Kuşçuk: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
4. satır: 4. satır:
[[Kategori:Zihayat]]
[[Kategori:Zihayat]]
[[Dosya:Kuşçuk.jpg|thumb|left]]
[[Dosya:Kuşçuk.jpg|thumb|left]]
'''Kuşçuk''', Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'da küçük kuşlar, yavru kuşlar ve kuş gibi uçan kanatlı böcekler (sinekler) için kullandığı orijinal bir ifadedir. Bediüzzaman semavatı melek ve ruhanilerle ve alem-i gaybı ruhlar ile şenlendirdiği gibi hava ve arzı zîruh, hususan kuşların ve kuşçuklarla şenlendirdiğini; ağaçtaki yuvada kanatsız, zayıf kuşçuklara rızkını annelere getirtiğini; çiçekler, meyveler ve kuşçuklar ve sinekler ve bilhassa yaldızlı ve yıldızlı kuşçukların yaratılışında ve cihazlarındaki mu’cizane maharet, dikkat ve sanatın sanatkârlarını olan Allah'ın ilmine şahitlik ettiğini; hamd eden kuşçukların Allâh’a delîl olduğunu; kara ve denizin azametli tedbirinin en küçük arı ve kuşçukların icadından alıkoymadığını; kuşçuklardan her birisi kendi lisanlarıyla söyledikleri zikirlerin ve zatlarının konuşan birer kelime olarak Allah'ı hatırlattığını; ve her bir türde olduğu gibi kuşçukların da kendine mahsus birer bülbülü olduğunu ve o türün hissiyatını bir tesbih ile temsil ettiğini ve dinleyen diğer kuşçukları cezbesiyle heyecana getirdiğini söyler. Ayrıca, menengiç ağaççığının yaprak bitlerinin oluşturduğu mazısını (ağaç uru da denir) açtığında içinden küçücük kuşçuklar çıkıp uçtukları tecrübesini aktarır ve o ağaççığı o kuşçuklara yalnızca Cenab-ı Allah'ın ana rahmi gibi emniyetli bir yuva yapabileceğini söyler.
'''Kuşçuk''', Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'da küçük kuşlar, yavru kuşlar ve kuş gibi uçan kanatlı böcekler (sinekler) için kullandığı orijinal bir ifadedir. Bediüzzaman Cenab-ı Allah'ın semavatı melek ve ruhanilerle ve alem-i gaybı ruhlar ile şenlendirdiği gibi hava ve arzı zîruh, hususan kuşların ve kuşçuklarla şenlendirdiğini; ağaçtaki yuvada kanatsız, zayıf kuşçuklara rızkını annelere getirtiğini; çiçekler, meyveler ve kuşçuklar ve sinekler ve bilhassa yaldızlı ve yıldızlı kuşçukların yaratılışında ve cihazlarındaki mu’cizane maharet, dikkat ve sanatın sanatkârlarını olan Allah'ın ilmine şahitlik ettiğini; hamd eden kuşçukların Allâh’a delîl olduğunu; kara ve denizin azametli tedbirinin en küçük arı ve kuşçukların icadından alıkoymadığını; kuşçuklardan her birisi kendi lisanlarıyla söyledikleri zikirlerin ve zatlarının konuşan birer kelime olarak Allah'ı hatırlattığını; ve her bir türde olduğu gibi kuşçukların da kendine mahsus birer bülbülü olduğunu ve o türün hissiyatını bir tesbih ile temsil ettiğini ve dinleyen diğer kuşçukları cezbesiyle heyecana getirdiğini söyler. Ayrıca, menengiç ağaççığının yaprak bitlerinin oluşturduğu mazısını (ağaç uru da denir) açtığında içinden küçücük kuşçuklar çıkıp uçtukları tecrübesini aktarır ve o ağaççığı o kuşçuklara yalnızca Cenab-ı Allah'ın ana rahmi gibi emniyetli bir yuva yapabileceğini söyler.


==Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği==
==Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği==

12.27, 15 Mayıs 2024 tarihindeki hâli

Kuşçuk, Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'da küçük kuşlar, yavru kuşlar ve kuş gibi uçan kanatlı böcekler (sinekler) için kullandığı orijinal bir ifadedir. Bediüzzaman Cenab-ı Allah'ın semavatı melek ve ruhanilerle ve alem-i gaybı ruhlar ile şenlendirdiği gibi hava ve arzı zîruh, hususan kuşların ve kuşçuklarla şenlendirdiğini; ağaçtaki yuvada kanatsız, zayıf kuşçuklara rızkını annelere getirtiğini; çiçekler, meyveler ve kuşçuklar ve sinekler ve bilhassa yaldızlı ve yıldızlı kuşçukların yaratılışında ve cihazlarındaki mu’cizane maharet, dikkat ve sanatın sanatkârlarını olan Allah'ın ilmine şahitlik ettiğini; hamd eden kuşçukların Allâh’a delîl olduğunu; kara ve denizin azametli tedbirinin en küçük arı ve kuşçukların icadından alıkoymadığını; kuşçuklardan her birisi kendi lisanlarıyla söyledikleri zikirlerin ve zatlarının konuşan birer kelime olarak Allah'ı hatırlattığını; ve her bir türde olduğu gibi kuşçukların da kendine mahsus birer bülbülü olduğunu ve o türün hissiyatını bir tesbih ile temsil ettiğini ve dinleyen diğer kuşçukları cezbesiyle heyecana getirdiğini söyler. Ayrıca, menengiç ağaççığının yaprak bitlerinin oluşturduğu mazısını (ağaç uru da denir) açtığında içinden küçücük kuşçuklar çıkıp uçtukları tecrübesini aktarır ve o ağaççığı o kuşçuklara yalnızca Cenab-ı Allah'ın ana rahmi gibi emniyetli bir yuva yapabileceğini söyler.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Mesela, çok geniş olan memleket-i Rabbaniyenin her tarafını, hususan melaike ve ruhanîler ile semavatı ve ervah ile âlem-i gaybı şenlendirdiği gibi; maddî âlemi dahi hususan hava ve arzı, her vakit ve her tarafını zîruhun, hususan kuşların ve kuşçukların vücudlarıyla şenlendirmek ve ruhlandırmak hikmetiyle ihtiyac-ı rızkî ve rızkın zevki pek kuvvetli bir kamçı olarak hayvanları ve insanları rızık peşinde koşturmakla tahrik ederek tembellikten ve ataletten kurtarıp gezdirmesi, şuunat-ı rububiyetin bir hikmetidir. Eğer bu hikmet gibi mühim hikmetler olmasa idi, ağaçların erzakını onlara koşturduğu gibi hayvanların da mukannen olan tayinatlarını onlara zahmetsiz bir surette fıtrî hâcetlerini koşturacaktı.

(7. Şua)


Evet, kâinatta hadsiz rahmetin mevcudiyeti ve hakikati, aynen güneşin ziyası gibi görünür. Ve ziyanın güneşe kat’î şehadeti misillü, bu geniş rahmet dahi perde arkasında bir Rahman-ı Rahîm’e şehadet eder. Evet, rahmetin bir ehemmiyetli kısmı rızıktır ki Rahman’a Rezzak manası verilir. Rızık ise o derece zahir bir tarzda bir Rezzak-ı Rahîm’i gösterir ki zerre kadar şuuru bulunan tasdike mecbur olur.

Mesela bütün zîhayatın, hususan âcizlerin ve bilhassa yavruların, bütün zeminde ve fezada ihtiyar ve iktidarlarının haricinde gayet hârika bir tarzda hiçten ve mütemasil çekirdeklerden ve su katrelerinden ve toprak habbeciklerinden yetiştiriyor.

Hattâ ağacın başındaki yuvada kanatsız, zayıf kuşçuklara annelerini emirber nefer gibi gezdirir, rızıklarını getirttirir.

Ve aç bir arslanı yavrusuna musahhar eder, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna yedirir.

Ve sair hayvanatın ve insanın yavrularına memeler musluğundan âb-ı kevser gibi hoş, mugaddi, safi, hâlis, beyaz sütleri kırmızı kan ve mülevves fışkı içinden bulaşmadan, bulandırmadan imdatlarına gönderir, validelerinin şefkatlerini yardımcı verir.

(15. Şua)


وَالْاِتْقَانَاتُ الْمُفَنَّنَةُ وَالْاِهْتِمَامَاتُ الْمُزَيَّنَةُ Yani her masnuda, hususan bahar mevsiminde, zemin yüzünde sermedî bir hüsün ve cemalin cilvelerini gösteren bütün güzel mahluklar, ezcümle çiçekler, meyveler ve kuşçuklar ve sinekler ve bilhassa yaldızlı ve yıldızlı kuşçukların hilkatlerinde ve suretlerinde ve cihazatlarında öyle mu’cizane bir maharet ve dikkat ve hârika bir sanat, bir itkan, bir mükemmeliyet ve sanatkârlarının mu’cizatlı hünerlerini gösteren ayrı ayrı, çeşit çeşit tarzlarda şekiller, makinecikler, gayet ihatalı bir ilme ve –tabirde hata olmasın– gayet maharetli ve fünunlu bir meleke-i ilmiyeye kat’î delâlet ve serseri tesadüfün ve şuursuz ve müşevveş esbabın müdahale etmesinin imkânsız olduğuna şehadet ettikleri gibi…

وَالْاِهْتِمَامَاتُ الْمُزَيَّنَةُ ifadesiyle o güzel masnûlarda o derece bir şirin süslemek ve tatlı bir ziynet ve cazibedar bir cemal-i sanat var ki nihayetsiz bir ilim ile iş görür ve her şeyin en güzel tarzını bilir ve sanatkârlığın cemal-i kemalini ve kemal-i cemalini zîşuurlara göstermek ister ki en cüz’î bir çiçeği ve küçük bir sineği ihtimamkârane, mahirane, sanat-perverane ehemmiyetle tasvir ve icad eder. Bu ihtimamkârane tezyin ve tahsin, bedahetle hadsiz ve her şeye muhit bir ilme delâlet ve o güzellerin adedince bir Sâni’-i Alîm-i Zülcemal’in vücub-u vücuduna şehadetler ederler demektir.

(15. Şua)


ﻭَ ﺍﻟْﺤَﻴْﻮَﺍﻧَﺎﺕُ ﺍﻟْﻤُﻜَﺒِّﺮَﺍﺕُ ﻭَ ﺍﻟْﺤُﻮَﻳْﻨَﺎﺕُ ﺍﻟْﻤُﺴَﺒِّﺤَﺎﺕُ ﻭَ ﺍﻟﻄُّﻮَﻳْﺮَﺍﺕُ ﺍﻟْﺤَﺎﻣِﺪَﺍﺕُ ﻭَ ﺍﻟﻄُّﻴُﻮﺭَﺍﺕُ ﺍﻟﺼَّﺎﻓَّﺔُ ﺍﻟْﻤُﻬَﻠِّﻠﺎَﺕُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺩَﻟِﻴﻞٌ

(Meali: Tesbîh eden yaprakları ve hamd eden çiçekleri ve tekbîr getiren meyveleriyle ağaçlar Allâh’a şâhid ve tekbîr getiren hayvânât ve tesbîh eden huveynât ve hamd eden kuşçuklar ve saf tutup tehlîl eden kuşlar Allâh’a delîldir.)

(29. Lema)


Evet, bak gör ki, nasıl yer ve göklerin haşmetli tedbirleri onu hevam ve haşaratın nâzik ve nazenin tedbirlerinden meşgul etmiyor. Hem berr ve bahrin azametli tedbiri, onu en küçük arı ve kuşçukların icadından ve denizlerin derinliklerindeki küçücük balıkların ihyasından alıkoymuyor. Hem berrin şiddetli fırtına ve tipileri ve bahrin hiddet ve gazabı o zatı; denizin kesafetli derin suları altında ve dehşetli dalgalarının karanlığı ortasında ve azametli zelzeleleri içinde ve gecenin zulmeti ve bulutun karanlığı tahtında; en gizli ve en hafî mekânda mütevekkilane duran, en hafî ve en zaif ve en âciz ve en küçük bir hayvanı kemal-i lütuf ve ihsan ile terbiye edip rızkını vermekten bir zahmet görmüyor. Demek, denizin gazabı arasında ve onun ekşi, heybetli, a'bûs çehresi arkasında rahmet-ı Rahman tebessüm etmektedir. Çünkü bak şu koca deniz, kendi vüs'atli nağmeleri diliyle

يَاعَظِيمُ يَا جَلِيلُ يَا كَبِيرُ يَا اَللّٰهُ سُبْحَانَكَ مَا اَعْظَمَ كِبْرِيَاءَكَ

diye yaptığı nidasına karşılık; o küçücük hayvan dahi kendi hafî terennümatıyla

يَالَطِيفُ يَاكَرِيمُ يَارَزَّاقُ يَارَحِيمُ يَا اَللّٰهُ سُبْحَانَكَ مَا اَلْطَفَ اِحْسَانَكَ

deyip mukabele ediyor. İşte şu her iki zikrin ittihadında ve şu her iki tesbihin imtizacında Vâhid-i Ehad ve Samed'e karşı latif bir haşmet ve muhteşem bir letafet ve yüksek bir ubudiyet hasıl oluyor. (Celle celalühû ve amme nevalühû.)

(Zeylül Habab, Mesnevi N. (Badıllı))


اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki! Ben bir vakit, bir kayanın içinde göğermiş bir küçücük ağacın başında iki çeşit semere gördüm, hayret ederek taharriye başladım, gördüm ki: O iki semereden birisi, kürtçe "kizvan" denilen 'Menengiç' hâs semeresidir. İkinci nevi semeresi ise, küçük büyük parmaklar miktarında, bakla gibi bir şey olup, misafirlere hazırlanmış bir oda şeklinde bükülmüş, içi boş bir menzildir gördüm.

Ben şu ikinci semereden bir tane alıp açtığım vakit, baktım; zerre gibi küçücük kuşçuklar içinden fırlayarak havada uçuşmaya başladılar. Aynı kardeşleri olan karınca ve sivrisinek kuşçuklarının, gurubdan biraz önce güneşin ziyası içinde cezbe-i zikir ile raksa gelip havada saf tuttukları gibi saf bağladılar.

İşte ey arkadaş! Bunların havadaki şu vızıltıları ve şurada onların yaratılışları, boş bir oyuncak olduğunu sanma. Belki onları daha genç iken, hava içinde temessük ettirip durduran; ve ana rahminde cenin iken bu meyveyi muhalefet-i cinsiye itibariyle onlarla hiç münasebeti yokken ve şu ağaççığı da muhalefet-i nev'iyeden dolayı hiç münasebet olmadığı halde ana rahmi gibi onlara en güzel, latif ve mahfazalı bir yuva yapıp; o yuvada onlar için nazif, leziz bir erzak halkeden Rahman-ı Zülcemal'i meczubane zikretmektedirler.

Evet şu hal sarahatla gösterir ki; şu muamele, o camidin ve bu hayvanın fikir ve tedbirlerinin çok fevkinde olan bir fikir ve tedbirden sudûr edebilir. İşte madem ki bu şuursuzlar, şu hakîmane tedbiri düşünüp yapmaktan çok uzaktırlar. Öyle ise bu tedbir, onların dışında bir Zat-ı Alim'e havale edilmesi lâzımdır. Ve elbette haricen onlarda tasarruf eden zat, küre-i arzın her tarafındaki şu iki nev'in bütün efradını evvel-i emirde ilmiyle ihata etmiş olması lâzımdır. Hem onlarla alâkadar her şeyi ve keza onların beşiği olan küre-i arzı, kat'î bir zaruretle ihata etmiş olması gerektir. Ve bunun böyle olması ise, ancak her şeyi bilen ve her şeye kudreti yeten bir zat olabilir.

Şimdi soruyorum senden ey mülküllah içinde Allah'tan başkasının kendi başıyla tasarrufuna cevaz gösteren! Ve ey Allah'ın letaif-i sun'unun bazısında tesadüf vücudunun imkânını kabil gören adam! Acaba şu ağaçcık, bu 'Üvez'in lisanını nasıl işitir, yahut nasıl anlar, yahut nasıl bilir ki; küçücük dallarının başında yumurtlayan bu üvez, kendi yumurtalarını onun yed-i himayesine tevdi etsinde, o ağaçcık dahi o anda onlara en latif bir şefkatle ana rahmi gibi emniyetli bir yuva, yahut yuva gibi yüksek bir ana rahmi ve havada sallanan bir beşik ittihaz etmeye şürû' etsin. Ve sonra da o ağaçcık fisebilillah olarak kendi ebna-yı cinsinden olmayan, hem evladı olan semeresinin de cinsinden olmayan, belki vediatullah olan misafirler için hazine-i rahmetten kâfi, vâfi, leziz, aziz bir rızkı alıp o yuvalarda iddihar ettirsin, öyle mi?!. Hayır!..

Evet, şu masnuat arasındaki bu tecavüb ise, ancak bu iki nevi, belki bütün hayvanat ve nebatat ve eşcar, belki kâinatta ne ki varsa her şey, tek bir seyyidin hizmetçileri olduğuna ve bir Mürebbi-i Vâhid'in taht-ı tedbirinde bulunmasına ve bir Müdebbir-i Vâhid-i Ehad ve Samed'in terbiyesinde bulunduğuna şehadet eden bir âyettir, bir nişandır ve bir alâmettir, âmenna!..

(Şule, Mesnevi N. (Badıllı))


اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki! Cevv-i hava içinde, ahval ve etvarlarının ve manzum nakışlarının ve nakşedilmiş kelimat gibi mevzunen yazılmış olan cisimlerinin lisanıyla, Fatırlarını zikreden hevam ve böceklere baktığın zaman; kendileri ne dediklerini anlamasalar da, hususî dilleriyle ve telaffuzlu sesleriyle sana Cenab-ı Hakk'ı hatırlattırdıkları ve kendi zikirlerini sana tefhim ettirdikleri gibi; o kuşçuklardan her birisi kendi lisanlarıyla söyledikleri aynı o zikir gibi, güya her birisinin zatı dahi natık birer kelimedir... Ve keza, kalem-i kudretle yazılmış olan nakış ve zinetleriyle tesbihat yapan yerin cevfindeki haşarata bakarken de, kendi mahsus ve melfuz kelâm ve sözleriyle, Cenab-ı Hakk'ı tesbih ettiklerini fehmettiğin gibi; o hevam ve bu haşaratın mezkûr kelimat-ı tesbihiyeleri sana dört hakikatı ifade edip îkan vermesi icab eder:

Birincisi

Nefsin itminanıdır; yani sen, her cihetten öyle bir me'men-i hasîn ve bir hısn-ı emindesin ki; bir Alim'in şefkatıyla terbiye olunan ve bir Hakîm'in terbiyesiyle tedbir edilen ve bir Kerim'in inayetiyle tezyin edilen ve bir Rahîm'in rahmetiyle ihsan olunan enva-i mevludat, etfal ve yavrucuklarla, o emangâhın ihata edilmiştir. Öyle ise; sen daima kendini böyle bir Zat-ı Alim, Hakîm, Kerim ve Rahim'in nazarı altında olduğunu bilmelisin.

İkincisi

Hem o nazar, nefsine şöyle bir kanaat verdirmesi de lâzımdır ki; sen boş ve ehemmiyetsiz bir şey olup, istediğin yerde otlamak üzere ipin boğazına sarılmış değilsin. Hem dahi sen, gayr-ı mahdud hacetlerinin en ednasından bile âciz olan nefsine bırakılıpta terkedilmiş de değilsin. Tâ ki, gayr-ı mahsur hacetlerinle beraber, acz-i mutlak içinde bulunan âciz nefsinden tevahhuş ederek melametli ve hasretkeş bir şekilde yerinde oturasın.

Evet görüyorsun, o küçücük mahluklarda hükmeden umumiyeti içinde has ve hususiyeti içinde âmm bir nizam-ı tam ile beraber, genişliği içinde hassas ve ayn-ı semahat ve cömertliği içinde iktisad ve imsak üzerine cereyan eden cessas bir mizan vardır.

İşte ey gafil! Şu bazı büyük harfler içinde mevcud bulunan bu dakik hâşiyeler ve ince rakik yazıyla yazılı kitaplar, sana şunu tilavet ile bildirmiyorlar mı ki; sen pek çok manevî ve kaderî mizanlar ortasında mevzun ve ölçülüsün. Uyan, aklını başına al, mizanı dosdoğru tut!

Halbuki ise, sen âdeta deliler ortasında oynayıp zıplayan bir mecnun gibi ahmaklaşarak, adaletli ve istikametli teraziyi bozarak hasaret etmişsin.

Üçüncüsü

Hem o rü'yet (yani hevam ve haşaratın vaziyetleri) sana tam bir tevekkül ve itimadı da telkin etmesi lâzımdır ki, her şeyin daima ümidgâhı ve mehafı olan bir Zat-ı Zülcelali Velcemal, senin ondan aynı nihayetsiz uzaklığın içinde, sana nihayet derece yakındır. Ve küçük büyük, az çok, yakın uzak, her şey onun kudretine nisbeten müsavi olan ve bir hads-i şuhudî ile hadsiz iş ve ef'alinde onun için bir tekellüf, bir zorluk, bir mualecet ve bir mübaşeretin karışıklığı olmayan bir zat, kudretiyle sende ve senin etrafındakilerde tasarruf etmektedir. İşte senin korkmaman, mahzun olmaman ve tevahhuş etmemen için şu geçen hakikat sana kâfi gelecek bir dersi vermiyor mu?

Evet sen nerede olursan ol, orası onun mülküdür. Hem nereye teveccüh edip bakarsan bak, orada onun cilve-i esması görünür. Hem ister yerin batnında ol, yine onun mülkü olan vatanındasın.. Ve ister ademin cevfinde bulun, yine onun taht-ı nazarındasın. Onun izni ve onun emriyle Rahim, Kerim ve Hakîm eller, seni alıp halden hale, tavırdan tavıra devrederler. Bir elden çıkar çıkmaz, mutlaka başka bir el seni intizam içinde devralmak için âdeta yarış içindedirler.

Hem dahi sen hayat seferinde aslâ ve kat'â tesadüf gûline rastlamayacağın gibi; adem ve hiçlik ile de mazlum olmayacaksın. Hem fena ve zeval dahi, idam ile sana zulmedemiyecektir. Bununla beraber, zâhirde birçok ademler vardır ki; sen eğer onu iktiham edip geçebilsen, onun ya arkasında veya altında veyahut içinde rahmetin hazinelerinden bir hazineyi göreceksin ki, o hazine bu kevn ve vücud içinde fenaya giden fanilerden ibka edilen vücudlarla doludur.

Dördüncüsü

O küçücük hevam ve böceklerin gözle görülen o vaziyeti, sana Sani-i Vâhid'in her şeydeki mahlukiyet-i tammesi ve masnuiyet-i âmmesinin açık bürhanını ifade ile kabul ettirmesi lâzımdır.. Ve şu bürhan, senin nazarında onların küçüklükleri derecesinde büyümesi ve gizlilikleri nisbetinde açıklanması lâzımdır. Zira muhaldir ki; muhat, Hâlık-ı Muhit'in daire-i tasarrufundan harice çıksın. Evet, muhitin Hâlıkı kim ise, mutlaka ve zaruretle, muhatın da Hâlıkı o olacaktır. Yalnız şu kadar var ki, muhattaki san'at (Eşyanın içi ve lübbü, meselâ: incir ağacının nüvesi gibi) büyük masnu'ların hilafına olarak, maddeyi yutar, yok eder. Her tarafı mahz-ı san'at olur.

(Şule, Mesnevi N. (Badıllı))


Hem, hilkat ve icadda, rızıklandırma ve i'tay-ı hayatta gözle görülen sühulet-i mutlaka ve sür'at-i mutlaka ve ittikan-ı mutlak içindeki cûd-u mutlak ile beraber, tam bir tanıttırmanın iradesiyle birlikte, bir zîcemal'in kendi cemal-i mutlak ve kemal-i mutlakını müşahede etmek ve teşhirini istemek muhabbeti; Hem bütün bunlarla beraber, umum ayât-ı tekviniyenin şehadetiyle, kâinatta bir rahmet-i mutlaka ve gına-yı mutlakın varlığı, elbette şeksiz ve şübhesiz bir surette, bu mezkûr esbaba binaen, küçücük olan hayvanat ve kuşçukların vücudlarını dahi iktiza ederler, belki birinci derecede isterler. Zira maharet-i san'at itibariyle, o adakk-ı dakik olan küçük, vücud ve hayat hakikatına ve şartlarına, aynı zamanda nuranî olan kudret-i ezeliyeye daha çok yakındır.

(Şule'nin Zeyli, Mesnevi N. (Badıllı))


Sakın zannetme ki; tesbihatın nağamatıyla bütün kulağı bulunanlara karşı ilân ve dellâliyet ve teganni içindeki şu vazife-i Rabbaniye yalnız bülbüle mahsustur. Hâyır! Belki her bir nev'in, kendine mahsus birer Andelibi vardır ki, o nev'in hissiyatını en latif sec'a içinde, en latif bir tesbih ile temsil ediyor. Hususan küçücük ve muhtelif olan enva-i hevam ve haşaratın her birisinin çok andelib ve Bülbülleri vardır ki, tesbihatın sec'alarıyla neşideler söyleyip, bütün kulağı bulunanlar ondan mütelezziz olurlar.

Onlardan bir kısmı leylîdir (yani gececidir). Gecenin sükût ve sükûnetinde kendi cinsinden olan-olmayan küçücük hayvanatın müsameresinde bütün onlar namına hazin bir neşidehanıdır. Hattâ o, güya ki bir zikr-i hafînin halkasında bir kutubdur ki, kendi teganni âletini çalmakla o gına (ses), bütün his ve kulağı bulunanların bir lisan-ı müşterek-i umumîsi gibi olup, her hepsi onu fehmeder.

Bir kısmı da neharî (gündüzcü) olup, yüksek ve latif sec'alarla yaz mevsiminde ağaçların minberlerine çıkarak, bütün zevil-hayatın başları üstünde tesbihat-ı Rabbaniyeyi inşad eder. Bunlar ise meşhur bülbülden çok derece daha faiktirler. Âdeta bunlar, bir zikr-i cehrî halkasının reisi gibi olup, onu dinleyen sair kuşçukların cezbelerini tehyic ettikten sonra, her birisi kendi lisanıyla nutka gelip âvaz'a başlar.

Fakat, bütün envaın bülbüllerinin en efdali ve andeliblerinin en eşrefi ve en enveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerimi ve sesce en yükseği ve vasıfça en eclası ve zikirce en etemmi ve şükürce en eammi ise, kâinat bostanındaki nev'-i beşerin Andelib-i zîşanı ve insan cinsinin Bülbül-ü zi-l Kur'an'ı olan Muhammed-i Arabî'dir (A.S.M.) O derece ki, o zat, seca'ât-i latifesiyle semavat ve arzdaki bütün mevcudatın da bülbülü olmuştur.

عَلَيْهِ وَعَلٰي آلِهِ وَاَمْثَالِهِ اَفْضَلُ الصَّلَاةِ وَاَجْمَلُ التَّسْلِيمَاةِ آمِينَ اِعْلَمْ

(Nur, Mesnevi N. (Badıllı))


Birden baktım ki hadsiz kuşlar ve kuşçuklar olan sinekler ve hesapsız hayvanlar ve nihayetsiz nebatlar ve gayetsiz ağaçlar dahi benim gibi lisan-ı hal ile حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ manasını yâd ediyorlar ve herkesin yâdına getiriyorlar ki bütün şerait-i hayatiyelerini tekeffül eden öyle bir vekilleri var ki birbirine benzeyen ve maddeleri bir olan yumurtalar ve birbirinin misli gibi katreler ve birbirinin aynı gibi habbeler ve birbirine müşabih çekirdeklerden kuşların yüz bin çeşitlerini, hayvanların yüz bin tarzlarını, nebatatın yüz bin nevini ve ağaçların yüz bin sınıfını yanlışsız, noksansız, iltibassız, süslü, mizanlı, intizamlı, birbirinden ayrı, farikalı bir surette gözümüz önünde, hususan her baharda gayet çok, gayet kolay, gayet geniş bir dairede, gayet çoklukla halk eder, yapar bir kudretin azamet ve haşmeti içinde beraberlik ve benzeyişlik ve birbiri içinde ve bir tarzda yapılmalarıyla vahdetini ve ehadiyetini bize gösterir ve böyle hadsiz mu’cizatı ibraz eden bir fiil-i rububiyete, bir tasarruf-u hallakıyete müdahale ve iştirak mümkün olmadığını bildirir diye anladım.

(26. Lema)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]