Kategori:Dönüş O'nadır Ayetleri

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Bu kategoride "İleyhil Masîr", "İleyhi Merciukum", "İleyhi Turceun" ve "İleyhi Meâb" yani "Dönüş O'nadır" ifadesi geçen ayetler listelenmiştir.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ: Bu ثُمَّ ise ikinci ihya ile rücû arasında mevcud büyük bir perde ve hicabın bulunduğuna işarettir.

تُرْجَعُونَ Yani “Esbab perdesinin keşfiyle, vesaitin tardıyla Allah’a rücû edeceksiniz.”

5. Sual

Sual: Allah’a rücû etmek, Allah’tan gelmeyi iktiza eder. Bunun için bir kısım insanlar, Allah ile insan arasında ittisali tevehhüm etmişlerdir ve bazı sofiler de şüpheye düşmüşlerdir?

Cevap: Dünyada insanın vücud ve bekası olduğu gibi âhirette de vücud ve bekası vardır. Dünyadaki vücud, vasıtasız dest-i kudretten çıkar. Dünyada terkip, tahlil, tasarruf, tahavvül ile karışık beka meselesi sâbıkan zikredilen hikmet üzerine esbab, vesait, ilel, meseleye müdahale edip araya girerler. Âhirette ise vücud ve beka, her ikisi de levazımatıyla, terkibatıyla bizzat dest-i kudretten çıkarlar ve herkes hakiki Mâlik’ini bilir. İşte bunu anlayan, rücûun ne demek olduğunu anlar.

(Bakara 28. Ayet, İşarat-ül İ'caz)


İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanın ba’de’l-mevt Hâlık-ı Rahman ve Rahîm’e rücûu hakkında ilanat yapan şu

اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ

وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

وَ اِلَيْهِ الْمَصٖيرُ

وَ اِلَيْهِ مَاٰبِ

gibi âyetlerde büyük bir beşaret ve teselli olduğu gibi ehl-i isyana da büyük tehditleri îma vardır.

Evet, bu âyetlerin sarahatine göre: Ölüm; zeval, firak, adem kapısı ve zulümat kuyusu olmayıp ancak Sultan-ı ezel ve ebed’in huzuruna girmek için bir medhaldir. Bu beşaretin işaretiyle kalp adem-i mutlak korkusundan, eleminden kurtulur.

Evet, küfrün tazammun ettiği cehennem-i maneviyeye bak! اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدٖى بٖى hadîs-i kudsîsi sırrınca, Cenab-ı Hak kâfirin zan ve itikadını daimî bir azab-ı elîme kalbeder.

Sonra iman ve yakîn ile Cenab-ı Hakk’ın likasından sonra, rızasından sonra, rü’yetinden sonra mü’minler için hasıl olan lezzetlerin derecelerine bak! Hattâ cehennem-i cismanî, ârif olan mü’min için âsiye kâfirin cehennem-i manevîsine nisbeten cennet gibidir.

Arkadaş! Âlem-i bekaya delâlet eden berahinden maada, arkasında saflar teşkil edip dualarına bir ağızdan “Âmin, âmin!” söyleyen enbiya, evliya, sıddıkîn imamları, Mahbub-u Ezelî’nin Habib-i Ekremi Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın tazarruatı, duaları, âlem-i bekada insanın bekasına pek büyük bürhan ve kâfi bir vesiledir. Çünkü kâinatı serâpa istila eden şu hüsünler, güzellikler, cemaller, kemaller; o Habib’in tazarruatını işitmemek veya kabul etmemek kadar çirkin, kabih, kusur, naks addedilecek bir şeye müsaade eder mi? Cenab-ı Hak bütün nekaisten, çirkin şeylerden münezzeh, müberra değil midir? Elbette münezzehtir.

(Onuncu Risale, Mesnevi-i Nuriye)


اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki! Kur'anın:

اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ

وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

وَ اِلَيْهِ الْمَصِيرُ

وَ اِلَيْهِ اَلْمَاٰبِ

mealindeki âyetleri çokça zikretmesinde -her ne kadar tagî ve asiler için bir tehdidi tazammun ediyorsa da- pek büyük bir müjde ve çok cesim bir teselli mevcuddur. Çünkü şu âyetler, insanlara der: "Dünyadaki mevt ü zeval ve dünyadan firak u fena, ademe açılan birer kapı olmadıkları gibi; fena ve in'idam zulümatına sukut da değillerdir. Belki onlar, Sultan- Ezel ve Ebed'in huzuruna gitmek ve girmek için birer kapıdırlar." İşte şu işaret ise kalbi, mevt ve zevalin pek dehşetli elem-i tasavvurundan kurtarıyor. Çünkü nazar-ı ehl-i dalalette mevt ve zeval; hem onu, hem bütün sevdiklerini gayr-ı mütenahî korkunç ademlerin elleri arasında ve müdhiş firakların pençeleri mabeyninde parçalayıp dağıtmaktadır. İşte küfrün içinde mündemic olan dehşetli cehennem-i maneviyenin te'sirine bak, gör.

Evet

اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي

hadîs-i kudsîsinin sırrıyla kâfir, mevt ve eceli öyle zannettiği için, Cenab-ı Hak da onun zannını ona ebedî bir azab şeklinde tasvir etmiştir.

Sonra gel, Cennet lezaizine bile üstün gelen likaullaha olan iman ve yakînin lezzet derecesine de bak!. Sonra rıza mertebelerini düşün; ve sonra rü'yet-i cemal-i İlahînin derecesine bak, gör ki; ârif, fakat isyankâr bir mü'minin âhiretteki cismanî cehennemi dahi, (bu dünyada) Hâlıkını tanımayan kâfir-i cahilin kalbindeki manevî cehennemine nisbetle bir cennet gibi olduğunu bil!

Evet faraza âlem-i beka, lika ve vesilelerinin gayr-ı mahsur bürhanları olmasa idi bile, Mahbub-u Ezelî'nin sevgili Habibi'nin pek tazarrukârane olan dua ve niyazları; hem de o Habib-i Edib'in kıldığı o salât-ı kübrada, enbiya ve evliya safları onun arkasında saf bağlayıp dua ve münacatlarına "âmîn, âmîn" demeleri, beka alemi için kâfi bir vesile ve bürhan olurdu.

Acaba hiç mümkün müdür ki; âlemdeki şu hüsn-ü ebda' ve ecmel ve bu cemal-i faik ve ekmel içinde, şu pek acib çirkinlik ve çok garib noksanlık bulunsun!.. Yani ki; mahlukatın en gizlisinin en hafî hacetlerinin en gizli sesini -o hacetleri lâyık ve münasib vakitlerinde yerine getirmesi delâletiyle- işitsin, fakat ferşten arşa kadar yükselen ve arşı çınlatan en yüksek bir sesi ve en tatlı bir münacatı ve en büyük bir duayı, eşedd-i ihtiyaç içinde yalvaran bir abd-i habibden işitip kabul etmesin. Hâşâ ve kellâ, sümme hâşâ ve kellâ!..Kabul etmemek mümkün değildir. Çünkü o, hem Semi'dir, hem Basir!..

Evet, şu muamele ise, (yani Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) tazarru'karâne olan dua ve münacatları) onun şefaat-i kübrasının en geniş mertebelerindendir..Ve Rahmeten lil'âlemîn olmasının kudsî ihatasındandır.

(Şemme, Mesnevi-i N. (Badıllı))


وَ اِلَيْهِ الْمَصٖيرُ dir. Yani daire-i huzuruna ve âlem-i bâkisine ve âhiretine ve sermedî dâr-ı saadetine gidileceği gibi bütün kâinattaki mahlukatın mercii odur, bütün esbab silsileleri ona dayanıyor ve kudretine istinad eder ve o kudretinin tasarrufatına birer perdedirler, o kudret-i kudsiyenin izzetini ve haşmetini muhafaza için bütün zahirî sebepler yalnız birer perdedirler, icadda da hiç tesirleri yoktur, emir ve iradesi olmazsa hiçbir şey hattâ hiçbir zerre hareket edemez demektir. Bu kelimedeki hüccete gayet kısa bir işaret ederiz:

Evvela: Bu kudsî kelimenin ifade ettiği haşir ve âhiret ve hayat-ı bâkiye hakikatinin bu gelen bahar gibi kat’î ve şüphesiz tahakkukunu ve geleceğini tam iman ettirmek ve ispat etmek cihetini Onuncu Söz ve zeyllerine ve Yirmi Dokuzuncu Söz’e ve Meyve’nin Yedinci Meselesi’ne ve Münâcat Şuâı’na ve Nur’un imanî risalelerine havale ederiz. Elhak onlar, bu rükn-ü imanîyi öyle bir tarzda hadsiz hüccetlerle ispat etmişler ki dünyanın mevcudiyeti derecesinde âhiretin tahakkukunu, en muannid münkirleri de tasdike mecbur eden bir surette ispat etmişler.

Sâniyen: Mu’cizü’l-Beyan-ı Kur’an’ın üçten birisi haşre ve âhirete bakar, her davayı ona bina eder. Öyle ise Kur’an’ın hakkaniyetini ispat eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, âhiretin vücuduna dahi delâlet ettikleri gibi; Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın nübüvvetine şehadet eden bütün mu’cizeleri ve umum delail-i nübüvveti ve sıdkının bütün hüccetleri, haşir ve âhirete dahi şehadet ederler.

Çünkü o zatın (asm) bütün hayatında daimî bir büyük davası âhiret olduğu gibi bütün yüz yirmi dört bin peygamberler (aleyhimüsselâm) dahi hayat-ı bâkiye ve saadet-i ebediyeyi dava edip beşere müjde ederek hadsiz mu’cizelerle ve kat’î deliller ile ispat ettiklerinden, elbette onların peygamberliklerine ve sadıkıyetlerine delâlet eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, onların en büyük ve daimî davaları olan âhirete ve hayat-ı bâkiyeye şehadet ederler. Buna kıyasen sair erkân-ı imaniyeyi ispat eden bütün deliller dahi haşrin vukuuna ve dâr-ı saadetin açılmasına şehadet ederler.

(15. Şua)


مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ dir. Hüccetine gayet kısa bir işaret:

Evvela: Bu dersin birinci kısmının âhirinde وَ اِلَيْهِ الْمَصٖيرُ hüccetine ve haşir ve âhirete şehadet eden bütün deliller, aynen مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ in işaret ettiği imanî ve geniş hakikate şehadet ederler.

(15. Şua)


Der: Haşirde sizi ihya edecek zat, öyle bir zattır ki bütün kâinat, ona emirber nefer hükmündedir. “Emr-i kün feyekûn”e karşı kemal-i inkıyad ile serfürû eder. Bir baharı halk etmek bir çiçek kadar ona ehven gelir. Bütün hayvanatı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir zattır. Öyle bir zata karşı, مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ deyip kudretine karşı taciz ile meydan okunmaz.

Sonra فَسُبْحَانَ الَّذٖى بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ tabiriyle her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitap sahifeleri gibi kolayca çevirir; dünya ve âhireti, iki menzil gibi bunu kapar, onu açar bir Kadîr-i Zülcelal’dir.

Madem böyledir, bütün delailin neticesi olarak وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ yani “Kabirden sizi ihya edip haşre getirip huzur-u kibriyasında hesabınızı görecektir.”

İşte şu âyetler, haşrin kabulüne zihni müheyya etti, kalbi de hazır etti. Çünkü nezairini dünyevî ef’al ile de gösterdi.

(25. Söz)


Ey haddinden tecavüz etmiş nefs-i pür-vesvas! Diyorsun ki:

بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ

مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا

وَ نَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرٖيدِ

gibi âyetler, nihayet derecede kurbiyet-i İlahiyeyi gösteriyor.

وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

تَعْرُجُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فٖى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسٖينَ اَلْفَ سَنَةٍ

ve hadîste vârid olan “Cenab-ı Hak, yetmiş bin hicab arkasındadır.” ve mi’rac gibi hakikatler, nihayet derecede bu’diyetimizi gösteriyor. Şu sırr-ı gamızı fehme takrib edecek bir izah isterim.

Elcevap: Öyle ise dinle:

Evvela, Birinci Şuâ’nın âhirinde demiştik: Nasıl ki güneş, kayıtsız nuruyla ve maddesiz aksi cihetiyle sana, senin ruhun penceresi ve onun âyinesi olan göz bebeğinden daha yakın olduğu halde; sen, mukayyed ve maddede mahpus olduğun için ondan gayet uzaksın. Onun yalnız bir kısım akisleriyle, gölgeleriyle temas edebilirsin ve bir nevi cilveleriyle ve cüz’î tecellileriyle görüşebilirsin ve bir sınıf sıfatları hükmünde olan elvanlarına ve bir taife isimleri hükmünde olan şuâlarına ve mazharlarına yanaşabilirsin.

Eğer, güneşin mertebe-i aslîsine yanaşmak ve bizzat doğrudan doğruya güneşin zatı ile görüşmek istersen o vakit pek çok kayıtlardan tecerrüd etmekliğin ve pek çok meratib-i külliyetten geçmekliğin lâzım gelir. Âdeta sen, manen tecerrüd cihetiyle küre-i arz kadar büyüyüp, hava gibi ruhen inbisat edip ve kamer kadar yükselip, bedir gibi mukabil geldikten sonra bizzat perdesiz onunla görüşüp bir derece yanaşmak dava edebilirsin.

Öyle de o Celil-i pür-kemal, o Cemil-i bîmisal, o Vâcibü’l-vücud, o Mûcid-i külli mevcud, o Şems-i sermed, o Sultan-ı ezel ve ebed, sana senden yakındır. Sen, ondan nihayetsiz uzaksın. Kuvvetin varsa temsildeki dekaikı tatbik et.

Sâniyen: Mesela وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى bir padişahın çok isimleri içinde “kumandan” ismi çok mütedâhil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliyesinden tut, müşiriyet ve ferikiyet, tâ yüzbaşı tâ onbaşıya kadar geniş ve dar, küllî ve cüz’î dairelerde de zuhur ve tecellisi vardır. Şimdi bir nefer, hizmet-i askeriyesinde onbaşı makamında tezahür eden cüz’î kumandanlık noktasını merci tutar, kumandan-ı a’zamına şu cüz’î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebettar olur. Eğer asıl ismiyle temas etmek, ona o unvan ile görüşmek istese onbaşılıktan tâ serasker mertebe-i külliyesine çıkmak lâzım gelir.

Demek padişah, o nefere ismiyle, hükmüyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve eğer o padişah, evliya-i ebdaliyeden nurani olsa bizzat huzuruyla gayet yakındır. Hiçbir şey mani olup hâil olamaz. Halbuki o nefer gayet uzaktır. Binler mertebeler hâil, binler hicablar fâsıldır. Fakat bazen merhamet eder, hilaf-ı âdet bir neferi huzuruna alır, lütfuna mazhar eder.

Öyle de “Emr-i kün feyekûn”e mâlik, güneşler ve yıldızlar emirber neferi hükmünde olan Zat-ı Zülcelal, her şeye her şeyden daha ziyade yakın olduğu halde, her şey ondan nihayetsiz uzaktır. Onun huzur-u kibriyasına perdesiz girmek istenilse zulmanî ve nurani, yani maddî ve ekvanî ve esmaî ve sıfâtî yetmiş binler hicabdan geçmek, her ismin binler hususi ve küllî derecat-ı tecellisinden çıkmak, gayet yüksek tabakat-ı sıfâtında mürur edip tâ ism-i a’zamına mazhar olan arş-ı a’zamına urûc etmek; eğer cezb ve lütuf olmazsa binler seneler çalışmak ve sülûk etmek lâzım gelir.

Mesela sen, ona Hâlık ismiyle yanaşmak istersen; senin hâlıkın hususiyetiyle, sonra bütün insanların hâlıkı cihetiyle, sonra bütün zîhayatların hâlıkı unvanıyla, sonra bütün mevcudatın hâlıkı ismiyle münasebettarlık lâzım gelir. Yoksa zıllde kalırsın, yalnız cüz’î bir cilveyi bulursun.

Bir ihtar: Temsildeki padişah, aczi için kumandanlık isminin meratibinde müşir ve ferik gibi vasıtalar koymuştur. Fakat بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ olan Kadîr-i Mutlak, vasıtalardan müstağnidir. Vasıtalar, sırf zahirîdirler; perde-i izzet ve azamettirler. Ubudiyet ve hayret ve acz ve iftikar içinde saltanat-ı rububiyetine dellâldırlar, temaşagerdirler. Muîni değiller, şerik-i saltanat-ı rububiyet olamazlar.

(16. Söz)

"Dönüş O'nadır Ayetleri" kategorisindeki sayfalar

Bu kategoride yer alan toplam 20 sayfanın 20 adedi aşağıdadır.