Hızır (as)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Osmanlı alimi ve İstanbul'un ilk kadısı için Hızır Bey sayfasına gidin

Hz. Hızır (as) Hz. Mûsâ döneminde yaşayan, kendisine ilâhî bilgi ve hikmet öğretilen kişidir. İslâm âlimleri Hızır’ın peygamber, velî veya melek olduğu konusunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Bediüzzaman peygamber olduğu kanaatindedir. Buhari'de geçen bir hadise göre kuru yerde oturduğunda altındaki otlar yeşerip dalgalanmaktadır. "Yeşil" kökünden gelen isminin hikmeti bu olabilir. Kur’ân'da adı açıkça geçmemekle birlikte müfessirler Hz. Musa'nın Kehf sûresinde bahsi geçen kıssasında karşılaştığı ve kendisine Allah tarafından “rahmet ve ilim” verilmiş olan sâlih bir kulun Hz. Hızır olduğu kanaatindedir. Bu kıssada kısaca Hz. Mûsâ ve genç bir adam Hz. Hızır ile karşılaşır, Hz. Mûsâ onunla arkadaş olmak ister, Hz. Hızır onun bu beraberliğe sabredemeyeceğini belirtse de Hz. Mûsâ’nın ısrarı üzerine kendisine soru sormaması şartıyla teklifi kabul eder. Hz. Hızır önce bindikleri gemiyi deler, arkasından bir çocuğu öldürür, daha sonra da uğradıkları bir kasabanın halkı kendilerini misafir etmediği halde orada yıkılmak üzere olan bir duvarı düzeltir. Bu üç olayın her birinde Hz. Mûsâ davranışının sebebini sorar, Hz. Hızır da bu olayların hikmetini anlatarak bunları Allah’ın emriyle yaptığını söyler.[1].

Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti[değiştir]

  • Hz. Hızır ve Hz. İlyas bir derece serbest hayat mertebesindedir, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler, bizim gibi insani ihtiyaçlarla her zaman kısıtlı değillerdir ve bazen istediklerinde bizim gibi yiyip içerler fakat bizim gibi mecbur değildirler.
  • Velilik makamlarında “Makam-ı Hızır” tabir edilen bir makam vardır. Bu makama gelen bir veli Hz. Hızır’dan ders alır ve onunla görüşür. Fakat bazen o makam sahibi, yanlış olarak Hızır zannedilir. Bazen de bu makama veya gölgesine giren veli kendisini Hızır zannederek hataya düşer.
  • Peygamberimizin mübarek tükürüğü Hazret-i Hızır’ın âb-ı hayat çeşmesi gibi şifaya vesiledir.
  • Yemen padişahlarından olan Zülkarneyn Hz. İbrahim zamanında yaşamış ve Hz. Hızır’dan ders almıştır.
  • Gavs-ı A’zam, Maruf-u Kerhî ve Şeyh Hayatü’l-Harranî gibi ölümlerinden sonra Hz. Hızır'ın hayatına yakın bir nevi hayata mazhar evliya vardır.
  • 29. Lema'ya marifet-i İlâhiyye ve tevhidin meratibinden altmış üç mertebeye işaret eden Hz. Hızır Aleyhisselâm'ın mühim ve meşhur bir virdi yer alır.
  • Zor durumda kalanlara Hz. Hızır'ın yetişmesi gibi ahir zamanda Risale-i Nur Hızır gibi imdada yetişip ehl-i imanın kâinatı ihata eden son ordusunu göstermiştir ve bunun hârika bir numunesi olan Âyetü’l-Kübra Risalesi’ni (7. Şua) İmam-ı Ali (radıyallahu anh) keşfen görüp ehemmiyetle göstermiştir.
  • Eski istidbat zamanında manevi hakim kuvvet idi. Kuvvet ise ihtiyarlandıkça zayıfladığından eski zamanın hükümetleri uzun ömürlü değildi. Ama şimdiki zamanın hükümetleri ilme dayandıklarından ömürleri Hz. Hızır gibi uzundur.

Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Hıdır, Hıdr

Doğum Yeri ve Tarihi:

Annesi:

Babası:

Kardeşleri:

Soyu:

Vefat Yeri ve Tarihi:

Kabrinin Yeri:

Hanımları:

Çocukları:

Peygamberlikle Görevlendirildiği Yer ve Tarih:

Peygamber Olarak Gönderildiği Kavim:

Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler[değiştir]

Hz. Hızır'ın ismi Kur'an'da açıkça geçmez. Kehf suresinde 65. - 82. ayetlerde Hz. Musa ile olan kıssası anlatılır. Neml 40 ayetinde bahsi geçen ilim sahibi zâtın, Hz. Süleyman'ın (as) veziri Âsâf bin Berhiyâ yahut da Hızır olduğu rivayet edilmektedir.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Peygamber Olarak Bahsi Geçen Yerler[değiştir]

İkinci Tabaka-i Hayat: Hazret-i Hızır ve İlyas aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyed değillerdir. Bazen istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde, ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Hattâ makamat-ı velayette bir makam vardır ki “Makam-ı Hızır” tabir edilir. O makama gelen bir veli, Hızır’dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bazen o makam sahibi, yanlış olarak ayn-ı Hızır telakki olunur.

(Mektubat, 1. Mektup, 1. Sual)


İşte bu sekiz misal gibi seksen değil belki sekiz yüz misalleri var. Çoğu kütüb-ü siyer ve ehadîste beyan edilmiştir. Evet, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mübarek eli Hakîm-i Lokman’ın bir eczahanesi gibi ve tükürüğü Hazret-i Hızır’ın âb-ı hayat çeşmesi gibi ve nefesi Hazret-i İsa aleyhisselâmın nefesi gibi mededres ve şifa-resan olsa ve nev-i beşer çok musibet ve belalara giriftar olsa elbette Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma hadsiz müracaatlar olmuş. Hastalar, çocuklar, mecnunlar pek kesretli gelmişler; cümlesi şifa bulup gitmişler.

(19. Mektup)


Hem ben müteaddid insanları gördüm ki bir nevi Mehdi kendilerini biliyorlardı ve “Mehdi olacağım.” diyorlardı. Bu zatlar yalancı ve aldatıcı değiller, belki aldanıyorlar. Gördüklerini, hakikat zannediyorlar. Esma-i İlahînin nasıl ki tecelliyatı, arş-ı a’zam dairesinden tâ bir zerreye kadar cilveleri var ve o esmaya mazhariyet de o nisbette tefavüt eder. Öyle de mazhariyet-i esmadan ibaret olan meratib-i velayet dahi öyle mütefavittir. Şu iltibasın en mühim sebebi şudur:

Makamat-ı evliyadan bazı makamlarda Mehdi vazifesinin hususiyeti bulunduğu ve kutb-u a’zama has bir nisbeti göründüğü ve Hazret-i Hızır’ın bir münasebet-i hâssası olduğu gibi, bazı meşahirle münasebettar bazı makamat var. Hattâ o makamlara “Makam-ı Hızır”, “Makam-ı Üveys”, “Makam-ı Mehdiyet” tabir edilir.

İşte bu sırra binaen, o makama ve o makamın cüz’î bir numunesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebettar meşhur zatlar zannediyorlar. Kendini Hızır telakki eder veya Mehdi itikad eder veya kutb-u a’zam tahayyül eder.

Eğer hubb-u câha talip enaniyeti yoksa o halde mahkûm olmaz. Onun haddinden fazla davaları, şatahat sayılır. Onunla belki mes’ul olmaz.

(29. Mektup)


Ehl-i tahkikin beyanına göre hem Zülkarneyn unvanının işaretiyle, Yemen padişahlarından Zülyezen gibi “zü” kelimesiyle başlayan isimleri bulunduğundan bu Zülkarneyn, İskender-i Rumî değildir. Belki Yemen padişahlarından birisidir ki Hazret-i İbrahim’in zamanında bulunmuş ve Hazret-i Hızır’dan ders almış. İskender-i Rumî ise miladdan takriben üç yüz sene evvel gelmiş, Aristo’dan ders almış.

(16. Lem'a)


Sâniyen: Gavs-ı A’zam gibi memattan sonra hayat-ı Hızırîye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyalar vardır. Gavs’ın hususi ism-i a’zamı “Yâ Hay” olduğu sırrıyla, sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi; gayet meşhur Maruf-u Kerhî denilen bir kutb-u a’zam ve Şeyh Hayatü’l-Harranî denilen bir kutb-u azîm, Hazret-i Gavs’tan sonra mematları hayatları gibidir. Beyne’l-evliya meşhur olmuştur.

(Barla L.)


Birinci fasıl: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm'ın mühim ve meşhur bir virdini havidir ki; marifet-i İlâhiyye ve tevhidin meratibinden altmış üç mertebeye işaret ederek o mertebelerin herbirisi vahdaniyyeti ve vahdetin iktiza ettiği esma-i hüsnadan tecellî eden âsâriyle ef'alini ve ef'aliyle esmasını ve esmasıyla vücub-u vücud ve vahdetini ispat eder.

(Bu kısmı bu sayfada mealiyle beraber okuyabilirsiniz)

(Fihrist Risalesi 2. Kısım)


...

Ehl-i şevke âb-ı hayat bahşeden,

Hıdr-ı bahreyn-i velayettir sözün.

Bâr-ı sıkletten ukûlü kurtaran,

Nur-u İlyas-ı riyazettir sözün.

Kulluğun efdalini izhar eden,

Zülkifl-i ibadettir sözün.

Set çeker kâfir olan ye’cüclere,

Çünkü Zülkarneyn-i kudrettir sözün.

...

(Barla L.)

Hızır Gibi Yetişmek Deyimi Geçen Yerler[değiştir]

Bir zaman bir asker, meydan-ı harp ve imtihanda, kâr ve zarar deveranında pek müthiş bir vaziyete düşer. Şöyle ki:

Sağ ve sol iki tarafından dehşetli derin iki yara ile yaralı ve arkasında cesîm bir arslan, ona saldırmak için bekliyor gibi duruyor. Ve gözü önünde bir darağacı dikilmiş, bütün sevdiklerini asıp mahvediyor, onu da bekliyor. Hem bu hali ile beraber uzun bir yolculuğu var, nefyediliyor. O bîçare, şu dehşet içinde meyusane düşünürken sağ cihetinde Hızır gibi bir hayırhah, nurani bir zat peyda olur. Ona der:

“Meyus olma. Sana iki tılsım verip öğreteceğim. Güzelce istimal etsen o arslan, sana musahhar bir at olur. Hem o darağacı, sana keyif ve tenezzüh için hoş bir salıncağa döner. Hem sana iki ilaç vereceğim. Güzelce istimal etsen o iki müteaffin yaraların, iki güzel kokulu Gül-ü Muhammedî (asm) denilen latîf çiçeğe inkılab ederler. Hem sana bir bilet vereceğim. Onunla, uçar gibi bir senelik bir yolu, bir günde kesersin. İşte eğer inanmıyorsan bir parça tecrübe et. Tâ doğru olduğunu anlayasın.”

...

Birden sağ cihetinden ra’d gibi bir ses gelir. Der: “Sakın aldanma. Ve o dessasa de ki: Eğer arkamdaki arslanı öldürüp önümdeki darağacını kaldırıp sağ ve solumdaki yaraları def’edip peşimdeki yolculuğu men’edecek bir çare sende varsa bulursan; haydi yap, göster, görelim. Sonra de: Gel keyfedelim. Yoksa sus hey sersem! Tâ Hızır gibi bu zat-ı semavî, dediğini desin.”

(7. Söz)


Mesela, senin gayet sevdiğin bir tek evladın sekeratta ölmek üzere iken ve meyusane elîm ebedî firakını düşünürken birden Hazret-i Hızır ve Hakîm-i Lokman gibi bir doktor geldi, tiryak gibi bir macun içirdi. O sevimli ve güzel evladın gözünü açtı, ölümden kurtuldu. Ne kadar sevinç ve ferah veriyor, anlarsın.

(11. Şua)


(Sabri’nin fıkrasıdır.)

Vakit vakit mukaddesat-ı diniyeye, ehl-i dalaletin icra etmekte oldukları hücumlarla, ruhumda açılan cerihaların teellümatıyla müteellim olduğum bir anda, muhterem Bekir Ağa, Hızır gibi yetişerek Yirmi Dokuzuncu Mektup’un Yedinci Kısmını sunup derdime derman oldu.

(Barla L.)


Evet Üstadım, mübalağasız, pür-kusurlukta mislim olmadığını nefsime bile bazen kabul ettirdiğim yalnız pür-zünub talebenizi; dizlerime değil, belime değil, boğaz çukuruma değil belki de boyumdan aşan ve belki dâhilimin de siyah çamurlara mezcolduğu ve tefessüh etmeye başladığı bir zamanda Hızır gibi yetişip ve misl-i Lokman, Kur’an-ı Hakîm’in şifahanesinden lemean eden mualecelerle, tedaviye başladınız. Hayat ismine lâyık bir hayat bahşına vesilesiniz. O hayatı ihsan edene ve vesile olan uğruna, o hayatı ifna etmemek kâr-ı akıl değildir.

(Barla L.)


Üçüncüsü: Aziz kardeşlerim! Çok defa kalbime geliyordu “Neden İmam-ı Ali radıyallahu anh, Risaletü’n-Nur’a ve bilhassa Âyetü’l-Kübra Risalesi’ne ziyade ehemmiyet vermiş?” diye sırrını beklerdim. Lillahi’l-hamd o sır ihtar edildi. İnkişaf eden o sırra şimdilik yalnız kısa bir işaret ediyorum. Şöyle ki:

Risaletü’n-Nur’un mümtaz bir hâsiyeti, imanın en son ve en küllî istinad noktasını, kavî ve kat’î beyan edildiğinden bu hâsiyet Âyetü’l-Kübra Risalesi’nde fevkalâde parlak görünüyor. Bu acib asırda mübareze-i küfür ve iman, en son nokta-i istinada sirayet ederek ona dayandırıyor.

Mesela, nasıl ki gayet büyük bir meydan muharebesinde ve iki tarafın bütün kuvvetleri toplandığı bir sırada iki tabur çarpışıyorlar. Düşman tarafı, en büyük ordusunun cihazat-ı muharribesini kendi taburuna imdat ve kuvve-i maneviyesini fevkalâde takviye için her vasıtayı istimal ederek ehl-i iman taburunun kuvve-i maneviyesini bozmak ve efradının tesanüdünü kırmak için her vesileyi kullanır. Ehemmiyetli bir istinadgâhı kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini dağıtır. Müslüman taburunun her bir neferine karşı, cemiyet ve komitecilik ruhuyla mütesanid bir cemaat gönderir. Bütün bütün kuvve-i maneviyesini mahvetmeye çalıştığı bir hengâmda Hızır gibi biri çıkar, der:

“Meyus olma! Senin öyle sarsılmaz bir nokta-i istinadın ve öyle mağlup olmaz muhteşem orduların, tükenmez ihtiyat kuvvetlerin var ki dünya toplansa karşısına çıkamaz, kâinatı dağıtamayan onu dağıtamaz. Şimdilik mağlubiyetin sebebi, bir cemaate ve bir şahs-ı manevîye karşı bir neferi göndermenizdir. Çalış ki her bir neferin, istinad noktaları olan dairelerden manen istifade ettiği kuvvetli kuvve-i maneviye ile bir şahs-ı manevî ve bir cemiyet hükmüne geçsin.” dedi ve tam kanaat verdi.

Aynen öyle de ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet –bu asır cemaat zamanı olduğu cihetle– cemiyet ve komitecilik mâyesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habîs olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Her bir Müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya meyusane çabalarken, Risalei’n-Nur (Risaletü’n-Nur) Hızır gibi imdada yetişti. Kâinatı ihata eden son ordusunu (Hâşiye[2]) gösterip ve ondan mukavemetsûz maddî ve manevî imdat getirmek hizmetinde hârika bir emirber neferi olarak Âyetü’l-Kübra Risalesi’ni İmam-ı Ali (radıyallahu anh) keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş.

Temsildeki sair noktaları tatbik ediniz tâ o sırrın bir hülâsası görünsün.

Said Nursî

(Sikke-i Tasdik-i Gaybi)


S- Şu Meşrutiyet büyüklerimizi, beylerimizi kırdı. Fakat bazıları da müstehak idi. Hem de maddeten birşeyi görmeden yalnız meşrutiyetin nâmını işitmekle kendi kendilerine düştüler. Bunun hikmeti nedir?

C- Mânen her bir zamanın bir hükmü ve hükümrânı vardır. Sizin ıstılahınızca o zamanın makinesini çeviren bir ağa lâzımdır. İşte zaman-ı istibdadın hâkim-i manevîsi kuvvet idi. Kimin kılıncı keskin, kalbi kâsî olsa idi, yükselirdi. Fakat zaman-ı meşrutiyetin zenbereği, ruhu, kuvveti, hâkimi, ağası haktır, akıldır, mârifettir, kanundur, efkâr-ı âmmedir... Kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa yalnız o yükselecektir. İlim yaşını aldıkça tezayüd, kuvvet ihtiyarlandıkça tenakus ettiklerinden; kuvvete istinad eden kurun-u vusta hükûmetleri inkıraza mahkûm olup, asr-ı hâzır hükûmetleri, ilme istinad ettiklerinden Hızırvârî bir ömre mazhardırlar.

İşte ey Kürtler! Sizin bey ve ağa, hatta şeyhleriniz dahi eğer kuvvete istinad ile kılınçları keskin ise, bizzarûre düşeceklerdir. Hem de müstehaktırlar. Eğer akla istinad ile cebir yerine, muhabbeti isti'mâl ve hissiyatı efkâra tâbi' ise, o düşmeyecek belki yükselecektir.

(Münazarat)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • İlyas (as): Hz. Hızır gibi bir derece serbest hayat mertebesinde olan peygamber.
  • Musa (as): Kendisiyle aynı dönemde yaşayan peygamber.
  • Zülkarneyn (as): Kendisinden ders alan büyük zat.

Kaynakça[değiştir]

  1. https://islamansiklopedisi.org.tr/hizir
  2. Kâinatı dağıtmayan bir kuvvet o orduyu bozamaz.