On Üçüncü Söz

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
(13. Söz sayfasından yönlendirildi)
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Önceki Risale: On İkinci SözSözlerOn Dördüncü Söz: Sonraki Risale

Bu risaleyi okumak için On Üçüncü Söz okuma sayfasına ve Kur'an hattı ile okumak için On Üçüncü Söz (Kur'an Hattı) sayfasına gidin

Bazı ayetlerin başında geçen ve her şeyin Allah'ı tesbih ettiğini ifade ederek Kur'an inmeden önce ölmüş zannedilen mevcudatı, işitenlerin zihninde dirilten kelimeler (13. Söz'de verilen dersten)

On Üçüncü Söz Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927 tarihinden itibaren zorunlu ikamete tabi tutulduğu Barla'da telif ettiği eserlerdendir ve Sözler kitabının 13. risalesidir. Bu risalede İsra suresinin 82. ayetinde geçen "Biz, Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir" mealindeki cümlesi, Yasin suresinin 69. ayetinde geçen "Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da..." cümlesi ve ve ilgili ayetler tefsir edilerek Kur’an-ı Hakîm'in mucizeli yüksek hikmeti ile dinsiz felsefenin aşağı ve dar hikmeti karşılaştırılır. Felsefenin kainatta hârikulâde ve Allah'ın kudretinin mucizesi olan varlıkları sıradan olarak görüp ancak yaratılışın intizamından çıkan nadir fertlere nazarı çevirmesine karşılık Kur'an'ın varlıklar üzerindeki ülfet perdesini yırttığı dersi verilir. Şiirin küçük ve sönük hakikatleri büyük ve parlak hayallerle süslendirip beğendirmek istediğini, Kur’an’ın hakikatleri çok yüksek ve parlak olduğundan şiirin hayallerine muhtaç olmadığı izah edilir. Yine Kur'an'ın manzum olmadığının hikmeti izah edilirken Kur'an ayetlerinin şiirin ölçüsü ile kısıtlanmadığında diğer tüm ayetlerle bir bağlantı kurabildiği beyan edilir. Kur'an'ın, mevcudatın dünyanın başlangıcından ahiretin nihayetine kadar yayılan hakikatlarını tam bir tenasüp ve uyum ile ders verdiği bir temsil ile anlatılır. Ayrıca Kur'an nurunun, dinleyenlerin nazarında alemin ölmüş mevcudatını nasıl dirilttiği hakkında bir ders mevcuttur. İkinci makamında ise ahir zamanın cazip fitnesiyle karşı karşıya olan gençlere nasihatler ve hapishanedeki mahpuslara teselli verilir ve imanda, bu dünyada dahi hakiki bir cennet lezzeti ve dalalette ise cehennemî bir azap ve sıkıntı bulunduğunu misallerle anlatılır. 13. Sözün eklerinde 2. Dünya savaşı darbesi yiyen insanlığın mutlaka Kur'an hakikatlarına yöneleceğini ispat eden bir mektup, okuldaki öğrencilere gördükleri her bir fennin aslında Allah'tan bahsettiğini izah eden bir parça ve havadaki zerrelerde muhteşem bir tevhid dersi olduğunu beyan eden hüve nüktesi adında kısa bir ders vardır.

Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti

  • On Üçüncü Söz’de çoğu Kur'an ayetinin diğer çoğu ayete bakan bir yüzü olduğu ders verilir.
  • 13. Söz'de Kur'an'ın büyük bir mucizesinin her bir ayetin küfür karanlığını dağıtıp hidayet nurunu yayması olduğu izah edilir.
  • Nurların birinci talebesi Hulusi Bey 17. Lema'nın 11. Notasının, Kur’an’dan fazlaca bahseden 11., 12., 13. ve 14. Söz gibi risalelere, bilhassa bunlar arasında parlak bir mevkii işgal eden 25. Söz’ün geleceğine îma ettiği kanaatindedir.

İsimleri, Telifi, Neşri/Basımı, İçeriği, Tevafukları ve Gaybi İşaretlerle İlgili Bilgiler

Diğer İsimleri

Telif Dili

Türkçe

Telifiyle İlgili Bilgiler

13. Söz'ün de içinde olduğu Sözler 1927-1929 yılları arasında Barla'da telif edilmiştir.[1] 13. Söz'ün İkinci Makamındaki hapishane mektupları 1948-49 yıllarında Afyon Hapishanesinde mahpuslara hitaben yazılmıştır. Hüve Nüktesi 1946-1947 yıllarında Emirdağ'ında telif edilmiştir.[2]

Neşriyle/Basımıyla İlgili Bilgiler

Kur'an harfleriyle kitap basımının yasaklanması üzerine ilk başta elle çoğaltılan bu risale ancak 1956-1959 yıllarında matbaalarda büyük kitaplar basıldığında Latin harfleriyle basılan Sözler kitabının içinde yer almıştır.

İçeriği

2 makam, haşiyesi ve 3 adet zeyilden oluşur.

  • 1. Makam: Kur’an ile felsefe ilimlerinin dereceleri ve neticeleri karşılaştırılır.
  • 2. Makam: Ahir zaman fitnesiyle karşı karşıya olan gençlere ve haşiyesinde hapishanedeki mahkumlara nasihatlar içerir.
  • Zeyilleri: Leyle-i Kadirde İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme, Meyve Risalesi’nden Altıncı Mesele ve Hüve Nüktesi

Uzunluğu

Toplam 24,5 büyük sayfa

  • 1. makam: 4,5 büyük sayfa
  • 2. makam: 12 büyük sayfa
  • Leyle-i Kadirde İhtar Edilen Mesele: 1,5 büyük sayfa
  • Meyve Risalesi 6. Mesele: 3,5 büyük sayfa
  • Hüve Nüktesi: 3 büyük sayfa

Ekleri

  • Leyle-i Kadirde İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme
  • Meyve Risalesi’nden Altıncı Mesele
  • Hüve Nüktesi

Bu Risaledeki Tevafuklar

Bu Risaleye Gaybi İşaretler

Risale-i Nur'da Derc Edildiği ve Benzer İçerikli Yerler

  • Sözler adlı büyük kitapta tamamı mevcuttur.
  • Orta boy İman ve Küfür Muvazeneleri adlı kitapta 2. Makamı ile zeyillerinden Leyle-i Kadirde İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme kısmı aynen mevcuttur.
  • Gençlik Rehberi adlı küçük kitapta 2. Makamı ve zeyilleri aynen mevcuttur.
  • 25. Söz'de 1. Ziya'da 13. Söz'ün 1. Makamının son yarısı hemen hemen aynen mevcuttur.

  • 25. Söz'de Kur'an'ın manasındaki belâgatı izah eden yerde Kur'an nurunun dinleyenlerin nazarında alemin ölmüş mevcudatını nasıl dirilttiği hakkında benzer bir ders mevcuttur.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği

Bu Risalenin Telifi, Neşri ve Adı Hakkındaki Bahisler

Bu Risalenin Kıymeti Hakkındaki Bahisler

Bu Risaleye Atıflar

Mesela

الٓمٓ

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ

Şu dört cümlenin her birisinin iki manası var. Bir mana ile öteki cümlelere delildir. Diğer mana ile onlara neticedir. On altı münasebet hatlarından bir nakş-ı nazmî-i i’cazî hasıl olur. İşaratü’l-İ’caz’da öyle bir tarzda beyan edilmiş ki bir nakş-ı nazmî-i i’cazî teşkil eder. On Üçüncü Söz’de beyan edildiği gibi güya ekser âyât-ı Kur’aniyenin her birisi ekser âyâtın her birisine bakar bir gözü ve nâzır bir yüzü vardır ki onlara münasebatın hutut-u maneviyesini uzatıyor. Birer nakş-ı i’cazî nescediyor. İşte İşaratü’l-İ’caz, baştan aşağıya kadar bu cezalet-i nazmiyeyi şerh etmiştir.

(25. Söz)


On Üçüncü Söz’de beyan olunan şu misale bak: Mesela

سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ

âyetindeki belâgat-ı maneviyeyi zevk etmek istersen kendini nur-u Kur’andan evvel asr-ı cahiliyette, sahra-yı bedeviyette farz et ki her şey zulmet-i cehil ve gaflet altında perde-i cümud-u tabiata sarılmış olduğu bir anda Kur’an’ın lisan-ı semavîsinden سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ veyahut تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهِنَّ gibi âyetleri işit, bak! Nasıl ki o ölmüş veya yatmış olan mevcudat-ı âlem سَبَّحَ تُسَبِّحُ sadâsıyla işitenlerin zihninde nasıl diriliyorlar, hüşyar oluyorlar, kıyam edip zikrediyorlar. Ve o karanlık gökyüzünde birer camid ateşpare olan yıldızlar ve yerde perişan mahlukat تُسَبِّحُ sayhasıyla ve nuruyla; işitenin nazarında gökyüzü bir ağız, bütün yıldızlar birer kelime-i hikmet-nüma ve birer nur-u hakikat-eda ve küre-i arz bir baş ve berr ve bahir birer lisan ve bütün hayvanlar ve nebatlar birer kelime-i tesbih-feşan suretinde arz-ı dîdar eder.

(25. Söz)


Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın büyük bir vech-i i’cazı On Üçüncü Söz’de beyan edilmiştir. Kardeşleri olan sair vücuh-u i’caz sırasına girmek için bu makama alınmıştır. İşte Kur’an’ın her bir âyeti, birer necm-i sâkıb gibi i’caz ve hidayet nurunu neşir ile küfür ve gaflet zulümatını dağıttığını görmek ve zevk etmek istersen kendini, Kur’an’ın nüzulünden evvel olan o asr-ı cahiliyette ve o sahra-yı bedeviyette farz et ki her şey zulmet-i cehil ve gaflet altında, perde-i cümud-u tabiata sarılmış olduğu bir anda birden Kur’an’ın lisan-ı ulvisinden

سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ

يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزٖيزِ الْحَكٖيمِ

gibi âyetleri işit, bak: O ölmüş veya yatmış mevcudat-ı âlem سَبَّحَ يُسَبِّحُ sadâsıyla işitenlerin zihninde nasıl diriliyorlar, hüşyar oluyorlar, kıyam edip zikrediyorlar.

Hem o karanlık gökyüzünde birer camid ateşpare olan yıldızlar ve yerdeki perişan mahlukat, تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ sayhasıyla işitenin nazarında nasıl gökyüzü bir ağız; bütün yıldızlar birer kelime-i hikmet-nüma, birer nur-u hakikat-eda ve arz bir kafa ve berr ve bahir birer lisan ve bütün hayvanat ve nebatat birer kelime-i tesbih-feşan suretinde arz-ı dîdar eder. Yoksa bu zamandan tâ o zamana bakmakla, mezkûr zevkin dekaikini göremezsin.

Evet, o zamandan beri nurunu neşreden ve mürur-u zamanla ulûm-u mütearife hükmüne geçen ve sair neyyirat-ı İslâmiye ile parlayan ve Kur’an’ın güneşiyle gündüz rengini alan bir vaziyet ile veyahut sathî ve basit bir perde-i ülfet ile baksan; elbette her bir âyetin ne kadar tatlı bir zemzeme-i i’caz içinde ne çeşit zulümatı dağıttığını hakkıyla göremezsin ve birçok enva-ı i’cazı içinde bu nevi i’cazını zevk edemezsin.

Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın en yüksek derece-i i’cazına bakmak istersen şu temsil dürbünüyle bak. Şöyle ki:

Gayet büyük ve garib ve gayetle yayılmış acib bir ağaç farz edelim ki o ağaç geniş bir perde-i gayb altında bir tabaka-i mestûriyet içinde saklanmıştır. Malûmdur ki bir ağacın insanın azaları gibi onun dalları, meyveleri, yaprakları, çiçekleri gibi bütün uzuvları arasında bir münasebet, bir tenasüp, bir muvazenet lâzımdır. Her bir cüzü, o ağacın mahiyetine göre bir şekil alır, bir suret verilir. İşte hiç görülmeyen –ve hâlâ görünmüyor– o ağaca dair biri çıksa, perde üstünde onun her bir azasına mukabil bir resim çekse, bir hudut çizse; daldan meyveye, meyveden yaprağa bir tenasüple bir suret tersim etse ve birbirinden nihayet uzak mebde ve müntehasının ortasında uzuvlarının aynı şekil ve suretini gösterecek muvafık tersimat ile doldursa elbette şüphe kalmaz ki o ressam bütün o gaybî ağacı gayb-aşina nazarıyla görür, ihata eder, sonra tasvir eder.

Aynen onun gibi Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan dahi hakikat-i mümkinata dair –ki o hakikat, dünyanın iptidasından tut, tâ âhiretin en nihayetine kadar uzanmış ve arştan ferşe, zerreden şemse kadar yayılmış olan şecere-i hilkatin hakikatine dair– beyanat-ı Kur’aniye o kadar tenasübü muhafaza etmiş ve her bir uzva ve meyveye lâyık bir suret vermiştir ki bütün muhakkikler nihayet-i tahkikinde Kur’an’ın tasvirine “Mâşâallah, bârekellah” deyip “Tılsım-ı kâinatı ve muamma-yı hilkati keşif ve fetheden yalnız sensin ey Kur’an-ı Kerîm!” demişler.

وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى –temsilde kusur yok– esma ve sıfât-ı İlahiye ve şuun ve ef’al-i Rabbaniye, bir şecere-i tûba-i nur hükmünde temsil edilmekle o şecere-i nuraniyenin daire-i azameti ezelden ebede uzanıp gidiyor. Hudud-u kibriyası, gayr-ı mütenahî feza-yı ıtlakta yayılıp ihata ediyor. Hudud-u icraatı

يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهٖ

فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى

hududundan tut, tâ

وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمٖينِهٖ

خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ فٖى سِتَّةِ اَيَّامٍ

hududuna kadar intişar etmiş o hakikat-i nuraniyeyi bütün dal ve budaklarıyla, gayat ve meyveleriyle o kadar tenasüple birbirine uygun, birbirine lâyık, birbirini kırmayacak, birbirinin hükmünü bozmayacak, birbirinden tevahhuş etmeyecek bir surette o hakaik-i esma ve sıfâtı ve şuun ve ef’ali beyan eder ki bütün ehl-i keşif ve hakikat ve daire-i melekûtta cevelan eden bütün ashab-ı irfan ve hikmet, o beyanat-ı Kur’aniyeye karşı “Sübhanallah” deyip “Ne kadar doğru ne kadar mutabık ne kadar güzel ne kadar lâyık.” diyerek tasdik ediyorlar.

Mesela, bütün daire-i imkân ve daire-i vücuba bakan hem o iki şecere-i azîmenin bir tek dalı hükmünde olan imanın erkân-ı sittesi ve o erkânın dal ve budaklarının en ince meyve ve çiçekleri aralarında o kadar bir tenasüp gözetilerek tasvir eder ve o derece bir muvazenet suretinde tarif eder ve o mertebe bir münasebet tarzında izhar eder ki akl-ı beşer idrakinden âciz ve hüsnüne karşı hayran kalır. Ve o iman dalının budağı hükmünde olan İslâmiyet’in erkân-ı hamsesi aralarında ve o erkânın tâ en ince teferruatı, en küçük âdabı ve en uzak gayatı ve en derin hikemiyatı ve en cüz’î semeratına varıncaya kadar aralarında hüsn-ü tenasüp ve kemal-i münasebet ve tam bir muvazenet muhafaza ettiğine delil ise o Kur’an-ı câmiin nusus ve vücuhundan ve işarat ve rumuzundan çıkan şeriat-ı kübra-yı İslâmiyenin kemal-i intizamı ve muvazeneti ve hüsn-ü tenasübü ve resaneti; cerh edilmez bir şahid-i âdil, şüphe getirmez bir bürhan-ı kātı’dır.

Demek oluyor ki beyanat-ı Kur’aniye, beşerin ilm-i cüz’îsine, bâhusus bir ümminin ilmine müstenid olamaz. Belki bir ilm-i muhite istinad ediyor ve cemi’ eşyayı birden görebilir, ezel ve ebed ortasında bütün hakaiki bir anda müşahede eder bir zatın kelâmıdır. Âmennâ…

(25. Söz)


On Üçüncü Söz’de hikmet-i Kur’aniye ile hikmet-i felsefeyi muvazene bahsinde denilmiş olan meselenin meali budur ki: Felsefe-i insaniye, gayet hârikulâde mu’cizat-ı kudret-i İlahiyenin mu’cizat-ı rahmeti üstüne âdiyat perdesi çeker. O âdiyat altındaki vahdaniyet delillerini ve o hârika nimetlerini görmüyor, göstermiyor. Fakat âdetten huruç etmiş hususi bazı cüz’iyatı görür, ehemmiyet verir.

Mesela, hilkat-i insaniyedeki kudret mu’cizelerini görmüyor, ehemmiyet vermiyor. Fakat kaideden çıkmış iki başlı, üç ayaklı bir insanı görüp istiğrab ve velvele-i hayret ile nazar-ı dikkati celbeder. Küllî, umumî mu’cizatı âdet perdesinde saklar. Cüz’î ve kanundan çıkmış ve taifesinden ayrılmış maddeleri medar-ı ibret yapar.

Hem mesela –hayvandan, insandan– yavruların pek hârika, pek mu’cizatlı iaşelerini âdi görüp ehemmiyet vermiyor. Fakat bir vakit Amerika’da bir gazetenin neşrettiği gibi; taifesinden çıkmış, milletinden ayrılmış, denizin dibine girmiş bir böceğin, bir yeşil yaprak rızık olarak ağzına verilmesini gören balıkçılar ağlamışlar, şaşaa ile ilan etmişler.

Halbuki en cüz’î bir yavruda, memedeki âb-ı kevser gibi rızkında, onun gibi binler mu’cizat-ı rahmet ve ihsan var. Felsefe-i beşeriye görmüyor ki şükür etsin. O Rahmanu’r-Rahîm’i tanısın, şükür ile mukabele etsin.

İşte hikmet-i Kur’aniye, o âdiyat perdesini yırtar. O küllî, umumî hârika mu’cizeleri ve fevkalâde nimetleri beşere ders verir, Allah’ı tanıttırır. Küllî şükür namına ubudiyete sevk eder.

(Emirdağ 2 Lahikası)


Zühre, Habbe, Katre ve Zeyli’nin Arabî bir nüshası bu fakire ihda buyurulmuş, bir gün tercümesinin de yapılacağına işaret olunmuştu. Demek, zamanı geldi ve benim gibi Arabî bilmeyen kardeşlerin manevî arzuları, Zühre’nin tercümesine vesile oldu. Çok muhtasar olarak duygularımı arz edeceğim:

On Birinci Nota: On Bir, On İki, On Üç, On Dördüncü Sözler gibi Kur’an’dan fazlaca bahseden Nur risalelerine, bilhassa bunlar arasında parlak bir mevkii işgal eden Yirmi Beşinci Söz’ün geleceğine îma eylediğini…

Hulusi

(Barla Lahikası)

Bu Risaledeki Tevafuklar

Bu Risale Hakkındaki Gaybi İşaretler

Bu Risale Hakkında Fihristte Geçen Kısım

İki makamdır.

Birinci Makam:

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنٖينَ âyetiyle وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغٖى لَهُ âyetinin mealinde ve hikmet-i Kur’aniyenin kudsiyeti ve vüs’ati ve şiirden istiğnası hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını tefsir etmekle beraber, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yüksek mu’cizane hikmetini, felsefenin aşağı ve dar hikmeti ile muvazene ediyor. Hikmet-i Kur’aniyedeki kesret ve vüs’ati ve felsefenin fakr ve iflasını muhtasar beyan etmekle beraber, Kur’an’ın şiirden istiğnasının ve adem-i tenezzülünün sebebi, hakaik-i Kur’aniyenin yüksekliği ve parlaklığı olduğunu gösterir. Ve mühim bir temsil ile bir nevi i’caz-ı Kur’aniyeyi beyan eder.

İkinci Makam:

Gençliği, dalalet ve sefahet uçurumuna düşmekten kurtaran ve imanda, bu dünyada dahi hakiki bir cennet lezzeti ve dalalette ise cehennemî bir azap ve sıkıntı bulunduğunu misallerle izah ve ispat eden bir derstir.

İkinci Makamın Haşiyesi

Mahpuslara teselli hakkında dört mektuptur.

İkinci Makamın Zeyli

Leyle-i Kadirde ihtar edilen bir mesele-i mühimmedir.

Meyve Risalesinden Altıncı Mesele

Hüve Nüktesi

(Fihrist (Sözler))

Diğer Bahisler

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler

Bu Risaledeki Temsiller/Misaller

Evet, nasıl ki semada olan intizamsız yıldızların sureten adem-i intizamı cihetiyle her bir yıldız, kayıt altına girmeyip her birisi ekser yıldızlara bir nevi merkez olarak daire-i muhitasındaki –birer birer– her bir yıldıza mevcudat beynindeki nisbet-i hafiyeye işaret olarak birer hatt-ı münasebet uzatıyor. Güya her bir tek yıldız, necm-i âyet gibi umum yıldızlara bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü vardır.


Hem o karanlık gökyüzünde birer camid ateşpare olan yıldızlar ve yerdeki perişan mahlukat تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ sayhasıyla işitenlerin nazarında gökyüzü bir ağız, bütün yıldızlar birer kelime-i hikmet-nüma, birer nur-u hakikat-eda ve arz bir kafa, berr ve bahir birer lisan ve bütün hayvanat ve nebatat birer kelime-i tesbih-feşan suretinde arz-ı dîdar eder.


Gayet yüksek ve garib ve gayetle yayılmış acib bir ağaç farz edelim ki o ağaç bir perde-i gayb altında, bir tabaka-i mestûriyet içinde saklanmış. Malûmdur ki bir ağacın, insanın azaları gibi onun dalları, meyveleri, yaprakları, çiçekleri gibi bütün uzuvları arasında bir münasebet, bir tenasüp, bir muvazenet lâzımdır. Her bir cüzü, o ağacın mahiyetine göre bir şekil alır, bir suret verilir. İşte, hiç görünmeyen (ve hâlen görünmüyor) o ağaca dair biri çıksa, bir perde üstünde onun her bir azasına mukabil birer resim çekse, birer hudut çizse, daldan meyveye, meyveden yaprağa bir tenasüple bir suret tersim etse ve birbirinden nihayetsiz uzak mebde ve müntehasının ortasında uzuvlarının aynı şekil ve suretini gösterecek muvafık tersimatla doldursa elbette şüphe kalmaz ki o ressam o gaybî ağacı gayb-aşina nazarıyla görür, ihata eder, sonra tasvir eder.

Bu Risalede Geçen Ayetler

Bkz. 13. Söz'de Geçen Ayetler Listesi

Bu Risalede Geçen Hadisler

  1. Risalede Nasıl Geçtiği: Beş-on sene ceza ile, milyonlar sene haps-i ebediden kurtulmağa vesile olabilir.
    Kaynağı: Mişkat-ül Masabih hadis no: 3629; Şerh-üs Sünne - Begavi 1/62 ve 10/311 birkaç kanaldan .. Cem'-ül Fevaid 1/721
    Kaynaklarda geçen şekli: Kime ki, bu dünyada bir günah isabet edip, fakat dünyada cezasını çekerse, elbette ki Allah-u Teala o ahdini ahirette tekrar azaba duçar etmekten ekremdir.
  2. Risalede Nasıl Geçtiği: Üç günden fazla bir mü’min diğer bir mü’mine küsmemek
    Kaynağı: Buhârî, Edeb 57, 58, 62; Müslim, Birr 23, 24, 28, 30-32
    Kaynaklarda geçen şekli: Bir Müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helâl değildir.
  3. Risalede Nasıl Geçtiği: Nasıl bazen ağır şerait altında düşman karşısında bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir
    Kaynağı: Müslim, İmâre 163. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü'l-cihâd 2; Nesâî, Cihâd 39; İbni Mâce, Cihâd 7
    Kaynaklarda geçen şekli: Bir gün ve bir gece hudut nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibadetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır.

Cenab-ı Allah'ın Bu Risalede Geçen İsim, Sıfat ve Şuunatı

  1. Allah
  2. Rab
  3. Sâni’

Peygamberimizin Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları

  1. Muhammed
  2. Muhammed-i Arabî
  3. Nev-i beşerin medar-ı iftiharı

Kur'an'ın Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları

  1. Furkan
  2. Kur’an
  3. Kur’an-ı Hakîm
  4. Kur’an-ı Hakîm
  5. Kur’an-ı Kerîm
  6. Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan

Bu Risalede Geçen Salavatlar

Bu Risalede Geçen Dualar

  1. Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmin!
  2. اَللّٰهُمَّ يَا مُنْزِلَ الْقُرْاٰنِ بِحَقِّ الْقُرْاٰنِ وَ بِحَقِّ مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ نَوِّرْ قُلُوبَنَا وَ قُبُورَنَا بِنُورِ الْاٖيمَانِ وَ الْقُرْاٰنِ اٰمٖينَ يَا مُسْتَعَانُ
    Meali: Ey Kur'ân'ı indiren Allahım! Kur'ân'ın ve kendisine Kur'ân indirilen Zâtın hakkı için, kalblerimizi ve kabirlerimizi iman ve Kur'ân nuruyla nurlandır. Âmin, ey kendisinden istimdad edilen Müsteân!

Bu Risalede Geçen Zikirler

  1. Mâşâallah, bârekellah! Tılsım-ı kâinatı ve muamma-yı hilkati keşif ve fetheden yalnız sensin ey Kur’an-ı Hakîm!
  2. Sübhanallah! Ne kadar doğru, ne kadar mutabık, ne kadar güzel, ne kadar lâyık.
  3. Elhamdülillah şükür, o bela sevabını bıraktı, gitti.

Bu Risalede Geçen Emir ve Tavsiyeler

  1. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.
  2. Kur’an-ı Kerîm’in ilim ve hikmet ve marifet-i İlahiye cihetiyle servet ve gınası ve felsefenin ilim ve ibret ve marifet-i Sâni’ cihetindeki fakr ve iflasını gör, ibret al!
  3. İşte intizamsızlık içinde kemal-i intizamı gör, ibret al!
  4. Kur’an’ın her bir âyeti, birer necm-i sâkıb gibi i’caz ve hidayet nurunu neşir ile küfrün zulümatını nasıl dağıttığını görmek, zevk etmek istersen kendini o asr-ı cahiliyette ve o sahra-yı bedeviyette farz et
  5. Sefahette gitmiş ise hem dünyada hem âhirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû-i istimal ile israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz; hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz.
  6. Mert ve vicdanlı bir mü’min, küçük ve cüz’î bir hata veya menfaatle, yüzer zararı ehl-i imana vermez. Eğer hata etse verse çabuk tövbe etmek lâzımdır.
  7. Elbette siz dahi Denizli mahpusları ve Nur talebeleri gibi birbirinize kardeş olmanız lâzımdır.
  8. “Değil elimize bıçak, belki mavzer ve rovelver de verilse hem emir de verilse biz bu bîçare ve bizim gibi musibetzede arkadaşlarımıza dokunmayacağız. Eskiden yüz düşmanlık ve adâvetimiz dahi olsa da onları helâl edip hatırlarını kırmamaya çalışacağımıza, Kur’an’ın ve imanın ve uhuvvet-i İslâmiyenin ve maslahatımızın emriyle ve irşadıyla karar verdik.” diyerek bu hapsi bir mübarek dershaneye çeviriniz.

Bu Risalede Geçen Darb-ı Meseller/Deyimler

  1. Anahtar olmak
  2. Basamak yapmak
  3. Göz önünde durmak
  4. Merhem sürmek
  5. Parça parça etmek

Bu Risalede Geçen Düstur, Kaide ve Tespitler

  1. Kur'an'ın beyanı insana, özellikle okuma-yazması olmayan birine dayandırılamaz.
    Aslı: Beyanat-ı Kur’aniye, beşerin ilm-i cüz’îsine, bâhusus bir ümminin ilmine müstenid olamaz.
  2. Meşru dairedeki keyifler dünya mutluluğu için yeterlidir.
    Aslı: Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O, keyfinize kâfidir.
  3. İman yoksa ya da isyan yüzünden etkisi ortadan kalkarsa hayat zahiri lezzete bedel çok daha fazla elem verir.
    Aslı: Hayat ise eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir.
  4. Dalalet ve gaflet ehlinin hayat, vücut ve kainatı ancak bulunduğu gündür.
    Aslı: Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı belki vücudu belki kâinatı, bulunduğu gündür.
  5. Bu dünyada inandığı gibi yaşamayan kabirde ceza olarak hücre hapsinde olacaktır.
    Aslı: Âhireti tasdik eden fakat sefahet ve dalalette gidenlere bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrit içinde bir haps-i münferid, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve itikad ettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için öyle muamele görecek.
  6. Zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez.
    Aslı: اَلرَّاضٖى بِالضَّرَرِ لَا يُنْظَرُ لَهُ (Şer'î bir kaidedir; Eski yazı Kastamonu Lahikası sh: 239'da, bunun bir hadisin manası olduğu kaydedilmiş.)
    Meali: Zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez.
  7. Ecnebi dinsizlerde bazı kemalat bulunabilir ama dinden çıkan Müslümanda kemalat esasları kalmaz.
    Aslı: Ecnebi dinsizleri gibi de olamaz. Çünkü onlar, peygamberi inkâr etseler diğerlerini tanıyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de Allah’ı tanıyabilirler. Allah’ı bilmeseler de kemalâta medar olacak bazı güzel hasletler bulunabilir. Fakat bir Müslüman hem enbiyayı hem Rabb’ini hem bütün kemalâtı Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm vasıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan daha hiçbir peygamberi tanımaz ve Allah’ı da tanımaz. Ve ruhunda kemalâtı muhafaza edecek hiçbir esasatı bilemez.
  8. His ve heves âkıbeti görmez.
    Aslı: His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez.
  9. Farz namazı kılmak kaydıyla zulmen mahkum olanların 1 saati 1 gün ibadet olur.
    Aslı: Mahpus, zulmen mahkûm olmuş ise farz namazını kılmak şartıyla her bir saati, bir gün ibadet olduğu gibi…
  10. Farz namazını kılıp tevbe etmek şartıyla fakir, yaşlı, hasta ve iman hakikatlarına müştak mahkumların 1 saati 20 saat ibadet olur.
    Aslı: Eğer fakir ve ihtiyar ve hasta ve iman hakikatlerine müştak ise farzını yapmak ve tövbe etmek şartıyla her bir saatleri yirmişer saat ibadet olup…
  11. Farz namazını kılıp tevbe etmek ve sabırla şükretmek şartıyla hapiste 1 gün 10 gün ibadet olabilir.
    Aslı: Hapiste geçen ömür günleri, her bir gün on gün kadar bir ibadet kazandırabilir (…şartı, farz namazını kılmak ve hapse sebebiyet veren günahlardan tövbe etmek ve sabır içinde şükretmektir.)
  12. Geçmiş ve geleceğe dağıtılmazsa sabır kuvveti bulunulan ana yeterli gelir.
    Aslı: Eğer sağa sola yani geçmiş ve geleceklere sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve güne karşı tutsa tam kâfi gelir.
  13. Hakikat ve maslahat sulhtur.
  14. Katledilen kişi ecel geldiğinden daha yaşamayacaktı.
    Aslı: O maktûl, herhalde ecel geldiğinden daha ziyade kalmayacaktı.
  15. İslam bir müminin başka mümine 3 günden fazla küsmesini yasaklar.
    Aslı: Üç günden fazla bir mü’min diğer bir mü’mine küsmemek
  16. 15 hafta Risale-i Nur dersi almak 15 sene hapisten daha fazla terbiye eder.
    Aslı: Terbiye için on beş sene hapse atmaktan ise on beş hafta Risale-i Nur dersini alsalar daha ziyade onları ıslah eder.

Bu Risalede Geçen Halk Dili İfadeler

  1. Madem ehl-i iman ve taat, göz önünde gördüğü kabri bir hazine-i ebediyeye, bir saadet-i lâyezalîye kendisi hakkında bir kapı olduğunu ve o ezelî mukadderat piyangosundan milyarlar altın ve elmasları kazandıracak bir bilet dahi iman vesikasıyla ona çıkmış.
  2. Biri yarı çıplak güzel ve aldatıcı bir kadın, elinde zahiren gayet tatlı fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor.
  3. Çünkü âkıbeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, ehl-i namusun güzel kızlarını ve karılarını ibahe eder. Belki hamamlarında erkek kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde bu fuhşiyatı teşvik eder.

Bu Risalede Geçen Edebi ve Dikkat Çekici İfadeler

  1. Öyle gençler ekseriyetle sû-i istimal ile israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz; hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz.
  2. Zeval-i lezzet elem olduğu gibi zeval-i elem dahi lezzettir.
  3. Yoktan elem yok ve ma’dumdan elem gelmez

Bu Risalede Bahsi Geçen Şahıslar, Eserleri ve Eserlerinden Alıntılar

Bu Risalede Bahsi Geçen Yerler

  1. Amerika Birleşik Devletleri
  2. Denizli
  3. İsveç
  4. Norveç
  5. Finlandiya
  6. İngiltere
  7. Kastamonu

Bu Risalede Bahsi Geçen Hadiseler

  1. Denizli Hapsi
  2. 2. Dünya Savaşı
  3. Amerika'da Balıkçılarla İlgili Gazetelerde Çıkan Haber

İlgili Resimler/Fotoğraflar

İlgili Maddeler/Kategoriler

Önceki Risale: On İkinci SözSözlerOn Dördüncü Söz: Sonraki Risale

Kaynakça