Risale:29. Mektubun 8. Kısmı (Rumuzat-ı Semaniye)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Risale: 29. Mektubun 4. KısmıRumuzat-ı Semaniye28. Mektubun 7. Meselesinden: Sonraki Risale

RUMUZAT-I SEMANİYE[değiştir]

  • Dehşetli bir esaret ve tazyikat içinde...
  • Gayet ciddi ve ehemmiyetli hakaik-i imaniyenin dersiyle iştigal yorgunluğunu izale etmek hikmetiyle...
  • Ve yalnızlık ve sıkıntılık ve hastalık sebebiyle...

Rahmet-i İlahiye tarafından ihsan olunan bir fakihe-i ilmiye ve medar-ı teneffüs bulunan bir ilim tatlısı olan tevafukata, Yeni Said çok vaktini sarf etmiş. Hattâ israf etmiş diye itiraz ettim.

Birden tevafukatın çok ehemmiyetli neticeleri ve kerametleri hatıra geldi. İtirazımı geri aldım.

Said Nursî

Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmı

Şu kısım, Sekiz Remiz'dir.

Latîf ve Yüksek ve Şüphesiz Bir Tevafuk

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

BİRİNCİ REMİZ[değiştir]

Beş Remiz'dir.

Birinci Remiz[değiştir]

İşaratü'l-İ'caz tefsirinde, tevafuk suretinde latîf bir işaret-i i'caziyeyi gördük.

O işareti beyandan evvel bir

Mukaddime

Kudsî bir şeyin zarfı ve kılıfı ârızî bir kudsiyet aldığına binaen ve tevafukta bir işaret-i kudsiye gördüğümüzden, tevafuk nazarımızda bir kudsiyet kesbetmiştir.

Hem tevafuk, alâmet-i tevfik olduğu için nazarımızda mübarek olmuştur.

Hem tevafuk, ittifaka işaret, ittifak ise ittihada emare, ittihad ise vahdete alâmet, vahdet ise tevhide delâlet, tevhid ise Kur'an'ın dört esasından en mühim bir esası olduğundan, tevafuk nazarımızda yüksek bir meymenet almıştır.

Hem tevafuk, şevki tezyid ve kelâmı tezyin ettiğinden, nazarımızda güzelleşmiştir.

Ve İşaratü'l-İ'caz tefsiri Eski Harb-i Umumî'nin birinci senesinde cephe-i harpte ateş içinde, müracaat edilecek bir kitap olmadığı halde, âni bir surette âyât-ı Kur'aniyeden tereşşuh eden nüktelere dair yazılmıştır.

O zaman her vakit şehit olmaya hazırlandığımızdan ve şehadeti beklediğimizden o tefsir inşâallah gayet hâlis bir niyetle yazılmıştır. Onun için böyle bir keramete mazhar olmaya lâyıktır.

Eski Harb-i Umumî'nin beşinci senesinde tab' edilmiştir.

Şimdi matbu İşaratü'l-İ'caz'daki tevafukat-ı harfiye suretinde tezahür eden latîf bir işaret-i i'caziye şudur ki:

Bir sahifenin satırları başındaki eliflere baktım, on dört adet çıktı. Birden karşıki sahifenin satırları başındaki elifleri saydım, aynen on dört adet çıktı. Satırların aşağı başındaki ت lere baktım, birbirine muvafık altışar çıktı. Dedim:

"Bu mübarek tefsir, Sözler'in büyük bir kardeşi olduğundan Sözler'deki kelimat tevafuku olduğu gibi, bunda da daha ince bir tevafuk işareti lâzım geliyor." fikriyle tetkik ettim.

Yüz yirmi sahifeden ibaret hemen umumiyetle her bir sahife ya karşıki sahifeye veya arka sahifeye veya arkaya karşı sahifeye, ya tam tevafuktadır veyahut latîf bir münasebet-i adediyeyi gösterir. Hattâ bir sahifede tevafuk yoktu. Baktım, o tevafuksuz, sahife rakamına tam tevafuk ediyor.

Bu tevafukat-ı umumiyenin en latîf bir ciheti şudur ki: On üç elif bulunan tevafuk, bütün kitapta yedi defadır. Yedi elif olan tevafuk ise on üçtür.

On dört elifli tevafuk sekiz defadır, sekiz elifli tevafuk ise on dörttür.

Dokuz elifli tevafuk yine on ikidir, hem bir cihette on dörttür.

On elifli tevafuk ise on birdir. On bir ise on beştir. On iki yine on beştir. On beş, beştir. Beş yine beştir. Altı yine beştir.

Demek muhtelif rakamlar tevafukattan beş kısmı beş oluyor. Bu beş dahi beş defadır. Bu mübarek beşte latîf ve mübarek bir tevafuk çıkıyor. Ve hâkeza çok cihetlerle latîf bir intizamı gösterir.

Elbette intizam kat'iyen tesadüf işi olamaz. Çünkü elif, dörtten on sekize kadar bulunuyor. Demek on dört ihtimalden bir ihtimal ile tesadüf eder. ت , ikiden on ikiye kadardır. Demek on ihtimalden bir ihtimal ile tesadüf eder.

Tesadüf olsa olsa beşte bir, dörtte bir, haydi üçte bir olsun, tesadüf zannedilir. Halbuki on adetten sekiz hakiki tevafuk, onda on olarak latîf bir nisbet-i adediye ile tevafuk ise tesadüf işi kat'iyen olamaz.

Hem çok kitaplara baktım, pek nadir tevafuk ediyor. O da bir intizam ve ıttırad tahtında ve bu tefsir gibi umum sahifelerinde bedî' bir tarzda bulunmaz. Ve hiçbir cihette tesadüf işi olamaz.

Tefsirin bütün sahifelerinde yalnız elif ve ت nin tevafukatına işaret ettim. Daha başka sırları var olduğunu kat'iyen kanaatimiz geldi.

Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın tefsiri, elbette i'cazının cilvesine âyine olur.

İkinci Remiz[değiştir]

Matbu tefsirin diğer bir latîf tevafuku:

Kur'an lafzı, bütün bu cüz-ü tefsirde yüz seksen bir (181) adet bulduk. Doksan dokuz adedi tevafuk etmiş. Otuz dokuz adedi tevafuktan çıkmış. Ondan çoğu diğer sahifelerin tevafukuna girmiş. Kırk iki sahifede tek tük bulunduğu için, elbette tevafuk olamaz. Fakat sahifelerin arkasında diğer Lafz-ı Kur'an ile kısmen tevafuk ediyor.

Tenbih

İşaratü'l-İ'caz tefsiri; Eski Harb-i Umumî'nin birinci senesinde, cephe-i harpte, me'hazsiz ve kitap mevcud olmadığı halde telif edilmiştir. Harp zamanının zaruretinden başka, dört sebebe binaen gayet muhtasar ve îcazlı bir tarzda yazılmış; Fatiha ve nısf-ı evvel daha mücmel, daha muhtasar kalmıştır.

Evvela: O zaman izaha müsaade etmiyordu. Eski Said, îcazlı ve kısa tabiratla ifade-i meram ediyordu.

Sâniyen: Gayet zeki olan kendi talebelerinin derece-i fehimlerini düşünüyordu, başkaların anlamalarını düşünmüyordu.

Sâlisen: Eski Said, en dakik ve en ince olan nazm-ı Kur'an'daki îcazlı olan i'cazı beyan ettiği için kısa ve ince düşmüştür.

Fakat şimdi ise Yeni Said nazarıyla mütalaa ettim. Elhak, Eski Said'in bütün hatîatıyla beraber şu tefsirdeki tetkikat-ı âliyesi, onun bir şaheseridir. Yazıldığı vakit daima şehit olmaya hazırlandığı için hâlis bir niyet ile ve belâgatın kanunlarına ve ulûm-u Arabiyenin düsturlarına tatbik ederek yazdığı için hiçbirini cerh edemedim. Belki Cenab-ı Hak, bu eseri ona keffaret-i zünub yapacak ve bu tefsiri de tam anlayacak adamları yetiştirecek inşâallah.

Eğer Birinci Harb-i Umumî gibi maniler olmasaydı tefsirin şu birinci cildi, i'caz vücuhundan olan i'caz-ı nazmîyi beyan ettiği gibi diğer cüzler ve mektublar da müteferrik hakaik-i tefsiriyeyi içine alsaydı, Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'a güzel bir tefsir-i câmi' olurdu. Belki inşâallah şu cüz-ü tefsir ve altmış altı adet, belki yüz otuz adet "Sözler" ve "Mektubat" risaleleriyle beraber me'haz olursa ileride bahtiyar bir heyet öyle bir tefsir-i Kur'anî yazsın, inşâallah.

Üçüncü Remiz[değiştir]

İşaratü'l-İ'caz âyinesinde temessül eden bir cilve-i i'caza dairdir.

Madem Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'da Lafzullah kudsî tevafukat-ı hârika ile beraber çok mühim nükteleri var. Nasıl ki kısmen göstermişiz ve işaret etmişiz. Elbette me'hazı münhasıran âyât-ı Kur'aniye olan İşaratü'l-İ'caz tefsirinde Lafzullah'ın dört harfi olan elif ve ل ve (sakin elif) ve ه ve Lafzullah'ın başında yemin için istimal edilen üç harf olan و ve ب ve ت، وَاللّٰهِ ve تَاللّٰه ve بِاللّٰهِ gibi nükteleri vardır diye düşündüm. Acele ile teftiş ettim ve kusurlu ve noksaniyetli bulduğum münasebatı kaydediyorum. Tâ ki inşâallah başka bir zata me'haz olur, ben bulmadığım sırları o bulur.

Mesela, Lafzullah'ın başındaki elif, matbu tefsirin satırları başında bin yüz doksan (1190) adettir. Bin adet tam tevafuktadır. Mütebâkisi de latîf münasebat-ı adediye ile zımnî bir nevi tevafuk vardır. Yüz yirmi sahife tefsir ve yedi sahife hâtimesinde, yetmiş yedi tam tevafuk var. On beş dahi bir latîf nükte için birer adet fark ile mesela on bir ile on zımnî tevafuk var. Mütebâkisi ise başka nükteler için tevafuka girmemişler.

Mesela, âhirdeki iki sahifede hem elif hem ت tevafuktan çıktılar. Tâ ikisi darb vasıtasıyla tefsirin intiha adedine tevafuk edip göstersin.

Mesela, Lafzullah'taki (sakin elif) yüz on yedidir. Yetmiş yedisi tam tevafuktur. Mütebâkisi sair arkadaşlarıyla veya sahife rakamıyla tevafuk ediyor. Yirmi yedi defa iki gelmiş. Yirmi bir adedi tevafuktur. Mütebâkisi başka nükteler için tevafuka girmemiştir. Üç adet ile yirmi yedi defa zikredilmiş. Yirmi beş tevafuktur. İki adet başka nükteler için tevafuka girmemiştir.

ل doksan beş sahifede vardır. Ondan da yetmiş tevafuk var. On üç adedi tevafuksuz. Otuz dört defa iki gelmiş. Altı tevafuksuz, mütebâkisi tevafuklu. On beş defa üç gelmiş. On tevafuklu, beş tevafuksuz.

ه de yetmiş dokuz tevafuk var. On iki sıfır, yirmi sekiz tevafuksuz. Kırk beş defa bir gelmiş, üçü tevafuksuz, mütebâki tevafuk. Yirmi üç defa üç gelmiş, sekiz tevafuksuz, mütebâki tevafuk. Otuz defa iki gelmiş, üçü tevafuksuz, mütebâki tevafuk. Sekiz defa dört gelmiş, dördü yine tevafuksuz, dördü tevafuklu. Yalnız bir defa sekiz, bir defa altı gelmiş.

ب yüz iki sahifede var. Mütebâki sahifelerde yoktur. Mevcuddan yetmiş tam tevafuk var. Mütebâkisi başka nükteleri var. Otuz dört defa iki gelmiştir. Dördü tevafuksuz, mütebâkisi tevafuklu. Kırk bir defa bir gelmiş. Üçü tevafuksuz, mütebâki tevafuk.

ت doksan dokuz sahifede ehemmiyetli bulunmuş, başka sahifelerde bulunmaz veyahut ehemmiyetsizdir. O doksan dokuzdan altmış adedi birbirine tam tevafukta. Mütebâkisi ya elif ile veya sahife rakamıyla tevafuk ediyor veya bir latîf nükteyi gösteriyor.

ت nin latîf münasebatından bir numune: Altı ت on beştir. Beş ت yirmi ikidir. İki ت dörttür. Üç ت dörttür. Dört ت on ikidir. Dokuz ت on ikidir. On bir ت ikidir. Yedi ت yedidir. Sekiz ت on dokuzdur.

و yüz on üç sahifede elli üç tam tevafuk, sekiz defa yedi ve sekiz olarak geliyor. Tâ ki sahife rakamı gibi başka tevafuku göstermek için yediden sekize atlıyor ve sekizden yediye iniyor. Demek altmış bir tevafuk var. Mütebâkisi arkadaşlarıyla, sahife rakamıyla latîf tevafukatı var. Yirmi dört defa altı geliyor. On beş kendi kendine tevafuk ediyor. Dokuzu başka tevafukla, diğer nüktelere hizmeti vardır. Yirmi altı defa beş geliyor. Yirmisi kendi kendine tevafuk ediyor. Altısı başkaları ile tevafuk edip başka hizmetleri görüyor.

Dördüncü Remiz[değiştir]

و tevafukatının bir sırr-ı acibi:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ اَيُّهَا الْاِخْوَانَ الصَّادِقٖينَ الصِّدّٖيقٖينَ الْمُصَدِّقٖينَ

Aziz kardeşlerim!

İnsan ara sıra yemişlere muhtaç oluyor. Kut ile beraber tefekküh de lâzım olduğu gibi, ilm-i belâgatta kut ve gıda hükmünde olan fenn-i meâni ve beyanın belâgat nüktelerinin fakihesi dahi fenn-i bedî'ın mezayasıdır. Çendan sanat-ı bedîa lafza ve surete aittir fakat ehl-i belâgatça kelâmın ziyneti, fakihesi, yemişi hükmündedir. Kur'an-ı Hakîm ve ehadîs-i Nebeviyede çok bulunuyor. Demek güzeldir. Onun için güzel kelâmlar içinde bulunuyor. Hem çok defa hakaike hizmet ediyor ve manaların muntazam ve mevzun olduğunu gösteriyor.

Madem Cenab-ı Hakk'ın esma-i hüsnasından bir ismi, Bedî'dir. Onun cilvesine mazhariyet, bir sırrı işmam ediyor.

Hem bir zat-ı azîmin iltifatının zarfı ve iltifat ile verilen hediyeye sarılan bir parça bez, çendan zatında ehemmiyetsiz cüz'î bir şey olarak görünse de fakat o iltifat-ı şahanenin ve işarat-ı mülûkânenin unvanı ve zarfı olduğu cihetinde çok kıymettardır. On paralık ise de, on lira kıymetindedir.

Madem Sultan-ı Ezel ve Ebed'in bir işaret-i hususiyesini "Yedi İnayet" namıyla bir mektubda yazdığımız gibi yedi işarat ve o yedi inayetin içinde ve o yedi inayetten tevafuk kısmından bir iltifat-ı hususiye hissettik. O iltifatın zarfı ve gılafı olan tevafukun envaına ne kadar cüz'î olursa olsun o işaretin hesabına ehemmiyetle bir hakikat-i ilmiye gibi ehemmiyet vermeye kendimizi mecbur biliyoruz. Biz onun için İşaratü'l-İ'caz tefsirindeki tevafukat-ı harfiyeye ehemmiyet veriyoruz.

Bir defa acele ile baktım. Elif ve ت nin, en muannid bir adamı dahi susturacak bir derecede bir intizam, bir ıttıradı göründü. Tesadüfe havale edilse yüz yirmide ancak yirmide zahiren tesadüfe verilebilir. Mütebâkisi kasdı ve iradeyi ihsas ediyor bir tarzdadır.

Hattâ en âhirki yaprakta elif on beş gelmiş, tevafuksuz. Karşısındaki ت sekiz gelmiş, onun da tevafuku yok. Halbuki tevafuktan çıkanlar, kısmen kitabın sahifelerindeki rakamı işaret ediyordular.

Dedim: "Acaba kitabın başından âhirine kadar elif ile ت ekseriyetle tevafukla muntazaman geliyor. Hâtimesinde خِتَامُهُ مِسْكٌ lâzım gelirken ikisi de tevafuktan çıkmış."

Dikkat ettim, canım sıkıldı. ت yi elifin başına vurdum, "Ne için böyle karıştırarak yoldan çıktınız?"

Birden o darbımdan yüz yirmi adet gösterdiler. Parmaklarıyla işaret eder gibi "İşte senin tefsir kitabının nihayeti yüz yirmi adettir. Bizim vazifemiz onu göstermektir." خِتَامُهُ مِسْكٌ sırrına mazhar oldular.

İkinci defa tekrar acele ile tefsire baktım. Dedim: Acaba elif, Allah'ın evvelki harfidir. ت ekseriyetle ve hususan vakf halinde ه ye kalbolduğu için Lafzullah'ın âhir harfi hükmündedir. Hem huruf-u kasemiye olduğu cihetle, Lafzullah'ın önünde تَاللّٰهِ، تَاللّٰهِ gibi zikredilir. Bu iki huruf gibi bütün kitapta devam eden yoktur. Yalnız en büyük huruf-u kasemiye olan و Lafzullah'ın önünde kasem vaktinde ekseriyetle zikredilir. Bu kitapta ekseriyet-i mutlaka ile devam ediyor. Bir intizam ve bir kasd ve iradeyi işmam edecek çok münasebatını şu tefsirde gördük. و ın tevafukatına kısmen tefsirin bir köşesinde işaretler koydum. Sizdeki tefsiri ona bakarak kaydediniz.

Ben bu و , elif, ت deki latîf ince intizamı gördükten sonra acaba başka kitaplarda bu sırrın bu tarzına mazhariyetleri var mı diye baktım. Halebî gibi Arabî ve şerh ve mübarek bir kitabın satırları yirmi iki, hem elifleri ve ت leri çoktur. Üç yüz elli sahife içinde, üç yüz otuz sahifeye kadar baktım. Elif tevafukatı karşı sahifeye on dört taneden başka yok. Arka sahifeyi de ilâve etsek, on dört de olmaz. Mecmuu yirmi sekiz olur. Haydi kırk ve haydi yüz olsun farz etsek yine hiç tefsire benzemiyor. Çünkü tefsirde yüzde ancak yirmi, zahiren hariç kalıyor.

Sonra dedim: Kendim eskiden yazdığım Arabî risalelerim var. Biri Türkçe olarak on iki küçük Arabî risalelerime baktım. On iki risalede on iki tam tevafuk buldum. İki yüz yetmiş sekiz (278) sahifeden ibaret olan risalelerden seksen sekiz sahifesi Türkçe, mütebâkisi Arapça olduğu halde tetkik ettim. On iki kadar sahife tevafukatı ve arka sahife, ya o kadar veyahut daha bir parça fazladır. Olsa olsa yirmi otuz tevafuk bulundu. Halbuki onların bazı sahifeleri yirmi satırdır.

Hem elif, ت tefsir gibi devam etmiyor, ıttırad ve intizamı yok. Hem hurufatta küçük adetler oluyor. İki, üç, dört gibi adede iniyor. Küçük adetlerde tevafuk çok olmak lâzım gelirken pek az var.

Tefsirin elif, و ve ت lerinde adet çok olduğu halde tevafukatı pek az lâzım gelirken pek çok olduğu cihetle şekk ve şüphe bırakmadı ki bir iltifat-ı has ve bir işaret-i hususiye ve bir inayet-i mahsusanın lemaatı ve emaratı ve tereşşuhatıdır.

Madem neşemizi açıyor ve hizmet-i Kur'aniyede şevkimizi ziyadeleştiriyor ve itimadımızı teyid ediyor ve menfaatli meyveler veriyor, elbette hakikattir ve min indillahtır.[1]

İhtar

و , elif, ت tevafukatı bazen bir yaprak atlar. Bazen de başka tevafuk içine karışır. Mesela: Otuz altıncı sahifede elif dokuz, bir yaprak sonra elif dokuza bakar. O iki dokuz ortasında elifin iki altı tevafuku var. Bazen zelzele lafzı gibi, o iki tevafuk birbirine karışır. Hem bazen ت، و a tevafuk eder. و dahi onlara tevafuk için yolunu değiştiriyor.

İ'tizar: Bu küçük ve ince meselede ziyade tafsil ve ehemmiyet verdiğimden kusurumu affetmek, ruhları sıkılmamak için kardeşlerimden rica ediyorum.[2]

Beşinci Remiz[değiştir]

Hâtime

Kur'an'da Lafzullah'ın hurufatının tevafukatı adetlerinin birbirine tevafuklarını, zerre miktar insafı bulunan tesadüfe veremez. Ezcümle:

Başındaki elif yetmiş yedi tam tevafuku olduğu gibi, sakin elif dahi aynen yetmiş yedi[3] tam tevafuk ediyor. Hem ب nin yetmiş tam tevafukuna ve ل ın yetmiş tevafukuna ve م in yetmiş tevafukuna ve ه nin yetmiş küsur tevafukuna mutabakatı, beş defa yetmiş birbiriyle tevafuku bilbedahe kör tesadüfün işi olamadığı gibi ت nin altmış adet tevafuku, و ın dahi aynen altmış tevafukuna ve ن un altmış küsur tevafukuna mutabakatı tesadüf işi olamaz.

Hem ت nin beşer tevafukunun adedinin yirmi defa olduğu, و ın dahi beşer adet tevafukunun aynı yirmi olmasına mutabakatı kör tesadüfün işi diyenler elbette kördürler. ل otuz dört defa iki gelmesi

ve ه otuz defa iki gelmesi ve sakin elifin ikişer ve üçer adetleri her bir kısmı yirmi yedi defa gelmesi

hem sakin elif ve ه her birinin üçer adetleri yirmi küsur gelmesi

ve ه ve ب her biri kırk küsur defa bir tek gelmesi ve her birinden yalnız üç adet tevafuksuz kalması ن un ikişer tevafuku yirmi altı defa olup aynen yirmi altı defa olarak üçer tevafukuna tevafuku ve م in yirmi iki defa üçer tevafukuna bir derece muvafık gelmesi...

Elbette ve her halde şuursuz ve kör tesadüfün işi değildir. Belki alâmet-i makbuliyet olarak bir inayet-i hâssanın tanzimi ve müdahalesiyle oluyor. Ve hâkeza... Mezkûr tevafuk adedindeki tevafukat-ı latîfe gibi çok münasebetleri var.

Zannederim, bu hurufat münasebatındaki sırra dair israf ettim, fazla söyledim. Kardeşlerime bir derece usanç verdim. Belki lisan-ı halleri

لَاخَيْرَ فِى الْاِسْرَافِ

der. Ben de derim ki:

İhtiyarsız bir niyet-i hayr ile israfa girdim. Onun için İmam-ı A'zam gibi derim:

كَمَا لَاخَيْرَ فِى الْاِسْرَافِ لَا اِسْرَافَ فِى الْخَيْرِ

İnşâallah böyle hayırlı işte israf yoktur. İsraf olsa da affedilir.

اَللّٰهُمَّ اجْعَلْ اَعْمَالَنَا مُوَافِقَةً لِمَرْضَاتِكَ وَوَفِّقْنَا لِاتِّبَاعِ سُنَّةِ نَبِيِّكَ عَلَيْهِ وَعَلٰى اٰلِهٖ وَصَحْبِهٖ اَفْضَلُ الصَّلَاةِ وَاَتَمُّ التَّسْلٖيمَاتِ اٰمٖينَ

Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmının İkinci Remzi[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

Kenzü'l-Arş Duası'nın Feyzinden Gelen Bir Nükte-i Kur'aniye[değiştir]

Lafzullah'ın içindeki hurufatı ile ve yemin için Lafzullah'ın başında bulunan و،ب،ت harfleri Kur'an'ın bir tefsiri olan İşaratü'l-İ'caz'da hârikulâde bir sırr-ı tevafuku göstermeleri, bu hurufatın Kur'an'ın içinde mu'cizane vaziyetlerinden neş'et ettiğini gördük. Adetlerinin küsuratı[4] başka bir münasebet gösterdiğinden şimdilik ondan kat'-ı nazar ile yalnız küllî adetlerindeki münasebat-ı tevafukiyeyi işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Lafzullah'ın en mühim harfi olan baştaki elif, umum Kur'an'da çok sırlara medar olarak 40 bin gelmesi ve yine Lafzullah'ın eliften sonra lâm-elif yani لا, meşhur bir adet olan 19 bin[5] gelip Lafzullah'ın âhiri olan ه yine aynen 19 bin olarak ikisinin muvafık gelmesi...

Hem yalnız ل hesab-ı ebcedle otuz olduğuna göre ona muvafık olarak Kur'an'da 30 bin gelmesi...

Ve و bir hesapça 23 bin diğer bir cihette 20 bindir. Hem ى nin hem م in hem لا nın hem ه nin 19 veya 20 bin adetlerine ve Kur'an'daki yekûnlerine muvafık gelmesi...

Ve Lafzullah'ın başındaki elif-lâm-ı tarif yani ال 70 bin olup[6] Kur'an kelimatının mecmu-u adedi olan 70 bine muvafık gelmesi...

Hem ب ve ت iki kardeş gibi bir derece fark ile ب 11 bin, ت 10 bin muvafık gelmesi...

Ve âhir-i huruf-u hecadan olan ve nidada İsmullah'ın evvelinde bulunan ى yirmi bin dokuz yüz (20900), bir cihette 19 bin küsur olmakla hem لا nın, hem ه nin, hem و ın adetlerine ve Kur'an'daki 19 binlik yekûnlerine muvafık gelmesi...

Ve Lafzullah'ın mecmu-u Kur'an'da iki bin sekiz yüz (2800) ve لا sı 19 bin ve ه si yine 19 bin, mecmuu 40 bin olup baştaki elifin 40 bin adedine muvafık gelmesi...

Hem Lafzullah'ın hurufatından başka harflerin Kur'an'da adetleri çok latîf münasebat-ı tevafukiyeyi göstermeleri, ezcümle:

Ebced hesabıyla ج üç olup ve Kur'an'da üç bin olarak makamına muvafık gelmesi, ح hecada ج in kardeşi olduğundan ج gibi yine üç bin ve د ebcedde ج in arkadaşı olduğundan yine üç bin olup, üçü birbirine muvafık gelmesi...

Hem ebced hesabıyla yüksek makamda bulunan ث،ذ،خ،غ،ض hem ص her biri Kur'an'da ikişer bin gelip birbirine muvafık gelmesi...

Ve ص ın güzel ve hafif bir şekli olan س, üç dişine münasebettar üç bin üç yüz otuz (3330) olup latîf sırları îma eder bir surette gelmesi...

Ve ط ve ظ iki kardeş gibi ظ، ط dan daha hafif olduğundan bin iki yüz, ظ onun kız kardeşi gibi nısfı olarak altı yüz gelmesi...

ف ebced hesabıyla seksen olmasına göre Kur'an'da iki sıfır zammıyla muvafık olarak sekiz bin gelmesi...

ع، ك her biri dokuz bin gelerek birbirine muvafık gelmesi...

قُرْاٰنْ kelimesinde en birinci harf olan ق altı bin gelip Kur'an'ın mecmu-u âyâtının altı bin adedine tevafuk etmesi, bazı münasebetler için muvafık gelmesi...

ب، م ye nisbeten usûl-ü sarfiyece birbirine kalp ve makamına geçen iki ب kadar ve ebcedî makamının yarısı kadar 20 bin gelmesi...

Ve ن ebcedî makamı olan ellinin yarısı hükmünde olan 26 bin gelmesi...

Elbette ve her halde Kur'an'ın hurufatında dahi bir cilve-i i'cazın bulunmasına işaret...

Ve o hurufatta hârikulâde muntazam çok nükteler ve sırların bulunduğuna delâlet...

Ve huruf-u Kur'aniyenin her biri ondan on bine kadar sevap meyveleri vermesine liyakatine ve kabiliyetine şehadet...

Ve huruf-u Kur'aniyenin tebdiline çalışanların nihayet derecede belâhet ve hasaretlerine kat'î delâlet ettiğini ehl-i dikkat tereddüd etmez, görür.

Ehl-i ilhadın kör oldukları için görmemeleri, İmam-ı Busayrî'nin

قَدْ يُنْكِرُ الْمَرْءُ ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ

وَيُنْكِرُ الْفَمُ طَعْمَ الْمَاءِ مِنْ سَقَمٍ

düsturuyla "Gözlerindeki hastalıklar ile güneşin ziyasını göremezler ve dillerindeki hastalıklarla âb-ı hayat olan şu tatlı suyun lezzetini ve zevkini hissedip tadamazlar."

اَللّٰهُمَّ وَفِّقْنَا لِفَهْمِ اَسْرَارِ الْقُرْاٰنِ عَلٰى وَفْقِ مَا فِى اللَّوْحِ الْمَحْفُوظِ وَمُوَافِقًا لِفَهْمِ نَبِيِّكَ الْاَكْرَمِ عَلَيْهِ وَعَلٰى اٰلِهٖ وَ اَصْحَابِهٖ اَفْضَلُ صَلَاةٍ وَاَزْكٰى سَلَامٍ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

İKİNCİ REMZ'İN MÜHİM BİR ZEYLİ[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

[On dakika zarfında hasıl olan bir nükte]

Kenzü'l-Arş Duası'nın Feyzinden Gelen İkinci ve Yeni ve Ayrı Bir Nükte-i Tevafukiyedir.

Nasıl ki Sure-i Kevser'in hurufatı, ebcedî makamı üç bin adet olmakla:

  • Hem Sure-i Yâsin'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Furkan'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Fâtır'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Sebe'in üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Ve's-sâffât'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Sâd'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Ra'd'ın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Er-Rum'un üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Zuhruf'un üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i Şûra'nın üç bin adet hurufuna
  • hem Sure-i İbrahim'in üç bin adet hurufuna tevafuku ve o on bir surenin birbiriyle muvafakatı ve mutabakatı bilbedahe tesadüf işi olamaz.

Aynen öyle de Sure-i Kevser'in en kısa sure olmakla beraber hurufunun makam-ı ebcedîsi olan üç bin adet ile;

  • En uzun sure olan El-Bakara örfî kelimatının üç bin adedine...
  • Hem Sure-i Âl-i İmran kelimatının üç bin adedine...
  • Hem Sure-i Nisa kelimatının üç bin adedine muvafakatı...

Elbette kör tesadüfün işi değil ve rastgele şuursuz ittifakî bir vaziyet olamaz.

Bu tevafukatta küçük küsurat, münasebat-ı tevafukiyeyi bozmadığından nazara almadık.

Hem en kısa sure olan Sure-i Kevser'den bahsettiğimiz münasebetiyle Sure-i اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ فٖى لَيْلَةِ الْقَدْرِ 'in[7] bir tek tevafukundan bahsedeceğiz. Şöyle ki:

Sure-i Kadr'ın yüz yirmi hurufu var. Gayr-ı melfuz hemze sayılmazsa yüz on dörttür. En evvel nâzil olan Sure-i Alak küsuratından kat'-ı nazar nısf-ı evvelin hurufatı ve tam surenin kelimat-ı nahviyesi yüz küsur olmakla; Sure-i Duha, Sure-i Elem Neşrah Leke ve Sure-i Zilzal ve Sure-i Tekâsür ve Sure-i El-Maun ve Sure-i El-Alak'ın nısf-ı evveli ve Sure-i Vettîn ve Sure-i El-Karia ve Sure-i Hümeze'nin her birinin yüz aded-i hurufuna tevafuku ve o on surenin küsuratından kat'-ı nazar birbiriyle manidar muvafakatı tesadüfî olamaz.

Aynen öyle de: Sure-i El-Kadr'in mütevafıkları olan o on surelerin her biri yüz adet hurufu ise, kelimat noktasında da Sure-i Fecr, Sure-i Abese, Sure-i El-Mürselât, Sure-i El-Buruc, Sure-i El-Mutaffifîn, Sure-i El-İnşikak, Sure-i En-Naziat, Sure-i Nebe', Sure-i Münafikûn ve Sure-i Cumua'nın her birinin yüz küsur örfî aded-i kelimatına yüzlükte manidar tevafukları tesadüfî olmadığı gibi...

Evvelki huruf cihetinde de on adet sure-i mütevafıkanın ve kelimat cihetinde son on adet suver-i mütevafıkanın küsurattan kat'-ı nazar tevafuklarıyla beraber o iki kabile olan onar adet sureler müttefikan âyet nokta-i nazarında Sure-i İsra, Sure-i Kehf, Sure-i Tâhâ, Sure-i Yusuf, Sure-i Hûd, Sure-i Yunus, Sure-i Nahl, Sure-i Enbiya, Sure-i Mü'minûn, Sure-i Tevbe, Sure-i Maide her birinin yüz küsur adet âyetlerine manidar tevafukları elbette bir hikmeti var. Ve her halde şuursuz, hikmetsiz tesadüfün işi değildir.[8]

Küsuratlarının farkları cüz'îdir.

Mesela: Tenvirü'l-Mikbas tefsirinin gösterdiği adede binaen Sure-i Yunus'un kesri dokuz, Kehf'ın on, İsra'nın on bir, Hûd'un on iki, Mü'minûn'un on dokuz, Maide yirmi, Alak'ın nısf-ı evveli yirmi bir, El-Kadr yirmi iki, Nahl yirmi sekiz, Tevbe otuz, Tîn elli, El-Karia elli iki ve hâkeza... İşte böyle kesirlerin küçücük farkları, münasebat-ı tevafukiyeyi elbette bozmaz.

Hem Sure-i Kadr yüz on dört (114) harfiyle, yüz on üç (113) surelerin adedine bir fark ile tevafuku manidardır. Güya benden başka yüz on iki (112) sure ile bir de küçük bir Kur'an olan Fatiha geleceğine bir îmadır.

Bu surelerin âyât cihetindeki tevafukatta bir letafeti şudur ki:

ألف isminin ebcedî makamı olan yüz on bir (111) ki üç eliftir yani ااا Hem Sure-i İsra, hem Sure-i Yusuf, hem bir kavle göre Sure-i Kehf aynen yüz on bir (111) olması ve o üç eliften ikisi bir çizgi üstüne konulsa, bu suret olur الل ki Lafzullah'tır.

Sure-i Kevser ve Kadr ve Alak bahsi münasebetiyle Sure-i İhlas'ın bu nevi tevafukatta bir küçük nüktesini beyan etmek münasiptir. Şöyle ki:

İhlas'ın ebcedî makam-ı hurufîsi bin üçtür (1003). Küsurdan kat'-ı nazar Sure-i Nur, Sure-i Hacc, Enfal, Nahl ve İsra ve Kehf ve Enbiya ve Mü'minûn ve Zümer ve Yusuf ve Hûd ve Yunus ve Neml ve Şuara ve Tâhâ surelerinin her birinin bin küsur kelimat adetlerine tevafukuyla beraber;

Huruf cihetinde Sure-i Sebe' ve El-Hàkka ve Mümtehine ve İnsan ve Tûr ve Secde ve ve'z-Zariyat ve Rahman ve Tahrim ve Talak ve Duhan surelerinin her birinin bin adet küsur hurufuna manidar tevafuku elbette bir sülüs-ü Kur'an addedilen Sure-i İhlas'ın hikmettar bir nüktesidir ve bir sırr-ı azîmi var ve şuursuz ve hikmetsiz tesadüfün işi değildir.

Mezkûr surelerin küsuratı çendan bir kısmı büyükçedir, fakat Tenvirü'l-Mikbas tefsirine göre birbirine yakındırlar. Mesela; Sure-i Tûr ve Secde ve Mümtehine ve Sebe'in kesirleri beş yüzde müttefiktirler, yalnız küçük farkları var.

Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmı'nın Üçüncü Remzi[değiştir]

Bu Remiz çok ehemmiyetlidir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

Kenzü'l-Arş Duası'nın Feyzinden Gelen Üçüncü Nükte-i İ'caziye[değiştir]

Mukaddime[değiştir]

Şu Nükte, İki Kısım'dır.

Birinci Kısım, şimdiki sünuhat ve tahkikatıma bina edilmiş, Sure-i Alak'a aittir.

İkinci Kısım, Tefsir-i İbn-i Abbas'tan ahzedilen ve surelerin kelimat ve hurufatını hesap eden beyne'l-ulema mevsuk allâme-i Firuz Âbâdî olan Sahib-i Kamus'un meşhur tefsirine istinaden ve eski mahfuzatıma itimaden suver-i Kur'aniyenin mabeynindeki tevafukatla işaret edilen bazı sırlara dairdir. Şu tefsir ve eski mahfuzatım ekseriyetle huruf-u melfuzaya ve kelimat-ı örfiyeye bakarlar.

Birinci Kısım[değiştir]

Sure-i Alak'ta hurufatın vaziyetindeki letaif çoktur. Biz yalnız tevafukatla münasebettar dört letafetlerine işaret edeceğiz:

Birinci Letafet[değiştir]

En evvel nâzil olan bu surede, hemzenin kırk beş defa tekerrürü ile ل ın kırk beş defa tekerrürüne tevafukla beraber, kırk bir surenin başına parmağını basıyor.

ب on altı defa tekerrürüyle ى nin on altı defa tekerrürüne tevafuk edip, ى on dört surelerin başına işaret edip ب başka sırları gösterir.

ت on dört defa tekerrürüyle ر nın on dört adedine tevafuk ile vücudlarını hissettiğim ve şimdilik teşhis edemediğim, Kur'an ile münasebettar sırlara işaret ediyorlar.

ق sekiz tekerrürüyle sekiz surenin başına işaret ettiği gibi, س in sekiz adedine tevafuk etmekle beraber, س dahi sekiz surenin başına parmak basıyor ve mühim sırlara medardır.

ط üç adet tekerrürüyle yine üç surenin başına işaret etmekle beraber, ص ın üç adedine ve خ nın üç adedine tevafuk ediyor.

ن (tenvin) ile beraber yirmi dokuz tekerrürüyle medde denilen (sakin elif) in yirmi dokuz adedine tevafuk noktasında çok esrara medardır.

و ebcedî makamı altı adedi ve tekerrüründeki altı adedine ve د ın altı adedine tevafukla vav-ı kasem ile başlayan on iki sureye işaret etmekle beraber, makam-ı ebcedi altı olduğundan tekerrürü dahi altı olsa otuz altı olur. Vav-ı kasem ile başlayan on altı surelerin başlarına otuz altıdan iki tanesi müstesna otuz altı vav-ı kasemiyeyi tevafuk ile göstermesi mühim esrara medar olduğunu gösterir.

ع on iki, م on üç adedine bir fark ile bir münasebet-i tevafukiye ile şimdilik bilmediğim bazı sırları gösterir.

ذ yedi, ه nin yedi adedine tevafuk etmekle ikinci ve üçüncü letafetlerde beyan edilen esbaba binaen elbette bunlar dahi öteki harfler gibi bazı esrara medardırlar.

غ iki, ف iki, ج iki birbirine tevafukla makam-ı ebcedî noktasında bin veya iki bin yüz altmış altı (1166 |2166) gelecek veya geçmiş tarihindeki hâdisata îmadan hâlî değildir.

ك on defa tekerrürüyle makam-ı ebcedî noktasında iki yüz olmakla fütuhat-ı Kur'aniyenin en müterakki tarihi olan 200 tarihine ve fütuhat-ı Kur'aniyenin durmasıyla tedafüî vaziyetine girmesi zamanı olan 1200 tarihine işaret etmesi, bu esrarlı surenin şe'nindendir.

Bu surenin hurufunda bir letafet daha var. Şöyle ki: Muntazaman terakki ediyor.

Mesela: ز bir; ف،غ،ج ikişer; ط،ص،خ üçer; و،د altışar; ه ،ذ yedişer; س،ق sekizer; ك on; ع on iki; م on üç; ر،ت on dörderdir. ب،ى on altışar; ن tenvin ile (sakin elif) yirmi dokuzar; hemze, ل kırk beşerdir.

İkinci Letafet[değiştir]

Sure-i El-Alak Hazret-i İbn-i Abbas radıyallahu anhümadan nakl-i sahih ile sabittir ki en evvel Hazret-i Cebrail aleyhisselâm

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ

suresini getirmiş. Bir rivayette tâ اَرَاَيْتَ kelimesine kadar en evvel nâzil olan odur. Bir vakit sonra Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm namaz kılarken Ebu Cehil taarruz ettiği hengâmda اَرَاَيْتَ kelimesinden nihayete kadar nâzil olmuş. Demek en evvel nâzil olan, şu surenin اِلٰى رَبِّكَ الرُّجْعٰى kelimesine kadardır ve o da yüz yirmi dokuz (129) harftir. Bir cihette yüz yirmi birdir (121). Şedde sayılmazsa yüz on dokuzdur (119). Yalnız melfuz yüz on dört (114) oluyor. Demek en evvel nâzil olan bu nısf-ı evvel, yüz on dört (114) adet Kur'an surelerine işaret ediyor.

Şu surede ظ،ض،ش،ث dan başka bütün huruf-u heca mevcuddur. Şu sure en evvel nâzil olduğu için ve اِقْرَاْ ile "Kur'an'ı oku" demekle şu sure, Kur'an'ın bir nevi fihristesi hükmünde olduğuna delâlet eder. Madem bu sure en evveldir ve fihriste hükmündedir. Elbette hurufatıyla ve kelimatıyla Kur'an'ın surelerine bakacak ve haber verecek.

Mesela, yüz on dört (114) nahvî kelimatıyla ve hem en evvel nâzil olan nısf-ı evvel hurufatıyla bir cihette umum suver-i Kur'aniyenin adedine tevafuk ve bir cihetle suhuf-u enbiyanın adedine tevafukla mühim esrara medardır.

Şu surenin birinci letafetinde zikredilen mükerrer hurufat adediyle gayet manidar, gelecek suver-i Kur'aniyeyi haber veriyor. Ezcümle:

Kur'an'ın kırk bir suresinin başı eliftir, yani hemzedir. Sure-i

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ 'de hemze çendan kırk beş sayıldı. Fakat âhirdeki وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ kelimelerinde ve بِاسْمِ 'de ve بِالْقَلَمِ 'deki hemzeler hiçbir kıraatta okunmadıklarından sayılmazlar. Şu halde bu en evvel nâzil olan suredeki kırk bir hemze, kırk bir surenin başlarına kırk bir işaret parmaklarıyla gösterir, haber verir ve geleceklerine müjde verir.

ى on altı defa tekerrür etmiş. Fakat اَلَّذٖى ve اَرَاَيْتَ her biri üçer defa tekerrür ettiğinden ikişer sayılsalar on dört ى kalır. Bu on dört ى ile Kur'an'ın surelerinden on dört surenin başlarında bulunan ى lere tevafukla parmak basıyor ve gösteriyor. Ve on iki yerde (yâ-i nidaiye) ile başlayan surelere nazar-ı dikkati celb ettiriyor.

Hemze ile ل ın ال suretinde beraber zikredilmeleri şu surede on dört tekerrürü var.

م in dahi on üç tekerrürü vardır. Kur'an sureleri içinde on üç surenin başında elif-lâm ism-i hecaileriyle bulunmakla beraber, Sure-i اَلَمْ تَرَ كَيْفَ 'de çendan ism-i hecaisiyle bulunmaz. Fakat öteki surelerin aynı şeklinde الم yazıldığından on dört sure olur. Şu Sure-i Alak aynen Fatiha gibi on dört لا den on dört parmaklarıyla o şifre-misal on dört surelerin başlarına işaret ediyor ve gösteriyor.

Hem م siz beş الٓرٰ yerine م li altı حٰمٓ gelse, on beş surede م dahi ism-i hecaisiyle zikredilmiş olur.

Şu suremizde on üç م ve Besmele'nin üç mim'iyle on altı م olur.

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ dahi o on beş sureye ilâve edilse o da on altı sure olur. Demek suremizdeki م ler, suver-i Kur'aniyedeki on altı şifreli ve م li surelerin başlarına tevafuk sırrıyla parmak basıyor.

س nin sekiz tekerrürü var. Surelerin Yâsin ile beraber[9] başlarında س ile başlayan yalnız sekiz tane sure var. Bu sekiz o sekize tevafuk sırrıyla sekiz parmak ile sekiz sureyi gösteriyor.

ق sekiz defa tekerrür etmiş. Kur'an sureleri içinde yalnız sekiz sure ق ile başlamış. Demek şu sure sekiz ق larıyla o sekiz sureleri gösterip geleceklerine müjde veriyor.

Şu surede ط üç defa tekerrür etmiş. Suver-i Kur'aniyede ط ile başlayan dört sure var: طٰهٰ , iki طٰسٓمٓ ve طٰسٓ dir.

Halbuki iki طٰسٓمٓ bir tarzda olmakla bir sayıldığı için yalnız üç sure vardır ki ط ile başlıyor denilebilir. Şu suremizdeki üç ط onlara tevafuk sırrıyla sair arkadaşları gibi kasdî bir işaret eder, tesadüfî olamaz.

و ın tekerrürü altı, makam-ı ebcedîsi dahi altı, mecmuu on iki olmakla suver-i Kur'aniye içinde yalnız on altı sure var ki و ile başlıyor. İki وَيْل 'den başka vav-ı kasemiyedir.

وَالسَّمَٓاءِ iki defa tekerrür ettiğinden bir sayılsa, hem bir tek sure bir mühim sır için müstesna kalmak cihetiyle, on iki sure, vav-ı kasemiye ile başlıyor. Demek şu sure, on iki surenin başlarındaki و ile tevafuk sırrıyla kasdî işaret eder denilebilir. Hem و ın ebcedî makamı altı olduğundan bu makamın altılık noktasında altı defa tekerrür ettiğinden otuz altı adet olur.

و ile başlayan surelerin başlarında on altı surenin و larıyla beraber o surelerin bir kısmının başlarında yine vav-ı kasemiye yirmi defa tekerrür eder.

Mesela وَالشَّمْسِ suresinde birbiri arkasında altı vav-ı kasemiye geliyor. Demek şu sure-i اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ otuz altı parmak ile on altı surelerin başlarında bulunan otuz altı vav'a tevafuk ettiğine binaen ve sair arkadaşlarının surelerinin başlarına işaret ettiklerine istinaden ve şu sure ise Kur'an'a bir nevi fihriste olduğuna itimaden bilâ-tereddüt deriz ki: Bu و lar ile o و ları gösteriyor ve işaret ediyor.

Üçüncü Letafet[değiştir]

Sure-i El-Alak'ın şedde ve medde ve tenvin ile beraber hurufatı üç yüz yirmi sekizdir (328). Madem Kur'an Allâmü'l-guyub'un kelâmıdır ve madem وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ işaretiyle Kitab-ı Mübin'in bir nüshası olan Kur'an'da hâdisat-ı âleme işaret vardır. Hem madem en evvel nâzil olan şu sure mecmu-u Kur'an'ın bir nevi fihristesidir. Hem madem Kur'an'ın intişarına ve fütuhatına ve Kur'an'a ait hâdisata dair âyât-ı kesîre vardır. Elbette Sure-i El-Alak, hurufatıyla dahi Kur'an ile alâkadar olan mühim hâdisattan haber verir. Öyle ise şu surenin üç yüz yirmi sekiz (328) adediyle 1328 tarihine tevafuk noktasında ve işarat-ı Kur'aniye cihetinde, âlem-i İslâm'ın başına gelen müthiş hâdisatın başlangıcı olan 1328 tarihine[10] gayet manidar nazar-ı dikkati celbetmek için gösteriyor.

Şu surenin kelimat-ı nahviyesi yüz on dört (114) olmakla suver-i Kur'aniye'nin adedine tevafukuna binaen ve bu sure ise Kur'an'a fihriste olduğuna istinaden deriz ki:

Kelimat-ı nahviyesiyle hem Kur'an'ın umum surelerine işaret ediyor, hem bir hesapla umum suhuf ve kütüb-ü enbiyaya (aleyhimüsselâm) îma ediyor.

Eğer şu suremizde tenvin sayılmazsa hurufatı üç yüz yirmi iki (322) olur. Şu adet ile 1322'de hürriyet hâdiseleri gibi mühim hâdisatın hazırlanması ve 1324'te tezahür etmesi tarihine tevafukuna binaen ve Kur'an ile alâkadar hâdisata sair âyetlerin işaretlerine istinaden denilir ki hurufatıyla aynı tarihi göstermekle nazar-ı dikkati celb eder.

Âhirde gayr-ı melfuz iki (elif), tenvinler ile beraber sayılsa 1331 tarihindeki[11] Harb-i Umumî'nin dehşetine nazar-ı dikkati tevafukla kasden işaret etmek, bu esrarlı surenin şe'nindendir.

Besmele sayılmazsa üç yüz on iki (312) adediyle 1312 tarihinde dâhilî komitelerin hürriyet bahanesiyle hilafet-i İslâmiyeyi parçalamak gibi hâdisatın hazırlanma tarihine tevafukuna binaen ve Allâmü'l-guyub'un en evvel bir fihriste-i Kur'aniye olarak nâzil ettiği şu surenin manidar hurufatının vaziyetlerine istinaden deriz ki; o tevafuk tesadüfî değil, kasdî bir işarettir.

Eğer okunmayan gayr-ı melfuz hemzeler çıkarılsa aded-i hurufatı üç yüz on yedi (317) olmakla 317 tarihindeki, Balkan'ın Kur'an ve İslâm aleyhinde müthiş ve meş'um ittifaklarının hazırlanması tarihine tevafukuna binaen, bu sure -Hâlık-ı Zülcelal'in Kur'an'dan en evvel nâzil ettiği bu sure- her şeye bakabilir bir kelâm-ı ezelî olduğuna istinaden, o gibi hâdisata kasdî îma eder denilebilir.

Tenvini saymayan mezhebe göre, üç yüz yirmi beş (325) adediyle Kur'an ve İslâm ile münasebettar en mühim hâdisat-ı hilafet olan hanedan-ı Osmaniyedeki hal' ve nasb ile hasıl olan hilafet tarihine[12] tevafuk noktasında elbette işaret etmekten hâlî değildir.

Şeddeleri huruf saymayan mezhebe göre, 1306 tarihindeki vakıalara şöyle bir kelâm, şöyle bir tarihe, şöyle bir tevafuku kasdî bir işarettir denilebilir.

Meddeyi saymayan mezhebe göre, 1303'teki hâdisata tevafukla îmadan hâlî değildir.

Besmele hariç ve medde sayılmazsa 1288 tarihindeki vukuat ile ve 1293'te tezahür eden hâdisatın istihzaratı tarihine tevafukla elbette kasdî bir işarettir.

Dördüncü Letafet[değiştir]

Sure-i اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ nasıl ki hurufatıyla sair suver-i Kur'aniyeye işaret ediyor. Öyle de kelimatıyla da çok esrara işaret ile beraber, suver-i Kur'aniyenin bir kısmına dahi manidar işaret ediyor.

Mesela: Şu surede Lafz-ı رَبّ üç defa, اَلْاِنْسَان dahi üç defa, اَرَاَيْتَ yine üç defa tekerrürüyle dokuz mühim suver-i Kur'aniyenin başlarına parmak basıyor.

Mesela: Üç رَبِّكَ:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ

suresine

Ve سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ suresine

Ve

كٓهٰيٰعٓصٓ

ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ

surelerine işaret ettiği gibi; اَلْاِنْسَان 'ın üç defası:

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذٖى خَلَقَكُمْ

Ve

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ

Ve

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ حٖينٌ مِنَ الدَّهْرِ

surelerine parmak basmakla işaret ettiği misillü;

Üç اَرَاَيْتَ dahi:

اَرَاَيْتَ الَّذٖى يُكَذِّبُ بِالدّٖينِ

Ve

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ

Ve اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ surelerinin başlarına istifham ile işaret ediyor.

Şu surede altı kelime ikişer defa zikriyle, Fatiha-i Şerife'nin altı kelimesinin ikişer defa tekerrürüne tevafukla, mühim esrara medardırlar.

Bu surede اِقْرَاْ iki, خَلَقَ iki, عَلَّمَ iki, يَعْلَمُ iki, نَاصِيَة iki, نَدْعُ، يَدْعُ ile iki.

İşte bu altı ikiler sırsız ve hikmetsiz değiller.

Hem şu surede medde, şedde, tenvin, besmele dâhil olmakla beraber, El-Alak'ın üç yüz yirmi sekiz (328) hurufatı bulunduğundan on üç surenin aded-i kelimatı olan üç yüz adedinde tevafuk etmekle beraber, dört surenin hurufatıyla ve her biri üç yüz hurufatıyla tevafuk noktasında mühim işaretler ediyor. 300 tarihinden 351'e kadar hâdisat-ı İslâmiyeye şu surenin işaret ettiğine şahit olarak, on yedi sureyi tevafuk sırrıyla şahit gösteriyor ve işaretini teyid ediyor. O şahit sureler de şunlardır:

Tenvirü'l-Mikbas tefsirine göre: El-Furkan kelimatı üç yüz yetmiş (370), Vakıa üç yüz yetmiş sekiz (378), Rahman üç yüz elli bir (351), Kamer üç yüz kırk üç (343), Necm üç yüz (300), Tûr üç yüz on iki (312), Zariyat üç yüz altmış (360), Kaf üç yüz doksan (390), Hucurat üç yüz kırk üç (343), Duhan üç yüz kırk altı (346), Mümtehine üç yüz sekiz (308), Mülk üç yüz otuz beş (335), Kalem üç yüz (300).

Ve hurufat itibarıyla İnfitar üç yüz elli dokuz (359),[13] Gaşiye üç yüz seksen bir (381), Beled üç yüz yirmi (320), Leyl üç yüz yirmi (320), her biri üç yüz küsur harftir.

Şu surelerin kelimatlarının ve harflerinin adedi, tefsir-i İbn-i Abbas'a istinaden Tenvirü'l-Mikbas namındaki meşhur tefsirin tahkikatına binaendir ki o tefsir hem Hazret-i İbn-i Abbas'a (ra) hem rivayete istinad ettiği için onun tahkikatı muteberdir.

Çendan bazı yerde kelimat-ı nahviyeyi kısmen sayar, bazen sırf kelimat-ı örfiyeye bina etmiştir.

Madem rivayete istinad eder, onu tenkit edemeyiz. Fakat bazen matbaa yanlışları vardır. Hem hurufatta kısmen şedde ve tenvin ve gayr-ı melfuz hemze-i vaslı nadiren sayar, dâhil eder. Ekseriyetle yalnız melfuz hurufatı hesap etmiştir.

Onun için bazı tahkikatımız ona muhalif çıkıyor. Bir hikmeti vardır ki iki suretle gidiyor diye ilişmiyorum.

Üçüncü Nükte-i Kenzü'l-Arşiye'nin İkinci Kısmı[değiştir]

Suver-i Kur'aniyenin tevafuk anahtarıyla açılan sırları çoktur. Ve ondan neş'et eden letaif-i belâgat ve mezaya-yı i'caziye de kesretlidir. Numune için bir kaç misal zikredeceğiz.

Birinci Misal[değiştir]

El-Bakara âyâtı iki yüz seksen altı (286), birinci mertebedeki örfî kelimatı Tenvirü'l-Mikbas hesabıyla üç bin yüzdür (3100) ve bizce üç bin dokuz yüzdür (3900). Âyâtı itibarıyla medar-ı ihtilaf olabilen ve münasebat-ı tevafukiyeyi kırmayan kesirlerden kat'-ı nazar edip yalnız küllî yekûnlerini nazara alıyoruz. İşte bu noktaya binaen El-Bakara âyâtı iki yüz adedinde on altı sureye tevafuk ediyor. Gösterdiği ve işaret ettiği sırlara on altı şahid-i müeyyid gösteriyor. O surelerden dört surenin âyetleriyle iki yüzde tevafuk ediyor ve on surenin kelimatlarına iki yüzde muvafakat ediyor ve iki surenin hurufatıyla ittifak ediyor. Ve bu sırr-ı tevafukla 200 tarihine ve 1200 tarihindeki hâdisata işaret noktasında on yedi sure bi'l-ittifak beraberdir. Ve bu on yedi surenin tevafukatı iki yüz seksen sekiz (288) adet tevafuk envaları oluyor. Elbette bu derece kesretli enva-ı tevafukat hikmetsiz değiller.

El-Bakara'nın kelimat-ı örfiyesi üç bin dokuz yüz (3900) olmak cihetiyle yine acibdir ki âyât cihetiyle nasıl on altı sureye ittifak ediyor, kelimat cihetiyle de yine on altı sure ile üç bin adedine tevafuk ediyor. Dört surenin kelimatıyla üç binde müttefiktir. On iki surenin hurufatıyla üç binde ittihad ediyor.

Elhasıl: Sure-i El-Bakara âyât ve kelimatı itibarıyla otuz iki sure ile tevafuk etmekle Kur'an'ın mecmu-u surelerinin bir sülüsüyle ittihad etmek, elbette mühim hikmetler içindir ve mühim sırlara işaretleri vardır.

İkinci Misal[değiştir]

Sure-i Kehf'ın âyâtı gayet manidar yüz on birdir (111), kelimatı bin beş yüz altmış yedidir (1567). -Mezkûr tefsirin hesabına binaendir.- Âyâtı itibarıyla yirmi dokuz sure ile tevafuk ettiği Kenzü'l-Arş'ın musahhah ikinci nüktesinde beyan edildiğinden ona havale edip yalnız kelimat itibarıyla tevafukata işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Âyâtı ile yirmi dokuz sureye tevafuk ettiği gibi, kelimatıyla dahi otuz dokuz sure ile bin adedinde tevafuk ediyor. O surelerden on altısının kelimatıyla ve yirmi üç surenin hurufatlarıyla yine tevafuk ediyor. Demek Kur'an-ı Hakîm'in nısfında olan Sure-i Kehf, umum surelerin takriben nısfıyla ittihad ediyor ve bu ittihadda mühim hikmetler var. Şimdilik bilmiyoruz, bildirilse bildireceğiz.

Üçüncü Misal[değiştir]

Sure-i Kehf'in kelimat cihetinde muvafıklarından olan Sure-i Ahzab bin iki yüz seksen iki (1282) adediyle manidar bir işareti var. Şöyle ki:

Eski zamanda nasıl küffarın kabileleri Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâma karşı ittifak edip, her bir hizb bir cihetten hücum etmek için niyet etmişlerdi. Öyle de 1282'de aynen küffar devletleri, ahzab gibi ittifak niyetiyle Rus devletini 1293'te âlem-i İslâmiyet'e saldırttılar. Şimdiye kadar müteselsil hâdisat-ı elîmeye sebebiyet verdiler. İşte Sure-i Ahzab'ın bu işaretine ve 1200'den sonra Kur'an aleyhinde ve İslâm aleyhinde müthiş hâdisata ve vukuatına birer birer işaret eden çok sureler onu teyid edip nazar-ı dikkati celb ediyorlar.

Mesela: Tenvirü'l-Mikbas tefsirine binaen nasıl ki Sure-i Ahzab 1282'ye nazar-ı dikkati celb ettiriyor, Sure-i Zümer 1192'ye nazarı çeviriyor. Sure-i Hacc 1291'de zelzeleli kıyamet-nümun hâdisatına ve Rus'un dehşetli hücuma hazırlandığı vakte nazar-ı dikkati celb ediyor. Sure-i Enbiya 1138 hâdisatına işaret ediyor. Sure-i Şuara 1267'den öteki muvafıklarının şehadetiyle haber veriyor. Sure-i Ez-Zariyat 1280 tarihinden sonraki fırtınalı vukuata hurufatıyla haber veriyor ve muvafıklarını şahit gösteriyor. Sure-i Neml 1149 tarihindeki vukuata baktırıyor. Ve Sure-i El-Kalem 1256 vukuatına işaret ediyor. Sure-i El-Müddessir 1010 tarihine yani elf-i sânînin başında başlayan hâdisat-ı İslâmiyeye قُمْ فَاَنْذِرْ fermanıyla evvel-i vahiydeki emri tekrar eder gibi bir surette şiddetli, ehl-i İslâm'ı teyakkuza davet ediyor. Ve hâkeza...

Bu üç misal gibi belki üç yüz misal var.

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ *وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهٖ

Mühim Bir İhtar[değiştir]

Kur'an-ı Azîmüşşan'ın kelimatı ve âyâtı delâlet ettikleri hakaikte çok vücuh-u i'caziye ve o kelimatın terkibatındaki nazımda çok mezaya-yı i'caziye bulunduğu Yirmi Beşinci Söz'de gayet kat'î bir surette gösterilmiştir. Madem âyât ve kelimatın hakaikinde i'caz nükteleri vaz' edilmiştir, elbette o kelimat ve âyâtı teşkil eden hurufatında dahi işarat-ı i'caziye vardır. Nasıl ki masnu olan mürekkebatın zerratı, mürekkebat gibi Sâni'-i zülcelal'in vahdaniyetine ve sıfâtına delâlet ediyorlar ve mu'cizat-ı kudreti olduğunu gösteriyorlar. Nasıl ki Yirmi İkinci ve Otuzuncu ve Otuz İkinci Söz'lerde beyan edilmiştir.

Aynen öyle de, mürekkebat-ı kelimat-ı Kur'aniyenin zerratı hükmünde olan hurufatın dahi gayet manidar vaziyetleri var ve çok işarat-ı i'caziyeye medardırlar. Mana cihetiyle kelimatın gösterdiği envar-ı hakaik şüphesiz olduğu gibi, manadan kat'-ı nazar kelimatın vaziyetlerinde ve adetlerinde ve hurufatın vaziyet ve adetlerinde çok esrar var olması dahi şüphesizdir.

Fakat hurufat ve kelimatın adetleri, mezahibe göre ihtilaf ediyor. Çünkü kelimat-ı nahviye itibarıyla olsa başka bir tarzda oluyor. Kelimat-ı örfiye olsa daha başka bir suret olur.

Hurufatta dahi kıraatlar itibarıyla bir derece tefavüt bulunduğu gibi, şedde ve tenvin ve gayr-ı melfuz hemze-i vasl bir mezhebe göre sayılıyor.

İbn-i Abbas'a (ra) istinaden bazı surelerde aynen sayılmış, bazı surelerde yalnız medar-ı sevap olan huruf-u melfuz sayılmıştır. Bazı da tenvin hiç sayılmıyor.

Şu ihtilafatın elbette bir hikmeti var. Çünkü Hazret-i İbn-i Abbas'a (ra) istinad ediliyor. Hazret-i İbn-i Abbas (ra) dahi kendi içtihadıyla değil, ekser mesail-i tefsiriyesinde olduğu gibi, rivayete istinad ediyor. Madem rivayete istinad edilmiş; bazı surelerde bir tarzda gitmiş, diğer surelerde başka bir mikyas ile bir hikmete binaen hareket edilmiştir. Ona ilişilmez, öylece kabul edilir.

Benim eski mahfuzatım ise, beyne'l-ulema tedavül eden rivayete binaendir. Kendim çok çalıştım ki bir tek mikyas ile bütün surelerin kelimat ve hurufatını sayayım, muvaffak olamadım. Ehl-i dalalet zulmü beni rahat bırakmadı.

Hem Tenvirü'l-Mikbas tefsiri gibi sair eserler hangi mikyas üzerine gidiyorlar teşhis edemedim. Bazı surelerde bir mikyas görüyorum, diğer surelerde değişiyor.

İşte bu hakikata binaendir ki medar-ı ihtilaf olan küsurattan kat'-ı nazar ettim. Yalnız müttefekun aleyh olan büyük yekûnleri esas tuttum.

Yalnız şu üçüncü nüktenin ikinci kısmında o muteber tefsirin tahkikatına bina edip küsuratı zikrederek bazı işarata medar kabul etmişim. Çünkü rivayete istinad ettiği için elbette o işarata medar olabilir. Kısm-ı evvelin âhirinde ve ikinci kısımda kelimat ve hurufatın kesirleri yazılmış ve o kesirlerle vukuata işaret edilmiş diye yazmışız.

Mesela: Sure-i Rahman'ın üç yüz elli bir (351) adedi bu sene-i Arabiyeyi gösterdiğinden otuz bir defa[14]

فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

âyetini hatıra getiriyor. Bu adet üç mikyas ile kırktan elli bire tefavüt ediyor. Demek on bir sene zarfındaki hâdisata ehemmiyetle baktırıyor. Er-Rahman ile beraber ikinci kısmında yazılan surelerin kesirlerinde dahi tefavüt, olsa olsa on ile yirmi ortasında olur. Demek her biri yirmi sene zarfındaki vukuat ile alâkadardır.

Her bir mikyas bir kısım vukuata işaret eder. En zahirîsi rivayete istinad edilen tefsir-i Tenvirü'l-Mikbas'ta yazılan adettir. Bizim yazdığımız liste de onunla muvafakat ediyor.

Kur'an-ı Hakîm, bana kendinden başka bir üstadı reva görmediği içindir ki bu sekiz sene içerisinde yalnız bir defa o meşhur tefsiri üstad kabul ettim, yanlışa düştüm.

Demek ki Kur'an-ı Hakîm bana kâfi, vâfi, şâfî bir üstaddır. Evet, o yeter.

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

رَبَّنَا وَفِّقْنَا لِفَهْمِ اَسْرَارِ كِتَابِكَ وَوَفِّقْنَا لِبَيَانِ اِعْجَازِهٖ كَمَا تُحِبُّ وَتَرْضٰى

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ ۨ الَّذٖى بَلَّغَ اِلَيْنَا كَلَامَكَ وَفَسَّرَهُ لَنَا عَلٰى مُرَادِكَ وَعَلٰى اٰلِهٖ وَصَحْبِهٖ وَسَلِّمْ اٰمٖينَ

وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmı'nın Dördüncü Remzi[değiştir]

Mahrem olan sırr-ı اِنَّٓا اَعْطَيْنَا'ya dairdir.

Şimdilik buraya dercedilmedi.

Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmı'nın Beşinci Remzi[değiştir]

اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ sırrına dairdir.

İhtar: Nasıl ki risalelerde kelime tevafukatı Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın Lafza-i Celal tevafukatına bir basamak ve Lafz-ı Kur'an ve Lafz-ı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm o sırrın anahtarları oldular.

Öyle de İşaratü'l-İ'caz'daki tevafukat-ı harfiye, maksud-u bizzat değildir. Belki Sure-i اِنَّٓا اَعْطَيْنَا sırrına bir basamaktı.

Şimdi matbu Onuncu Söz'ün tevafukatı dahi Sure-i اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ sırrına yetişmek için bir basamaktı. Fakat o basamak fikirlerde tam yerleşmediği için, o sır da tam açılmadı. Yalnız göründü ve der-akab kapandı.

Demek o iki risalenin tevafukat-ı harfiyesine ciddi ehemmiyet, o iki sure-i kudsiyenin sırlarının ehemmiyetinden gelmiştir. Ben de şimdi bu hikmeti anladım. Ehemmiyetsiz zannettiğim münasebat-ı tevafukiye ehemmiyetli olabilir. Çünkü gayet mühim sırlara hizmet ederler.

Birinci Makam[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ

Suresi'nin çok esrar-ı mühimmesinden tevafukatla münasebettar bir sırrından bahseder.

Mukaddime[değiştir]

Evvela: Münasebat-ı tevafukiye, eğer taaddüd etse ve ayrı ayrı cihetten bir hâdiseye muvafık gelse, hem bilhassa makama mutabık, hem bilhassa kelâmın manasına muvafık ve müeyyid olsa o muvafakat, o vakit işaret derecesine çıkar ve o tevafukla "Şu âyet işaret eder." denilebilir.

Evet muzaaf münasebet, işarettir. Muzaaf işaret, delâlettir.

İşte sair remizlerde beyan edilen sair surelerin tevafukatı gibi şu Sure-i Nasr'ın bir hâdiseye dair tevafukat-ı harfiyesi dahi hem müteaddiddir, hem surenin manasına müeyyiddir, hem makama mutabıktır, hem işaret ettiği aynı hâdiseye Sure-i Kevser ve Fatiha ve Alak gibi sureler ve âyet-i اِنَّٓا فَتَحْنَالَكَ gibi âyetler aynı hâdiseye tevafukla işaret ediyorlar. Ve böyle bir işaret ise delâlet derecesinde kuvvetlidir denilebilir.

Sâniyen: Madem şu kudsî sure, Allâmü'l-guyub'un kelâmıdır.

Ve madem sebeb-i nüzulü, feth-i Mekke ve nusret-i İlahiyedir.

Ve madem sebeb-i nüzul ne kadar has olursa olsun, mana-yı maksud küllî hükmüne geçip Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâma ihsan edilen bütün fütuhat ve nusretlerine şâmildir.

Ve madem bu mana-yı maksudun cüz'iyatına işaretle müjde vermek, mu'ciz bir kelâmın şe'nindendir.

Ve madem bir rivayette Hazret-i Ebu Bekri's-Sıddık (radıyallahu anh) gibi bir Sıddık-i âlîşan ve bir rivayette Hazret-i Abbas (radıyallahu anh) şu sureden sahabelerin fevkinde işarî bir mana-yı âher fehmedip herkesin süruruna mukabil ağlamışlar. Evet, bu sure nâzil olduğu vakit sahabeler müjde ve beşaret-i İlahiyeye karşı kemal-i süruru hissettikleri vakit, Hazret-i Ebu Bekri's-Sıddık ve Hazret-i Abbas (radıyallahu anhüma) ağlamışlar. Demişler ki:

-Şu surenin âhiri ve bu surenin iki hakikatine muvafık-

اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دٖينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتٖى وَرَضٖيتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ دٖينًا

âyeti vefat-ı Peygamberîye işaret eder, onun için ağlıyorum.

Hem madem beliğ, âlî bir kelâmın i'caz-ı Kur'an risalesinde beyan edildiği gibi, o kelâmın hurufatı ve hey'atı dahi o kelâmın manasına kuvvet verip teyid etmekle o kelâmın derece-i ulviyeti ve belâgatı ziyadeleşir.

Ve madem şu surede müteaddid vecihle harfleri tevafuk münasebetiyle fütuhat-ı Ahmediye'ye (asm) ve nusret-i Muhammediyeye (asm) parmak basar bir tarzda işaret eder.

Elbette bu mezkûr altı esaslara göre, bahsedeceğimiz işarat-ı gaybiye ve tevafukat-ı harfiye, yalnız münasebat-ı belâgatiye ve letaif-i kelâmiye değildir. Belki lemaat-ı belâgat ve reşehat-ı fesahat olmakla beraber işarat-ı Kur'aniye ve ihbarat-ı gaybiye nevindendir. Ezcümle:

Hazret-i Ebu Bekri's-Sıddık (ra) ve Hazret-i Abbas'ı (ra) ağlatan وَاسْتَغْفِرْهُ cümlesiyle işaret edilen vefat-ı Nebeviyeyi şu surenin başından وَاسْتَغْفِرْهُ 'nun vav'ına kadar altmış üç harf[15] olarak ömr-ü Nebevînin nihayetine işaret etmekle beraber

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ

ile işaret edilen en mühim üç vezaif-i nübüvvetin hurufatı yirmi bir olmakla, o zamanda yirmi bir sene o vazife-i nübüvveti îfa ettiğine ve iki sene kaldığına îma edip Sıddık'ın (ra) ağlamasına gizli bir sebep olmuştur.

Ve şu surenin yüz beş (105) harfi, fütuhat-ı Ahmediye ve Kur'aniyenin yüz beş (105) sene nihayetinde şark ve garbı tutacağına işaret ve فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ makam-ı ebcedîsiyle dört yüz yirmi sekizde (428) ve yalnız رَبِّكَ makam-ı ebcedîsiyle iki yüz yirmi ikide (222) terakkiyat-ı maddiye ve maneviye tarihine işaret etmekle beraber اَلنَّاسَ يَدْخُلُونَ فٖى دٖينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًا cümlesiyle bin iki yüz yirmi ikiye (1222) kadar galibane o fütuhat ve nusret devam edeceğine tevafukla işaret eder.

Mukaddime nihayet buldu, şimdi maksada giriyoruz.

Maksat[değiştir]

Üç Bab'dır.

Birinci Bab[değiştir]

Sekiz Mesele'dir.

Birinci Mesele[değiştir]

Bu birinci bab, şu kudsî surenin letaif-i kesîresinden yalnız tevafukla münasebettar bir kısım mezayasından bahseder. Tevafuk letafetine medar olmak için kudsî ve nurani hurufatın vaziyetlerini bilmek lâzımdır. Şöyle ki:

Besmele'siz (hemze) on, (medde) sekiz, ن sekiz, (tenvin) ile beraber on, و yedi, ل altı, ب altı, ف beş, ت dört, ى dört, ر dört, ه dört, ح üç, س üç, د üç, ج iki, ك iki, (tenvin) iki, ص bir, ذ bir, خ bir, غ bir, م bir.

Besmele ile (hemze) on üç, (medde) on, ن dokuz, (tenvin) ile on bir, ل sekiz, ر sekiz, و yedi, ب yedi, ى beş, ه beş, ح beş, ف beş, س dört, م dört, ت dört, د üç, ج iki, ك iki, (tenvin) iki, ذ bir, خ bir, غ bir.

İşte bu kudsî surenin nurani hurufatının vaziyeti şudur ve şu vaziyetin letaif-i kesîresinden bir letafet-i tevafukiyesi budur ki:

Hurufatı Besmele ile beraber beş kısım olup, beşler kısmı dört olup diğer üç kısm-ı âher üç olarak üçer manidar tevafuku var. Bir kısım dahi ikişer manidar tevafukları var.

Evet ح،ه،ى،ف beşer, beşte manidar tevafuk ediyorlar. ت،م،س dörder. Üçü, dörtte manidar tevafuk ediyorlar.

Tenvin ك،ج ikişer tevafuk ediyorlar. غ،خ،ذ birde ittifak ediyorlar. Hem iki kardeş olan ر،ل sekizerdir, sekizde ittifak ediyorlar, feth-i Mekke'ye parmak basıyorlar. ب،و yedişer, yedide ittifak ediyorlar. Sulh-u Hudeybiye'nin neticesinde galibane hacc-ı Peygamberî (asm) gibi feth-i Mekke mukaddematına işaret eder. Altı ile on iki müstesna, bir'den on üçe kadar, hurufatı muntazaman terakki ediyor. Meşhur on üç adet, bu surede dahi sırrını göstereceğini îma ediyor.

Şu surenin hurufatı seksen altı olup, fütuhat-ı Ahmediyenin (asm) bir nokta-i kemaline işaretle beraber, Besmele ile 105'te fütuhatın bir derece tevakkuf ve kemaline ve hurufat-ı melfuzası Besmele'siz 81'deki hâdisat-ı nusrete ve Besmele'siz kelimatı Besmele hurufatına muvafık olup on dokuz (19) olarak Beytü'l-Makdis'ten sonraki fütuhat-ı Ömeriyeye işaret ediyor.

Besmele'siz surenin hurufatı ه،ر،ى،ت dördü dörder, د،س،ح üçü üçer, ك،ج ikisi ikişer, م،غ،خ،ذ dördü birer olarak tevafuk etmekle beraber -dokuzuncu müstesna olarak- bir'den on üçe kadar muntazaman terakki etmeleri gösteriyor ki bu mukaddes hurufat tesadüfe tabi değiller, hikmet dairesinde mevki alıyorlar.

İkinci Mesele[değiştir]

Fütuhat-ı Muhammediye ve nusret-i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâma) işaret eden اِذَا جَٓاءَ Suresi elbette fütuhat içinde mühimlerinden olan feth-i Şam ve feth-i Beytü'l-Makdis ve feth-i Irak ve feth-i İstanbul gibi hâdisat-ı azîme-i İslâmiyeye işaret eder.

Evet اِذَا جَٓاءَ cümlesi نَصْرُ 'deki ن nusrete beşaret için dâhil olarak 757'deki feth-i İstanbul'un mukaddimesi olan Süleyman Paşa'nın muhasara-i meşhuresine Sure-i Kevser'in اَلْكَوْثَرَ kelimesiyle işaret ettiği gibi, tevafukla işaret eder. Ve اِذَا جَٓاءَ 'den sonra melfuz hurufun vav-ı وَرَاَيْتَ 'ye kadar netice-i fethe işaret olarak vav-ı وَرَاَيْتَ dâhil olmakla beraber 857'deki İstanbul'un fethine Sure-i Kevser gibi كَ الْكَوْثَرَ ف ile tevafukla işaret ettiği gibi, onu tasdikan ve teyiden birbirine şahit olarak müttefikan gösteriyorlar.

Hem

اَلنَّاسَ يَدْخُلُونَ فٖى دٖينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًا

bin iki yüz yirmi iki (1222) makam-ı ebcedî adediyle Sure-i Kevser ve Sure-i Fatiha ve âyet-i

اِنَّا فَتَحْنَالَكَ فَتْحًا مُبِينًا

gibi müteaddid sadık şahitlerin şehadetlerine istinaden ve işaretlerine binaen bu sure o adet ile fütuhat-ı Kur'aniyenin devamı ve insanların fevc fevc İslâmiyet'e dâhil olmaları tâ 1222'ye kadar istimrarına ve ondan sonra tevakkufuna işaret ediyor.

Şöyle her tarafta teeyyüd eden bir işaret, elbette delâlet belki sarahat derecesine çıkıyor.

Şu sure nasıl ki Besmele ile اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ sekiz kelimatıyla ve نَصْرُ اللّٰهِ kelimesinin sekiz hurufuyla ve نَصْرُ اللّٰهِ 'deki ر nın sekiz tekerrürüyle ve نَصْرُ اللّٰهِ 'deki ل ın yine sekiz tekerrürüyle şu surenin sarahatiyle beşaret verdiği feth-i Mekke'deki nusret-i İlahiyenin tarihi olan sekizinci sene-i hicriyesine tevafuk sırrıyla beşaretvari işaret ediyor.

Öyle de اِذَا 'dan وَاسْتَغْفِرْهُ 'ye kadar on dört kelimatıyla وَالْفَتْحُ 'deki ف nin beş, ح nın beş ve ت nin dört tekerrürleriyle hasıl olan on dört adediyle, hem

اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ

cümlesinin on dört hurufuyla, hem

نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ

fıkrasının on dört harfiyle on dördüncü sene-i hicriyesindeki feth-i Şam'da ihsan edilen nusret-i hârika tarihine tevafuk sırrıyla işarî beşaret veriyor.

Üçüncü Mesele[değiştir]

Devlet-i İslâmiyenin en mühimmi ve hilafet-i İslâmiyenin en devamlısı olan Osmanlı Devleti olduğundan, küçük surelerden bir iki tanesi o devletin safahatına bir vecihte baktığı gibi, bir iki sure-i âher dahi işarî tarzda yine bakıyorlar. اِنَّٓا اَعْطَيْنَا sırrında, hem اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ 'ın mukaddimesinde beyan edildiği vecihle, tevafukat cihetindeki işaret ise kelimat manasındaki remizleri teyiden gösterdikleri gibi, Sure-i

وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِ

başka bir nevi tevafukat ile şimendifer vasıtasıyla âlem-i İslâm'ın mağlubiyetine ve ecnebinin tasallutuna işaret ettiği gibi, kudsî kelimatında Osmanlı Devleti'nin mağlubiyet devresini ve bilhassa Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülmecid zamanlarına ve sonraki komitelerin fitnekârane, mü'minlere verdiği teşevvüşe ve o fitnenin cezası olarak harîk-ı kebir gibi yangınlara ve Kur'an'a bir nevi tahrifkârane taarruza ve Kur'an'ın hıfz-ı İlahî ile mahfuz ve galib vaziyetine işaret eder.[16]

لَايَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهٖ

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

رَبَّنَا وَفِّقْنَا لِفَهْمِ اَسْرَارِ كِتَابِكَ وَوَفِّقْنَا لِبَيَانِ اِعْجَازِهٖ كَمَا تُحِبُّ وَتَرْضٰى

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ ۨ الَّذٖى بَلَّغَ اِلَيْنَا كَلَامَكَ وَفَسَّرَهُ لَنَا عَلٰى مُرَادِكَ وَعَلٰى اٰلِهٖ وَصَحْبِهٖ اٰمٖينَ

وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

اَللّٰهُمَّ وَفِّقِ الْكَاتِبَ وَرُفَقَائَهُ لِكَمَالِ خِدْمَةِ الْقُرْاٰنِ وَلِفَهْمِ تَمَامِ اِعْجَازِ الْقُرْاٰنِ وَاجْعَلِ الْقُرْاٰنَ شَافِعًا مُشَفِّعًا يَوْمَ الْحَشْرِ وَالْمٖيزَانِ اٰمٖينَ

Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmı'nın Altıncı Remzi[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

Sure-i Kevser'in hurufu, kırk altı, Besmele ile altmış beş, huruf-u hecaiyeden mevcudu on yedidir. Nüzul-ü vahyin havz-ı ekberi ve ekser enbiyanın meşhur kevseri olan Kudüs-ü Şerif'in fetih tarihi olan on yedi adediyle tevafuk etmek sırrıyla işaret eder. Besmele ile on dokuz.

Mevcudu olmayan on ikidir. Besmele ile dokuz.

Tekerrürsüz olan harfleri on, tekerrür eden sekizdir.

Besmele ile Kevser'in kelimatı on dörttür. Bir cennet-i dünyeviye ve bir kevser-i İslâmiyet olan Şam'ın fethine tevafuk sırrıyla işaret eder.

Nahvî kelimatı yirmi yedi, (hemze elif) tekerrürü sekiz, Besmele ile on iki, ن tekerrürü yedi, Besmele ile sekizdir. Çok meşhur sekizler ile beraber havz-ı kevser-i Kur'anî olan Mekke-i Mükerreme'nin fethine tevafuk sırrıyla îma edip (elif) ve ن , اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ 'den اِنَّا فَتَحْنَالَكَ 'nin başına baktırıyor.

(Sakin elif) üç, Besmele ile beş; ى bir, Besmele ile iki; ك dört; ل beş, Besmele ile dokuz; و üç; ر dört, Besmele ile altı; ب üç, Besmele ile dört. ح bir, ه bir, Besmele ile ikişer.

İşte şu Sure-i Kevser'in vaziyet-i hurufatında çok esrar ve işarat ve letaif var. Yalnız burada tevafuka münasebettar üç letaifine işaret edeceğiz.

Birinci Letafet[değiştir]

ع،ش،س،ث،ف،ط،ص birer; م،ح،ه،ى ikişer; (sakin elif), و،ب üçer. Bu üç üçler surenin üç âyetlerinin adedine tevafukla beraber kendi ebcedî adetlerinin mecmuu olan dokuzda tevafuk ediyor.

Besmele ile ب،ر،ك dörder. Besmele ile dört adet âyetlere tevafuk cihetiyle işareti var. ل ve Besmele ile (sakin elif) beş, Besmele ile ر altı, ن yedi, (hemze) sekiz, Besmele ile ل dokuz.

İşte bir'den dokuza kadar tekerrürde terakki, o kudsî hurufatın intizamına bir intizam daha katar.

İkinci Letafet[değiştir]

Besmele ile aded-i huruf altmış beştir. Bu iki rakam, hurufa inkılab etse هُوَ olur. İhlas'ın başındaki هُوَ اللّٰهُ ile هُوَ الَّذٖى اَرْسَلَ رَسُولَهُ 'deki هُوَ 'ye manidar bakmakla beraber, altmış beş sene-i veladetle sene-i vefat dâhil olmak veya Arabî seneler itibarıyla Sahibü'l-havzı ve'l-Kevser olan Zat'ın ömrüne tevafuk etmekle beraber, Besmele'siz Sure-i Kevser'in aded-i hurufu Sure-i Kevser'in vakt-i nüzulüne tevafuk sırrıyla işaret eder.

Sure-i Kevser'de mevcud huruf-u hecaiye on dokuzdur. On dokuz adet ile Besmele'nin on dokuz hurufuna tevafuk sırrıyla, âlem-i esma dâhil olmak şartıyla on dokuz bin âlemin kudsî haritası olan Kur'an'ın havz-ı kevserinden on dokuz cetvel ile on dokuz bin âleme neşr-i âb-ı hayat ettiğine Sure-i Kevser on dokuz parmak ile şehadet edip işaret ediyor gibi bir tevafuk gösterir.

Tekerrürsüz harfleri ondur. On adet ile şu Sure-i Kevser kelimatının on adedine tevafuk etmekle beraber, o iki mütevafık, nahvî kelimatının yirmi adedine tevafuk sırrıyla yirmi sene bilâ-fâsıla nüzul-ü Kur'an zamanına telvihten hâlî değildir. Ve tekerrür eden harfleri sekizdir. Sekiz adediyle besmele ile tekerrürsüzlerin sekiz adedine tevafuk ile beraber, elif ve ن un dahi sekiz adetlerine tevafuk etmekle havz-ı Kevser'in sekiz dairelerinden sekiz cennete açılan sekiz kapısına tevafuk nevinden şimdi tutamadığım çok işaretler var.

Ve tekerrür eden harfler on ikidir. On iki adet ile Besmele ile elifin on iki adedine ve surede mevcud olmayan harflerin on iki adedine tevafuk münasebetiyle, meşhur ve Kur'an ile münasebettar çok on ikilere remzeder.

Üçüncü Letafet[değiştir]

Besmele'siz Sure-i Kevser'de hecai hurufat içinde ikişer kardeş sayılan harflerden her bir iki kardeşten en güzelini ve en manidarını almış, öteki kardeşini bırakmış.

Mesela, iki kardeş olan ز،ر den ر var, ز yok. ش،س 'dan ش var, س yok. ض،ص dan ص var, ض yok. ظ،ط dan ط var, ظ yok. غ،ع dan ع var, غ yok. ق،ف dan ف var, ق yok. ن،م dan ن var, م yok; gibi zarif ve muntazam ve manidar bir intihab var.

Hem Kur'an'ın bir misal-i musağğarı olan Kevser'de tekerrür eden hurufat, surelerin başlarına bâhusus mukattaat-ı hurufla başlayan surelerin başlarına, Fatiha misillü hafî işaretleri var. Fakat Fatiha-i Şerife'nin işâratı sarahate yakındır.

Mesela:

اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

âyeti doğrudan doğruya Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma hitap edip Kevser'i ihsan ettiğine delâlet etmekle, elbette o muhatabın medar-ı imtiyazı olan has isimlerine îmaen اَعْطَيْنَاكَ 'deki ى،ط; طٰهٰ ve يٰسٓ'e işaretle Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın meşhur iki ismini ve iki surenin başlarına ve isimlerine işaret ediyor.

Hem Kevser'de elif tekerrürü on ikidir. اَللّٰهْ lafzının aslı اَلْاِلٰهْ olmak cihetiyle elifin Kevser'de tekerrürü on üç olmakla; yedi الٓمٓ altı الٓرٰ 'nın mecmu-u adedi olan on üçe tevafukla o surelerin başlarının başlarına küçücük fihristecik nevinden işaretleri var deriz. Çünkü elifin ism-i sarîhi o surelerde zikretmesiyle ve Fatiha-i Şerife'de on üç yine on üç sureye sarahate yakın işaret etmekle Kur'an Fatiha'da, Fatiha Kevser'de dâhil olmak sırrıyla Kevser'in bir manası Kur'an olmak cihetiyle deriz ki:

Kevser'de elifin on üç defa tekerrürü, Fatiha'da on üç defa ال tekerrürü gibi nısf-ı Kur'anı teşkil eden o on üç surenin isimlerine işaret ederek başlarına parmak basıyor.

Bu münasebetle Fatiha'nın şu letafetini bir derece izah için deriz ki:

Madem Kur'an, Fatiha'da icmalen münderic olduğunu ehl-i tahkik zevk-i şuhudî ile hükmetmişler.

Ve madem Kur'an'da Fatiha'nın bir ismi "Seb'ul-mesanî ve'l-Kur'anu'l-azîm"dir.

Ve madem surelerin başında mukattaat-ı hurufla başlayan mühim sureler, الٓمٓ ler ve الٓرٰ lar ve حٰمٓ lerdir.

Ve madem Fatiha-i Şerife'de on üç ال lafzı tekerrür ediyor.[17] yani لام ،ألف zikredilmiş.

Ve madem o meşhur surelerin başında mukattaat-ı huruftan on üç defa لام،ألف ism-i hecaisiyle okunuyor ve ال suretiyle yazılıyor.

Ve madem Fatiha müteaddid vecihler ile o meşhur الٓمٓ ler ve الٓرٰ lar ve حٰمٓ lere bakıyor.

Ve madem o meşhur surelerde on beş defa م ism-i hecaisiyle zikredilmiş ve on üç defa ال ism-i hecaileri ile tekrar edilir. Ve Fatiha'da dahi on beş م tekerrür ediyor ve o surelerdeki on beş م e tevafuk ediyor. Ve Fatiha'da on üç defa ال tekerrür etmekle o surelerdeki on üç defa ال adetlerine tevafuk ediyor.

Elbette bütün bu tevafuk Fatiha'da o surelere karşı olan on üç ال den on üç işaret parmakları hükmünde olan on üç ال tekrar edilmiştir. Şimdi yine Kevser'e dönüyoruz.

Kevser kelimesi kudsî, câmi', küllî, nurani bir kelimedir. Bir mana-yı lügavîsi, hayr-ı kesîrdir. Ve o küllînin misalleri çoktur. Başta maddî ve uhrevî havz-ı Kevser'den ve manevî ve ehl-i dünyaya âb-ı hayat neşreden en mühim havz-ı Kevser olan Kur'an'dan tut tâ sahib-i havz-ı Kevser'e verilen hayr-ı kesîr ıtlakına mâsadak olan bütün hedâyâ-yı Rahmaniye ve fütuhat-ı Rabbaniyeden tâ feth-i Mekke ve feth-i Beytü'l-Makdis ve feth-i Şam, hattâ feth-i İstanbul'a kadar manaları var.

Evet madem sâbıkan geçtiği gibi Sure-i Kevser fütuhat-ı Muhammediyeyi (asm) ihtar eder ve kelimatıyla ve hurufatıyla feth-i Mekke ve feth-i Beytü'l-Makdis ve Şam fütuhatına işaret eder.

Elbette, altı yüz seneye karib mühim bir merkez-i hilafet-i İslâmiye ve menba-ı neşr-i ahkâm-ı Kur'aniye ve Kur'an-ı Hakîm'in muazzam ordusunun merkezi olarak Kur'an bayrağını dört yüz sene kadar kâinata karşı galibane tutan İstanbul'un tarih-i fethi, Kur'an'da بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ işaretiyle müjde verdiği gibi sekiz yüz elli yedi (857) teşkil eden

كَ الْكَوْثَرَ ف

ebcedî makamı sekiz yüz elli yedi (857) olarak aynen بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ gibi İstanbul'un İslâm eline geçmesi olan 857 tarihine tevafuk etmekle işaret ediyor.

Çünkü Kevser kime verilmiş ve ne için verilmiş sırrıyla Kevser'in evvelindeki اَعْطَيْنَاكَ kime verildiği için ondan ك i alır. Ne için verildiğine delâlet eden فَصَلِّ 'den neticeye işaret için ف yi alır. كَ الْكَوْثَرَ ف olur. Mecmuu sekiz yüz elli yedi (857) adediyle İstanbul'un fethine müjde veriyor ve fütuhat-ı Muhammediyeye (asm) dâhil olarak en muhteşem cevami-i İslâmiyeye merkez olup küre-i arzda kılınan salât-ı kübranın bir mescid-i ekberi olduğuna elbette îma eder.

Hem 757'de İstanbul İslâm'ın eline geçmesine namzet olarak yol açılmış, muhasara ile Fatiha'sı okunmuş.[18]

Demek اَلْكَوْثَرْ namzetliğini ve akd-i İslâmiyet'e girmesine 757'de اَلْكَوْثَرْ aded-i ebcedîsi îmaen ifade ediyor ve 857'de كَ الْكَوْثَرَ ف sarahate yakın bir surette delâlet ediyor. Evet madem Sure-i Kevser, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ihsan edilen fütuhat-ı azîmeye delâlet ediyor. Elbette اَلْكَوْثَرْ İstanbul'a dahi bakıyor.

Evet madem yirmi sekiz huruf-u hecaiyeden Kevser'de mevcud olan on yedi harfi dahi اَلْكَوْثَرْ 'in birinci âyeti olan

اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

aded-i hurufu olan on yedi adede tevafuk etmekle beraber, mecma-ı enbiya ve nüzul-ü vahyin havz-ı kevseri olan Beytü'l-Makdis'in fetih tarihinin on yedi adedine tevafuk ediyor.

Elbette fütuhat-ı Muhammediyeyi (asm) ihtar eden اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ 'de bu tevafuk rastgele değil, belki kudsî bir işaret için rast getirilmiştir.

Aynen şu birinci âyet, medde ve şeddeyi saymayan mezhebe göre aded-i hurufu on dört olarak Besmele ile Kevser kelimatının on dört adedine tevafuk etmekle beraber fütuhat-ı İslâmiyenin en mühimmi olan feth-i Şam tarihi olan 14 senesine tevafuk ediyor. Elbette bu tevafuk ittifakî değil, belki tevfik edilmiştir.

Madem كَ الْكَوْثَرَ ف sekiz yüz elli yedi (857) makam-ı ebcedî ile dünyevî bir kevser-i İslâmiye olan İstanbul'un fethine îma eder.

Elbette sekiz adet hurufatıyla zemzeme-i Kur'an'ın menbaı ve o havz-ı kevser-i İlahînin bir havzı ve en evvel âb-ı zemzeme-i Kur'an ondan nebean ettiği olan Mekke-i Mükerreme'nin sekizdeki fethine, tekerrürsüz harflerin sekiz adediyle ve mütekerrirlerin yine sekiz tekerrürüyle ve elifin sekiz tekerrürüyle ve ن un sekiz tekerrürüyle beraber kendi sekiz harfiyle tarih-i feth-i Mekke olan sekiz senesine bi'l-ittifak tevafukları, şu fütuhatçı surede ittifakî tesadüfî değildir, belki tevfik edilerek kudsî bir işaret için rast getirilmiştir.

يَا رَبِّ بِسِرِّ سُورَةِ الْكَوْثَرِ وَبِحُرْمَةِ صَاحِبِ الْكَوْثَرِ اَسْقِنَا وَ رُفَقَائَنَا مِنْ مَاءِ الْكَوْثَرِ فٖى يَوْمِ الْمَحْشَرِ اٰمٖينَ

İhtar ve İ'tizar[değiştir]

Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmı'nın Altıncı Remzi unutulduğundan, hem kısa surelerden bir nebze münasebat-ı tevafukiyeden bahsedildiğinden en kısa sure olan şu Sure-i Kevser'e işaret olmakla beraber bahis açılmamış olduğundan bilmecburiye cismen, kalben, fikren müşevveş, hastalıklı ve kısa bir zamanda acele ile bu remiz yazıldı.

Elbette tabirat ve tafsilat cihetinde benim kusurlarım çok vardır. Lüzumsuz tabirat içine girmiş. Fakat hatıra nasıl gelmiş öyle yazıldı. Tanzim ve tashihi lüzum varsa başkası yapsın.

Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmı'nın Yedinci Remzi[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

وَاَحْصٰى كُلَّ شَىْءٍ عَدَدًا

Bu Remiz, Üç Parça'dır.

Birinci Parçası[değiştir]

Mühim Bir Mukaddime

Çok mühim letaif-i i'caziye ve mezaya-yı kudsiye-i Kur'aniyenin kelimatının her birinin lâekall on sevabı bulunan hurufatının adetlerinde ve vaziyetlerinde ve tevafukatında bulunduğundan takribî bir liste yazdım tâ bir nevi me'haz olsun.

Surelerin âyâtı tahkikî bir surette ve kelimat ve hurufatı takribî bir tarzda yazıldı.

Eski mahfuzatımla yeniden kısmen tahkikî ve kısmen de takribî bir mikyas ile şu gelecek fihriste yazıldı.

Sonra İbn-i Abbas tefsirinden muktebes olan Tefsirü'l-Mikbas'taki adetler ile mukabele ettik, çok yerlerde muhalif çıktık.

Ezcümle: Sure-i Sebe'in hurufatı, bin beş yüz (1500) diye tefsir yazmış. Halbuki tahkikatımızda, üç bin beş yüzdür (3500). Hem Sure-i Kasas'ta kelimatı dört yüz kırk (440) yazmış. Tahkikatımızda bin dört yüz kırk (1440). Sure-i El-Alak hurufatını yüz yazmış. Tahkikatımızda yalnız melfuzu iki yüzden geçer. Ve hâkeza... Çok yerlerde muhalif çıktık.

Sonra anladık ki matbaa hatası olmakla beraber, bazen Mekkî surelerde Medenî âyetler girmiş. İhtimaldir ki o tefsir surenin Mekkî âyetlerini nazara alıp kelimatı yazmış ki vakıa muhalif görünüyor. Bazen kelimat-ı nahviyeyi dahi saymış. Bazen hurufat-ı gayr-ı melfuz ve şedde ve tenvin dâhil etmiş, bazen etmemiş. Her ne ise... Bu zata kaç yerde tahkikatı bırakıp ona muvafakata mecbur oldum.

Fehme takrib için iki mikyas yaptım. O iki mikyas ile bir derece surelerin kelimatı ve hurufun adetleri takribî bir surette, az bir zamanda anlaşılabilir.

Birinci mikyas: Kelimat için tam bir sahife takriben yüzden yüz elli kelimeye kadar çıkar. Yalnız Sure-i El-Bakara müstesnadır. Çünkü kırk sahifeden fazla olduğu halde kelimatı, üç bin dokuz yüz (3900) yazılmış. Mikyasımızla beş bin küsur olmalı idi. Fakat o tefsire ittibaa mecbur oldum. Kavî bir ihtimaldir ki o surede kelimat değil belki kelâmlar ve cümleler hükmündeki kelimeleri irade etmiş. Onun için mikyasımı onda tatbik etmedim. Sair surelerde bu mikyas ile sırr-ı tevafukun medarı olan küllî adetler anlaşılır. Kesirlerin ihtilafı meselemize zarar vermez.

İkinci mikyas: Hurufat için yaptım, takribî her bir tam sahife beş yüzden altı yüze kadardır. Bu mikyas ile surelerin takribî aded-i hurufu anlaşılır. İnşâallah tevfik-i İlahî refik olsa her bir surenin hem kelimatını, hem de hurufatını ikişer tarzda bir derece tahkikî bir surette yazmasını niyet ediyorum. Hem kelimat-ı nahviye hem kelimat-ı örfiyeyi hem huruf-u melfuza hem şedde, tenvin, gayr-ı melfuza ile beraber ayrı ayrı yazılacak.

Fakat halim müsaadesiz, vakit dar, ben de yalnızım. Hâfızam kuvvetini kaybetmiş. Böyle pek geniş hesabî ve adedî mesailde elbette çok yorgunluk verir, çok da kusurat düşebilir. Hattâ bu gelen listeyi Hâfız Tevfik şahittir ki bir günde dokuz saatte mezkûr iki mikyas ile ve eski mahfuzatımla yazmıştım. Halbuki bu listenin tahkikî bir surette çıkması, on günden fazla bir zamana muhtaçtır. Ben şimdi hem hasta hem yalnız hem bundan başka nüsha yok ki mukabele edeyim. Hem yeniden telif eder gibi o geniş hesapları düşünmeye halim müsâid değil. "İnşâallah çok tashihe muhtaç değil." diye rakamlarıyla uğraşamadım.

Bu liste çendan bir derece takribîdir. Fakat kesirlerin ihtilafına bakmayan tevafuk esrarına me'haz olabilir.

Sure-i El-Bakara kelimatı Tefsirü'l-Mikbas üç bin üç yüz (3300) yazmış. Biz üç bin dokuz yüz (3900) yazmışız. Halbuki zahire göre her ikimiz de noksan bırakmışız. Fakat hakikat itibarıyla her birimiz bir cihette haklıyız. Çünkü kelimat-ı örfiyenin iki mertebesi var:

Bir mertebesi: O kelime bir derece maksud bir manayı, bir hükmü ifade eder. Âdeta ilm-i nahivce nâkıs cümle hükmündedir.

İkinci mertebesi: Genişlikçe evvelki mertebeden aşağı fakat kelimat-ı nahviyeden yukarıdır.

İşte İbn-i Abbas (ra) ve rivayete istinad eden o meşhur tefsir, Sure-i El-Bakara'da birinci mertebe nokta-i nazarında hesap etmiş ve buna işareten kelimat yerine kelâmları demiş. Sair surelerin ekserisinde ikinci mertebe ile hesap ettiği görünüyor. Benim eski mahfuzatım, bu tarzdaki tefsirlere ve rivayete istinad etmiş.

Şimdi ise El-Bakara suresinin nahvî cümlelerini saydım. Onlar üç binden geçti. Demek birinci mertebedeki kelimat-ı örfiye üç bin küsur oluyor. Hem ikinci mertebe ile birinci mertebe ortasında saydım, üç bin dokuz yüz küsur oldu.

Hakikat-i hal böyle olduğu için, matbaa ve müstensihlerin sehiv ve hatalarından başka, o tefsiri esas kabul etmek lâzım gelir.

Fakat beş altı mühim yerlerde ve on ve on beş cüz'î ve kesirli yerlerde ona muhalefet etmeye mecbur oldum. Çünkü tahkikatımla anladım ki matbaa ve müstensihler sehiv etmişler. Her ne ise...

Bu listeyi yazmaya mecbur oldum. Çünkü tevafukat anahtarıyla açılan her bir mezaya-yı i'caziye ve esrar-ı Kur'aniyeyi kuvve-i hâfıza vasıtasıyla mecmu-u Kur'an'dan çıkarmak benim gibi hâfız olmayan ve kuvve-i hâfızası eski kuvvetini zayi eden bir adama çok müşkül olduğundan, kolaylık için bu fihristeyi yazdım.

Fakat acele, bir günde yazıldığından takribî olmuş. İnşâallah bir zaman fedakâr kardeşlerim muavenetiyle tahkikî bir surette yazılacaktır.

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

وَاعْفُ عَنَّا اِنْ زِدْنَا اَوْ نَقَصْنَا وَلَا تَجْعَلْ نُقْصَانَنَا زِيَادَةً فٖى ذُنُوبِنَا وَلَا زِيَادَتَنَا نُقْصَانًا فٖى حَسَنَاتِنَا وَكَمِّلْ نُقْصَانَنَا بِمَزٖيدِ رَحْمَتِكَ اٰمٖينَ

Said Nursî

Yedinci Remzin İkinci Parçası[değiştir]

Kur'an'da İsm-i Celal'in Tevafukat Cetveli

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

Mukaddime

Lafza-i Celal, Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyanda iki bin sekiz yüz altı (2806) defa zikredilerek tekrar edilmiş. Lafz-ı Rab dahi yedi yüz küsur tekrar edilmiş.

Evvela: Usûl-ü şeriattandır ki Kur'an kelimatı ve harfleri, Kur'an'dan olmak cihetiyle her birinin on sevaptan tut tâ binler sevaba kadar uhrevî meyveler verir. Gafletle okunsa dahi sevabını verir. Fakat sair zikir ve tesbihler hurufatının hususi sevapları Kur'an'ın hurufatına benzemiyor, gafletle okunsa çokların nazarında semere vermiyor.

İşte bu kaide-i şer'iyeye binaen, iki bin sekiz yüz (2800) defa اَللّٰهْ، اَللّٰهْ، اَللّٰهْ Kur'an kelimatı olmak cihetiyle söyleyen ve zikreden insan, ne kadar feyizli sevaba mazhar olacağı kıyas edilsin.

Evet, insan bir virdi alsa Kur'an'dan almalı. Bir zikretse Kur'an'ın tayin ettiği adet ile ders almalı. Mesela سُبْحَانَ اللّٰهِ dediği vakit, Kur'an'ın kelâmı olarak dese hem sevab-ı Kur'anî, hem fazilet-i zikriye alır. لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ Kur'an'ın âyeti cihetiyle dese hem kıraattır, hem zikirdir. Gaflet gelse zarar vermez. O niyet olmazsa zarar vardır, yani sevabı noksanlaşır.

Sâniyen: Lafzullah'ın çok mühim esrar-ı i'caziyesinden, yalnız bize bir vâsıta-i teşvik olarak ihsan edilen tevafuk kaidesiyle münasebettar üç lem'a-i tevafukatı beyan edilecek. Şöyle ki:

Lafza-i Celal, i'caz-ı Kur'anînin kırk vechinden göz ile görünecek bir vechinin on cüzünden üç cüz, Lafzullah ve Lafz-ı Rab tevafukatıyla tecelli ediyor.

Birinci cüz: Yeni yazdığımız ve inşâallah yakında tab' edeceğimiz Kur'an-ı Azîmüşşan'da bütün Lafza-i Celal ve Lafz-ı Rab gayet nadir istisna ile manidar tevafukla muntazaman sıra ile birbirlerine bakmalarıdır. Hattâ müteaddid yerlerde ehl-i kalp ve ehl-i hakikat demişler:

"Bu tarz yazı, Levh-i Mahfuz'un yazısına benzer ve ona yakındır." diye hükmetmişler.

Yalnız her şeyin bidayeti, acemilik cihetiyle mükemmel olmuyor. Bu ise birden yazdırıldı, elbette tam tekellüfsüz mükemmel bir suret verdirilmedi. Hal ve zaman müsaadesiz, sürat ve acemilik dolayısıyla fıtrî o sırr-ı tevafuk tamam gösterilemedi. İnşâallah sonra tekmil ettirilecektir.

İkinci Lafza-i Celal'in sırr-ı tevafuku şudur ki: Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Dördüncü Kısmı'nda ve ayrı bir listede ispat ve beyan edildiği gibi, Lafza-i Celal ve kısmen Lafz-ı Rab ile beraber surelerin âyetleriyle gayet latîf bir münasebet-i adediye ile bir nevi tevafuk var. Ezcümle: Sure-i El-Bakara'nın âyetiyle Lafz-ı Celal'ın adedi tevafuk ediyor. Sure-i Âl-i İmran hâkeza. Sonra acib bir nisbet-i adediye ile tâ nihayete kadar nısf-ı nısfa ve yarının yarısının yarısına ve hâkeza bir münasebetle gidiyor.

Üçüncü sırr-ı tevafuk: Şimdi yazdığımız listede tezahür eder, inşâallah.

Ben Mu'cizat-ı Ahmediye'yi yazdığım zamanda Ramazan-ı Şerif'te okuduğum nüsha-i Kur'an'ıma dikkat ettim. Sahifelerdeki Lafza-i Celal başka sahifelerde münasebeti nazar-ı dikkatimi celbetti. O zaman kısmen işaretler vaz' ettim. Lafz-ı Rab bazı yerde Lafza-i Celal ile beraber tevafuka medar olduğunu o zaman bilmemiştim. Şimdiki yazdığımız Kur'an'da Lafz-ı Rab, Lafzullah ile beraber kırmızı yazıldı. Noksan kalan sırr-ı tevafuk tekemmül etti.

Zaten suver-i Mekkiyede Lafz-ı Rab dahi Lafzullah yerindedir. Bazı surelerde ikisi beraber hükmederler.

Sâlisen: Ben yeniden cüz be-cüz tetkik ettim. Her cüzün içindeki o iki kelime-i mübarekenin münasebat-ı adediyesi ehl-i insafa kanaat verir ki bunların bu vaziyet-i adediyesi, bu nevi tevafukatı tesadüfî değildir. Bir irade-i gaybiye tahtında vaziyet almışlar.

Madem ümmetin elinde en ziyade münteşir âyet-i berkenar denilen mushaf-ı şerifin satırların mikyası, en kısa sure olan Sure-i Kevser ve Sure-i İhlas olduğu gibi; sahifelerin mikyası dahi en uzun âyet olan Âyet-i Müdâyene olduğundan, şimdi sahaif-i Kur'aniyede tezahür eden lemaat-ı i'caziye ve esrar-ı tevafukiye doğrudan doğruya Kur'an'a aittir. Beşere ait olamaz.

Râbian: Şu listede o münteşir berkenar Kur'an'ın sahifelerinin numaralarını da yazıp altında Lafza-i Celal'in tekerrür adedini yazarak tâ her sahifenin mukabilinde veya mukabilinin arkasında veya arkasının mukabilindeki sırr-ı tevafuku anlaşılsın. Eğer Lafz-ı Rab beraber ise bir ر işareti konulacak.

Hâmisen: İşaratü'l-İ'caz ve Onuncu Söz ve Yirmi Sekizinci Mektub ve Yirmi Dokuzuncu Söz risalelerinde Lafzullah'a işaret eden elif harfinin gösterdiği sırlar, Kur'an-ı Azîmüşşan'da Lafzullah'ın tevafuk sırlarından tereşşuh ettiğini ve ondan geldiğini ve ona işaret ettiğini ve onun anlaşılmasına basamak olduğuna şimdi kat'î kanaatimiz gelmiştir.

Sâdisen: Kur'an-ı Hakîm'in satırlar başı, her kâtip ve her matbaa için serbest kalmak hususunda ve ümmete her tarzda Kur'an'ı yazmaya mezun olmak cihetiyle sırlara medar edilmemiş. Onun için İşaratü'l-İ'caz'da ve Onuncu Söz'de satırlar başındaki elifler tevafukatı, Kur'an'daki Lafzullah'a bakar. Kur'an'ın satırlarının başlarına bakamıyor. Çünkü Kur'an'ın satırlarının başları sırra medar olsaydı tahdid edilirdi. Ümmet yazı hususunda serbest kalamazdı.

Sâbian: İsm-i Celal ve İsm-i Rab ekseriyet-i mutlaka ile ve şüphe bırakmayacak bir tarzda mühim bir tevafuk göstermeleriyle beraber tam tamına tevafuk etmemesi bir kaç sebepten ileri gelmiştir:

Birinci sebep: Bazen sahifenin âyetlerine bakar. Bazen sahifenin rakamına ve kısmen cüzün adedine bakar.

Mesela: Birinci cüzde birinci sahifede bir İsm-i Celal, sekizinci cüzde sekiz adet İsm-i Celal, onuncu cüzün başında on adet İsm-i Celal, on birinci cüzün başında dahi on bir adet İsm-i Celal var.

İkinci sebep: İsm-i Celal'ın tevafukat-ı zahiriyeden başka sırları vardır ki o sırlara binaen bazen münasebet-i nısfiye ile tevafuk ediyor. Bazen de bir sahifede bir yaprağa mukabil oluyor. Bazen birer fark ile muntazaman iner veya terakki eder.

Mesela: On sekizinci cüzde on, dokuz, sekiz, sonra on, on bir, on iki geliyor. Bu zahiren tevafuk noksandır fakat birer fark ile başka bir letafeti katmakla o noksanı telafi eder. Hem bazen İsm-i Celal, İsm-i Rab ile beraber sırr-ı tevafuka bakıyorlar. Bazen tevafukları ayrı ayrıdır.

Bu cetveli dahi sâbık cetvel gibi, tashih etmeye halim müsaade etmedi. İnşâallah, tashihe çok muhtaç değil.

Birinci Cüz[değiştir]

İkinci Cüz[değiştir]

Üçüncü Cüz[değiştir]

Dördüncü Cüz[değiştir]

Beşinci Cüz[değiştir]

Altıncı Cüz[değiştir]

Yedinci Cüz[değiştir]

Sekizinci Cüz[değiştir]

Dokuzuncu Cüz[değiştir]

Onuncu Cüz[değiştir]

On Birinci Cüz[değiştir]

On İkinci Cüz[değiştir]

On Üçüncü Cüz[değiştir]

On Dördüncü Cüz[değiştir]

On Beşinci Cüz[değiştir]

Mülahazat[değiştir]

Her bir cüzde ayrı ayrı letafet-i tevafukiye görünüyor. Ve bazen cüzlerin başı birbirine bakıyor.

Mesela: Beşinci cüzün ikinci sahifesi sekiz, altıncı cüzün başı yine sekiz, yedinci cüzün başı yine sekiz, sekizinci cüzün başı yine sekiz.

Bazen bir cüzün nihayet sahifesi diğer cüzün baş sahifelerine bakıyor.

Mesela: Onuncu cüzün âhir yaprağında bir dokuz var. On Birinci cüzün ikinci sahifesindeki dokuza bakıyor. Ve hâkeza... Zahirî tevafuksuz, hakikatte sırlı ve gizli tevafuku var.

Her bir cüzün kendine mahsus bir letafet-i tevafukiyesi var, demiştik. Ezcümle:

Onuncu cüzün başı, cüze muvafık on adet İsm-i Celal geliyor. İki sahife sonradaki on adede tevafuk ediyor. O iki on ortasında on iki ile sekiz düşüyor. O da iki on eder. Çünkü yaprak yaprağa bakıyor. Sonra ondan biri iner. İki dokuz gelir. Sonra on altıdan sonra bir altı ile bir on gelir. Çünkü bir sahife bir yaprağa bakar. Sonra iki on ortasında bir yedi var. Sonra dokuz ile beşten sonra on bir geliyor.

Berkenar mushafların bazı sahifeleri sık yazılmış, kelimatı çok. Bazı seyrek, kelimatı az olduğu cihetle bir sahifede bulunması lâzım gelen İsm-i Celal diğer sahifeye geçmiş. Onun için deriz ki:

On birden biri arkasındaki sekize gelse dokuz olur. Birer yaprak fâsıla ile iki dokuza muvafık olur. Sonra iki sekiz ortasında bir altı bulunuyor.

Hem mesela: On Birinci cüzün başında on bir gelip cüzün adedini haber veriyor. Sonra iki dokuz geliyor. Sonra iki yedi sonra latîf bir tarzda üç, altı, yine üç, altı geliyor. Sonra üç, beş, beş, beş geliyor. Sonra sekiz, sekiz geliyor. Sonra üç, beş geliyor. Sonra İsm-i Rab ile beraber dört, sonra dört, İsm-i Rab ile olsa beş, âhirde yine beş.

Hem mesela: On ikinci cüzde tevafuksuz bir tek var. Mesela iki iki ortasında bir beş. Bazen bir sahife yaprağa baktığı cihetle iki ile beş, yedi; iki iki ortasında bir yedi, sonra yine iki, sonra üç, üç, üç, üç, sonra bir, bir, sonra iki, iki, sonra üç, ve İsm-i Rab ile yine üç, sonra iki iki ortasında bir beş geliyor.

İsm-i Celal'ın tevafukat-ı adediyesi hem muntazamdır hem manidardır. Fakat bir parça dikkat ister. Çünkü risalelerde görünen tevafuk gibi daima sahife sahifeye bakmıyor. Bazen sahife mukabiline değil belki arkasına veya arkasının mukabiline bakar. Bazen bir yaprak atlar. Bazen bir sahife iki sahifenin mecmuuna bakar.

Mesela: Otuz beşinci sahifede on üç adet Lafza-i Celal gelir. Arkasında sekiz sonra beş geliyor. Demek o on üç adet, bu iki rakama birden bakar ki o da on üç ediyor. Ve hâkeza...

Hem bazen bir sahife iki sahifenin mecmuuna bakmakla beraber aynı surette iki adet gelir. Her biri onun bir cüzünü gösterir.

Mesela: Sure-i Tevbe'de yüz seksen sekizinci sahifede on altı Lafza-i Celal geliyor. Arkasında altı geliyor. Altının arkasında on geliyor. Beraber yukarıdan okunsa on altı olur, tevafuk eder.

Sure-i Ahzab'da yine dört yüz yirmi ikinci sahifede on altı İsm-i Celal geliyor. Zahirî tevafuku yok. Halbuki bir sahife daha evvel on gelir. Ve mukabilinde altı var. Terkib edilse on altı olur, tevafuk eder.

Hem bazen İsm-i Rab ile beraber tevafuk eder.

Bazen sahife sahifeye değil yaprak yaprağa bakar.

Hem bazen sahife rakamına bakar. Dokuz rakamı çok defa sahife rakamına baktığı için tevafuktan çıktığını hissettim.

Elhasıl: Bazı esrar-ı gaybiye için tevafukat şeklini değiştiriyor.

Lafza-i Celal'in en latîf ve cazibedar ve manidar bir tevafuku şudur ki: Başta Fatiha sahifesiyle beraber yüz elli bir sahifede elli bir defa yedi ile sekiz geliyor.

On Altıncı Cüz[değiştir]

On Yedinci Cüz[değiştir]

On Sekizinci Cüz[değiştir]

On Dokuzuncu Cüz[değiştir]

Yirminci Cüz[değiştir]

Yirmi Birinci Cüz[değiştir]

Yirmi İkinci Cüz[değiştir]

Yirmi Üçüncü Cüz[değiştir]

Yirmi Dördüncü Cüz[değiştir]

Yirmi dördüncü cüzde bir cihetle dokuz defa altı rakamı geliyor. Demek cüzün yarısı manidar altı rakamıyla gösteriliyor. Yirmi dördüncü cüzün bu dokuz defa altısı birbirini takip eden sahife rakamındaki dokuz defa altıya tevafuk ediyor.

Yirmi Beşinci Cüz[değiştir]

Yirmi Altıncı Cüz[değiştir]

Yirmi Yedinci Cüz[değiştir]

Yirmi Sekizinci Cüz[değiştir]

Yirmi Dokuzuncu Cüz[değiştir]

Otuzuncu Cüz[değiştir]

Mülahazat[değiştir]

İsm-i Celal ve İsm-i Rab tevafukatı yalnız bir cihetle değil, belki müteaddid vücuhu var. Hem tevafukat içinde latîf nükteler var. Ezcümle:

Yirmi Sekizinci cüzde İsmullah beş defa on bir, beş defa on, beş defa on üç geliyor. Beş defa on üç altmış beş olup ism-i هُوَ olmakla beraber sırr-ı tevafukta ve bilhassa اِنَّٓا اَعْطَيْنَا sırrında on beş defa on üç adedi o sırrın keşfine medar olduğu gibi; İsm-i Celal'ın Kur'an'daki sırr-ı tevafukuna bir basamak ve bir mukaddime olan Onuncu Söz'deki elif tevafukatının medarı olan (dört, beş, üç, altı) adetleri her biri o risalenin mecmuunda on üç defa gelmesi bu tevafuka manidar bir letafet daha katarlar.[19]

Hem ezcümle: Dördüncü cüz başında üç dokuz tevafuk edip sonra iki beş ortasında bir on, iki beş ortasında bir dokuz, on bir, on iki ve dokuz ve on üç, dört, dört, dokuz, dört, dört, beş, altı ki Lafz-ı هُوَ yi teşkil ediyor. Edna bir dikkatle bu cüzdeki Lafza-i Celal ne kadar muntazam bir vaziyet aldığı görülür.

Üçüncü cüz başında üç defa sekiz, sonra iki defa altı, bir defa yedi, bir defa altı, yine iki yedi, iki defa dokuz, yine bir yedi, on iki, on bir, on üç, üç defa sekiz, bir yedi ve bir altı.

İşte bu cüzde, tevafuk gayet muntazamdır. İki muvafık ortasında bir sahife ya iki sahife fâsıla olsa zarar vermez. Ezcümle:

Cüz-i evvelde birinci sahife pek kısa olduğundan ondaki bir İsm-i Celal ikinci sahifeye zammı münasip bulunmakla altı veyahut beş. Altı ve beş âdeta ikisi هُوَ lafzını gösteriyor.

Sonra iki sıfırdan sonra Rab ismi zammedilse yine iki defa dört, sonra yedi ile altı ve iki ile altı, yine yedi ve dört geliyor. Ortada iki kalmak üzere her iki tarafında dört, yedi, altı gelmekle daha latîf oluyor. Sonra sekiz ile yedi, üç, üç ve yine sekiz geliyor.

Şu birinci cüzdeki İsm-i Rab nadir gelmiş, fakat gelen miktar gayet latîf bir tevafuktadır. Mesela başta dört defa bir, sonra dört defa iki ve bir defa beş tekerrür vardır.

Hem mesela: İkinci cüzde dahi İsm-i Rab, İsm-i Celal ile beraber üç defa altı geliyor. Sonra iki defa sekiz, sonra iki defa yedi ortasında iki üç, sonra üç dokuz ortasında bir on ve iki dokuz ortasında bir yedi, dokuz ile sekiz arasında sırlı adet olan on üç, sonra bir defa beş ve iki misli olan on ve o iki on ortasında bir sekiz geliyor.

Şu halde mukaddimede beyan ettiğimiz gibi, bir iki sahife bazen iki muvafık ortasına girebilir. Bu kaideye binaen bu ikinci cüzde tevafuksuz yalnız on üç adedi kalır. Zaten onun sırrı ona kâfidir, tevafuk yerini tutuyor.

En âhirki cüz olan otuzuncu cüzdeki İsm-i Rab gayet latîf bir tarzda tevafuk ediyor. Mesela: İki defa üç, iki defa iki, bir üç, iki defa bir, yine bir defa iki ve üç ve bir defa beşten sonra bir ve iki ve dört defa üç sonra bir ve iki yine bir ve iki.

Yine o cüzde İsm-i Celal adetleri bütün tevafukta. Yalnız bir defa üç, zahirî tevafuksuz görünüyor. Başta dört defa bir, âhirde İsm-i Rab zammıyla dört defa beş geliyor.

Yedinci Remzin Üçüncü Parçası[değiştir]

İki küçük kısımdır.

Birinci Kısım[değiştir]

Matbu Onuncu Söz'ün latîf tevafukat-ı harfiyesindendir ki ekseriyet-i mutlaka ile ya üç elif ki Lafzullah olur. Veya beş altı ile tevafuk ediyor ki Lafz-ı هُوَ olur. Hem otuz beşinci sahifede beşinci hakikatte iki beş üç beşte tevafuk ediyor. Hem başta cilt olan iki sahife ile beraber altmış beş oluyor. Yine Lafz-ı هُوَ oluyor. Sure-i Kevser'in hurufatı gibi...

Hem Sure-i Kevser'in hurufatına tevafuk ediyor, hem en âhirdeki iki beyaz sahifeyi saymak cihetiyle altmış yedi olup baştaki âyetin melfuz altmış yedi hurufuna tevafuk ediyor.

Eğer âyette medde sayılmazsa beyaz sahifeye lüzum olmadığı gibi beyaz satırlara da lüzum kalmaz. Tam tamına sahife yirmi iki satır yazılı olmak üzere, âyetin hurufat-ı melfuzasına tevafuk eder. Yalnız on üç satır beyaz dâhil olacak. On üç adet tekrar kendi sırrını gösterdi.

Eğer medde Lafzullah'ın meddesinden başka sayılmazsa ve şedde sayılsa tam tamına kitabın âhirdeki altmış üç sahifesine tevafuk ediyor. Eğer şedde ve yedi medde sayılmazsa hemze-i vasl sayılsa, tam tamına altmış üç sahifesine tevafuk ediyor.

Hem sahifenin satırları yirmi iki olmak itibarıyla yarısından ziyade yazılı bulunan sahifelerin hakiki ve itibârî satırlarına bu baştaki ismin iki satır ilâvesiyle 1342'de mebde-i telifine ve inkâr-ı haşre emare olan lâdinî siyasetinin ilanı ve Latinî hurufunun resmen kabulü tarihine bir tek fark ve bir ق ile اَلْاٰخِرَةُ حَقٌّ makam-ı ebcedîsiyle hattâ şu risalenin sırf hakiki satırlarına başta el yazısı ile yazılan isim ve tenbihe ait yedi satır ilâvesiyle müellifin veladet tarihine tevafuk ediyor.

Hem Onuncu Söz'ün latîf tevafukat-ı elifiyesindendir ki beş rakamı risalenin mecmuunda on üç defa olmakla altmış beş olup yine Lafz-ı هُوَ teşkil etmekle beraber, bir sure-i âhiret olan Kevser'in hurufatına tevafuk ediyor. Hem risaledeki altı rakamı on üç defa olduğundan bu beş ile altı on üçte tevafuk ediyor. Bu iki mütevafıklar, risaledeki üçlerin onuncu, ikinci, üçüncü suret ve hakikat kelimelerindeki elif sayılmazsa en baştaki iki sahifenin iki üçleri ikişere iner. Yine on üç defa olup o iki mütevafıkla o adette tevafuk ediyor. Bu üç mütevafık, o mezkûr elifler sayılsa dört rakamı da mecmu-u risalede on üç defa olup bu üç mütevafık o dört rakamıyla on üçte yine tevafuk ediyor.

Elhasıl: Beşler on üç, altışar yine on üç, üçer yine on üç, dörder on üç.

Bu muzaaf tevafukları tesadüfî zannedenler, zannederiz ki insan suretinde kör bir şey olmalı ki kör tesadüfe bu hikmetli işi havale ediyor.

Bu mübarek beş ile altı, mukaddes هُوَ lafzının harfleridir ve o kudsiyetten aldıkları feyz ile İşaratü'l-İ'caz'da yine hârikulâde vaziyetler gösterdiler. Ve bu risalede beşlerin elifleri altmış beş olmakla Sure-i Kevser'in Besmele ile beraber aded-i hurufuna tevafuk ile Kevser gibi هُوَ olur.

Altının elifleri yetmiş sekizdir. İki altı tevafuka girmemiş, bir altı on üçüncü sahifede "Onuncu Suret" elifi sayılsa yedi olur. Demek gayr-ı mütevafıkın sukutu ile beraber altı, yediye çıkmakla elifleri altmış yedi olup Sure-i İhlas'ın Besmele ile hurufatına tevafuk ediyor. Aynı Sure-i İhlas gibi Lafzullah'a makam-ı ebcedî cihetiyle tevafuk ediyor.

Demek nasıl ki Sure-i İhlas لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der, Lafzullah'ı gösterir. Sure-i İhlas gibi altı cümlesine tevafuk eden altının elifleri لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ diye Allah'a işaret eder.

Hem nasıl ki Sure-i Kevser لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ der, هُوَ yi gösterir. Öyle de beşin elifleri dahi لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ der, هُوَ yi gösterir.

Hâtime[değiştir]

Kanâatimiz geldi ki ehl-i ilhadın haşr-i cismanîyi resmen inkâr etmek istedikleri hengâmda, iktidar ve ihtiyarımızın haricinde Onuncu Söz yazdırıldı. Şimdi mürur-u zamanla her vakit mütalaası lâzım gelen Onuncu Söz'e bir lâkaytlık gelmekle beraber, haşr-i cismanî yine bir şiddetli taarruza maruz bulunduğunu îma edip bizi ikaz eden şiddetli bir surette inayet-i İlahiye nazar-ı dikkati Onuncu Söz'e bu garib tevafuklarla tekrar celb etti. Bu risalede tevafuka medar olan bu beş, altı, dört, üç rakamlarının her birinin yekûnü on üçte tevafuk etmeleri, Onuncu Söz'ün on üçüncü sahifesine bilhassa nazar-ı dikkati celb ettiriyor. O dört ile beş dokuz, üç ile altı dokuz olmakla yine Dokuzuncu Hakikat'a nazar-ı dikkati celb ettiriyor.

Evet on üçüncü sahifedeki "Onuncu Suret" temsil ettiği "Dokuzuncu Hakîkat", Onuncu Söz'ün en kuvvetli, en parlak, en mülzim bürhanlarından olduğundan, ihvanıma bu hakikati ezber edinceye kadar mütalaa etmelerini tavsiye ediyorum.

Şu risalenin medar-ı tevafuku olan üç, altı, beş, dört rakamlarının her birinin yekûnü on üç olması, bir sure-i âhiret olan Sure-i Kevser'in sırrına dair Altıncı Remiz'de on beş defa tekerrür eden on üç adedine tevafuk etmesi bir işarettir ki Haşir Risalesi Sure-i Kevser'e tam bakar ve oradan emir alır.

Âhirdeki dört, altı, üç, beş şu rakamların tevafuksuz gelmelerinin sebebi, bu rakamlar âhirde her biri on üç olduğunu göstermek için bilmecburiye birer birer kendi mütevafıkıyla değil, belki on üçteki arkadaşlarıyla birleşmeye mecbur oldular. Hem altı ile arkasındaki üç, kitabın hâtimesindeki altmış üç rakamına tevafuk etmek için tevafuktan çıkmışlar.

Kitabın başında en evvel dört rakamı dördüncü sahifede geldiği için âhirde en evvel o imza ediyor. Beş öteki arkadaşlarından sonra işe giriştiği için o arkadaşlarından sonra on üç senedini imza ediyor.

Bu risalede elif tevafukatı bir kısım risalelerimizde âsârı görünen geniş bir sırdan ileri geldiğine kuvvetli bir delil, İşaratü'l-İ'caz'da acib ve garib tevafukat-ı harfiye ve elifiyesidir. Ve pek zahir bir bürhanı dahi Yirmi Sekizinci Mektub'un İnâyât-ı Seb'a'sında yirmi sekiz elif fâsılasız gelmesi ve o mektubun numara ve isim adedini göstermesi ve iki sahifenin birinci satırı müstesna olup bütün satırları başında elif olarak birbirine muvafık olmasıdır.

Nasıl ki risalelerde kelime tevafukatı Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın Lafza-i Celal tevafukatına bir basamaktı ve Lafz-ı Kur'an ve Lafz-ı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm o sırrın anahtarları oldular.

Öyle de İşaratü'l-İ'caz'daki tevafukat-ı harfiye maksud-u bizzat değildi, belki Sure-i اِنَّا اَعْطَيْنَا sırrına bir basamaktı.

Şimdi, bu Onuncu Söz'ün tevafukatı dahi, Sure-i اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ sırrına yetişmek için bir basamaktı. Fakat o basamak fikirlerde tam yerleşmediği için o sır da tam açılmadı. Yalnız göründü ve der-akab kapandı.

Demek o iki risalenin tevafukat-ı harfiyesine ciddi ehemmiyet, o iki sure-i kudsiyenin sırlarının ehemmiyetinden gelmiştir.

Ben de şimdi bu hikmeti anladım. Ve ehemmiyetsiz zannettiğim münasebat-ı tevafukiye ehemmiyetli olabilirler, çünkü gayet mühim sırlara hizmet ederler.

Yedinci Remzin Üçüncü Parçasının İkinci Küçük Kısmı[değiştir]

Aziz, sıddık, hakikatli âhiret kardeşim ve ciddi ve kuvvetli arkadaşım!

Kur’an-ı Hakîm’in baş hâşiyelerinde, âyât-ı Kur’aniyenin adedi altı bin altı yüz altmış altı (6666) olmakla, envar-ı Kur’aniye ve hakikat-i Furkaniye eyyam-ı şer’iye ile altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene kadar küre-i arzda hükmü cereyan edeceğine işaret ettiğine dair sualinize o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için izahlı bir cevap veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki: Âsım’ın suali ehemmiyetlidir, cevap ver. Ben de o ihtara binaen, üç esasla bir parça izah edeceğim:

Birinci Esas: Nasıl ki nur-u Muhammedî ve hakikat-i Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, divan-ı nübüvvetin hem fatihası hem hâtimesidir. Bütün enbiya, onun asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları o nur-u Ahmedî (asm) cephe-i Âdem’den tâ Zat-ı Mübarek’ine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.

Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye, Risale-i Mi’rac’da kat’î bir surette ispat edildiği gibi şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslîsi hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de hakikat-i Kur’aniye, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar hakikat-i Muhammediye (asm) ile beraber müteselsilen enbiyaların suhuf ve kütüblerinde nurlarını neşrederek gele gele tâ nüsha-i kübrası ve mazhar-ı etemmi olan Kur’an-ı Azîmüşşan suretinde cilveger olmuştur.

Bütün enbiyanın usûl-ü dinleri ve esas-ı şeriatları, hülâsa-i kitapları Kur’an’da bulunduğuna, ehl-i tahkik ve ehl-i hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen, fetret-i mutlakanın zamanı ihraç edildikten sonra, rivayet-i meşhure ile zaman-ı Âdem’den tâ kıyamete kadar, eyyam-ı şer’iye ile tabir edilen yedi bin (7000) seneden fetret-i mutlakanın zamanı tarh edildikten sonra altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene kadar din-i İslâm’ın sırrını neşreden hakikat-i Kur’aniye küre-i arzda ayrı ayrı perdeler altında neşr-i envar edeceğine, âyâtın adedi işaret ediyor, demektir.

İkinci Esas: Malûmdur ki küre-i arzın mihveri üstündeki hareketiyle gece gündüzler ve medar-ı senevîsi üstündeki hareketiyle seneler hasıl oluyor. Güneşle beraber her bir seyyarenin belki sevabitin ve Şemsü’ş-şümus’un dahi her birinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsusalarını gösteren bir hareketi ve medarı üzerinde deveranı dahi bir nevi seneleri gösteriyor. Hâlık-ı arz ve semavat’ın hitabat-ı ezeliyesinde o eyyam ve seneleri dahi irae ettiğine delili şudur ki:

Furkan-ı Hakîm’de

ثُمَّ يَعْرُجُ اِلَيْهِ فٖى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُٓ اَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ

تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَ الرُّوحُ اِلَيْهِ فٖى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسٖينَ اَلْفَ سَنَةٍ

gibi âyetler ispat ediyor. Evet, kış günlerinde ve şimal taraflarında gurûb ve tulû mabeyninde dört saat günden ve bu yerlerde kışta sekiz dokuz saatten ibaret eyyamlardan tut tâ güneşin mihveri üstünde bir aya yakın yevminden, hattâ kozmoğrafyanın rivayetine göre tâ “Rabbü’ş-Şi’ra” tabiriyle Kur’an’da namı ilan edilen ve şemsimizden büyük “Şi’ra” namında diğer bir şemsin belki bin seneden ibaret olan gününden tâ Şemsü’ş-şümus’un mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı Rabbaniye vardır.

İşte semavat ve arzın Rabb’i, o Şemsü’ş-şümus ve Şi’ra’nın Hâlık’ı hitap ettiği vakit, o semavat ve arzın ecramına ve âlemlerine bakan kudsî kelâmında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.

Madem eyyamın lisan-ı şer’îde böyle ıtlakatı vardır. İlm-i tabakatü’l-arz ve coğrafya ve tarih-i beşeriyet ulemasınca nev-i beşerin yedi bin sene değil belki yüz binler sene geçirdiğini teslim de etsek, Âdem’den kıyamete kadar ömr-ü beşer yedi bin senedir olan rivayet-i meşhurenin sıhhatine ve beyan ettiğimiz altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene nur-u Kur’an hüküm-ferma olduğuna münafî olamaz, cerh edemez. Çünkü eyyam-ı şer’iyenin dört saatten elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefsü’l-emirdeki eyyamın hakikati o rivayet-i meşhurede hangisi olduğu şimdilik bu dakikada kalbime inkişaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasip değil.

Üçüncü Esas: لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ Şu meselede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir müddeayı beyan ediyorum. Şöyle ki:

Şu dünyanın bir ömrü ve şu dünyadaki küre-i arzın dahi ondan kısa diğer bir ömrü ve küre-i arzda yaşayan nev-i insanın daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içinde üç nevi mahlukatın ömürleri, saatin içindeki dakika, saniye, saatleri sayan çarkların nisbeti gibidir. Nev-i insanın ömrü, küre-i arzın iki hareketiyle hasıl olan malûm eyyam ile olduğu gibi; zîhayatın vücuduna mazhar olduğu zamandan itibaren küre-i arzın ömrü ise merkez-i irtibatı olan şemsin hareket-i mihveriyesiyle hasıl olan eyyam ile olması hikmet-i Rabbaniyeden uzak değildir. Ve dünyanın ömrü ise Şemsü’ş-şümus’un hareket-i mihveriyesi ile hasıl olan eyyam iledir.

Şu halde nev-i insanın ömrü yedi bin sene eyyam-ı malûme-i arziye ile olsa küre-i arzın hayata menşe olduğu zamandan harabiyetine kadar eyyam-ı şemsiye ile iki yüz bin seneden geçer. Ve Şemsü’s-şümus’a tabi ve âlem-i bekadan ayrılıp küremize bakan dünyaların ömrü –Şemsü’s-şümus’un işarat-ı Kur’aniye ile her bir günü elli bin sene olmasıyla– yedi bin sene o eyyam ile yüz yirmi altı milyar sene yaşarlar. (Hâşiye[20]) Demek eyyam-ı şer’iye tabir ettiğimiz eyyam-ı Kur’aniyede bunlar dâhil olabilirler.

Evet semavat ve arzın Hâlık’ı, semavat ve arza bakan bir kelâmıyla, semavat ve arzın sebeb-i hilkati ve çekirdek-i aslîsi ve en mükemmel âhir meyvesi olan bir zata hitabında, o eyyamları istimal etmek, Kur’an’ın ulviyetine ve muhatabının kemaline yakışır ve ayn-ı belâgattır… وَ الْعِلْمُ عِنْدَ

اللّٰهِ وَ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهٖ

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

Said Nursî

Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Sekizinci Kısmı'nın Sekizinci Remzi[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın âyâtında ve kelimatında ve maânîsinde ve nazmında müteaddid vücuh-u i'caziye ve esrar-ı kudsiye bulunduğu gibi, hurufatında dahi çok lemaat-ı i'caziye bulunur. Hattâ hurufunun vaziyetlerinde çok işarat-ı âliye var. Hattâ tekerrür adetlerinin tevafukatlarında çok münasebat-ı latîfe var.

İşte o denizden bir katre hükmünde, medar-ı bahsimiz olan tevafukat meselesine münasebeti bulunan huruf-u Kur'aniyenin tevafukat-ı adediyesinden bir iki cüz'î misali, numune için göstereceğiz. Yani âyât ve kelimat ve hakaik ve nazmında bulunan esrardan değil, belki yalnız hurufatın vaziyetlerinde ve o vaziyetin vücuh-u kesîresinden yalnız tekerrür eden hurufatın adetlerinin tevafukatından çıkan münasebat-ı adediyeye dair ve bunun dahi vücuh-u kesîresinden yalnız mecmu-u Kur'an'da yirmi dokuz huruf-u hecaiyenin yekûn adetlerindeki manidar bir kısım tevafukatına Yedinci Remiz'de işaret edildi. Sekizinci Remiz'de bir numune için dört kısa sure olan Sure-i İhlas ve Muavvizeteyn ve Fatiha'nın hurufatının meselemiz olan tevafukata temas eden cihetini, kısmen işaret edeceğiz.

Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın surelerinde bulunan bin letafetinden bir letafeti numune olarak şudur ki:

Sure-i İhlas'ta elif beş, و beş, د beş olarak birbirine tevafuku ve Lafzullah'ın beş harfine muvafakatı ve ه dört ve م dört ve ن dört, (tenvin) dahi ن olarak birbirine tevafuku ve surenin dört âyetine muvafakatı, hem üçü ل ın on iki adedine mutabakatı ve (sakin elif) iki ve ك iki ve ح iki olarak birbirine muvafakatı ve iki defa Lafzullah ve iki kere اَحَد adedine tevafuku elbette Sure-i İhlas'ın kudsî ve nurani harflerinin intizamına bir letafet daha katarlar.

Sure-i İhlas'ta

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

makam-ı ebcedîsi bin yüz yirmi üçtür (1123), eğer şeddeli iki ر her biri iki ر sayılsa ve sâkıt hemzeler sayılmazsa. Eğer bir ل bir ر olsa yedi yüz seksen üç (783) olur. Birinci hesapta Sure-i İhlas'ın adedine bin üçte (1003) -kesirden kat'-ı nazar- muvafıktır. Bu iki muvafık, bin Besmele ism-i a'zam hükmünü verdiğine îma ve Sure-i İhlas'ın hatme-i hâssası olan bin adedine işaret ve bin esma-i İlahiyeye telvih ve bin İhlas-ı Şerif de ism-i a'zam hâsiyetini verdiğine remzeder. Hattâ çoklar ayn-ı ism-i a'zam demişler. Yani ism-i a'zamın mufassal bir suretidir. Üç adet ise hadîsin rivayetiyle üç İhlas bir hatme-i Kur'aniye hükmünde olduğuna binaen ekser umûr-u mübarekede Sure-i İhlas'ın üçer defa tekrar edilmesini îma etmekten hâlî değildir. Şu Sure-i İhlas'ın bin üç (1003) adedi, üç defa tekerrür sırrıyla üç bin dokuz (3009) olmakla, muhakkikînce Kur'an'ın esrarını câmi' olan Sure-i Kevser'in üç bin adedine tevafuk etmesiyle mühim sırları ihtar eder.

Sure-i İhlas'ın en latîf bir nükte-i tevafukiyesi şudur ki: Kur'an'ın üç esasından en mühim esası olan tevhidi ilan hususunda en câmi' bir tarzda olduğuna îmaen Besmele ile Sure-i İhlas'ın aded-i hurufu olan altmış yedi, Lafzullah'ın altmış yedi aded-i ebcedîsine tevafuk etmekle beraber Lafzullah'ta (sakin elif) كُفُوًا 'de tenvin sayılmazsa her biri altmış altı olup, âyât-ı Kur'aniye'nin dört mertebe altı adetlerine iki mertebe ile tevafuk etmek ile Sure-i İhlas'ın câmiiyeti ve Lafzullah'ın ism-i câmi' ve ism-i a'zam olduğunu îmadan hâlî değildir.

Sure-i İhlas altı cümle olup üçü müsbet üçü menfîdir. Lemaat'ta beyan edildiği gibi, altı mertebe-i tevhidi ispat ve altı enva-ı şirki nefyetmekle beraber İ'caz-ı Kur'an Risalesinin Birinci Şulesinin Birinci Şuâ'ında beyan edildiği üzere, bu altı cümle her biri umumuna hem delil hem netice olduğundan Sure-i İhlas'ta tevhide dair berahin silsilesi ile müdellel otuz Sure-i İhlas kadar içinde otuz emsali münderic olduğuna binaen şu Sure-i İhlas ne kadar safi ve hâlis bir bahr-i tevhid olduğunu îma eder.

Sure-i El-Felak: Elif altı, ق altı, ل altı olarak birbirine tevafuku ve Besmele ile altı adet âyetlerine muvafakatı... س üç, د üç, ف üç birbirine tevafuku ve evvelki üçler ile nısfiyet cihetinde muvafakatı ve birbirine merbut şu üç surenin adedine mutabakatı ve م beş olup beş âyetine muvafakatı şu surenin celalli hurufatına bir cemal daha katarlar.

Sure-i Felak aded-i hurufatı doksan dokuz olmakla doksan dokuz esma-i hüsnanın adedine tevafuk sırrıyla, bütün esma-i hüsna ile bir istiaze-i câmia hükmünde olduğunu îma eder.

El-Felak'ın hurufatının ebcedî makamı olan on bin iki yüz (10200) küsur olmakla Fatiha-i Şerife'nin dahi hurufatının ebcedî makamı olan on bin iki yüz on iki (10212) adedine tevafuk etmesiyle, her bir sure umum sureler ile münasebettar olduğunu îma eder.

Sure-i En-Nâs: Harflerinin birer adet fark ile muntazaman bir'den on ikiye kadar terakki etmesi; mesela ق bir, ه iki, ح üç, ى dört, ر beş,[21] Besmele'deki م ler beraber altı âyetin adedine muvafık olarak م altı, و yedi, (sakin elif) sekiz, ن dokuz,[22] س on, (elif) on bir, ل on iki[23] gelmesi ve Sure-i İhlas'ın on iki ل ına muvafakatı, ateşîn hurufatına bir ışık daha katarlar.

Kur'an'ın âhirki suresi olan Sure-i En-Nâs'ın aded-i hurufatı yüz dört (104) olmakla, yüz dört (104) suhuf ve kütüb-ü enbiyanın adedine tevafuk etmekle, Kur'an-ı Hakîm, umum suhuf-u enbiyanın esaslarını câmi' olduğuna gizli bir îmadır.

Ebcedî hesabıyla şu surenin aded-i hurufatı beş bin beş yüz elliden (5550) bir noksandır. Şu adet Sure-i El-Felak ile Fatiha'nın nısfı olmakla beraber, îma ettiği sırları şimdilik izah edemiyoruz.

Fatiha-i Şerife: Hurufatının ebcedî hesabı olan on iki bin iki yüz on iki (12212) adedi ise mecmu-u Kur'an'da hem ب hem ت 11 bin adetlerine tevafuk etmesiyle beraber, başka sırları gösteren küsurattan sarf-ı nazar edilmiştir. Fatiha'nın on bin huruf-u adedini yedi adet âyetine darb etmesiyle mecmu-u kelimat-ı Kur'aniye adedi olan 70 bine muvafık gelmesiyle ehl-i hakikat indinde muhakkak ve hadîsçe musaddak olan "Fatiha, Kur'an kadardır." ve "Kur'an, Fatiha'da mündericdir." ve bu indirac sırrına binaen "Fatiha, Tenzil'de 'Es-seb'ul-mesanî ve'l-Kur'anu'l-azîm' namıyla teşhir edilmiş." diye olan meşhur hükmün ispatını îma ve ihtar eder.

Suver-i Kur'aniye'nin başlarında olan mukattaat-ı huruf, gayet manidar ve esrarlı bir şifre-i İlahiye olduğu gibi, Fatiha hurufatı belki Kur'an'ın umum hurufatı dahi kudsî ve ayrı ayrı mütenevvi binler İlahî şifreler olduğunu Yedinci, Sekizinci Remiz'lerde işaret edilen sırlar ve tevafuklar teyid ediyorlar.

Fatiha-i Şerife'nin hurufatı yüz otuz ve kelimatı bir hesap ile otuz altı ve bir vecihle otuz olarak otuz cüz Kur'an'a fihriste cihetiyle Kur'an Fatiha'da bulunduğuna îma eder.

Besmele, Şafiî mezhebince her surenin bir âyeti olduğu gibi, Fatiha'nın da bir âyetidir. Hanefîce Besmele Fatiha'nın cüzü değil. Bahsimizde iki mezhebe riayet edeceğiz. Harflerin adedi şudur:

Besmele ile: "Hemze" denilen müteharrik (elif) on sekizdir, (sakin elif) on üçtür, ل yirmi üçtür, م on beştir, ر sekizdir, ع altıdır, ن on bir, ى on altı, ه beş, ب beş, ح beş, د dört, و dört, ت üç, ك üç, س üç, ص iki, ض iki, ط iki, غ iki, ق bir, ذ bir.

Besmele'siz: Fatiha'da "hemze" denilen (elif) on dört, (sakin elif) on birdir. ل on dokuz, م on iki, ن on, ر altı, ع altı, ى on beş, ه dört, ب dört, د dört, و dört, ح üç, ك üç, ت üç, س iki, ص iki, ض iki, ط iki, غ iki, ق bir, ذ birdir.

Fatiha'da Besmele ile "hemze" olan (elif) on sekiz olup 18 bin âlemin adedine tevafuk işaretiyle, her bir harfi her bir âlemin anahtarı olduğuna îma etmekten hâlî değildir. Ve (hemze) ile (sakin elif) بِسْمِ 'deki gizli hemze sayılmamak şartıyla otuzdur. Otuz cüz Kur'an'a remz eder. (Hemze), Besmele'siz on dört olmak haysiyetiyle şu سَبْعُ الْمَثَانٖى 'nin yedi adet âyeti müsennâ olarak iki defasına işaretle iki defa nüzulüne ve namazda tekerrürüne îma eder.

(Sakin elif) on üç, ل yirmi üç olup Fatiha'nın bir hesapla otuz altı kelimelerine tevafuk işaretiyle, beş farz namaz ve revatibinde ve revatib hükmündeki iki rekat teheccüd namazında yirmi dört saatte otuz altı defa Fatiha'nın tekerrürüne îma eder. Besmele'siz ل ile ا ikisi otuz olup ل ın ebcedî makamı olan otuza muvafakatla ve Besmele'siz Fatiha'nın otuz kelimatına mutabakatla beraber otuz cüz Kur'an'ın adedine ve yalnız ل , Besmele'nin on dokuz hurufuna tevafuk işaretiyle otuz cüz Kur'an'ın esasları bu "Es-seb'ul-mesanî ve'l-Kur'anu'l-azîm" namıyla müştehir olan Fatiha'da münderic ve dâhil olduğunu îma eder. Hem ل ın yirmi üç adedi, nüzul-ü vahyin yirmi üç senesine remzeder.

ب beş, ه beş, ح beş olup hem birbirine hem beş farza ve beş erkân-ı İslâmiyeye ve Lafzullah gibi Fatiha'nın ekser kelimelerinin beşer harflerine ve Fatiha'da beş esma-i hüsnanın adedine muvafakatla beraber, üç beşler birbirine muvafık ve otuz cüz Kur'an'a remz eden on beş م ve on beş ى nin her birinin adetlerine tevafuk işaretiyle o mütevafıkların mecmuu kırk beş olduğundan ömr-ü Nebevînin kırk beşinci senesinde birinci defa Fatiha'nın nüzulüne îma etmek o kudsî harflerin şe'nindendir.

Ve د dört, و dört olup hem birbirine hem د ın ebcedî makamına tevafukla beraber, mecmuu sekiz defa tekerrür eden ر ya muvafakatla besmele ile beraber, Hanefî mezhebince Fatiha'nın sekiz âyetine ر gibi işaret edip dörder rekat namazda dört Fatiha vücubunu ve dörtlükle iştihar eden çok mühim dörtlere îma ederler.

ت üç, ك üç, س üç olup birbirine tevafukla beraber, ت üç defasıyla bin iki yüz (1200) sene kadar Kur'an'ın galibane vaziyetine işaret ve ondan sonra âlem-i küfrün galebesine îma etmekle beraber, bin iki yüz (1200) sene kadar Kur'an'ın galibane fütuhatı devamına ve ondan sonra tedafü vaziyetine girmesine işaret eden

اِنَّا فَتَحْنَالَكَ فَتْحًا مُبٖينًا

âyetine Fatiha'nın şu ت 'si üç adedi ile tevafuk ederek aynı işareti veriyor.

ك in ebcedî makamı yirmi olup üç tekerrürü üç sayılsa yirmi üç olur. Nüzul-ü vahyin yirmi üç senesine tevafuk ediyor. س ebcedî makamı altmış olup üç tekerrürü üç sayılsa medar-ı vahiy olan zat-ı nebevînin ömrüne tevafukla beraber çok sırları îmadan hâlî değildir.

Besmele'siz س iki, ص iki, ض iki, ط iki, غ iki olup birbirine tevafukla beraber; Fatiha Besmele ile beraber iki defa Lafzullah, iki kere رحمٰن , iki kere رحيم , iki kere اِيَّاكَ , iki kere صِرَاطْ , iki عَلَيْهِمْ müsennâ olarak سَبْعُ الْمَثَانٖى 'de ikişer adetlerine muvafakat işaretiyle Fatiha'nın iki defa nüzulünü ve Kur'an'ın hem evvelinde hem âhirinde iki kere vücub-u tilavetini ve her umûr-u hayriyenin hem başında hem âhirinde iki kere sünnet kıraatını îma ederler.

ع altı, Besmele'siz ر nın altı adedine muvafakatla beraber, altı rükn-ü imanî gibi İslâm ıstılahatında mühim çok altıları îma eder.

Fatiha harflerinin latîf tevafukat ve zarif işaretlerinden başka çok letaif-i bedîiyeleri var. Ezcümle:

Sure-i En-Nâs gibi harfleri birer adet farkla bir'den on dokuza kadar terakki ediyorlar.

Mesela ق bir, غ iki, ك üç, و dört, ه beş, ع altı, ر sekiz, Besmele'siz ن on, (sakin elif) on bir, Besmele'siz م on iki, Besmele dâhil olsa (sakin elif) on üç, Besmele'siz (hemze) on dört, ى on beş, Besmele ile ى on altı, بِسْمِ 'deki gizli hemze sayılmazsa (hemze) on yedi, sayılsa on sekiz, Besmele'siz ل on dokuzdur. Altı ism-i a'zam adediyle

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

'in adedine tevafuk eder.

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

اَللّٰهُمَّ بِحُرْمَةِ سَبْعَ الْمَثَانٖى اِجْعَلْ فَاتِحَةَ اَعْمَالِنَا مِفْتَاحَ الْفَاتِحَةِ اَعْنٖى

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ وَاجْعَلْ خَاتِمَةَ اُمُورِنَا فَاتِحَةَ الْفَاتِحَةِ اَعْنٖى

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى خَاتَمِ الْاَنْبِيَاءِ وَفَاتِحَتِهِمْ وَعَلٰى اٰلِهٖ وَاَصْحَابِهٖ ذَوِى الْفُتُوحَاتِ الْمَادِّيَّةِ وَالْمَعْنَوِيَّةِ

رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا بِسِرِّ سُورَةِ الْفَاتِحَةِ

اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ اَسْرَارِ الْفَاتِحَةِ وَسِرِّ ‌ـ﴿اِنَّٓا اَعْطَيْنَا‌ـ﴾ وَسِرِّ ‌ـ﴿اِنَّا فَتَحْنَا‌ـ﴾ اِفْتَحْ لِمُسْتَنْسِخِ هٰذِهِ الرِّسَالَةِ وَرُفَقَائِهِ اَبْوَابَ رَحْمَتِكَ وَعِنَايَتِكَ وَكَرَمِكَ وَجَنَّتِكَ اٰمٖينَ

س ع

Ben, bu nüshanın tashihinden tesemmüm hastalığıyla çok yoruldum.

Ehl-i vukufun: "Nurların Remizler kısmını cezbe halinde yazmış." demelerine bir derece hak verdim.

Fakat Kur'an'ın tercümesini Kur'an yerinde camilerde hâfızlara okutmak planını işiten bîçare Said, bu israflı tafsilata manen mecbur oldum.

Said Nursî

Önceki Risale: 29. Mektubun 4. KısmıRumuzat-ı Semaniye28. Mektubun 7. Meselesinden: Sonraki Risale

  1. İşaretin mahiyeti gizli olur, sarîh bir suret onda aranılmaz. İşaretlerin cüzleri daha ziyade gizlenir. Bir işaretin yüz eczasından bir cüzü, gayet hassas bir dikkatle hissedilir.
    İşte bu sırra binaen, beyan ettiğimiz ince tevafukattan ve münasebattan sarahat-i kat'iye istemek gayet insafsızlıktır. Hem de gayet acele ile bakıldığından, hatamız bulunsa da ıslah edilmeli.
  2. Hakikaten uzun konuştun, belki israf ettin. Böyle ince şeyleri, senden başka kim vakit ve ihtiyaç bulur ki tetkik etsin.
  3. Ehemmiyetli yetmişler, yetmiş yedi senedeki Said'in yaşını gösterdiği gibi "Nur telifi o tarihte tamam olur." diye remzeder.
    (Hâşiyenin Hâşiyesi): Bu yetmiş yedide bu mübarek harflerin tevafukatı, otuz sekiz sene evvel telif edilen İşaratü'l-İ'caz, bu tevafukla güya işaret eder ki "Müellif, yetmiş yedide vazife-i telifiyesi tam olur."
    Hakikaten Hüccetüzzehra son telifi ve yetmiş yedi senesinin mahsul-ü hayatı olduğunu tasdik ediyoruz.
    Nur Şakirdleri namına hizmetinde bulunan Zübeyr
  4. Evet, böyle galebe-i zan kâfi olduğu makamat-ı hitabiyede ve mezaya-yı bedîiyede ve letaif-i belâgatta ve münasebat-ı tevafukiyede ve büyük adetlerde küsuratın ve küçük adetlerin farkları, bir sebeb-i fârık teşkil etmediğinden, küsuratın farklarına fârık nazarıyla bakmadık ve bakılmaz.
  5. بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ aded-i hurufatıyla altı ism-i a'zamın aded-i hurufatı on dokuzdur.
  6. elif 40 bin ل 30 bin
  7. اِنَّا اَنْزَلْنَاهُ suresinin hurufatı tekerrürde terakkiyatı muntazamdır. Şöyle ki: ذ،ط،ع،ش،س،خ،ج birbiriyle müttefik birerdir. ح iki. ق،ب،و üçer, birbiriyle müttefik. Tenvin ف،د dörder, birbiriyle müttefiktir. ه beş. ى،ت yedişer, birbiriyle müttefik. ن sekiz. sakin elif م dokuz, birbiriyle müttefik. و on, ن (tenvin) ile on bir, (hemze) on iki.
    İşte bir'den on ikiye kadar muntazaman terakkisi, şu hurufat tesadüfe tabi olmadığına letafetli bir işarettir. اِنَّا اَنْزَلْنَاهُ nün makam-ı ebcedîsi, dokuz bin yedi yüz ondur (9710).
    Surenin hurufatı işaretli olduğuna işaret eden, Leyle-i Kadr'in üç defa tekerrürüyle yirmi yedi huruf olup, Ramazan'ın yirmi yedinci gecesindeki Leyle-i Kadr'in tevafuk sırrıyla kat'î işaretidir.
    Sair işaratı, inşâallah başka vakitte meşiet-i İlahiye taalluk etse yazılacaktır.
  8. Elhasıl: Sure-i Kadr harfleri ve Sure-i Alak'ın kelimat-ı nahviyesi ve en evvel nâzil olan nısf-ı evvelin hurufatı yüz küsur hurufuyla, on surenin hurufatına manidar tevafuk ediyor. Ve diğer on surenin kelimatına manidar tevafuk ediyor, hem uzun diğer on surenin âyâtına gayet manidar tevafuk ediyor. Demek bu otuz sureden her birisi yirmi dokuz sureye tevafuk ediyor. Demek bu küçük tevafuk-u Kur'aniyede dokuz yüz tevafuk var. Küsurattan kat'-ı nazar edilmiş. Çünkü münasebat-ı tevafukiyeyi bozmaz. Bu tarzdaki tevafuka hiç mümkün müdür ki tesadüf içine karışsın? Hem hiç mümkün müdür ki mühim hikmetleri bulunmasın?
  9. Yâsin'deki س ism-i hecaisiyle zikredildiğinden başında س olan surelerden sayılır.
  10. Besmele'de şeddeli ر bir sayılmak itibarıyla, اِقْرَاْ ile beraber ebcedî makamı bin küsur adet olduğundan ve her şeyde besmele bulunduğundan bu makamdaki üç yüz adedimiz, binden sonraki üç yüzdür.
    Evet بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ in makam-ı ebcedîsi dokuz yüz doksan dokuzdur (999), hurufu on dokuzdur. Çünkü بِسْمِ اللّٰهِ kaide-i sarfiyece bir müteallak ister. Makam itibarıyla o müteallak taayyün eder. Kur'an-ı Hakîm'de müteallakı اِقْرَاْ lafzıdır. Yani اِقْرَاْ بِسْمِ اللّٰهِ yani "Allah'ın namıyla oku." Sure-i El-Alak'ta o müteallak zahire çıkmış, surenin başına girmiş.
    İşte bu hesapla şeddeli harfler birer sayılsa, çünkü tekellümde birdir. O vakit: اَلرَّحْمٰنْ Bir ر iki yüz; ن،م doksan; ح , iki (elif) ondur. Cem'an yekûnü üç yüzdür (300). اَلرَّحٖيمِ 'in ر sı iki yüz; م،ى elli; (elif) bir; ح sekiz: İki yüz elli dokuz (259).
    Demek اَلرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ beş yüz elli dokuz (559) eder.
    اَللّٰهْ lafzı, lâm-ı müşeddede bir sayıldığından ل otuz, ه beş, iki (elif) otuz yedi: Beş yüz doksan altı (596).
    بِسْمِ o da yüz iki: Altı yüz doksan sekiz (698).
    Müteallak olan اِقْرَاْ üç yüz iki: Mecmuu 1000 adettir.
    Eğer Bismillah'taki hemze-i Allah sayılmazsa, 999 eder.
    Madem her bir suver-i Kur'aniyede Bismillah zikrediliyor ve madem her mübarek şeyde besmele ile emredilmiş ve madem şu surede اِقْرَاْ lafzı zahire çıkmış ve madem her bir âyât-ı Kur'aniye mübarektir, manen besmele ister ve ona istinad eder.
    Elbette üç yüz elli bir (351), üç yüz kırk iki (342) gibi adetler bu surette bin üç yüzdür (1300) ve "Binden sonraki adettir." denilir.
    لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ
  11. Bu ayrı ayrı adetlerin işaret ettikleri vukuata bazı hurufatın sayılmasıyla ve bazı sayılmamasıyla derin manidar münasebetleri var.
    Mesela: Gayr-ı melfuz ve mahfî tenvin, zahiren ve aşikâre huruf gibi hesaba girmekle, gizli diplomatların gizli planlarını Harb-i Umumî meydanına aşikâre çıkarmasına münasebettar olduğu gibi, öteki adetlerin de böyle dakik münasebetleri vardır.
  12. Hem اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰى cümlesiyle mu'cizane ve kat'î bir tarzda bu hazır zamanın en ehemmiyetli bir aktörüne işaret ediyor.
  13. اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ (Besmele bindir.) Üç yüz elli dokuz (359) hurufuyla beşerin başına semadan atom bombası inmesine ve kalbine anarşi mikrobu girmesine remzeder.
  14. Bu işarete otuz bin defa "Bârekellah". Çünkü İkinci Harb-i Umumî, beşerin şükürsüzlük ve küfran-ı nimetten çıktı.
  15. Yalnız النَّاسَ ve الفَتْحُ 'deki okunmayan hemze-i vasl sayılmayacak. Sayılsa sene-i vefat ve sene-i veladet dâhil olacak.
  16. Bu Sure-i Nasr'ın işarat-ı gaybiyesi çoktur. Ve üç kısma ve bablara taksim edip o işarat-ı gaybiye-i i'caziyeyi yazacaktım. Fakat maatteessüf birinci babın sekiz meselesinden üç meseleyi yazdım, perde kapandı, mütebâki kaldı.
    Bu remzin bâki kısmı çok ehemmiyetlidir, fakat bir hikmet için yazdırılmadı.
  17. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ 'da لِلّٰهِ lafzında hemze, hatten ve lafzen tayyedildiği için oradaki ال sayılmaz.
  18. Evet, 757'nin âhirlerinde ve 58'in evvellerinde Sultan Orhan zamanında Süleyman Paşa kumandasında "Erler" tabir edilen kırk kahramanın şahit olmasıyla İstanbul hükûmet-i İslâmiye akdi altına girmiş ve fatihası o tarihte okunmuştur. Süleyman Paşa hem muhasara etti, hem Rumeli'ye geçti. Latîf tevafuktur ki İstanbul'un fatihası 757 ve 58'de okundu ve 857'de اِنَّا فَتَحْنَالَكَ sırrına mazhar oldu.
  19. Onuncu Söz'ün elif tevafukatı ile yirmi sekizinci cüzün Lafzullah tevafukatına zarif bir tevafuku şudur ki: Onuncu Söz'ün beş adedi on üç defa tekerrür edip altmış beş هُوَ olur. Yirmi sekizinci cüzde Lafzullah'ın on üç adedi beş defa tekerrür ettiğinden yine altmış beş olup لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ der.
  20. Bu hesap Şamlı Hâfız, Kuleönü’nden Mustafa ve arkadaşı Hâfız Mustafa’nın şehadetiyle bir dakika zarfında ezber yapılmıştır. (Sene 360 gün hesabına göredir, kusur varsa bakılmamak gerektir.)
  21. شَرِّ deki ر bir olmak cihetiyledir.
  22. اَلْخَنَّاسِ daki nun ن bir sayılsa, اَلْجِنَّةِ deki iki sayılsa dokuz olur. Yoksa (sakin elif) gibi sekiz veya س gibi on olur.
  23. اَلَّذٖى de lâm bir sayılsa on ikidir, iki sayılsa on üç olur.