Yedinci Söz: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla
Turker (mesaj | katkılar)
"Kategori:Risale Kategori:Sözler ''Önceki Risale: Altıncı SözSözlerSekizinci Söz: Sonraki Risale'' ''Bu risaleyi okumak için Yedinci Söz okuma sayfasına, Kur'an hattı ile okumak için Yedinci Söz (Kur'an Hattı) sayfasına ve Üstad'ın kendi elyazısından okumak için Risale:7. Söz (Kur'an Hattı) (Üstad'ın Elyazısı)|Yedinci Söz (Üstad'ın E..." içeriğiyle yeni sayfa oluşturdu
 
Turker (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
11. satır: 11. satır:
Allah'a ve ahirete imanın insan ruhu için saadet kapısını açan iki tılsım olduğu, sabırla Allah'a tevekkül ve iltica ile şükür ve Allah'tan sual ve duanın acz ve fakr yaralarına çok faydalı iki ilaç olduğu, Kur’an’ı dinleyip hükmüne uymanın, namazı kılmanın ve büyük günahları terk etmenin ruhlar aleminden, anne rahminden, çocukluktan, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçen uzun imtihan yolculuğunda değerli bir bilet, ahiret azığı ve kabirde bir nur olduğu bir temsil ile izah edilir. Kâmil insanların, aczi ve Allah korkusunu kendilerine şefaatçi yaptıkları, fakrın halka gösterilip dilencilik vaziyetini almak değil, Allah’a karşı fakrını hissedip yalvarmak olduğu ve Kur'an hesabına olmayan fen ve felsefe, sanat ve hikmetin ışıklarının ancak kabrin kapısına kadar olduğu hatırlatılır.
Allah'a ve ahirete imanın insan ruhu için saadet kapısını açan iki tılsım olduğu, sabırla Allah'a tevekkül ve iltica ile şükür ve Allah'tan sual ve duanın acz ve fakr yaralarına çok faydalı iki ilaç olduğu, Kur’an’ı dinleyip hükmüne uymanın, namazı kılmanın ve büyük günahları terk etmenin ruhlar aleminden, anne rahminden, çocukluktan, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçen uzun imtihan yolculuğunda değerli bir bilet, ahiret azığı ve kabirde bir nur olduğu bir temsil ile izah edilir. Kâmil insanların, aczi ve Allah korkusunu kendilerine şefaatçi yaptıkları, fakrın halka gösterilip dilencilik vaziyetini almak değil, Allah’a karşı fakrını hissedip yalvarmak olduğu ve Kur'an hesabına olmayan fen ve felsefe, sanat ve hikmetin ışıklarının ancak kabrin kapısına kadar olduğu hatırlatılır.


Bediüzzaman Barla'ya gelmeden hemen önce Burdur'da yazdığı Nur'un İlk Kapısı adlı risalede Küçük Sözler’in ve bazı mühim Sözlerin çekirdeklerinin ve bir kısmının tam izahlarının bulunduğunu söyler.
Bediüzzaman Barla'ya gelmeden hemen önce Burdur'da yazdığı Nur'un İlk Kapısı adlı risalede Küçük Sözler’in ve bazı mühim Sözlerin çekirdeklerinin ve bir kısmının tam izahlarının bulunduğunu söyler. Nur'un İlk Kapısının Üçüncü Dersinin meali 7. Söz'e yakındır.


==Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti==
==Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti==
126. satır: 126. satır:


([[Risale:Nur%27un_İlk_Kapısı#Mukaddime|Nur'un İlk Kapısı]])
([[Risale:Nur%27un_İlk_Kapısı#Mukaddime|Nur'un İlk Kapısı]])
----
[[Risale:Nur'un İlk Kapısı (Ayet-Hadis Mealleri)#2|{{Arabi|بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ}}]]
[[Lokman 33|{{Arabi|فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَايَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ}}]]
Ey gururlu, mağrur gafil! Sana ne olmuş ki Müslümanları –ecanib tarzında– hayat-ı dünyeviyeye davet edersin? O hayat, uyku içinde bir lu’b ve heva içinde bir lehivden başka bir şey değildir.
Hem ne oluyorsun ki keyiflerine kâfi gelen helâl ve tayyibat dairesinden huruca teşvik ederek, dinin ihmaline veya dinin bazı şeairinin terkine sebebiyet veriyorsun. Ve muharremat ve habîsat dairesine duhûle teşci ediyorsun.
Ey müvesvis! Bilir misin misalin neye benzer? O derece belâhet kesbetmiş bir sarhoşa benzer ki arslanı attan, darağacını salıncaktan, cerahatli yarayı kırmızı gülden fark etmez.
Hem öyle zannettiği halde mürşid vaziyetini alır; muslih tavrını takınır. Müthiş bir vaziyete düşmüş bîçare bir adama ders verir. Bazı muzahrefatı ve aldatıcı hevesatı ve bazı lehviyatı irae etmekle, o bîçare adamı baştan çıkarmak ister. Çare-i necat taharri etmez.
İşte o adam, şöyle bir vaziyettedir: Arkasında, her an ona hücuma müheyya bir arslan duruyor. Önünde, bir darağacı dikilmiş onu bekliyor. Sağ tarafında, derin bir yara açılmış. Sol canibinde, müz’iç bir çıban, cerahat akıttırıyor. Şu vaziyetle beraber, mühim bir sefere sevk ediliyor. Şu adam ise bu müvesvisin tamamen zıddı olan bir hayırhah zatın irşadıyla iki ilacı elde etmiş. Eğer güzelce istimal etse o iki cerahat, iki adet rayihalı gül olur.
Hem o mübarek zatın işaretiyle iki tılsım bulmuş, kalp ve lisanına takmış. Eğer güzelce istimal etse o müthiş arslan, musahhar bir ata döner ve ona biner, bir Kerîm-i Rahîm’in ziyafetine gider. O darağacının ipi dahi seyir ve tenezzühe âlet ve salıncak olur. Halbuki şeytan, onu sarhoş etmek ister. O müthiş vaziyette iken şeytan-ı insî o adama der ki: “Bırak bu tılsımları, at bu ilaçları, gel keyfedelim. Beraber oynayalım. Şu lezaiz ve güzel suretlerden istifade edelim, ömrümüzü hoş geçirelim.”
Diğer mübarek zat kendine diyor ki ey çare-i necatı bulmuş musibetzede adam! Şu boşboğaza de ki: İlaçların hıfzı ve tılsımların muhafazası lâzım. Kerîm-i Rahîm’in müsaade ettiği daire-i meşrua keyfime kâfi, lezzet-i hayatıma vâfidir. Hem hakiki lezzet ve saadet, şu daire haricinde mümkün değildir.
Hem de ki: Bu ölüm arslanını öldürmek ve firak ve zevali izale etmek ve acz ve fakr yaralarını beşerden kaldırmak çaresini bulmuşsan, yani dünyayı cennete ve arz-ı fâniyeyi arz-ı bâkiyeye tebdil ve acz-i mutlak-ı beşerîyi bir iktidar-ı mutlakaya tahvil ve nihayetsiz fakr-ı beşerîyi bir gına-yı mutlakaya kalbetmek çaresi varsa söyle, dinleyelim. Yoksa çare-i necatını bırakıp sana aldanacak, senin gibi bir sarhoş lâzım ki gülmeyi ağlamaktan, bekayı fenadan, derdi dermandan, hevayı hüdadan fark ve temyiz etmez olsun. Ben ise o mübarek zatın sözünü dinlerim [[Al-i İmran 173|{{Arabi|حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ}}]] der, tılsım ve ilaçları hıfzederim ve hırz-ı can ederim.
Eğer şu temsilin sırrını anlayıp hakikatin suretini görmek istersen dinle: Şu dalalet-âlûd ve sefahet-perver medeniyetin şakirdleri ve idlâl edici sakîm felsefenin talebeleri, acib ihtirasat ve pek garib tefer’unlukla sarhoş olmuşlar. Sonra gelip desiseler ile Müslümanları, ecnebilerin âdâtına davet ve terk-i şeair-i İslâmiyeye teşvik ediyorlar. Halbuki her şeairde nur-u İslâm’a bir şuur ve bir iş’ar vardır.
Kur’an-ı Hakîm’in tilmizleri ise bunlara mukabele edip derler ki: “Ey dalalete dalmış gafiller! Dünyadan mevti, insandan acz ve fakrı kaldırmak çaresi varsa dinden ve dinin şeairlerinden istiğna edebilirsiniz. Yoksa susunuz… Zira ölüm, acz, zeval, fakr, sefer gibi âyât-ı tekviniye; yüksek sadâlarıyla dinin lüzumuna ve şeairin iltizamına davet ediyorlar.
[[Lokman 33|{{Arabi|فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا}}]]
[[A'raf 204|{{Arabi|وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ}}]]
âyetlerini kıraat ediyorlar ve beşerin başında dört beş cihette, her biri birer [[Melek-i Ra'd|melek-i ra’d]] gibi [[Gök Gürültüsü|na’ralarıyla]] beşeri ikaz edip Kur’an’a davet ederlerken sizin vesveseleriniz bunlara nisbeten [[sivrisinek]] sadâsı gibi kalır.”
Evet, hakikatbîn göz sahibi böyle mukabele eder. Der ki:
Arkama bakıyorum görüyorum ki ecel arslanı arkamda duruyor. Daima beni tehdit ediyor. Eğer iman kulağıyla Kur’an sadâsını dinlesem o arslan, güzel bir ata; o firak ise buraka dönerler. Beni rahmet-i Rahman’a vusule ve Seyyid-i Kerîm’imin huzuruna îsale vasıta olurlar. Yoksa yırtıcı birer canavar ve beni bütün sevdiklerimden ebedî firak ile tefrik edici birer esed hükmünde kalırlar.
Sonra önüme bakıyorum, görüyorum ki: Gece gündüz dönmesinden, fena ve zevalin âlâtı sallanıyor.
Hem o fusul ve usûrun emvacından firaklar ve helâketten zevaller temevvüc ediyor. Şu âletler, beni ve hem bütün sevdiklerimi mahvetmek için dikilmiş bir darağacı görünüyor. Eğer sem’-i îkan ile irşad-ı Kur’anîyi dinlesem, o müthiş âletler, salıncak ve merakibe ve seyir ve tenezzühe dönerler ki dünya denizinde, zaman seylinde, hayal ve akl-ı beşer onlara biner, Cenab-ı Kadîr-i Zülcelal’in tecelliyat-ı şuunat-ı sanatını müşahede ederler.
Evet, Kur’an gösterir ki şu mevcudat-ı seyyale, Hâlık-ı Zülcelal’in esma-i hüsnasının âyineleri ve kalem-i kudretinin elvah-ı mütehavvilesidir. Bunların tahvilinden, teceddüd-ü sanat-ı Rabbaniye ve cilve-i cemal-i mücerred-i esma-i İlahî müşahede edilir. Merayanın tebeddülünde, cemal-i esma tazelenir.
Sonra sağ tarafıma bakıyorum görüyorum ki: Nihayetsiz bir fakr ve hadsiz bir ihtiyaçtan dehşetli bir çıban duruyor. Zira en âciz bir hayvandan daha âciz ve bütün hayvanattan daha fakir olduğum halde, dünya kadar ihtiyacatım var. İktidarım ise bir [[serçe]] kuşunun faaliyetinden çok aşağıdır. Eğer Kur’an-ı Kerîm’in şifa-i kâfisine itimat ederek tedavi etsem o elîm müz’iç fakr, rahmetin ziyafetinden gelen leziz bir şevke ve semeratından gelen latîf bir iştihaya döner. Şu acz ve fakrın lezzeti, istiğna ve kuvvetten gelen lezzetin fevkinde bir lezzet verir. Yoksa o fakr; gayet müz’iç, elemli zillet ve tezellüle vasıta bir yara olarak kalır.
Sonra sol tarafıma bakıyorum görüyorum ki: Nihayetsiz bir acz ve o hadsiz aczden neş’et eden derin bir yaram var ki o mutlak aczimle, kalp ve ruhumun ve aklımın cihetinden hadsiz darbeler bana vurulabilir. Şu elem ise lezzet-i hayat-ı dünyeviyeyi cidden izale eder. Eğer teslimiyetle Kur’an-ı Kerîm’in dersini dinlesem o aczim, bir tezkereye döner. Beni sırr-ı tevekkül ile öyle bir Kadîr-i Mutlak’a istinada davet eder. Ve öyle bir nokta-i istinadı buldurur ki o noktada bütün a’dadan emn ü emanı temin eder. Evet “[[Kün Feyekun|Emr-i kün feyekûn]]”e mâlik ve bütün eşya ona musahhar ve hâdim olan bir Sultan-ı Cihan’a acz tezkeresiyle istinad eden adam, ne gibi şeyden perva eder. Yoksa müthiş aczimle, merhametsiz ve hadsiz düşmanlar içinde pek çok ızdırap çekmeye mecbur kalacağım.
Hem halime bakıyorum, görüyorum ki: Ben misafirim, uzun bir sefere sevk ediliyorum. Yolum kabir, berzah ve haşir üstünden geçip ebedü’l-âbâda kadar gider. O karanlık yolda, zâd ile ziya ister. Halbuki Kur’an haricinde hiçbir akıl ve hikmet ve hiçbir ilim ve felsefe o yolun zulümatını izale edecek bir nur ve o uzun sefere zâd olacak bir rızık vermiyor. Ancak onu ışıklandıracak yalnız şems-i Kur’an’dan iktibas edilen ziyadır. Ve o sefere zâd olacak, yalnız hazine-i Rahman’dır. Ve delâlet-i Kur’an ile ahzedilen gıdadır.
Ey gafil ve sarhoş! Eğer bu mecburi seferden beni halâs edecek bir çare bulmuş isen söyle. Fakat bulduğun çare kātıu’t-tarîklik olmasın. Çünkü inkâr ve dalalet ancak kabrin ağzında zulümat-ı adem-âbâdda sukutu kabul demek olduğundan; şu kātıu’t-tarîklik çok defa uzun seferden daha müthiş ve daha korkunçtur. Madem çaresi yok, öyle ise sus! Tâ Kur’an-ı Hakîm dediğini desin…
Acaba bu beş müthiş azap kapılarını Kur’an-ı Hakîm’in beş saadet kapısına tahvilinden neş’et eden lezzet ve saadet-i maneviyeye mukabil gelecek, dünyada bir lezzet ve saadet var mıdır? Mesela, firak-ı ebediye kapısının visal-i hakikiye kapısına inkılabı, her lezzetin fevkindedir.
İşte kitab-ı âlemin bu âyât-ı hamsesinin her biri, her bir beşerin başında bu hakikatleri okuyor.
[[Lokman 33|{{Arabi|فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَايَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ}}]]
İşte bu beş hatibin yüksek ikazlarını dinleyen, nasıl sana tabi olacaktır ve sözüne uyacaktır?
Evet, ey gururlu ve mağrur adam! Senin meşrebini ihtiyar edecek öyle bir sarhoş lâzım ki ya şarab-ı siyaset veya hırs-ı şöhret veya rikkat-i cinsiye veya zındıka-i felsefe veya sefahet-i medeniyet veya gurur ve enaniyet veya derd-i maişet gibi müskirat-ı maneviye ile zarar ve nef’ini fark etmeyecek derecede sarhoş olsun. Halbuki insanın başına inen müthiş darbeler ve beliyyat ve beşerin yüzünü tokatlayan şu ehval ve musibat, elbette şu sekri beşerden kaçırıp beşerin aklını başına toplattıracaktır.
Ey fâsık ve sefih! Deme ki ben de Frenk gibi olacağım. Dikkat et! Sen, Frenk gibi olamazsın. Zira bir Frenk, Peygamberimizi (asm) kabul etmezse de [[İsa (as)]] ve [[Musa (as)]] ve sair enbiyaları bir derece kabul edebilir. Ruhunda, maâliyata medar kendince bir esas kalabilir. Fakat sen, Peygamber-i âhir zaman’ın (asm) derslerini terk ettiğin dakikada, senin ruhunda nihayetsiz bir tahribat, bir boşluk, bir karanlık peyda olacaktır ki hiçbir kemalât ve ahval-i âliyeye ve mesudiyete yer kalmayacaktır. Meğer insaniyetini söndüresin ve zaman-ı hal ile mukayyed sırf bir hayvan olasın ve hayvan gibi bir muvakkat muzahref lezzeti göresin. Halbuki insan, müstakbelin ehvali ve mazinin ahzanı ile giriftar olmuştur. Bu ikisi, onu pek ciddi düşündürür, başını mütemadiyen döverler. İnsanı bu havf ve hüzünden kurtarıcı tek bir mededkâr var. O da Kur’an-ı Azîmüşşan’dır.
Eğer bütün hayvanattan daha şakî, daha zelil, daha ahmak kalmamak istersen, sükût et. İmanın kulağıyla, Kur’an’ın beşaretini ve şu ilanlarını dinle:
[[Yunus 62|{{Arabi|اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ}}]]
[[Yunus 63|{{Arabi|اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ}}]]
[[Yunus 64|{{Arabi|لَهُمُ الْبُشْرٰى فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِى الْاٰخِرَةِ لَا تَبْدٖيلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ}}]]
Üçüncü Dersin Zeyli
Ey Said-i kāsır, âciz ve fakir! Bilmelisin ki: Senin mahiyet-i nefsinde; nihayetsiz bir kusur, nihayetsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr, nihayetsiz bir ihtiyaç, nihayetsiz âmâl dercedilmiş. Cenab-ı Fâtır-ı Hakîm, nasıl ki açlık ve susuzluğu midene vermiş tâ ihsanatını ve lezaiz-i nimetini tanıyasın. Onun gibi seni kusur ve fakr u ihtiyaçtan terkip etmiş tâ mirsad-ı kusurun ile Fâtır-ı Zülcelal’in süradikat-ı cemal ve kemaline ve mikyas-ı fakrın ile derecat-ı gına ve rahmetine ve mizan-ı aczin ile meratib-i iktidar ve kibriyasına ve fihriste-i ihtiyacatın tenevvüü ile enva-ı niam ve ihsanatına bakabilesin ve tanıyasın ve vazife-i hilkatini eda edesin.
Bundan bil ki: Gaye-i fıtratın, ubudiyettir. Ve ubudiyet odur ki sen, Fâtır-ı Zülcelal’in dergâh-ı rahmetinde [[Risale:Nur'un İlk Kapısı (Ayet-Hadis Mealleri)#10|{{Arabi|اَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ}}]] ve [[Risale:Nur'un İlk Kapısı (Ayet-Hadis Mealleri)#11|{{Arabi|سُبْحَانَ اللّٰهِ}}]] ile kusurunu ve [[Risale:Nur'un İlk Kapısı (Ayet-Hadis Mealleri)#12|{{Arabi|حَسْبُنَا اللّٰهُ}}]] ve [[Risale:Nur'un İlk Kapısı (Ayet-Hadis Mealleri)#13|{{Arabi|اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ}}]] ile fakrını ve [[Risale:Nur'un İlk Kapısı (Ayet-Hadis Mealleri)#14|{{Arabi|اَللّٰهُ اَكْبَرُ}}]] ve [[Risale:Nur'un İlk Kapısı (Ayet-Hadis Mealleri)#15|{{Arabi|لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ}}]] ile ve istimdad ile aczini ilan etmek ve âyine-i ubudiyetin ile cemal-i rububiyetini izhar etmektir.
([[Risale:Nur%27un_İlk_Kapısı#Üçüncü_Ders|Nur'un İlk Kapısı]])


==Bu Risaledeki Temsiller/Misaller==
==Bu Risaledeki Temsiller/Misaller==

02.30, 18 Ağustos 2025 tarihindeki hâli

Önceki Risale: Altıncı SözSözlerSekizinci Söz: Sonraki Risale

Bu risaleyi okumak için Yedinci Söz okuma sayfasına, Kur'an hattı ile okumak için Yedinci Söz (Kur'an Hattı) sayfasına ve Üstad'ın kendi elyazısından okumak için Yedinci Söz (Üstad'ın Elyazısı) sayfasına gidin

Said Nursi'nin kendi elyazısı ile "Yedinci Söz" kelimeleri

Yedinci Söz Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927 tarihinden itibaren zorunlu ikamete tabi tutulduğu Barla'da telif ettiği ilk risalelerdendir ve Sözler kitabının yedinci risalesidir. İlk 8 söz topluca Küçük Sözler namıyla anılır.

Allah'a ve ahirete imanın insan ruhu için saadet kapısını açan iki tılsım olduğu, sabırla Allah'a tevekkül ve iltica ile şükür ve Allah'tan sual ve duanın acz ve fakr yaralarına çok faydalı iki ilaç olduğu, Kur’an’ı dinleyip hükmüne uymanın, namazı kılmanın ve büyük günahları terk etmenin ruhlar aleminden, anne rahminden, çocukluktan, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçen uzun imtihan yolculuğunda değerli bir bilet, ahiret azığı ve kabirde bir nur olduğu bir temsil ile izah edilir. Kâmil insanların, aczi ve Allah korkusunu kendilerine şefaatçi yaptıkları, fakrın halka gösterilip dilencilik vaziyetini almak değil, Allah’a karşı fakrını hissedip yalvarmak olduğu ve Kur'an hesabına olmayan fen ve felsefe, sanat ve hikmetin ışıklarının ancak kabrin kapısına kadar olduğu hatırlatılır.

Bediüzzaman Barla'ya gelmeden hemen önce Burdur'da yazdığı Nur'un İlk Kapısı adlı risalede Küçük Sözler’in ve bazı mühim Sözlerin çekirdeklerinin ve bir kısmının tam izahlarının bulunduğunu söyler. Nur'un İlk Kapısının Üçüncü Dersinin meali 7. Söz'e yakındır.

Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti

  • Bediüzzaman Sözler’i yazarken ihtiyarsız olarak çoğu temsilin askerlik üzerinden olduğunu hatırlatır ve bunun sebebi olarak ileride Sözler’i hakkıyla anlayacak en mühim talebelerin askerîden yetişecek olmasını gösterir. Bunun numuneleri de Hulusi Bey, Re'fet Bey ve Asım Bey gibi asker olan ilk talebeleridir.

Bilgiler

Diğer İsimleri:

Telif Dili: Türkçe

Telifiyle İlgili Bilgiler: Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927'de geldiği Barla'da ilk telif ettiği risalelerdendir. Sözlerin 1927-1929 arasında telif edildiği ve 7. Söz'ün ilk yazılan risalelerden olduğu göz önünde bulundurulduğunda 1927 yılı civarında telif edilmiş olması muhtemeldir.

Neşriyle/Basımıyla İlgili Bilgiler: Bediüzzaman başlangıçta herkes ondan çekindiği için 7. Söz'ü de içeren Küçük Sözleri müsvedde olarak ilk defa kendi ifadesiyle müşevveş (düzensiz, karışık) hattıyla yazmaya mecbur olduğunu beyan eder (Kendi elyazısıyla bu ifadesinin ve yazdığı 7. Sözün ilk sayfasının resmi aşağıdadır)[1]. Kur'an harfleriyle kitap basımının yasaklanması üzerine ilk başta elle çoğaltılan bu risale ancak 1956-1959 yıllarında matbaalarda büyük kitaplar basıldığında Sözler kitabının içinde yer almıştır.

İçeriği: Allah'a ve ahirete imanın ve sabır ve şükrün kıymetini, Kur'an'a uymanın, namazın ve büyük günahlardan sakınmanın lüzumunu bir temsil ile anlatan kısa bir risaledir.

Uzunluğu: 3,5 büyük boy sayfa

Ekleri:

Bu Risaledeki Tevafuklar:

Risale-i Nur'da Derc Edildiği Yerler

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği

Bu Risalenin Telifi ve Adı Hakkındaki Bahisler

Aziz kardeşim!

Sizler sabah ve akşam duamda dâhilsiniz. Siz dahi beni duanızda dâhil ediniz. Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı dua iledir. Eğer bir adam, dostundan emin ise ki gurura girmez, onu şükre sevk etmek için tahdis-i nimet nevinden ona ait bir kısım ihsanat-ı Rabbaniyeyi bahsetse beis yoktur zannederim.

İşte seni gurursuz bildiğim için bu sırrı sana açıyorum. Şöyle ki: Ben Sözler’i yazarken ihtiyarsız olarak ekser temsilatı, şuunat-ı askeriye nevinde zuhur ediyordu. Ben hayret ediyordum. Neden böyle yazıyorum, sebebini bulamıyordum. Sonra hatırıma geldi ki belki istikbalde şu Sözler’i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı can edecek en mühim talebeleri askerîden yetişecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düşünüp o kahraman askerleri bekliyordum.

İşte mağrur olma, şükret; sen o askerlerden bahtiyar birisisin ki evvel yetiştin. Yirmi dört adet Sözler’i meşâgil-i dünyeviye içinde yazmaklığın, benim bu hüsn-ü zannımı teyid etti. Fakat bâki kalan Sözler çok mühimdirler hususan İ’caz-ı Kur’an ve Kader Sözleri. İnşâallah ötekileri sana yazdıran, bunları dahi yazdıracak. Şimdiye kadar yazdığın Sözler’i bir vakit gönder, güzelce tashih edip göndereceğim.

(Barla L.)

Bu Risalenin Kıymeti Hakkındaki Bahisler

Nur sabahı olan Risale-i Nur’dan Birinci, İkinci, Üçüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözleri istinsah ederek bera-yı tashih, taraf-ı âlîlerine takdim ediyorum. Mezkûr Sözler ki kısa oldukları halde mefhumları büyük. Büyük hisler ve ulvi fikir bahşediyor. O Sözler ki her biri ayrı ayrı mecralardan cereyan ederek büyük bir deryaya dökülen berrak ve saf ırmaklar gibi çağlıyorlar. İşte bendeniz, bu çağlayan ırmakların latîf ve ulvi seslerinden hayli derece istifade ediyor ve sonlarında, beşeriyetin başta âcizlerinin ibtila olduğu emraza şifa verici eczalar istihsal ediyorum. Kendisini acı, yoksulluk içerisinde bunalıyor zanneden ve muhayyilesi inkişaf edememiş kimseleri ikaz etmek emelini taşıdığıma emin olunuz.

...

Zekâi

(Barla L.)

Bu Risaleye Atıflar

Birinci Söz’den tâ Yirmi Beşinci Söz’e kadar olan muvazeneler ve mizanlar ve o Sözlerin hakikatleri ve başları olan âyetler, iki kere iki dört eder derecesinde medeniyete karşı Kur’an’ın i’cazını ve galebesini ispat eder.

(25. Söz)


Aziz hemşirelerim! Kat’iyen biliniz ki daire-i meşruanın haricindeki zevklerde, lezzetlerde; on derece onlardan ziyade elemler ve zahmetler bulunduğunu Risale-i Nur yüzer kuvvetli delillerle, hâdisatlarla ispat etmiştir. Uzun tafsilatı Risale-i Nur’da bulabilirsiniz.

Ezcümle, Küçük Sözler’den Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözler ve Gençlik Rehberi benim bedelime sizlere tam bu hakikati gösterecek. Onun için daire-i meşruadaki keyfe iktifa ediniz ve kanaat getiriniz. Sizin hanenizdeki masum evlatlarınızla masumane sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir.

(24. Lem'a)


Çünkü bu zamanda iki dehşetli hal var:

Birincisi: Âkıbeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye, akıl ve fikre galebe ettiğinden ehl-i sefaheti sefahetten kurtarmanın çare-i yegânesi; aynı lezzetinde elemi gösterip hissini mağlup etmektir. Ve يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا âyetinin işaretiyle; bu zamanda âhiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyevî kırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek, ehl-i iman iken ehl-i dalalete o hubb-u dünya ve o sır için tabi olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yegânesi, dünyada dahi cehennem azabı gibi elemleri göstermekle olur ki Risale-i Nur o meslekten gidiyor.

Yoksa bu zamandaki küfr-ü mutlakın ve fenden gelen dalaletin ve sefahetteki tiryakiliğin inadı karşısında Cenab-ı Hakk’ı tanıttırdıktan sonra ve cehennemin vücudunu ispat ile ve onun azabı ile insanları fenalıktan, seyyiattan vazgeçirmek yolu ile ondan, belki de yirmiden birisi ders alabilir. Ders aldıktan sonra da “Cenab-ı Hak Gafuru’r-Rahîm’dir hem cehennem pek uzaktır.” der, yine sefahetine devam edebilir. Kalbi, ruhu hissiyatına mağlup olur.

İşte Risale-i Nur ekser muvazeneleriyle küfür ve dalaletin dünyadaki elîm ve ürkütücü neticelerini göstermekle, en muannid ve nefis-perest insanları dahi o menhus, gayr-ı meşru lezzetlerden ve sefahetlerden bir nefret verip aklı başında olanları tövbeye sevk eder. O muvazenelerden Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözlerdeki kısa muvazeneler ve Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfı’ndaki uzun muvazene; en sefih ve dalalette giden adamı da ürkütüyor, dersini kabul ettiriyor.

(15. Şua)

Bu Risaledeki Tevafuklar

Bu Risale Hakkındaki Gaybi İşaretler

Bu Risale Hakkında Fihristte Geçen Kısım

يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَ الْيَوْمِ الْاٰخِرِ

اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ âyetinin mealinde ve “İman-ı Billah ve’l-yevmi’l-âhir” ve hayat-ı dünyeviye hakkındaki âyetlerin mühim bir sırrını gayet makul bir temsil ile tefsir etmekle beraber, ehl-i gaflet hakkında dünyanın ne kadar dehşetli; ve mevt ve ecel, ne kadar müthiş; ve acz ve fakr, ne kadar elîm olduğunu ve ehl-i hidayet hakkında hayat-ı dünyeviyenin içyüzü, ne kadar güzel; ve kabir ve ecel ve acz ve fakr, nasıl birer vesile-i saadet bulunduğunu gayet kat’î bir tarz ile ispat eder. Saadet-i dâreyne giden yolu gösterir.

(Fihrist, Sözler)

Diğer Bahisler

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler

Biz dahi Kur’an namına diyoruz ki: Ey bîçare insan! Aklını başına al! Ehl-i dalaletin vekilini dinleme! Eğer onu dinlersen hasaretin o kadar büyük olur ki tasavvurundan ruh, akıl ve kalp ürperir. Senin önünde iki yol var:

Birisi: Ehl-i dalaletin vekilinin gösterdiği şakavetli yoldur.

Diğeri: Kur’an-ı Hakîm’in tarif ettiği saadetli yoldur.

İşte o iki yolun pek çok muvazenelerini, çok Sözlerde, hususan Küçük Sözlerde gördün ve anladın.

(32. Söz)


Şimdi sizin gibi mübarek ve masum hemşirelerime ve evlatlarım hükmünde küçüklerinize, başta Tesettür Risalesi ve Gençlik Rehberi ve Küçük Sözler benim bedelime sizlere ders versin.

(24. Lem'a)


Sonra gayet zevkli ve neşeli bir halet içinde iken sekiz sene hiç gücendirmeden mükemmel bana hizmet eden Sıddık Süleyman bana bir kitap getirdi. Açtım baktım ki eski Said ile yeni Said’in birbiriyle münazara edip nefs-i emmareyi susturan ve şuhud derecesindeki hakikatleri ihtiva eden on üç dersler olup bu on üç dersin doğrudan doğruya Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın âyetlerinden aynelyakîne yakın bir surette yeni Said’e ders olduğunu ve bütün bu derslerde doğrudan doğruya birinci muhatap Said olduğunu gördüm. Küçük Sözler’in ve bazı mühim Sözlerin çekirdeklerini ve bir kısmının tam izahlarını içinde gördüm.

Hususan bu risalenin âhirinden bir parça evvel, risalet-i Ahmediyeye (asm) ait olan On Dokuzuncu Söz gayet kısa olduğu halde, gayet büyük ve gayet kuvvetli olduğu için bu çekirdek olan risaleye aynen girmiş. Demek o Söz, gayet ehemmiyetli olduğu içindir ki aynen Nur’un bu çekirdeğine girdiği gibi Nur mecmualarında da mükerreren neşredilmiş.

Bu eser, bana çok ehemmiyetli geldi. Aslâ ve kat’â hatırıma gelmemişti. Bütün bütün bu eseri unutmuştum. Vücudunu hiç bilmiyordum. Sıddık Süleyman’ın sekiz sene sadakatli hizmetinin tam bir yadigârı nevinden onun gayet büyük bir hizmeti hükmünde kabul ettim, bin bârekellah dedim.

İşte şimdi Risale-i Nur’un bir fihristesi ve bir listesi ve bir çekirdeği olan bu risalenin içindeki hakikatler gerçi hem Küçük Sözler’de hem başka Sözlerde bir derece yazılıdır fakat Said’e karşı Kur’an’ın birinci dersi ve tam ilmelyakîn ve aynelyakîn derecesinde bir meşhudatı tarzında olmasından, telifindeki acemilikten gelen içindeki kusurata ve tekrarata bakmayıp Nur şakirdleri onu neşretseler inşâallah çoklar istifade edecekler.

(Nur'un İlk Kapısı)


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَايَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

Ey gururlu, mağrur gafil! Sana ne olmuş ki Müslümanları –ecanib tarzında– hayat-ı dünyeviyeye davet edersin? O hayat, uyku içinde bir lu’b ve heva içinde bir lehivden başka bir şey değildir.

Hem ne oluyorsun ki keyiflerine kâfi gelen helâl ve tayyibat dairesinden huruca teşvik ederek, dinin ihmaline veya dinin bazı şeairinin terkine sebebiyet veriyorsun. Ve muharremat ve habîsat dairesine duhûle teşci ediyorsun.

Ey müvesvis! Bilir misin misalin neye benzer? O derece belâhet kesbetmiş bir sarhoşa benzer ki arslanı attan, darağacını salıncaktan, cerahatli yarayı kırmızı gülden fark etmez.

Hem öyle zannettiği halde mürşid vaziyetini alır; muslih tavrını takınır. Müthiş bir vaziyete düşmüş bîçare bir adama ders verir. Bazı muzahrefatı ve aldatıcı hevesatı ve bazı lehviyatı irae etmekle, o bîçare adamı baştan çıkarmak ister. Çare-i necat taharri etmez.

İşte o adam, şöyle bir vaziyettedir: Arkasında, her an ona hücuma müheyya bir arslan duruyor. Önünde, bir darağacı dikilmiş onu bekliyor. Sağ tarafında, derin bir yara açılmış. Sol canibinde, müz’iç bir çıban, cerahat akıttırıyor. Şu vaziyetle beraber, mühim bir sefere sevk ediliyor. Şu adam ise bu müvesvisin tamamen zıddı olan bir hayırhah zatın irşadıyla iki ilacı elde etmiş. Eğer güzelce istimal etse o iki cerahat, iki adet rayihalı gül olur.

Hem o mübarek zatın işaretiyle iki tılsım bulmuş, kalp ve lisanına takmış. Eğer güzelce istimal etse o müthiş arslan, musahhar bir ata döner ve ona biner, bir Kerîm-i Rahîm’in ziyafetine gider. O darağacının ipi dahi seyir ve tenezzühe âlet ve salıncak olur. Halbuki şeytan, onu sarhoş etmek ister. O müthiş vaziyette iken şeytan-ı insî o adama der ki: “Bırak bu tılsımları, at bu ilaçları, gel keyfedelim. Beraber oynayalım. Şu lezaiz ve güzel suretlerden istifade edelim, ömrümüzü hoş geçirelim.”

Diğer mübarek zat kendine diyor ki ey çare-i necatı bulmuş musibetzede adam! Şu boşboğaza de ki: İlaçların hıfzı ve tılsımların muhafazası lâzım. Kerîm-i Rahîm’in müsaade ettiği daire-i meşrua keyfime kâfi, lezzet-i hayatıma vâfidir. Hem hakiki lezzet ve saadet, şu daire haricinde mümkün değildir.

Hem de ki: Bu ölüm arslanını öldürmek ve firak ve zevali izale etmek ve acz ve fakr yaralarını beşerden kaldırmak çaresini bulmuşsan, yani dünyayı cennete ve arz-ı fâniyeyi arz-ı bâkiyeye tebdil ve acz-i mutlak-ı beşerîyi bir iktidar-ı mutlakaya tahvil ve nihayetsiz fakr-ı beşerîyi bir gına-yı mutlakaya kalbetmek çaresi varsa söyle, dinleyelim. Yoksa çare-i necatını bırakıp sana aldanacak, senin gibi bir sarhoş lâzım ki gülmeyi ağlamaktan, bekayı fenadan, derdi dermandan, hevayı hüdadan fark ve temyiz etmez olsun. Ben ise o mübarek zatın sözünü dinlerim حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ der, tılsım ve ilaçları hıfzederim ve hırz-ı can ederim.

Eğer şu temsilin sırrını anlayıp hakikatin suretini görmek istersen dinle: Şu dalalet-âlûd ve sefahet-perver medeniyetin şakirdleri ve idlâl edici sakîm felsefenin talebeleri, acib ihtirasat ve pek garib tefer’unlukla sarhoş olmuşlar. Sonra gelip desiseler ile Müslümanları, ecnebilerin âdâtına davet ve terk-i şeair-i İslâmiyeye teşvik ediyorlar. Halbuki her şeairde nur-u İslâm’a bir şuur ve bir iş’ar vardır.

Kur’an-ı Hakîm’in tilmizleri ise bunlara mukabele edip derler ki: “Ey dalalete dalmış gafiller! Dünyadan mevti, insandan acz ve fakrı kaldırmak çaresi varsa dinden ve dinin şeairlerinden istiğna edebilirsiniz. Yoksa susunuz… Zira ölüm, acz, zeval, fakr, sefer gibi âyât-ı tekviniye; yüksek sadâlarıyla dinin lüzumuna ve şeairin iltizamına davet ediyorlar.

فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا

وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ

âyetlerini kıraat ediyorlar ve beşerin başında dört beş cihette, her biri birer melek-i ra’d gibi na’ralarıyla beşeri ikaz edip Kur’an’a davet ederlerken sizin vesveseleriniz bunlara nisbeten sivrisinek sadâsı gibi kalır.”

Evet, hakikatbîn göz sahibi böyle mukabele eder. Der ki:

Arkama bakıyorum görüyorum ki ecel arslanı arkamda duruyor. Daima beni tehdit ediyor. Eğer iman kulağıyla Kur’an sadâsını dinlesem o arslan, güzel bir ata; o firak ise buraka dönerler. Beni rahmet-i Rahman’a vusule ve Seyyid-i Kerîm’imin huzuruna îsale vasıta olurlar. Yoksa yırtıcı birer canavar ve beni bütün sevdiklerimden ebedî firak ile tefrik edici birer esed hükmünde kalırlar.

Sonra önüme bakıyorum, görüyorum ki: Gece gündüz dönmesinden, fena ve zevalin âlâtı sallanıyor.

Hem o fusul ve usûrun emvacından firaklar ve helâketten zevaller temevvüc ediyor. Şu âletler, beni ve hem bütün sevdiklerimi mahvetmek için dikilmiş bir darağacı görünüyor. Eğer sem’-i îkan ile irşad-ı Kur’anîyi dinlesem, o müthiş âletler, salıncak ve merakibe ve seyir ve tenezzühe dönerler ki dünya denizinde, zaman seylinde, hayal ve akl-ı beşer onlara biner, Cenab-ı Kadîr-i Zülcelal’in tecelliyat-ı şuunat-ı sanatını müşahede ederler.

Evet, Kur’an gösterir ki şu mevcudat-ı seyyale, Hâlık-ı Zülcelal’in esma-i hüsnasının âyineleri ve kalem-i kudretinin elvah-ı mütehavvilesidir. Bunların tahvilinden, teceddüd-ü sanat-ı Rabbaniye ve cilve-i cemal-i mücerred-i esma-i İlahî müşahede edilir. Merayanın tebeddülünde, cemal-i esma tazelenir.

Sonra sağ tarafıma bakıyorum görüyorum ki: Nihayetsiz bir fakr ve hadsiz bir ihtiyaçtan dehşetli bir çıban duruyor. Zira en âciz bir hayvandan daha âciz ve bütün hayvanattan daha fakir olduğum halde, dünya kadar ihtiyacatım var. İktidarım ise bir serçe kuşunun faaliyetinden çok aşağıdır. Eğer Kur’an-ı Kerîm’in şifa-i kâfisine itimat ederek tedavi etsem o elîm müz’iç fakr, rahmetin ziyafetinden gelen leziz bir şevke ve semeratından gelen latîf bir iştihaya döner. Şu acz ve fakrın lezzeti, istiğna ve kuvvetten gelen lezzetin fevkinde bir lezzet verir. Yoksa o fakr; gayet müz’iç, elemli zillet ve tezellüle vasıta bir yara olarak kalır.

Sonra sol tarafıma bakıyorum görüyorum ki: Nihayetsiz bir acz ve o hadsiz aczden neş’et eden derin bir yaram var ki o mutlak aczimle, kalp ve ruhumun ve aklımın cihetinden hadsiz darbeler bana vurulabilir. Şu elem ise lezzet-i hayat-ı dünyeviyeyi cidden izale eder. Eğer teslimiyetle Kur’an-ı Kerîm’in dersini dinlesem o aczim, bir tezkereye döner. Beni sırr-ı tevekkül ile öyle bir Kadîr-i Mutlak’a istinada davet eder. Ve öyle bir nokta-i istinadı buldurur ki o noktada bütün a’dadan emn ü emanı temin eder. Evet “Emr-i kün feyekûn”e mâlik ve bütün eşya ona musahhar ve hâdim olan bir Sultan-ı Cihan’a acz tezkeresiyle istinad eden adam, ne gibi şeyden perva eder. Yoksa müthiş aczimle, merhametsiz ve hadsiz düşmanlar içinde pek çok ızdırap çekmeye mecbur kalacağım.

Hem halime bakıyorum, görüyorum ki: Ben misafirim, uzun bir sefere sevk ediliyorum. Yolum kabir, berzah ve haşir üstünden geçip ebedü’l-âbâda kadar gider. O karanlık yolda, zâd ile ziya ister. Halbuki Kur’an haricinde hiçbir akıl ve hikmet ve hiçbir ilim ve felsefe o yolun zulümatını izale edecek bir nur ve o uzun sefere zâd olacak bir rızık vermiyor. Ancak onu ışıklandıracak yalnız şems-i Kur’an’dan iktibas edilen ziyadır. Ve o sefere zâd olacak, yalnız hazine-i Rahman’dır. Ve delâlet-i Kur’an ile ahzedilen gıdadır.

Ey gafil ve sarhoş! Eğer bu mecburi seferden beni halâs edecek bir çare bulmuş isen söyle. Fakat bulduğun çare kātıu’t-tarîklik olmasın. Çünkü inkâr ve dalalet ancak kabrin ağzında zulümat-ı adem-âbâdda sukutu kabul demek olduğundan; şu kātıu’t-tarîklik çok defa uzun seferden daha müthiş ve daha korkunçtur. Madem çaresi yok, öyle ise sus! Tâ Kur’an-ı Hakîm dediğini desin…

Acaba bu beş müthiş azap kapılarını Kur’an-ı Hakîm’in beş saadet kapısına tahvilinden neş’et eden lezzet ve saadet-i maneviyeye mukabil gelecek, dünyada bir lezzet ve saadet var mıdır? Mesela, firak-ı ebediye kapısının visal-i hakikiye kapısına inkılabı, her lezzetin fevkindedir.

İşte kitab-ı âlemin bu âyât-ı hamsesinin her biri, her bir beşerin başında bu hakikatleri okuyor.

فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَايَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ

İşte bu beş hatibin yüksek ikazlarını dinleyen, nasıl sana tabi olacaktır ve sözüne uyacaktır?

Evet, ey gururlu ve mağrur adam! Senin meşrebini ihtiyar edecek öyle bir sarhoş lâzım ki ya şarab-ı siyaset veya hırs-ı şöhret veya rikkat-i cinsiye veya zındıka-i felsefe veya sefahet-i medeniyet veya gurur ve enaniyet veya derd-i maişet gibi müskirat-ı maneviye ile zarar ve nef’ini fark etmeyecek derecede sarhoş olsun. Halbuki insanın başına inen müthiş darbeler ve beliyyat ve beşerin yüzünü tokatlayan şu ehval ve musibat, elbette şu sekri beşerden kaçırıp beşerin aklını başına toplattıracaktır.

Ey fâsık ve sefih! Deme ki ben de Frenk gibi olacağım. Dikkat et! Sen, Frenk gibi olamazsın. Zira bir Frenk, Peygamberimizi (asm) kabul etmezse de İsa (as) ve Musa (as) ve sair enbiyaları bir derece kabul edebilir. Ruhunda, maâliyata medar kendince bir esas kalabilir. Fakat sen, Peygamber-i âhir zaman’ın (asm) derslerini terk ettiğin dakikada, senin ruhunda nihayetsiz bir tahribat, bir boşluk, bir karanlık peyda olacaktır ki hiçbir kemalât ve ahval-i âliyeye ve mesudiyete yer kalmayacaktır. Meğer insaniyetini söndüresin ve zaman-ı hal ile mukayyed sırf bir hayvan olasın ve hayvan gibi bir muvakkat muzahref lezzeti göresin. Halbuki insan, müstakbelin ehvali ve mazinin ahzanı ile giriftar olmuştur. Bu ikisi, onu pek ciddi düşündürür, başını mütemadiyen döverler. İnsanı bu havf ve hüzünden kurtarıcı tek bir mededkâr var. O da Kur’an-ı Azîmüşşan’dır.

Eğer bütün hayvanattan daha şakî, daha zelil, daha ahmak kalmamak istersen, sükût et. İmanın kulağıyla, Kur’an’ın beşaretini ve şu ilanlarını dinle:

اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ

لَهُمُ الْبُشْرٰى فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِى الْاٰخِرَةِ لَا تَبْدٖيلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ

Üçüncü Dersin Zeyli

Ey Said-i kāsır, âciz ve fakir! Bilmelisin ki: Senin mahiyet-i nefsinde; nihayetsiz bir kusur, nihayetsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr, nihayetsiz bir ihtiyaç, nihayetsiz âmâl dercedilmiş. Cenab-ı Fâtır-ı Hakîm, nasıl ki açlık ve susuzluğu midene vermiş tâ ihsanatını ve lezaiz-i nimetini tanıyasın. Onun gibi seni kusur ve fakr u ihtiyaçtan terkip etmiş tâ mirsad-ı kusurun ile Fâtır-ı Zülcelal’in süradikat-ı cemal ve kemaline ve mikyas-ı fakrın ile derecat-ı gına ve rahmetine ve mizan-ı aczin ile meratib-i iktidar ve kibriyasına ve fihriste-i ihtiyacatın tenevvüü ile enva-ı niam ve ihsanatına bakabilesin ve tanıyasın ve vazife-i hilkatini eda edesin.

Bundan bil ki: Gaye-i fıtratın, ubudiyettir. Ve ubudiyet odur ki sen, Fâtır-ı Zülcelal’in dergâh-ı rahmetinde اَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ ve سُبْحَانَ اللّٰهِ ile kusurunu ve حَسْبُنَا اللّٰهُ ve اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ile fakrını ve اَللّٰهُ اَكْبَرُ ve لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ ile ve istimdad ile aczini ilan etmek ve âyine-i ubudiyetin ile cemal-i rububiyetini izhar etmektir.


(Nur'un İlk Kapısı)

Bu Risaledeki Temsiller/Misaller

Bir zaman bir asker, meydan-ı harp ve imtihanda, kâr ve zarar deveranında pek müthiş bir vaziyete düşer. Şöyle ki:

Sağ ve sol iki tarafından dehşetli derin iki yara ile yaralı ve arkasında cesîm bir arslan, ona saldırmak için bekliyor gibi duruyor. Ve gözü önünde bir darağacı dikilmiş, bütün sevdiklerini asıp mahvediyor, onu da bekliyor. Hem bu hali ile beraber uzun bir yolculuğu var, nefyediliyor. O bîçare, şu dehşet içinde meyusane düşünürken sağ cihetinde Hızır gibi bir hayırhah, nurani bir zat peyda olur. Ona der:

“Meyus olma. Sana iki tılsım verip öğreteceğim. Güzelce istimal etsen o arslan, sana musahhar bir at olur. Hem o darağacı, sana keyif ve tenezzüh için hoş bir salıncağa döner. Hem sana iki ilaç vereceğim. Güzelce istimal etsen o iki müteaffin yaraların, iki güzel kokulu Gül-ü Muhammedî (asm) denilen latîf çiçeğe inkılab ederler. Hem sana bir bilet vereceğim. Onunla, uçar gibi bir senelik bir yolu, bir günde kesersin. İşte eğer inanmıyorsan bir parça tecrübe et. Tâ doğru olduğunu anlayasın.”

Hakikaten bir parça tecrübe etti, doğru olduğunu tasdik etti. Evet ben, yani şu bîçare Said dahi bunu tasdik ederim. Çünkü biraz tecrübe ettim, pek doğru gördüm.

Bundan sonra birden gördü ki sol cihetinden şeytan gibi dessas, ayyaş, aldatıcı bir adam; çok ziynetler, süslü suretler, fanteziyeler, müskirler beraber olduğu halde geldi. Karşısında durdu, ona dedi:

— Hey arkadaş! Gel gel, beraber işret edip keyfedelim. Şu güzel kız suretlerine bakalım. Şu hoş şarkıları dinleyelim. Şu tatlı yemekleri yiyelim.

Sual: Hâ hâ, nedir ağzında gizli okuyorsun?

Cevap: Bir tılsım.

— Bırak şu anlaşılmaz işi. Hazır keyfimizi bozmayalım.

S- Hâ, şu ellerindeki nedir?

C- Bir ilaç.

— At şunu. Sağlamsın. Neyin var? Alkış zamanıdır.

S- Hâ, şu beş nişanlı kâğıt nedir?

C- Bir bilet. Bir tayinat senedi.

— Yırt bunları. Şu güzel bahar mevsiminde yolculuk bizim nemize lâzım, der. Her bir desise ile onu iknaya çalışır. Hattâ o bîçare, ona biraz meyleder. Evet, insan aldanır. Ben de öyle bir dessasa aldandım.

Birden sağ cihetinden ra’d gibi bir ses gelir. Der: “Sakın aldanma. Ve o dessasa de ki: Eğer arkamdaki arslanı öldürüp önümdeki darağacını kaldırıp sağ ve solumdaki yaraları def’edip peşimdeki yolculuğu men’edecek bir çare sende varsa bulursan; haydi yap, göster, görelim. Sonra de: Gel keyfedelim. Yoksa sus hey sersem! Tâ Hızır gibi bu zat-ı semavî, dediğini desin.”


Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse: “En leziz ve en tatlı haletin nedir?” Belki diyecek: “Aczimi, zaafımı anlayıp validemin tatlı tokadından korkarak yine validemin şefkatli sinesine sığındığım halettir.” Halbuki bütün validelerin şefkatleri ancak bir lem’a-i tecelli-i rahmettir.

Bu Risalede Geçen Ayetler

Bkz. 7. Söz'de Geçen Ayetler Listesi

Bu Risalede Geçen Hadisler

Cenab-ı Allah'ın Bu Risalede Geçen İsim, Sıfat ve Şuunatı

  1. Hâlık
  2. Rezzak
  3. Cenab-ı Hak
  4. Rahman
  5. Sâni’-i Zülcelal
  6. Sultan-ı Cihan
  7. Rabb-i Rahîm
  8. Allah
  9. Rezzak-ı Rahîm
  10. Cevvad-ı Kerîm
  11. Hak

Peygamberimizin Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları

  1. Muhammed

Kur'an'ın Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları

  1. Kur’an

Bu Risalede Geçen Salavatlar

  1. وَ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَبْدِكَ وَ نَبِيِّكَ وَ صَفِيِّكَ وَ خَلٖيلِكَ وَ جَمَالِ مُلْكِكَ وَ مَلٖيكِ صُنْعِكَ وَ عَيْنِ عِنَايَتِكَ وَ شَمْسِ هِدَايَتِكَ وَ لِسَانِ حُجَّتِكَ وَ مِثَالِ رَحْمَتِكَ وَ نُورِ خَلْقِكَ وَ شَرَفِ مَوْجُودَاتِكَ وَ سِرَاجِ وَحْدَتِكَ فٖى كَثْرَةِ مَخْلُوقَاتِكَ وَ كَاشِفِ طِلْسِمِ كَائِنَاتِكَ وَ دَلَّالِ سَلْطَنَةِ رُبُوبِيَّتِكَ وَ مُبَلِّغِ مَرْضِيَّاتِكَ وَ مُعَرِّفِ كُنُوزِ اَسْمَائِكَ وَ مُعَلِّمِ عِبَادِكَ وَ تَرْجُمَانِ اٰيَاتِكَ وَمِرْاٰتِ جَمَالِ رُبُوبِيَّتِكَ وَ مَدَارِ شُهُودِكَ وَ اِشْهَادِكَ وَ حَبٖيبِكَ وَ رَسُولِكَ الَّذٖى اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ اَجْمَعٖينَ وَ عَلٰى اِخْوَانِهٖ مِنَ النَّبِيّٖينَ وَ الْمُرْسَلٖينَ وَ عَلٰى مَلٰئِكَتِكَ الْمُقَرَّبٖينَ وَ عَلٰى عِبَادِكَ الصَّالِحٖينَ اٰمٖينَ

Bu Risalede Geçen Dualar

  1. اَللّٰهُمَّ نَوِّرْ قُلُوبَنَا بِنُورِ الْاٖيمَانِ وَ الْقُرْاٰنِ
  1. اَللّٰهُمَّ اَغْنِنَا بِالْاِفْتِقَارِ اِلَيْكَ
  1. وَ لَا تُفْقِرْنَا بِالْاِسْتِغْنَاءِ عَنْكَ
  1. تَبَرَّاْنَا اِلَيْكَ مِنْ حَوْلِنَا وَ قُوَّتِنَا وَ الْتَجَئْنَا اِلٰى حَوْلِكَ وَ قُوَّتِكَ
  1. فَاجْعَلْنَا مِنَ الْمُتَوَكِّلٖينَ عَلَيْكَ
  1. وَ لَاتَكِلْنَا اِلٰى اَنْفُسِنَا
  1. وَاحْفَظْنَا بِحِفْظِكَ
  1. وَارْحَمْنَا وَ ارْحَمِ الْمُؤْمِنٖينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ

Bu Risalede Geçen Zikirler

Bu Risalede Geçen Emirler

Bu Risalede Geçen Darb-ı Meseller/Deyimler

Bu Risalede Geçen Düstur, Kaide ve Tespitler

  1. Havfta lezzet vardır.

Bu Risalede Geçen Halk Dili İfadeler

Bu Risalede Geçen İlginç İfadeler

Bu Risalede Bahsi Geçen Şahıslar

Bu Risalede Bahsi Geçen ve Başka Zatlara Ait Olan Eserler ve Onlardan Alıntılar

İlgili Resimler/Fotoğraflar

Bediüzzaman'ın kendi elyazısıyla 7. Sözün ilk sayfası

Bediüzzaman'ın kendi elyazısı olan not: "Şu Küçük Sözleri bidayette müsvedde olarak kendim ve kendi müşevveş hattımla yazmaya mecbur oldum, çünki o vakit herkes benden çekinirlerdi."[1]

İlgili Maddeler/Kategoriler

Önceki Risale: Altıncı SözSözlerSekizinci Söz: Sonraki Risale

Kaynakça