Otuz Üçüncü Söz
Önceki Risale: Otuz İkinci Söz ← Sözler → Lemeat: Sonraki Risale
Bu risaleyi okumak için Otuz Üçüncü Söz okuma sayfasına ve Kur'an hattı ile okumak için Otuz Üçüncü Söz (Kur'an Hattı) sayfasına gidin
Otuz Üçüncü Söz Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927 tarihinden itibaren zorunlu ikamete tabi tutulduğu Barla'da telif ettiği eserlerdendir ve Sözler kitabının 33. ve son risalesidir (Sözler'in sonuna eklenen Lemeat ve Konferans hariç tutulduğunda).
Fussilet suresinin "İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kuran'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?" mealindeki 53. ayetinde bahsi geçtiği üzere, Cenab-ı Allah'ın her alemden ve her şeyden varlığını ve birliğini bildirmek için açtığı pencereleri 33 ayetin birer hakikatini tefsir ederek izah eden bir eserdir. Her biri ayrı bir risale kuvvetinde 33 pencereden oluşur. Mü'minleri muhatap alıp inanmayanların dinleme makamında olduğu Mi'rac Risalesinin aksine, bu risalenin muhatap inkarcılar olup mü'minler dinleme makamındadır. Bediüzzaman bu risalenin imanı olmayanı inşâallah imana getireceğini, imanı zayıf olanın imanını kuvvetleştireceğini, imanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapacağını, imanı tahkikî olanın imanını genişlettireceğini ve imanı geniş olana bütün kemalât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verip daha nurani ve daha parlak manzaraları açacağını beyan eder.
Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti
- Baştaki pencereler kısa ve özet kalmış, ama son yarısındaki pencereler gittikle inkişaf edip parlamıştır. Zaten diğer kitaplara muhalif olarak Sözlerin çoğu risalesi mücmel (kısa, özet) başlayıp gittikçe genişlenir ve nurlanır.
- Her bir pencerede aklın, kalbin, ruhun, hatta hayalin hisseleri ve her bir pencerenin ayrı ayrı faydaları vardır. Bu nedenle “Bir pencere bana kâfi geldi, yeter.” dememek lazımdır.
- Mühim bir sebebe binaen bu risale gayet süratle yazılmış ve hattâ müsvedde halinde kaldığından Bediüzzaman ifadelerinde müşevveşiyet ve kusurlar olabileceğini beyan eder ve okuyanlardan müsamaha ile bakmalarını rica eder.
- 33. Söz aynı zamanda bir cihette 33. Mektup ve bir cihette 33 mektuptur (yani Mektubat). 27. Mektup lahika mektupları, 30. Mektup İşarat-ül İ'caz, 31. Mektup bir cihette Lem'alar ve bir cihette Lemeat, 31. Lem'a Şualar, 32. Lem'a Lemeat ve 33. Lem'a Mesnevi-i Nuriye olduğundan ve Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Tarihçe-i Hayat (Bediüzzaman'ın hayatına dair kısımlar hariç) ve Asa-yı Musa'daki parçalar diğer risalelerdeki parçalardan derlendiğinden 33. Söz, Sözler dışındaki tüm büyük kitapları (Mektubat, Lem'alar, Şuâlar, Tarihçe-i Hayat, İşarat-ül İ'caz, Mesnevi-î Nuriye, Asâ-yı Mûsa, Barla Lahikası, Kastamonu Lahikası, Emirdağ Lahikası ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî) içerir. Dolayısıyla 33. Söz'ü de içeren Sözler kitabı tüm büyük kitapları içerir ve Bediüzzaman Sözler ifadesiyle bazen tüm Risale-i Nur'u kasteder.
- Mehkemede Bediüzzaman'ı cezbeli olarak itham eden savcının gösterdiği delillerden birisi Risalelerde geçen “Otuz Üçüncü Söz ve otuz üç pencereli Otuz Üçüncü Mektup” gibi tabirlerdir.
- Risale-i Nur'un numaraları te'lif tertibiyle değildir. Meselâ, 33. Mektup (yani 33. Söz) 1. Mektup'dan daha evvel te'lif edilmiştir.
- Bediüzzaman bir mektubunda 33. Söz’den başka Söz yazılmasına ihtiyaç kalmadığını ve şer’an çok mübarek bu otuz üç adeti bazı sebeplerden dolayı geçmeyeceğini beyan eder.
- Fihrist'in ilk yazıldığı halinde 33. Söz için "Risale-i Nur Mizanlarından vahdaniyeti ilahiye burhanlarından 33. Söz" ifadesi geçer.
- Risale-i Nur'da iman ve küfür muvazeneleri ve hidayet ve dalalet mukayeseleri yoluyla tevhid dersi verilir. Buna misal 22. Söz, Katre risalesi, 20. Mektup, 32. Söz (1. Mevkıfı), 33. Söz, 23. Lem'a (Tabiat Risalesi), 30. Lem'a (Ferd ve Kayyum isimleri nükteleri), 2. Şua ve 7. Şua (Ayet-ül Kübra) gibi risaleler ve Asa-yı Musa kitabının 11 hüccetidir.
- Kainattaki her şeyde vahdet damgaları olduğu 22., 32. ve 33. Sözlerde izah edilmiştir.
- Kâinatın tevhide hususan imkan ve hudus kanadı ve hakikatiyle şahitliği 22., 32. ve 33. Söz ile 20. Mektup'ta ispat ve izah edilir.
- Enfüsî tefekkür-ü imanî hakikatinin bir parçası 30. Söz'de, 33. Söz'ün Hayat ve İnsan pencerelerinde ve diğer bazı parçalarda mevcuttur.
- Bediüzzaman, bir talebesinin gönderdiği 7 çeşit hurmadan bir çeşidinden 33 adet çıkmasının talebesine daha önce gönderdiği vahdete dair 7 risaleden biri olan 33. Söz'ün 33 penceresine işaret etmesini bir makbuliyet alameti olarak görür.
- Bediüzzaman polislerin evini basıp risalelere el koyması zamanında yazdığı dilekçede Vahdaniyet-i İlahiyeyi güneş gibi ispat eden, Kur’an’ın 33 ayetini tefsir eden ve yazılmasında tevafuklar ortaya çıkan 33. Söz'ün ilmi ve edebi açıdan ehl-i tevhid için maddi değerinin en az (o zamanın parasıyla) bin lira olduğunu söyler.
- Bediüzzaman Sözler, Mektubat ve 33. Söz'deki Pencerelerin 33 adet olmasına atıfta bulunarak namazdan sonraki tesbihatta Subhanallah, Elhamdülillah ve Allahu Ekber kelimelerinin 33'er defa toplam 99 mertebesine göre 99 fikri mücahede ve ruhi makamda Allah'ın 99 ismine mazhariyeti uzaktan uzağa hissettiğinden bu mübarek 33 adedinin iradesi haricinde ilim ve neşriyat hareketlerinde hükmettiğini beyan eder.
İsimleri, Telifi, Neşri/Basımı, İçeriği, Tevafukları ve Gaybi İşaretlerle İlgili Bilgiler
Diğer İsimleri
Otuz Üçüncü Mektup, Pencereler Risalesi, Otuz Üç Pencereli Risale, Pencereler, Otuz Üç Pencere, Pencere Risalesi, 33. Söz'ün 33. Mektubu
Telif Dili
Türkçe
Telifiyle İlgili Bilgiler
33. Söz'ün de içinde olduğu Sözler 1927-1929 yılları arasında Barla'da telif edilmiştir.[1]
Neşriyle/Basımıyla İlgili Bilgiler
Kur'an harfleriyle kitap basımının yasaklanması üzerine ilk başta elle çoğaltılan bu risale ancak 1956-1959 yıllarında matbaalarda büyük kitaplar basıldığında Latin harfleriyle basılan Sözler kitabının içinde yer almıştır.
İçeriği
- Pencere: Her şeyin, özellikle canlıların ihtiyaçlarının ellerinin yetişmediği yerden onlara verilmesi.
- Pencere: Var olup şahsiyet kazanmada her şeye, özellikle insana nihayetsiz ihtimaller içinden en intizamlı ve hikmetli suretin verilmesi.
- Pencere: Yeryüzündeki tüm hayvan ve bitkilerin birbirinden farklı olan rızık, suret, silah, elbise, talimat ve terhisatlarının unutulmadan ve şaşırılmadan idare edilmesi.
- Pencere: Tohumların istidat, hayvanların fıtri ihtiyaç ve tüm zorda kalanların ıztırar dilleriyle ettikleri duaların kabul edilmesi.
- Pencere: Ani olarak basit maddeden yaratılan şeylerin, özellikle canlıların basit, şekilsiz ve sanatsız olmaları beklenirken çok sanatlı ve süslü olmaları.
- Pencere: 12 pencereden oluşan büyük bir pencere: (1) Gök cisimlerinin hareketleri (2) Yer yüzündeki mevsimler gibi büyük değişimler (3) Kara ve denizdeki hayvanlar (4) Çiçek ve meyveleriyle bitkiler (5) Bulutlar ve damlalar (6) Dağlar ve madenler (7) Çiçekleriyle beraber tepeler (8) Ot ve ağaçların yaprakları (9) Büyüyen her şeyin büyürkenki halleri (10) Hayvani cesetlere ruh ve cihazların verilmesi (11) İlhamlar (12) Başta göz olmak üzere zahiri ve batıni tüm duygular.
- Pencere: 4 yol ile marifetullaha açılan büyük bir pencere: (1) Kainattaki varlıkların birbirine benzemeleri (2) Basit unsurlardan ayrı ayrı mürekkebatın yaratılması (3) Terkip ve tahlil sürecinde karışıklık olmaması (4) Tarla hükmündeki zerrelerin nihayetsiz mahsulat vermesi.
- Pencere: Mucizeleriyle peygamberler, keşif ve kerametleriyle evliyalar ve tahkikatlarıyla asfiyaların şahitliği
- Pencere: 3 cihetli büyük bir pencere: (1) Kainattaki umumi ibadet (2) Tüm marifet, şükür, zikir, hamd, tevhid, muhabbet, irade, inabeler (3) Kamil insanların ibadetleri neticesindeki feyiz, münacat, müşahede ve keşifleri.
- Pencere: Kainattaki varlıkların teavün (yardımlaşma), tecavüb (birbirine cevap verme) ve tesanüdü (dayanışma).
- Pencere: Bütün ruh ve kalplerin dalaletten kaynaklanan manevî elemlerden kurtulmalarının yalnızca bir tek Yaratıcıyı tanımakla mümkün olması.
- Pencere: Her şeyde, özellikle canlılarda intizamlı bir miktar, o miktarda faydalar için eğri büğrü hudutlar ve ömürlerinde değiştirdikleri elbiselerde ve miktarlarında faydalı manevî suret ve miktar bulunması.
- Pencere: Her şeyin kendine mahsus diliyle Allah'ı tesbih etmesi.
- Pencere: Her şeyin aczi içindeki kudreti, zaafı içindeki kuvveti, fakrı içindeki serveti ve gına ve cümud ve cehil içindeki hayat ve şuuru.
- Pencere: Her şeye, o şeyin kabiliyetine göre en güzel, hafif, kolay ve hikmetli vücut ve suret verilmesi.
- Pencere: Yeryüzündeki mahluklarda görülen hikmet, inayet, ihsan, iaşe.
- Pencere: Her şeyin yaratılışının ucuz ve bol olmasına rağmen kıymetli, karışık olmasına rağmen karışmayan, uzak olmasına rağmen benzeyen, kolay olmasına rağmen özenli, hızlı olmasına rağmen ölçülü, çok olmasına rağmen sanatlı ve cömert olmasına rağmen intizamlı olması.
- Pencere: Eserlerindeki güzellik ve kemalatın eser, fiil, isim, sıfat, şe'n, zat silsilesiyle Cenab-ı Allah'ın zatının güzellik ve kemalatını göstermesi.
- Pencere: Semavatın güneş, ay ve yıldızlar kelimeleriyle; cevv-i semanın şimşek, yıldırım, gökgürültüsü ve damlalar kelimeleriyle; yeryüzünün hayvan ve bitkiler kelimeleriyle; bitki ve ağaçların yaprak, çiçek ve meyveler kelimeleriyle; ve çiçek ve meyvelerin tohumcuklar kelimeleriyle konuşarak tevhide şahitlik etmesi.
- Pencere: Işık, rüzgar, sular, taş ve madenler, çiçek ve meyveler, kuşlar, bulutlar ve ay gibi külli unsurlardaki hikmet ve sanat.
- Pencere: Güneş.
- Pencere: Küre-i arz.
- Pencere: Hayat.
- Pencere: Ölüm.
- Pencere: İmkanın vücubu, infialin fiili, mahlukiyetin halikıyeti, kesret ve terkibin vahdeti göstermesi gibi biri birisiz olmayan nisbi sıfatların Allah'ı göstermesi.
- Pencere: Mevcutlardaki güzellik, aşk, incizab, evliyanın keşif ve şuhudu ve kainatın toplamındaki güzellik ve süslendirmenin Allah'ı göstermesi.
- Pencere: En üstün sebebin gücünün en âdi müsebbebe (sebebin sonucu) yetmemesinin sebeplerin perde olup her şeyi Allah'ın yaptığını göstermesi.
- Pencere: Hücrelerden kainata kadar bir hikmet ve düzenleme bulunması.
- Pencere: Her şeyin Allah'ın bir mührü ve mektubu olması.
- Pencere: İmkan ve hudus.
- Pencere: İnsan.
- Pencere: Hz. Muhammed (sav).
- Pencere: Kur'an.
Uzunluğu
38 büyük sayfa
Ekleri
- 17. Söz'deki Münacat başta 33. Söz'ün sonuna eklenmişti. Ama şu an Sözlerde mevcut değildir ve 17. Söz'dedir.
- Bediüzzaman Dârülhikmet'te iken telif ettiği Lemeat eserinden seçtiği kısımların Sözler'in sonuna 33. Söz'den sonra yazılmasını talebelerinin reyine havale etmiştir. Şu an Sözler kitabında 33. Söz'den sonra mevcuttur.
Bu Risaledeki Tevafuklar
- Tüm risalelerde, özellikle 19. Mektup ile 25. ve 33. Sözlerde bazı sayfalarda geçen benzer kelimelerin tevafuk etmesi Cenab-ı Hak rahmet ve keremiyle Kur’an’a ve imana hizmet ile meşgul olan Nur talebelerine teşvik, kalplerini tatmin ve hizmetlerinin makbuliyetine alâmet manası taşır.
Bu Risaleye Gaybi İşaretler
33. Söz bir cihette 33 Mektuptan oluşan Mektubat olduğundan Bediüzzaman Sözler kitabının son risalesinin bir cihette 32. Söz olduğunu söyler. Hz. Ali Celcelutiye kasidesinde sureleri sayarken 32. mertebede "Kurân-ı Hakimde hizb hizb, âyet âyet bütün sûrelerin hakkı için" mealindeki وَ بِسُوَرِ الْقُرْاٰنِ حِزْبًا وَ اٰيَةً beytini zikrederek 32. Söz'e işaret eder ve ذَيْمُوخٍ kelimesini tekrarlayarak 33 Söz'ün bir mertebesinin mektuplardan (Mektubat) ibaret olduğuna ve 32. Söz'ün son mertebede bulunduğuna îma eder. Yine Celcelutiye'de 33. mertebe ve kaseminde geçen فَاَسْئَلُكَ يَا مَوْلَاىَ بِفَضْلِكَ الَّذٖى ٭ عَلٰى كُلِّ مَٓا اَنْزَلْتَ كُتْبًا تَفَضَّلَتْ (Meali: Ey Mevlâm! Nihayetsiz fazlınla kendilerine -peygamberler- kitaplar indirdiğin o lütuf ve ihsanını istiyorum!) ifadesiyle 33. Söz'ün içerdiği rüm diğer risale ve mektuplara işaret eder.
Risale-i Nur'da Derc Edildiği ve Benzer İçerikli Yerler
- Sözler adlı büyük kitapta ve 33 Pencere adlı küçük kitapta tamamı mevcuttur.
- 23. ve 31. Pencereler Nur Çeşmesi adlı küçük kitapta mevcuttur.
- 33. Söz bir cihette 33. Mektup'tur ama Mektubat'a konulmamıştır.
- Risale-i Nur'da iman ve küfür muvazeneleri ve hidayet ve dalalet mukayeseleri yoluyla tevhid dersi verilir. Buna misal 22. Söz, Katre risalesi, 20. Mektup, 32. Söz (1. Mevkıfı), 33. Söz, 23. Lem'a (Tabiat Risalesi), 30. Lem'a (Ferd ve Kayyum isimleri nükteleri), 2. Şua ve 7. Şua (Ayet-ül Kübra) gibi risaleler ve Asa-yı Musa kitabının 11 hüccetidir.
- 17. pencerede geçen vüs’at, sürat, sehavet, intizam, hüsn-ü sanat, suhulet, teksir, mebzuliyet, sanat bahsi 22. Söz'ün 6. Lem'asında ve 7. Şua'da mevcuttur.
- 17. Söz'deki Münacat başta 33. Söz'ün sonuna eklenmişti. Ama şu an Sözlerde mevcut değildir ve 17. Söz'dedir.
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği
Bu Risalenin Telifi, Neşri ve Adı Hakkındaki Bahisler
Otuz Üçüncü Söz
Otuz Üç Penceredir
Bir cihette Otuz Üçüncü Mektup ve bir cihette Otuz Üçüncü Söz.
…
Şimdi şu hadsiz pencerelerden elbette haddimizin fevkinde olarak bahse girişmeyeceğiz. Onları ilm-i muhit-i İlahîye havale edip, yalnız âyât-ı Kur’aniyenin lemaatı olan otuz üç pencereyi Otuz Üçüncü Söz’ün Otuz Üçüncü Mektup’unun namazdan sonraki tesbihatın otuz üç aded-i mübareğine muvafık olmak için otuz üç pencereye icmalî ve muhtasar bir surette işaret edip, izahını sair Sözlere havale ederiz.
(33. Söz)
Otuz Üçüncü Mektup
Marifet-i İlahiyeye pencereler açan “Otuz Üç Pencereli Risale” olup bir cihette “Otuz Üçüncü Söz” olduğundan Sözler mecmuasında neşredilmiş, buraya dercedilmemiştir.
Malûmdur ki Risale-i Nur başta otuz üç adet Sözlerdir ve Sözler namıyla yâd edilir. Fakat Otuz Üçüncü Söz müstakil değil belki otuz üç adet Mektubattan ibarettir ve Mektubat namıyla zikredilir.
…
Risale-i Nur’un Otuz Üçüncü Söz’ü ise bundan evvel beyan ettiğimiz gibi otuz üç adet mektuplardan ibaret ve Mektubat namında otuz üç kitap ve yüzden ziyade risalelerdir.
(8. Şua)
İşte ism-i Adl ve ism-i Hakem’in parlak bir âyineleri ve bir tefsirleri hükmünde olan Otuz İkinci Söz’e parmak basıyor ve mana-yı mecazî suretinde ifade eder. ذَيْمُوخٍ kelimesinin tekrarıyla Sözler otuz üç iken bir mertebesi mektuplardan ibaret olduğuna ve Otuz İkinci Söz son mertebesi bulunduğuna îma eder.
(8. Şua)
Hazret-i İmam-ı Ali (ra) تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ fıkrasıyla Risale-i Nur’u tarihiyle ve ismiyle ve mahiyetiyle ve esaslarıyla ve hizmetiyle ve vazifesiyle gösterdikten sonra, Süryanîce isimleri ta’dad ederek münâcat eder. Otuz iki veya otuz üç adet isimlerde iki defa بَعْدَهَا kelimesini tekrar eder. Biri, yirmi yedincide وَ ذَيْمُوخٍ بَعْدَهَا; diğeri, otuz birde وَ بَازُوخٍ بَعْدَهَا der. İşte Risale-i Nur’un Sözler’i otuz üç ve bir cihette otuz iki ve Mektubat namındaki risalelerin dahi bir cihette otuz iki ve bir cihette otuz üç olup bu münâcatla mutabık olması ve yalnız risale şeklinde iki adet zeylleri bulunması ve o zeyllerin birisi Yirmi Yedinci Söz’ün ehemmiyetli zeyli ve diğeri Otuz Birinci Söz’ün kıymettar zeyli olması ve o iki zeyl risalesinin müstakil mertebe ve numaraları bulunmaması ve بَعْدَهَا kelimesi dahi aynı yerde, aynı manada tevafuk etmesi bana iki kere iki dört eder derecesinde kanaat veriyor ki Hazret-i İmam-ı Ali (ra) tebeî bir mana ile ve işarî bir mefhum ile Risale-i Nur’a, hattâ zeyllerine bakmak için öyle yapmış.
(8. Şua)
Hem cezbeye latîf bir delilleridir ki: “Otuz Üçüncü Söz ve otuz üç pencereli Otuz Üçüncü Mektup” gibi tabirleri hem kendi kedisinin “Yâ Rahîm! Yâ Rahîm!” tesbihini işitmesi hem kendini bir mezar taşı görmesi, cezbe ve halüsinasyon ihtimaline delil göstermeleridir.
(13. Şua)
Risale-i Nur'un numaraları, te'lif tertibiyle değil. Meselâ, Otuz Üçüncü Mektup, Birinci Mektup'dan daha evvel te'lif edilmiş ve bu Beşinci Şua'nın aslı ve Risale-i Nur'un bir kısım eczaları, Risale-i Nur'dan evvel te'lif edilmiş. Her ne ise...
Otuz Üçüncü Söz’ün Yirmi Yedinci Mektup’udur ki: Mektubatü’n-Nur’un birinci muhatabı olan Hulusi Bey’in hususi mektuplarından Risaletü’n-Nur hakkındaki takdiratını gösteren fıkralardır.
Nâtamam kalan Otuz İki ve Otuz Üçüncü Sözler’in de itmamına muvaffak olmanızı eltaf-ı İlahiyeden niyaz eylerim.
Hulusi
Sâlisen: Otuz Üçüncü Söz’den başka Söz yazılmak ihtiyacı kalmadı. Hem şer’an çok mübarek bu otuz üç adetten bazı esbaba binaen geçmeyeceğim. Hem de hakaik-i esasiye-i Kur’aniye ve imaniyenin elzem ve lâzım olan kısımları hemen ekseriyet-i mutlaka itibarıyla yazılmıştır.
…
Otuz Üçüncü’nün birinci makamına dair sen fikrini yazdın. Beğendiğini gösteriyorsun. Hakkı Efendi ile Müftü Efendi ve sair ihvanların da nasıl bulduklarını anla, bana yaz. Umum kardeşlerime selâm ve dua ediyorum ve onların duasını istiyorum.
Otuz Üçüncü Mektub
Risale-i Nur Mizanlarından vahdaniyeti ilahiye burhanlarından
Otuz Üç Penceredir
Bu Risalenin Kıymeti Hakkındaki Bahisler
Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektup, imanı olmayanı inşâallah imana getirir. İmanı zayıf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlettirir. İmanı geniş olana bütün kemalât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir; daha nurani, daha parlak manzaraları açar.
İşte bunun için “Bir pencere bana kâfi geldi, yeter.” diyemezsin. Çünkü senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise kalbin de hissesini ister, ruhun da hissesini ister. Hattâ hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh her bir pencerenin ayrı ayrı faydaları vardır.
Mi’rac Risalesi’nde asıl muhatap, mü’min idi; mülhid ikinci derecede istima’ makamında idi. Şu risalede ise muhatap, münkirdir; istima’ makamlarında mü’mindir. Bunu düşünüp öylece bakmalı.
Fakat maatteessüf mühim bir sebebe binaen şu mektup gayet süratle yazıldığından ve hattâ müsvedde halinde kaldığından, elbette bana ait olan tarz-ı ifadede müşevveşiyet ve kusurlar olacaktır. Nazar-ı müsamaha ile bakmalarını ve ellerinden gelirse ıslahlarını ve mağfiret ile bana dua eylemelerini ihvanlarımdan isterim.
(33. Söz)
İşte siz dahi dördüncü bir keramet-i Kur’aniyeyi ispat ettiniz: Hüsrev gibi kendine tembel diyen ve beş senedir Sözler’i işittiği halde yazmaya cidden tembellik edip başlamayan bir kardeşimiz, bir ayda on dört kitabı güzel ve dikkatli yazması, şüphesiz dördüncü bir keramet-i esrar-ı Kur’aniyedir. Hususan Otuz Üçüncü Mektup olan otuz üç pencerelerin kıymeti tamamen takdir edilmiş ki gayet dikkatle ve güzel yazılmış.
Evet o risale, marifetullah ve iman-ı billah için en kuvvetli ve en parlak bir risaledir. Yalnız baştaki pencereler gayet icmal ve ihtisar ile gidilmiştir. Fakat gittikçe inkişaf eder, daha ziyade parlar. Zaten sair telifata muhalif olarak ekser Sözler’in başları mücmel başlar, gittikçe genişlenir, tenevvür eder.
Evet Risale-i Nur, iman ve küfür muvazeneleri ve hidayet ve dalalet mukayeseleri, bu mezkûr hakikatleri bilmüşahede ispat ediyor. Mesela, Yirmi İkinci Söz’ün iki makamının bürhanlarına ve lem’alarına ve Otuz İkinci Söz’ün Birinci Mevkıf’ına ve Otuz Üçüncü Mektup’un pencerelerine ve Asâ-yı Musa’nın on bir hüccetine, sair muvazeneler kıyas edilse ve dikkat edilse anlaşılır ki bu zamanda küfr-ü mutlakı ve mütemerrid dalaletin inadını kıracak, parçalayacak Risale-i Nur’da tecelli eden hakikat-i Kur’aniyedir.
(15. Şua)
Otuz Üçüncü Mektup’un otuz üç penceresinden ayrı ayrı lemean eden nurani ziyalar kalb-i âcizaneme feyyaz nurlarıyla gül-âblar serpti. Daha birçok Nur Risalelerinin füyuzatından hisseyâb olmasını bârgâh-ı ehadiyetten tazarru ederim efendim.
Hâfız Zühdü
Şifahane-i kalbinizden tulû eden Otuz Üçüncü Söz’ünüzle otuz üç cihetten marîz olan kalb-i mecruhumuzu tedavi buyurmanızı bilhassa istirham eylerim.
Seyyid Şefik
Otuz Üçüncü Mektup ise otuz üç penceresiyle beraber, hakikat mâyesiyle yoğrulmuş bir varlık. Bu kıymetli eser, ulviyet ve kudsiyet içinde, kuvve-i idrakiyesiyle hissiz beşere hassasiyet; ve gaflet perdelerinden hakikati görmeyen nazarlara kuvvet; hakperest ehl-i imana ise ulviyet bahşediyor.
Hadsiz ihtiyaçlara düşen, zahire aldanarak maddiyata saplanan ve kendini lâkaytlık içinde yeise düşüren zavallılar; bu mukaddes eserin kārii olsunlar, anlasınlar ki nereye giderlerse nereye bakarlarsa bir Hâlık-ı A’zam’ın, bir Rahîm-i Rahman’ın dairesinden, hududundan, kanunundan ve idaresinden harice çıkamazlar. Her mevcudiyet, her vakıa, her tahavvülat, her inayet, her iltifat bir Kadîr-i Zülcelal’in yed-i zaptındadır.
Demek oluyor ki en ufak bir zerrede, Sâni’i ilan ettiği cihetle, koca bir kâinatın saltanatının küçük numunesi mevcuddur, denilebilir.
Zekâi
4- Vahdaniyet-i İlahiyeyi güneş gibi ispat eden ve Kur’an’ın otuz üç âyet-i azîmesini tefsir eden Otuz Üç Pencere namındaki Otuz Üçüncü Mektup ki sırr-ı tevafukla beraber kıymet-i ilmiyesi ve edebiyesi itibarıyla ehl-i tevhidce yalnız maddeten bin lira kadar ehemmiyetli olan risaleyi,
Bu Risaleye Atıflar
Bu münâcat, Otuz Üçüncü Söz’ün Otuz Üçüncü Mektup’u olan Pencereler Risalesi’ne ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.
(17. Söz)
Evet, o Kadîr-i Zülcelal her şeyde, külliyatta ve cüz’iyatta, yıldızlarda ve zerrelerde birer sikke-i vahdet koymuştur ki ona şehadet eder. Ve birer mühr-ü vahdaniyet basmıştır ki ona delâlet eder. Şu hakikat-i uzma, Yirmi İkinci Söz’de ve Otuz İkinci Söz’de ve Otuz Üçüncü Mektup’un otuz üç adet Penceresinde gayet parlak ve kat’î bir surette izah ve ispat edildiğinden onlara havale edip sözü keser, burada hâtime veririz.
Otuz Üçüncü Mektup’un Yirmi Dördüncü Penceresi’nde beyan edildiği gibi: Şu mevcudat, irade-i İlahiye ile seyyaledir. Şu kâinat, emr-i Rabbanî ile seyyaredir. Şu mahlukat, izn-i İlahî ile zaman nehrinde mütemadiyen akıyor; âlem-i gaybdan gönderiliyor, âlem-i şehadette vücud-u zahirî giydiriliyor, sonra âlem-i gayba muntazaman yağıyor, iniyor. Ve emr-i Rabbanî ile mütemadiyen istikbalden gelip hale uğrayarak teneffüs eder, maziye dökülür.
Ferd ism-i a’zamı, a’zamî bir tecelli ile kâinatın heyet-i mecmuasına ve her bir nevine ve her bir ferdine birer sikke-i tevhid, birer hâtem-i vahdaniyet koyduğunu, Yirmi İkinci Söz ile Otuz Üçüncü Mektup tafsilen göstermişlerdir.
Siracünnur’un yüz yerinde en muannid bir münkiri dahi susturacak bir kat’iyetle ispat edilmiş ki: Bütün eşya bir tek Zat-ı Vâhid-i Ehad’e verilse bir tek şey gibi kolay ve çabuk ve ucuz olur. Eğer esbaba ve tabiata dahi hisse verilse bir tek şeyin icadı bütün eşya kadar çetin ve geç ve ehemmiyetsiz ve pahalı olacak. Bu hakikatin bürhanlarını görmek istersen Yirminci ve Otuz Üçüncü Mektuplara ve Yirmi İkinci ve Otuz İkinci Sözlere ve tabiata dair Yirmi Üçüncü ve ism-i a’zama dair Otuzuncu Lem’alara ve bilhassa Otuzuncu Lem’a’nın ism-i Ferd ve ism-i Kayyum’a dair Dördüncü ve Altıncı Nüktelerine baksan göreceksin ki iki kere iki dört eder kat’iyetinde bu hakikat ispat edilmiştir.
(2. Şua)
Kâinatın şehadetini, her iki kanadı ve iki hakikatiyle Risale-i Nur eczaları ve bilhassa Yirmi İkinci ve Otuz İkinci Sözler ve Yirminci ve Otuz Üçüncü Mektuplar tamamıyla ispat ve izah ettiklerinden onlara havale ederek bu pek uzun kıssayı kısa kestik.
(7. Şua)
Hem mektubunda اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ … الخ ye ait olan esrarı sual ediyorsun. Evet, o âyetin büyük bir denizinden çok Sözler’de kataratı, reşehatı vardır. Bâhusus Yirminci Mektup’ta, Otuz Üçüncü Mektup’ta, Otuz İkinci Söz’de, Yirmi İkinci Söz’de onun bazı çeşmeleri var. Elbette o âyette çok tabakat var. Her taife bir tabakadan hissesini almıştır. Ruhum istiyordu ki o âyetin bazı envarını yazayım fakat şimdiye kadar müteferrik surette yazıldığından öyle kalmış, şimdilik onunla iktifa edilmiş.
Otuz Üçüncü Söz’ün Yirmi Dördüncü Mektubu ve emsalleri, insanın ruhunda inşirah hasıl ediyor. Ve kalbinde Sâni’-i Hakîm’in hikmetine karşı pencereler açıyor. Risale-i Nur eczaları, insanın sıkıntılı vaktinde imdadına yetişir ve teselli eder. Bu ciheti aynen gördüm.
…
Kardeşiniz Halil İbrahim (rh)
Onuncu Söz’ün Birinci İşareti’nin âhirinde “Evet, bir şeyden her şeyi yapmak ve her şeyi bir tek şey yapmak her şeyin Hâlık’ına has bir iştir.” Şu cümle hem Yirmi İkinci Söz’ün Lem’alarında hem Otuz Üçüncü Mektup’un Pencerelerinde hem Yirminci Mektup’un on bir Kelimelerinde izah ve ispat edilmiştir. Buradaki külliyet nisbî ve örfîdir.
Aynen öyle de yüksek ehl-i hakikat dahi marifet ve tasavvur değil belki ondan çok âlî ve kıymetli olan iman ve tasdikte, iki cadde ile hareket etmişler:
Biri: Kitab-ı kâinatı mütalaa ile Âyetü’l-Kübra ve Hizbü’n-Nuriye ve Hülâsatü’l-Hülâsa gibi âfaka bakmaktır.
Diğeri: Ve en kuvvetli ve hakkalyakîn derecesinde vicdanî ve hissî, bir derece şuhudî olan hakikat-i insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalaa ile imanın şüphesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki sırr-ı akrebiyete ve veraset-i nübüvvete bakar.
Ve enfüsî tefekkür-ü imanî hakikatinin bir parçası, Otuzuncu Söz’ün “ene ve enaniyet”te ve Otuz Üçüncü Mektup’un Hayat Penceresi’nde ve İnsan Penceresi’nde ve bazı parçaları da sair ecza-yı Nuriyede bir derece beyan edilmiş.
Bu Lemaat’ın işaret ettiğimiz kısımları Otuz Üçüncü Söz namında Sözler’in âhirinde yazılması, Nur kahramanı Hüsrev’in ve Medresetü’z-Zehra erkânlarının reyine havale ediyoruz.
Esbab, teselsülün berahini ile âlemin nihayetinde kesilmesinden ise her şeyde Hâlık-ı külli şey’e has sikkeyi göstermek daha kat’î, daha kolaydır. Kur’an’ın feyziyle bütün Pencereler ve bütün Sözler, o esas üzerine gitmişler.
(33. Söz)
Bu Risaledeki Tevafuklar
Öyle ise sair nevlerin dahi risalelerin nevlerine işaret eder diye dikkat ettim ki yedi nevi hurma gönderilmiş. Bir parçası büyükçe, otuz üç tane kadar. Fesübhanallah dedim, yedi nev’i göndermekte ne mana var? Birden kalbime geldi ki: İman-ı billaha dair yedi nevi ile aynı hakikat yazılmış, Van’a gönderilmiş. Dikkat ettim, evet mevzu vahdaniyet-i İlahiye olduğu halde Yirminci Mektup ile sureti küçük, manası pek büyük zeyliyle ve Yirmi İkinci Söz her biri birer risale, Birinci Makam, İkinci Makamı ve Otuz İkinci Söz Üçüncü Mevkıfı ile evvelki iki mevkıf her biri birer risale hükmünde ve Otuz Üçüncü Mektup, Otuz Üç Pencere ile yedi risaledir. O da aynen yedi nevi envar-ı marifetullahtan bir şems-i hakikatin ziyasındaki elvan-ı seb’a gibi bir mahiyet gösterdiğinden, Medine-i Münevvere’nin hediyesi içinde hakikat-i hurmadan yedi nevi Nuh Bey’in eline verilip buraya kadar gönderilmesi, o yedi Nur’a tevafukla, bir makbuliyet işareti veriyor dedik, Allah’a şükrettik.
Hem o neviden birisi otuz üç tane olması, o risalelerin birisi Otuz Üç Pencere olması ve hediye içindeki tesbih üç defa otuz üç olması, Otuz Üçüncü Söz’ün Otuz Üçüncü Mektup’undan otuz üç penceresine muvafakatı; Nuh’u ihtiyarsız, sırf bir vasıta-i zahirî olarak bize gösterdi. Nuh’a değil belki Ravza-i Mutahhara’ya karşı minnettarane, müteşekkirane baktık.
İşte şu işarat-ı gaybiyenin birisi de şudur ki: Cenab-ı Hak kemal-i rahmet ve kereminden, Kur’an’a ve imana hizmet ile meşgul olan bizleri teşvik ve kulûbümüzü tatmin için; bir ikram-ı Rabbanî ve bir ihsan-ı İlahî suretinde hizmetimizin makbuliyetine alâmet ve yazdığımız hak olduğuna işaret-i gaybiye nevinden, bütün risalelerimizde ve bilhassa Mu’cizat-ı Ahmediye ve İ’caz-ı Kur’an ve Pencereler Risalelerinde, tevafukat-ı gaybiye nevinden bir letafet ihsan etmiştir. Yani bir sahifede, misil olarak gelen kelimeleri birbirine baktırıyor.
Bu Risale Hakkındaki Gaybi İşaretler
Malûmdur ki Risale-i Nur başta otuz üç adet Sözlerdir ve Sözler namıyla yâd edilir. Fakat Otuz Üçüncü Söz müstakil değil belki otuz üç adet Mektubattan ibarettir ve Mektubat namıyla zikredilir. Sonra Otuz Birinci Mektup dahi müstakil değil belki otuz bir adet Lem’alardan mürekkebdir ve Lem’alar adı ile müştehirdir. Sonra Otuz Birinci Lem’a dahi müstakil olmamış, o da inşâallah otuz bir adet Şuâlardan mürekkeb olacak. El-Âyetü’l-Kübra Yedinci ve bu risale Sekizinci Şuâlarıdır. Demek Sözler’in hâtimesi Otuz İkinci Söz’dür. Hem Risale-i Nur’un yıldızları içinde bir güneş hükmünde şakirdlerince telakki edilen Otuz İkinci Söz namındaki üç mevkıflı risale-i hârika ve câmia ve Sözler’in bir cihette hâtimesi ve cem’iyetli neticesi olan o risaleye Hazret-i İmam-ı Ali (ra) onun fevkalâde ehemmiyetini ve câmiiyetini göstermek için Kur’an’ın çok sureleriyle birden Otuz İkinci Mertebe’de وَ بِسُوَرِ الْقُرْاٰنِ حِزْبًا وَ اٰيَةً kasemiyle Otuz İkinci Mertebe’de bulunan o câmi’ risaleye işaret eder.
Risale-i Nur’un Otuz Üçüncü Söz’ü ise bundan evvel beyan ettiğimiz gibi otuz üç adet mektuplardan ibaret ve Mektubat namında otuz üç kitap ve yüzden ziyade risalelerdir. İşte Hazret-i İmam-ı Ali (ra) otuz üçüncü mertebede ve kaseminde Otuz Üçüncü Söz’ün eczaları olan o yüz on kitap ve mektubata birden işaret etmek için yüz on semavî suhuf namında yüz on muhtasar kitaplar ve o büyük mukaddes kitaplardan istimdad manasında olan şu:
فَاَسْئَلُكَ يَا مَوْلَاىَ بِفَضْلِكَ الَّذٖى ٭ عَلٰى كُلِّ مَٓا اَنْزَلْتَ كُتْبًا تَفَضَّلَتْ
kelâmıyla işaret eder.
Malûmdur ki ilm-i belâgatta ve fenn-i beyanda uzak ve gizli manalara delâlet etmek için karine tabir ettikleri emarelerden ve münasebetlerden birisi bulunsa uzak bir mana ve gizli ve işarî olan bir mefhum, karinenin kuvvetine göre sarîh ve zahir manası gibi kabul edilir. İşte bu kaideye binaen, bu işarî manaların her birisine müteaddid karineler, emareler bulunduğu gibi sair arkadaşları da ona karineler olur. Risale-i Nur’un mecmuundan haber veren sarîh fıkralar dahi her birisine kuvvetli bir karinedir.
(8. Şua)
Bu Risale Hakkında Fihristte Geçen Kısım
Otuz üç âyetin birer hakikatlerini tefsir eden otuz üç penceredir. Otuz üç risale olmaya lâyık iken gayet müsta’cel bir zamanda yazıldığı için bir veya yarım sahifelik pencereleri birer risale kuvvetinde ve birer risaleyi tazammun eden mahiyetinde olduğunu gösterir. Fakat maatteessüf baştaki pencereler gayet mücmel ve muhtasar kalmış, lâkin gittikçe inbisat ederek nısf-ı âhirdeki pencereler vâzıh düşmüştür.
Otuz üç mektubtur. On beşi Küçük Sözler gibi küçüktürler. Mütebâkîsi büyüktürler.
Küçüklerden iki sâhifeli bulunduğu gibi, büyüklerden de dört yüz sahife kadar olanı vardır. Hatta Otuz Birinci Mektub'un yarısı on beş Risale olmuştur.
Marifet-i İlahiyeye pencereler açan “Otuz Üç Pencereli Risale” olup bir cihette “Otuz Üçüncü Söz” olduğundan Sözler mecmuasında neşredilmiş, buraya dercedilmemiştir.
(Mektubat Fihristi, Fihrist Risalesi)
Diğer Bahisler
Hem cezbeye latîf bir delilleridir ki: “Otuz Üçüncü Söz ve otuz üç pencereli Otuz Üçüncü Mektup” gibi tabirleri hem kendi kedisinin “Yâ Rahîm! Yâ Rahîm!” tesbihini işitmesi hem kendini bir mezar taşı görmesi, cezbe ve halüsinasyon ihtimaline delil göstermeleridir.
(13. Şua)
İnşâallah risalelerin tesiriyle bir gün olur da müstakim Lütfü Efendi gibi ehl-i takva kardeşlerimiz misillü biz dahi gayr-ı ihtiyarî ve istemeyerek işlediğimiz ahvalden Sözlerinizin irşadıyla kurtuluruz. Zekâi kardeşimizden On Yedinci Söz, On Sekizinci Mektup, Yirminci Mektup ve Otuz Üç Pencereli nurlarla parlayan kıymetli risaleleri aldık. Mütalaa ediyoruz. Hakiki üstadımız olan Hazret-i Kur’an elimizdedir.
Müzeyyene
Yeni Sözler ile alâkadarlık edenlere, evvelki üç Hâfız ile mutaf Hâfız Mahmud Efendi’ye selâm hem dua ediyorum. Sebat etsinler; onları kardeş dairesine dâhil etmişim, talebe dairesine girmeye çalışsınlar. Siz kimi intihab etseniz benim de kabulümdür. Hoca İsmail Hakkı Efendi’ye çok selâm ve dua ediyorum. Madem az adam ile konuşan İşaratü’l-İ’caz onunla hayli konuşmuş, ben de o zatı ale’r-re’si ve’l-ayn kabul ediyorum. İşaratü’l-İ’caz ile iktifa etmesin. İşaratü’l-İ’caz’ı tefsir eden ve hakaikini aydınlattıran ve göz görür derecesinde gösteren Sözler’i, Mektuplar’ı okusun. Hususan Yirmi Beşinci, Yirmi Altıncı Sözler’i, Yirminci ve Otuz Üçüncü Mektupları gibi intihab ettiği risaleleri de okusun. Başta Bekir ve Hüsrev kardeşlerime selâm ve dua ederim ve dualarını isterim.
Otuz Üçüncü Söz’ün İkinci Mektup’unda dediğim gibi: Bu zamanda insanlar, ihsanını muhtaçlara çok pahalı satarlar.
Sözlerin ve Mektubat’ın ve Pencereler’in fihristesi o kadar güzel olmuş ki bir defa sathî bir nazar atfeden kimse Risaletü’n-Nur eczalarının kıymet ve ehemmiyeti hakkında yek nazarda bir fikir edinebilir.
…
Re’fet
Ve bilhassa saatçi Lütfü Efendi’ye pek çok selâm ve dua ederim. Cenab-ı Hak ona, o bana yazdığı Pencere Risalesi’nin hurufu adedince ruhuna rahmet, kalbine nur, aklına hakikat, malına bereket ihsan eylesin, âmin âmin âmin! Maksadım, ona o risaleyi yazdırmak, onu has talebeler dairesine idhal etmekti. Yoksa ona o zahmeti vermezdim.
Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler
Otuz üç adet Sözler’in ve otuz üç adet Mektuplar’ın mecmuuna Risaletü’n-Nur namı verilmesinin sırrı şudur ki:
Bütün hayatımda Nur kelimesi her yerde bana rast gelmiştir. Ezcümle: Karyem Nurs’tur. Merhume validemin ismi Nuriye’dir. Nakşî üstadım Seyyid Nur Muhammed’dir. Kādirî üstadım Nureddin. Kur’an üstadlarımdan Nuri. Talebelerimden benimle en ziyade alâkadarı Nur isimli bulunanlardır. Kitaplarımı en ziyade izah ve tenvir eden Nur misalidir. Kur’an-ı Hakîm’deki en evvel aklıma, kalbime parlayan ve fikrimi meş’ul eden اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ مَثَلُ نُورِهٖ كَمِشْكٰوةٍ âyetidir. Hem hakaik-i İlahiyede müşkülatımın ekserisini halleden esma-i hüsnadan Nur ism-i nuranisidir. Hem Kur’an’a şiddet-i şevk ve inhisar-ı hizmetim için hususi imamım Zinnureyn’dir.
Üçüncü sualiniz ki Sözler otuz üç, Mektubat otuz üç, Pencereler otuz üç, mecmuu doksan dokuz olduğu gibi Arabî Katre Risalesi’nin başında beyan edildiği üzere, en evvel bu fakir kardeşinizin harekât-ı fikriyesi namazdan sonra otuz üç “Sübhanallah” ve otuz üç “Elhamdülillah” ve otuz üç “Allahu ekber”deki meratibe göre doksan dokuz mücahedat-ı fikriye ve makamat-ı ruhiyedeki tezahürat ve doksan dokuz esma-yı hüsna cilvesine mazhariyet sırlarını, hayal meyal bir surette uzaktan uzağa hissedilmesindendir ki bu otuz üç mübarek adedi ihtiyarım olmayarak çok harekât-ı ilmiyemde ve neşriyede hükmediyor.
Bu Risaledeki Temsiller/Misaller
Mesela, nasıl ki bir zat-ı mu’ciz-nüma, büyük bir saray yapmak istese evvela temellerini, esaslarını muntazaman hikmetle vaz’eder ve ilerideki neticelerine ve gayelerine muvafık bir tarzda tertip eder. Sonra menzillere, kısımlara maharetle tefrik ve tafsil ediyor. Sonra o menzilleri tanzim ve tertip ediyor. Sonra nukuşlarla tezyin ediyor. Sonra elektrik lambalarıyla tenvir ediyor. Sonra o muhteşem ve müzeyyen sarayda maharetini, ihsanatını tecdid etmek için her bir tabakada yeni yeni icadlar, tebdiller, tahviller yapıyor. Sonra her bir menzilde kendi makamına merbut bir telefon rabtedip, birer pencere açarak her birinden onun makamı görünür.
Çünkü nasıl bir nefer yüz muhtelif adamın idaresine verilse yüz müşkülat olur. Ve yüz nefer, bir zabitin idaresine verilse bir nefer hükmünde kolay olur.
Elvan-ı seb’a, ziyada ve muhtelif edviyeler, tiryakta nasıl ki mümtezicen bulunur.
Güneşi tanımayan ve kabul etmeyen adam, nasıl gündüzü dolduran ziyayı inkâr etmeye mecbur oluyor.
Irmağın yüzündeki kabarcıkların parlayıp gitmesinden sonra arkadan gelenlerin gidenler gibi parlamaları, daimî bir şemsin şuâlarının âyineleri olduklarını gösterdikleri gibi;
Mesela, büyük bir sebep zannedilen güneşi; ihtiyarlı, şuurlu farz ederek ona denilse: “Bir sineğin vücudunu yapabilir misin?” Elbette diyecek ki: “Hâlık’ımın ihsanıyla dükkânımda ziya, renkler, hararet çok. Fakat sineğin vücudunda göz, kulak, hayat gibi öyle şeyler var ki ne benim dükkânımda bulunur ve ne de benim iktidarım dâhilindedir.”
Küçük bir köyde iki muhtar bulunsa köyün rahatını ve nizamını bozarlar. Bir nahiyede iki müdür, bir vilayette iki vali bulunsa herc ü merc ederler. Bir memlekette iki padişah bulunsa fırtınalı bir karmakarışıklığa sebebiyet verirler.
Mesela ben, nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum. Öyle de şu koca kâinat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hâkeza…
İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki bütün azasını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlahiye cilvesi olan evamir-i tekviniye ve o evamirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latîfe-i Rabbaniye olan ruh, onların idaresinde onların manevî seslerini hissetmesinde ve hâcetlerini görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüzü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ çok nuraniyet kesbetmiş ise her bir cüzü ile görebilir ve işitebilir.
Bu Risalede Geçen Ayetler
Bkz. 33. Söz'de Geçen Ayetler Listesi
Bu risalede geçen "Altı günde o sarayın, o şecerenin esasatını desatir-i hikmet ve kavanin-i ilm-i ezelîsi ile vaz’etti." cümlesi 7 yerde geçen ve Allah'ın alemleri 6 günde yarattığından bahseden ayetlerden alıntıdır.
Bu Risalede Geçen Hadisler
Cenab-ı Allah'ın Bu Risalede Geçen İsim, Sıfat ve Şuunatı
- Adl
- Alîm
- Alîm-i Mutlak
- Allah
- Âmir
- Bâki
- Basîr
- Celil-i Zülcemal
- Cemil-i Zülcelal
- Cenab-ı Hak
- Ehad
- Ezel ve ebed sultanı
- Fa’alün limâ yürîd
- Fâil-i Hakîm
- Fâtır
- Fâtır-ı Bîmisal
- Ferd
- Ganiy
- Ganiyy-i Mutlak
- Hakem
- Hakîm
- Hâkim
- Hakîm-i Mutlak
- Hakîm-i Zülkemal
- Hâlık
- Hâlık-ı külli şey’
- Hâlık-ı Zülcelal
- Hayy
- Her şeye alîm
- Her şeye kadîr
- Kadîr
- Kadîr-i Mutlak
- Kadîr-i Zülcelal
- Kaviyy-i Mutlak
- Kayyum
- Kerîm
- Kerîm-i Mutlak
- Kerîm-i Zülcemal
- Latîf
- Mabud-u Bi’l-hak
- Mabud-u Ezelî
- Mabud-u Lâyezal
- Mabud-u Lemyezel
- Mabud-u Mutlak
- Mahbub
- Mahbub-u Ezelî
- Mahbub-u Lâyezalî
- Mahmud
- Maksud
- Maruf
- Maşuk-u Lâyezalî
- Mergub
- Meşkûr
- Mevcud-u Lemyezel
- Mezkûr
- Mufaddıl
- Muhsin
- Muhyî
- Mutasarrıf
- Mücemmil
- Mücîb
- Müdebbir
- Mümît
- Mün’im
- Mürebbi
- Müsebbibü’l-esbab
- Rab
- Rahîm
- Rahîm-i Mutlak
- Rahîm-i Zülcemal
- Rahman
- Rezzak
- Samed
- Sâni’
- Sâni’-i Mukaddes
- Sâni’-i Zülcelal
- Sâni’-i Zülcemal
- Sâni’-i Zülkemal
- Semî’
- Seyyid
- Sultan-ı Zülcelal
- Şems-i Ehadiyet
- Şems-i sermedî
- Vâcibü’l-vücud
- Vâhid
- Vedud
- Zat-ı Kadîr
- Zat-ı Mukaddes
- Zat-ı Vâcibü’l-vücud
- Zat-ı Zülcelal
Peygamberimizin Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları
- Güneşler güneşi
- Hazret-i Muhammed
- Sema-i risaletin güneşi
- Tevhidin bir bürhan-ı nâtıkı
- Zat-ı Ahmediye
Kur'an'ın Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları
- Kur’an
Bu Risalede Geçen Salavatlar
- اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ وَ سَلِّمْ اٰمٖينَ
Meali: Allahım! Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm et. Âmin.
Bu Risalede Geçen Dualar
Bu Risalede Geçen Zikirler
- تَلَئْلُأُ الضِّيَاءِ مِنْ تَنْوٖيرِكَ تَشْهٖيرِكَ § تَمَوُّجُ الْاِعْصَارِ مِنْ تَصْرٖيفِكَ تَوْظٖيفِكَ § سُبْحَانَكَ مَا اَعْظَمَ سُلْطَانَكَ
تَفَجُّرُ الْاَنْهَارِ مِنْ تَدْخٖيرِكَ تَسْخٖيرِكَ§ تَزَيُّنُ الْاَحْجَارِ مِنْ تَدْبٖيرِكَ تَصْوٖيرِكَ § سُبْحَانَكَ مَا اَبْدَعَ حِكْمَتَكَ
تَبَسُّمُ الْاَزْهَارِ مِنْ تَزْيٖينِكَ تَحْسٖينِكَ § تَبَرُّجُ الْاَثْمَارِ مِنْ اِنْعَامِكَ اِكْرَامِكَ § سُبْحَانَكَ مَا اَحْسَنَ صَنْعَتَكَ
تَسَجُّعُ الْاَطْيَارِ مِنْ اِنْطَاقِكَ اِرْفَاقِكَ § تَهَزُّجُ الْاَمْطَارِ مِنْ اِنْزَالِكَ اِفْضَالِكَ § سُبْحَانَكَ مَا اَوْسَعَ رَحْمَتَكَ
تَحَرُّكُ الْاَقْمَارِ مِنْ تَقْدٖيرِكَ تَدْبٖيرِكَ تَدْوٖيرِكَ تَنْوٖيرِكَ § سُبْحَانَكَ مَا اَنْوَرَ بُرْهَانَكَ مَا اَبْهَرَ سُلْطَانَكَ
Meali: Işığın parıldaması Senin nurlandırman ve teşhir etmendendir. Fırtınanın dalgalanması Senin yönlendirmen ve görevlendirmendendir. Sen her noksandan münezzehsin; ne büyüktür saltanatın!
Nehirlerin fışkırması Senin depolayıp emre boyun eğdirmendendir. Taşların süsleri Senin tedbirin ve şekillendirmendendir. Sen her noksandan münezzehsin; ne eşsizdir Senin hikmetin!
Çiçeklerin tebessümü Senin süsleyip güzelleştirmendendir. Meyvelerin süslenmesi Senin in'âmın ve ikramındandır. Sen her noksandan münezzehsin; ne güzeldir Senin san'atın!
Kuşların cıvıldaşması Senin konuşturman ve yakınlaştırmandandır. Damlaların şıpıltısı Senin indirmen ve fazlındandır. Sen her noksandan münezzehsin; ne geniştir Senin rahmetin!
Ayların seyretmesi Senin takdirin ve tedbirinle, Senin döndürmen ve aydınlatmandandır. Sen her noksandan münezzehsin; ne aydınlatıcıdır delilin, ne engindir saltanatın! - سُبْحَانَ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهِنَّ
Meali: Yedi gök ve yer ve onların içinde bulunanlar tarafından Kendisi tesbih edilen Zât, her türlü kusurdan münezzehtir. - اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ الَّذٖى بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ
Meali: Herşeyin hüküm ve tasarrufu elinde bulunan Zâta iman ettim. - وَحْدَهُ لَا شَرٖيكَ لَهُ
Meali: O tektir ve ortağı yoktur. - وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى وَالْمَلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهَوٰى
Meali: Selâm, hüdâya tâbi olanların üzerine olsun! Levm ve itab da hevâya tâbi olanlara olsun!
Bu Risalede Geçen Emir ve Tavsiyeler
- Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku!
Bu Risalede Geçen Darb-ı Meseller/Deyimler
Bu Risalede Geçen Düstur, Kaide ve Tespitler
- Hayat, kudret-i Rabbaniye mu’cizatının en nuranisidir, en güzelidir. Ve vahdaniyet bürhanlarının en kuvvetlisi ve en parlağıdır. Ve tecelliyat-ı Samedaniye âyinelerinin en câmii ve en berrakıdır.
- Hayat, pek çok sıfâtın memzuç bir macunu hükmünde bir ziya, bir tiryaktır.
- Hayat dahi pek çok sıfâttan yapılmış bir hakikattir. O hakikatteki sıfatlardan bir kısmı, duygular vasıtasıyla inbisat ederek inkişaf edip ayrılırlar. Kısm-ı ekseri ise hissiyat suretinde kendilerini ihsas ederler ve hayattan kaynama suretinde kendilerini bildirirler.
- Tabiat, olsa olsa bir defter-i kudret-i İlahiyedir. Tesadüf ise cehlimizi örten gizli bir hikmet-i İlahiyenin perdesidir.
Bu Risalede Geçen Halk Dili İfadeler
- Şimdi ey münkir-i cahil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmaneyi, basîraneyi, rahîmaneyi ne ile izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, âciz, camid esbabla mı izah edebilirsin?
- Şimdi ey sersem münkir! Haydi bunu ne ile izah edersin? Senin gibi sersem, âciz, cahil tabiatla mı?
- Şimdi ey bedbaht gafil! Şu halde onu görmek ve tanımak istemezsen aklını çıkar at, hayvan ol, kurtul.
- Ey bîçare münkir! Kime güveniyorsun ki bunları dinlemiyorsun? Veyahut gündüz içinde gözünü kapamakla, dünyayı gece mi oldu zannediyorsun?
- İşte ey bîçare müflis felsefî! Bu muazzam pencereye ne diyorsun? Senin tesadüfün buna karışabilir mi?
- İşte ey bedbaht ehl-i dalalet! Bak, dalalet yolu ne kadar karanlıklı ve elemli! Ne zorun var ki oradan gidiyorsun? Hem bak, iman ve tevhid yolu ne kadar kolay ve safalı! Oraya gir, kurtul.
- İşte ey sersem münkir-i gafil! Göz önündeki bu hakîmane, kerîmane, rahîmane, rezzakane terbiyeti ve bu acib ve hârika ve mu’cize keyfiyeti ne ile izah edebilirsin? Senin gibi serseri tesadüfle mi? Ve kalbin gibi kör kuvvetle mi? Ve kafan gibi sağır tabiatla mı?
- İşte ey gafil! Eğer bu gök gürlemesi gibi bu sadâyı susturabilirsen ve güneşin ışığı gibi parlak o ziyayı söndürebilirsen Allah’ı unut! Yoksa aklını başına al!
- İşte ey coğrafyacı efendi! Bu zemin kafası yüz bin ağız, her birinde yüz bin lisan ile Allah’ı tanıttırsa ve sen onu tanımazsan, başını tabiat bataklığına soksan derece-i kabahatini düşün. Ne derece dehşetli bir cezaya seni müstahak eder, bil, ayıl ve başını bataklıktan çıkar.
- Öyle de Hayy-ı Kayyum, Muhyî ve Mümît olan Şems-i Ehadiyet’i tanımayan adam, zeminin yüzünü belki mazi ve müstakbeli dolduran zîhayatların vücudunu inkâr etmeli ve yüz derece hayvandan aşağı düşmeli. Hayat mertebesinden düşüp camid bir cahil-i echel olmalı.
- İşte ey maddiyat karanlığında, evham zulümatında, boğucu şübehat içinde çırpınan gafil! Kendine gel.
- Öyle ise görmeyenin ya aklı yok ya kalbi yok veya insan suretinde bir hayvandır.
- İşte ey gafil! Kâinatı dolduran bu şehadetleri, bu sadâları işitmemek; ne derece sağır ve akılsız olmak lâzım geliyor? Haydi sen söyle…
Bu Risalede Geçen Edebi ve Dikkat Çekici İfadeler
- Her menzilden her tabakadan her âlemden her taifeden her fertten her şeyden kendini gösterecek yani vücudunu ve vahdetini bildirecek pencereler açmış. Her kalp içinde bir telefon bırakmış.
- ...gözlere kâinat bostanındaki manevî çiçekleri toplayan şuâat-ı ayniye…
- Her bir taifesi icma ve tevatür kuvvetini taşıyan bütün âriflerin hakikatli marifetleri, bütün şâkirler taifesinin semeredar şükürleri ve bütün zâkirlerin feyizli zikirleri ve bütün hâmidlerin nimet artıran hamdleri ve bütün muvahhidlerin bürhanlı tevhidleri ve tavsifleri ve bütün muhiblerin hakiki muhabbet ve aşkları ve bütün müridlerin sadık irade ve rağbetleri ve bütün münîblerin ciddi talep ve inabeleri, yine Maruf, Mezkûr, Meşkûr, Mahmud, Vâhid, Mahbub, Mergub, Maksud olan o Mabud-u Ezelî’nin vücub-u vücudunu ve kemal-i rububiyetini ve vahdetini gösterdiği gibi…
- Her bir çiçeğin güzel ağzı ile ve muntazam sümbülün lisanıyla ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimatıyla hikmeti gösteren o nizam, bilmüşahede ilmi gösteren bir mizan içindedir. Ve o mizan ise maharet-i sanatı gösteren bir nakş-ı sanat içindedir. Ve o nakş-ı sanat, lütuf ve keremi gösteren bir ziynet içindedir. Ve o ziynet dahi rahmet ve ihsanı gösteren latîf kokular içindedir.
- Şimdi bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara… Yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfî değildir.
- ...manzume-i şemsiye denilen küremizle beraber on iki seyyare;…
- Arzın evvel-i hilkatine bakıyoruz ki mayi haline gelen bir madde-i seyyaleden taş ve taştan toprak halk edilmiş. Mayi kalsaydı kabil-i sükna olmazdı. O mayi taş olduktan sonra, demir gibi sert olsa idi kabil-i istifade olmazdı.
- Kâinatın sinesinde çok suretlerde tezahür eden incizablar, cezbeler, cazibeler; ezelî bir hakikat-i cazibedarın cezbiyle olduğunu hüşyar kalplere gösterir.
- Kâinatta “esbab ve müsebbebat” görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz ki en a’lâ bir sebep, en âdi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek esbab bir perdedir, müsebbebleri yapan başkadır.
- Bütün semavatın Rabb’i olmayan, bir tek insanın simasındaki alâmet-i farika olan nakş-ı simavîyi yapamaz.
- Her bir şey, bir mühr-ü Rabbanî hükmünde bütün eşyayı kendi Hâlık’ına isnad eder. Kendi kâtibinin mektubu olduğunu ispat eder.
- Bütün eşyayı yapamayan, bir tek şeyi icad edemez.
- Uluhiyet ve rububiyetin en kat’î ve daimî lâzımı; vahdet ve infiraddır.
- Âlem, mütegayyirdir. Her mütegayyir, hâdistir. Her bir hâdisin, bir muhdisi, yani mûcidi var. Öyle ise bu kâinatın kadîm bir mûcidi var.
- İmkân, mütesaviyü’t-tarafeyndir.
- Her bir şey vücudunda, sıfâtında, müddet-i bekasında hadsiz imkânat, yani gayet çok yollar ve cihetler içinde mütereddid iken, görüyoruz ki o hadsiz cihetler içinde vücudca muntazam bir yolu takip ediyor. Her bir sıfatı da mahsus bir tarzda ona veriyor. Müddet-i bekasında bütün değiştirdiği sıfat ve haller dahi böyle bir tahsis ile veriliyor.
- İnsan, öyle bir nüsha-i câmiadır ki Cenab-ı Hak bütün esmasını, insanın nefsi ile insana ihsas ediyor.
- İnsanın mahiyet-i câmiasında nakışları zahir olan yetmişten ziyade esma vardır.
Bu Risalede Bahsi Geçen Şahıslar, Eserleri ve Eserlerinden Alıntılar
- Abdülkadir-i Geylani: İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Muhyiddin-i Arabî, Abdülkadir-i Geylanî gibi milyonlar muhakkikîn-i asfiya ve sıddıkîn o pencereden bakıyorlar, başkalarına da gösteriyorlar.
- İmam-ı Gazali: İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Muhyiddin-i Arabî, Abdülkadir-i Geylanî gibi milyonlar muhakkikîn-i asfiya ve sıddıkîn o pencereden bakıyorlar, başkalarına da gösteriyorlar.
- İmam-ı Rabbani: İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Muhyiddin-i Arabî, Abdülkadir-i Geylanî gibi milyonlar muhakkikîn-i asfiya ve sıddıkîn o pencereden bakıyorlar, başkalarına da gösteriyorlar.
- Muhyiddin-i Arabi: İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî, Muhyiddin-i Arabî, Abdülkadir-i Geylanî gibi milyonlar muhakkikîn-i asfiya ve sıddıkîn o pencereden bakıyorlar, başkalarına da gösteriyorlar.
- Sadeddin-i Teftazani: Bunun tafsilatını “Şerhü’l-Mevakıf” ve “Şerhü’l-Makasıd” gibi muhakkiklerin büyük kitaplarına havale ederek yalnız Kur’an’ın feyzinden ve şu pencereden ruha gelen bir iki şuâyı göstereceğiz.
- Şerh-ül Makasıd: Bunun tafsilatını “Şerhü’l-Mevakıf” ve “Şerhü’l-Makasıd” gibi muhakkiklerin büyük kitaplarına havale ederek yalnız Kur’an’ın feyzinden ve şu pencereden ruha gelen bir iki şuâyı göstereceğiz.
- Seyyid Şerif-i Cürcani: Bunun tafsilatını “Şerhü’l-Mevakıf” ve “Şerhü’l-Makasıd” gibi muhakkiklerin büyük kitaplarına havale ederek yalnız Kur’an’ın feyzinden ve şu pencereden ruha gelen bir iki şuâyı göstereceğiz.
- Şerh-ül Mevakıf: Bunun tafsilatını “Şerhü’l-Mevakıf” ve “Şerhü’l-Makasıd” gibi muhakkiklerin büyük kitaplarına havale ederek yalnız Kur’an’ın feyzinden ve şu pencereden ruha gelen bir iki şuâyı göstereceğiz.
Bu Risalede Bahsi Geçen Yerler
Bu Risalede Bahsi Geçen Hadiseler
İlgili Resimler/Fotoğraflar
İlgili Maddeler/Kategoriler
- Sözler: 33. Söz'ün içinde olduğu büyük kitap
- 33. Söz'de Geçen Ayetler Listesi
Önceki Risale: Otuz İkinci Söz ← Sözler → Lemeat: Sonraki Risale