Risale:Hakikat Çekirdekleri (2) (Asar-ı Bediiyye)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Bu risaleyi Mektubat'tan okumak için Hakikat Çekirdekleri (Mektubat) sayfasına gidin.

Önceki Risale: Hakikat ÇekirdekleriÂsâr-ı BediiyyeBediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı: Sonraki Risale

ﺣﻘﻴﻘﺖ ﭼﻜﺮﺩﻛﻠﺮﻯ

Hakikat Çekirdekleri (2)[değiştir]

Bediüzzamanın Sânihatın'dan

Cami'i

Abdurrahman-ı Nursî

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ

ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﺭَﺏِّ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻤِﻴﻦَ ﻭَ ﺍﻟﺼَّﻠﺎَﺓُ ﻭَ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻰ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﺳَﻴِّﺪِ ﺍﻟْﻤُﺮْﺳَﻠِﻴﻦَ

1. Parça[değiştir]

ﺵ - ﻗُﻞْ ﻫُﻮَ ıtlak ile tayini; tevhid-i şuhuda işarettir.

ﺍَﻯْ: ﻟﺎَ ﻣَﺸْﻬُﻮﺩَ ﺑِﻨَﻈَﺮِ ﺍﻟْﺤَﻘِﻴﻘَﺔِ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ

ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍَﺣَﺪٌ tevhid-i uluhiyete tasrihtir.

ﺍَﻯْ: ﻟﺎَ ﻣَﻌْﺒُﻮﺩَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ

ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍﻟﺼَّﻤَﺪُ Tevhid-i rububiyete remizdir.

ﺍَﻯْ: ﻟﺎَ ﺧَﺎﻟِﻖَ ﻭَﻟﺎَ ﺭَﺏَّ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ

Ve tevhid-i ceberuta telvihtir.

ﺍَﻯْ: ﻟﺎَ ﻗَﻴُّﻮﻡَ ﻭَﻟﺎَ ﻏَﻨِﻰَّ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﺎِﻃْﻠﺎَﻕِ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ

ﻟَﻢْ ﻳَﻠِﺪْ Tevhid-i celale telmihtir; şirkin enva'ını reddeder.

Yani: Tegayyür veya tecezzî veya tenasül eden, ilah olamaz. Ukûl-ü aşere veya melâike veya İsa veya Üzeyr'in velediyetini dava eden şirkleri reddeder.

ﻭَﻟَﻢْ ﻳُﻮﻟَﺪْ İsbat-ı ezeliyet ile tevhiddir. Esbabperest, nücumperest, sanemperest, tabiatperestin şirkini reddeder. Yani, hâdis veya bir asıldan münfasıl veya bir maddeden mütevellid, ilah olamaz.

ﻭَﻟَﻢْ ﻳَﻜُﻦْ ﻟَﻪُ ﻛُﻔُﻮًﺍ ﺍَﺣَﺪٌ câmi' bir tevhiddir. Yani zâtında, sıfatında, ef'alinde naziri, şeriki, şebihi yoktur.

ﻟَﻴْﺲَ ﻛَﻤِﺜْﻠِﻪِ ﺷَﻲْﺀٌ ﻭَ ﻫُﻮَ ﺍﻟﺴَّﻤِﻴﻊُ ﺍﻟْﺒَﺼِﻴﺮُ

Şu sure, bütün enva'-ı şirki reddeder. Ve yedi meratib-i tevhidi tazammun eden altı cümlesi mütenaticedir. Herbiri ötekinin hem neticesi, hem bürhanıdır.

2. Parça[değiştir]

ﻥ -Muvahhid-i ekber ve tevhidin bürhan-ı muazzamı olan kâinat, değil yalnız erkân ve azası, belki bütün hüceyratı, belki bütün zerratı birer lisan-ı zâkir-i tevhid olarak bu büyük bürhanın sadâ-yı bülendine iştirak ederek, hep birden ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ diye mevlevîvari zikrediyorlar.

3. Parça[değiştir]

Tevhidin bürhan-ı nâtıkı olan Kur'ân'ın sinesine kulağını yapıştırsan, işiteceksin ki; kalbinde derinden derine gayet ulvî, nihayet derecede ciddî, gayet samimî, nihayet derecede munis ve mukni've bürhan ile mücehhez bir sadâ-yı semavî işiteceksin ki; ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ yu tekrar ediyor.

4. Parça[değiştir]

ﻥ -Evet şu bürhan-ı münevver, altı ciheti de şeffâfedir. Üstünde sikke-i i'caz, içinde nur-u hidayet, altında mantık ve delil; sağında aklı istintak; solunda vicdanı istişhad; önünde hayır, hedefinde saadet, nokta-i istinad vahy-i mahzdır. Vehmin ne haddi var, girebilsin!

5. Parça[değiştir]

ﺵ -Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbâniye; herbirinin bir gayat-ül gayatı var. İradenin ibadetullahtır. Zihnin mârifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Latifenin müşahedetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayat'a sevkeder.

6. Parça[değiştir]

ﻥ -Eğer îcaddaki vasıta hakikî olsaydı ve hakikî tesir verilseydi; hem bir şuur-u küllî verilmek lâzım idi, hem bizzarûre eser-i ittikan, kemâl-i san'at muhtelif olacaktı. Halbuki en âdiden en âlîye, en küçükten en büyüğe ittikan; derece-i kemâlde, mahiyetin kameti nisbetindedir. Demek Müessir-i Hakikî'den bazı karîb, bazı baîd, kısmen vasıtasız, kısmen vasıta ile, kısmen vesait ile değildir. İnsanın ihtiyarî eserindeki adem-i kemâl; cebri nefy, ihtiyarı isbat eder.

7. Parça[değiştir]

ﻥ -Cây-ı dikkattir ki: Cüz'î bir ihtiyarın tavassutu ile eser-i akıl bir insan şehri, intizamca semere-i vahy bir arı kovanındaki cemaate yetişmez. Ve arıların meşher-i san'atı bir petek hüceyrat şehri; bir nar ve cilnardan (gülnardan) intizamca geridir. Demek kâinattaki cazibe-i umumiye hangi kalemden akmışsa, cüz'-ü lâ-yetecezzadaki küçücük cazibeler o kalemin noktalarıdır.

8. Parça[değiştir]

ﻁ -İslâmiyet der: ﻟﺎَ ﺧَﺎﻟِﻖَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ Hem vesait ve esbabı, müessir-i hakikî olarak kabul etmez. Vasıtaya mânâ-yı harfî nazarıyla bakar; akide-i tevhid ve vazife-i teslim ve tefviz öyle ister. Tahrif sebebiyle şimdiki Hristiyanlık esbab ve vesaiti müessir bilir, mânâ-yı ismî nazarıyla bakar. Akide-i velediyet ve fikr-i ruhbaniyet öyle ister, öyle sevk eder. Onların azizleri, mânâ-yı ismiyle birer menba-ı feyz ve güneşin ziyasından -bir fikre göre- istihale etmiş lâmbanın nuru gibi birer maden-i nur nazarıyla bakıyorlar. Biz ise evliyaya mânâ-yı harfiyle, yani âyine güneşin ziyasını neşrettiği gibi, birer ma'kes-i tecellî nazarıyla bakıyoruz.(*[1])

Bu sırdandır ki; bizde sülûk tevazudan başlar, mahviyetten geçer, Fena fillah makamını görür. Gayr-ı mütenahî makamatta sülûke başlar. Ene ve nefs-i emmare kibriyle, gururuyla söner. Hakikî Hristiyanlık değil, belki tahrif ve felsefe ile sarsılmış Hristiyanda, "ene" levazımatıyla kuvvetleşir. Enesi kuvvetli, müteşahhıs, rütbeli, makam sahibi bir adam Hristiyan olsa, mütesallib olur. Fakat Müslüman olsa lâkayd olur.

9. Parça[değiştir]

ﻁ -Aşık-ı hakikî tarikde hata, ta'birde yanlış etse de, yine ma'şûk-u hakîkiye gider. Zîrâ aşk, cemâl-i cazibedâra müncezib bir cezbedir. Bazen netice hak ve mütehakkik; delil, vesile hatâ olabilir. (*[2])

Veli-yı ârif, tarîkte yanlış, surette hatâ etse, matlûb-u hakikiyi bulamaz. Zîrâ yol bozuksa, maksuda götüremez. Şart olmazsa, meşrut dahi hâsıl olmaz. Aşık-ı muhtî, binefsihi hâdî, ligayrihi müdilldir. Ârif-i muhtî, dâlldir. Guruh-u ârifinden bir kısmının idam ve idlâline sebeb olan işârat ve şatahât; âşıkîn kısmı tasrih ettiler, hürmete mazhar kaldılar. Mârifeti aşkına galip olan "Muhyiddin-i Arabî" işaret etti, kendini oklara hedef etti.. "Câmî-i Aşık" tasrih etti, hürmetle yaşadı. "İbn-ül Fârıd" Muhyiddin'den daha ileri gitti, ümmetin itabından ondan geri kaldı. Aşksız "İbn- Seb'în"in sözleri ilhad telakki edildi.

10. Parça[değiştir]

ﻁ -Kuvveden fiile geçmek olan faaliyetteki şedid ve mütenevvi lezzet, tegayyür-ü âlemin mayesi ve kanun-u tekâmülün nüvesidir. Zindandan bostana çıkmak, dâneden sünbüle geçmek ayn-ı lezzettir. Faaliyet istihaleyi tazammun etse, lezzet tezayüd ederek taşar. Vazifedeki külfeti taşıttıran o tattır. Zîşuura nisbeten gayetteki kemâl, ne kadar cazibedarsa, "Lâmüdrike"ye nisbeten nefs-i faaliyet öyle cazibedardır, sa'ye sevkeder. Bu sırdandır ki: Rahat zahmettir, zahmet rahattır.

11. Parça[değiştir]

ﻁ -Masum ekall, günahkâr ekserin musibetinden hissedâr olur. Zîrâ teklif nazarî kalsa, ihtiyar kalır; Sırr-ı teklif, hikmet-i ibtilâ tahakkuk eder. Teklifde bedahet ve zâruret olsa, ıztırar olur; Hikmet-i teklif zâyi olur. Günahkârın muhterik hânesinde bir masum, bir dest-i gaybiyle masun kalsaydı, meâdin-i ervahın medar-ı tenmiye ve tezhibi olan imtisal-i evamir ve ictinab-ı nevâhî ile elmaslaşmış "Ebubekir-i Sıddık"ın ruhu; ve aksiyle fahmleşmiş "Ebu Cehil"in ruhundan temeyyüz edemezdi.

12. Parça[değiştir]

ﻁ -Hırs ile aculiyet, sebeb-i haybettir. Zîrâ müretteb basamaklar gibi fıtrattaki terettübe, teselsüle tatbik-i hareket etmediğinden; harîs muvaffak olamaz. Olsa da tertib-i ca'lîsi bir basamak kadar seyr-i fıtrîden kısa olduğundan, yeise düşüp gaflet bastıktan sonra kapı açılır.

Allah kalbin bâtınını iman ve mârifet ve muhabbeti için yaratmıştır. Kalbin zahirini, sair şeylere müheyya etmiştir.

13. Parça[değiştir]

ﻁ -Ye's ve sû-i zandan neş'et eden zaaf-ı kalb, mazlumun -zâlim'in darbelerinden, mütevalî alâmından in'ikas eden- teellümatını kendi vicdanından izâle için; mazlûmun istihkakını arzu edip bahaneler bulur, "müstehaktır" der. Sefil, güneş vermezse; gölge edip manen zülme de yardım etmesin.

Cinayetkâr hırs kalbi deler, sanemleri içine idhal eder. Allah darılır, maksudunun aksiyle mücazat eder.

Siyaset efkârını, İslâmiyet akaidinin yerlerine kadar îsal eden herifler şan ü şeref değil, belki şeyn ü şenaata mazhar oldular. Nefsanî aşklardaki felâketler, haybetler bu sırdandır. O çeşit âşıkların bütün divanları birer feryad-ı mâtemdir.

Gece kalben nevmi merak edersin, bâkiyesini de kaçırıp uyanık kalırsın.

İki dilenci: Biri musırr, muhteris; biri müstağni, muhteriz... İkincisine vermek daha ziyade arzun, şu geniş kanunun bir nümunesidir.

14. Parça[değiştir]

ﻁ -En müdhiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkiddir. Tenkid, eğer insaf işletirse, hakikatı rendeşler. Eğer gurur istihdam etse, tahrib eder, parçalar. O müdhişin en müdhişidir ki, akaid-i imaniyeye ve mesail-i diniyeye girse... Zîrâ iman hem tasdik, hem iz'an, hem iltizam, hem teslim, hem manevî imtisaldir. Şu tenkid; imtisal, iltizam, iz'anı kırar. Tasdikte de bîtaraf kalır.

15. Parça[değiştir]

Şu zaman-ı tereddüd ve evhamda, iz'an ve iltizamı tenmiye ve takviye eden nuranî sıcak kalblerden çıkan müsbet efkârı, müşevvik beyanatı, hüsn-ü zan ile temaşa etmek gerektir. "Bîtarafane muhakeme" dedikleri şey, muvakkat bir dinsizliktir. Yeniden mühtedi ve müşteri olan yapar.

16. Parça[değiştir]

ﻁ -Sosyalistlik desatiri, (*[3]) İslâmiyetin esasatını bozamaz. Şu medeniyet-i sefihe bozuyor. Hem çok pahalı düşüyor. Zîrâ maddiyunluk ve engizisyonluk mayasıyla neşvü-nema bulan medeniyet-i hâzıra, pek çok aldatıcı ve müşevvik vesâit ile mücehhez ve câzibedârdır. O sehhâre, din ve nâmus ve fazilet mukabilinde kendini satıyor. Şa'şalı bir hayatı gösterip takdim ettiğinden; dinden, namustan, faziletten fazla rüşvet alıyor. Sosyalistlik ise; basit, sade bir hayatı takdim ediyor. Ona mukabil, kimseyi dininden, imanından, namusundan büyük bir hisseyi fedâ etmeye icbar etmediği gibi; kimse de kendinde mecburiyet hissetmez.

İnsan, gıdaya ihtiyacı gibi, zevke de bir ihtiyacı var... Nefs ve heva cihetinde tatmin edilmezse; ruh ve hüda canibinde zevkini arayacaktır. İki adam; birisi seni müşa'şa' cazibedâr, eğlenceli bir ziyafete teşriflerle davet eder.. Diğeri: Sade bir yerde basit bir çorbaya seni çağırır. Birincisine değil cemaat sünnet, belki namazı da terkedersin gidersin. İkincisine sünneti de terk etmezsin. Birincisi medeniyet.. İkincisi sosyalistliktir.

17. Parça[değiştir]

ﺭ -İslâmiyet gaflet edip küstü; Hristiyanlık dini kendi hasmı olan fen ve medeniyeti kendine maledip iki silahla galebe çaldı.

Şimdi şarkta müthiş bir silah îmal ediliyor. Bunun hak kısmına sahip olmalı. Yoksa yine küssek, onu da Hristiyanlık İslâmiyet aleyhinde istimal edecektir. Buna karşı husumetle dayanmak pek güçtür.

Cumhur-u avama müteveccih olan bir fikir, kudsiyet almazsa söner. O yeni desatire kudsiyet verecek iki muazzam rakîb din var.

Şu keskin fikir gözünü açtığı vakit, hasmını Hrıstiyan ve hasmının elindeki silahını Hristiyanlık dini bulmuştur. Öyle ise o fikir, yaşamak ve kudsiyet almak için İslâmiyete dehâlet etmeye mecburdur.

18. Parça[değiştir]

ﺵ - ﻭَﺍﻟَّﺬِﻯ ﻋَﻠَّﻢَ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥَ ﺍﻟْﻤُﻌْﺠِﺰَ ﺍِﻥَّ ﻧَﻈَﺮَ ﺍﻟْﺒَﺸِﻴﺮِ ﺍﻟﻨَّﺬِﻳﺮِ ﻭَﺑَﺼِﻴﺮَﺗَﻪُ ﺍﻟﻨَّﻘَّﺎﺩَﺓَ ﺍَﺩَﻕُّ ﻭَﺍَﺟَﻞُّ ﻭَﺍَﺟْﻠَﻰ ﻭَﺍَﻧْﻔَﺬُ ﻣِﻦْ ﺍَﻥْ ﻳَﻠْﺘَﺒِﺲَ ﺍَﻭْ ﺗَﺸْﺘَﺒِﻪَ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﺍﻟْﺤَﻘِﻴﻘَﺔُ ﺑِﺎﻟْﺨَﻴَﺎﻝِ ﻭَﺍِﻥَّ ﻣَﺴْﻠَﻜَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻖَّ ﺍَﻏْﻨَﻰ ﻭَﺍَﻧْﺰَﻩُ ﻭَﺍَﺭْﻓَﻊُ ﻣِﻦْ ﺍَﻥْ ﻳُﺪَﻟِّﺲَ ﺍَﻭْ ﻳُﻐَﺎﻟِﻂَ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻨَّﺎﺱِ

Zira hakikat-bîn göz aldanmaz; hakperest kalb aldatmaz.

ﻁ Gıybetin Derece-i Şenaatı[değiştir]

Kur'ân der:

ﺍَﻳُﺤِﺐُّ ﺍَﺣَﺪُﻛُﻢْ ﺍَﻥْ ﻳَﺎْﻛُﻞَ ﻟَﺤْﻢَ ﺍَﺧِﻴﻪِ ﻣَﻴْﺘًﺎ

Altı kelime ile, altı derece şiddetle gıybeti takbih ediyor. Yani, hemze ile der:

1- Aklına bak, böyle şeye cevaz verir mi? Müstakim aklın yoksa;

2- Kalbine bak! Böyle şeye muhabbet eder mi? Selim kalbin yoksa;

3- Vicdanına bak, böyle dişinle kendi elini parçalamak gibi hayat-ı içtimaiyeyi bozmaya rıza gösterir mi? Vicdan-ı içtima'în olmazsa;

4- İnsaniyetine bak, böyle canavarvari iftirasa iştiha gösterir mi? Manen insaniyetin olmazsa;

5- Rikkat-i cinsiye, karabet-i rahmiyene bak! Böyle kendi belini kıracak harekete meyleder mi? Rikkat-ı cinsiyen olmazsa;

6- Hiç sağlam tabiatın yok mu ki, ölüyü dişlerinle parçalıyorsun. Demek akıl, kalb, vicdan, insaniyet, rikkat-i cinsiye, tabiat, şeriat nazarında merdud gıybet, matruddur.

19. Parça[değiştir]

ﺕ- ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﺎِﻧْﺴَﺎﻥَ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻟﺎَ ﻳُﺪْﺭِﻙُ ﺳِﺮَّ ﺍﻟﺘَّﻌَﺎﻭُﻥِ ﻟَﻬُﻮَ ﺍَﺟْﻤَﺪُ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﺤَﺠَﺮِ ﺍِﺫْ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﺤَﺠَﺮِ ﻣَﺎ ﻳَﺘَﻘَﻮَّﺱُ ﻟِﻤُﻌَﺎﻭَﻧَﺔِ ﺍَﺧِﻴﻪِ . ﺍِﺫِ ﺍﻟْﺤَﺠَﺮُ ﻣَﻊَ ﺣَﺠَﺮِﻳَّﺘِﻪِ ﺍِﺫَﺍ ﺧَﺮَﺝَ ﻣِﻦْ ﻳَﺪِ ﺍﻟْﻤُﻌَﻘِّﺪِ ﺍﻟْﺒَﺎﻧِﻰ ﻓِﻰ ﺍﻟﺴَّﻘْﻒِ ﺍﻟْﻤُﺤَﺪَّﺏِ ﻳَﻤِﻴﻞُ ﻭَ ﻳَﺨْﻀَﻊُ ﺭَﺍْﺳَﻪُ ﻟِﻴُﻤَﺎﺱَّ ﺭَﺍْﺱَ ﺍَﺧِﻴﻪِ ﻟِﻴَﺘَﻤَﺎﺳَﻜَﺎ ﻋَﻦِ ﺍﻟﺴُّﻘُﻮﻁِ!..

Yani; kubbelerde taşlar başbaşa verirler, tâ düşmesinler.

20. Parça[değiştir]

ﻁ -Zevkkiy-yül meslek ehl-i tasavvufun, vahdet-üş şuhûdu tazammun eden vahdet-ül vucûdları, Allah hesabına kâinatı inkârdır. Ehl-i felsefenin, zaif-ül i'tikad ehl-i nazarın, vahdet-ül mevcudu tazammun eden vahdet-ül vucûdları kâinat hesabına Allahı inkârdır, sofestâiliktir. Daire-i esbâbın te'sirinden kendini kurtarmayan bir ruh, vahdet-i vucûddan dem vuramaz.

21. Parça[değiştir]

ﻁ -Cüz'-ü lâ-yetecezza zerresinden insana, insandan şems-üş şümusa, müteselsil mahrutî silsilenin vasatındaki cevher-i ferîdi, insan-ı mükerremdir.

22. Parça[değiştir]

ﻥ -İnsanın meşhur havassından başka havassı vardır. Zaika gibi bir hiss-i saika, hem bir hiss-i şaika vardır. Hem gayr-ı meş'ur hisler çoktur.

23. Parça[değiştir]

ﺱ -Bâzan arzu, fikir suretini giyer. Şahs-ı muhteris arzu-yu nefsanîsini fikir zanneder.

24. Parça[değiştir]

ﻁ -Garibdir ki, bazı adam pis bir çamura düşer, kendini aldatmak için misk ü anber diye yüzüne gözüne bulaştırır.

25. Parça[değiştir]

ﺱ -Şehid velîdir. Cihad, farz-ı kifayeden farz-ı ayne, belki muzaaf bir farz-ı ayn hükmüne geçmiştir. Hacc ve zekat gibi, cihadda da niyetin tasarrufu azdır. Hattâ adem-i niyet dahi asıl nokta-i nazarından niyet hükmündedir. Demek zıdd-ı niyet, yakînen tebeyyün etmezse, cihad şehâdet-i hakikiyeyi intac eder. Zîrâ vücûb tezauf etse, taayyün eder. İhtiyarı tazammun eden niyetin tesiri azalır. Şu günahkâr millette, birdenbire onbinler evliya inkişaf ve tezahür etse, az bir mükâfat değildir.

26. Parça[değiştir]

ﻁ -Bizde biri fâsık olsa, galiben ahlâksız ve vicdansız olur. Zîrâ arzu-yu masiyet, vicdandaki imanın sadâsını susturmakla inkişaf edebilir. Demek vicdanını ve maneviyatını sarsmadan, istihfaf etmeden, tam ihtiyarıyla şerri işlemez. Onun için İslâmiyet; fâsıkı hain bilir, şehâdetini reddeder. Mürtedi zehir bilir, i'dam eder. Zimmîyi ve muahidi ibka eder.

İcra-yı adalet, din namına olmalı, tâ akıl ve kalb ve ruh müteessir olsunlar, imtisal etsinler. Yoksa, yalnız vehim müteessir olur. Yalnız hükûmetin cezasından korkar -eğer tahakkuk etse-. Nâsın itabından çekinir -eğer tebeyyün etse-.

27. Parça[değiştir]

ﻁ -Bir câni yüzünden, çok masumları ihtiva eden bir gemi batırılmaz. Bir câni sıfat yüzünden, çok evsaf-ı masumeyi muhtevî bir mü'mine adavet edilmez.

Lasiyyema sebeb-i muhabbet olan iman ve tevhid, Cebel-i Uhud gibidir. Sebeb-i adavet olan şeyler, çakıl taşlar gibidir. Çakıl taşları Cebel-i Uhud'dan daha ağır telakkî etmek ne kadar akılsızlıksa, mü'minin mü'mine adaveti, o kadar kalbsizliktir. Mü'minlerde adavet, yalnız acımak mânâsında olabilir.

Elhasıl:

İman muhabbeti, İslâmiyet uhuvveti istilzam eder.

ﻁ- ﺍَﻟْﻜَﻠﺎَﻡُ ﻛَﺎﻟْﻤَﺎﻝِ ﻟﺎَﻳَﺠُﻮﺯُ ﻓِﻴﻪِ ﺍﻟْﺎِﺳْﺮَﺍﻑُ

ﺗَﻤَّﺖْ

Önceki Risale: Hakikat ÇekirdekleriÂsâr-ı BediiyyeBediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı: Sonraki Risale

  1. Nakşibendî rabıtası bu sırra bina edilmiştir. (Müellif)
  2. Sual: Tarîkatlardaki muhtelif zikir ayinlerine ne dersin? Cevap: Ef'al ve harekata ibâdet nazarıyla bakılmamak.. hem vakâr-ı zikire münâfî olmamak... hem şer'an menhî harekat bulunmamak şartıyla zararsızdır. Harekat, kasdî-i ihtiyarîden ziyade; incizabî, ızdırarî olmalı. Zira asl-ı ibadet, nefs-i zikirdir. Harekatın tayini "ayet" ihtiyara bırakmıştır. Şer'an tayin edilen ef'ale benzemez. Şer'î olan; ceviz-i hindiye benzer, kışrı da (lübb) tür. Tasavvufî olan; cevizimize benzer, kışrı yenilmez. (Müellif)
  3. Bu meselenin izahı, kitabın sonundadır. (Naşir)