Musa (as): Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
49. satır: 49. satır:
==Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler==
==Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler==


Hz. Musa'un ismi Kur'an'da 131 ayette toplam 136 defa geçer.
Hz. Musa'un ismi Kur'an'da 35 farklı surede 131 ayette toplam 136 defa geçer.


[[Nisa 153]], [[A'raf 142]], [[A'raf 143]], [[İsra 101]] ve [[Kasas 48]] ayetlerinde 2'şer defa geçer.
[[Nisa 153]], [[A'raf 142]], [[A'raf 143]], [[İsra 101]] ve [[Kasas 48]] ayetlerinde 2'şer defa geçer.
79. satır: 79. satır:
([[Risale:1._Söz#Birinci_Söz|1. Söz]])
([[Risale:1._Söz#Birinci_Söz|1. Söz]])
----
----
Hem [[Musa (as)|Hazret-i Musa]] aleyhisselâmın bir mu’cizesini beyan eden [[Bakara 60|{{Arabi|فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا …اِلٰى اٰخِرِ}}]] Bu âyet işaret ediyor ki zemin tahtında gizli olan rahmet hazinelerinden basit âletlerle istifade edilebilir. Hattâ taş gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-ı hayat celbedilebilir. İşte şu âyet, bu mana ile beşere der ki: “Rahmetin en latîf feyzi olan âb-ı hayatı, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi çalış, bul!”


Cenab-ı Hak şu âyetin lisan-ı remziyle manen diyor ki: “Ey insan! Madem bana itimat eden bir abdimin eline öyle bir asâ veriyorum ki her istediği yerde âb-ı hayatı onunla çeker. Sen de benim kavanin-i rahmetime istinad etsen şöyle ona benzer veyahut ona yakın bir âleti elde edebilirsin, haydi et!”


([[|]])
İşte beşer terakkiyatının mühimlerinden birisi, bir âletin icadıdır ki ekser yerlerde vurulduğu vakit suyu fışkırtıyor. Şu âyet, ondan daha ileri, nihayat ve gayat-ı hududunu çizmiştir. Nasıl ki evvelki âyet, şimdiki hal-i hazır tayyareden çok ileri nihayetlerinin noktalarını tayin etmiştir.
 
([[Risale:20._Söz#Yirminci_Söz’ün_İkinci_Makamı|20. Söz]])
----
Mesela, ikinci fıkrada der: [[Bakara 74|{{Arabi|وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُ}}]]
 
Şu fıkra ile [[Musa (as)|Hazret-i Musa]] aleyhisselâmın asâsına karşı kemal-i şevk ile inşikak edip on iki gözünden on iki çeşme akıtan taşa işaret etmekle, şöyle bir manayı ifham ediyor ve manen diyor:
 
Ey Benî-İsrail! Bir tek mu’cize-i Musa’ya (as) karşı koca taşlar yumuşar, parçalanır. Ya haşyetinden veya sürurundan ağlayarak sel gibi yaş akıttığı halde, hangi insafla bütün mu’cizat-ı Museviyeye (as) karşı temerrüd ederek ağlamayıp gözünüz cümud ve kalbiniz katılık ediyor.
 
([[Risale:20._Söz#Üçüncü_Nükte|20. Söz]])
----
Makam-ı irşadda beyanat-ı Kur’aniye o derece müessir ve rakiktir ve o derece munis ve şefiktir ki şevk ile ruhu, zevk ile kalbi; aklı merakla ve gözü yaşla doldurur.
 
Binler misallerinden yalnız şu:
 
[[Bakara 74|{{Arabi|ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً … الخ}}]]
 
Yirminci Söz’ün Birinci Makamı’nda üçüncü âyet mebhasında ispat ve izah edildiği gibi Benî-İsrail’e der: “[[Musa (as)|Musa]] aleyhisselâmın asâsı gibi bir mu’cizesine karşı sert taş, on iki gözünden çeşme gibi yaş akıttığı halde, size ne olmuş ki Musa aleyhisselâmın bütün mu’cizatına karşı lâkayt kalıp gözünüz kuru, yaşsız, kalbiniz katı, ateşsiz duruyor?” O sözde şu mana-yı irşadî izah edildiği için oraya havale ederek burada kısa kesiyorum.
 
([[Risale:25._Söz#Beşinci_Nokta|25. Söz]])
 
===Taleb-i Rü'yet===
 
Hem üçüncü fıkrada der: [[Bakara 74|{{Arabi|وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ}}]]
 
Şu fıkra ile Tûr-i Sina’daki münâcat-ı Museviyede (as) vuku bulan tecelliye-i celaliye heybetinden koca dağ parçalanıp dağılması ve o haşyetten taşların etrafa yuvarlanması olan vakıa-yı meşhureyi ihtar ile şöyle bir manayı ders veriyor ki:
 
Ey kavm-i Musa (as)! Nasıl Allah’tan korkmuyorsunuz? Halbuki taşlardan ibaret olan dağlar, onun haşyetinden ezilip dağılıyor ve sizden ahz-ı misak için üstünüzde Cebel-i Tûr’u tuttuğunu hem “taleb-i rü’yet” hâdisesinde dağın parçalanmasını bilip ve gördüğünüz halde, ne cesaretle onun haşyetinden titremeyip kalbinizi katılık ve kasavette bulunduruyorsunuz?
 
([[Risale:20._Söz#Üçüncü_Nükte|20. Söz]])


===Hz. Musa'nın İşittiği Kelamullah===
===Hz. Musa'nın İşittiği Kelamullah===


Şeytan döndü ve dedi:


Kur’an beşer kelâmına benziyor. Onların muhaveresi tarzındadır. Demek, beşer kelâmıdır. Eğer Allah’ın kelâmı olsa ona yakışacak, her cihetçe hârikulâde bir tarzı olacaktı. Onun sanatı nasıl beşer sanatına benzemiyor, kelâmı da benzememeli?
Cevaben dedim:
Nasıl ki Peygamberimiz (asm) mu’cizatından ve hasaisinden başka, ef’al ve ahval ve etvarında beşeriyette kalıp beşer gibi âdet-i İlahiyeye ve evamir-i tekviniyesine münkad ve mutî olmuş. O da soğuk çeker, elem çeker ve hâkeza… Her bir ahval ve etvarında hârikulâde bir vaziyet verilmemiş. Tâ ki ümmetine ef’aliyle imam olsun, etvarıyla rehber olsun, umum harekâtıyla ders versin. Eğer her etvarında hârikulâde olsa idi, bizzat her cihetçe imam olamazdı. Herkese mürşid-i mutlak olamazdı. Bütün ahvaliyle Rahmeten li’l-âlemîn olamazdı.
Aynen öyle de Kur’an-ı Hakîm ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir, ehl-i kemale rehberdir, ehl-i hakikate muallimdir. Öyle ise beşerin muhaveratı ve üslubu tarzında olmak zarurî ve kat’îdir.
Çünkü cin ve ins münâcatını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, mesailini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşereti ondan taallüm ediyor ve hâkeza… Herkes onu merci yapıyor.
Öyle ise eğer [[Musa (as)|Hazret-i Musa]] aleyhisselâmın Tûr-i Sina’da işittiği kelâmullah tarzında olsa idi, beşer bunu dinlemekte ve işitmekte tahammül edemezdi ve merci edemezdi. Hazret-i Musa aleyhisselâm gibi bir ulü’l-azm ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Musa aleyhisselâm demiş: [[Risale:26. Mektup (Ayet-Hadis Mealleri)#3|{{Arabi|اَهٰكَذَا كَلَامُكَ ؟ قَالَ اللّٰهُ : لٖى قُوَّةُ جَمٖيعِ الْاَلْسِنَةِ}}]]


([[Risale:26._Mektup#Birinci_Mebhas|26. Mektup]])
([[Risale:26._Mektup#Birinci_Mebhas|26. Mektup]])
96. satır: 140. satır:


([[|]])
([[|]])
===Kıssa-yı Musa===
Hem herkes her vakit bütün Kur’an’ı okumaya muktedir olamaz. Fakat bir sureye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı Kur’aniye ekser uzun surelerde derc edilerek her bir sure bir küçük Kur’an hükmüne geçmiş. Demek, hiç kimseyi mahrum etmemek için tevhid ve haşir ve [[Musa_(as)#Kıssa-yı Musa|kıssa-i Musa]] gibi bazı maksatlar tekrar edilmiş.
([[Risale:19._Söz#On_Dördüncü_Reşha|19. Söz]])
----
----
Buna kıyasen bil ki Kur’an-ı Hakîm’de bazı hâdisat-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz’î hâdiseler, küllî düsturların uçlarıdır. Hattâ çok surelerde zikir ve tekrar edilen Kıssa-i Musa’nın yedi cümlelerine misal olarak Lemaat’ta İ’caz-ı Kur’an Risalesi’nde, o cüz’î cümlelerin her bir cüzünün nasıl mühim bir düstur-u küllîyi tazammun ettiğini beyan etmişiz. İstersen o risaleye müracaat et.


([[Risale:20._Söz#İkinci_Nükte|20. Söz]])
----
Hem mesela, kısas-ı Kur’aniyeden kıssa-i [[Musa (as)|Musa]] aleyhisselâm, âdeta asâ-yı Musa aleyhisselâm gibi binler faydaları var. O kıssada hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve teselli hem küffarı tehdit hem münafıkları takbih hem Yahudileri tevbih gibi çok makasıdı, pek çok vücuhu vardır. Onun için surelerde tekrar edilmiştir. Her yerde bütün maksatları ifade ile beraber yalnız birisi maksud-u bizzat olur, diğerleri ona tabi kalırlar.


([[|]])
([[Risale:25._Söz#Birinci_Lem'a|25. Söz]])
----
----
İkinci Misal: Kur’an’da çok tekrar edilen kıssa-i [[Musa (as)|Musa]] aleyhisselâmın cümleleri ve cüzleridir ki her bir cümlesi, hattâ her bir cüzü, bir düstur-u küllînin ucu olarak gösterilmiş ve o düsturu ifade ediyor.
Mesela [[Mü'min 36|{{Arabi|يَا هَامَانُ ابْنِ لٖى صَرْحًا}}]] Firavun, vezirine emreder ki: “Bana yüksek bir kule yap, semavatın halini rasad edip bakacağım. Semanın gidişatından acaba Musa’nın (as) dava ettiği gibi semada tasarruf eden bir ilah var mıdır?” İşte [[Risale:25. Söz (Ayet-Hadis Mealleri)#46|{{Arabi|صَرْحًا}}]] kelimesiyle ve şu cüz’î hâdise ile dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Hâlık’ı tanımadığından tabiat-perest olup rububiyet dava eden ve âsâr-ı ceberutlarını göstermekle ibka-yı nam eden, şöhret-perest olup dağ-misal meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenasühe kail olup cenazelerini mumya edip dağ misillü mezarlarda muhafaza eden Mısır firavunlarının an’anesinde hüküm-ferma bir düstur-u acibi ifade eder.
Mesela [[Yunus 92|{{Arabi|فَالْيَوْمَ نُنَجّٖيكَ بِبَدَنِكَ}}]] Gark olan Firavun’a der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim.” unvanıyla umum firavunların tenasüh fikrine binaen cenazelerini mumyalamakla maziden alıp müstakbeldeki ensal-i âtiyenin temaşagâhına göndermek olan mevt-âlûd, ibret-nüma bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde o gark olan Firavun’un aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizane bir işaret-i gaybiyeyi, bir lem’a-yı i’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder.
Hem mesela [[Bakara 49|{{Arabi|يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْ}}]] Benî-İsrail’in oğullarının kesilip kadın ve kızlarını hayatta bırakmak, bir firavun zamanında yapılan bir hâdise unvanıyla, Yahudi milletinin ekser memleketlerde her asırda maruz olduğu müteaddid katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefihanede oynadıkları rolü ifade eder.
[[Bakara 96|{{Arabi|وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍ}}]]
[[Maide 62|{{Arabi|وَتَرٰى كَثٖيرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ}}]]
[[Maide 64|{{Arabi|وَيَسْعَوْنَ فِى الْاَرْضِ فَسَادًا وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدٖينَ}}]]
[[İsra 4|{{Arabi|وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَنٖٓى اِسْرَٓائٖيلَ فِى الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِى الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ}}]]
[[Bakara 94|{{Arabi|وَلَا تَعْثَوْا فِى الْاَرْضِ مُفْسِدٖينَ}}]]
Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’anî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki: Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzaaf riba yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem’-i mal eden o millet olduğu gibi; mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve galiblerden intikamlarını almak için her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilale parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.
Mesela [[Bakara 60|{{Arabi|فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ}}]] “Eğer doğru iseniz, mevti isteyiniz. Hiç istemeyeceksiniz.” İşte meclis-i Nebevîde küçük bir cemaatin cüz’î bir hâdise unvanıyla, milel-i insaniye içinde hırs-ı hayat ve havf-ı mematla en meşhur olan millet-i Yehud’un tâ kıyamete kadar lisan-ı halleri, mevti istemeyeceğini ve hayat hırsını bırakmayacağını ifade eder.
Mesela [[Bakara 61|{{Arabi|ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ}}]] Şu unvanla o milletin mukadderat-ı istikbaliyesini umumî bir surette ifade eder. İşte şu milletin seciyelerinde ve mukadderatında münderic olan şöyle müthiş desatir içindir ki Kur’an, onlara karşı pek şiddetli davranıyor. Dehşetli sille-i te’dib vuruyor.
İşte şu misallerden kıssa-i Musa aleyhisselâm ve Benî-İsrail’in sair cüzlerini ve sair kıssalarını bu kıssaya kıyas et. Şimdi şu Dördüncü Işık’taki i’cazî lem’a-i îcaz gibi Kur’an’ın basit kelimatlarının ve cüz’î mebhaslarının arkalarında pek çok lemaat-ı i’caziye vardır. Ârife işaret yeter.
([[Risale:25._Söz#Dördüncü_Işık|25. Söz]])
===Ağaç Hadisesi===
Sonra [[Musa (as)|Hazret-i Musa]] aleyhisselâmın şecere-i meşhuresini hatıra getirmekle şu dava-yı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, Musa aleyhisselâmın dahi davasıdır. Enbiyanın ittifakına hafî bir îma edip şu kelimenin îcazına bir letafet daha katar.
([[Risale:25._Söz#Üçüncü_Işık|25. Söz]])
===İnek Kesilmesi Hadisesi===
[[Risale:20. Söz (Ayet-Hadis Mealleri)#1|{{Arabi|بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ}}]]
[[Bakara 34|{{Arabi|وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْلٖيسَ}}]]
[[Bakara 67|{{Arabi|اِنَّ اللّٰهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً}}]]
[[Bakara 74|{{Arabi|ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً}}]]
Bir gün şu âyetleri okurken iblisin ilkaatına karşı Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden üç nükte ilham edildi. Vesvesenin sureti şudur. Dedi ki:
Dersiniz: “Kur’an mu’cizedir. Hem nihayetsiz belâgattadır. Hem umuma her vakitte hidayettir.” Halbuki şöyle bazı hâdisat-ı cüz’iyeyi tarihvari bir surette musırrane tekrar etmekte ne mana var? '''Bir ineği kesmek gibi bir vakıa-i cüz’iyeyi, o kadar mühim tavsifat ile böyle zikretmek, hattâ o sure-i azîmeye de El-Bakara tesmiye etmekte ne münasebet var?''' Hem de [[Hz. Adem (as)|Âdem]]’e secde olan hâdise, sırf bir emr-i gaybîdir. Akıl ona yol bulamaz. Kavî bir imandan sonra teslim ve iz’an edilebilir. Halbuki Kur’an, umum ehl-i akla ders veriyor. Çok yerlerde [[Yasin 68|{{Arabi|اَفَلَا يَعْقِلُونَ}}]] der, akla havale eder. Hem taşların tesadüfî olan bazı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle beyan etmekte ne hidayet var?
İlham olunan nüktelerin sureti şudur:


...


([[|]])
Mısır kıtası, kumistan olan Sahra-yı Kebir’in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek’in feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçtiğinden o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübareğin bulunması, felahat ve ziraatı ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş. Ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı kudsiye ve vasıta-i ziraat olan “bakar”ı ve “sevr”i mukaddes, belki mabud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti sevre, bakara ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi o kıtada neş’et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, “icl” meselesinden anlaşılıyor.
 
İşte Kur’an-ı Hakîm, [[Musa (as)|Hazret-i Musa]] aleyhisselâmın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakar-perestlik mefkûresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile ifham ediyor.
 
([[Risale:20._Söz#İkinci_Nükte|20. Söz]])
----
----
Îcaz-ı Kur’anî o derece câmi’ ve hârıktır, dikkat edilse görünüyor ki bazen bir denizi bir ibrikte gösteriyor gibi pek geniş ve çok uzun ve küllî düsturları ve umumî kanunları, basit ve âmî fehimlere merhameten basit bir cüzüyle, hususi bir hâdise ile gösteriyor. Binler misallerinden yalnız iki misaline işaret ederiz.
...
Hem kavm-i [[Musa (as)]] bir bakarayı, bir ineği kesmekle Mısır bakar-perestliğinden alınan ve “İcl” hâdisesinde tesirini gösteren bir bakar-perestlik mefkûresinin Musa aleyhisselâmın bıçağıyla kesildiğini ifade ediyor.


([[Risale:25._Söz#Dördüncü_Işık|25. Söz]])


([[|]])
===Okuyana Hz. Musa ve Hz. Harun'un Sevabları Verilen Dua===
----
 
Hem de şu âlemin mikyasıyla âlem-i ebedînin şeyleri tartılmaz. Buranın en büyüğü, oranın en küçüğüne muvazi gelemez. Sevab-ı a’mal o âleme baktığı için dünyevî nazarımız ona dar geliyor. Aklımıza sığıştıramıyoruz. Mesela
 
[[Risale:24. Söz (Ayet-Hadis Mealleri)#11|{{Arabi|مَنْ قَرَاَ هٰذَا اُعْطِىَ لَهُ مِثْلُ ثَوَابِ مُوسٰى وَ هَارُونَ}}]]
 
yani:
 
[[Risale:24. Söz (Ayet-Hadis Mealleri)#12|{{Arabi|اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَ رَبِّ الْاَرَضٖينَ رَبِّ الْعَالَمٖينَ}}]]
 
[[Risale:24. Söz (Ayet-Hadis Mealleri)#13|{{Arabi|وَلَهُ الْكِبْرِيَاءُ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَ هُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ}}]]
 
[[Risale:24. Söz (Ayet-Hadis Mealleri)#14|{{Arabi|اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَ رَبِّ الْاَرَضٖينَ رَبِّ الْعَالَمٖينَ}}]]
 
[[Risale:24. Söz (Ayet-Hadis Mealleri)#15|{{Arabi|وَلَهُ الْعَظَمَةُ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَ هُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ}}]]
 
[[Risale:24. Söz (Ayet-Hadis Mealleri)#16|{{Arabi|وَلَهُ الْمُلْكُ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَ هُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ}}]]
 
İnsafsız ve dikkatsizlerin en ziyade nazar-ı dikkatini celbeden şu gibi rivayetlerdir. Hakikati şudur ki: Dünyada dar nazarımızla, kısacık fikrimizle [[Musa (as)|Musa]] ve [[Harun (as)|Harun]] aleyhimesselâmın sevaplarını ne derece tasavvur ediyoruz, biliyoruz. Âlem-i ebediyette Rahîm-i Mutlak, saadet-i ebedîde nihayetsiz ihtiyaç içinde bir abdine bir tek virde mukabil vereceği hakikat-i sevap, o iki zatın sevaplarına –fakat daire-i ilmimize ve tahminimize giren sevaplarına– müsavi olabilir.
 
Mesela bedevî, vahşi bir adam hiç padişahı görmemiş. Saltanat haşmetini bilmiyor. Bir köyde bir ağayı nasıl tasavvur eder, o mahdud fikriyle bir padişahı ondan büyükçe bir ağa kadar bilir. Hattâ bizde sade-dil bir taife var ki eskiden diyorlardı ki: “Padişah, kendi ocağı yanında ve tenceresinin başında pişirdiği bulgur çorbası yanında ne yapıyor, bizim ağamız onu biliyor.” Demek onlar, padişahı o kadar dar bir vaziyette ve âdi bir surette tahayyül ediyorlar ki kendi bulgur çorbasını kendi pişiriyor, âdeta bir yüzbaşı haşmetinde farz ediyorlar. Şimdi biri o adamlardan birisine dese: “Sen bugün benim için bu işi yapsan senin bildiğin padişah haşmeti kadar sana bir haşmetlik vereceğim.” Yani bir yüzbaşı kadar bir rütbe vereceğim. O söz hakikattir. Çünkü haşmet-i padişahîden onun dar daire-i fikrine giren ancak bir yüzbaşılık kadar bir şevkettir.
 
İşte dünya nazarıyla, dar fikrimizle âhirete müteveccih hakaik-i sevabiyeyi o bedevî adam kadar da düşünemiyoruz. Hazret-i Musa (as) ve Harun’un (as) meçhulümüz olan hakiki sevapları ile muvazene değil –çünkü teşbih kaidesi, meçhulü malûma kıyas eder– belki muvazene edilen ve malûmumuz olan ve tahminimize giren sevaplarıyla bir abd-i mü’minin bir virdine mukabil meçhulümüz olan hakiki sevabıdır.


Hem de deniz yüzü ile katrenin göz bebeği, güneşin tamam aksini tutmakta müsavidirler. Fark, keyfiyettedir. Hazret-i Musa (as) ve Harun’un (as) deniz-misal âyine-i ruhlarına in’ikas eden mahiyet-i sevap, bir katre hükmünde bir abd-i mü’minin bir âyetten aldığı aynı mahiyet-i sevaptır. Mahiyetçe, kemiyetçe birdirler. Keyfiyet ise kabiliyete tabidir.


([[|]])
([[Risale:24._Söz#Onuncu_Asıl|24. Söz]])
----
----
Meselâ rivayet edilmiş ki: "Her kim bu duayı okusa, ona [[Musa (as)|Musa]] ve [[Harun (as)|Harun]] (Aleyhimesselâmların) sevabı verilecektir." İşte bundan murad şudur ki: Yani şu mütenahî âlemde, mütenahî olan nazarınızla gördüğünüz ve tasavvur ettiğiniz kadarıyla (ve size göre) bir âyetin nefs-ül emirdeki kıraatının sevabına, -fakat sevab, Cenab-ı Allah'a bakması nokta-i nazarından, ihlas ve kabul şartıyla- sevabları ziyade gelmez demektir.


([[Risale:Zehrenin_Zeyli_(Mesnevi_Badıllı)#11._Parça|Mesnevi N., Zehre]])


([[|]])
===Hz. Muhammed, Hz. Musa ve Hz. İsa===
----
 
Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur. Senin başını daima dövecektir.


Mesela, nasıl ki bir saray bulunsa büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lambası bulunur. O elektrikten teşaub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lambasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa bütün menziller, derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer. Ve başka sarayda büyük elektrik lambasıyla merbut olmayan küçük elektrik lambaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lambasının düğmesini çevirerek kapatsa sair menzillerde ışıklar bulunabilir. Onunla işini görebilir, hırsızlar istifade edemezler.


([[|]])
İşte ey nefsim! Birinci saray, bir Müslüman’dır. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lambasıdır. Eğer onu unutsa, el-iyazü billah kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemalâtın yeri ruhunda kalamaz, hattâ Rabb’ini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve latîfeler, karanlığa düşer ve kalbinde müthiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tamir edersin?
----


Halbuki ecnebiler, o ikinci saraya benzerler ki Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın nurunu kalplerinden çıkarsalar da kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların manevî kemalât-ı ahlâkiyelerine medar olacak [[Musa (as)|Hazret-i Musa]] ve [[İsa (as)|İsa]] aleyhimesselâma bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikadları kalabilir.


([[|]])
([[Risale:24._Söz#Dördüncü_Meyve|24. Söz]])
----
----




([[|]])
([[|]])
----


===Hz. Musa'nın Mucizeleri===
İşte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan nüzul etti. Nasıl ki zaman-ı [[Musa (as)|Musa]] aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı [[İsa (as)|İsa aleyhisselâmda]] tıp revaçta idi. Mu’cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte o vakit bülega-yı Arab’ı, en kısa bir suresine mukabeleye davet etti [[Bakara 23|{{Arabi|وَاِنْ كُنْتُمْ فٖى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهٖ}}]] fermanıyla onlara meydan okuyor.


([[|]])
([[Risale:25._Söz#Birinci_Suret|25. Söz]])
----
----



07.52, 5 Haziran 2024 tarihindeki hâli

Kıssa-yı Musa ve Asâ-yı Musa bu sayfaya yönlendirilmiştir. Musa ile ilgili diğer maddeler için Musa (Tavzih) sayfasına gidin

Hz. Musa (as)

Hz. Harun (as) Hz. Mûsâ’nın yardımcısı olarak İsrâiloğulları’na gönderilen ve yine peygamber olan kardeşidir. Kur'an'da adı umumiyetle Hz. Mûsâ ile beraber zikredilir. Kur’ân’da Hz. Hârûn’a vahiy geldiği, onun hidayete erdirildiği, ona lütufta bulunulduğu, güzel konuştuğu, Mûsâ ile beraber ona da furkan verildiği belirtilir. Hz. Mûsâ, Firavun’a gitmekle görevlendirilince kardeşi Hârûn’un kendisine yardımcı olarak verilmesini Allah’tan istemiş ve Allah bu isteği kabul ederek Harun 'a (as) peygamberlik vermiştir. Hz. Mûsâ ile birlikte Firavun’a gönderilmişler ve Firavun’un sihirbazları mağlûp olunca Mûsâ ve Hârûn’un rabbine inandıklarını açıklamışlardır. Hz. Mûsâ 40 günlüğüne Sînâ’ya giderken yerine Hârûn’u vekil bırakmış, halkı buzağı heykeline tapınca Hz. Harun onları uyarmıştır. Hz. Mûsâ Tûr dönüşü kardeşi Harun'u sakalından tutup kızmış, Hârûn “Ey anamın oğlu, saçımı başımı tutma! Ben senin, İsrâiloğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın diyeceğinden korktum” diyerek gerekçesini açıklamıştır.[1]

Bir hadiste "Kim bunu okursa Mûsâ ile Hârun'un sevaplarının misli ona verilir." şeklinde geçen dua ve hadiste bahsi geçen sevap hakkındaki itirazlara Risale-i Nur'da verilen cevapta bu duayı okuyana Hz. Musa ve Hz. Harun'un bilemeyeceğimiz hakiki sevaplarının değil, bizim dünyadaki dar nazarımızdaki ve ilmimizde sevapları kadar sevap verileceği izah edilmiştir.

Kur'an'da en çok adı geçen peygamber

Kelimullah (Allah'ın kendisiyle konuştugu kimse anlamında)


[1]


Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Kelimullah (Allah'ın kendisiyle konuştugu kimse anlamında)

Doğum Yeri ve Tarihi: -

Annesi: -

Babası: -

Kardeşleri: -

Soyu: -

Vefat Yeri ve Tarihi: -

Kabrinin Yeri:

Harita Konumu: -

Hanımları: -

Çocukları: -

Peygamberlikle Görevlendirildiği Yer ve Tarih: -

Peygamber Olarak Gönderildiği Kavim: -

Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler[değiştir]

Hz. Musa'un ismi Kur'an'da 35 farklı surede 131 ayette toplam 136 defa geçer.

Nisa 153, A'raf 142, A'raf 143, İsra 101 ve Kasas 48 ayetlerinde 2'şer defa geçer.

Musa Peygamberin (AS) İsmi Geçen Ayetler

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

([[|]])



([[|]])



([[|]])

Asâ-yı Musa[değiştir]

Risale-i Nur'un büyük kitaplarından bu adda olanı için Asa-yı Musa (Kitap) sayfasına gidin

Her bir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, Bismillah der. Sert olan taş ve toprağı deler, geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey ona musahhar olur. Evet, havada dalların intişarı ve meyve vermesi gibi o sert taş ve topraktaki köklerin kemal-i suhuletle intişar etmesi ve yer altında yemiş vermesi hem şiddet-i hararete karşı aylarca nazik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor. Kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki:

En güvendiğin salabet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer asâ-yı Musa (as) gibi فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ emrine imtisal ederek taşları şakkeder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince nâzenin yapraklar, birer aza-yı İbrahim (as) gibi ateş saçan hararete karşı يَا نَارُ كُونٖى بَرْدًا وَ سَلَامًا âyetini okuyorlar.

(1. Söz)


Hem Hazret-i Musa aleyhisselâmın bir mu’cizesini beyan eden فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا …اِلٰى اٰخِرِ Bu âyet işaret ediyor ki zemin tahtında gizli olan rahmet hazinelerinden basit âletlerle istifade edilebilir. Hattâ taş gibi bir sert yerde, bir asâ ile âb-ı hayat celbedilebilir. İşte şu âyet, bu mana ile beşere der ki: “Rahmetin en latîf feyzi olan âb-ı hayatı, bir asâ ile bulabilirsiniz. Öyle ise haydi çalış, bul!”

Cenab-ı Hak şu âyetin lisan-ı remziyle manen diyor ki: “Ey insan! Madem bana itimat eden bir abdimin eline öyle bir asâ veriyorum ki her istediği yerde âb-ı hayatı onunla çeker. Sen de benim kavanin-i rahmetime istinad etsen şöyle ona benzer veyahut ona yakın bir âleti elde edebilirsin, haydi et!”

İşte beşer terakkiyatının mühimlerinden birisi, bir âletin icadıdır ki ekser yerlerde vurulduğu vakit suyu fışkırtıyor. Şu âyet, ondan daha ileri, nihayat ve gayat-ı hududunu çizmiştir. Nasıl ki evvelki âyet, şimdiki hal-i hazır tayyareden çok ileri nihayetlerinin noktalarını tayin etmiştir.

(20. Söz)


Mesela, ikinci fıkrada der: وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُ

Şu fıkra ile Hazret-i Musa aleyhisselâmın asâsına karşı kemal-i şevk ile inşikak edip on iki gözünden on iki çeşme akıtan taşa işaret etmekle, şöyle bir manayı ifham ediyor ve manen diyor:

Ey Benî-İsrail! Bir tek mu’cize-i Musa’ya (as) karşı koca taşlar yumuşar, parçalanır. Ya haşyetinden veya sürurundan ağlayarak sel gibi yaş akıttığı halde, hangi insafla bütün mu’cizat-ı Museviyeye (as) karşı temerrüd ederek ağlamayıp gözünüz cümud ve kalbiniz katılık ediyor.

(20. Söz)


Makam-ı irşadda beyanat-ı Kur’aniye o derece müessir ve rakiktir ve o derece munis ve şefiktir ki şevk ile ruhu, zevk ile kalbi; aklı merakla ve gözü yaşla doldurur.

Binler misallerinden yalnız şu:

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً … الخ

Yirminci Söz’ün Birinci Makamı’nda üçüncü âyet mebhasında ispat ve izah edildiği gibi Benî-İsrail’e der: “Musa aleyhisselâmın asâsı gibi bir mu’cizesine karşı sert taş, on iki gözünden çeşme gibi yaş akıttığı halde, size ne olmuş ki Musa aleyhisselâmın bütün mu’cizatına karşı lâkayt kalıp gözünüz kuru, yaşsız, kalbiniz katı, ateşsiz duruyor?” O sözde şu mana-yı irşadî izah edildiği için oraya havale ederek burada kısa kesiyorum.

(25. Söz)

Taleb-i Rü'yet[değiştir]

Hem üçüncü fıkrada der: وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ

Şu fıkra ile Tûr-i Sina’daki münâcat-ı Museviyede (as) vuku bulan tecelliye-i celaliye heybetinden koca dağ parçalanıp dağılması ve o haşyetten taşların etrafa yuvarlanması olan vakıa-yı meşhureyi ihtar ile şöyle bir manayı ders veriyor ki:

Ey kavm-i Musa (as)! Nasıl Allah’tan korkmuyorsunuz? Halbuki taşlardan ibaret olan dağlar, onun haşyetinden ezilip dağılıyor ve sizden ahz-ı misak için üstünüzde Cebel-i Tûr’u tuttuğunu hem “taleb-i rü’yet” hâdisesinde dağın parçalanmasını bilip ve gördüğünüz halde, ne cesaretle onun haşyetinden titremeyip kalbinizi katılık ve kasavette bulunduruyorsunuz?

(20. Söz)

Hz. Musa'nın İşittiği Kelamullah[değiştir]

Şeytan döndü ve dedi:

Kur’an beşer kelâmına benziyor. Onların muhaveresi tarzındadır. Demek, beşer kelâmıdır. Eğer Allah’ın kelâmı olsa ona yakışacak, her cihetçe hârikulâde bir tarzı olacaktı. Onun sanatı nasıl beşer sanatına benzemiyor, kelâmı da benzememeli?

Cevaben dedim:

Nasıl ki Peygamberimiz (asm) mu’cizatından ve hasaisinden başka, ef’al ve ahval ve etvarında beşeriyette kalıp beşer gibi âdet-i İlahiyeye ve evamir-i tekviniyesine münkad ve mutî olmuş. O da soğuk çeker, elem çeker ve hâkeza… Her bir ahval ve etvarında hârikulâde bir vaziyet verilmemiş. Tâ ki ümmetine ef’aliyle imam olsun, etvarıyla rehber olsun, umum harekâtıyla ders versin. Eğer her etvarında hârikulâde olsa idi, bizzat her cihetçe imam olamazdı. Herkese mürşid-i mutlak olamazdı. Bütün ahvaliyle Rahmeten li’l-âlemîn olamazdı.

Aynen öyle de Kur’an-ı Hakîm ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir, ehl-i kemale rehberdir, ehl-i hakikate muallimdir. Öyle ise beşerin muhaveratı ve üslubu tarzında olmak zarurî ve kat’îdir.

Çünkü cin ve ins münâcatını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, mesailini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşereti ondan taallüm ediyor ve hâkeza… Herkes onu merci yapıyor.

Öyle ise eğer Hazret-i Musa aleyhisselâmın Tûr-i Sina’da işittiği kelâmullah tarzında olsa idi, beşer bunu dinlemekte ve işitmekte tahammül edemezdi ve merci edemezdi. Hazret-i Musa aleyhisselâm gibi bir ulü’l-azm ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Musa aleyhisselâm demiş: اَهٰكَذَا كَلَامُكَ ؟ قَالَ اللّٰهُ : لٖى قُوَّةُ جَمٖيعِ الْاَلْسِنَةِ

(26. Mektup)



([[|]])



([[|]])

Kıssa-yı Musa[değiştir]

Hem herkes her vakit bütün Kur’an’ı okumaya muktedir olamaz. Fakat bir sureye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı Kur’aniye ekser uzun surelerde derc edilerek her bir sure bir küçük Kur’an hükmüne geçmiş. Demek, hiç kimseyi mahrum etmemek için tevhid ve haşir ve kıssa-i Musa gibi bazı maksatlar tekrar edilmiş.

(19. Söz)


Buna kıyasen bil ki Kur’an-ı Hakîm’de bazı hâdisat-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz’î hâdiseler, küllî düsturların uçlarıdır. Hattâ çok surelerde zikir ve tekrar edilen Kıssa-i Musa’nın yedi cümlelerine misal olarak Lemaat’ta İ’caz-ı Kur’an Risalesi’nde, o cüz’î cümlelerin her bir cüzünün nasıl mühim bir düstur-u küllîyi tazammun ettiğini beyan etmişiz. İstersen o risaleye müracaat et.

(20. Söz)


Hem mesela, kısas-ı Kur’aniyeden kıssa-i Musa aleyhisselâm, âdeta asâ-yı Musa aleyhisselâm gibi binler faydaları var. O kıssada hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve teselli hem küffarı tehdit hem münafıkları takbih hem Yahudileri tevbih gibi çok makasıdı, pek çok vücuhu vardır. Onun için surelerde tekrar edilmiştir. Her yerde bütün maksatları ifade ile beraber yalnız birisi maksud-u bizzat olur, diğerleri ona tabi kalırlar.

(25. Söz)


İkinci Misal: Kur’an’da çok tekrar edilen kıssa-i Musa aleyhisselâmın cümleleri ve cüzleridir ki her bir cümlesi, hattâ her bir cüzü, bir düstur-u küllînin ucu olarak gösterilmiş ve o düsturu ifade ediyor.

Mesela يَا هَامَانُ ابْنِ لٖى صَرْحًا Firavun, vezirine emreder ki: “Bana yüksek bir kule yap, semavatın halini rasad edip bakacağım. Semanın gidişatından acaba Musa’nın (as) dava ettiği gibi semada tasarruf eden bir ilah var mıdır?” İşte صَرْحًا kelimesiyle ve şu cüz’î hâdise ile dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Hâlık’ı tanımadığından tabiat-perest olup rububiyet dava eden ve âsâr-ı ceberutlarını göstermekle ibka-yı nam eden, şöhret-perest olup dağ-misal meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenasühe kail olup cenazelerini mumya edip dağ misillü mezarlarda muhafaza eden Mısır firavunlarının an’anesinde hüküm-ferma bir düstur-u acibi ifade eder.

Mesela فَالْيَوْمَ نُنَجّٖيكَ بِبَدَنِكَ Gark olan Firavun’a der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim.” unvanıyla umum firavunların tenasüh fikrine binaen cenazelerini mumyalamakla maziden alıp müstakbeldeki ensal-i âtiyenin temaşagâhına göndermek olan mevt-âlûd, ibret-nüma bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde o gark olan Firavun’un aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizane bir işaret-i gaybiyeyi, bir lem’a-yı i’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder.

Hem mesela يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْ Benî-İsrail’in oğullarının kesilip kadın ve kızlarını hayatta bırakmak, bir firavun zamanında yapılan bir hâdise unvanıyla, Yahudi milletinin ekser memleketlerde her asırda maruz olduğu müteaddid katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefihanede oynadıkları rolü ifade eder.

وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍ

وَتَرٰى كَثٖيرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

وَيَسْعَوْنَ فِى الْاَرْضِ فَسَادًا وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدٖينَ

وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَنٖٓى اِسْرَٓائٖيلَ فِى الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِى الْاَرْضِ مَرَّتَيْنِ

وَلَا تَعْثَوْا فِى الْاَرْضِ مُفْسِدٖينَ

Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’anî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki: Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzaaf riba yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem’-i mal eden o millet olduğu gibi; mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve galiblerden intikamlarını almak için her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilale parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.

Mesela فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ “Eğer doğru iseniz, mevti isteyiniz. Hiç istemeyeceksiniz.” İşte meclis-i Nebevîde küçük bir cemaatin cüz’î bir hâdise unvanıyla, milel-i insaniye içinde hırs-ı hayat ve havf-ı mematla en meşhur olan millet-i Yehud’un tâ kıyamete kadar lisan-ı halleri, mevti istemeyeceğini ve hayat hırsını bırakmayacağını ifade eder.

Mesela ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ Şu unvanla o milletin mukadderat-ı istikbaliyesini umumî bir surette ifade eder. İşte şu milletin seciyelerinde ve mukadderatında münderic olan şöyle müthiş desatir içindir ki Kur’an, onlara karşı pek şiddetli davranıyor. Dehşetli sille-i te’dib vuruyor.

İşte şu misallerden kıssa-i Musa aleyhisselâm ve Benî-İsrail’in sair cüzlerini ve sair kıssalarını bu kıssaya kıyas et. Şimdi şu Dördüncü Işık’taki i’cazî lem’a-i îcaz gibi Kur’an’ın basit kelimatlarının ve cüz’î mebhaslarının arkalarında pek çok lemaat-ı i’caziye vardır. Ârife işaret yeter.

(25. Söz)

Ağaç Hadisesi[değiştir]

Sonra Hazret-i Musa aleyhisselâmın şecere-i meşhuresini hatıra getirmekle şu dava-yı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, Musa aleyhisselâmın dahi davasıdır. Enbiyanın ittifakına hafî bir îma edip şu kelimenin îcazına bir letafet daha katar.

(25. Söz)

İnek Kesilmesi Hadisesi[değiştir]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْلٖيسَ

اِنَّ اللّٰهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً

Bir gün şu âyetleri okurken iblisin ilkaatına karşı Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden üç nükte ilham edildi. Vesvesenin sureti şudur. Dedi ki:

Dersiniz: “Kur’an mu’cizedir. Hem nihayetsiz belâgattadır. Hem umuma her vakitte hidayettir.” Halbuki şöyle bazı hâdisat-ı cüz’iyeyi tarihvari bir surette musırrane tekrar etmekte ne mana var? Bir ineği kesmek gibi bir vakıa-i cüz’iyeyi, o kadar mühim tavsifat ile böyle zikretmek, hattâ o sure-i azîmeye de El-Bakara tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de Âdem’e secde olan hâdise, sırf bir emr-i gaybîdir. Akıl ona yol bulamaz. Kavî bir imandan sonra teslim ve iz’an edilebilir. Halbuki Kur’an, umum ehl-i akla ders veriyor. Çok yerlerde اَفَلَا يَعْقِلُونَ der, akla havale eder. Hem taşların tesadüfî olan bazı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle beyan etmekte ne hidayet var?

İlham olunan nüktelerin sureti şudur:

...

Mısır kıtası, kumistan olan Sahra-yı Kebir’in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek’in feyziyle gayet mahsuldar bir tarla hükmüne geçtiğinden o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübareğin bulunması, felahat ve ziraatı ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş. Ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı kudsiye ve vasıta-i ziraat olan “bakar”ı ve “sevr”i mukaddes, belki mabud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti sevre, bakara ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi o kıtada neş’et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, “icl” meselesinden anlaşılıyor.

İşte Kur’an-ı Hakîm, Hazret-i Musa aleyhisselâmın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakar-perestlik mefkûresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile ifham ediyor.

(20. Söz)


Îcaz-ı Kur’anî o derece câmi’ ve hârıktır, dikkat edilse görünüyor ki bazen bir denizi bir ibrikte gösteriyor gibi pek geniş ve çok uzun ve küllî düsturları ve umumî kanunları, basit ve âmî fehimlere merhameten basit bir cüzüyle, hususi bir hâdise ile gösteriyor. Binler misallerinden yalnız iki misaline işaret ederiz.

...

Hem kavm-i Musa (as) bir bakarayı, bir ineği kesmekle Mısır bakar-perestliğinden alınan ve “İcl” hâdisesinde tesirini gösteren bir bakar-perestlik mefkûresinin Musa aleyhisselâmın bıçağıyla kesildiğini ifade ediyor.

(25. Söz)

Okuyana Hz. Musa ve Hz. Harun'un Sevabları Verilen Dua[değiştir]

Hem de şu âlemin mikyasıyla âlem-i ebedînin şeyleri tartılmaz. Buranın en büyüğü, oranın en küçüğüne muvazi gelemez. Sevab-ı a’mal o âleme baktığı için dünyevî nazarımız ona dar geliyor. Aklımıza sığıştıramıyoruz. Mesela

مَنْ قَرَاَ هٰذَا اُعْطِىَ لَهُ مِثْلُ ثَوَابِ مُوسٰى وَ هَارُونَ

yani:

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَ رَبِّ الْاَرَضٖينَ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

وَلَهُ الْكِبْرِيَاءُ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَ هُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَ رَبِّ الْاَرَضٖينَ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

وَلَهُ الْعَظَمَةُ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَ هُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ

وَلَهُ الْمُلْكُ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَ هُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ

İnsafsız ve dikkatsizlerin en ziyade nazar-ı dikkatini celbeden şu gibi rivayetlerdir. Hakikati şudur ki: Dünyada dar nazarımızla, kısacık fikrimizle Musa ve Harun aleyhimesselâmın sevaplarını ne derece tasavvur ediyoruz, biliyoruz. Âlem-i ebediyette Rahîm-i Mutlak, saadet-i ebedîde nihayetsiz ihtiyaç içinde bir abdine bir tek virde mukabil vereceği hakikat-i sevap, o iki zatın sevaplarına –fakat daire-i ilmimize ve tahminimize giren sevaplarına– müsavi olabilir.

Mesela bedevî, vahşi bir adam hiç padişahı görmemiş. Saltanat haşmetini bilmiyor. Bir köyde bir ağayı nasıl tasavvur eder, o mahdud fikriyle bir padişahı ondan büyükçe bir ağa kadar bilir. Hattâ bizde sade-dil bir taife var ki eskiden diyorlardı ki: “Padişah, kendi ocağı yanında ve tenceresinin başında pişirdiği bulgur çorbası yanında ne yapıyor, bizim ağamız onu biliyor.” Demek onlar, padişahı o kadar dar bir vaziyette ve âdi bir surette tahayyül ediyorlar ki kendi bulgur çorbasını kendi pişiriyor, âdeta bir yüzbaşı haşmetinde farz ediyorlar. Şimdi biri o adamlardan birisine dese: “Sen bugün benim için bu işi yapsan senin bildiğin padişah haşmeti kadar sana bir haşmetlik vereceğim.” Yani bir yüzbaşı kadar bir rütbe vereceğim. O söz hakikattir. Çünkü haşmet-i padişahîden onun dar daire-i fikrine giren ancak bir yüzbaşılık kadar bir şevkettir.

İşte dünya nazarıyla, dar fikrimizle âhirete müteveccih hakaik-i sevabiyeyi o bedevî adam kadar da düşünemiyoruz. Hazret-i Musa (as) ve Harun’un (as) meçhulümüz olan hakiki sevapları ile muvazene değil –çünkü teşbih kaidesi, meçhulü malûma kıyas eder– belki muvazene edilen ve malûmumuz olan ve tahminimize giren sevaplarıyla bir abd-i mü’minin bir virdine mukabil meçhulümüz olan hakiki sevabıdır.

Hem de deniz yüzü ile katrenin göz bebeği, güneşin tamam aksini tutmakta müsavidirler. Fark, keyfiyettedir. Hazret-i Musa (as) ve Harun’un (as) deniz-misal âyine-i ruhlarına in’ikas eden mahiyet-i sevap, bir katre hükmünde bir abd-i mü’minin bir âyetten aldığı aynı mahiyet-i sevaptır. Mahiyetçe, kemiyetçe birdirler. Keyfiyet ise kabiliyete tabidir.

(24. Söz)


Meselâ rivayet edilmiş ki: "Her kim bu duayı okusa, ona Musa ve Harun (Aleyhimesselâmların) sevabı verilecektir." İşte bundan murad şudur ki: Yani şu mütenahî âlemde, mütenahî olan nazarınızla gördüğünüz ve tasavvur ettiğiniz kadarıyla (ve size göre) bir âyetin nefs-ül emirdeki kıraatının sevabına, -fakat sevab, Cenab-ı Allah'a bakması nokta-i nazarından, ihlas ve kabul şartıyla- sevabları ziyade gelmez demektir.

(Mesnevi N., Zehre)

Hz. Muhammed, Hz. Musa ve Hz. İsa[değiştir]

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur. Senin başını daima dövecektir.

Mesela, nasıl ki bir saray bulunsa büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lambası bulunur. O elektrikten teşaub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lambasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa bütün menziller, derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer. Ve başka sarayda büyük elektrik lambasıyla merbut olmayan küçük elektrik lambaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lambasının düğmesini çevirerek kapatsa sair menzillerde ışıklar bulunabilir. Onunla işini görebilir, hırsızlar istifade edemezler.

İşte ey nefsim! Birinci saray, bir Müslüman’dır. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lambasıdır. Eğer onu unutsa, el-iyazü billah kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemalâtın yeri ruhunda kalamaz, hattâ Rabb’ini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve latîfeler, karanlığa düşer ve kalbinde müthiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tamir edersin?

Halbuki ecnebiler, o ikinci saraya benzerler ki Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın nurunu kalplerinden çıkarsalar da kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların manevî kemalât-ı ahlâkiyelerine medar olacak Hazret-i Musa ve İsa aleyhimesselâma bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikadları kalabilir.

(24. Söz)



([[|]])

Hz. Musa'nın Mucizeleri[değiştir]

İşte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan nüzul etti. Nasıl ki zaman-ı Musa aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı İsa aleyhisselâmda tıp revaçta idi. Mu’cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte o vakit bülega-yı Arab’ı, en kısa bir suresine mukabeleye davet etti وَاِنْ كُنْتُمْ فٖى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهٖ fermanıyla onlara meydan okuyor.

(25. Söz)



([[|]])



([[|]])



([[|]])



([[|]])


Ol nurdan için Yunus’u hıfzeyledi ol hut

Ol nur ile kahreyledi hem kavmini ol Lût

...

Hasan Feyzi

(Emirdağ L. 1)


Zümre-i Tağut’u hep berbat eder,

Lût gibi rükn-ü salabettir sözün.

...

Ahmed Galib

(Barla L.)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]

  1. 1,0 1,1 https://islamansiklopedisi.org.tr/harun Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi: "a" adı farklı içerikte birden fazla tanımlanmış