Yusuf (as)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
(Hazret-i Yusuf sayfasından yönlendirildi)

Yusuf ile ilgili diğer maddeler için Yusuf (Tavzih) sayfasına gidin

Hz. Yusuf (as) İsrâiloğulları’na gönderilen bir peygamberdir. Babası Hz. Yakup, dedesi Hz. İshak ve dedesinin babası Hz. İbrâhim de peygamberdir. Kur'ân'da diğer peygamberlere ait kıssalar farklı sûrelerde yer aldığı halde Hz. Yûsuf'un kıssası “ahsenü’l-kasas (kıssaların en güzeli)” nitelemesiyle tek bir sûrede nakledilir. Hz. Yusuf Kuran’da dürüstlük ve güvenilirlik bakımından övülmüştür. Hz. Ya'kub’un 12 oğlu vardı ve bunlar içinde Yusuf ile Bünyamin öz kardeşti. Oğlu Yusuf 11 yıldız, ay ve güneşin kendisine secde ettiğine dair gördüğü rüyayı babasına anlatınca Yakub ona “Yavrum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Rabb’in seni seçecek ve sana rüyaların yorumunu öğretecek. Daha önce ataların İbrâhim’e ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya‘kūb soyuna da nimetini tamamlayacak” der. Oğulları Hz. Yakup’un sevgisinden dolayı kardeşleri Yusuf'u kıskanırlar ve onu bir kuyuya atıp babaları Yakub'a onu bir kurdun yediğini söylerler. Hz. Yusuf köle olarak Mısır memleketine götürülür. Hz. Yusuf, hizmetinde bulunduğu Züleyha ile nefis imtihanı geçirir ve bu imtihandan geçer ama Züleyha’nın iftirası ile zindana atılır. Kendisine rüyaları yorumlama kâbiliyeti verilen Hz. Yusuf bu yeteneği sayesinde zindandan çıkarılır ve Mısır’a yönetici olur. Kıtlık döneminde Mısır'ı başarıyla yönetir ve kral da müslüman olur. Yine kıtlık nedeniyle Mısır'a gelen kardeşleri ile karşılaşan Hz. Yusuf onlara yardım eder ve kendilerini affeder. Bu arada uzun bir süre evladından ayrı yaşayan Hz. Yakub'un gözüne ak düşmüştür. Oğlu Yûsuf’un gönderdiği gömleği yüzüne sürünce gözleri açılır. Mısır azizi olan Hz. Yûsuf bütün ailesini Mısır’a getirtir ve annesiyle babasını tahtına oturtur. Milâttan önce 100 yılına ait bir kitâbede Hz. Yusuf'un kıssasını doğrular şekilde, milâttan önce 2700 yıllarına doğru III. sülâleye mensup Firavun Zoser döneminde yedi yıllık bir kıtlıktan söz edilmektedir. Peygamberimiz mi'racda Hz. Yusuf ile üçüncü kat semada karşılaşmıştır. Yusuf Aleyhisselam güzelliği ile meşhurdur ve darbımesel haline gelmiştir.[1][2]

Risale-i Nur'da Hz. Yakub'un Hz. Yusuf'a karşı kuvvetli hissiyatının muhabbet ve aşk olmayıp şefkat olduğu; şefkatin aşk ve muhabbetten daha parlak, daha yüksek ve peygamberliğe layık olduğu; Züleyha’nın Hz. Yusuf'a karşı olan muhabbetinin aşk olduğu; ve Kur’an, Hz. Yakub'un hissiyatını, ne derece Züleyha’nın hissiyatından yüksek göstermişse şefkatin de aşktan o kadar yüksek olduğunu dersi verilir. Bediüzzaman, Kur'an'da geçen Hz. Yakub'un daha gelmeden Hz. Yusuf'un kokusunu alması, Hz. Yusuf'un insanlığa ilk defa tanıttığı saat mucizesi ve Hz. Yusuf’un Ken’an’da bulunan babasının timsalini görür görmez Zeliha’dan geri çekilmesi mucizelerin insanları onların benzerlerini yapmaya teşvik ettiğini ders verir. Ayrıca sanatkârların her bir sanatta birer peygamberi pîr ittihaz ettiğini, saatçiler de Hz. Yusuf’u pir edindiğini söyler. Bediüzzaman, Hz. Yusuf Mısır azizi olup ailesine kavuştuğunda yani dünyada en büyük saadetli anında ölümünü istemesinin sebebinin dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadetin kabrin arkasında olması olduğunu söyler. Said Nursi iman hizmetinden dolayı haksız olarak sıklıkla talebeleriyle atıldığı hapis hakkında Hz. Yusuf'un mahpusların pîri olduğunu ve hapishanenin bir nevi Medrese-i Yusufiye olduğunu söyler.

Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Yosef (İbranice), Joseph (Batı dünyasında)

Doğum Yeri ve Tarihi: -

Annesi: Rahil

Babası: Yakub (as)

Kardeşleri: Başta Bünyamin olmak üzere toplam 11 kardeşi vardır.

Soyu: Hz. Yakub'un oğlu, Hz. ishak'ın torunu ve Hz. İbrahim'in torununun çocuğudur.

Vefat Yeri ve Tarihi: Mısır

Kabrinin Yeri: Hz. Musa, O’nun nâşını bularak babası Hz. Yakup’un yanına götürüp defnettiği rivayet edilir.

Harita Konumu: -

Hanımları: Asenat; iman eden Züleyha ile de evlendiği rivayet edilir.

Çocukları: Soyu devam etmiştir.

Peygamberlikle Görevlendirildiği Yer ve Tarih: -

Peygamber Olarak Gönderildiği Kavim: İsrailoğulları

Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler[değiştir]

Hz. Yusuf'un ismi Kur'an'da 25'i Yusuf suresinin 24 ayetinde olmak üzere toplam 26 farklı ayette toplam 27 defa geçer (Yusuf 90'da 2 defa geçer).

Yusuf Peygamberin (AS) İsmi Geçen Ayetler

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hz. Yusuf ve Züleyha[değiştir]

بِاسْمِهٖ

وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ isimleri بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ e girdiklerinin ve her mübarek şeyin başında zikredilmelerinin çok hikmetleri var. Onların beyanını başka vakte ta’likan, şimdilik kendime ait bir hissimi söyleyeceğim:

Kardeşim ben اَلرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ isimlerini öyle bir nur-u a’zam görüyorum ki bütün kâinatı ihata eder ve her ruhun bütün hâcat-ı ebediyesini tatmin edecek ve hadsiz düşmanlarından emin edecek, nurlu ve kuvvetli görünüyorlar. Bu iki nur-u a’zam olan isimlere yetişmek için en mühim bulduğum vesile; fakr ile şükür, acz ile şefkattir. Yani ubudiyet ve iftikardır.

Şu mesele münasebetiyle hatıra gelen ve muhakkikîne, hattâ bir üstadım olan İmam-ı Rabbanî’ye muhalif olarak diyorum ki:

Hazret-i Yakub aleyhisselâmın Yusuf aleyhisselâma karşı şedit ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir belki şefkattir. Çünkü şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvi ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecazî mahbublara ve mahluklara karşı derece-i şiddette olsa o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor. Demek, Kur’an-ı Hakîm’in parlak bir i’caz ile parlak bir surette gösterdiği ve ism-i Rahîm’in vusulüne vesile olan hissiyat-ı Yakubiye, yüksek bir derece-i şefkattir.

İsm-i Vedud’a vesile-i vusul olan aşk ise Züleyha’nın Yusuf aleyhisselâma karşı olan muhabbet meselesindedir. Demek Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, Hazret-i Yakub aleyhisselâmın hissiyatını, ne derece Züleyha’nın hissiyatından yüksek göstermişse şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor.

Üstadım İmam-ı Rabbanî aşk-ı mecazîyi makam-ı nübüvvete pek münasip görmediği için demiş ki: “Mehasin-i Yusufiye, mehasin-i uhreviye nevinden olduğundan ona muhabbet ise mecazî muhabbetler nevinden değildir ki kusur olsun.”

Ben de derim: “Ey Üstad! O, tekellüflü bir tevildir; hakikat şu olmak gerektir ki: O, muhabbet değil belki yüz defa muhabbetten daha parlak daha geniş daha yüksek bir mertebe-i şefkattir.”

Evet, şefkat bütün envaıyla latîf ve nezihtir. Aşk ve muhabbet ise çok envaına tenezzül edilmiyor.

Hem şefkat pek geniştir. Bir zat, şefkat ettiği evladı münasebetiyle bütün yavrulara, hattâ zîruhlara şefkatini ihata eder ve Rahîm isminin ihatasına bir nevi âyinedarlık gösterir. Halbuki aşk, mahbubuna hasr-ı nazar edip her şeyi mahbubuna feda eder; yahut mahbubunu i’lâ ve sena etmek için başkalarını tenzil ve manen zemmeder ve hürmetlerini kırar. Mesela, biri demiş: “Güneş mahbubumun hüsnünü görüp utanıyor, görmemek için bulut perdesini başına çekiyor.” Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz ism-i a’zamın bir sahife-i nuranisi olan güneşi böyle utandırıyorsun?

Hem şefkat hâlistir, mukabele istemiyor; safi ve ivazsızdır. Hattâ en âdi mertebede olan hayvanatın yavrularına karşı fedakârane ivazsız şefkatleri buna delildir. Halbuki aşk ücret ister ve mukabele talep eder. Aşkın ağlamaları, bir nevi taleptir, bir ücret istemektir.

Demek, suver-i Kur’aniyenin en parlağı olan Sure-i Yusuf’un en parlak nuru olan Hazret-i Yakub’un (as) şefkati, ism-i Rahman ve Rahîm’i gösterir ve şefkat yolu, rahmet yolu olduğunu bildirir ve o elem-i şefkate deva olarak da فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمٖينَ dedirir.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

(8. Mektup)

Hz. Yusuf'un Mucizeleri[değiştir]

Mukaddime: İşte Kur’an-ı Hakîm; enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyat-ı maneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi yine insanların terakkiyat-ı maddiye suretinde dahi o enbiyanın her birisinin eline bazı hârikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir. Onlara mutlak olarak ittibaa emrediyor.

İşte enbiyaların manevî kemalâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi mu’cizatlarından bahis dahi onların nazirelerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hattâ denilebilir ki manevî kemalât gibi maddî kemalâtı ve hârikaları dahi en evvel mu’cize eli nev-i beşere hediye etmiştir. İşte Hazret-i Nuh’un (as) bir mu’cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf’un (as) bir mu’cizesi olan saati en evvel beşere hediye eden, dest-i mu’cizedir.

Bu hakikate latîf bir işarettir ki sanatkârların ekseri, her bir sanatta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Mesela, gemiciler Hazret-i Nuh’u (as), saatçiler Hazret-i Yusuf’u (as), terziler Hazret-i İdris’i (as)

(20. Söz)


7- لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّهٖ âyet-i kerîmesinin –bir kavle göre– işaret ettiği gibi Hazret-i Yusuf’un (as) Ken’an’da bulunan babasının timsalini görür görmez Zeliha’dan geri çekilmesi ve kervanları Mısır’dan avdet ettiğinde Hazret-i Yakub’un اِنّٖى لَاَجِدُ رٖيحَ يُوسُفَ yani “Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.” demesi ve bir ifritin Hazret-i Süleyman’a “Gözünü açıp yummazdan evvel Belkıs’ın tahtını getiririm.” demesine işaret eden اَنَا اٰتٖيكَ بِهٖ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ âyet-i kerîmesi; pek uzak mesafelerden celb-i savt, suret vesaire gibi beşerin keşfettiği veya edeceği icadata numune ve me’hazdirler.

(İşaratül İ'caz)


Evet Kur’an’ın üstadiyetinden ve dersinin işaratından fehmediyoruz ki: Kur’an’da mu’cizat-ı enbiyayı zikretmesiyle; beşerin istikbalde terakki edeceğini ve o mu’cizatın nazireleri istikbalde vücuda geleceğini beşere ders verip teşvik ediyor:

“Haydi çalış, bu mu’cizatın numunelerini göster. Süleyman aleyhisselâm gibi iki aylık yolu bir günde git! İsa aleyhisselâm gibi en dehşetli hastalığın tedavisine çalış! Hazret-i Musa’nın asâsı gibi taştan âb-ı hayatı çıkar, beşeri susuzluktan kurtar! İbrahim aleyhisselâm gibi ateş seni yakmayacak maddeleri bul, giy! Bazı enbiyalar gibi şark ve garpta en uzak sesleri işit, suretleri gör! Davud aleyhisselâm gibi demiri hamur gibi yumuşat, beşerin bütün sanatına medar olmak için demiri bal mumu gibi yap! Yusuf aleyhisselâm ve Nuh aleyhisselâmın birer mu’cizesi olan saat ve gemiden nasıl çok istifade ediyorsunuz. Öyle de sair enbiyanın size ders verdiği mu’cizelerden dahi o saat ve sefine gibi istifade ediniz, taklitlerini yapınız.”

İşte buna kıyasen Kur’an, her cihetle beşeri maddî manevî terakkiyata sevk etmek için ders veriyor, üstad-ı küll olduğunu ispat ediyor.

(Hutbe-i Şamiye)

Hz. Yusuf'un Yüksek Vasıfları[değiştir]

Bir iki gün evvel bir hâfız, Sure-i Yusuf’tan bir aşr, tâ تَوَفَّنٖى مُسْلِمًا وَ اَلْحِقْنٖى بِالصَّالِحٖينَ e kadar okudu. Birden âni bir surette bir nükte kalbe geldi:

Kur’an’a ve imana ait her şey kıymetlidir, zahiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet, saadet-i ebediyeye yardım eden küçük değildir. Öyle ise “Şu küçük bir nüktedir, şu izaha ve ehemmiyete değmez.” denilmez. Elbette şu çeşit mesailde en birinci talebe ve muhatap olan ve nüket-i Kur’aniyeyi takdir eden İbrahim Hulusi, o nükteyi işitmek ister. Öyle ise dinle:

En güzel bir kıssanın güzel bir nüktesidir. Ahsenü’l-kasas olan Kıssa-i Yusuf aleyhisselâm hâtimesini haber veren تَوَفَّنٖى مُسْلِمًا وَ اَلْحِقْنٖى بِالصَّالِحٖينَ âyetinin, ulvi ve latîf ve müjdeli ve i’cazkârane bir nüktesi şudur ki:

Sair ferahlı ve saadetli kıssaların âhirindeki zeval ve firak haberlerinin acıları ve elemi, kıssadan alınan hayalî lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bâhusus kemal-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda, mevtini ve firakını haber vermek daha elîmdir; dinleyenlere “Eyvah!” dedirtir.

Halbuki şu âyet, Kıssa-i Yusuf’un (as) en parlak kısmı ki Aziz-i Mısır olması, peder ve validesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf’un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki:

Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için Hazret-i Yusuf kendisi Cenab-ı Hak’tan vefatını istedi ve vefat etti; o saadete mazhar oldu. Demek, o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki Hazret-i Yusuf aleyhisselâm gibi hakikatbîn bir zat, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun.

İşte Kur’an-ı Hakîm’in şu belâgatına bak ki Kıssa-i Yusuf’un hâtimesini ne suretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil belki bir müjde ve bir sürur ilâve ediyor.

Hem irşad ediyor ki: Kabrin arkası için çalışınız, hakiki saadet ve lezzet ondadır.

Hem Hazret-i Yusuf’un âlî sıddıkıyetini gösteriyor ve diyor: Dünyanın en parlak ve en sürurlu haleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor, yine âhireti istiyor.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Said Nursî

(23. Mektup)


Bazen Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.

Mesela

وَكَذٰلِكَ يَجْتَبٖيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَاْوٖيلِ الْاَحَادٖيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اٰلِ يَعْقُوبَ كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرَاهٖيمَ وَاِسْحٰقَ اِنَّ رَبَّكَ عَلٖيمٌ حَكٖيمٌ

İşte Hazret-i Yusuf ve ecdadına edilen nimetleri şu âyetle işaret eder. Der ki: Sizi bütün insanlar içinde makam-ı nübüvvetle serfiraz, bütün silsile-i enbiyayı, silsilenize rabtedip silsilenizi nev-i beşer içinde bütün silsilenin serdarı; hanedanınızı ulûm-u İlahiye ve hikmet-i Rabbaniyeye bir hücre-i talim ve hidayet suretinde getirip o ilim ve hikmetle dünyanın saadetkârane saltanatını, âhiretin saadet-i ebediyesiyle sizde birleştirmek, seni ilim ve hikmetle Mısır’a hem aziz bir reis hem âlî bir nebi hem hakîm bir mürşid etmek olan nimet-i İlahiyeyi zikir ve ta’dad edip, ilim ve hikmet ile onu, âbâ ve ecdadını mümtaz ettiğini zikrediyor. Sonra “Senin Rabb’in Alîm ve Hakîm’dir.” der. “Onun rububiyeti ve hikmeti iktiza eder ki seni ve âbâ ve ecdadını Alîm-i Hakîm ismine mazhar etsin.” İşte o mufassal nimetleri, şu fezleke ile icmal eder.

(25. Söz)


Sâlisen: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş:

اِذَا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ خَيْرًا اَبْصَرَهُمْ بِعُيُوبِ اَنْفُسِهِمْ

Kur’an-ı Hakîm’de Hazret-i Yusuf aleyhisselâm demiş:

وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْسٖى اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ

Evet, nefsini beğenen ve nefsine itimat eden, bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören, bahtiyardır. Öyle ise sen bahtiyarsın. Fakat bazen olur ki nefs-i emmare, ya levvameye veya mutmainneye inkılab eder fakat silahlarını ve cihazatını âsaba devreder. Âsab ve damarlar ise o vazifeyi âhir ömre kadar görür. Nefs-i emmare çoktan öldüğü halde, onun âsârı yine görünür.

Çok büyük asfiya ve evliya var ki nüfusları mutmainne iken, nefs-i emmareden şekva etmişler. Kalpleri gayet selim ve münevver iken, emraz-ı kalpten vaveylâ etmişler. İşte bu zatlardaki, nefs-i emmare değil belki âsaba devredilen nefs-i emmarenin vazifesidir.

Maraz ise kalbî değil belki maraz-ı hayalîdir. İnşâallah aziz kardeşim, size hücum eden nefsiniz ve emraz-ı kalbiniz değil belki mücahedenin devamı için beşeriyet itibarıyla âsaba intikal eden ve terakkiyat-ı daimîye sebebiyet veren, dediğimiz gibi bir halettir.

(26. Mektup)


Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin âdeta taksirattan takdis etsin.

Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de yüz tevil ile tevil ettirir. وَ عَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلٖيلَةٌ sırrıyla: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Âlîşan وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْسٖٓى اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّٖى dediği halde, nasıl nefse itimat edilebilir?

Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse o kusur, kusurluktan çıkar; itiraf etse affa müstahak olur.

(13. Lem'a)


Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu manilere ve bu şeytanlara karşı, ihlas kuvvetine dayanmak gerektir. İhlası kıracak esbabdan; yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yusuf aleyhisselâm اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّٖى demesiyle nefs-i emmareye itimat edilmez. Enaniyet ve nefs-i emmare sizi aldatmasın.

(21. Lem'a)


En az on beş günde bir defa okunması emir buyurulan Yirmi Birinci Lem’a, evrad edinilecek kadar ehemmiyetlidir. Malûmdur ki kale içinden fetholunur. Bugünkü muvaffakıyete sebep olan ihlas kalkarsa maazallah o zaman çok vahim neticeler tevellüd eder. En büyük düşmanımız nefsimizdir. Onu susturmak için zannedersem şu ihtar kâfidir: “Ey nefs-i nâdan! Beni kandıramazsın. Mademki bir Peygamber-i Azîmü’l-Kadr ve bir Nebiyyullah olan Hazret-i Yusuf aleyhisselâm وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْسٖٓى اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّٖى demiştir. Aldatamazsın. Senden ve senin samimi yoldaşların cinnî ve insî şeytan, ehl-i bid’a ve ulemaü’s-sû şerlerinden Allah’a sığınırım.”

Eski Said lisanıyla kaleme alınmış olan Yirmi İkinci Lem’a: Zaleme güruhunun hücumlarına pek mükemmel müdafaa ve elyak ve a’lâ bir cevaptır. فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمٖينَ

(Barla L.)

Hz. Yusuf'un Güzelliği[değiştir]

İkincisi: Ehl-i âhirettir ki ya dünyanın zarurî işleri onları amel-i uhrevîden men’ettiği için veyahut şuhud derecesinde iman ile cennetin kemalât ve mehasinine nisbeten dünyayı çirkin görür. Evet, Hazret-i Yusuf aleyhisselâma güzel bir adam nisbet edilse yine çirkin göründüğü gibi; dünyanın ne kadar kıymettar mehasini varsa, cennetin mehasinine nisbet edilse hiç hükmündedir.

(32. Söz)


Hazret-i Süleyman aleyhisselâm gibi muhteşem bir kemal ile meşhur bir zatın rü’yetine iştiyaklı bir merak, Hazret-i Yusuf aleyhisselâm gibi bir cemal ile mümtaz bir zatın şuhuduna meraklı bir iştiyak; herkes vicdanen hisseder. Acaba dünyanın bütün mehasin ve kemalâtından binler derece yüksek olan cennetin bütün mehasin ve kemalâtı, bir cilve-i cemali ve kemali olan bir zatın rü’yeti, ne kadar mergub, merak-âver ve şuhudu ne derece matlub ve iştiyak-aver olduğunu kıyas edebilirsen et.

(32. Söz)


Sual: Müseylime füseha-i Arap’tan olduğu halde, sözleri ne için âleme maskara olmuştur?

Cevap: Çünkü onun sözleri, bin derece fevkinde bulunan sözlere karşı mukabeleye çıktığından çirkin ve gülünç olmuştur. Evet güzel bir adam, Hazret-i Yusuf (as) ile beraber güzellik imtihanına girerse elbette çirkin ve gülünç olur.

(İşaratül İ'caz)

Hz. Yusuf'un Rüyası[değiştir]

Sure-i Yusuf’un mühim bir esası, rüya-yı Yusufiye olduğu gibi وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyeti misillü çok âyetlerle, rüyada ve nevmde perdeli olarak ehemmiyetli hakikatler var olduğunu gösterir.

(28. Mektup)

Hapishanelerin Medrese-i Yusufiye Olması[değiştir]

Meyve Risalesi

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

فَلَبِثَ فِى السِّجْنِ بِضْعَ سِنٖينَ âyetinin ihbarı ve sırrıyla Yusuf aleyhisselâm mahpusların pîridir. Ve hapishane bir nevi Medrese-i Yusufiye olur. Madem Risale-i Nur şakirdleri, iki defadır çoklukla bu medreseye giriyorlar; elbette Risale-i Nur’un hapse temas ve ispat ettiği bir kısım meselelerinin kısacık hülâsalarını, bu terbiye için açılan dershanede okumak ve okutmakla tam terbiye almak lâzım geliyor. İşte o hülâsalardan beş altı tanesini beyan ediyoruz.

(11. Şua)

Diğer Bahisler[değiştir]

Bazen bir hakikat, sathî nazarlara görünmediğinden ve bazı makamlarda cüz’î ve âdi bir hâdiseden yüksek bir fezleke-i tevhidi veya küllî bir düsturu beyan etmekte münasebet bilinmediğinden bir kusur tevehhüm edilir. Mesela “Hazret-i Yusuf aleyhisselâm, kardeşini bir hile ile alması” içinde وَفَوْقَ كُلِّ ذٖى عِلْمٍ عَلٖيمٌ diye gayet yüksek bir düsturun zikri, belâgatça münasebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?

Elcevap: Her biri birer küçük Kur’an olan ekser uzun sure ve mutavassıtlarda ve çok sahife ve makamlarda yalnız iki üç maksat değil belki Kur’an mahiyeti hem bir kitab-ı zikir ve iman ve fikir hem bir kitab-ı şeriat ve hikmet ve irşad gibi çok kitapları ve ayrı ayrı dersleri tazammun ederek rububiyet-i İlahiyenin her şeye ihatasını ve haşmetli tecelliyatını ifade etmek cihetiyle, kâinat kitab-ı kebirinin bir nevi kıraatı olan Kur’an, elbette her makamda, hattâ bazen bir sahifede çok maksatları takiben marifetullahtan ve tevhidin mertebelerinden ve iman hakikatlerinden ders verdiği haysiyetiyle, öbür makamda mesela, zahirce zayıf bir münasebetle başka bir ders açar ve o zayıf münasebete çok kuvvetli münasebetler iltihak ederler. O makama gayet mutabık olur, mertebe-i belâgatı yükseklenir.

(25. Söz)


Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü nurani âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felaketlerin neticesidir. Mesela Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur. Ve keza rahm-ı maderden dünyaya gelen çocuk, ma’hud tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.

(29. Lem'a)


Makam-ı Yusuf’ta tali’in cilvelerini takdir-i İlahîye tam bir inkıyad ile seyretmekte iken, babamdan aldığım bir şefkatnamede Zat-ı Mürşidanenizin muhabbet-i manevîlerinin mübeşşiri olan selâmlarınızı tebliğiyle, viran gönlüm şâd ü bünyâd edildi. Şu muzlim ânımı nurlandıran huzur-u manevîniz muvacehesinde satırlarım gibi kapkara yüzümü, seyyiat-ı mazi ile mâlî a’mal-i kabihamın nişanelerini gizlemeye muktedir olamamaktan mütevellid hicabımı setre kudretyâb olamadım.

...

Risale-i Nur şakirdlerinden İhsan Sırrı

(Barla L.)


Ol hüsn-ü cemal, eyledi âlemleri hayran

Nerden onu bulmuş, acaba Yusuf-u Ken’an

Hikmet nedir, ol dertlere sabreyledi Eyyüb

Hem sırrı nedir, Yusuf için ağladı Yakub

...

Hasan Feyzi

(Emirdağ L. 1)


Hak cemaliyle kemalin gösteren,

Hüsn-ü Yusuf’tan işarettir sözün.

...

Ahmed Galib

(Barla L.)


Koydular bizleri ki orada durmuştu Yusuf aleyhisselâm

Hem de beraberimizde idi Hazret-i Üstad.

Halil İbrahim

(28. Lem'a)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرٖينَ de hikmet ve gaye nedir?

Elcevap: Cenab-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak vücud-u eşyada, bir merdivenin basamakları gibi bir tertip vaz’etmiş. Sabırsız adam teenni ile hareket etmediği için basamakları ya atlar, düşer veya noksan bırakır; maksud damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebeptir. Sabır ise müşkülatın anahtarıdır ki

اَلْحَرٖيصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ

وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ

durub-u emsal hükmüne geçmiştir. Demek, Cenab-ı Hakk’ın inayet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir. Çünkü sabır üçtür:

Biri: Masiyetten kendini çekip sabretmektir. Şu sabır takvadır اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّقٖينَ sırrına mazhar eder.

İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki tevekkül ve teslimdir

اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلٖينَ

اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الصَّابِرٖينَ

şerefine mazhar ediyor.

Ve sabırsızlık ise Allah’tan şikayeti tazammun eder. Ve ef’alini tenkit ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar. Evet, musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette âciz ve zayıf insan ağlar fakat şekva ona olmalı, ondan olmamalı. Hazret-i Yakub aleyhisselâmın اِنَّمَا اَشْكُوا بَثّٖى وَ حُزْنٖى اِلَى اللّٰهِ demesi gibi olmalı. Yani musibeti Allah’a şekva etmeli, yoksa Allah’ı insanlara şekva eder gibi “Eyvah! Of!” deyip “Ben ne ettim ki bu başıma geldi?” diyerek, âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, manasızdır.

Üçüncü Sabır: İbadet üzerine sabırdır ki şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor. En büyük makam olan ubudiyet-i kâmile canibine sevk ediyor.

(23. Mektup)


Eğer denilse: Hazret-i Ömer’in (ra) minber üstünde, bir aylık mesafede bulunan Sâriye namındaki bir kumandanına يَا سَارِيَةُ اَلْجَبَلَ اَلْجَبَلَ deyip Sâriye’ye işittirip sevkü’l-ceyş noktasından zaferine sebebiyet veren kerametkârane kumandası ne derece keskin nazarlı olduğunu gösterdiği halde, neden yanındaki kātili Firuz’u o keskin nazar-ı velayetiyle görmedi?

Elcevap: Hazret-i Yakub aleyhisselâmın verdiği cevap ile cevap veririz. (Hâşiye: زِ مِصْرَشْ بُوىِ پٖيرَاهَنْ شِنٖيدٖى

چِرَا دَرْ چَاهِ كَنْعَانَشْ نَدٖيدٖى

بَگُفْتْ اَحْوَالِ مَا بَرْقِ جِهَانَسْتْ

دَمٖى پَيْدَا وُ دٖيگَرْ دَمْ نِهَانَسْتْ

گَهٖى بَرْ طَارُمِ اَعْلٰى نِشٖينَمْ

گَهٖى بَرْ پُشْتِ پَاىِ خُودْ نَبٖينَمْ) Yani Hazret-i Yakub’dan sorulmuş ki: “Ne için Mısır’dan gelen gömleğinin kokusunu işittin de yakınında bulunan Ken’an Kuyusu’ndaki Yusuf’u görmedin?” Cevaben demiş ki: “Bizim halimiz şimşekler gibidir; bazen görünür, bazen saklanır. Bazı vakit olur ki en yüksek mevkide oturup her tarafı görüyoruz gibi oluruz. Bazı vakitte de ayağımızın üstünü göremiyoruz.”

Elhasıl: İnsan her ne kadar fâil-i muhtar ise de fakat وَمَا تَشَٓاؤُنَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ sırrınca, meşiet-i İlahiye asıldır ve kader hâkimdir. Meşiet-i İlahiye, meşiet-i insaniyeyi geri verir.اِذَا جَاءَ الْقَدَرُ عُمِىَ الْبَصَرُ hükmünü icra eder. Kader söylese iktidar-ı beşer konuşmaz, ihtiyar-ı cüz’î susar.

(15. Mektup)

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]