Haşir 21

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Haşir 20Haşir SuresiHaşir 22: Sonraki Ayet

Meali: 21- Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.

Kur'an'daki Yeri: 28. Cüz, 547. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Eğer Kur’an’ın ism-i a’zamdan ve her ismin a’zamlık mertebesinden geldiğini bir parça fehmetmek istersen Âyetü’l-Kürsî ve âyet-i وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ ve âyet-i قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ ve âyet-i يُغْشِى الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثٖيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِهٖ ve âyet-i يَٓا اَرْضُ ابْلَعٖى مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِعٖى ve âyet-i تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ فٖيهِنَّ ve âyet-i مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ ve âyet-i اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ ve âyet-i يَوْمَ نَطْوِى السَّمَٓاءَ كَطَىِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ ve âyet-i وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِهٖ وَالْاَرْضُ جَمٖيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ve âyet-i لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ gibi âyetlerin küllî, umumî, ulvi ifadelerine bak.

(12. Söz)


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

وَ تِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

Bir zaman iki adam, bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki acib bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki kemal-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir. Kemal-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki bir cihette bakılsa azîm bir âlem görünüyor. Bir cihette bakılsa muntazam bir memleket, bir cihette bakılsa mükemmel bir şehir, diğer bir cihette bakılsa gayet muhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır. Şu acayip âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki bir kısım mahluklar var, bir tarz ile konuşuyorlar fakat bunlar onların dillerini bilmiyorlar. Yalnız işaretlerinden anlaşılıyor ki mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar.

O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: “Şu acib âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musanna sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünkü anlaşılıyor ki bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak kim bize meded verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahluklardan ne bekleyebiliriz? Hem koca bir âlemi bir memleket suretinde, bir şehir tarzında, bir saray şeklinde yapan ve baştan başa hârika şeylerle dolduran ve müzeyyenatın envaıyla tezyin eden ve ibret-nüma mu’cizatlarla donatan bir zat, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediği vardır. Onu tanımalıyız. Hem ne istediğini bilmekliğimiz lâzımdır.”

Öteki adam dedi: “İnanmam, böyle bahsettiğin gibi bir zat bulunsun ve bütün bu âlemi tek başıyla idare etsin.”

Arkadaşı cevaben dedi ki: “Bunu tanımazsak, lâkayt kalsak menfaati hiç yok; zararı olsa pek azîmdir. Eğer tanımasına çalışsak meşakkati pek hafiftir, menfaati olursa pek azîmdir. Onun için ona karşı lâkayt kalmak, hiç kâr-ı akıl değildir.”

O serseri adam dedi: “Ben bütün rahatımı, keyfimi onu düşünmemekte görüyorum. Hem böyle aklıma sığışmayan şeylerle uğraşmayacağım. Bütün bu işler, tesadüfî ve karmakarışık işlerdir, kendi kendine dönüyor; benim neme lâzım.”

Akıllı arkadaşı ona dedi: “Senin bu temerrüdün beni de belki çokları da belaya atacaktır. Bir edepsizin yüzünden bazen olur ki bir memleket harap olur.”

Yine o serseri dönüp dedi ki: “Ya kat’iyen bana ispat et ki bu koca memleketin tek bir mâliki, tek bir sâni’i vardır. Yahut bana ilişme.”

Cevaben arkadaşı dedi: “Madem inadın divanelik derecesine çıkmış, o inadınla bizi ve belki memleketi bir kahra giriftar edeceksin. Ben de sana on iki bürhan ile göstereceğim ki bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır ve o usta, her şeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve her şeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mu’cize ve hârikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahluklar onun memurlarıdır.”

(22. Söz)


Ve Kur'anın Temsil Yoluyla Dünya Nimetlerini Tavsif Ederken Va'z ü Nasihat Örneği

13-

كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطٰمًا

Hadid, 57/20

14-

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللَّهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَلَكَهُ يَنَبِيعَ فِيْ لْاَرْضِ ثُمَّ يُخْرِجُ بِهِ زَرْعًا مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهُ

Zümer, 39/21

15-

اِنَّا عَرَضْنَا لْاَمَانَةَ عَلَي السَّمٰوٰاتِ وَ لْاَرْضِ وَالْجِبَلِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَنُ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا

Ahzab, 33/72

16-

لَوْ اَنْزَلْنَ هٰذَا الْقُرْئَانَ عَليٰ جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خٰشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ لْاَمْثٰلُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

Haşir, 59/21

17-

فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِضِينَ

كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌ

فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍ

Müdessir, 79/49, 50, 51

18-

وَمَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِاءَةُ حَبَّةٍ

Bakara, 2/261

19-

كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَآتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّ

Bakara, 2/265

Kısacık birer mealleri

13- [... Dünya hayatında mal ve evladın meseli; bir yağmur gelir, yerdeki bitkiler onunla yeşerdiğinde, ziraatçıların ziyadesiyle hoşlarına gider. Amma sonra, o nebatlar kurumaya ve büzüşmeye yüz tutarak sarardığını; daha sonra da, sap ve kuru çöpler halını aldığını görürsün.]

14- [Görmez misin ki, Cenab-ı Hak teala gökten bir su inzal eyliyor ki, onu pınarların anbar ve menba'larına yürüterek doldurdu. Sonra da o su ile, renkleri muhtelif bir çok bitkileri yerden, topraktan çıkarttı...]

15- [Muhakkak ki biz Allahü teala emanet-i kübrayı göklere, yere ve dağlara arzeyledik... Amma onlar bu emaneti yüklenmeyi ve onun mükellefiyetini ağır buldular, korkarak çekindiler ve alamadılar. Lâkin insan ise, onu aldı ve yüklendi. Muhakkak ki bu insan -nefs-i emmmaresi cihetiyle- pek zâlim ve çok cahildir.]

16- [Eğer biz Allahü teala şu Kuranı bir dağa inzal eylemiş olsaydık, o dağı sen, Allahın havf ve haşyetinden paramparça olarak yukarıdan aşağılara süratle akıp geldiğini görecektin. İşte, biz Allahü teala şu darb-ı meselleri insanlar için getiriyoruz, ola ki tefekkür edip ibret alalar.]

17- [Hak ve hakikatı dinlemeyen şu adamlara bak ki; kendilerine nasihat yoluyla hakikati ihtardan nasıl da yüz çeviriyorlar. Öyle ki adeta, yabani eşeklerdir de, arslanlardan ürküp kaçıyorlar gibidir.]

18- [Mallarını fisebilillah infak edenlerin meseli şuna benzer ki: Bir habbe tohum, toprağa ekildiğinde yedi tane sünbül verir. Her sünbülde yüz dane habbe bulunan misale benzer]

19- [.... ve mallarını Allah rızalığı yolunda infak edenlerin meseli de; bir bahçesi olan birisinin o bahçesine kuvvetli bir yağmur isabet etmişte bol bol semere ve meyveler vermiş... Şayet ona yağmur vurmasa da, gece de nem halinde teşekkül eden "kırağı" vuracak...]

(İşaratül İ'caz (Badıllı))

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]