Tahsin-

ﻭَ ﻓِﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻟَﻪُ ﺍَﻳَﺔٌ ﺗَﺪُﻝُّ ﻋَﻠَﻰ ﺍَﻧَّﻪُ ﻭَﺍﺣِﺪٌ

Üçüncüsü:

Kur'ân'dır.

لَوْ كَانَ فٖيهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَا

tevhide kat'î bir bürhan-ı neyyirdir. İşte Sure-i İhlâs, bütün enva'-ı şirki reddeder. Ve yedi meratib-i tevhidi kâinata ilân ediyor.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

ﻗُﻞْ ﻫُﻮَ ıtlak ile taayyün, tevhid-i şuhuda işarettir.

اَىْ: لَا مَشْهُودَ بِنَظَرِ الْحَقٖيقَةِ اِلَّا هُوَ

ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﺣَﺪٌ tevhid-i uluhiyete tasrihtir.

ﺍَﻯْ: ﻟﺎَ ﻣَﻌْﺒُﻮﺩَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ

ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍﻟﺼَّﻤَﺪُ tevhid-i rububiyete remizdir.

ﺍَﻯْ: ﻟﺎَ ﺧَﺎﻟِﻖَ ﻭَﻟﺎَ ﺭَﺏَّ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ

Ve tevhid-i ceberuta telvihtir.

ﺍَﻯْ: ﻟﺎَ ﻗَﻴُّﻮﻡَ ﻭَﻟﺎَ ﻏَﻨِﻰَّ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﺎِﻃْﻠﺎَﻕِ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ

ﻟَﻢْ ﻳَﻠِﺪْ tevhid-i celale telmihtir. Şirkin enva'ını reddeder. Yani tegayyür veya tecezzi veya tenasül eden, ilah olamaz. Ukûl-ü aşere veya melaike veya İsa veya Üzeyr'in velediyetini dava eden şirkleri reddeder.

ﻭَﻟَﻢْ ﻳُﻮﻟَﺪْ isbat-ı ezeliyet ile tevhiddir. Esbabperest, nücumperest, sanemperest, tabiatperestin şirkini reddeder. Yani hâdis veya bir asıldan münfasıl veya bir maddeden mütevellid ilah olamaz.

ﻭَﻟَﻢْ ﻳَﻜُﻦْ ﻟَﻪُ ﻛُﻔُﻮًﺍ ﺍَﺣَﺪٌ câmi' bir tevhiddir. Yani zâtında, sıfâtında, ef'alinde naziri, şeriki, şebihi yoktur.

لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَيْءٌ وَ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ

Şu surede yedi meratib-i tevhidi tazammun eden altı cümle mütenaticedir. Her biri ötekinin bürhanıdır.

(Şuaat-ü Marifet-ün Nebiyy, Asar-ı Bediiyye)


Kürd Teavün ve terakki Gazetesi, 27 Kânunuevvel 1324 / 09 Ocak 1909 Sayı: 6. Nüshası Sayfa 43-44

İlmiye!

İfade-i Meram:

Şimdiki Şark'ta medeniyetin müessisi ve bize bir ders-i ibret vermiş olan Japonların medeniyet-i cismaniyelerine hayat vermek için, taharri-i din ederek bazı sualler sormuşlar idi. Ve ben de kendim gibi bir cevap vermiş idim. Ben bu cevabın kuvvetini tecrübe için, (ki bu mazî ve istikbal ortasında açılan büyük selli dere ve uçurum üzerinden atlıyacak mı? yoksa sair zaif ve kuvvetsiz ve hakikatsiz ve ihtiyarlanmış olan adât ve efkâr gibi mâzî tarafında mı kalacak? bilmek için;) bu cevabı şimdiki efkâr-ı umumiyeye peşkeş ve hediye ediyorum. Ve rağbet-i umumiyeyi celb ile bizim gibi nevresidenin sa'yine neşât vermek için bir hizmet niyetindeyim. Şu bintül-fikri ve zâde-i tabiat ve semere-i fuad, şimdiki daire-i vâsia-i hürriyetle mütenasib geniş ve haşmetli efkâr-ı umumiyenin rağbetine yakışacak -uslûb cihetiyle- bir şey değil ise de, lakin dört cihetiyle antika olduğundan ve antikalık, guluvv-u kıymetin yerini tutmakla; itibar-ı umumiyenin rağbetine istihkakı ümid ediyorum.

(Makaleler, Asar-ı Bediiyye)


Savcılık Makamının “Mevzudur.” diye gayr-ı ilmî iddia ettiği hadîsin hadîs kitaplarında sahih olduğu; hadîs âlimlerinin kabulüyle ve hürriyetten evvel Meşrutiyet devri ulemasına Japonya’nın ve İngiltere Anglikan Kilisesinin sorduğu sualler münasebetiyle, o devrin allâmeleri olan İstanbul âlimleri, Bedîüzzaman olan müellif-i muhtereme sorarak, şimdi ismi Beşinci Şuâ olan eserde görülmekte olan o zamanki bu hadîsin tevilen cevaplarını o ehemmiyetli âlimlerin kabul edip itiraz edememeleriyle sahih olduğu kat’î sabittir.

....

Afyon Cezaevinde mevkuf Safranbolulu Mustafa Osman

(14. Şua)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

Japonya ve Kore’de de Risale-i Nur’un birçok okuyucuları bulunmaktadır. Kore Harbi münasebetiyle Türkiye’den Kore’ye giden müteaddid Nur talebeleri tarafından bütün külliyat oraya götürülmüş, bu eserlerin bir kısmı Japon üniversitelerine ve bir kısmı da Kore kütüphanelerine hediye edilmiştir. Bu vesile ile Japonya’daki İslâm cemaati de Risale-i Nur’dan istifade etmeye başlamıştır.

(Tarihçe-i Hayat)


Bir bahçeye girsem, iyisini intihab ederim. Koparmasından zahmet çeksem hoşlanırım. Çürüğünü, yetişmemişini görsem, "خُذْ مَا صَفَا" derim. Muhataplarımı da öyle arzu ederim. Derler:

"Sözlerin iyi anlaşılmıyor?"

Bilirim ki, kâh minare başında, kâh kuyu dibinde konuşuyorum. Neyleyeyim, zuhûrat öyle. Şuâat ve şu kitapta mütekellim, âciz kalbimdir. Muhatap, âsi nefsimdir. Müstemi', müteharrî-i hakikat bir Japondur. Temâşâ eden bunu düşünmeli.

(Nokta, Asar-ı Bediiyye)


اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki! Sen Cenab-ı Hakk 'ın masnuatında tefekkür ettiğin zaman, kendini bir Japon veyahut Cezair-i Bahr-i Muhit'ten birisi farzeden bir Osmanlı Müslüman gibi tefekkür et ki; o adam, kendini oralı farzederek, sonra da Osmanlılara ve ictimaî ve siyasî ahvallerine bakar, kendi kendine hükümler çıkarır. Sonra kendine döner, farazî hayali atar.

Fakat sakın, ha sakın; masnuat-ı İlahiyeyi tefekküründe, âlem-i İslâmın ahvalini düşünen Avrupalı bir ecnebi gibi tefekkür etme! Evet sen böyle bir tefekkürle sakın şuurun ermeden firavunlaşmayasın. Evet, güya sen başka bir âlemden bu âlemimize gelmişsin gibi tefekkür et...

(Habbe, Mesnevi-i N. (Badıllı))


Tabiiyyunun münkir kısmının gittikleri yolun iç yüzü, aklen ne kadar uzak ve ne kadar çirkin ve ne derece hurafe olduğu Lâakal doksan muhali tazammun eden dokuz muhal ile, Asâ-yı Mûsa mecmuasının Üçüncü Hüccet-i İmaniyesi’nde tam beyan ve ispat edilmiş. İsteyen oraya bakar. Tabiat risalesinin hatimesi orada yazılmadığından, o hatimenin üç sualinden İki sualini de bir sebebe, yani Japonya’nın eskide sualinin bir noktasına temasına binaen burada yazıyoruz.

(Tiryak, 16. Parça)


İstanbul’da, ulemâdan eski fetva emini Ali Rıza ve Elmalılı Hamdi Efendi gibi meşhur âlimlerin bir musahabelerinde Bediüzzaman Üstadımın ilminin vehbî olduğunu, vaktiyle Anglikan kiliseleri başpiskoposunun ve Japonya’nın başkumandanının İslâm ulemâsından sorduğu suallere cevap veren ve bütün âlimleri ilmiyle teshir ve hayrette bırakan ve yirmi seneye yakın bir vakitten beri dünyayı terk eden bu şahsiyetten bahsetmeleri… bende, muhitimizde olan bu zatı ziyaret etmek arzusunu uyandırdı.

Salahaddin Çelebi’nin aslı Denizli Ağır Ceza Mahkemesine verilmiş Müdafaası (3 Haziran 1944)

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

Bediüzzaman'ın talebesi Bayram Yüksel'e Japon Başkumandanına teslim edilmek üzere verdiği ve Tokyo Camii'nde Tatarlara emanet edilen Risale-i Nur'dan geriye akibeti bilinen (2024 yılı itibarıyla) tek kitap olan Tiryak Risalesinin ön yüzü (bir nur talebesinde mahfuzdur)

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Togo Heihachiro: Japon İmparatorluk Donanmasında filo amirali olup Bediüzzaman hadislerde Deccal gibi şahısların hakkında geçen bahislerin onların temsil ettikleri manevî şahsiyetin azametinden kinaye olduğuna misal olarak resimlerde bu kumandanın bir ayağının Bahr-i Muhit’te, diğer ayağının Port Artür Kalesi’nde gösterilmesini örnek olarak verir.
  • Port Arthur: Kumandan Nogi Port Arthur kalesini ele geçiren birliklere kumanda ederek bu savaşta önemli rol oynamıştır.

Kaynakça[değiştir]