Maide 32

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Maide 31Maide SuresiMaide 33: Sonraki Ayet

Meali: 32- İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları'na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler.

{Tarih boyunca dünyada İsrailoğulları savaşlar, ihtilâller, çeşitli para oyunları ve entrikalar çıkarmış, bu gibi olaylarda büyük rol oynamış, milyonlarca canın ve hesapsız servetin zayi olmasına sebep olmuşlardır.}

Kur'an'daki Yeri: 6. Cüz, 112. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Siyaset, Efkârın Âleminde Bir Şeytandır; İstiaze Edilmeli!

Siyaset-i medeni, ekserin rahatına feda eder ekalli. Belki ekall-i zalim, kendine kurban eder ekserîn-i avamı.

Adalet-i Kur’anî; tek masumun hayatı, kanı heder göremez, onu feda edemez değil ekseriyete, hattâ nev’in umumu…

Âyet-i مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ iki sırr-ı azîmi vaz’ediyor nazara. Biri: Mahz-ı adalet. Bu düstur-u azîmi

Ki fert ile cemaat, şahıs ile nev-i beşer, kudret nasıl bir görür; adalet-i İlahî, ikisine bir bakar. Bir sünnet-i daimî.

Şahs-ı vâhid, hakkını kendi feda ediyor. Lâkin feda edilmez, hattâ umum insana. Onun iptal-i hakkı hem irâka-i demi,

Hem zeval-i ismeti iptal-i hakk-ı nev’in hem ismet-i beşerin mislidir hem naziri. İkinci sırrı budur: Hodgâmî bir âdemî

Hırs ve heves yolunda bir masumu öldürse, eğer elinden gelse, hevesine mani ise harap eder dünyayı, imha eder benî-Âdem’i.

(Lemeat, Sözler)


Adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki:

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمٖيعًا

âyetin mana-yı işarîsiyle: Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi umumun selâmeti için feda edilmez. Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına rızasıyla olsa o başka meseledir.

Adalet-i izafiye ise: Küllün selâmeti için cüzü feda eder. Cemaat için ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenü’ş-şer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik ise adalet-i izafiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.

İşte İmam-ı Ali radıyallahu anh, adalet-i mahzayı Şeyheyn zamanındaki gibi kabil-i tatbiktir deyip hilafet-i İslâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukabilleri ve muarızları ise “Kabil-i tatbik değil, çok müşkülatı var.” diye adalet-i izafiye üzerine içtihad etmişler. Tarihin gösterdiği sair esbab ise hakiki sebep değiller, bahanelerdir.

(15. Mektup)


Birinci Sualleri: Ne için eskiden hürriyetin başında siyasetle hararetle meşgul oluyordun? Bu kırk seneye yakındır ki bütün bütün terk ettin?

Elcevap: Siyaset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-u esasîsi olan: “Selâmet-i millet için fertler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için her şey feda edilir.” diye bütün nev-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun sû-i istimalinden neş’et ettiğini kat’iyen bildim.

Bu kanun-u esasî-yi beşeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadığı için çok sû-i istimale yol açmış. İki harb-i umumî, bu gaddar kanun-u esasînin sû-i istimalinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zîr ü zeber ettiği gibi on cani yüzünden doksan masumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altında şahsî garazlar, bir cani yüzünden bir kasabayı harap etti. Risale-i Nur bu hakikati bazı mecmua ve müdafaatta ispat ettiği için onlara havale ediyorum.

İşte beşeriyet siyasetlerinin bu gaddar kanun-u esasîsine karşı arş-ı a’zamdan gelen Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’daki bu gelen kanun-u esasîyi buldum. O kanunu da şu âyet ifade ediyor:

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمٖيعًا

Yani bu iki âyet, bu esası ders veriyor ki: “Bir adamın cinayetiyle başkalar mes’ul olmaz. Hem bir masum, rızası olmadan bütün insana da feda edilmez. Kendi ihtiyarıyla, kendi rızasıyla kendini feda etse o fedakârlık bir şehadettir ki o başka meseledir.” diye hakiki adalet-i beşeriyeyi tesis ediyor. Bunun tafsilatını da Risale-i Nur’a havale ediyorum.

(Emirdağ Lahikası 2)


مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمٖيعًا وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَا اَحْيَا النَّاسَ جَمٖيعًا

Şu âyet haktır. Akla münafî olamaz. Hakikattır. Mücazefe, mübalağa içinde bulunamaz. Halbuki zahiri düşündürür.

Birinci Cümle: Adalet-i mahzanın en büyük düsturunu vaz'ediyor.

Der ki: Bir masumun hayatı, kanı, hattâ umum beşer için olsa da heder olmaz. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Cüz'iyatın külliye nisbeti bir olduğu gibi, hakkın dahi mizan-ı adalete karşı ayn-ı nisbettir. O nokta-i nazardan, hakkın küçüğü büyüğü olamaz.

Lâkin adalet-i izafiye cüz'ü külle feda eder. Fakat muhtar cüz'ün sarihan veya zımnen ihtiyar ve rıza vermek şartıyla; (Ene)ler (nahnü)ye inkılab edip, mezcî cemaat ruhu tevellüd ederek, külle feda olmak için ferd zımnen rızadade olabilir.

Bâzan nur, nar göründüğü gibi şiddet-i belâgat da mübalağa görünür.

Şurada nükte-i belâgat, üç noktadan terekküb ediyor:

Birincisi:

Beşerin fıtratındaki isti'dad-ı isyan ve tehevvür, gayr-ı mahdud olduğunu göstermektir. Hayra olduğu gibi, şerre dahi insanın kabiliyeti nâmütenahî gibidir. Hodgâmlık ile öyle insan olur ki, heves ve ihtirasına mani herşeyi, hattâ elinden gelirse dünyayı harab ve nev'-i beşeri mahvetmek ister.

İkincisi:

İstidad-ı fıtrînin haricde derece-i kuvvetini izharla, mümkini vaki' suretinde göstererek, nefsi zecr edip (demek o damar-ı gadr ve isyan çekirdeği güya bilkuvveden bilfiile çıkıp, imkânatı vukuâta inkılab ederek, müstaid olduğu semeratı verip, bir şecere-i zakkum suretinde hayalin nasb-ül aynına vazeder) tâ matlub olan teneffür ve inzicarı, nefsin dibine kadar işletilsin, irşadî belâgat böyle olur.

Üçüncüsü:

Kaziye-i mutlaka bâzan külliye ve kaziye-i vaktiye-i münteşire bâzan daime suretinde görünür. Halbuki bir ferd, bir zamanda hükme mazhar olsa, kaziyenin mantıkan sıdkına kâfidir. Ehemmiyetli bir kemmiyet olsa, örfen dahi doğrudur. Nasılki her mahiyette bazı hârikulâde efrad veya o nev'in nihayet derecede tekemmül etmiş bir ferdi veya her ferd için acib şeraite câmi' hârika bir zaman bulunur ki; sair efrad ve ezmine o ferde veya o zamana nisbeten, zerreler kadar... küçücük balıklar Balina balığına nisbeti gibidir.

Bu sırra binaen: Cümle-i ûlâ çendan zahiren külliye ise, fakat daime değildir. Fakat beşere katlin zaman cihetiyle en müdhiş ferdini nazara vaz'ediyor.Öyle zaman olur ki, bir kelime bir orduyu batırır; bir gülle otuz milyonun mahvına sebeb olur. Nasılki oldu da... Öyle şerait tahtında olur ki, küçük bir hareket insanı a'lâ-yı illiyyîne çıkarır. Öyle hal olur ki; küçük bir fiil, insanı esfel-i safilîne indirir.

Böyle kaziye-i mutlakada veya münteşire-i zamaniyede böyle haller, büyük bir nükte için nazara alınır. Böyle acib ferdler ve acib zamanlar ve haller mutlak, mübhem bırakılır.

Meselâ: İnsanlarda "Veli", cum'ada "dakika-i icabe", Ramazanda "Leyle-i kadir", esma-ül hüsnada "İsm-i a'zam", ömürde "ecel" meçhul kaldıkça; sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir.

Taayyün ettikçe, sairleri rağbetten düşer. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin seneye müreccahtır. Zîrâ vehim, ebediyete ihtimal verdiğinden, mübhemde nefsi kandırır. Muayyende ise, yarısı geçtikten sonra, darağacına tedricen takarrüb gibidir.

(Sünuhat)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]