İsa (as)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Hristiyanlar ve Hristiyanlık (veya İsevilik/Nasranilik) için Hristiyanlık maddesine ve İsa isimli diğer kişi ve yerlerle ilgili maddeler için İsa (Tavzih) sayfasına gidin. Hz. İsa ve Hristiyanlık (İsevilik) bahislerinin beraber yer aldığı kısımlar için aşağıdaki Hz. İsa ve Hristiyanlar bölümüne bakın

Hz. İsa (as) kendisine kutsal kitap İncil verilen, Nûh (as), İbrahim (as), Mûsa (as) ve Hz. Muhammed (sav) ile birlikte “ulu'l-azm” sıfatını taşıyan ve İsrâiloğullarına gönderilmiş büyük peygamberlerdendir. Allah'ın bir mucizesi olarak Hz. Meryem'den babasız olarak dünyaya gelmiştir. Tahrif olmuş Hıristiyanlık Hz. İsa'ya uluhiyet vererek dalalete sapmıştır. Kur'an'da 15 surede toplam 93 âyette ismi veya sıfatı geçer. Bebekken konuşarak Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu söylemiştir. Babasız dünyaya gelmesi, beşikte konuşması, çamurdan yaptığı kuş şekline üfleyip onu canlandırması, anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirmesi, ölüleri diriltmesi, evlerde yenilen ve biriktirilen şeyleri haber vermesi ve semadan sofra indirmesi gibi mucizeler göstermiştir. Kendisine nazil olan İncil vefatından sonra yazıya dökülmüş ve daha sonra tahrif edilmiştir. Kendisinden sonra gelecek Hz. Muhammed'den (sav) Ahmed ismiyle haber ve müjde vermiştir ve bu husus asıl İncil'de de yazılıdır. Peygamberimiz onunla Mi‘rac gecesi ikinci kat semada karşılaşmıştır. Tebliğ ettiği dini kabul edemeyen Yahudiler onu öldürmek istemiş, ancak Cenab-ı Allah ona ihanet eden kişiyi onun sûretine büründürmüş ve çarmıha Hz. Îsâ yerine bilmeyerek ihanet eden kişiyi germişlerdir. Cenab-ı Allah da Hz. İsa'yı göğe kaldırmıştır. Kur’an’da Hz. Îsâ’nın doğduğundan, öleceğinden ve tekrar hayata döneceğinden söz edilir.[1].

Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'daki derslerine göre:

  • Hz. İsa, Hz. İdris ile birlikte 3. hayat mertebesinde olup dünyevi cismiyle semadadır.
  • Kur'an Hz. İsa'nın ahlakına uymaya teşvik ettiği gibi, zamanında ilm-i tıp revaçta olduğundan mu’cizatının galibi tıp noktasında olan Hz. İsa'nın mucizelerinden de bahsederek insanları hastalıkların dermanını bulmaya teşvik eder ve hatta ayetler ölüme muvakkat bir hayat rengi vermenin mümkün olduğunu söyler.
  • İsa aleyhisselâm'da sair esma ile beraber Kadîr ismi daha galiptir ve Peygamberimizin onunla görüştüğü sema dairesinde Cenab-ı Hak Kadîr unvanıyla bizzat mütecellidir.
  • Ecnebiler Hz. Muhammed'in (sav) nurunu kalplerinden çıkarsalar kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler ve bir İsevî, Müslüman olsa İsa aleyhisselâmı daha ziyade sever ama bir Müslüman Hazret-i Peygamberi (sav) unutsa daha hiçbir peygamberi kabul edemez ve kalbinde hiçbir kemalâtın yeri kalamaz, hattâ Rabb’ini de tanımaz.
  • Hristiyanlar İsa'ya hâşâ “Allah'ın oğlu” deyip muhabbette ifrata giderek, Yahudiler ise düşmanlıklarından peygamberliğini inkâr ederek helakete gitmişlerdir.
  • Hristiyanlıkta yalnız esasat-ı diniye Hz. İsa'dan alındığından, toplum hayatına bakan ve şeriatın ikincil kısımlarına dair hükümler Havariler ve diğer ruhani reisler tarafından teşkil edildiğinden, çoğunluğu önceki semavi kitaplardan alındığından ve Hz. İsa dünyaca hâkim ve sultan olmadığından dininin harici sureti değiştirilse Hz. İsa'nın esas dini bâki kalabilir ve onu inkâr ve tekzip anlamına gelmeyebilir. Buna karşılık Hz. Muhammed (sav) din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olup iki cihanın sultanı olduğundan ve İslâm’ın esaslarını en küçük şubelerine kadar bizzat kendisi gösterdiğinden füruat-ı İslâmiye değiştirilirse şeriat sahibini inkâr ve tekzip anlamına gelir.
  • İslâmiyet tevhid dini olduğundan havastan bir büyük insan tam dindar olsa enaniyeti terk etmeye mecbur olur. Tahrif olmuş Hristiyanlık ise “velediyet akidesi”ni kabul ettiği din namına enaniyeti kırmaz. Onun için dünyaca en büyük makamdaki Hristiyan havasları tam dindar olabilirler.
  • İhlas suresinde لَمْ يَلِدْ وَ لَمْ يُولَدْ ayetinin zahir manası malûm ve bedihî olduğundan o mananın bir lâzımı olan “Valide ve veledi bulunanlar, ilah olamazlar.” manası murad edilmiştir ve Hazret-i İsa (as) ve Üzeyr'in (as) vb. uluhiyetleri nefyedilmiştir.
  • Hz. İsa'ya “Mesih” namı verildiği gibi her iki Deccal’a da “Mesih” namı verilmesinin bir hikmeti Hz. İsa'nın Hz. Musa'nın şeriatındaki bazı ağır tekâlifi kaldırıp şarap gibi bazı müştehiyatı helâl etmesi gibi büyük Deccal'in Hz. İsa'nın şeriatının hükümlerini kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden bağları bozarak anarşistliğe zemin hazır etmesidir.
  • Hadislere göre ahirzamanda Hz. İsa aleyhisselâm gelecek ve şeriat-ı Muhammediye (asm) ile amel edip Peygamberimizin ümmetinden olacaktır yani ahir zamanda tabiat felsefesinden çıkan Allah'ı inkar cereyanına karşı İsevîlik dini tasaffi edip hurafelerden sıyrılacak ve manen İslâmiyet’e inkılab edip Kur'an'a uyacaktır. Hak din bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacak ve hamiyetkâr ve fedakâr olan ve dinsizliği yaymaya çalışan cemaate nispeten sayıca çok daha az olan “Müslüman İsevîleri” unvanına lâyık bir cemiyet, vahy-i semavî kılıncıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürdüğü gibi âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa aleyhisselâm o din-i hak cereyanının başına geçecektir. Hârika ve mu’cizatlı ve umumun makbulü bir zat ve en ziyade alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hazret-i İsa İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden büyük Deccal’ı öldürecek yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecektir. Hz. İsa geldiğinde herkes değil sadece yakınları ve havassı nur-u imanın dikkatiyle onun hakiki İsa olduğunu bilecektir.

Yine Bediüzzaman neşredilmemiş bir mektubunda ahirzamandaki gelecek büyük Mehdinin siyaseti tam dindar İsevîlere bırakıp yalnız İslâmiyet hakikatlarını isbata, izhara, icraya çalışacağını belirtmiştir.

Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: İbn-i Meryem, Mesih, Ruhullah, Müeyyed, Kelime, Jesus Christ (Batı dünyasında)

Doğum Yeri ve Tarihi: Beytüllahim, Kudüs, MÖ 4 veya 6[2].

Annesi: Meryem

Babası: Babasız dünyaya gelmiştir

Kardeşleri: -

Soyu: Hz. İbrahim neslindendir[3].

Vefat Yeri ve Tarihi: Yahudilerin onu öldürmek istemelerine karşılık Cenab-ı Allah tarafından Kudüs'te Ms 30 veya 33 yılında semâya kaldırılmıştır.[1]

Kabrinin Yeri: -

Hanımları: -

Çocukları: -

Peygamberlikle Görevlendirildiği Yer ve Tarih: Kudüs

Peygamber Olarak Gönderildiği Kavim: İsrailoğulları

Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler[değiştir]

Hz. İsa'nın ismi Kur'an'da 9 defa sadece İsa olarak, 16 defa Meryem oğlu İsa olarak ve 9 defa da Mesih olarak toplam 32 farklı ayette toplam 34 defa geçer. (Nisa 157 ve Al-i İmran 45 ayetlerinde Mesih ve Meryem oğlu İsa ifadeleri birlikte geçer).

2 yerde (Al-i İmran 39 ve Al-i İmran 45) Kelime olarak bahsi geçer.

1 yerde (Nisa 171) Allah'tan bir Ruh olarak bahsi geçer.

Hz. İsa'nın 15 surede toplam 93 ayette ismi veya sıfatı yani bahsi geçer.

İsa Peygamberin (AS) İsa Olarak İsmi Geçen Ayetler

İsa Peygamberin (AS) Mesih Olarak İsmi Geçen Ayetler

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hz. İsa ve Hayat Tabakası[değiştir]

Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki beşeriyet levazımatından tecerrüd ile melek hayatı gibi bir hayata girerek nurani bir letafet kesbeder. Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar.

(1. Mektup)

Hz. İsa'nın Mucizeleri[değiştir]

Hem mesela, Hazret-i İsa aleyhisselâmın bir mu’cizesine dair وَاُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ وَاُحْيِى الْمَوْتٰى بِاِذْنِ اللّٰهِ Kur’an, Hazret-i İsa aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibaa beşeri sarîhan teşvik eder. Öyle de şu elindeki sanat-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbanîye, remzen tergib ediyor. İşte şu âyet işaret ediyor ki: “En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise ey insan ve ey musibetzede benî-Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.”

Cenab-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle manen diyor ki: “Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim. Biri, manevî dertlerin dermanı; biri de maddî dertlerin ilacı. İşte ölmüş kalpler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilacıyla şifa buluyor. Sen de benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul! Elbette ararsan bulursun.”

İşte beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyatından çok ilerideki hududunu, şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor.

(20. Söz)


İ’cazı vardır ve mevcuddur. Çünkü Ceziretü’l-Arap ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibarıyla ümmi idi. Ümmilikleri için mefahirlerini ve vukuat-ı tarihiyelerini ve mehasin-i ahlâka yardım edecek durub-u emsallerini kitabet yerine şiir ve belâgat kaydıyla muhafaza ediyorlardı. Manidar bir kelâm, şiir ve belâgat cazibesiyle eslâftan ahlafa hâfızalarda kalıp gidiyordu.

İşte şu ihtiyac-ı fıtrî neticesi olarak o kavmin manevî çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revaç bulan, fesahat ve belâgat metaı idi. Hattâ bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millîsi gibi idi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı.

İşte İslâmiyet’ten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medar-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâgatta, akvam-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar kıymettar idi ki bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musalaha ediyorlardı. Hattâ onların içinde “Muallakat-ı Seb’a” namıyla yedi edibin yedi kasidesini altınla Kâbe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı.

İşte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan nüzul etti. Nasıl ki zaman-ı Musa aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı İsa aleyhisselâmda tıp revaçta idi. Mu’cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte o vakit bülega-yı Arab’ı, en kısa bir suresine mukabeleye davet etti وَاِنْ كُنْتُمْ فٖى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهٖ fermanıyla onlara meydan okuyor. Hem der ki: “İman getirmezseniz mel’unsunuz. Cehenneme gireceksiniz.” Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidayeten idam-ı ebedî ile ve sonra da cehennemde idam-ı ebedî ile beraber dünyevî idam ile de mahkûm ediyor. Der: “Ya muaraza ediniz yahut can ve malınız helâkettedir.”

(25. Söz)


Evet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mübarek eli Hakîm-i Lokman’ın bir eczahanesi gibi ve tükürüğü Hazret-i Hızır’ın âb-ı hayat çeşmesi gibi ve nefesi Hazret-i İsa aleyhisselâmın nefesi gibi mededres ve şifa-resan olsa ve nev-i beşer çok musibet ve belalara giriftar olsa elbette Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma hadsiz müracaatlar olmuş. Hastalar, çocuklar, mecnunlar pek kesretli gelmişler; cümlesi şifa bulup gitmişler.

(19. Mektup)


Hazret-i Musa aleyhisselâmın zamanında sihrin revacı olduğundan mühim mu’cizatı, ona benzer bir tarzda geldiği ve Hazret-i İsa aleyhisselâmın zamanında ilm-i tıp revaçta olduğundan mu’cizatının galibi, o cinsten geldiği gibi Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın dahi zamanında Ceziretü’l-Arap’ta en ziyade revaçta dört şey idi:

Birincisi: Belâgat ve fesahat.

İkincisi: Şiir ve hitabet.

Üçüncüsü: Kâhinlik ve gaibden haber vermek.

Dördüncüsü: Hâdisat-ı maziyeyi ve vakıat-ı kevniyeyi bilmek idi.

(19. Mektup)


6- Tecrübeler sayesinde ve telahuk-u efkâr ile husule gelen terakkiyat-ı tıbbiye, Hazret-i İsa’nın (as) mu’cizesinin ilhamatındandır. Hakikaten şu mu’cizeler ile bu terakkiyat arasında pek büyük münasebet ve muvafakat vardır. Evet dikkat eden adam, bilâ-tereddüt o mu’cizeler bu terakkiyata birer mikyas ve numunelerdir diye hükmeder.

(İşarat-ül İ'caz)


Yani maddeten İslâmiyet’in terakkisinin kuvvetli sebepleri gösteriyor ki maddeten dahi İslâmiyet istikbale hükmedecek. Birinci Cihet, maneviyat cihetinde terakkiyatı ispat ettiği gibi; bu İkinci Cihet dahi maddî terakkiyatını ve istikbaldeki hâkimiyetini kuvvetli gösteriyor. Çünkü âlem-i İslâm’ın şahs-ı manevîsinin kalbinde, gayet kuvvetli ve kırılmaz beş kuvvet içtima ve imtizaç edip yerleşmiş (Hâşiye:Evet Kur’an’ın üstadiyetinden ve dersinin işaratından fehmediyoruz ki: Kur’an’da mu’cizat-ı enbiyayı zikretmesiyle; beşerin istikbalde terakki edeceğini ve o mu’cizatın nazireleri istikbalde vücuda geleceğini beşere ders verip teşvik ediyor:

“Haydi çalış, bu mu’cizatın numunelerini göster. Süleyman aleyhisselâm gibi iki aylık yolu bir günde git! İsa aleyhisselâm gibi en dehşetli hastalığın tedavisine çalış! Hazret-i Musa’nın asâsı gibi taştan âb-ı hayatı çıkar, beşeri susuzluktan kurtar! İbrahim aleyhisselâm gibi ateş seni yakmayacak maddeleri bul, giy! Bazı enbiyalar gibi şark ve garpta en uzak sesleri işit, suretleri gör! Davud aleyhisselâm gibi demiri hamur gibi yumuşat, beşerin bütün sanatına medar olmak için demiri bal mumu gibi yap! Yusuf aleyhisselâm ve Nuh aleyhisselâmın birer mu’cizesi olan saat ve gemiden nasıl çok istifade ediyorsunuz. Öyle de sair enbiyanın size ders verdiği mu’cizelerden dahi o saat ve sefine gibi istifade ediniz, taklitlerini yapınız.”

İşte buna kıyasen Kur’an, her cihetle beşeri maddî manevî terakkiyata sevk etmek için ders veriyor, üstad-ı küll olduğunu ispat ediyor.).

(Hutbe-i Şamiye)

Hz. İsa ve Kadir İsmi[değiştir]

Fakat çendan insan bütün esmaya mazhardır fakat kâinatın tenevvüünü ve melaikenin ihtilaf-ı ibadatını intac eden tenevvü-ü esma, insanların dahi bir derece tenevvüüne sebep olmuştur. Enbiyanın ayrı ayrı şeriatları, evliyanın başka başka tarîkatları, asfiyanın çeşit çeşit meşrepleri şu sırdan neş’et etmiştir. Mesela İsa aleyhisselâm, sair esma ile beraber Kadîr ismi onda daha galiptir. Ehl-i aşkta Vedud ismi ve ehl-i tefekkürde Hakîm ismi daha ziyade hâkimdir.

(24. Söz)


Mesela, ism-i Kadîr’e mazhar Hazret-i İsa aleyhisselâm, hangi semada Peygamber aleyhissalâtü vesselâm ile görüştü ise işte o sema dairesinde Cenab-ı Hak, Kadîr unvanıyla bizzat orada mütecellidir. Mesela, Hazret-i Musa aleyhisselâmın makamı olan sema dairesinde en ziyade hüküm-ferma, Hazret-i Musa aleyhisselâmın mazhar olduğu “Mütekellim” unvanıdır ve hâkeza…

(31. Söz)

Hz. İsa ve Hristiyanlar[değiştir]

Mesela, nasıl ki bir saray bulunsa büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lambası bulunur. O elektrikten teşaub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lambasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa bütün menziller, derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer. Ve başka sarayda büyük elektrik lambasıyla merbut olmayan küçük elektrik lambaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lambasının düğmesini çevirerek kapatsa sair menzillerde ışıklar bulunabilir. Onunla işini görebilir, hırsızlar istifade edemezler.

İşte ey nefsim! Birinci saray, bir Müslüman’dır. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lambasıdır. Eğer onu unutsa, el-iyazü billah kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemalâtın yeri ruhunda kalamaz, hattâ Rabb’ini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve latîfeler, karanlığa düşer ve kalbinde müthiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tamir edersin?

Halbuki ecnebiler, o ikinci saraya benzerler ki Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın nurunu kalplerinden çıkarsalar da kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların manevî kemalât-ı ahlâkiyelerine medar olacak Hazret-i Musa ve İsa aleyhimesselâma bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikadları kalabilir.

(24. Söz)


Demek bir Müslüman mümkün değil, başka bir dine girip ya Hristiyan ve Yahudi hususan Bolşevik gibi olmak… Çünkü bir İsevî, Müslüman olsa İsa aleyhisselâmı daha ziyade sever. Bir Musevî, Müslüman olsa Musa aleyhisselâmı daha ziyade sever. Fakat bir Müslüman, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın zincirinden çıksa dinini bıraksa daha hiçbir dine girmez, anarşist olur; ruhunda kemalâta medar hiçbir halet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir olur.

(Emirdağ L. 2)


Ey fâsık ve sefih! Deme ki ben de Frenk gibi olacağım. Dikkat et! Sen, Frenk gibi olamazsın. Zira bir Frenk, Peygamberimizi (asm) kabul etmezse de İsa (as) ve Musa (as) ve sair enbiyaları bir derece kabul edebilir. Ruhunda, maâliyata medar kendince bir esas kalabilir. Fakat sen, Peygamber-i âhir zaman’ın (asm) derslerini terk ettiğin dakikada, senin ruhunda nihayetsiz bir tahribat, bir boşluk, bir karanlık peyda olacaktır ki hiçbir kemalât ve ahval-i âliyeye ve mesudiyete yer kalmayacaktır. Meğer insaniyetini söndüresin ve zaman-ı hal ile mukayyed sırf bir hayvan olasın ve hayvan gibi bir muvakkat muzahref lezzeti göresin. Halbuki insan, müstakbelin ehvali ve mazinin ahzanı ile giriftar olmuştur. Bu ikisi, onu pek ciddi düşündürür, başını mütemadiyen döverler. İnsanı bu havf ve hüzünden kurtarıcı tek bir mededkâr var. O da Kur’an-ı Azîmüşşan’dır.

(Nurun İlk Kapısı)


Hem sen “Ben de Frenk gibi olacağım.” diyemezsin ve Frenk gibi olamazsın. Çünkü bir Frenk, Muhammed (asm) Hazretlerini kabul etmezse de İsa ve Musa aleyhimesselâmı veya sair enbiyaların birini bir derece her nasılsa kabul eder. Sen ise Nebi-yi âhir zaman (aleyhissalâtü vesselâm) Hazretlerinin zincirinden çıktığın ve derslerini terk ettiğin dakikada, senin ruhunda nihayetsiz bir tahribat, bir boşluk, bir karanlık peyda olacak. Ve senin ruhunda hiçbir kemalât ve ahlâk-ı âliyeye yer kalmayacak. Meğer insaniyetini söndürüp zaman-ı hal ile mukayyed sırf bir hayvan olabilesin.

(Nurun İlk Kapısı)


Sual: Enbiya ve evliyaya muhabbet, nasıl faydasız kalır?

Elcevap: Ehl-i Teslis’in İsa aleyhisselâma ve Râfızîlerin Hazret-i Ali radıyallahu anha muhabbetleri faydasız kaldığı gibi.

(32. Söz)


Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– İmam-ı Ali’ye (ra) demiş: Sende Hazret-i İsa (as) gibi iki kısım insan helâkete gider. Birisi ifrat-ı muhabbet, diğeri ifrat-ı adâvetle. Hazret-i İsa’ya Nasrani muhabbetinden hadd-i meşrudan tecavüz ile hâşâ “İbnullah” dediler. Yahudi, adâvetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemalini inkâr ettiler. Senin hakkında da bir kısım, hadd-i meşrudan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir. لَهُمْ نَبْزٌ يُقَالُ لَهُمُ الرَّافِضِيَّةُ demiş. Bir kısmı, senin adâvetinden çok ileri gidecekler, onlar da Havariç’tir ve Emevîlerin müfrit bir kısım taraftarlarıdır ki onlara Nâsibe denilir.

(19. Mektup)


İşte körü körüne taklitçiliğe alışan buradaki hamiyet-füruşlar diyorlar ki:

“Madem Hristiyan dininde böyle bir inkılab oldu; bidayette inkılabcılara mürted denildi, sonra Hristiyan olarak yine kabul edildi. Öyle ise İslâmiyet’te de böyle dinî bir inkılab olabilir?”

Elcevap: Bu kıyasın, Birinci İşaret’teki kıyastan daha ziyade farkı zahirdir. Çünkü din-i İsevîde yalnız esasat-ı diniye Hazret-i İsa aleyhisselâmdan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer’iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi. Kısm-ı a’zamı, kütüb-ü sâbıka-i mukaddeseden alındı. Hazret-i İsa aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci olmadığından esasat-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi şeriat-ı Hristiyaniye namına örfî kanunlar, medeni düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş. Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse yine Hazret-i İsa aleyhisselâmın esas dini bâki kalabilir. Hazret-i İsa aleyhisselâmı inkâr ve tekzip çıkmaz.

Halbuki din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâm iki cihanın sultanı, şark ve garp ve Endülüs ve Hint, birer taht-ı saltanatı olduğundan din-i İslâm’ın esasatını bizzat kendisi gösterdiği gibi o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz’î âdabını dahi bizzat o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor.

Demek füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki onlar tebdil edilse esas-ı din bâki kalabilsin. Belki esas-ı dine bir cesettir, lâekall bir cilttir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş, kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya sahib-i şeriatı inkâr ve tekzip etmek çıkar.

Mezahibin ihtilafı ise: Sahib-i şeriatın gösterdiği nazarî düsturların tarz-ı tefehhümünden ileri gelmiştir. “Zaruriyat-ı diniye” denilen ve kabil-i tevil olmayan ve “muhkemat” denilen düsturları ise hiçbir cihette kabil-i tebdil değildir ve medar-ı içtihad olamaz. Onları tebdil eden, başını dinden çıkarıyor يَمْرُقُونَ مِنَ الدّٖينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الْقَوْسِ kaidesine dâhil oluyor.

...

İslâmiyet, tevhid-i hakiki dinidir ki vasıtaları, esbabları ıskat ediyor. Enaniyeti kırıyor, ubudiyet-i hâlisa tesis ediyor. Nefsin rububiyetinden tut, tâ her nevi rububiyet-i bâtılayı katediyor, reddediyor. Bu sır içindir ki havastan bir büyük insan, tam dindar olsa enaniyeti terk etmeye mecbur olur. Enaniyeti terk etmeyen, salabet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terk eder.

Şimdiki Hristiyanlık dini ise “velediyet akidesi”ni kabul ettiği için vesait ve esbaba tesir-i hakiki verir. Din namına enaniyeti kırmaz, belki Hazret-i İsa aleyhisselâmın bir mukaddes vekili diye o enaniyete bir kudsiyet verir. Onun için dünyaca en büyük makam işgal eden Hristiyan havasları, tam dindar olabilirler. Hattâ Amerika’nın esbak Reisicumhuru Wilson ve İngilizlerin esbak Reis-i Vükelası Loid George gibi çoklar var ki mutaassıp birer papaz hükmünde dindar oldular.

(29. Mektup)


Hazret-i İsa aleyhisselâm hakkındaki ifrat-ı muhabbet, Nasâra için tehlikeli olduğu gibi Hazret-i Ali (ra) hakkında da o tarzda ifrat-ı muhabbet, hadîs-i sahihte tehlikeli olduğu tasrih edilmiş.

(4. Lema)

Hz. İsa ve İhlas Suresi[değiştir]

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ

وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ

Kesretli tabaka olan avam tabakasının şundan hisse-i fehmi: “Cenab-ı Hak, peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.”

Daha mutavassıt bir tabaka, şundan “İsa aleyhisselâmın ve melaikelerin ve tevellüde mazhar şeylerin uluhiyetini nefyetmektir.” Çünkü muhal bir şeyi nefyetmek, zahiren faydasız olduğundan belâgatta medar-ı fayda olacak bir lâzım-ı hüküm murad olunur. İşte cismaniyete mahsus veled ve validi nefyetmekten murad ise veled ve validi ve küfvü bulunanların nefy-i uluhiyetleridir ve mabud olmaya lâyık olmadıklarını göstermektir. Şu sırdandır ki Sure-i İhlas herkese hem her vakit fayda verebilir.

(25. Söz)


Dördüncü: لَمْ يَلِدْ dir. Bir tevhid-i celalî müstetirdir; enva-ı şirki reddeder, küfrü keser bîiştibah.

Yani tagayyür ya tenasül ya tecezzi eden elbet, ne Hâlık’tır ne Kayyum’dur ne İlah…

Veled fikri, tevellüd küfrünü لَمْ reddeder, birden keser atar. Şu şirktendir ki olmuştur beşer ekserisi gümrah…

Ki İsa (as) ya Üzeyr’in ya melaik ya ukûlün tevellüd şirki meydan alıyor nev-i beşerde gâh bâ-gâh…

(Lemeat)


ﻟَﻢْ ﻳَﻠِﺪْ tevhid-i celale telmihtir. Şirkin enva'ını reddeder. Yani tegayyür veya tecezzi veya tenasül eden, ilah olamaz. Ukûl-ü aşere veya melaike veya İsa veya Üzeyr'in velediyetini dava eden şirkleri reddeder.

(Şuaat-ü Marifet-ün Nebiyy)


Üçüncü Vecih: Sure-i İhlas’ta nasıl ki لَمْ يَلِدْ وَ لَمْ يُولَدْ zahir manası malûm ve bedihî olduğundan o mananın bir lâzımı muraddır. Yani “Valide ve veledi bulunanlar, ilah olamazlar.” manasında ve Hazret-i İsa (as) ve Üzeyr (as) ve melaike ve nücumların ve gayr-ı hak mabudların uluhiyetlerini nefyetmek kasdıyla, ezelî ve ebedî manasında Cenab-ı Hakk’ın لَمْ يَلِدْ وَ لَمْ يُولَدْ gayet bedihî ve malûm hükmettiği gibi aynen onun gibi bu misalimizde de “Rızık ve it’am kabiliyeti olan eşya, ilah ve mabud olamazlar.” manasında, Mabud’unuz olan Rezzak-ı Zülcelal sizden kendine rızık istemez ve siz onu it’am için yaratılmamışsınız mealindeki âyet; rızka muhtaç ve it’am edilen mevcudat, mabudiyete lâyık değiller, demektir.

(28. Lema)

Hz. İsa ve Ahirzaman[değiştir]

Nasraniyet İslâmiyet’e Teslim Olacak

Nasraniyet, ya intıfa ya ıstıfa bulacak. İslâm’a karşı teslim olup terk-i silah edecek.

Mükerreren yırtıldı, purutluğa tâ geldi, purutlukta görmedi ona salah verecek.

Perde yine yırtıldı, mutlak dalale düştü. Bir kısmı lâkin bazı yakınlaştı tevhide, onda felâh görecek.

Hazırlanır şimdiden (*[4]) yırtılmaya başlıyor. Sönmezse safvet bulup İslâm’a mal olacak.

Bu bir sırr-ı azîmdir, ona remz u işaret; Fahr-i Rusül demiştir: “İsa, Şer’im ile amel edip ümmetimden olacak.”

(Lemeat)


Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki beşeriyet levazımatından tecerrüd ile melek hayatı gibi bir hayata girerek nurani bir letafet kesbeder. Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar.

Âhir zamanda Hazret-i İsa aleyhisselâm gelecek, şeriat-ı Muhammediye (asm) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhir zamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyet’e inkılab edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de Hazret-i İsa aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal’ı öldürür yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek.

(1. Mektup)


Âhir zamanda Hazret-i İsa aleyhisselâm Deccal’ı öldürdükten sonra, insanlar ekseriyetle din-i hakka girerler. Halbuki rivayetlerde gelmiştir ki: “Yeryüzünde Allah Allah diyenler bulundukça kıyamet kopmaz.” Böyle umumiyetle imana geldikten sonra nasıl umumiyetle küfre giderler?

Elcevap: Hadîs-i sahihte rivayet edilen “Hazret-i İsa aleyhisselâmın geleceğini ve şeriat-ı İslâmiye ile amel edeceğini, Deccal’ı öldüreceğini” imanı zayıf olanlar istib’ad ediyorlar. Onun hakikati izah edilse hiç istib’ad yeri kalmaz. Şöyle ki:

O hadîsin ve Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadîslerin ifade ettikleri mana budur ki: Âhir zamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:

Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (asm) inkâr edecek Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranisine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beyt’ten Muhammed Mehdi isminde bir zat-ı nurani, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe âhir zamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup uluhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zabitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşi bir adam, herkese her askere bir nevi padişahlık ve bir gûna hâkimiyet verir.

Öyle de Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrut hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manyetizmanın hâdisatı nevinden müthiş hârikalara mazhar olan Deccal ise daha ileri gidip cebbarane surî hükûmetini bir nevi rububiyet tasavvur edip uluhiyetini ilan eder. Bir sineğe mağlup olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın uluhiyet dava etmesi, ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa aleyhisselâmın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakiki İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hal-i hazır Hristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyet’e inkılab edecektir. Ve Kur’an’a iktida ederek o İsevîlik şahs-ı manevîsi tabi ve İslâmiyet metbu makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.

Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlup olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihat neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i külli şey’in vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kādir-i külli şey’ vaad etmiş, elbette yapacaktır.

Evet, her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’eden (Hazret-i Cibril’in “Dıhye” suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misalîyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa aleyhisselâmı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için; değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm’in hikmetinden uzak değil belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek.

Hazret-i İsa aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakiki İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.

Sual: Rivayetlerde gelmiş ki: “Deccal’ın bir yalancı cenneti var, kendine tabi olanları ona atar. Hem yalancı bir cehennemi var, tabi olmayanları ona atar. Hattâ o, kendi merkebinin de bir kulağını cennet gibi bir kulağını da cehennem gibi yapmış. Azamet-i bedeniyesi bu kadardır, şu kadardır…” diye tarifat var?

Elcevap: Deccal’ın şahs-ı surîsi insan gibidir. Mağrur, firavunlaşmış, Allah’ı unutmuş olduğundan surî, cebbarane olan hâkimiyetine, uluhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat şahs-ı manevîsi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesîmdir. Rivayetlerde Deccal’a ait tavsifat-ı müthişe ona işaret eder. Bir vakit Japonya’nın Başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit’te, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artur Kalesinde tasvir edilmiş. O küçük Japon Kumandanının bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı manevîsi gösterilmiş.

Amma Deccal’ın yalancı cenneti ise medeniyetin cazibedar lehviyatı ve fanteziyeleridir. Merkebi ise şimendifer gibi bir vasıtadır ki bir başında ateş ocağı bulunur, kendine tabi olmayanları bazen ateşe atar. O merkebin bir kulağı yani diğer başı cennet gibi tefriş edilmiş, tabi olanları oraya oturtur. Zaten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahet ve dünya için yalancı bir cennet getirir. Bîçare ehl-i diyanet ve ehl-i İslâm için medeniyet elinde cehennem zebanisi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar.

İşte İsevîliğin din-i hakikisi zuhur ile ve İslâmiyet’e inkılab etmesiyle, çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya nurunu neşreder. Fakat yine kıyamet kopmasına yakın tekrar bir dinsizlik cereyanı baş gösterir, galebe eder ve “El-hükmü li’l-ekser” kaidesince, yeryüzünde “Allah Allah” diyecek kalmayacak, yani ehemmiyetli bir cemaat, küre-i arzda mühim bir mevkiye sahip olacak bir surette “Allah Allah” denilmeyecek demektir.

Yoksa ekalliyette kalan veyahut mağlup düşen ehl-i hak, kıyamete kadar bâki kalacak; yalnız, kıyametin kopacağı anında, kıyametin dehşetlerini görmemek için bir eser-i rahmet olarak ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.

(15. Mektup)


Hazret-i Mehdi’nin cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akâranesini tamir edecek, sünnet-i seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyet’te risalet-i Ahmediyeyi (asm) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (asm) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cemiyetinin mu’cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.

Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa aleyhisselâmın din-i hakikisini İslâmiyet’in hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı altında ve “Müslüman İsevîleri” unvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.

(29. Mektup)


21- Nasraniyet, ya intıfa veya ıstıfa edip İslâmiyet’e karşı terk-i silah edecektir. Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intıfa bulup sönecek veya hakiki Nasraniyet’in esasını câmi’ olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır.

İşte bu sırr-ı azîme, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm işaret etmiştir ki: “Hazret-i İsa nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, şeriatımla amel edecektir.”

(Hakikat Çekirdekleri)


İman ve teklif; ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan perdeli ve derin ve tetkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî meseleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki Ebubekirler a’lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebucehiller esfel-i safilîne düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki mu’cizeler seyrek ve nadir verilir.

Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrat-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur’aniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, güneşin mağribden çıkması, bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden tövbe kapısı kapanır, daha tövbe ve iman makbul olmaz. Çünkü Ebubekirler, Ebucehiller ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i İsa aleyhisselâmın nüzulü dahi ve kendisi İsa aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan gibi eşhas-ı müthişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.

(5. Şua)


Hem Deccal’ın rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve hükûmetine ait garib halleri ve dehşetli icraatı, onun şahsıyla münasebettar rivayet edilmesi cihetiyle manası gizlenmiş. Mesela “O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsa (as) onu öldürebilir, başka çare olamaz.” rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öldürecek ancak semavî ve ulvi, hâlis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve hakikat-i Kur’aniyeye iktida ve ittihat eden bu İsevî dinidir ki Hazret-i İsa aleyhisselâmın nüzulü ile o dinsiz meslek mahvolur, ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.

(5. Şua)


Kat’î ve sahih rivayette var ki: “İsa aleyhisselâm büyük Deccal’ı öldürür.”

وَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ‌ bunun da iki vechi var:

Bir vechi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispirtizma gibi istidracî hârikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccal’ı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek ancak hârika ve mu’cizatlı ve umumun makbulü bir zat olabilir ki o zat, en ziyade alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hazret-i İsa aleyhisselâmdır.

İkinci vechi şudur ki: Şahs-ı İsa aleyhisselâmın kılıncı ile maktûl olan şahs-ı Deccal’ın teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı manevîsini öldürecek ve inkâr-ı uluhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak İsevî ruhanîleridir ki o ruhanîler, din-i İsevînin hakikatini hakikat-i İslâmiye ile mezcederek o kuvvetle onu dağıtacak, manen öldürecek. Hattâ “Hazret-i İsa aleyhisselâm gelir. Hazret-i Mehdi’ye namazda iktida eder, tabi olur.” diye rivayeti bu ittifaka ve hakikat-i Kur’aniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder.

(5. Şua)


Rivayette var ki: İsa aleyhisselâm Deccal’ı öldürdüğü münasebetiyle “Deccal’ın fevkalâde büyük ve minareden daha yüksek bir azamet-i heykelde ve Hazret-i İsa aleyhisselâm ona nisbeten çok küçük bulunduğunu” gösterir.

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: İsa aleyhisselâmı nur-u iman ile tanıyan ve tabi olan cemaat-i ruhaniye-i mücahidînin kemiyeti, Deccal’ın mektepçe ve askerce ilmî ve maddî ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir.

(5. Şua)


Rivayetlerde Hazret-i İsa aleyhisselâma “Mesih” namı verildiği gibi her iki Deccal’a dahi “Mesih” namı verilmiş ve bütün rivayetlerde مِنْ فِتْنَةِ الْمَسٖيحِ الدَّجَّالِ مِنْ فِتْنَةِ الْمَسٖيحِ الدَّجَّالِ denilmiş. Bunun hikmeti ve tevili nedir?

Elcevap: اَللّٰهُ اَعْلَمْ bunun hikmeti şudur ki: Nasıl ki emr-i İlahî ile İsa aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarap gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş. Aynen öyle de büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder.

Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi şeriat-ı Muhammediyenin (asm) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak, hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki o vakit o insanlar, gayet şiddetli bir istibdattan başka zapt altına alınamaz.

(5. Şua)


Ey benim muhterem Üstadım!

Âciz talebeniz, küre-i arz içerisinde ruhum bazen şarka, bazen cenuba, bazen garba, bazen şimale, bazen semaya giderdi. Acaba yardım ne taraftan erişecek diye beklerdim. Ruhum bir mürşid-i ekmel taharri ederdi. Aramak üzere iken bana ilham olundu ki “Mürşidi sen uzakta arıyorsun, pek yakınında bulunan Bedîüzzaman vardır. O zatın Risale-i Nur’u müceddid hükmündedir. Hem aktabdır hem Zülkarneyn’dir hem âhir zamanda gelecek İsa aleyhisselâmın vekilidir yani müjdecisidir.” denildi. Bunun üzerine Üstad-ı Muhteremin nezdine vardım. Risaleleri, bize yazmak için emir verdi. Ben de on beş kadar Sözler’den yazdım ve okuyorum. İstidadım kısa, fikrim müşevveş olduğundan risalelerden hakkıyla istifade ve istifaza edemiyordum.

...

Talebeniz Mustafa Hulusi (rh)

...

Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın Mehdi ve İsa aleyhisselâm ve Deccal ve Ye’cüc Me’cüc ve Sedd-i Zülkarneyn hakkındaki müteşabih hadîsleri Risale-i Nur tevil etmiş, esas maksadı anlatmış.

...

Talebeniz Küçük Ali

(Barla L.)


Dereli Hâfız Ahmed Efendi’nin çok manidar rüyalı bir fıkrasıdır

Aziz ve müşfik Üstadım Efendim!

Bir gün âlem-i menamda bir sahrada gezerken, birçok kalabalık ahalinin içine girdim. Dersim olan Kelime-i Tevhid’e devam ediyordum. O ahalinin cümlesi Nasâra imiş. Biz aşikâre Kelime-i Tevhid’i çektiğimizden, hepsi bize iştirak etti. Her yüz başında “Muhammedü’r-Resulullah” diyorum. O Nasâralar “İsa ruhullah” diyorlar.

Onlara dedim ki: “Yahu biz İsa aleyhisselâmı tasdik ediyoruz.” Ve kendilerine Kelime-i Tevhid’i okudum “İsa ruhullah” dedim. İşte bakınız, ben sizin peygamberinizi tasdik ediyorum, siz de bizim peygamberimizi tasdik etseniz ne olur, dedim.

“Hayır! İsa aleyhisselâm gökten inmedikçe ve sizin peygamberinizi aşikâr tasdik etmedikçe biz tasdik etmeyiz.” dediler.

Bunun üzerine yanımda iki arkadaş bulundu. Lâkin arkadaşlarım kimler olduğunu bilmiyorum. “Biz dua edelim de İsa aleyhisselâm gelsin ve bizi nasıl tasdik ediyor, göreceksiniz.” Dua ettik. İki kişi “Âmin” dediler. Lâkin İsa aleyhisselâm gelmeyince müteessir olduk. Yine dua ettik “Yâ Rabbi! Bizi bunların yanında niçin mahcup çıkarıyorsun?” dedik. “Bu din âlî değil mi?”

Tahminen, arası bir saat veya bir buçuk saat sonra, karşıdan üç kişi çıktı. Elhamdülillah İsa aleyhisselâm geliyor. Baktım birisi sakallı, ikisi şâbb-ı emred.

Dedim: “İsa aleyhisselâm otuz üç yaşında olduğu halde göğe huruç etti, ne için sakalında beyaz var?” Kalbime geldi ki “Allahu a’lem İsa aleyhisselâm değilse?” Bu zat ve iki arkadaşıyla yanımıza geldiler. Dikkatle baktım, Üstadımızın siması ve elbisesidir. Bizim yanımıza gelince, bizim altımız mağara imiş.

Yanındaki iki kişiye emretti: “Şurada kilitli salîbler, haçlar var. Cümlesini çıkarınız.” Çıkardılar. Nasâralara karşı hepsini kırdı ve kelime-i tevhid getirip Peygamberimizi tasdik edince, biz de Nasâralara “Bakınız, işte İsa aleyhisselâmın vekili geldi.” deyince, cümlesi tasdik ettiler.

Allahu a’lem bu rüyanın bir tabiri şudur ki: Üstadımızın Kur’an-ı Hakîm’den aldığı ve neşrettiği Risale-i Nur vasıtasıyla Nasâra’nın bir kısmı İslâmiyet’i kabul edecek ve Nasâra Müslümanları veya Hristiyan mü’minleri hükmüne geçip Üstadımızın sözlerini İsa aleyhisselâmın sözleri nevinden hüsn-ü kabul edeceklerine işarettir.

Evet, Risale-i Nur’da öyle bir kuvvet vardır ki Avrupa’nın en muannid feylesoflarını dahi teslime mecbur eder. Her ruhun bir ihtiyac-ı hakikisi olan, hakiki iman nurunu arayan Hristiyan muvahhidler, elbette Risale-i Nur’u görseler Hazret-i İsa aleyhisselâmın vesayası nevinden kabul edip sarılacaklardır.

Dereli Mutaf Hâfız Ahmed

(Barla L.)


Ahmed’in rüyası çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i İsa’nın (as) kuvvetli sadâsını işitmek, İsevîlerden kuvvetli bir imdat Hizbü’l-Kur’an’a iltihak etmeye işaret olabilir.

...

Said Nursî

(Kastamonu L.)


Âhir zamanda Hazret-i İsa aleyhisselâmın nüzulüne ve Deccal’ı öldürmesine ait ehadîs-i sahihanın mana-yı hakikileri anlaşılmadığından bir kısım zahirî ulemalar, o rivayet ve hadîslerin zahirine bakıp şüpheye düşmüşler. Veya sıhhatini inkâr edip veya hurafevari bir mana verip âdeta muhal bir sureti bekler bir tarzda, avam-ı müslimîne zarar verirler. Mülhidler ise bu gibi zahirce akıldan çok uzak hadîsleri serrişte ederek hakaik-i İslâmiyeye tezyifkârane bakıp taarruz ediyorlar.

Risale-i Nur, bu gibi ehadîs-i müteşabihenin hakiki tevillerini Kur’an feyziyle göstermiş. Şimdilik numune olarak bir tek misal beyan ederiz. Şöyle ki:

Hazret-i İsa aleyhisselâm Deccal ile mücadelesi zamanında, Hazret-i İsa aleyhisselâm onu öldüreceği vakitte, on arşın yukarıya atlayıp sonra kılıncı onun dizine yetiştirebilir derecesinde, vücudca o derece Deccal’ın heykeli Hazret-i İsa’dan büyüktür diye mealinde rivayet var. Demek Deccal, Hazret-i İsa aleyhisselâmdan on belki yirmi misli yüksek kametli olmak lâzım gelir. Bu rivayetin zahirî ifadesi sırr-ı teklife ve sırr-ı imtihana münafî olduğu gibi nev-i beşerde cari olan âdetullaha muvafık düşmüyor.

Halbuki bu rivayeti, bu hadîsi, hâşâ muhal ve hurafe zanneden zındıkları iskât ve o zahiri ayn-ı hakikat itikad eden ve o hadîsin bir kısım hakikatlerini gözleri gördükleri halde daha intizar eden zahirî hocaları dahi ikaz etmek için o hadîsin bu zamanda da ayn-ı hakikat ve tam muvafık ve mahz-ı hak müteaddid manalarından bir manası çıkmıştır. Şöyle ki:

İsevîlik dini ve o dinden gelen âdât-ı müstemirresini muhafaza hesabına çalışan bir hükûmet ile, resmî ilanıyla zulmetli, pis menfaati için dinsizliğe ve Bolşevizm’e yardım edip terviç eden diğer bir hükûmet ki yine hasis menfaati için İslâmlarda ve Asya’da dinsizliğin intişarına taraftar olan fitnekâr ve cebbar hükûmetlerle muharebe eden evvelki hükûmetin şahs-ı manevîsi temessül etse ve dinsizlik cereyanının bütün taraftarları da bir şahs-ı manevîsi tecessüm eylese üç cihetle, bu müteaddid manaları bulunan hadîsin, bu zaman aynen bir manasını gösteriyor. Eğer o galip hükûmet netice-i harbi kazansa bu işarî mana dahi bir mana-yı sarîh derecesine çıkar. Eğer tam kazanmasa da yine muvafık bir mana-yı işarîdir.

Birinci Cihet: Din-i İsevînin hakikisini esas tutan İsevî Ruhanîlerin cemaati ve onlara karşı dinsizliği tervice başlayan cemaat tecessüm etseler bir minare yüksekliğinde bir insanın yanında bir çocuk kadar da olamaz.

İkinci Cihet: Resmî ilanıyla, Allah’a istinad edip dinsizliği kaldıracağım, İslâmiyet’i ve İslâmları himaye edeceğim, diyen bir hükûmet, yüz milyon küsur iken dört yüz milyona yakın nüfusa hükmeden bir diğer devlete ve dört yüz milyon nüfusa yakın ve onun müttefiki olan Çin’e ve Amerika’ya ve onlar ise zahîr ve müttefik oldukları olan Bolşeviklere galibane, öldürücü darbe vuran o hükûmetteki muharip cemaatin şahs-ı manevîsi ile mücadele ettiği dinsizlerin ve taraftarlarının şahs-ı manevîleri tecessüm etse yine minare boyunda bir insana nisbeten küçük bir insanın nisbeti gibi olur. Bir rivayette “Deccal dünyayı zapt eder.” manası, ekseriyet-i mutlaka ona taraftar olur demektir. Şimdi de öyle oldu.

Üçüncü Cihet: Eğer küre-i arzın dört kıtaları içinde (Hâşiye[5]) en küçüğü olan Avrupa’nın ve bu kıtanın da dörtte biri olmayan bir hükûmetin memleketi; ekser Asya, Afrika, Amerika, Avustralya’ya karşı galibane harp ederek Hazret-i İsa’nın vekaletini dava eden bir devletle beraber dine istinad edip çok müstebidane olan dinsizlik cereyanlarına karşı semavî paraşütlerle muharebe ve mücadele eden o hükûmet ile ötekilerin şahs-ı manevîleri insan suretine girse; ceridelerin eskiden beri yaptıkları gibi devletlerin kuvvetlerini ve hükûmetlerin derecelerini göstermek nevinden o manevî şahıslar dahi rûy-i zemin ceridesinde, bu asır sahifesinde birer insan suretinde tersim ve tasvirleri gibi temessül etseler; aynen ve tam tamına hadîs-i şerifin mu’cizane ihbar-ı gaybî nevinden beyan ettiği hâdise-i âhir zamanın müteaddid manalarından tam bir manası çıkıyor.

Hattâ şahs-ı İsa’nın (as) semavattan nüzulü işaretiyle bir mana-yı işarîsi olarak Hazret-i İsa’yı (as) temsil ederek ve namına hareket eden bir taife dahi şimdiye kadar işitilmemiş ve görülmemiş bir tarzda tayyarelerle, paraşütlerle semadan bir bela-yı semavî gibi nüzul ettiriyor, düşmanların arkasına indiriyor. Hazret-i İsa’nın nüzulünün maddeten bir misalini gösteriyor.

Evet, o hadîs-i şerifin ifadesiyle Hazret-i İsa’nın semavî nüzulü kat’î olmakla beraber; mana-yı işarîsiyle başka hakikatleri ifade ettiği gibi bu hakikate de mu’cizane işaret ediyor.

Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin’in suali ve ilhahlarıyla bazı bîçarelerin imanlarını şübehattan muhafaza niyetiyle bu meseleye dair yalnız bir iki üç satır yazmak niyet edip başlarken ihtiyarım haricinde olarak uzun yazdırıldı. Hikmetini de anlamadık, belki bir hikmeti var diye öylece bıraktık. Kusura bakmayınız, bu fıkrada tashihe ve dikkate vakit bulamadık, müşevveş kaldı.

(Kastamonu L.)


(Gayet ehemmiyetlidir.)

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçarelere gelen felaketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:

Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye, masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

Üç dört aydır ki dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken Avrupa’da Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm elem-i şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felaketten vefat eden ve perişan olanlar eğer on beş yaşına kadar olanlar ise ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise mükâfatı büyüktür belki onu cehennemden kurtarır. Çünkü âhir zamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî’ye (asm) bir lâkaytlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa’nın (as) din-i hakikisi hükmedecek, İslâmiyet’le omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (as) mensup Hristiyanların mazlumları çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalaletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım. Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn’e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem-i şefkatten teselli buldum.

Eğer o felaketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise tam müstahak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.

Eğer o felaketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir.

(Kastamonu L.)


Çok muhterem Üstadımız Efendimiz!

Bin üç yüz yirmi bir (1321) tarihinde, Mu’cizat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmı ve Keramet-i Gavsiye Risalelerini âlem-i menamda görmüştüm. Bunun hikmetini şimdiye kadar anlayamamıştım. Gördüğüm rüya aynen şöyle idi:

Tarih-i mezkûrda, Ceziretü’l-Arab’ın Necid Kıtası’nın Bilâd-ı Kasîm’de, bir gece rüyamda üç güneşin tulû etmiş olduğunu gördüm. Yanımda tanıyamadığım bir zata sordum: “Bu üç güneş nasıl olur?” dedim. Yanımdaki zat: “Bu güneşin birisi Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın güneşi, diğeri Gavs-ı Geylanî’nin, üçüncüsü de diğer bir güneştir.” Üçüncü güneşin Risale-i Nur olduğunu şimdi bildim.

اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ مَثَلُ نُورِهٖ كَمِشْكٰوةٍ فٖيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فٖى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضٖٓىءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلٰى نُورٍ يَهْدِى اللّٰهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَٓاءُ

Âyet-i Kur’aniye, o rüya hakikatine işaret etmiş. Bu nurani rüya, mezkûr Âyet-i Nur’un on işaretle, on parmak ile gösterdiği hakikati, aynen gösteriyor; otuz sekiz sene evvel haber veriyor.

Evet, üç nur-u a’zam olan güneşlerin –Allahu a’lem– tabiri şu olmak gerektir.

Güneşlerin birincisi: Bu asırda Risale-i Nur’dur. Ve en parlak bir nuru da Mu’cizat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm namındaki risale-i hârikadır.

İkincisi: Hazret-i İsa’nın (as) din-i hakikisinden çıkan nur-u semavî güneşidir.

Üçüncüsü: Tarîkatlar ruhunda ve tasavvuf menbaından çıkacak bir güneştir ki şimdi Şeyh-i Geylanî timsaliyle o mana gösterilmiş.

Risale-i Nur’a işaret eden otuz üç âyet-i Kur’aniyenin en birinci âyeti olan Âyetü’n-Nur on vecihle Risale-i Nur’a işaret ettiği Birinci Şuâ Risalesi’nde gözümle gördüm, isteyen görebilir.

Sizi nefsinden ziyade seven âciz şakirdiniz Binbaşı Muhyiddin

(Kastamonu L.)


İşte bu günde meydana çıkan bu dehşetli cereyanı ancak ve ancak Hristiyanlık âleminin Müslümanlıkla ittihadı; yani İncil, Kur’an ile ittihat ederek ve Kur’an’a tabi olması neticesi elde edilecek semavî bir kuvvetle mağlup edileceği iş’ar buyuruluyor ki Hazret-i İsa aleyhisselâmın da vürûduna intizar etmek zamanının geldiğini mana-yı işarî ile ihtar ediyor. Mesmuata göre bugünkü Amerika, aktar-ı âleme tetkikat için gönderdiği dört heyetten birisini, bugünkü beşeriyetin saadetini temin edecek salim bir din taharrisine memur etmiştir. Bu ise müceddidliğini mahkeme lisanıyla her tarafa ilan eden Risale-i Nur; bu muzdarip, perişan beşeriyetin en büyük bir saadeti olacağına imanımız pek kuvvetlidir.

...

Çok kusurlu talebeniz Hüsrev

(Emirdağ 1 L.)


Şîalıkta mutaassıp ve Vehhabîlikte de müfrit ve feylesofların en maddîsi ve mütefennini ve mutaassıp hocaların en enaniyetlisi, beraber Nur dairesine girmeye başlamışlar ve kısmen şimdi de kardeşçe bulunuyorlar. Hattâ bazı misyonerler de din-i İsa’nın (as) hakiki ruhanîsi de o daireye gireceklerine emareler var. Birbirine hücum değil belki bir tesanüd, bir musalaha lüzumunu hissedip medar-ı münakaşa meseleleri ortaya atmıyorlar.

(Emirdağ 1 L.)


Çok kıymettar ve çok sevgili Üstadım Efendim!

Hazret-i İsa aleyhisselâmla Deccal hakkındaki ehadîs-i müteşabiheden bir hadîsin üç cihetle hakiki tevilini beyan ve izah eden Mehmed Feyzi ve Emin kardeşlerimizin mübarek fıkralarını Sabri kardeşim göndermiş; bugün aldım, okudum. Bu hadîs-i şerifin mealine ve hakiki tevillerine o kadar muhtaç imişim ki kızgın kum sahralarında senelerden beri susamışlara âb-ı hayat uzatır gibi ruh ve kalbim bir taze hayat buldu, derinden derine nefes aldım, bütün letaiflerim sürurla doldu, zahirî cesedimden manevî kalbime kadar sirayet etti. Sevgili Üstadımız talebelerini ve Kastamonulu kardeşlerimiz de bizleri lütuflarıyla doyurduklarından Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrettim.

...

İkincisi: Bu hakir talebeniz Hüsrev de bu fıkranın vusulünden bir gün evvel Re’fet Bey’le konuşurken demiştim. “Aziz Re’fet! Biz, Hazret-i İsa aleyhisselâmın nüzulüne intizar ediyoruz. Bu peygamber-i âlîşan, din lehinde hareket eden cereyanın başlarına nüzul etse gerektir ve o millet de Müslüman olacaktır. Sevgili Üstadımızın son mektuplarından böyle anlıyorum. Bu hususta ümidim kuvvetlidir. İnşâallah öyle de olacaktır.” demiştim.

...

Talebeniz Hüsrev

(Sikke-i T. G.)


S- Nasraniyet, İslâmiyet’in inkişafına bundan sonra mani olmayacak mıdır?

C- Nasraniyet ya intıfa veya ıstıfa ile terk-i silah edecektir. Zira birkaç defa yırtıldı, Protestanlığa geldi. Protestanlıkta da yırtıldı, tevhide yaklaştı; tekrar yırtılmaya hazırlanıyor.

Ya intıfa bulup sönecek veyahut doğrudan doğruya hakiki Hristiyanlığın esasına câmi’ olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecektir.

Beşer dinsiz olamaz!

İşte bu sırr-ı azîme, Hazret-i Peygamber (asm) işaret etmiştir ki: Hazret-i İsa gelecek, ümmetimden olacak; aynı şeriatımla amel edecektir.

(Tuluat)

Büyük Mehdi'nin Siyaseti Tam Dindar İsevîlere Bırakması[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Yine tekrar hem bayramınızı, hem Feyzi’lerin ve Nazif ve Halil İbrahim gibi etraftaki kardeşlerimin bayramlarını tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak Risale-i Nur’un tab’ ve intişarıyla bizlere manevî bir bayram daha ihsan eylesin, âmîn.

Saniyen: Meyve ve Hüccetullah-il Bâliga’nın tab’ına dair ne lâzım ise yaparsınız. Yanımdaki Meyve ile Hüccetullah-il Bâliga Risalesi’ni Aziz’e göndermek istiyorum. Fakat adresini bilmiyorum. Kardeşimiz Tahirî eğer buraya uğrasa münasibdir. Tâ ki yanımdaki nüshayı beraber alsın, fakat Meyve Risalesi’ni burada yazdırmışım, belki iyi okunmaz. Sizin yazılarınızdan birisi beraber gitsin münasib olur. Onuncu ve Onbirinci Hüccetleri ilâve ettim. Husrev’in mektubunda yalnız bir kaç kelimeyi çizdim.

Sâlisen: Hafız Ali’nin gitmesindeki acısını iki pehlivan Feyzi’lerin Risale-i Nur’un hizmetine girmeleri o acıyı izale ediyor. Ahmed Feyzi’nin Hafız Ali hakkındaki mersiyesi Hasan Feyzi’nin parlak mektubuna denk olarak ikisini birkaç ehemmiyetli parçalarla beraber bir cilt içinde dercetmişler.

Ahmed Feyzi ve Halil İbrahim’in mektublarını okudum. Bu iki metin ve kıymettar ve tam sâdık kardeşlerim mektublarında benim şahsıma ziyade ehemmiyet veriyorlar.

Bu ehemmiyet, Risale-i Nur’un küllî kıymetine ve serbestiyetine belki ilişir ve o ehemmiyetli kardeşlerimin de benim âdi şahsiyetimi bazı hâdiselerle bilmekle ve verdikleri makama hiçbir cihetle lâyık olmadığımı anlamalarıyla inkisar-ı hayale uğramamak ve Risale-i Nur’daki iştiyaklarına fütur gelmemek için şahsıma ait olan fevkalâde hüsn-ü zanlarını Risale-i Nur’a çevirseler daha iyidir. Ben de Halil İbrahim’in parlak sadakatından tezahür eden mektubunu ta’dil edip bana karşı hitabını Risale-i Nur’a çevireceğim, sonra size gönderip Lâhika’ya yazılsın.

Ve çok dikkatli ve Risale-i Nur’un avukatı kardeşimiz Ahmed Feyzi‘nin Mehdi hâdisesini Risale-i Nur dairesi içinde çokça medar-ı bahsetmesi ehli dünyanın evhamını tahrike sebeb olabilir. Çünki Mehdi mânasında, bir siyaset dahi bulunuyor diye eskiden beri fikirlerde yerleşmiş. Risale-i Nur bu mes’eleyi halletmiştir.

Ahirzamandaki büyük Mehdi’den evvel çok mehdiler gelmiş geçmiş diye Risale-i Nur isbat etmiş. Rivayetlerin muhtelif olması bu noktadan ileri geliyor. Bu zaman şahıs zamanı olmadığından, o ehemmiyetli unvanlar şahıslara verilmez. Hem Risale-i Nur’a da siyaset mânası da taşıyan o unvanı vermemek münasibdir. Müceddidiyet kâfidir.

Gerçi hakikat noktasında ahirzamandaki gelecek büyük Mehdi siyaseti tam dindar İsevîlere bırakıp yalnız İslâmiyet hakikatlarını isbata, izhara, icraya çalışır. Ve bu nokta-i nazardan Risale-i Nur o zât-ı mübarekin veyahut onun cemaat-ı nuraniyesinin şahs-ı maneviyesinin çok vazifelerinden en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-ı imaniyenin isbat ve neşrini tam yapıyor.

Fakat bu evhamlı ve bahaneleri arayan ve herşeyi siyaset noktasında düşünen adamlara karşı bu Mehdi unvanını Risale-i Nur’a vermek, Risale-i Nur’un ihlâs sırrına ve dünyaya tenezzül etmemesine muvafık olmaz.

Evet Risale-i Nur’daki sırr-ı ihlâs, yüzde doksan ihtimaliyle de olsa o makama tâlib olmamaklığımı iktiza ediyor. Çünki küçük bir memuriyet veyahut zabit olmak gibi bir makamı düşünen, harekâtını o makama tevcih ediyor. Onu maksad yapıp ona çalışıyor, ihlâsını kaybeder. Uhrevî amellerini ona basamak yapsa, bütün bütün yanlış olur.

İşte böyle kudsî ve parlak bir makamı ve memuriyeti dünyada dahi kendine düşünmek ve gaye-i hayal yapmak, bütün harekâtını hattâ uhrevî amellerini o makama yakıştırmak suretini verdiğinden hakikati ihlâsı bozar.

Eğer öyle bir makam verilse de ihsan-ı İlâhî olur. İnsanın kesb ve ameli ona vesile olamaz ve ekseriyetle bilinmez. Bilinmese daha iyidir.

Ve bilhassa efkâr-ı âmmede siyasetçilik ve hâkimiyet mânası bu Mehdi unvanında bulunduğu ve geçmiş bazı mehdi-misal halifeler o gibi hâdiselerin bir mâsadakı ve medarı olmuşlar.

Elbette bu zamanda siyasete her şeyi feda eden insanlar nazarına karşı Risale-i Nur mesleğindeki ihlâs, böyle şeyleri aramaz. Yalnız bu kadar var ki: Şakirdleri tam itimad ve kat’î yakînlerini takviye için harikulade bir surette hem Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini, hem bazı şakirdlerini, hattâ tercümanını pek büyük makamlarda bulunduklarını itikad edebilirler. Çünki eskiden beri üstadlarına karşı ziyade hüsnü zan kabul edilmiş, hattâ Kur’andan ve hadisten sonra en mühim hüccet-i imaniye, Risale-i Nur’dur diyebilirler.

Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua, dualarını rica ediyoruz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz Said Nursî

(Elyazma Emirdağ Lahikası)

Hz. İsa (as) ve Hz. Muhammed (sav)[değiştir]

Hem madem nev-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüz binler zat, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler, gelip geçmişler. Elbette umumun fevkinde bir kat’iyet ile nübüvvet-i Ahmediye (asm) sabittir. Çünkü İsa aleyhisselâm ve Musa aleyhisselâm gibi umum resullere nebi dedirten ve risaletlerine medar olan delail ve evsaf ve vaziyetler ve ümmetlerine karşı muameleler; Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmda daha ekmel daha câmi’ bir surette mevcuddur.

(19. Mektup)


Hem pek çok Yahudi uleması ve Nasâra uleması, ikrar ve itiraf etmişler ki: “Kitaplarımızda Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın evsafı yazılıdır.” Evet, gayr-ı müslim olarak başta meşhur Rum meliklerinden Hirakl itiraf etmiş, demiş ki: “Evet İsa aleyhisselâm, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdan haber veriyor.”

(19. Mektup)


İncil’de, İsa’dan sonra gelen ve İncil’in birkaç âyetinde “Âlem Reisi” unvanıyla müjde verdiği Nebi’nin tarifine dair: مَعَهُ قَضٖيبٌ مِنْ حَدٖيدٍ يُقَاتِلُ بِهٖ وَاُمَّتُهُ كَذٰلِكَ İşte şu âyet gösteriyor ki: “Sahibü’s-seyf ve cihada memur bir peygamber gelecektir.” Kadîb-i hadîd, kılınç demektir.

...

İncil’in bir yerinde, İsa aleyhisselâm demiş: “Ben gideceğim tâ dünyanın reisi gelsin.” Acaba Hazret-i İsa aleyhisselâmdan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve bâtılı fark ve temyiz edip Hazret-i İsa aleyhisselâmın yerinde insanları irşad edecek, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmdan başka kim gelmiştir? Demek, Hazret-i İsa aleyhisselâm ümmetine daima müjde ediyor ve haber veriyor ki: “Birisi gelecek, bana ihtiyaç kalmayacak. Ben, onun bir mukaddimesiyim ve müjdecisiyim.” Nasıl ki şu âyet-i kerîme:

وَاِذْ قَالَ عٖيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنٖٓى اِسْرَٓائٖيلَ اِنّٖى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَىَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَاْتٖى مِنْ بَعْدِى اسْمُهُٓ اَحْمَدُ (Hâşiye[6])

Evet, İncil’de Hazret-i İsa aleyhisselâm, çok defalar ümmetine müjde veriyor. İnsanların en mühim bir reisi geleceğini ve o zatı da bazı isimler ile yâd ediyor. O isimler elbette Süryanî ve İbranîdirler. Ehl-i tahkik görmüşler. O isimler “Ahmed, Muhammed, Farikun beyne’l-hakk-ı ve’l-bâtıl” manasındadırlar. Demek İsa aleyhisselâm, çok defa Ahmed aleyhissalâtü vesselâmdan beşaret veriyor.

Sual: Eğer desen: “Neden Hazret-i İsa aleyhisselâm, her nebiden ziyade müjde veriyor; başkalar yalnız haber veriyorlar, müjde sureti azdır.”

Elcevap: Çünkü Ahmed aleyhissalâtü vesselâm, İsa aleyhisselâmı Yahudilerin müthiş tekzibinden ve müthiş iftiralarından ve dinini müthiş tahrifattan kurtarmakla beraber; İsa aleyhisselâmı tanımayan Benî-İsrail’in suubetli şeriatına mukabil, suhuletli ve câmi’ ve ahkâmca şeriat-ı İseviyenin noksanını ikmal edecek bir şeriat-ı âliyeye sahiptir. İşte onun için çok defa “Âlemin Reisi geliyor!” diye müjde veriyor.

İşte Tevrat, İncil, Zebur’da ve sair suhuf-u enbiyada çok ehemmiyetle, âhirde gelecek bir peygamberden bahisler var, çok âyetler var. Nasıl bir kısım numunelerini gösterdik. Hem çok namlar ile o kitaplarda mezkûrdur.

Acaba bütün bu kütüb-ü enbiyada bu kadar ehemmiyetle, mükerrer âyetlerde bahsettikleri, Âhir Zaman Peygamberi Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdan başka kim olabilir?

(19. Mektup)


وَ مَثَلُهُمْ فِى الْاِنْجٖيلِ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْاَهُ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِهٖ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغٖيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ

fıkrası, iki cihetle ihbar-ı gaybîdir.

Birincisi: Nebiyy-i Ümmi’ye nisbeten gayb hükmünde olan İncil’in sahabeler hakkındaki ihbarını ihbardır. Evet İncil’de, âhir zamanda gelecek Peygamber’in (asm) vasfında مَعَهُ قَضٖيبٌ مِنْ حَدٖيدٍ وَاُمَّتُهُ كَذٰلِكَ gibi âyetler var. Yani Hazret-i İsa (as) gibi kılınçsız değil belki sahibü’s-seyf bir peygamber gelecek, cihada memur olacak ve onun sahabeleri dahi kılınçlı ve cihada memur olacaklardır. O kadîb-i hadîd sahibi, reis-i âlem olacak. Çünkü İncil’in bir yerinde der: “Ben gidiyorum, tâ Âlemin Reisi gelsin.” Yani Âlemin Reisi geliyor.

(7. Lema)


Kur’an öyle bir Peygamber sesidir ki onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar!

Kur’an şiir midir? Değildir fakat onun şiir olup olmadığını tefrik etmek müşküldür. Kur’an şiirden daha yüksek bir şeydir. Maamafih Kur’an ne tarihtir ne tercüme-i haldir, ne de İsa’nın (as) dağda îrad ettiği mev’ize gibi bir mecmua-i eş’ardır. Hattâ Kur’an, ne Buda’nın telkinatı gibi bir mâba’de’t-tabiiye yahut mantık kitabı ne de Eflatun’un herkese îrad ettiği nasihatler gibidir. Bu bir Peygamberin sesidir. Öyle bir ses ki onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar! Bu sesin tebliğ ettiği din, evvela nâşirlerini bulmuş, sonra teceddüd-perver ve imar edici bir kuvvet şeklinde tecelli etmiştir. Bu sayededir ki Yunanistan ile Asya’nın birleşen ışığı, Avrupa’nın zulümat-âbâd olan karanlıklarını yarmış ve bu hâdise Hristiyanlığın en karanlık devirlerini yaşadığı zaman vuku bulmuştur.

Dr. Johnson

(İşaratül İcaz)


Evet kardeşlerim, Hazret-i İsa aleyhisselâm İncil-i Şerif’te demiş ki: “Ben gidiyorum tâ size tesellici gelsin.” Yani Ahmed aleyhissalâtü vesselâm gelsin, demesiyle Kur’an’ın beşere gayet büyük bir neticesi, bir gayesi, bir hediyesi; tesellisidir.

(Kastamonu L.)

Hz. İsa ve Şeytan[değiştir]

Zaaf, Hasmı Teşci Eder. Allah Abdini Tecrübe Eder. Abd Allah’ını Tecrübe Edemez

Ey hâif ve hem zayıf! Havf ve zaafın beyhude hem senin aleyhinde tesirat-ı haricî teşci eder, celbeder.

Ey vesveseli vehham! Muhakkak bir maslahat, mazarrat-ı mevhume için feda edilmez. Sana lâzım hareket, netice Allah’ındır.

İşine karışılmaz. Allah çeker abdini meydan-ı imtihana. “Böyle yaparsan eğer, böyle yaparım ben.” der.

Abd ise hiç yapamaz Allah’ını tecrübe. “Rabb’im muvaffak etsin, ben de bunu işlerim.” dese tecavüz eder.

İsa’ya demiş şeytan: “Madem her şeyi o yapar; kader birdir, değişmez. Dağdan kendini at. O da sana ne yapar?”

İsa dedi: “Ey mel’un! Abd edemez Rabb’ini tecrübe ve imtihan!”

(Lemeat)


Tarîk-ı hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenab-ı Hakk’a ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler.

Edebü’d-Din Ve’d-Dünya Risalesi’nde vardır ki: Bir zaman şeytan, Hazret-i İsa aleyhisselâma itiraz edip demiş ki: “Madem ecel ve her şey kader-i İlahî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.”

Hazret-i İsa aleyhisselâm demiş ki: اِنَّ لِلّٰهِ اَنْ يَخْتَبِرَ عَبْدَهُ وَ لَيْسَ لِلْعَبْدِ اَنْ يَخْتَبِرَ رَبَّهُ Yani “Cenab-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: Sen böyle yapsan sana böyle yaparım, göreyim seni yapabilir misin? diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki Cenab-ı Hakk’ı tecrübe etsin ve desin: Ben böyle işlesem, sen böyle işler misin? diye tecrübevari bir surette Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine karşı imtihan tarzı sû-i edeptir, ubudiyete münafîdir.”

Madem hakikat budur, insan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmamalı.

(17. Lema)


Enbiyanın Nübüvvet-i Ahmediyeye (A.S.M.) işârât ve beşaretleridir. Kütüb-ü Münzele pek çok tahrif ve tağyir olmakla beraber, ehl-i tetkik pek çok işârât ve beşâretlerini nakletmişlerdir.[*Hazret-i İsa, "İbn-i insan"dan mükerreren bahsediyor. İbn-i insan, Hazret-i Ahmed olmak gerektir. (Müellif)]

Ezcümle Hüseyn-i Cisrî risalesinde yüz delil kadar tadâd ediyor. Burada iktisaren ehline havale ediyoruz.

(Şuaat-ü Marifet-ün Nebiyy)

Hz. İsa'nın Babasının Olmaması[değiştir]

Yani sizin değil Ömer Efendi'nin suali ki; bedbaht bir doktor, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın pederi varmış diye (Haşiye[7]) divanecesine bir tevil ile bir âyetten kendine güya şahid gösteriyor.

O bîçare adam bir zaman huruf-u mukattaa ile bir hatt icadına çalışıyordu. Hem pek hararetli çalışıyordu. O vakit anladım ki; o adam zındıkların tavrından hissetmiş ki hurufat-ı İslâmiyenin kaldırılmasına teşebbüs edecekler. O adam güya o seyle karşı bir hizmet edeceğim diye çok beyhude çalışmış. Şimdi bu mes'elede ve hem ikinci mes'elesinde yine zındıkların esasat-ı İslâmiyeye karşı müdhiş hücumunu hissetmiş ki, böyle manasız tevilat ile bir musalaha yolunu açmak istediğini zannediyorum.

ﺍِﻥَّ ﻣَﺜَﻞَ ﻋِﻴﺴَﻰ ﻋِﻨﺪَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻛَﻤَﺜَﻞِ ﺍٓﺩَﻡَ

gibi nusus-u kat'iyye ile Hazret-i İsa Aleyhisselâm pedersiz olduğu kat'iyyeti varken, tenasüldeki bir kanunun muhalefetini gayr-ı mümkün telakki etmekle, vâhî tevilat ile bu metin ve esaslı hakikatı değiştirmeğe teşebbüs edenlerin sözüne ehemmiyet verilmez ve ehemmiyete değmez. Çünki hiçbir kanun yoktur ki, şüzuzları ve nadirleri bulunmasın ve haricine çıkmış ferdler bulunmasın. Ve hiçbir kaide-i külliye yoktur ki, hârika ferdler ile tahsis edilmesin. Zaman-ı Âdem'den beri bir kanundan hiçbir ferd şüzuz etmemek ve haricine çıkmamak olamaz.

Evvelâ: Bu kanun-u tenasül, mebde' itibariyle ikiyüz bin enva'-ı hayvanatın mebde'leriyle hark edilmiş ve nihayet verilmiş. Yani en evvelki pederleri âdeta Âdem'leri hükmünde ikiyüz bin o evvelki pederleri kanun-u tenasülü hark etmişler. Peder ve vâlideden gelmemişler ve o kanun haricinde vücud verilmiş.

Hem her baharda gözümüzle gördüğümüz yüz bin envaın kısm-ı a'zamı hadsiz efradları kanun-u tenasül haricinde -yaprakların yüzünde, taaffün etmiş maddelerde- o kanun haricinde icad edilir.

Acaba mebdeinde ve hattâ her senede bu kadar şâzlarıyla yırtılmış, zedelenmiş bir kanunu, 1900 senede bir ferdin şüzuzunu aklına sığıştıramayan ve nusus-u Kur'aniyeye karşı bir tevile yapışan bir akıl, kaç derece akılsızlık ettiğini kıyas et.

O bedbahtların kanun-u tabiî tabir ettiği şeyler, emr-i İlahî ve irade-i Rabbaniyenin küllî bir cilvesi olan âdetullah kanunlarıdır ki, Cenab-ı Hak o âdâtını bazı hikmet için değiştirir. Her şeyde ve her kanunda irade ve ihtiyarının hükmettiğini gösterir. Hârikulâde bazı ferdlerde hark-ı âdet eder.

ﺍِﻥَّ ﻣَﺜَﻞَ ﻋِﻴﺴَﻰ ﻋِﻨﺪَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻛَﻤَﺜَﻞِ ﺍٓﺩَﻡَ

fermanıyla bu hakikatı gösterir.

(9. Lema)


Diğer Bahisler[değiştir]

Eğer bu esbab-ı mûcibe, samimiyetin ve ihlasın, hakikat ve safvetin bu tarz-ı beyanı size kanaat vermediyse; bize ne şekil isterseniz ceza veriniz. Lâkin unutmayınız ki bugün altı yüz milyon insanın mensubiyetini taşıdığı Hazret-i İsa (as), zamanının idarecileri tarafından sırf insanlığın saadeti için kalbi çarptığı ve emanet-i tebliği hâmil bulunduğu sebeplerle “âdi bir hırsız gibi” idama mahkûm edilmişti.

...

Ahmed Feyzi Kul

(1._Mektup)


...

Tâb ile şerh-i kitab-ı Hak eder,

İlm-i Yahya-i verasettir sözün.

Mürdeyi ihya, körü bînâ eder,

Nefha-i İsa-yı fıtrattır sözün.

Müjde-peyma-yı kulûb-ü ehl-i hak,

Mâhî-i târîk-i fetrettir sözün.

Ahmed’in mi’racını eyler beyan,

Şerh-i ahkâm-ı nübüvvettir sözün.

...

(Barla L.)


Vaktâ ki Risale-i Nur hattâ enhar-ı Nur demesine şayeste olan mektuplardan, yine tesadüfen elime geçen bir nüshayı görünce ve münderecatındaki hakaike dalınca, inayet-i Rabbanî, mu’cizat-ı Kur’anî, himemat-ı Sübhanî, keramat-ı ruhanî eseri olmalıdır ki kasî kalbime, âsi ruhuma, gafil aklıma, mağrur vicdanıma, sakîm düşünceme “tâk” diye bir tokmak vuruldu. Bir intibah halkası takıldı. Hemen düşündüm. Ulemanın midad-ı aklâmı, şühedanın kanından mübecceldir ve

اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ الْاَنْبِيَاءِ

عُلَمَاءُ اُمَّتٖى كَاَنْبِيَاءِ بَنٖى اِسْرَائٖيلَ

gibi hadîsler ile Hazret-i İsa’nın (as) Havariyyun’a, Hazret-i Muhammed’in (asm) Ensar’a tekliflerini ve onların icabetini hatırladım.

(Barla L.)


...

Yellerle uçan şanlı büyük taht-ı mukaddes

Esrar-ı ezelden o da duymuş yine bir ses

Ol hangi acib sır ki çıkar göklere İsa

Kimdir çekilen çarmıha, kimdir yine Yuda

Nur derdi için tahtını terk eyledi Edhem

Bir başkasının tahtı olur derdine merhem

...

(Emirdağ 1 L.)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Meryem: Hz. İsa'yı babasız olarak dünyaya getiren annesi.
  • İncil: Hz. İsa'ya indirilen semavi kitap.
  • Havari: Hz. İsa'ya ilk iman edenler.
  • Yuda: Hz. İsa'ya ihanet eden havari.
  • Hristiyanlık: Hz. İsa'nın getirdiği ve daha sonra tahrif edilen hak din.
  • Teslis: Hristiyanlığın bozulmasıyla ortaya çıkan ve uluhiyeti Cenab-ı Allah'la beraber Hz. İsa ve Cebrail'e de veren batıl görüş.
  • İlyas (as): Hz. İsa (as) gibi göğe kaldırılmış peygamber.
  • Büyük Deccal: Ahirzamanda geleceği ve Hz. İsa (as) tarafından öldürüleceği hadislerle bildirilen dehşetli kafir ve dinsiz.
  • Üzeyr (as): Bazı ehl-i dalaletin Hz. İsa (as) gibi uluhiyet atfettiği peygamber.
  • Ulül Azm: Sabırlı, gayretli ve kararlı anlamında olup Kur'an'da 5 peygamber için kullanılan ifade.

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 https://islamansiklopedisi.org.tr/isa
  2. https://en.wikipedia.org/wiki/Jesus
  3. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0sa
  4. Bu dehşetli Harb-i Umumî neticesindeki vaziyete işaret eder. Belki İkinci Harb-i Umumî’den tam haber verir.
  5. Avustralya nazara alınmamış.
  6. اُمَّتُهُ الْحَمَّادُونَ nin tetimmesidir: Seyyah-ı meşhur Evliya Çelebi; Hazret-i Şem’un-u Safa’nın türbesinde, ceylan derisinde yazılı İncil-i Şerif’te, bu gelen âyeti okumuştur. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hakkında nâzil olan âyet: ايتون Bir oğlan, ازربيون yani İbrahim neslinden ola, پروفتون Peygamber ola, لوغسلين yalancı olmaya, بنت onun افزولات mevlidi Mekke ola, كه كالوشير salihlikle gelmiş ola, تونومنين onun mübarek adı مواميت (*) Ahmed Muhammed ola. اسفدوس Ona uyanlar, تاكرديس bu cihan ıssı olalar. بيست بيث dahi ol cihan ıssı ola.
    (*) Bu “Mevamit” kelimesi “Memed”den ve “Memed” dahi “Muhammed”den tahrif edilmiş.
  7. Nev'-i beşerin bir rub'unun başına reis olarak geçen ve nev'-i beşerden nev'-i melaikeye bir cihette intikal eden ve arzı bırakıp semavatı vatan ittihaz eden hârika bir ferd-i insanî bu hârika vaziyetleri, kanun-u tenasülün hârika bir suretini iktiza ederken; kanun-u tenasülün şübheli, meçhul, gayr-ı fıtrî, belki edna bir tarz ile o kanun içine almak, hiç yakışmadığı gibi, hiç mecburiyet de yoktur.
    Hem sarahat-ı Kur'aniye tevil kaldırmaz. Yüz cihette zedelenen kanun-u tenasülün tamiri hesabına; hiçbir cihette zedelenmeyen ve tenasülün haricinde bulunan kanun-u cinsiyet-i melek, hem kanun-u sarahat-ı Kur'aniye gibi kuvvetli kanunlar nasıl tahrib edilir?