Vehb Bin Münebbih

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Vehb Bin Münebbih tabiinden olup Fars asıllı babası Hz. Peygamber zamanında müslüman olmuştur. Yahudi kaynaklı rivayetleri çok iyi biliyordu. Kaynaklarda yahudi asıllı olduğu kesin olmamakla birlikte Bediüzzaman evvelce ulema-i ehl-i kitaptan olduğunu belirtir. Sahâbeden hadis rivayet etti. San'a kadılığı yaptı. Hayatının son yıllarında Vali tarafından hapsedilip işkenceye mâruz kaldı. Zengin ilmî ve kültürel birikimiyle meşhur oldu. Özellikle peygamberler tarihi ve İsrâilîyat uzmanlık alanıdır. Bediüzzaman Ka'b-ül Ahbar ve Vehb'in rivayet ettiği İsrailiyatın Araplar içine yayılıp zaman içinde çok şübeh ve şükûkata sebebiyet verdiğinden bahseder. Yunan, Süryânî ve Himyerî dillerini iyi biliyordu. İsrâiliyat alanındaki bilgisinin Kâ‘b el-Ahbâr ve Abdullah b. Selâm’dan ileride olduğunu nakledilmektedir. Rivayetlerinin Kütüb-i Sitte’de yer alması Vehb’in rivayetlerinin güvenilir kabul edildiğinin önemli bir delilidir. Bununla beraber, Vehb’in Ehl-i kitap kaynaklarından yaptığı nakiller hadisçiler tarafından makbul sayılmamıştır.[1]

Şahsi Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri:

Doğum Yeri ve Tarihi: San‘a yakınlarındaki Zimâr, 34 (654-55)[1]

Vefat Yeri ve Tarihi: San‘a, Muharrem 114 (Mart 732)[1]

Kabrinin Yeri:

Eserleri[değiştir]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Hem Yehud’un meşhur ulemasından ve Nasâra’nın meşhur kıssîslerinden, kütüb-ü sâbıkada evsaf-ı Muhammediyeyi (asm) gördükten sonra inadı terk edip imana gelenler, evsafını Tevrat ve İncil’de göstermişler ve sair Yahudi ve Nasrani ulemasını onunla ilzam etmişler.

Ezcümle, meşhur Abdullah İbn-i Selâm ve Vehb İbn-i Münebbih ve Ebî Yâsir ve Şâmul (ki bu zat, Melik-i Yemen Tübba’ zamanında idi. Tübba’ nasıl gıyaben ve bi’setten evvel iman getirmiş, Şâmul de öyle.) ve Sa’ye’nin iki oğlu olan Esid ve Sa’lebe ki İbn-i Heyban denilen bir ârif-i billah bi’setten evvel Benî-Nadîr kabilesine misafir olmuş. قَرٖيبٌ ظُهُورُ نَبِىٍّ هٰذَا دَارُ هِجْرَتِهٖ demiş, orada vefat etmiş. Sonra o kabile Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ile harp ettikleri zaman Esid ve Sa’lebe meydana çıktılar, o kabileye bağırdılar: وَاللّٰهِ هُوَ الَّذٖى عَهَدَ اِلَيْكُمْ فٖيهِ ابْنُ هَيْبَانْ Yani “İbn-i Heyban’ın haber verdiği zat budur, onunla harp etmeyiniz!” Fakat onlar onları dinlemediler, belalarını buldular.

(Mektubat, 19. Mektup, 16. İşaret)


İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyet’e duhûl etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilale verdiler. Şöyle ki:

O necip kavm-i Arap, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiye idi. Vaktâ ki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin marifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiye nazarıyla değil belki istitraden yalnız istidlal için idi. Onların o hassas zevk-i tabiîlerine ilham eden, yalnız onların fıtratlarına münasip olan geniş ve ulvi muhitleri; ve safi ve müstaid olan fıtrat-ı asliyeleri talim ve terbiye eden yalnız Kur’an idi.

Bundan sonra kavm-i Arap sair akvamı bel’ ettiği gibi milel-i sairenin malûmatları dahi Müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat ise Vehb, Kâ’b gibi ulema-i ehl-i kitabın İslâmiyetlerinin cihetiyle Arapların hazain-i hayalatına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı safiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ulema-i ehl-i kitaptan İslâmiyet’e gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celalet ve tekemmül ettiklerinden malûmat-ı muzahrefe-i sâbıkaları makbule ve müselleme gibi oldular, reddedilmedi. Çünkü İslâmiyet’in usûlüne müsadim olmadığından hikâyat gibi rivayet olunur iken, ehemmiyetsizliği için tenkitsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ, sonra hak olarak kabul edildiler, çok şübeh ve şükûkata sebebiyet verdiler.

Hem de vaktâ ki şu İsrailiyat, Kitap ve Sünnetin bazı îmaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me’haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadîsin manaları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; sû-i ihtiyarlarıyla başka bir me’hazi bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zahir-perestler, bazı âyât ve ehadîsi o hikâyat-ı İsrailiyeye tatbik ederek tefsir eylediler.

Halbuki Kur’an’ı tefsir edecek, yine Kur’an ve hadîs-i sahihtir. Yoksa ahkâmı mensuh olduğu gibi kısası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. Evet, mâsadak ile mana ayrıdırlar. Halbuki mâsadak olmaya mümkün olan şey, mana yerine ikame olundu. Çok da imkânat vukuata karıştırıldı.

(Muhakemat)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  • Abdullah İbni Selam: Meşhur Yahudi alimlerinden olup en evvel müslüman olanlardandır
  • Ka'b El-Ahbar: Tabiinden olup Yemenli bir yahudi alimin oğlu olup Peygamberimizin vasıflarını Yahudi kitaplarında görüp imana gelmiştir.

Kaynakça[değiştir]