Risale:Isparta Mahkemesi (1956) (Müdafaalar)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Müdafaa: Samsun Mahkemesi (1952)Tüm MüdafaalarEmirdağ Hayatı (Isparta Mahkemesinden Sonra): Sonraki Müdafaa

Isparta Mahkemesi [1956]

İddianemeye karşı İtirazname [bir kısmı][değiştir]

Emirdağ C.M.U.si eliyle, Isparta Sorgu Hâkimliğine!

Isparta C.Müdde-i Umumisinin 25.3.956 tarih ve 311 sayılı;

İddianamesine İtirazım

Üç sene evvelki bir tevehhüme binaen yazılan bir iddianame, üç sene sonra Ramazan içinde gayet hasta bulunan Üstad'ımız Said-i Nursi'ye o iddianame geldi.

Dedi ki: "Ben, bu otuz senede halimi tetkik eden ve beş defa beraet veren âdil mahkemelerini ittiham etmek hükmünde, tekrar aynı mesele ve otuz senede mes'uliyeti mûcib delili bulunmayan "gizli cem'iyetçiliğe dair" otuz senelik adliyeleri ittiham etmek hükmünde olan bu yeni iddianameyi reddediyorum, kabul etmem. Ta hakkımda beraetle adalet eden o âdil mahkemelere hürmetsizlik olmasın.. ve intişar etmiş ikiyüz sahifeden ziyade müdafaatlarım, benim bedelime bu tekrar edilen ittihamnameye bir itiraznamemdir.. Başka bir diyeceğim yok..."

"Sen bu itiraznameye bir haşiye yaz, çünki hastalığım şiddetlidir" dedi. Sözü kesti.

Hizmetinde bulunan ben ve Mustafa Acet onun bedeline bir iki hakikatı ifşa ediyoruz. Şöyle ki:

Bu beş altı senedir hizmetinde bulunduğumuz Üstad'ımız Said-i Nursî'nin acib bir hasiyeti budur ki: İnsanlardan hatta en yakın dostlarla, hatta en yakın dost ve akrabalarıyla görüşmek istemiyor. Hatta yirmi sene talebesi ve hayatta kalan tek bir kardeşini, yakınında olduğu ve otuz senedir görüşmediği halde, görüşmek için çağırmıyor. Fıtratında öyle bir inziva var ki; Zaruret-i kat'î olmazsa ve Nur dersinden bir hakikat-i imaniye olmazsa, halklarla konuşmak kat'iyen istemiyor: Hatta daimi hizmetinde bulunduğum halde, dört-beş günde bir defa benimle ciddi konuşmuyor. Konuşsa da bir şaka suretinde konuşuyor. Benden çok ziyade sâdıkane hizmet eden kardeşlerim için de beni hizmetinde tercihi; Ben bu sırr-ı inzivayı ve tevahhuşu bozmamak, fıtratımda bir seciye bulunduğundandır. Hatta bazı bana: "Taşsın, hayvansın... o cihetten seni tercih ediyorum." der

Biz bütün yakın talebeleri biliyoruz ki; nasıl maddî hediyeyi kabul etmiyor, manevî bir hediye olan hürmetkârane bir hizmeti de istemiyor, istiskal ediyor. Hem dünyada hiç bir mal ve mülkü, hanesi olmadığı gibi; Öyle de kendine hiç bir kemalât vermiyor "Ben müflis, miskin bir adamım. Hazine-i Kur'aniyenin bir hizmetkârıyım." der.

Ben birkaç senedir en gizli sırrına vakıf olduğum halde, benlik ve enaniyeti ima edecek bir seciyesini bulamadım. Risale-i Nurda yazdığı gibi; acz-ı mutlak, fakr-ı mutlak seciyesiyle daima şükür ve sabır seciyesini görüyorum. Bütün vazifesi, hissiyatı: Kur'an-ı Hakimin hakaik-i imaniye derslerinden kendine bulduğu ilâçları, tiryakları ehl-i imana da bildirmek bir vazife-i fıtriyesi olduğunu ben ve kardeşlerimiz biliyoruz, görüyoruz. Musibet ve belâlar geldiği vakitte bizlere der: "Vazifemiz hizmettir. Muvaffakiyet, muzafferiyet vazifemiz değil.. O vazife-i ilâhiyyedir. Vazife-i ilâhiyyeye karışmak haddimiz değil." diye zalim düşmanlarına da beddua etmiyor.

Hem yine bütün kardeşlerimiz biliyorlar ki; Otuz beş senedir Euzü billahi mineşşeytani vessiyaseti deyip terkettiği siyaseti, otuzbeş senedir (bir buçuk sene müstesna) hiç bir gazeteyi okumak, dinlemek istemedi. Yalnız düvel-i İslâmiyenin teşekkülünde ve Hıristiyan âleminde şiddetli bir dinsizlik, bolşevizm, İslâmiyetin hakikatına karşı mübarezesi noktasında bir buçuk senedir yeni harf bilmediği halde, ben bazı merak ettiği nokta için dinlettiriyordum.

Acaba bu kadar infiradî inziva bir hayata sahip olan ve böyle bir acib seciyesi bulunan ve dünyanın en yüksek şeylerine beş para ehemmiyet vermediği ve bu kadar musibetlere giriftar olduğu halde, menfice hareket etmediği, müdafaatında dediği gibi: "Yirmi sekiz senedeki bana edilen emsalsiz işkencelere, sekiz günde intikamımı alabilirdim." Fakat Kur'anın bir kanun-u esasisi olan وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى sırrıyla, asayişi bütün kuvvetiyle muhafaza için o işkenceli zulümlere karşı menfice hareket etmediği mahkemelerce tahakkuk etti... Acaba böyle bir adamın siyasî cemiyetlerle münasebeti olabilir mi?

Eğer onun Nur talebelerine Üstadlığı itibarıyla cemiyet namı verilse, bütün vâizlere, muallimlere ve imamlara cemiyet namı vermek gibi olur. Belki onun hizmet-i imaniyesi; haricî, dahilî düşmanlara karşı bir manevî mücahede olduğu itibarıyla, ona cemiyetçi denilse; bütün zabitlere, taburlara cemiyet namı vermek lâzım gelir.

Üstad'ım Said-i Nursi Uhuvvet-i İslâmiye itibarıyla, bütün hayatında bütün Müslümanlara bir irtibatı ve tesanüd ve muhabbeti taşıdığı halde, ona cemiyetçi demek uydurma bir ittihamdır. Âlem-i İslâmın mecmuuna gizli cemiyet denilemez. Yüzde doksan sekiz adam, bir kaç adama karşı cemiyettir demek, bir hezeyandır. Çünki ekseriyete karşı ekalliyetin içtimaına cemiyet namı verilir.

Meclis-i meb'usanda, divan-ı riyasette M.Kemal'in hiddetli, şiddetli itirazına karşı en gizli sırlarını çekinmeyerek söyleyen.. ve Divan-ı Harb-i Örfi'de irtica' ittihamına karşı: "Eğer Meşrutiyet, İttihad ve Terakkî partisinin istibdadından ibaret ise, bütün dünya şahid olsun ki ben mürteciim" diyen, darağaçlarına beş para ehemmiyet vermeyen ve bir makalesiyle yirmi bin adamın İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti'ne girmelerine vesile olan ve bütün hayatında esrarını ifşa eden bir adama: "Siyasi gizli cemiyet kuruyor" denilse, elbette gayet kat'î bir hatadır.

Hem şimdi cemiyet namını vermek, bu otuz senede bu kadar tarassudlar ve mahkemelerdeki yüzlerle mektuplar ve Risale-i Nur kitaplarının tedkiki neticesinde, beş mahkemenin cemiyete dair en küçük bir emare bulmıyarak verdikleri beraet hükümlerini ittihamdır.

Said-i Nursi'nin şiddetli hastalığı

zamanında hizmetinde bulunan

Ziver Gündüzalp

İtiraznamenin Tetimmesidir[değiştir]

İtiraznamenin Tetimmesidir.

Isparta Sorgu Hâkimliğine gönderilmek üzere, Emirdağ Sorgu Hâkimliğine!

Isparta C.M.U'nin 25.3.956 tarih ve 311/18 numaralı esas hakkındaki iddianamesine kanunî müddet zarfında itirazımdır.

Muhterem hâkim! Bana isnad olunan suç: "Lâikliğe aykırı olarak devletin içtimaî, iktisadî, siyasî veya hukukî temel nizamlarını dinî esas ve inançlara uydurmak amacıyla gizli cem'iyet te'sis etmek, tanzim, sevk ve idare etmek.. ve Türk Ceza Kanununun 163. maddesine göre cezalandırılmam" taleb olunmaktadır.

Şimdi hak ve insaf kaideleri içerisinde bir an düşünelim! Bana isnad olunan bu suç dolayısıyla beş defa Ağır Ceza mahkemelerinde beraet kararı almış bulunmaktayım.. Ve hem de üç sene evvel Malatya hadisesi münasebetiyle alâkadar yirmi mahkeme: "Suç yoktur" diye hükmetmiştir. Hem otuz sene içinde hiç bir mahkeme cem'iyetçiliğe dair en küçük bir delil bulamamış ve temyiz mahkemesi verilen beraeti ve Risale-i Nur kitaplarının iadesini tasdik etmiş ve bu mes'ele kaziye-i muhkeme haline gelmiştir.

Hakikat-ı hal böyle olduğu halde, şimdi yine aynı suç için ceza talep olunması, Ceza kanununun umumî prensiblerine ve Türk Ceza kanununa aykırı değil mi? Eğer bu suçtan hakkımda dava ikamesini taleb eden zat, aynı suçtan beraet ettiğimi bilmiyorsa, kusur benim midir?

Şeytanların dahi elini çektiği, ahiret kapısında bekliyen bir kimsenin işlemiş olduğu fiil ve hareket, ariz-amik tedkik olunmadan mahkemelere sürüklenmesi, vicdan ve adaleti rencide etmez mi?

Muhterem hâkim! Merkezi Isparta'da olmak üzere tarafımdan bir cem'iyetin kurulduğu ve Nur Risaleleri diye yazdığım eserlerin de bu cemiyetin nizamnamesi ve bunu okuyan Müslümanların ise Nur talebeleri ve binnetice farazî cemiyetin a'zası kaydedilmiş olduğu.. Ve nihayet bu cemiyetin Irak'ta kurulmuş Müslüman Kardeşler cem'iyetiyle de irtibat te'min etmiş olduğu gibi şeyler maalesef iddia edilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti kanununun 163. maddesinin ikinci fıkrasında "Dağılmaları emredilmiş olan yukarda yazılı, cem'iyetleri sahte nam altında veya muvazaa şeklinde olanı dahi yeniden te'sis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare edenler..." diye yazılı bulunduğu veçhile; bu fıkranın mefhum-u muhalifinden bu maddenin birinci ve ikinci fıkralarına göre suç olabilmesi için, suç unsuru olan bir cemiyetin, Cemiyetler Kanunu'na göre teessüs ederek faaliyete geçmesi kanunun sarih ve âmir bir hükmü değil midir?

Saniyen: Nur Risaleleri, iddia olunduğu gibi müddeinin farzettiği cemiyetin nizamnamesi hâşâ olamaz. Nur risaleleri Kur'an-ı Azimüşşanın bir tefsiri olduğunu bilmeyen bir Müslüman kalmamış iken, müddeinin burada kasden Kur'an-ı Azimüşşana yakışmayacak bir lisan kullanmasından üzüldüm.

Muhterem hâkim!

Bir kimse bir eser yazsa ve bu eseri okuyacak olsa ve okuyanlar da eseri sevse, hatta hayatta kendine rehber ittihaz etse; bu fiil ve hareketi bir cemiyetin kurulması mı demek olur?..

Yine benim çok eski senelerdenberi içimde sakladığım gayeyi tahakkuk ve te'mine çalıştığımı beyan ile, müteaddit def'alar mahkemeye verildiğimi iddia etmektedir. Şimdi müddei benim mahkemelere verildiğimi bildiği halde, bu mahkemelerin neticesinin de nasıl tecelli ettiğini merak edip öğrenmiş midir? Öğrenmiş ise, beraet ile neticelenen bu mahkemelerden (Yani aynı suçlardan dolayı) hakkımda iddianame tanziminde hüsn-ü niyet eserini maalesef görmüyorum. Peşinen arzedeyim ki: Güya suç diye gösterilen onların cümlesi kavl-i mücerredden ibarettir.

Yine yazdığım bir mektupta "Kur'an-ı Azimüşşanın istikbalde İslâmiyete tam bir bayram getireceğini, Nur risaleleri ve bu risaleleri okuyanların mahkemelere verildiğini ve fakat âdil mahkemeler huzurunda beraet ettiğimi "yazdığım iddia edilmektedir. Bu temennî ve iftihar vesilesi olan cümlede müddeinin nasıl bir suç bulmuş olduğu anlaşılmamaktadır.

Neticeten: İddianamede isnad olunan suç hakkında delillere gelince:

1- İkrar ... İşte muhterem hakim! Delil olarak gösterilen ikrarın iddianamede bir temenni ve iftihar vesilesi bulduğu, yüksek nazarınızdan kaçmayacaktır.

2- Şehadet... Suç mahiyetine göre, hadise şehadetle tebeyyün etmez. Çünki 163. maddeye göre suç olabilmesi için kanun mucibince kurulmuş bir cemiyetin bu maddeye aykırı olarak faaliyette bulunması iktiza eder. Keyfi, indî, farazî bir cemiyet iddiası ise, hukukî olmaktan çok uzaktır.

3 - Elde edilen kitapları da iki kısımda mütalâa edebiliriz:

A- Nur risaleleri..

B- Kanun-u mahsus mucibince matbaalarda tab' edilen eserler..

Bunlardan Nur risalelerini en salâhiyetli yüksek ilim heyetinin bilirkişiliği neticesinde kanuna aykırı hiç bir cihet görülmediğinden beraetle neticelenmiş olup, aleyhimizde hiç bir vecihle bir delil teşkil edemiyeceği gibi, tab'olunan eserlerin dahi isnad olunan suç ile bir alâkası mevcud bulunmadığı aşikârdır.

4- Mektup... İddianamede yazdığım beyan olunan mektupta, yukarıda beyan olunduğu vecihle bir temenni ve mahkemelerle iftihardan ibaret bulunan mektubun hiç bir suretle aleyhimizde bir delil olmayacağı meydandadır.

5- Ehl-i vukuf raporları... Müddei bu kadar senedir Türkiye'de yaşadığına göre, Risale-i Nur hakkında müsbet ve lehde olan verilen ehl-i vukuf raporlarını görmemesi ve okumaması hayretimi mucib olmuştur.

Yukarıdan beri izah ettiğim vecihle Nur risalelerinin hiç bir suretle kanuna aykırı olmadığı ve beraetle neticelendirildiği halde, bunun aleyhimizde delil gösterilmesi, müddeinin hüsn-ü niyetle hareket etmediğine bir karine olup, ancak müsned suç hakkında muhtelif vilâyet Ağır Ceza Mahkemelerinin, yani Türk İslâm mahkemelerinin vermiş olduğu âdil hükümler hatırı için, bu müddei kardeşimizi de bu cihetle affederek vicdanınızdan bir suretle suç teşkil etmeyecek olan iddianameye bu suretle itiraz ederim. 1.5.956

Emirdağında mukim

Said-i Nursi

Men’-i Muhakeme Kararının son kısmı[değiştir]

Isparta Sorgu Hâkimliğince verilen

Men'-i Muhakeme Kararının son kısmı

T.C.

Isparta Sorgu Hâkimliği

Esas: 954/28

Karar: 956/65

C.M.: 954/311

............. Dosyada adları yazılı maznunların Ceza Kanununun 163/1, 173/3, 65-26-40’ıncı maddelerine tevfikan cezaları tayin ve tesbit olunmak üzere haklarında Isparta Ağır Ceza Mahkemesinde son tahkikatın açılması C.M. Umumiliğinin 25/3/956 tarih 311/18 sayılı iddianamesiyle istenmekte ve bu iddianame son olarak evrakı tetkik eden bilirkişinin tarihsiz raporuna istinad ettirilmekte ise de;

İddia ve ihbar olunduğu vecihle adları yazılı 89 kişiden ibaret maznunların herhangi bir cemiyet teşkil ederek faaliyete geçtikleri ve bu suretle propaganda yaparak başkalarının da mezkûr cemiyete girmelerine gayret sarf eyledikleri ve isimleri yukarıda tasrih olunan vilâyet ve kazalarda gizli bir cemiyet ve cemiyet şubeleri vücuda getirdikleri ve maznunların dinî husustan başka bir maksad ve gaye ile hareket ederek devletin iç emniyetine müteveccih ve temel nizamlarını yıkmaya matuf cemiyet kurup fiil ve hareketlerde bulundukları hakkında tatmin edici bir delil elde edilememiş;

Ve dinlenmiş bulunan 100 küsur şahidin de adları yazılı maznunların mevzu bahis müsned suçu işlediklerini ve bu suçla gizli cemiyet kurarak faaliyette bulunduklarını görmediklerini ve bilmediklerini açık ve kesin olarak bildirmiş olmalarına;

Ve toplanmış bulunan vesaikin ve eserlerin de böyle bir cemiyetin müteşekkil bulunduğuna delâlet eder mahiyet ve vasıfta olmamalarına;

Ve iddiaya mesned teşkil eden ve yegâne suçun delili olarak gösterilen bilirkişi Bülent Esen ve arkadaşları tarafından verilen otuz altı sahifeden ibaret tarihsiz raporun şahsî mütalâaya müstenid olup zan ve tahminden ibaret bulunmasına ve başka delille de takviye ve teyid olunmamasına;

Ve bilirkişi grubunun tedkikatından evvel mezkûr evrak ve eserleri tekkik etmiş bulunan Diyanet işleri Müşavere ve Dini Eserleri İnceleme Kurulunun yapmış olduğu tedkikat neticesinde vermiş bulunduğu 15/5/953 tarih ve 242 sayılı raporunda maznunlardan yakalanarak tedkikata tabi tutulmuş bulunan ve ekserisi maznun Said Nursî tarafından kaleme alınmış olan kitap, risale vesair yazıların Kur’an-ı Kerim’den alınmış dinin izahlarını ve ibadâtın hükümlerini ve müellifin hayat-ı tarihçesini muhtevî olup siyasî veya başka bir cepheleri bulunmadığı; ve sırf dinî bakımdan yazılmış eserler olduğu bildirilmiş olmasına;

Ve son grup bilirkişilerin maznunlar aleyhindeki raporunu zedeleyen ve tekzib eder mahiyette bulunan ve raporun vasfı ve mahiyeti itibariyle diğer raporlar müreccah ve daha ugun görülmesine;

Ve yine mezkûr evrakın kısm-ı âzamını tedkik etmiş bulunan bilirkişi İsmail Akdere’nin 25/8/953 tarihli raporu ile Diyanet İşleri Müşavere Heyetinin fikir ve mütalâasının iştirakle tedkik etmiş bulunduğu eserlerin münhasıran dinî bakımdan yazılmış olup devletin emniyet ve nizamlarını istihdaf eder ve lâikliğe aykırı cihetlerinin bulunmadığını sarahatle beyan eder Müşavere Heyetinin Raporunu desteklemiş bulunmasına;

Ve maznunların mevzu bahis suçları işledikleri ve devletin nizamlarını yıkmaya çalıştıkları ve lâikliğe aykırı fiil ve harekette bulundukları yukarıda bahsi geçen bilirkişi raporunda başka delilin bulunmamasına; ve zan ve tahminden ileri geçmeyen bu raporun da başlı başına bir delil olarak kabul ve son tahkikatın açılmasına kâfi görülmemesine;

Ve nakdî kefalet karşılığı olarak tahliye edilip men’-i muhakemesine karar verilmiş olan maznunlardan Abdurrahim Zapsu’nun yatırmış bulunduğu evrakın tedkikinden anlaşılan 2500 lira ve Hacı Hasan Naim’in aynı şekilde vermiş olduğu 1000 lira ve Necip Fazıl Kısakürek’in yine nakdî kefalet olarak yatırdığı 1000 liranın şimdiye kadar kendilerine verilmemişse sahiplerine red ve iadesi için gereken evrakın iliştirilmek suretiyle C. Müddei Umumîliğine müzekkere yazılmasına;

Ve maznunlardan yakalanmış olup karışık bir halde daire-i emanette bulunulan kitap, risale vesair yazıların sahipleri tarafından istenildiği takdirde kendilerine verilmesine;

Ve hukuk-u amme namına tahkikat ve tedkikat icra edilmiş olduğundan masraf ve harcın alınmasına mahal olmadığına;

Ve varid görülmeyen C. Müddei Umumîliğinin iddiasının reddine; ve iddiaya muhalif karar görülmek üzere dosyanın C. Müddei Umumîliğine gönderilmesine karar verildi.

Isparta, 11/1/956

Sorgu Hâkimi Kâtip

Doğan Dündar Tevfik Köker

Aslının aynıdır.

Savcılar hakkında Üstadın garip bir hâlet-i ruhiyesi[değiştir]

Müddeiumumîler hakkında Üstadımızın garip bir hâlet-i ruhiyesini beyan etmek zamanı geldi. Bana dedi ki:

Otuz kırk sene bu tazyikatımda, hukukullah mânâsında olan hukuk-u âmme namındaki vazifelerle muvazzaf olan savcılar ekser hapislerimde, nefyimde şiddetlerini gördüğüm halde onlara karşı bir hiddet, bir küsmek bana gelmiyordu.

Sonra görüyordum: Onların zahirî şiddetine sebep olan kusurları kendilerinde görmüyordum. Fakat, çok defa bir zaman sonra, kader-i İlâhînin başka kusuratıma binaen şefkat tokadının öyle savcıların eliyle geldiğini gördüm. Kader adalet yaptığı için, o şefkat tokadını ruh ve kalbimle kabul ettim. Zahirî sebebe binaen savcıların şiddetini helâl ediyorum. Şimdi, Cenâb-ı Hakka şükür, o müddeiumumîlerin bir kısmı, vazifeleri olan hukuk-u umumiyenin müdafaası, hukukullah nev’inden olduğu cihetle, bana karşı şiddet değil, bilakis hakikî adalet noktasında, umum İslâmiyete ve belki insaniyete de menfaati olan Risale-i Nur’un hizmet-i imaniyesi cihetiyle şiddeti bırakıp kader-i İlâhînin şefkat tokadına bakar gibi zahirî tâzip, hakikaten yardım hükmüne geçtiği için, ben de bu sırr-ı azîm münasebetiyle, bütün böyle müddeiumumîlere karşı bir dostluk ve dua etmek vaziyetini aldım. Zahiren bana karşı şiddet-i hüküm görünen hâlât, o hizmet-i imaniyeye bir ilânname hükmüne geçti.

Ben de şimdi onlara, hukuk-u âmmenin hukukullah hükmüne geçtiğini bilenlere, umumen selâm ve dua ediyorum. Bana olan şiddetlerini umûmen helâl ediyorum.

Said Nursî

Üstadımızın sizlere yazdığı aynı hakikat olan bu mektubunu arz ediyorum.

Talebesi Sungur

Mahkemenin tehiri hakkında[değiştir]

Mahkememizin tehiriyle işlerin Ankara Mahkemesine havale edilmesinde çok hayır var. Şimdi hem Isparta Mahkemesi, hem Van’da Molla Hamid’in ve Diyarbekir’de Mehmet Kaya’nın kitaplarının iadesi ve Afyon, hepsi Ankara’ya bakıyor. Ankara’da olacak hayırlı bir netice ile inşaallah her tarafta birden işlerimiz halledilmiş olacak, hem böyle bir vakitte Nurlardaki hakaik-i imaniye, hususan Ankara’da nazarların çevrilmesi lâzımmış. İnşaallah bu meselemizin oraya gönderilmesi mühim bir intibaha vesile olacak.

Kardeşiniz

Zübeyir

Önceki Müdafaa: Samsun Mahkemesi (1952Tüm MüdafaalarEmirdağ Hayatı (Isparta Mahkemesinden Sonra): Sonraki Müdafaa