Hoca Tahsin

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Hoca Tahsin müsbet ilimlere geniş ilgisi ve vukufu ile tanınmış alim ve eğitimci olup Dârülfünun’un ilk müdürüdür. Bediüzzaman onun ittihad-ı İslam hakkındaki fikirlerini takdir etmiş ve bir şiirini Risalelerde 4 farklı yerde bazı tasarruflarda bulunarak iktibas etmiştir. Özellikle "tabiat" kelimesini Bediüzzaman'ın "hakikat" olarak değiştirmesi dikkat çekicidir. Rumeli'de yetiştikten sonra İstanbul'da medrese icazeti aldı. Hükümet tarafından Paris'te açılan Mekteb-i Osmânî'de hocalıkla ve Paris sefâreti imamlığıyla görevlendirildi. Orada müsbet ilimlerle yakından ilgilendi ve materyalist felsefeye aşina oldu. İstanbul'a döndükten sonra müsbet ilimlerle dini ilimleri beraber ele alma çabası o devirde tenkide uğradı ve Darülfünundan uzaklaştırıldı. İslâm âleminin uyandırılması ve İslâm milletleri arasında bir yakınlaşmanın doğması idealini taşıdı. Hiç evlenmedi. Tek başına yaşadığı Taşmektep’teki odasında teleskoptan mikroskoba kadar türlü ilmî cihaz ve aletler mevcuttu. Bazı ifadeleri özellikle halk tarafından yanlış anlaşılmaya müsait olmakla beraber inançlı bir müslüman olarak vefat etti.[1][2]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Hasan Tahsin

Doğum Yeri ve Tarihi: Bugünkü Yunanistan sınırları içinde olan Yanya vilâyetinin Çamlık bölgesinde Filat kazasına bağlı Ninat köyü, 7 Nisan 1811[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: Erenköy, İstanbul, 3 Temmuz 1881[1]

Kabrinin Yeri: Sahrayıcedid Mezarlığı, İstanbul[1]

Eserleri[değiştir]

Bir tercüme eseri, ortaklaşa yapılmış iki telifi, bazı dergilerde çıkmış yazıları, küçük hacimde dört kitaptan ibaret gözüken eserleri vb. mevcuttu.[1]

Bediüzzaman Said Nursi ile Görüşmeleri[değiştir]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

İşittim, İttihad-ı Muhammedî (asm) namıyla bir cemiyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki bu ism-i mübareğin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin. Sonra işittim, bu ism-i mübareği bazı mübarek zevat –Süheyl Paşa ve Şeyh Sadık gibi zatlar– daha basit ve sırf ibadete ve sünnet-i seniyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o siyasî cemiyetten kat’-ı alâka ettiler. Siyasete karışmayacaklar. Lâkin tekrar korktum, dedim: “Bu isim umumun hakkıdır, tahsis ve tahdid kabul etmez.” Ben nasıl ki dindar müteaddid cemiyete bir cihette mensubum. Zira maksatlarını bir gördüm. Kezalik o ism-i mübareğe intisap ettim. Lâkin tarif ettiğim ve dâhil olduğum İttihad-ı Muhammedî’nin (asm) tarifi budur ki:

Şarktan garba, cenuptan şimale uzanan bir silsile-i nurani ile merbut bir dairedir. Dâhil olanlar da bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir. Bu ittihadın cihetü’l-vahdeti ve irtibatı, tevhid-i İlahîdir. Peyman ve yemini, imandır. Müntesipleri, Kalû Belâ’dan dâhil olan umum mü’minlerdir. Defter-i esmaları da Levh-i Mahfuz’dur. Bu ittihadın nâşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslâmiyedir. Günlük gazeteleri de i’lâ-i kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dinî gazetelerdir. Kulüp ve encümenleri, cami ve mescidler ve dinî medreseler ve zikirhanelerdir. Merkezi de Haremeyn-i Şerifeyn’dir. Böyle cemiyetin reisi, Fahr-i Âlem’dir (asm). Ve mesleği, herkes kendi nefsiyle mücahede yani ahlâk-ı Ahmediye (asm) ile tahalluk ve sünnet-i nebeviyeyi ihya ve başkalara da muhabbet ve –eğer zarar etmezse– nasihat etmektir. Bu ittihadın nizamnamesi Sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi evamir ve nevahi-i şer’iyedir. Ve kılınçları da berahin-i kātıadır. Zira medenilere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharri-i hakikat, muhabbet iledir. Husumet ise vahşet ve taassuba karşı idi. Hedef ve maksatları da i’lâ-i kelimetullahtır. Şeriatta yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir, onu da ulü’l- emirler düşünsünler.

Şimdi maksadımız, o silsile-i nuraniyeyi ihtizaza getirmekle, herkesi bir şevk-i hâhiş-i vicdaniye ile tarîk-i terakkide kâbe-i kemalâta sevk etmektir. Zira i’lâ-i kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakki etmektir.

İşte ben bu ittihadın efradındanım. Ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim.

Elhasıl: Sultan Selim’e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâm’daki fikrini kabul ettim. Zira o Vilayat-ı Şarkiye’yi ikaz etti. Onlar da ona biat ettiler. Şimdiki Şarklılar, o zamanki Şarklılardır. Bu meselede seleflerim, Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allâmelerden Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abdüh, müfrit âlimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslâm’ı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki demiş:

İhtilaf u tefrika endişesi

Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni

İttihatken savlet-i a’dayı def’e çaremiz

İttihat etmezse millet, dağdar eyler beni…

Yavuz Sultan Selim

Ben zahiren buna teşebbüs ettim, iki maksad-ı azîm için:

Birincisi: O ismi tahdid ve tahsisten halâs etmek ve umum mü’minlere şümulünü ilan etmek. Tâ ki tefrika düşmesin ve evham çıkmasın.

İkincisi: Bu geçen musibet-i azîmeye sebebiyet veren fırkaların iftirakının, tevhid ile önüne set olmaktı. Vâ esefâ ki zaman fırsat vermedi. Sel geldi, beni de yıktı. Hem derdim: Bir yangın olsa bir parçasını söndüreceğim. Fakat hocalık elbisem de yandı. Ve uhdesinden gelemediğim bir yalancı şöhret de maalmemnuniye ref’ oldu.

Ben ki âdi bir adamım. Böyle meclis-i mebusan ve a’yan ve vükelanın en mühim vazifelerini düşündürecek bir emri, uhdeme aldım. Demek cinayet ettim…

(Divan-ı Harb-i Örfî)


Tenvir: Kâinattaki teşabüh-ü âsâr ve etrafı birbiriyle muanaka ve el ele tutmuş, birbirine arz-ı intizam ve birbirinin sualine karşı cevab-ı savab ve birbirinin nida-yı ihtiyacına lebbeyk cevabı vermek ve bir nokta-i vâhideye temaşa etmek ve bir mihver-i nizam üzerinde deveran etmek cihetiyle Sâni’in tevhidine telvih, belki Hâkim-i Ezel’in vahdaniyetine tasrih ediyor. Evet, bir makinenin sâni’i ve muhterii bir olur.

وَ فٖى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ

Kitab-ı âlemin evrakıdır eb’ad-ı nâmahdud

Sutûr-u kâinat-ı dehirdir a’sar-ı nâma’dud

Basılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-u hakikatte

Mücessem lafz-ı manidardır âlemde her mevcud.

Hoca Tahsin’in nâma’dud ve nâmahduddan muradı nisbîdir. Hakiki lâyetenahîlik değildir.

(Muhakemat)


Birinci Bürhan:

Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.

İkincisi:

İşte bütün kâinat zerratıyla:

ﺗَﺎَﻣَّﻞْ ﺳُﻄُﻮﺭَ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﻓَﺎِﻧَّﻬَﺎ ٭ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤَﻠَﺎِ ﺍﻟْﺎَﻋْﻠَﻰ ﺍِﻟَﻴْﻚَ ﺭَﺳَٓﺎﺋِﻞُ

Kitab-ı âlemin evrâkıdır eb'ad-ı nâmahdûd

Sutûr-u hâdisat-ı dehrdir âsar-ı nâma'dud.

Basılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-u hakikatta

Mücessem lâfz-ı mânidardır âlemde her mevcûd.

-Tahsin-

ﻭَ ﻓِﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻟَﻪُ ﺍَﻳَﺔٌ ﺗَﺪُﻝُّ ﻋَﻠَﻰ ﺍَﻧَّﻪُ ﻭَﺍﺣِﺪٌ

Üçüncüsü:

Kur'ân'dır.

(Şuaat-ü Marifet-ün Nebiyy)


Çok yerlerde dediğimiz gibi bir padişahın sultan, halife, hâkim, kumandan gibi muhtelif unvanlar ve sıfatlardan neş’et eden muhtelif ayrı ayrı devair-i teşkilatı olduğu gibi, Cenab-ı Hakk’ın esma-i hüsnasının hadd ü hesaba gelmez türlü türlü tecelliyatı vardır. Mahlukatın tenevvüleri ve ihtilafları, o tecelliyatın tenevvülerinden ileri geliyor.

İşte her kemal ve cemal sahibi, fıtraten cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o muhtelif esma dahi daimî ve sermedî oldukları için daimî bir surette Zat-ı Akdes hesabına tezahür isterler, yani nakışlarını görmek isterler; yani kendi nakışlarının âyinelerinde cilve-i cemallerini ve in’ikas-ı kemallerini görmek ve göstermek isterler, yani kâinat kitab-ı kebirini ve mevcudatın muhtelif mektubatını ânen fe-ânen tazelendirmek, yani yeniden yeniye manidar yazmak, yani bir tek sahifede ayrı ayrı binler mektubatı yazmak ve her bir mektubu, Zat-ı Mukaddes ve Müsemma-yı Akdes’in nazar-ı şuhuduna izhar etmekle beraber bütün zîşuurun nazar-ı mütalaasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler. Bu hakikate işaret eden şu hakikatli şiire bak:

Kitab-ı âlemin yaprakları enva-ı nâma’dud

Huruf ile kelimatı dahi efrad-ı nâmahdud

Yazılmış destgâh-ı Levh-i Mahfuz-u hakikatte

Mücessem lafz-ı manidardır âlemde her mevcud.

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا مِنَ الْمَلَاِ الْاَعْلٰى اِلَيْكَ رَسَائِلُ

(24. Mektup)


Bizim yolcu, bu beş hakikatten aldığı feyz-i imanî ve zevk-i tevhidî neşesiyle müşahedatını hülâsa ve hissiyatını tercüme ederek kalbine diyor:

Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine

Hâme-i zerrîn-i kudret, gör ne tasvir eylemiş

Kalmamış bir nokta-i muzlim çeşm-i dil erbabına

Sanki âyâtın Hudâ, nur ile tahrir eylemiş.

Hem bil ki:

Kitab-ı âlemin evrakıdır eb’ad-ı nâmahdud

Sutûr-u hâdisat-ı dehirdir âsâr-ı nâma’dud

Yazılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-u hakikatte

Mücessem lafz-ı manidardır, âlemde her mevcud.

Hem dinle:

چُو لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ بَرَابَرْ مٖيزَنَنْدْ هَرْ شَىْ دَمَادَمْ جُويَدَنْدْ يَا حَقْ سَرَاسَرْ گُويَدَنْدْ يَا حَىْ

نَعَمْ وَ فٖى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ

diyerek, kalbiyle beraber nefsi dahi tasdik ederek “Evet, evet” dediler.

(7. Şua)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

Hoca Tahsin'in Şiirinin Orijinal Hali ve Risalelerde Nasıl Geçtiği[2]
Orijinal Hâli Kitab-ı âlemin evrakıdır eb’ad-ı nâmahdud
Sutur-ı hâdisât-ı dehrdir âsâr-ı nâma’dud
Basılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-ı tabiatta
Mücessem lâfz-ı mânidardır âlemde her mevcud
Muhakemat (1911) Kitab-ı âlemin evrakıdır eb’ad-ı nâmahdud
Sutur-ı kâinat-ı dehrdir âsâr-ı nâma’dud
Basılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-ı hakikatte
Mücessem lâfz-ı mânidardır âlemde her mevcud
Şuaat (1920) Kitab-ı âlemin evrakıdır eb’âd-ı nâmahdûd
Sutûr-ı hâdisât-ı dehrdir âsâr-ı nâma’dûd
Basılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-ı hakikatte
Mücessem lâfz-ı mânidârdır âlemde her mevcûd
Mektubat (1930’lar) Kitab-ı âlemin yaprakları envâ-ı nâmâdud
Huruf ile kelimâtı dahi efrâd-ı nâmahdud
Yazılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-ı hakikatte
Mücessem lâfz-ı mânidardır âlemde her mevcud
Şualar (1940’lar) Kitab-ı âlemin evrakıdır eb’âd-ı nâmahdud
Sütûr-ı hâdisat-ı dehrdir âsâr-ı nâma’dûd
Yazılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-ı hakikatte
Mücessem lâfz-ı mânidardır âlemde her mevcud

(Koyu kelimeler Üstad'ın orijinalden farklı olarak iktibas ettiği kısımlardır)

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]