Rahman 4
Önceki Ayet: Rahman 3 ← Rahman Suresi → Rahman 5: Sonraki Ayet
Meali: 1-2-3-4- Rahmân Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti.
Kur'an'daki Yeri: 27. Cüz, 530. Sayfa
Tilavet Notları:
Diğer Notlar:
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
Evvela: Şu İşaratü’l-İ’caz adlı eserden maksadımız; Kur’an’ın nazmına, lafzına ve ibaresine ait i’caz işaretlerini ve remizlerini beyan etmektir. Çünkü i’cazın mühim bir vechi, nazmından tecelli eder. Ve en parlak i’caz, Kur’an’ın nazmındaki nakışlardan ibarettir.
Sâniyen: Kur’an’daki anâsır-ı esasiye ve Kur’an’ın takip ettiği maksatlar: Tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür. Bu dört unsuru beyan edeceğiz.
1. Sual
Sual: Kur’an’ın şu dört hedefe doğru yürüdüğü neden malûmdur?
Cevap: Evet benî-Âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mazinin derelerinden gelip vücud ve hayat sahrasında misafir olup istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken kâinatın nazar-ı dikkatini celbetti. “Şu garib ve acib mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?” diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı. Ve aralarında şöyle bir muhavere başladı:
Hikmet:
— Nereden geliyorsunuz, nereye gidiyorsunuz, bu dünyada işiniz nedir, reisiniz kimdir?
Bu suale benî-Âdem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, nev-i beşere vekaleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu:
— Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz, insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle, re’sü’l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelî’den risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelî’nin risalet beratı olarak bana verdiği Kur’an-ı Azîmüşşan elimdedir. Şüphen varsa al, oku!
Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın verdiği şu cevaplar, Kur’an’dan muktebes ve Kur’an lisanıyla söylenildiğinden Kur’an’ın anâsır-ı esasiyesinin şu dört maksatta temerküz ettiği anlaşılıyor.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
فَنَحْمَدُهُ مصلّيا على نبيه محمّد الّذى ارسله رحمة للعالمين و جعل معجزته الكبرى – الجامعة برموزها و اشاراتها لحقائق الكائنات – باقية على مر الدهور الى يوم الدين و على اٰله عامة و اصحابه كافة.
أما بعد فاعلم اولًا: ان مقصدنا من هٰذه الاشارات تفسير جملة من رموز نظم القراٰن. لأن الإعجاز يتجلى من نظمه. وما الإعجاز الزاهر الّا نقش النظم.
و ثانيًا: ان المقاصد الأساسية من القراٰن و عناصره الأصلية اربعة: التوحيد و النبوة و الحشر و العدالة. لأنه لما كان بنو اٰدم كركب و قافلة متسلسلة راحلة من اودية الماضى و بلاده، سافرة فى صحراء الوجود و الحياة، ذاهبة الى شواهق الاستقبال، متوجهة الى جنّاته فتهتزّ بهم المناسبات و تتوجه اليهم الكائنات. كأنه ارسلت حكومة الخلقة فن الحكمة مستنطقا و سائلا منهم بـ(يا بنى اٰدم! من أين؟ الى أين؟ ما تصنعون؟ مَنْ سلطانكم؟ مَنْ خطيبكم؟) فبينما المحاورة اذ قام من بين بنى اٰدم – كأمثاله الأماثل من الرسل اولى العزائم – سيّد نوع البشر محمّد الهاشمى صلّى اللّه تعالى عليه و سلّم و قال بلسان القراٰن: (ايها الحكمة! نحن معاشر الموجودات نجىء بارزين من ظلمات العدم بقدرة سلطان الازل الى ضياء الوجود، و نحن معاشر بنى اٰدم بعثنا بصفة المأمورية ممتازين من بين اخواننا الموجودات بحمل الأمانة، و نحن على جناح السفر من طريق الحشر الى السعادة الأبدية، و نشتغل الاٰن بتدارك تلك السعادة و تنمية الاستعدادات التى هى رأس مالنا، و أنا سيّدهم و خطيبهم. فها دونكم منشورى! و هو كلام ذلك السلطان الازلى يتلألأ عليه سكّة الإعجاز) – و المجيب عن هٰذه الأسئلة الجواب الصواب ليس إلا القراٰن ذلك الكتاب.- كان [١] هٰذه الأربعة عناصره الأساسية. فكما تترااٰ هٰذه المقاصد الاربعة فى كله كذالك قد تتجلى فى سورة سورة بل قد يلمح بها فى كلام كلام بل قدير مز اليها فى كلمة كلمة لان كل جزء فجزء كالمراٰة لكل فكل متصاعدا كما ان الكل يترااٰ فى جزء فجزء متسلسلا و لهٰذه النكتة اعنى اشتراك الجزء مع الكل يعرّف القراٰن المشخص كالكلى ذى الجزئيات
[١] جواب لما.
Tercümesinin Bir Hülâsası
İnsanı halk edip Kur’an’ı ona talim eden Zat-ı Zülcelal’in Rahman ismiyle tecelli-yi kübrasına, rahmetin tecelliyatı adedince ona hamd ü sena ederek ve Seyyidü’l-beşer Muhammed aleyhissalâtü vesselâmı Rahmeten li’l-âlemîn gönderdiği o Resul-i Ekrem’ine risaletin semereleri adedince ona, âl ü ashabına salât ü selâm ve hadsiz şükrediyoruz ki: Onun mu’cize-i kübrası ve hakaik-i kâinatın remizleri ve işaretleri ile tamamıyla cem’edilen Kur’an-ı Azîmüşşan asırların geçmesi ile daim, bâki ve nev-i beşere mürşid, tâ kıyamete kadar beka vermiş ve o Resul-i Ekrem’i onlara Üstad-ı A’zam eylemiş.
Emma ba’dü biliniz ki:
Evvela: Bu yazacağımız işarat ve nüktelerdeki maksadımız Kur’an’ın nazmındaki bir kısım remizlerinin tefsiridir. Çünkü yedi nevi i’cazın en incesi fakat kuvvetli ve lafzî fakat hakikatli i’caz, Kur’an’ın nazmından tecelli ediyor. Evet, parlak i’caz elbette nazmın nakşından çıkıyor.
Sâniyen: Kur’an’da esas maksatları ve anâsır-ı asliyesi dört hakikattir: Tevhid, nübüvvet, haşir ve adalettir.
Çünkü vaktâ kâinat sahrasında benî-Âdem bir acib ve büyük bir kafile ve sair taifeler beraber birbiri arkasında asırlar üstünde geçmiş zamanın derelerinden, şehir ve meşherlerinden sefer edip vücud ve hayat sahrasında yürüyüşüyle istikbalin yüksek dağlarına azîmetle oradaki bağlarına gözleri müteveccih olmak cihetiyle hilafet-i zemine mazhariyet noktasında ve sair zîhayata tasarrufatı cihetinde rûy-i zeminde ekser eşyanın nev-i beşerle münasebatı iktizasıyla heyecana gelmesinden kâinat dahi onlara yüzlerini çevirip nev-i beşerle ciddi alâkadar oluyor. Benî-Âdem bir tek taife iken yüz binler taifelere karışmasında kâinat, zemin gibi onlara netice-i hilkat-i âlem noktasında bakıyor. Güya hilkat-i kâinat hükûmeti; o hükûmetin zabıta memuru hükmünde fenn-i hikmeti, bir müstantık ve sorgucu olarak o misafir kafileye gönderip ondan sual edip soruyor ki:
“Ey benî-Âdem! Nereden geliyorsunuz ve nereye gideceksiniz ve ne yapacaksınız? Ve her şeye karışıyor ve bazen karıştırıyorsunuz. Sultanınız ve hatibiniz ve reisiniz ve ileri geleniniz kimdir? Tâ bana cevap versin.”
O muhavereler içinde birden kafile-i benî-Âdem’den Muhammedü’l-Hâşimî sallallahu aleyhi ve sellem, emsalleri olan ulü’l-azm peygamberler gibi fenn-i hikmete karşı kalktı ve Kur’an’ın lisanıyla dedi ki:
“Ey müstantık hikmet! Biz mevcudat kafilesi, adem karanlıklarından Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle çıktık, ziya-yı vücuda girdik, varlık nurunu bulduk. Her bir taifemiz bir vazifeye girdik. Ve biz benî-Âdem taifesi ise bir emanet-i kübra rütbesi ve hilafet-i zemin vazifesiyle sair mevcudat kardeşlerimizin içinde imtiyazlı ve memuriyet sıfatı ile bu meşher-i kâinata gönderilmişiz. Her vakitte yola çıkmaya müheyya bir vaziyetteyiz ve haşir yolu ile saadet-i ebediyenin kazanmasının tedariki ile meşgulüz. Ve bizim re’sü’l-malımız olan istidatlarımızın çekirdeklerini sümbüllendirmeye, iman ve Kur’an’la inkişaf ettirmekle iştigal ediyoruz. İşte o kafilenin reisi ve hatibi benim. İşte elimdeki bu fermanı; manevî ve maddî hava, bir tek lisan gibi bütün kâinata o fermanın her kelimesini bir anda milyarlar yapıp işittiriyor. İşte o menşur u ferman, ezel ve ebed Sultanı’nın kelâmıdır. Ve emirleri ve konuşmaları olduğuna delil-i kat’î, üstünde parlayan sikke-i şahanesi ve turra-i sermediyesine bak, gör, git, söyle.”
Evet, en müşkül en umumî ve bütün mevcudata sorulan bu üç dört gayet acib suale tam doğru ve mükemmel cevap veren yalnız ve yalnız Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’dır ki başında ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فٖيهِ fermanıyla ilan edilmiş.
Madem baştan buraya kadar bir hakikati anladın. Elbette bu hakikatten anlaşılıyor ki Kur’an’ın anâsır-ı esasiyesi o dört hakikattir. Yani tevhid, nübüvvet, haşir ve adalettir.