İsra 1

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Nahl 128 İsra Suresiİsra 2: Sonraki Ayet

Meali: {Mekke'de nâzil olmuştur. Ancak 26, 32, 33 ve 57. âyetlerle 73 ilâ 80. âyetlerin Medine'de indiği rivayet edilmektedir. 111 âyettir. "İsrâ" kelimesi, geceleyin yürümek manasına gelir. Hz. Peygamber'in Mi'rac mucizesinin Mekke'den Kudüs'e kadar olan kısmı bu sûrede anlatıldığından, sûre "İsrâ" adını almıştır.}

1- Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.

Kur'an'daki Yeri: 15. Cüz, 281. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Kur’an-ı Hakîm kâh olur cüz’î bazı maksatları zikreder. Sonra o cüz’iyat vasıtasıyla küllî makasıda zihinleri sevk etmek için o cüz’î maksadı, bir kaide-i külliye hükmünde olan esma-i hüsna ile takrir ederek tesbit eder, tahkik edip ispat eder.

...

Hem mesela

سُبْحَانَ الَّذٖٓى اَسْرٰى بِعَبْدِهٖ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَى الَّذٖى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَا اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ

İşte Kur’an, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mi’racının mebdei olan Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya olan seyeranını zikrettikten sonra اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ der. اِنَّهُ deki zamir, ya Cenab-ı Hakk’adır veyahut Peygamberedir.

Peygambere göre olsa şöyle oluyor ki: “Bu seyahat-i cüz’îde, bir seyr-i umumî, bir urûc-u küllî var ki tâ Sidretü’l-münteha’ya, tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar, meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne, kulağına tezahür eden âyât-ı Rabbaniyeyi ve acayib-i sanat-ı İlahiyeyi işitmiş, görmüştür.” der. O küçük, cüz’î seyahati; küllî ve mahşer-i acayip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.

Eğer zamir, Cenab-ı Hakk’a râci olsa şöyle oluyor ki: “Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet edip bir vazife ile tavzif etmek için Mescid-i Haram’dan mecma-ı enbiya olan Mescid-i Aksa’ya gönderip enbiyalarla görüştürüp bütün enbiyaların usûl-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar mülk ü melekûtunda gezdirdi.” İşte çendan o zat bir abddir, bir mi’rac-ı cüz’îde seyahat eder. Fakat bu abdde bütün kâinata taalluk eden bir emanet beraberdir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için Cenab-ı Hak kendi zatını bütün eşyayı işitir ve görür sıfatıyla tavsif eder. Tâ o emanet, o nur, o anahtarın cihan-şümul hikmetlerini göstersin.

(25. Söz)


Mi’rac-ı Nebeviyeye dairdir

İhtar: Mi’rac meselesi, erkân-ı imaniyenin usûlünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkân-ı imaniyenin nurlarından meded alan bir nurdur. Erkân-ı imaniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı elbette bizzat ispat edilmez. Çünkü Allah’ı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve melaikeyi kabul etmeyen veya semavatın vücudunu inkâr eden adamlara mi’racdan bahsedilmez. Evvela o erkânı ispat etmek lâzım geliyor. Öyle ise biz, mi’racda istib’ad ile vesveseye düşen bir mü’mini muhatap ittihaz ederek ona karşı beyan edeceğiz. Ara sıra makam-ı istima’da olan mülhidi nazara alıp serd-i kelâm edeceğiz. Bazı sözlerde hakikat-i mi’racın bir kısım lem’aları zikredilmişti. İhvanlarımın ısrarı ile ayrı ayrı o lem’aları hakikatin aslıyla birleştirmek ve kemalât-ı Ahmediyenin (asm) cemaline birden bir âyine yapmak için inayeti Allah’tan istedik.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

سُبْحَانَ الَّذٖٓى اَسْرٰى بِعَبْدِهٖ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَى الَّذٖى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَا اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ

اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْىٌ يُوحٰى

عَلَّمَهُ شَدٖيدُ الْقُوٰى

ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوٰى

وَ هُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰى

ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰى

فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰى

فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِهٖ مَٓا اَوْحٰى

مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَاٰى

اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى

وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰى

عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى

عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَاْوٰى

اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰى

مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى

لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى

Evvelki âyet-i azîmenin azîm hazinesinden yalnız اِنَّهُ zamirinde bir düstur-u belâgata istinad eden iki remzin meselemize münasebeti olduğu için i’caz bahsinde beyan edildiği üzere yazacağız.

İşte Kur’an-ı Hakîm, Habib-i Ekrem aleyhi efdalü’s-salâti ve ekmelü’s-selâmın mi’racının mebdei olan, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya olan seyranını zikrettikten sonra اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ der. Ve şu kelâm ile Sure-i وَ النَّجْمِ اِذَا هَوٰى da işaret olunan münteha-yı mi’raca remzeden اِنَّهُ deki zamir, ya Cenab-ı Hakk’a râcidir veyahut Peygamberedir (asm).

Peygambere göre olsa kanun-u belâgat ve münasebet-i siyak-ı kelâm şöyle ifade ediyor ki: Bu seyahat-i cüz’iyede bir seyr-i umumî ve bir urûc-u küllî var ki tâ Sidretü’l-münteha’ya, tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne, kulağına tesadüf eden âyât-ı Rabbaniyeyi ve acayib-i sanat-ı İlahiyeyi işitmiş, görmüştür, der. O küçük, cüz’î seyahati hem küllî hem mahşer-i acayip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.

Eğer zamir, Cenab-ı Hakk’a râci olsa şöyle oluyor ki: Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet edip, bir vazife ile tavzif etmek için Mescid-i Haram’dan mecma-ı enbiya olan Mescid-i Aksa’ya gönderip, enbiyalarla görüştürüp, bütün enbiyaların usûl-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Sidretü’l-münteha’ya tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.

İşte çendan o bir abddir ve o seyahat, bir mi’rac-ı cüz’îdir. Fakat bu abdin, bütün kâinata taalluk eden bir emanet beraberindedir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için Cenab-ı Hak kendini “Bütün eşyayı işitir ve görür.” sıfatıyla tavsif eder. Tâ o emanet, o nur, o anahtarın cihan-şümul ve muhit ve umum kâinata âmm ve bütün mahlukata şâmil hikmetlerini göstersin.

(31. Söz)


Bir mi’rac-ı kerametle melekler, gördüler elhak ki müsellem bir nübüvvette muazzam bir velayet var.

O parlak zat, buraka binmiş de berk olmuş. Kamervari serâser, âlem-i nuru da görmüştür.

Şu şehadet âleminde münteşir insanlara hissî büyük bir mu’cize nasıl ki اِنْشَقَّ الْقَمَرُ dir.

Bu mi’racdır, âlem-i ervahtaki sakinlere en büyük bir mu’cize ki سُبْحَانَ الَّذٖٓى اَسْرٰى dır.

(Lemeat, Sözler)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]