Süreyya

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Süreyya veya Ülker yıldızları Boğa takımyıldızında yer alan bir açık yıldız kümesidir. En meşhur ve çıplak göze en güzel gözüken yıldız gruplarındandır. Esasen, altısı rahat gözüken 7 yıldızdan oluşur ama toplamda 100'ün üzerinde yıldız içerir. Eski denizciler yalnızca Ülker'in gözüktüğü dönemlerde denize açılırlarmış. Bediüzzaman'ın da sıkça zikrettiği Arapça "Eyne's-serâ mine's-süreyyâ (Yer nerede, Ülker takım yıldızı nerede?)" ifadesi birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir. Yine "seradan süreyyaya" ifadesi vüsati ifade etmek için kullanılır. Bediüzzaman, Yasin suresinin 39. ayetini (Meali: 39- Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner.) tefsir ederken Kamerin bir menzilinin Süreyya yıldızlarının dairesinde olduğunu, özellikle Mayıs ayının sonlarında ay hilâl şeklini aldığında hurma dalına benzediğini ve Süreyya'nın yıldızlarının o dalın bir salkımı gibi olduğunu hatırlatır ve Kur'an'daki hurma dalı benzetmesinin letafetini ifade eder.[1]

Bilgiler[değiştir]

Diğer İsimleri: Ülker, M45, Pervin

Türü: Gök Cismi

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Sonra kamere baktım. وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدٖيمِ âyetinin gayet parlak bir nur-u i’cazı ifade ettiğini gördüm. Evet, kamerin takdiri ve tedviri ve tedbir ve tenviri ve zemine ve güneşe karşı gayet dakik bir hesapla vaziyetleri, o kadar hayret-feza, o derece hârikadır ki onu öyle tanzim eden ve takdir eden bir Kadîr’e hiçbir şey ağır gelmez. “Onu öyle yapan her şeyi yapabilir.” fikrini, temaşa eden her bir zîşuura ders verir.

Hem öyle bir tarzda güneşi takip ediyor ki bir saniye kadar yolunu şaşırmıyor, zerre kadar vazifesinden geri kalmıyor. Dikkatle bakana سُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ فٖى صُنْعِهِ الْعُقُولُ dedirtiyor. Hususan mayısın âhirinde olduğu gibi bazı vakitte ince hilâl şeklinde Süreyya menziline girdiği vakit, hurma ağacının eğilmiş beyaz bir dalı suretini ve Süreyya bir salkım suretini gösterdiğinden o yeşil sema perdesi arkasında, hayale nurani büyük bir ağacın vücudunu tahayyül ettirir. Güya o ağaçtan bir dalının bir sivri ucu, o perdeyi delmiş, bir salkımıyla beraber başını çıkarmış, Süreyya ve hilâl olmuş ve sair yıldızlar da o gaybî ağacın meyveleri olduğunu hayale telkin eder. İşte كَالْعُرْجُونِ الْقَدٖيمِ teşbihinin letafetini, belâgatını gör.

(Mektubat, 3. Mektup)


Mesela وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدٖيمِ deki كَالْعُرْجُونِ الْقَدٖيمِ kelimesine bak, ne kadar latîf bir üslubu gösteriyor. Şöyle ki: Kamerin bir menzili var ki Süreyya yıldızlarının dairesidir. Kameri, hilâl vaktinde hurmanın eskimiş beyaz bir dalına teşbih eder. Şu teşbih ile semanın yeşil perdesi arkasında güya bir ağaç bulunuyor ki beyaz, sivri, nurani bir dalı, perdeyi yırtıp başını çıkarıp, Süreyya o dalın bir salkımı gibi ve sair yıldızlar o gizli hilkat ağacının birer münevver meyvesi olarak işitenin hayalî olan gözüne göstermekle; medar-ı maişetlerinin en mühimmi hurma ağacı olan sahra-nişinlerin nazarında ne kadar münasip, güzel, latîf, ulvi bir üslub-u ifade olduğunu zevkin varsa anlarsın.

(Sözler, 25. Söz, 1. Şule, 1. Şua, 2. Suret, 3. Nokta)


ﺣَﺘَّﻰ ﻋَﺎﺩَ ﻛَﺎﻟْﻌُﺮْﺟُﻮﻥِ ﺍﻟْﻘَﺪِﻳﻢِ'in Bir Nüktesi

Biri dedi: "Kur'ân'da, kamer hilâl oldukça

ﻛَﺎﻟْﻌُﺮْﺟُﻮﻥِ ﺍﻟْﻘَﺪِﻳﻢِ

ile, Tenzil teşbih eylemiş, zahir zevke hoş gelmez, letâfeti görünmez."

Dedim: "Yahu süreyya, o unkud-u semavî, bir menzil-i kamerdir;

ﻗَﺪَّﺭْﻧَﺎﻩُ ﻣَﻨَﺎﺯِﻝَ hilâl ona kondukça, o misafir-i aziz, Küçük, beyaz eğilmiş bir dal ile bağlanmış, lü'lü' misal bir salkım; süreyya suretini, hilal ile gösterir; nazeninâne bir iz.

Güya azîm bir ağaç, semavat arkasında, durmuş da, her nasılsa sema yüzünü yırtmış onun sivri bir dalı, manzarası pek leziz.

Başı ondan çıkarmış, zeminlilere güler, der: "Ey insan çocukları! Bana da bir bakınız, ben mi letafetliyim.. ya hurma ağacınız?..

Unkudlu ağsanınız?" Saff-ı evvel muhatab, ebna-i nahl u sahra, bir zemine bir semaya bakar, orada ezhar ve esmar, burada hilâl ve yıldız.

(Asar-ı Bediiyye, Lemeat)

Süreyya (Ulviyet)[değiştir]

Yuha onların akıllarına! Süreyya derecesinde olan muhakkikînin efkâr-ı mücerredeleri, serâ derekesinde olan mukallidîn-i maddiyyunun efkâr-ı sefilesinden binler derece uzaktır.

(Muhakemat, 3. makale, 1. Maksat)


Münhasif Yıldız’ı dârülfünun et, tâ Süreyya kadar âlî olsun!

...

Süreyya’yı süpürge yapmaya, üfürmekle şemsi söndürmeye ihtimal veren; belâhetini ilan eder.

(Divan-ı Harb-i Örfî)


Hattâ benim gibi bir köylü adam, süreyya kadar ulvi olan idare-i umumîyi nazara alacak. Âmâl ve müyulatın filizlerini orada bağlayacak. Ve her bir fiil ve tavrının orada bir ihtizaz ile zîmedhal bulunacağından, himmeti Süreyya kadar teali ve ahlâkı o derece tekemmül ve efkârı memalik-i Osmaniye kadar tevessü edeceğinden Eflatunları, İbn-i Sinaları ve Bismarkları, Dekartları ve Taftazanîleri inşâallah geri bırakacak.

(Divan-ı Harb-i Örfî)

Sera-Süreyya (Vüs'at)[değiştir]

İşte şu sırdandır ki: İnsanlar Zat-ı Ahmediye’nin (asm) duasına âmin dedikleri gibi arş ve ferş ve serâdan süreyyaya kadar bütün mevcudat onun nuruyla iftihar edip, alâkadarlık gösteriyorlar. Zaten ubudiyet-i Ahmediyenin (asm) ruhu, duadır. Belki kâinatın harekâtı ve hidematı, bir nevi duadır. Mesela, bir çekirdeğin hareketi, Hâlık’ından bir ağaç olmasına bir nevi duadır.

(Sözler, 10. Söz, 5. Hakikat, Haşiye)


لَهُ الْمُلْكُ

Yani ferşten arşa, serâdan süreyyaya, zerrattan seyyarata, ezelden ebede kadar her bir mevcud, semavat ve arz, dünya ve âhiret, her şey onun mülküdür. Mâlikiyet mertebe-i uzması, tevhid-i a’zam suretinde onundur.

(Mektubat, 20. Mektup, 2. Makam, 4. Kelime)


Evet, kâinatın her tarafında, cüz’î ve küllî her şeyde, her nevide, kendini tanıttırmak ve sevdirmek içinde merhametkârane bir haşmet-i rububiyet, elbette o haşmete, o merhamete, o tanıttırmaya, o sevdirmeye karşı şükür ve takdis içinde bir geniş ve ihatalı ve şuurkârane bir ubudiyetle mukabele etmesi lâzım ve kat’îdir. Ve şuursuz cemadat ve erkân-ı azîme-i kâinat hesabına o vazifeyi ancak hadsiz melekler görebilir ve o saltanat-ı rububiyetin her tarafta, serâda süreyyada, zeminin temelinde, dışında hakîmane ve haşmetkârane icraatını onlar temsil edebilirler.

(Şualar, 11. Şua, 11. Mesele)

Sera-Süreyya (Zıtlık)[değiştir]

İşte Kur’an kıymettar bir maldır. Beşer kelâmı Cenab-ı Hakk’ın kelâmından ne kadar uzaksa o iki taraf o kadar, belki hadsiz birbirinden uzaktır. İşte, serâdan süreyyaya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasında bırakmak mümkün değildir. Hem ortası yoktur. Çünkü vücud ve adem gibi ve nakîzeyn gibi iki zıttırlar. Ortası olamaz.

(Mektubat, 26. Mektup, 1. Mebhas)


Bu fakir Said, Eski Said’den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmarenin gururundan gayet müthiş ve manevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh süreyyadan serâya, kâh serâdan süreyyaya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı.

(Lem'alar, 11. Lem'a, 3. Nükte)


Evet vahdetü’l-vücuddan bahseden; fikren serâdan süreyyaya çıkarak, kâinatı arkasında bırakıp nazarını arş-ı a’lâya diken, istiğrakî bir surette kâinatı ma’dum sayıp her şeyi doğrudan doğruya kuvvet-i iman ile Vâhid-i Ehad’den görebilir. Yoksa kâinatın arkasında durup kâinata bakan ve önünde esbabı gören ve ferşten nazar eden, elbette esbab içinde boğulup, tabiat bataklığına düşmek ihtimali var.

(Lem'alar, 28. Mektup)


Evet, Süreyya’yı serâda değil, semada aramak gerektir. Kur’an’ın maânîsini de esdafında ara. Yoksa karmakarışık olan senin cebinden arama, zira bulamıyorsun. Bulsan da sikke-i belâgat olmadığından Kur’an kabul etmez.

(Muhakemat, 1. Makale, 3. Mukaddime)


Mesela, hakiki bir mizanın iki gözünde iki şems, iki yıldız, iki dağ, iki yumurta, iki cevher-i fert hangisi bulunursa bulunsun, sarf olunacak aynı kuvvetle, hassas terazinin bir kefesi Süreyya’ya, bir kefesi serâya inebilir. İşte muvazene sırrı.

(Sünuhat)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]