Şakk-ı Kamer

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Şakk-ı Kamer mu'cizesi ayet ve hadisle mütevatir şekilde sabit olduğu üzere, Hicretten beş yıl önce Mekkeliler’in Peygamberimizden mu'cize göstermesini istemeleri üzerine bir gece vakti dava-yı nübüvvete delil olmak için âni olarak ayın ikiye yarılmasıdır. “Akla kapı açmak, ihtiyarı (iradeyi) elinden almamak” sırr-ı teklifi gereğince, bazı memleketin kameri daha çıkmaması, bazıların güneşleri çıkması, bir kısmının sabahı olması, bir kısmının güneşi yeni batması, sis ve bulutlar, o zamanda medeniyetin taammüm etmemesi ve hususi kalması ve gökyüzünün fazla gözlenmiyor olması gibi o hâdiseyi görmeye mani pek çok sebepten dolayı Cenab-ı Hakk bütün etraf-ı âleme göstermemiş, bazı kişilere görünse de onlar gözüne inanmayacak, inandırsa da haber-i vâhid olacağından tarihlere bâki bir sermaye olmayacaktır ve netice olarak, bu kat'i hadise umum tarihlere geçmemiştir. Şakk-ı Kamer mu'cizesini beyan eden Kamer suresinin 1. ayetini işitmelerine rağmen Kur’an’ı inkâr eden kafirlerden hiçbiri âyetin tekzibine, yani ihbar ettiği şu vakıanın inkârına ağız açmamışlar, fakat kabul de etmeyip "sihir" demişlerdir. Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler de “Böyle bir hâdiseyi gördük.” diye ihbar etmişlerdir. Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, nasıl ki arz ahalisine inşikak-ı kamer mu’cizesini göstermiş; öyle de semavat ahalisine mi’rac mu’cize-i ekberini göstermiştir. [1]

Diğer İsimleri[değiştir]

İnşikak-ı Kamer

Gerçekleştiği Tarih ve Yer[değiştir]

Hicretten beş yıl önce, Mekke, Gece vakti ani olarak[1]

Harita konumu[değiştir]

Hadiseye Dahil Olanlar[değiştir]

Peygamberimiz (SAV), bir kısım Mekkeli müşrikler ve Müslümanlar

Neticesi[değiştir]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Şakk-ı Kamer Mu’cizesine Dairdir

On Dokuzuncu ve Otuz Birinci Sözlerin Zeyli

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ

وَاِنْ يَرَوْا اٰيَةً يُعْرِضُوا وَ يَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ

Kamer gibi parlak bir mu’cize-i Ahmediye (asm) olan inşikak-ı kameri, evham-ı fâside ile inhisafa uğratmak isteyen feylesoflar ve onların muhakemesiz mukallidleri diyorlar ki: “Eğer inşikak-ı kamer vuku bulsa idi umum âleme malûm olurdu. Bütün tarih-i beşerin nakletmesi lâzım gelirdi.”

Elcevap: İnşikak-ı kamer, dava-yı nübüvvete delil olmak için o davayı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette âni olarak gösterildiğinden hem ihtilaf-ı metali’ ve sis ve bulutlar gibi rü’yete mani esbabın vücuduyla beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususi kaldığından ve tarassudat-ı semaviye pek az olduğundan bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lâzım değildir.

Şakk-ı kamer yüzünden bu evham bulutlarını dağıtacak çok noktalardan şimdilik beş noktayı dinle:

Birinci Nokta[değiştir]

O zaman, o zemindeki küffarın gayet şedit derecede inatları tarihen malûm ve meşhur olduğu halde, Kur’an-ı Hakîm’in وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ demesiyle şu vak’ayı umum âleme ihbar ettiği halde, Kur’an’ı inkâr eden o küffardan hiçbir kimse, şu âyetin tekzibine, yani ihbar ettiği şu vakıanın inkârına ağız açmamışlar. Eğer o zamanda o hâdise, o küffarca kat’î ve vaki bir hâdise olmasa idi, şu sözü serrişte ederek gayet dehşetli bir tekzibe ve Peygamber’in (asm) iptal-i davasına hücum göstereceklerdi.

Halbuki şu vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebettar küffarın adem-i vukuuna dair hiçbir şeyini nakletmemişlerdir. Yalnız وَ يَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ âyetinin beyan ettiği gibi tarihçe menkul olan şudur ki: O hâdiseyi gören küffar “Sihirdir.” demişler ve “Bize sihir gösterdi. Eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakikattir. Yoksa bize sihir etmiş.” demişler. Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki: “Böyle bir hâdiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i Âlem (asm) hakkında –hâşâ– “Yetim-i Ebu Talib’in sihri semaya da tesir etti.” dediler.

İkinci Nokta[değiştir]

Sa’d-ı Taftazanî gibi eâzım-ı muhakkikînin ekseri demişler ki: İnşikak-ı kamer; parmaklarından su akması umum bir orduya su içirmesi, camide hutbe okurken dayandığı kuru direğin müfarakat-ı Ahmediyeden (asm) ağlaması umum cemaatin işitmesi gibi mütevatirdir. Yani öyle tabakadan tabakaya bir cemaat-i kesîre nakletmiştir ki kizbe ittifakları muhaldir. “Hâle” gibi meşhur bir kuyruklu yıldızın bin sene evvel çıkması gibi mütevatirdir. Görmediğimiz Serendip Adası’nın vücudu gibi tevatürle vücudu kat’îdir, demişler. İşte böyle gayet kat’î ve şuhudî mesailde teşkikat-ı vehmiye yapmak, akılsızlıktır. Yalnız muhal olmamak kâfidir. Halbuki şakk-ı kamer, bir volkanla inşikak eden bir dağ gibi mümkündür.

Üçüncü Nokta[değiştir]

Mu’cize, dava-yı nübüvvetin ispatı için münkirleri ikna etmek içindir, icbar için değildir. Öyle ise dava-yı nübüvveti işitenler için ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lâzımdır. Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedahetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelal’in hikmetine münafî olduğu gibi sırr-ı teklife dahi muhaliftir. Çünkü “Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak” sırr-ı teklif iktiza ediyor.

Eğer Fâtır-ı Hakîm inşikak-ı kameri, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi o vakit sair hâdisat-ı semaviye gibi; ya dava-yı nübüvvete delil olmazdı, risalet-i Ahmediyeye (asm) hususiyeti kalmazdı veyahut bedahet derecesinde öyle bir mu’cize olacaktı ki aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek. Ebucehil gibi kömür ruhlu, Ebubekir-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp sırr-ı teklif zayi olacaktı.

İşte bu sır içindir ki hem âni hem gece hem vakt-i gaflet hem ihtilaf-ı metali’, sis ve bulut gibi sair mevanii perde ederek umum âleme gösterilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi.

Dördüncü Nokta[değiştir]

Şu hâdise, gece vakti herkes gaflette iken âni bir surette vuku bulduğundan etraf-ı âlemde elbette görülmeyecek. Bazı efrada görünse de gözüne inanmayacak. İnandırsa da elbette böyle mühim bir hâdise, haber-i vâhid ile tarihlere bâki bir sermaye olmayacak.

Bazı kitaplarda: “Kamer, iki parça olduktan sonra yere inmiş.” ilâvesi ise ehl-i tahkik reddetmişler. “Şu mu’cize-i bâhireyi kıymetten düşürmek niyetiyle, belki bir münafık ilhak etmiş.” demişler.

Hem mesela o vakit, cehalet sisiyle muhat İngiltere, İspanya’da yeni gurûb; Amerika’da gündüz; Çin’de, Japonya’da sabah olduğu gibi başka yerlerde başka esbab-ı maniaya binaen elbette görülmeyecek. Şimdi bu akılsız muterize bak, diyor ki: “İngiltere, Çin, Japon, Amerika gibi akvamın tarihleri bundan bahsetmiyor. Öyle ise vuku bulmamış.” Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerinin başına…

Beşinci Nokta[değiştir]

İnşikak-ı kamer, kendi kendine bazı esbaba binaen vuku bulmuş, tesadüfî, tabiî bir hâdise değil ki âdi ve tabiî kanunlarına tatbik edilsin. Belki şems ve kamerin Hâlık-ı Hakîm’i, resulünün risaletini tasdik ve davasını tenvir için hârikulâde olarak o hâdiseyi îka etmiştir. Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risaletin iktizasıyla, hikmet-i rububiyetin istediği insanlara ilzam-ı hüccet için gösterilmiştir.

O sırr-ı hikmetin iktiza etmedikleri, istemedikleri ve dava-yı nübüvveti henüz işitmedikleri aktar-ı zemindeki insanlara göstermemek için sis ve bulut ve ihtilaf-ı metali’ haysiyetiyle; bazı memleketin kameri daha çıkmaması ve bazıların güneşleri çıkması ve bir kısmının sabahı olması ve bir kısmının güneşi yeni gurûb etmesi gibi o hâdiseyi görmeye mani pek çok esbaba binaen gösterilmemiş.

Eğer umum onlara dahi gösterilse idi o halde ya işaret-i Ahmediyenin (asm) neticesi ve mu’cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit risaleti, bedahet derecesine çıkacaktı. Herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyarı kalmazdı. İman ise aklın ihtiyarıyladır. Sırr-ı teklif zayi olurdu. Eğer sırf bir hâdise-i semaviye olarak gösterilse idi risalet-i Ahmediye (asm) ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı.

Elhasıl: Şakk-ı kamerin imkânında şüphe kalmadı. Kat’î ispat edildi. Şimdi vukuuna delâlet eden çok bürhanlarından altısına (Hâşiye[2]) işaret ederiz. Şöyle ki:

Ehl-i adalet olan sahabelerin vukuuna icmaı.

Ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ tefsirinde onun vukuuna ittifakı.

Ve ehl-i rivayet-i sadıka bütün muhaddisînin pek çok senetlerle ve muhtelif tarîklerle vukuunu nakletmesi.

Ve ehl-i keşif ve ilham bütün evliya ve sıddıkînin şehadeti.

Ve ilm-i kelâmın meslekçe birbirinden çok uzak olan imamların ve mütebahhir ulemanın tasdiki.

Ve nass-ı kat’î ile dalalet üzerine icmaları vaki olmayan ümmet-i Muhammediyenin (asm) o vak’ayı telakki-i bi’l-kabul etmesi, güneş gibi inşikak-ı kameri ispat eder.

Elhasıl: Buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesabına idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat namına ve iman hesabınadır. Evet tahkik öyle dedi, hakikat ise diyor ki:

Sema-yı risaletin kamer-i müniri olan Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet, nasıl ki mahbubiyet derecesine çıkan ubudiyetindeki velayetin keramet-i uzması ve mu’cize-i kübrası olan mi’rac ile yani bir cism-i arzı semavatta gezdirmekle semavatın sekenesine ve âlem-i ulvi ehline rüçhaniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve velayetini ispat etti.

Öyle de arza bağlı, semaya asılı olan kameri, bir arzlının işaretiyle iki parça ederek arzın sekenesine, o arzlının risaletine öyle bir mu’cize gösterildi ki Zat-ı Ahmediye (asm) kamerin açılmış iki nurani kanadı gibi risalet ve velayet gibi iki nurani kanadıyla, iki ziyadar cenah ile evc-i kemalâta uçmuş; tâ Kab-ı Kavseyn’e çıkmış hem ehl-i semavat hem ehl-i arza medar-ı fahir olmuştur.

عَلَيْهِ وَ عَلٰى اٰلِهِ الصَّلَاةُ وَ التَّسْلٖيمَاتُ مِلْأَ الْاَرْضِ وَ السَّمٰوَاتِ

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ مَنِ انْشَقَّ الْقَمَرُ بِاِشَارَتِهِ اجْعَلْ قَلْبٖى وَ قُلُوبَ طَلَبَةِ رَسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقٖينَ كَالْقَمَرِ فٖى مُقَابَلَةِ شَمْسِ الْقُرْاٰنِ اٰمٖينَ اٰمٖينَ

(Mektubat, 19. Mektubun Zeyli)


Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mütevatir ve kat’î bir mu’cize-i kübrası, şakk-ı kamerdir. Evet şu inşikak-ı kamer; çok tarîklerle mütevatir bir surette, İbn-i Mesud, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İmam-ı Ali, Enes, Huzeyfe gibi pek çok eâzım-ı sahabeden müteaddid tarîklerle haber verilmekle beraber, nass-ı Kur’an’la اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ âyeti, o mu’cize-i kübrayı âleme ilan etmiştir. O zamanın inatçı Kureyş müşrikleri, şu âyetin verdiği habere karşı inkâr ile mukabele etmemişler; belki yalnız “Sihirdir.” demişler. Demek, kâfirlerce dahi kamerin inşikakı kat’îdir. Şu mu’cize-i kübrayı, şakk-ı kamere dair yazdığımız Otuz Birinci Söz’e zeyl olan Şakk-ı Kamer Risalesi’ne havale ederiz.

Hem Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, nasıl ki arz ahalisine inşikak-ı kamer mu’cizesini göstermiş; öyle de semavat ahalisine mi’rac mu’cize-i ekberini göstermiştir.

(Mektubat, 19. Mektup, 17. İşaret)


16- Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye; elbette beşeri nebisiz bırakmaz. Âlem-i şehadetteki insanlara inşikak-ı kamer, bir mu’cize-i Ahmediye (asm) olduğu gibi mi’rac dahi âlem-i melekûttaki melaike ve ruhaniyata karşı bir mu’cize-i kübra-yı Ahmediyedir ki nübüvvetinin velayeti bu keramet-i bâhire ile ispat edilmiştir. Ve o parlak zat, berk ve kamer gibi melekûtta şule-feşan olmuştur.

(Mektubat, Hakikat Çekirdekleri)


İnşikak-ı kamerdir ki; Şu mu'cize-i kübra, kamer gibi zulmet-i evhamı dağıtır. Zîrâ hiçbir kuvve-i arziye semavata tesir edemez. Gûya kalb-i sema' olan kamer, mübarek kalbiyle inşikakta bir münasebet peyda etmek için sîne-i sâf ve berrakını, şehâdet parmağının işaretiyle iştiyakan şakk ve çâk etmiştir.

İnşikâk-ı kamer, mütevatir-i bilmânadır. ﻭَ ﺍﻧْﺸَﻖَّ ﺍﻟْﻘَﻤَﺮُ olan âyet-i kerime ile o inşikâk vaki' olduğu kat'iyyen sabittir. Zîrâ Kur'ân'ı inkâr eden mülhidler dahi bu âyetin manâsına ilişememişler. Kat'î olmasa idi, öyle münkirlere en büyük sermaye-yi itiraz olurdu. İtimada şayan olmayan bir te'vil-i zayıftan başka, zahirden tahvil edilmemiştir. İnşikak, hem ânî, hem gece, hem vakt-i gaflet, hem şu zaman gibi âsümâna adem-i tarassud, hem vücûd-u sehâb, hem ihtilâf-ı metali' cihetiyle bütün âlemin görmeleri lâzım gelmez ve lâzım değildir. Hem de hem-matla' olan yerlerde sabittir ki görülmüştür.

(Asar-ı Bediiyye, Şuaat-ü_Marifet-ün_Nebiyy)


Bu sırra binaen, vaiz hem hakîm hem muhakemeli olmalıdır. Evet muvazenesiz vaizler, çok hakaik-i neyyire-i diniyenin husufuna sebep olmuşlardır.

Mesela, inşikak-ı kamer olan mu’cize-i mütevatire-i bâhireyi, meylü’l-mücazefe ile arza nüzul ile peygamberin cebine girip çıkmış olan ilâve, o güneş-misal mu’cizeyi Süha yıldızı gibi mahfî ve kamer-misal olan bürhan-ı nübüvveti münhasif ettiği gibi münkirlerinin bahanelerine kapılar açtı.

(Muhakemat, 1. Makale, 7. Mukaddime)


Biri de: İnşikak-ı kamerdir. Güya kalb-i sema hükmünde olan kamer, mübarek olan kalbiyle inşikakta bir münasebet peyda etmek için sine-i saf u berrakını mübarek parmağın işaretiyle iştiyakan şakk u çâk etmiştir.

Tenbih: İnşikak-ı kamer mütevatir-i bi’l-manadır. وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ olan âyet-i kerîme ile sabittir. Zira hattâ Kur’an’ı inkâr eden dahi bu âyetin manasına ilişmemiştir. Hem de ihtimal vermeye şâyan olmayan bir tevil-i zaîften başka tevil ve tahvil edilmemiştir.

Vehim ve Tenbih: İnşikak hem âni hem gece hem vakt-i gaflet hem şu zaman gibi âsumana adem-i tarassud hem vücud-u sehab hem ihtilaf-ı metali’ cihetiyle bütün âlemin görmeleri lâzım gelmez ve lâzım değildir. Hem de hem-matla’ olanlarda sabittir ki görülmüştür.

(Muhakemat, 3. Makale, 5. Meslek)


Evet, şakk-ı kamer, nasıl ki bir mu’cize-i risaletidir; nübüvvetini cin ve inse gösterdi. Öyle de mi’rac dahi bir mu’cize-i ubudiyetidir; habibiyetini, ervah ve melaikeye gösterdi.

(Sözler, 12. Söz, 4. Esas)


Meleklerde Mi’rac, İnsanlarda Şakk-ı Kamer Gibidir

Bir mi’rac-ı kerametle melekler, gördüler elhak ki müsellem bir nübüvvette muazzam bir velayet var.

O parlak zat, buraka binmiş de berk olmuş. Kamervari serâser, âlem-i nuru da görmüştür.

Şu şehadet âleminde münteşir insanlara hissî büyük bir mu’cize nasıl ki اِنْشَقَّ الْقَمَرُ dir.

Bu mi’racdır, âlem-i ervahtaki sakinlere en büyük bir mu’cize ki سُبْحَانَ الَّذٖٓى اَسْرٰى dır.

(Sözler, Lemeat)


Hem şakk-ı kamer mu’cizesini münkirlere karşı kuvvetli deliller ile ispat eden Mi’rac Risalesi’nin zeyli bulunan Şakk-ı Kamer Risalesi namında otuz birinci mertebenin âhirinde olan o risaleye, Hazret-i İmam-ı Ali (ra) şakk-ı kameri nass-ı sarîh ile zikreden Sure-i اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ den iktibas ederek otuz birinci mertebenin akabinde zikredilen وَ بِاِقْتَرَبَتْ لِىَ الْاُمُورُ تَقَرَّبَتْ fıkrasıyla sarahate yakın işaret eder.

(Şualar, 8. Şua, 1. Remz)


Sonra yirmi altı ve yedide اَبَاذٖيخَ بَيْذُوخٍ وَ ذَيْمُوخٍ بَعْدَهَا der. Sonra otuz ve otuz birincide بِبَلْخٍ وَ سِمْيَانٍ وَ بَازُوخٍ بَعْدَهَا deyip yine ibareyi değiştirip بَعْدَهَا kelimesini zikreder. Gayet zahir ve kuvvetli bir karine ile içtihada dair Yirmi Yedinci Söz’ün sahabeler hakkındaki çok mühim ve kıymettar zeylini ve mi’raca dair Otuz Birinci Söz’ün şakk-ı kamere dair ve ona çok ihtiyaç bulunan ehemmiyetli zeylini بَعْدَهَا kelimesiyle gösterir gibi kuvvetli işaret eder.

Ben itiraf ediyorum ki ben bu zeylleri unutmuştum, İmam-ı Ali’nin (ra) bu ihtarı ile tahattur ettim. Şakk-ı kameri sâbıkan yazdım. Şimdi bu anda sahabeler hakkındaki zeyli hatırladım.

İşte madem ilm-i belâgat ve fenn-i beyanda bir tek karine ile mecazî bir mana murad olunabilir ve bir tek münasebetle, bir mefhuma işaret bulunsa o mefhum bir mana-yı işarî olarak kabul edilir. Elbette zahir ve çok karinelerden ve emarelerden kat’-ı nazar, yalnız bu iki yerde tam zeyllerin bulunduğu aynı makamda ve zeyl manasında olan بَعْدَهَا kelimesini tekrar suretinde ifadeyi değiştirerek söylemesi, tam bir karinedir ki Hazret-i İmam-ı Ali (ra) mana-yı hakikisinden başka bir mana-yı mecazî ve işarîyi dahi ifade etmek istiyor.

(Şualar, 8. Şua, 4. Remz)


Bütün âlemce her hususta sıdkı ve doğruluğu malûm ve müsellem olan Hazret-i Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, parmağıyla kameri şakkettiği gibi lisanıyla da saadet-i ebediyenin kapılarını açmıştır.

(İşaratül İ'caz, 4.-5. Ayetler)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 https://islamansiklopedisi.org.tr/insikakul-kamer
  2. Yani altı defa icma suretinde, vukuuna dair altı hüccet vardır. Bu makam çok izaha lâyık iken maatteessüf kısa kalmıştır.