On İkinci Söz
Önceki Risale: On Birinci Söz ← Sözler → On Üçüncü Söz: Sonraki Risale
Bu risaleyi okumak için On İkinci Söz okuma sayfasına ve Kur'an hattı ile okumak için On İkinci Söz (Kur'an Hattı) sayfasına gidin

On İkinci Söz Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927 tarihinden itibaren zorunlu ikamete tabi tutulduğu Barla'da telif ettiği eserlerdendir ve Sözler kitabının 12. risalesidir. Bakara suresinin "Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir." mealindeki 269. ayeti, İsra sureinin "Biz Kur'an'ı hak olarak indirdik; o da hakkı getirdi." mealindeki 105. ayeti ve ilgili yüzlerde ayeti tefsir ederek Kur’an-ı Hakîm’in kudsi hikmeti ile dinsiz felsefenin hikmetini genel olarak, insanın şahsi hayatı açısından ve toplumsal hayat açısından bazı düsturlar ve temsiller üzerinden karşılaştırır ve Kur'an mucize olduğunu ve dinsiz felsefenin Kur'an karşısında aciz kaldığını ispat eder. Ayrıca ism-i a’zamdan ve Cenab-ı Allah'ın her ismin a’zamlık mertebesinden gelen Kur’an’ın diğer ilahi kelimelerden ve diğer bütün kelamlardan üstünlüğünü ders vererek Peygamberliğin velayet ile veya ilhamın vahiy ile nisbetinin güneşin bizzat kendisiyle aynalardaki yansımasının nisbeti gibi olduğunu, peygamberlere gelen vahyin ekseri melek vasıtasıyla ve ilhamın ekseri vasıtasız olduğunu ve en büyük bir velinin hiçbir nebinin derecesine yetişemediğini izah eder. Bütün cinlerin ve insanın Kur’an’dan tereşşuh etmeyen bütün güzel sözleri toplansa yine Kur’an’ın kudsi mertebesine yetişemeyeceğini beyan eder.
Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti
- Birbiriyle karşılaştırıldığında felsefe hikmetinin aciz kaldığı ve Kur'an hikmetinin mucize olduğu 11. ve 12. Sözlerde ispat edilmiştir.
- Bu söz Kur'an'ın bir kısım düsturlarını özet şeklinde vererek Kur'an hikmetinin felsefeye galibiyetini ispat eder.
- Bu söz Peygamberliğin velayet ile veya ilhamın vahiy ile nisbetinin güneşin bizzat kendisiyle aynalardaki yansımasının nisbeti gibi olduğunu ders verir.
- Sahabelere velayet ile yetişilmeyeceğini ve evliyanın enbiyaya hiçbir vakit yetişemeyeceğini ders verir.
- Nurların birinci talebesi Hulusi Bey 17. Lema'nın 11. Notasının, Kur’an’dan fazlaca bahseden 11., 12., 13. ve 14. Söz gibi risalelere, bilhassa bunlar arasında parlak bir mevkii işgal eden 25. Söz’ün geleceğine îma ettiği kanaatindedir.
İsimleri, Telifi, Neşri/Basımı, İçeriği, Tevafukları ve Gaybi İşaretlerle İlgili Bilgiler
Diğer İsimleri
Telif Dili
Türkçe
Telifiyle İlgili Bilgiler
12. Söz'ün de içinde olduğu Sözler 1927-1929 yılları arasında Barla'da telif edilmiştir.[1]
Neşriyle/Basımıyla İlgili Bilgiler
Kur'an harfleriyle kitap basımının yasaklanması üzerine ilk başta elle çoğaltılan bu risale ancak 1956-1959 yıllarında matbaalarda büyük kitaplar basıldığında Latin harfleriyle basılan Sözler kitabının içinde yer almıştır.
İçeriği
Dört esastan oluşur.
- Esas: Kur'an'ın ve dinsiz felsefenin hikmeti bir temsil ile karşılaştırılır.
- Esas: Kur'an'ın ve felsefenin şahsi hayata verdikleri dersler karşılaştırılır.
- Esas: Kur'an'ın ve felsefenin toplum hayatına verdikleri dersler karşılaştırılır.
- Esas: Kur’an’ın diğer ilahi kelimelerden ve diğer bütün kelamlardan üstünlüğü ders verilir.
Uzunluğu
6,5 büyük sayfa
Ekleri
Bu Risaledeki Tevafuklar
Bu Risaleye Gaybi İşaretler
Risale-i Nur'da Derc Edildiği ve Benzer İçerikli Yerler
- Büyük Zülfikar kitabında yer alan 25. Söz'ün 3. Zeylinde tamamı mevcuttur.
- Küçük Mu'cizat-ı Kur'aniyye kitabının 3. Zeylinde tamamı mevcuttur.
- İman ve Küfür Muvazeneleri adlı orta boy kitapta 2. ve 3. Esasları mevcuttur.
- Nur'un İlk Kapısı risalesinin 13. Dersi içerik olarak 12. Söz'e çok benzer.
- Mesnevi-i Nuriye'deki (Badıllı Tercümesi) Nur risalesindeki bir parça, 12. Söz'ün başına benzer bir ders içerir.
Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği
Bu Risalenin Telifi, Neşri ve Adı Hakkındaki Bahisler
Bu Risalenin Kıymeti Hakkındaki Bahisler
Bu Risaleye Atıflar
Mesela şahıslar, cemaatler, muarazasından âciz kaldıkları Kur’an’a karşı; bütün nev-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra, Kur’an’a karşı muaraza vaziyetini almıştır. İ’caz-ı Kur’an’a karşı, sihirleriyle muaraza ediyor. Şimdi, şu müthiş yeni muarazacıya karşı i’caz-ı Kur’an’ı قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ âyetinin davasını ispat etmek için medeniyetin muaraza suretiyle vaz’ettiği esasatı ve desatirini, esasat-ı Kur’aniye ile karşılaştıracağız.
Birinci derecede: Birinci Söz’den tâ Yirmi Beşinci Söz’e kadar olan muvazeneler ve mizanlar ve o Sözlerin hakikatleri ve başları olan âyetler, iki kere iki dört eder derecesinde medeniyete karşı Kur’an’ın i’cazını ve galebesini ispat eder.
İkinci derecede: On İkinci Söz’de ispat edildiği gibi bir kısım düsturlarını hülâsa etmektir.
…
Nasıl medeniyet-i hazıra, Kur’an’ın hayat-ı içtimaiye-i beşere ait olan düsturlarına karşı mağlup olup Kur’an’ın i’caz-ı manevîsine karşı hakikat noktasında iflas eder. Öyle de medeniyetin ruhu olan felsefe-i Avrupa ve hikmet-i beşeriyeyi, hikmet-i Kur’an’la yirmi beş adet Sözlerde mizanlarla iki hikmetin muvazenesinde, hikmet-i felsefiye âcize ve hikmet-i Kur’aniyenin mu’cize olduğu kat’iyetle ispat edilmiştir. Nasıl ki On Birinci ve On İkinci Sözlerde, hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflası; ve hikmet-i Kur’aniyenin i’cazı ve gınası ispat edilmiştir, müracaat edebilirsin.
(25. Söz)
Kur’an arş-ı a’zamdan, ism-i a’zamdan, her ismin mertebe-i a’zamından geldiği için, On İkinci Söz’de beyan ve ispat edildiği gibi:
(25. Söz)
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında meydan-ı muarazaya çıkan felsefe-i beşeriyenin, hikmet-i Kur’an’a karşı ne derece sukut ettiğini On İkinci Söz’de izah ve temsil ile tasvir ve sair Sözlerde ispat ettiğimizden onlara havale edip şimdilik başka bir cihette küçük bir muvazene ederiz.
(25. Söz)
On İkinci ve Yirmi Dördüncü ve Yirmi Beşinci Sözlerde ispat edildiği gibi nübüvvetin velayete nisbeti, güneşin ayn-ı zatıyla, âyinelerde görülen güneşin misali gibidir. İşte daire-i nübüvvet, daire-i velayetten ne kadar yüksek ise daire-i nübüvvetin hademeleri ve o güneşin yıldızları olan sahabeler dahi daire-i velayetteki sulehaya o derece tefevvuku olmak lâzım geliyor. Hattâ velayet-i kübra olan veraset-i nübüvvet ve sıddıkıyet ki sahabelerin velayetidir, bir veli kazansa yine saff-ı evvel olan sahabelerin makamına yetişmez.
(27. Söz)
İkinci vecih ise felsefe tutmuştur: Felsefe ise eneye mana-yı ismiyle bakmış. Yani kendi kendine delâlet eder, der. Manası kendindedir, kendi hesabına çalışır, hükmeder. Vücudu aslî, zatî olduğunu telakki eder. Yani zatında bizzat bir vücudu vardır, der. Bir hakk-ı hayatı var, daire-i tasarrufunda hakiki mâliktir, zu’meder. Onu bir hakikat-i sabite zanneder. Vazifesini, hubb-u zatından neş’et eden bir tekemmül-ü zatî olduğunu bilir ve hâkeza çok esasat-ı fâsideye mesleklerini bina etmişler.
O esasat, ne kadar esassız ve çürük olduğunu sair risalelerimde ve bilhassa Sözlerde hususan On İkinci ve Yirmi Beşinci Sözlerde kat’î ispat etmişiz.
(30. Söz)
Mesela deniliyor ki: “Cenab-ı Hak اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرٖيدِ dir. Her şeye, her şeyden daha yakındır. Cisimden, mekândan münezzehtir. Her veli, kalbi içinde onunla görüşebilir. Neden dolayı velayet-i Ahmediye (asm) mi’rac gibi uzun bir seyahatin neticesinden sonra, her velinin kendi kalbinde muvaffak olduğu münâcata muvaffak oluyor?”
Elcevap: Şu sırr-ı gamızı iki temsil ile fehme takrib ediyoruz. On İkinci Söz’ün sırr-ı i’caz-ı Kur’an ve sırr-ı mi’rac hakkında olan şu iki temsili dinle:
(31 Söz)
Amma vahiy ve kelâmullahın ism-i hâssı ve onun en bâhir misal-i müşahhası olan Kur’an’ın necimlerine ism-i has olan “âyet” namı öyle ilhamata verilmesi, hata-yı mahzdır. On İkinci ve Yirmi Beşinci ve Otuz Birinci Sözlerde beyan ve ispat edildiği gibi elimizdeki boyalı âyinede görünen küçük ve sönük ve perdeli güneşin misali, semadaki güneşe ne nisbeti varsa; öyle de o müddeîlerin kalbindeki ilham dahi doğrudan doğruya kelâm-ı İlahî olan Kur’an güneşinin âyetlerine nisbeti, o derecededir. Evet, her bir âyinede görünen güneşin misalleri, güneşindir ve onunla münasebettardır denilse haktır fakat o güneşçiklerin âyinesine küre-i arz takılmaz ve onun cazibesiyle bağlanmaz!
Ehl-i tarîkatın müfrit bir kısmı evliyayı sahabeye tercih, hattâ enbiya derecesinde görmekle vartaya düşer.
On İkinci ve Yirmi Yedinci Sözlerde ve sahabeler hakkındaki zeylinde kat’î ispat edilmiştir ki sahabelerde öyle bir hâssa-i sohbet var ki velayet ile yetişilmez ve sahabelere tefevvuk edilmez ve enbiyaya hiçbir vakit evliya yetişmez.
Müfrit bir kısım ehl-i tasavvuf; ilhamı vahiy gibi zanneder ve ilhamı vahiy nevinden telakki eder, vartaya düşer.
Vahyin derecesi ne kadar yüksek ve küllî ve kudsî olduğu ve ilhamat ona nisbeten ne derece cüz’î ve sönük olduğu, On İkinci Söz’de ve i’caz-ı Kur’an’a dair Yirmi Beşinci Söz’de ve sair risalelerde gayet kat’î ispat edilmiştir.
Hem On İkinci ve Yirmi Dördüncü Sözlerde ispat edildiği gibi: Nübüvvet, velayete nisbeten derecesi o kadar yüksektir ki nübüvvetin bir dirhem kadar cilvesi, bir batman kadar velayetin cilvesine müreccahtır.
Zühre, Habbe, Katre ve Zeyli’nin Arabî bir nüshası bu fakire ihda buyurulmuş, bir gün tercümesinin de yapılacağına işaret olunmuştu. Demek, zamanı geldi ve benim gibi Arabî bilmeyen kardeşlerin manevî arzuları, Zühre’nin tercümesine vesile oldu. Çok muhtasar olarak duygularımı arz edeceğim:
…
On Birinci Nota: On Bir, On İki, On Üç, On Dördüncü Sözler gibi Kur’an’dan fazlaca bahseden Nur risalelerine, bilhassa bunlar arasında parlak bir mevkii işgal eden Yirmi Beşinci Söz’ün geleceğine îma eylediğini…
…
Hulusi
Bu Risaledeki Tevafuklar
Bu Risale Hakkındaki Gaybi İşaretler
Bu Risale Hakkında Fihristte Geçen Kısım
وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثٖيرًا
وَ بِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَ بِالْحَقِّ نَزَلَ
âyetlerinin mealinde ve hikmet-i Kur’aniyenin fazileti hakkında yüzer âyâtın mühim bir hakikatini, hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur’aniyenin muvazenesi suretinde gayet parlak bir temsil ile tefsir etmekle Kur’an’ın bir mu’cizesini ve i’cazını ve onun karşısında hikmet-i felsefenin aczini ve sukutunu hârika bir surette ispat eder, körlere de gösterir. Bu Söz, On Birinci Söz gibi gayet mühimdir. Herkes onlara muhtaçtır.
Diğer Bahisler
Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler
Bu Risaledeki Temsiller/Misaller
Bir zaman hem dindar hem gayet sanatkâr bir hâkim-i namdar istedi ki Kur’an-ı Hakîm’i, maânîsindeki kudsiyetine ve kelimatındaki i’caza şayeste bir yazı ile yazsın. O mu’ciz-nüma kamete, hârika bir libas giydirilsin. İşte o nakkaş zat, Kur’an’ı pek acib bir tarzda yazdı. Bütün kıymettar cevherleri, yazısında istimal etti. Hakaikinin tenevvüüne işaret için bazı mücessem hurufatını elmas ve zümrüt ile ve bir kısmını lü’lü ve akik ile ve bir taifesini pırlanta ve mercanla ve bir nevini altın ve gümüş ile yazdı. Hem öyle bir tarzda süslendirip münakkaş etti ki okumayı bilen ve bilmeyen herkes temaşasından hayran olup istihsan ederdi. Bâhusus ehl-i hakikatin nazarına o surî güzellik, manasındaki gayet parlak güzelliğin ve gayet şirin tezyinatın işaratı olduğundan pek kıymettar bir antika olmuştur.
Sonra o hâkim, şu musanna ve murassa Kur’an’ı, bir ecnebi feylesofa ve bir Müslüman âlime gösterdi. Hem tecrübe hem mükâfat için emretti ki: “Her biriniz, bunun hikmetine dair bir eser yazınız.” Evvela o feylesof sonra o âlim, ona dair birer kitap telif ettiler.
Fakat feylesofun kitabı, yalnız harflerin nakışlarından ve münasebetlerinden ve vaziyetlerinden ve cevherlerinin hâsiyetlerinden ve tarifatından bahseder. Manasına hiç ilişmez. Çünkü o ecnebi adam, Arabî hattı okumayı hiç bilmez. Hattâ o müzeyyen Kur’an’ı, bilmiyor ki bir kitaptır ve manayı ifade eden yazıdır. Belki ona münakkaş bir antika nazarıyla bakıyor. Lâkin çendan Arabî bilmiyor fakat çok iyi bir mühendistir, güzel bir tasvircidir, mahir bir kimyagerdir, sarraf bir cevhercidir. İşte o adam, bu sanatlara göre eserini yazdı.
Amma Müslüman âlim ise ona baktığı vakit anladı ki o, Kitab-ı Mübin’dir, Kur’an-ı Hakîm’dir. İşte bu hakperest zat, ne tezyinat-ı zahiriyesine ehemmiyet verdi ve ne de hurufun nukuşuyla iştigal etti. Belki öyle bir şeyle meşgul oldu ki milyon mertebe öteki adamın iştigal ettiği meselelerinden daha âlî daha gâlî daha latîf daha şerif daha nâfi’ daha câmi’… Çünkü nukuşun perdesi altında olan hakaik-i kudsiyesinden ve envar-ı esrarından bahsederek gayet güzel bir tefsir-i şerif yazdı.
Sonra ikisi, eserlerini götürüp o hâkim-i zîşana takdim ettiler. O hâkim, evvela feylesofun eserini aldı. Baktı gördü ki o hodpesend ve tabiat-perest adam çok çalışmış fakat hiç hakiki hikmetini yazmamış. Hiçbir manasını anlamamış, belki karıştırmış. Ona karşı hürmetsizlik, belki edepsizlik etmiş. Çünkü o menba-ı hakaik olan Kur’an’ı, manasız nukuş zannederek mana cihetinde kıymetsizlik ile tahkir etmiş olduğundan o hâkim-i hakîm dahi onun eserini başına vurdu, huzurundan çıkardı.
Sonra öteki hakperest, müdakkik âlimin eserine baktı gördü ki gayet güzel ve nâfi’ bir tefsir ve gayet hakîmane, mürşidane bir teliftir. “Âferin, bârekellah” dedi. İşte hikmet budur ve âlim ve hakîm, bunun sahibine derler. Öteki adam ise haddinden tecavüz etmiş bir sanatkârdır. Sonra onun eserine bir mükâfat olarak her bir harfine mukabil, tükenmez hazinesinden “On altın verilsin.” irade etti.
Birincisi: Bir sultanın iki çeşit mükâlemesi, iki tarzda hitabı vardır. Birisi, âdi bir raiyet ile cüz’î bir iş için hususi bir hâcete dair, has bir telefonla konuşmaktır. Diğeri, saltanat-ı uzma unvanıyla ve hilafet-i kübra namıyla ve hâkimiyet-i âmme haysiyetiyle evamirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla bir elçisiyle veya büyük bir memuruyla konuşmaktır ve haşmetini izhar eden ulvi bir fermanla mükâlemedir.
İkinci Temsil: Bir adam, elinde bir âyineyi güneşe karşı tutar. O âyine miktarınca bir ışık ve yedi rengi câmi’ bir ziya alır; o nisbetle güneşle münasebettar olur, sohbet eder. Ve o ışıklı âyineyi, karanlıklı hanesine veya dam altındaki bağına tevcih etse güneşin kıymeti nisbetinde değil, belki o âyinenin kabiliyeti miktarınca istifade edebilir.
Diğeri ise hanesinden veya bağının damından geniş pencereler açar. Gökteki güneşe karşı yollar yapar. Hakiki güneşin daimî ziyasıyla sohbet eder, konuşur ve lisan-ı hal ile böyle minnettarane bir sohbet eder. Der: “Ey yeryüzünü ışığıyla yaldızlayan ve bütün çiçeklerin yüzünü güldüren dünya güzeli ve gök nazdarı olan nâzenin güneş! Onlar gibi benim haneciğimi ve bahçeciğimi ısındırdın, ışıklandırdın.” Halbuki âyine sahibi böyle diyemez. O kayıt altındaki güneşin aksi ise âsârı mahduddur. O kayda göredir.
İşte bir padişahın saltanat-ı uzması haysiyetiyle çıkan fermanı, âdi bir adamla cüz’î bir mükâlemesinden ne kadar yüksek ve âlî ise ve gökteki güneşin feyzinden istifade, âyinedeki aksinin cilvesinden istifadeden ne derece çok ve faik ise Kur’an-ı Azîmüşşan dahi o nisbette bütün kelâmların ve hep kitapların fevkindedir.
Bu Risalede Geçen Ayetler
Bkz. 12. Söz'de Geçen Ayetler Listesi
12. Söz'de Lokman suresinin 27. Ayetinin meali "Eğer yerdeki ağaçlar kalem olup denizler mürekkep olsa Cenab-ı Hakk’ın kelimatını yazsalar, bitiremezler" ifadesiyle verilir.
Bu Risalede Geçen Hadisler
Cenab-ı Allah'ın Bu Risalede Geçen İsim, Sıfat ve Şuunatı
- Allah
- Bütün âlemlerin Rabbi
- Bütün mevcudatın ilahı
- Cenab-ı Hakk
- Fâtır
- Hakîm-i Ezelî
- Mâlik-i Kerîm
- Rahman
- Rububiyet-i mutlaka
- Saltanat-ı âmme-i Sübhaniye
- Sâni’
- Semavat ve arzın Hâlıkı
- Seyyid
- Zat-ı Zülcelal
Peygamberimizin Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları
- Habib
Kur'an'ın Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları
- Furkan
- Kelâmullah
- Kitab-ı Mübin
- Kur’an
- Kur’an-ı Hakîm
Bu Risalede Geçen Salavatlar
- اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَعَلٰى اٰلِهٖ كَمَا يَلٖيقُ بِرَحْمَتِكَ وَبِحُرْمَتِهٖ اٰمٖينَ
 Meali: Allah'ım! Senin rahmetine ve Onun hürmetine nasıl yaraşırsa, Ona ve âline öylece salât ve selâm olsun. Âmin.
Bu Risalede Geçen Dualar
Bu Risalede Geçen Zikirler
Bu Risalede Geçen Emir ve Tavsiyeler
Bu Risalede Geçen Darb-ı Meseller/Deyimler
- Ayağını öpmek
- Yolunu şaşırmak
- Yol yapmak
Bu Risalede Geçen Düstur, Kaide ve Tespitler
- Dinsiz felsefe, hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir.
- Hakkın esası ve neticesi birlik; faziletinki dayanışma, yardımlaşma düsturununki birbirinin imdadına yetişmek, Dininki uhuvvet ve nefsi terbiye etmeninki iki dünya mutluluğudur.
 Aslı: Hakkın şe’ni ittifaktır. Faziletin şe’ni tesanüddür. Düstur-u teavünün şe’ni birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe’ni uhuvvettir, incizabdır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni saadet-i dâreyndir.
- Kuvvetin esası ve neticesi başkasının hakkına girmek, çıkarınki o şey üstünde boğuşmak, cidalinki çarpışmak ve unsuriyetinki başka unsurların hakkına girmektir.
 Aslı: Halbuki kuvvetin şe’ni tecavüzdür. Menfaatin şe’ni her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidalin şe’ni çarpışmaktır. Unsuriyetin şe’ni başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecavüzdür.
- Tüm insanların ve cinlerin Kur'an kökenli olmayan güzel sözlerinin tamamı bile Kur'an seviyesine çıkamaz.
 Aslı: Eğer bütün cin ve insanın Kur’an’dan tereşşuh etmeyen bütün güzel sözleri toplansa yine Kur’an’ın mertebe-i kudsiyesine yetişip tanzir edemez.
- Kur’an ism-i a’zamdan ve her ismin a’zamlık mertebesinden gelir.
 Aslı: Kur’an’ın ism-i a’zamdan ve her ismin a’zamlık mertebesinden geldiğini…
- Peygamberlere gelen vahyin çoğu melek vasıtasıyladır, ilhamın çoğu ise vasıtasızdır.
 Aslı: Enbiyaya gelen vahyin ekseri melek vasıtasıyla olduğunu ve ilhamın ekseri vasıtasız olduğunu anlarsın.
- En büyük veli bile hiçbir peygamberin derecesine yetişemez.
 Aslı: Hem en büyük bir veli, hiçbir nebinin derecesine yetişmediğinin sırrını anlarsın.
Bu Risalede Geçen Halk Dili İfadeler
- Hem o şakird; menfaat-perest, hodendiştir ki gaye-i himmeti, nefis ve batnın ve fercin hevesatını tatmin ve menfaat-i şahsiyesini, bazı menfaat-i kavmiye içinde arayan dessas bir hodgâmdır.
- Çünkü o menba-ı hakaik olan Kur’an’ı, manasız nukuş zannederek mana cihetinde kıymetsizlik ile tahkir etmiş olduğundan o hâkim-i hakîm dahi onun eserini başına vurdu, huzurundan çıkardı.
Bu Risalede Geçen Edebi ve Dikkat Çekici İfadeler
- Hem ism-i a’zamın muhitinden nüzul ile arş-ı a’zamın bütün muhatına bakan, teftiş eden hikmet-feşan bir kitab-ı mukaddestir.
Bu Risalede Bahsi Geçen Şahıslar, Eserleri ve Eserlerinden Alıntılar
- حَدَّثَنٖى قَلْبٖى عَنْ رَبّٖى
 Meali: Kalbim benim Rabbimden haber veriyor (Ehli tasavvufun sözlerindendir)
 Kaynak: İbnü'l-Cevzî, Telbîsü İblîs s.217, 390, 450, 451; İbni Kayyım, İğasetü'l-Lehefân 1:123; İbni Kayyım, Medâricü's-Sâlikîn 1:40, 3:412; İbni Hacer, Fethu'l-Bârî 11:345; İbni Hacer, el-İsâbe, 2:528
Bu Risalede Bahsi Geçen Yerler
Bu Risalede Bahsi Geçen Hadiseler
İlgili Resimler/Fotoğraflar
İlgili Maddeler/Kategoriler
- Sözler: On İkinci Sözün içinde olduğu büyük kitap
- 12. Söz'de Geçen Ayetler Listesi
Önceki Risale: On Birinci Söz ← Sözler → On Üçüncü Söz: Sonraki Risale