Kehf 25

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Kehf 24Kehf SuresiKehf 26: Sonraki Ayet

Meali: 25- Onlar mağaralarında üç yüzyıl ve buna ilaveten dokuz yıl kalmışlardır.

{Buna göre Ashâb-ı Kehf, mağarada 309 yıl kalmış oluyorlardı. Bazı tefsirlerde bu sayının kamerî takvime göre olduğu belirtilmektedir. 309 kamerî yılın karşılığı ise milâdî üç asırdır. Rivayete göre ehl-i kitaptan bazıları, Ashâb-ı Kehf'in mağaraya girişinden itibaren Hz. Muhammed (s.a.)in zamanına kadar geçen sürenin 300 sene olduğunu iddia etmişlerdir ki, Allah Teâlâ, 26. âyeti ile onların bu iddiasını reddetmektedir:}

Kur'an'daki Yeri: 15. Cüz, 295. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Şu dünyada zamanın, fena ve zeval-i eşyadaki tesiratı gayet muhteliftir. Ve mevcudat ise mütedâhil daireler gibi birbiri içinde iken, hükümleri zeval noktasında ayrı ayrı oluyor. Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zahiren birbirine benzer fakat süratte birbirine muhaliftir. Öyle de insandaki cisim, nefis, kalp, ruh daireleri öyle mütefavittir.

Mesela, cismin bekası, hayatı, vücudu; bulunduğu bir gün, belki bir saat olduğu ve mazi ve müstakbeli ma’dum ve meyyit bulunduğu halde, kalbin hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar daire-i vücudu ve hayatı geniştir. Ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i hayatına ve vücuduna dâhildir.

İşte bu istidada binaen hayat-ı kalbî ve ruhîye medar olan marifet-i İlahiye ve muhabbet-i Rabbaniye ve ubudiyet-i Sübhaniye ve marziyat-ı Rahmaniye cihetiyle bu dünyadaki fâni ömür, bâki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve bâki bir ömrü intac eder ve bâki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer.

Evet, Bâki-i Hakiki’nin muhabbet, marifet, rızası yolunda bir saniye, bir senedir. Eğer onun yolunda olmazsa bir sene, bir saniyedir. Belki onun yolunda bir saniye, lâyemuttur, çok senelerdir. Ve dünya cihetinde ehl-i gafletin yüz senesi, bir saniye hükmüne geçer.

Meşhur böyle bir söz var ki:

سِنَةُ الْفِرَاقِ سَنَةٌ وَ سَنَةُ الْوِصَالِ سِنَةٌ

yani “Firakın bir saniyesi, bir sene kadar uzundur ve visalin bir senesi, bir saniye kadar kısadır.” Ben bu fıkranın bütün bütün aksine diyorum ki visal, yani Bâki-i Zülcelal’in rızası dairesinde livechillah bir saniye visal, değil yalnız böyle bir sene, belki daimî bir pencere-i visaldir. Gaflet ve dalalet firakı içinde değil bir sene, belki bin sene, bir saniye hükmündedir. O sözden daha meşhur şu söz var:

اَرْضُ الْفَلَاتِ مَعَ الْاَعْدَاءِ فِنْجَانٌ سَمُّ الْخِيَاطِ مَعَ الْاَحْبَابِ مَيْدَانٌ

hükmümüzü teyid ediyor.

Meşhur evvelki sözün sahih bir manası budur ki: Fâni mevcudatın visali madem fânidir, ne kadar uzun da olsa yine kısa hükmündedir. Senesi, bir saniye gibi geçer; hasretli bir hayal ve esefli bir rüya olur. Bekayı isteyen kalb-i insanî bir sene visalde, yalnız bir saniyecikte ancak zerre gibi bir zevkini alabilir. Firak ise saniyesi bir sene değil, senelerdir. Çünkü firakın meydanı geniştir. Bekayı isteyen bir kalbe, firak çendan bir saniye de olsa seneler kadar tahribat yapar. Çünkü hadsiz firakları ihtar eder. Maddî ve süflî muhabbetler için bütün mazi ve müstakbel, firakla doludur.

Şu mesele münasebetiyle deriz: Ey insanlar! Fâni, kısa, faydasız ömrünüzü; bâki, uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır, Bâki-i Hakiki’nin yoluna sarf ediniz. Çünkü Bâki’ye müteveccih olan şey, bekanın cilvesine mazhar olur.

Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekaya âşıktır ve madem bu fâni ömrü, bâki ömre tebdil eden bir çare var ve manen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek.

İşte o çare budur: Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. “lillah, livechillah, lieclillah” rızası dairesinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.

Bu hakikate işareten Leyle-i Kadir gibi bir tek gece, seksen küsur seneden ibaret olan bin ay hükmünde olduğunu nass-ı Kur’an gösteriyor. Hem bu hakikate işaret eden ehl-i velayet ve hakikat beyninde bir düstur-u muhakkak olan “bast-ı zaman” sırrıyla çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı mi’rac, bu hakikatin vücudunu ispat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor. Mi’racın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs’ati ve ihatası ve uzunluğu vardır. Çünkü o mi’rac yoluyla, beka âlemine girdi. Beka âleminin birkaç dakikası, şu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir.

Hem şu hakikate bina edilen beyne’l-evliya kesretle vuku bulmuş olan “bast-ı zaman” hâdiseleridir. Bazı evliya bir dakikada, bir günlük işi görmüş. Bazıları bir saatte, bir sene vazifesini yapmış. Bazıları bir dakikada, bir hatme-i Kur’aniyeyi okumuş olduklarını rivayet edip ihbar ediyorlar. Böyle ehl-i hak ve sıdk, bilerek kizbe elbette tenezzül etmezler. Hem o derece hadsiz ve kesretli bir tevatürle “bast-ı zaman” (Hâşiye[1]) hakikatini aynen müşahede ettikleri medar-ı şüphe olamaz.

Şu “bast-ı zaman” herkesçe musaddak bir nev’i, rüyada görünüyor. Bazen bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, geçirdiği ahvali, konuştuğu sözleri, gördüğü lezzetleri veya çektiği elemleri görmek için yakaza âleminde bir gün, belki günler lâzımdır.

Elhasıl: İnsan çendan fânidir. Fakat beka için halk edilmiş ve bâki bir zatın âyinesi olarak yaratılmış ve bâki meyveleri verecek işleri görmekle tavzif edilmiş ve bâki bir zatın, bâki esmasının cilvelerine ve nakışlarına medar olacak bir suret verilmiştir.

Öyle ise böyle bir insanın hakiki vazifesi ve saadeti: Bütün cihazatı ve bütün istidadatıyla o Bâki-i Sermedî’nin daire-i marziyatında esmasına yapışıp, ebed yolunda o Bâki’ye müteveccih olup gitmektir. Lisanı يَا بَاقٖى اَنْتَ الْبَاقٖى dediği gibi kalbi, ruhu, aklı, bütün letaifi هُوَ الْبَاقٖى، هُوَ الْاَزَلِىُّ الْاَبَدِىُّ، هُوَ السَّرْمَدِىُّ، هُوَ الدَّائِمُ، هُوَ الْمَطْلُوبُ، هُوَ الْمَحْبُوبُ، هُوَ الْمَقْصُودُ، هُوَ الْمَعْبُودُ demeli.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

(3. Lem'a)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İ’lem eyyühe’l-aziz! Denizlerde vukua gelen medd ve cezir gibi evliya arasında da bast-ı zaman, (Hâşiye[2]) tayy-ı mekân meselesi şöhret bulmuştur. Ezcümle Kitab-ı Yevakit’in rivayetine göre, İmam-ı Şa’ranî bir günde iki buçuk defa kocaman Fütuhat-ı Mekkiye namındaki büyük mecmuayı mütalaa etmiştir.

Bu gibi vukuat, istiğrab ile inkâr edilmesin. Zira bu gibi garib meseleleri tasdike yaklaştıran misaller pek çoktur. Mesela, rüyada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun. Eğer o saatte o işlere bedel Kur’an okumuş olsa idin, birkaç hatim okumuş olurdun.

Bu halet evliya için halet-i yakazada inkişaf eder. Zaman inbisat eder. Mesele ruhun dairesine yaklaşır. Ruh zaten zaman ile mukayyed değildir. Ruhu cismaniyetine galip olan evliyanın işleri, fiilleri sürat-ı ruh mizanıyla cereyan eder.

(Şemme, Mesnevi-i Nuriye)

İlgili Maddeler[değiştir]

  1. قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ âyetiyle وَلَبِثُوا فٖى كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنٖينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا âyeti “tayy-ı zaman”ı gösterdiği gibi وَاِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ âyeti de “bast-ı zaman”ı gösterir.
  2. Bast-ı zaman sırrıyla çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı mi’rac, bu hakikatin vücudunu ispat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor. Mi’racın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs’ati ve ihatası ve uzunluğu vardır. Çünkü mi’rac yoluyla beka âlemine girdi. Beka âleminin birkaç dakikası, bu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir.
    Hem bu hakikate binaen bazı evliya bir dakikada bir günlük işi görmüş. Bazıları, bir saatte bir senelik vazifesini yapmış. Bazıları, bir dakikada bir hatme-i Kur’aniyeyi okumuş oldukları gibi Risale-i Nur’un telifinde de bu bast-ı zaman hakikati çok defa vukua gelmiş.
    Ezcümle: On Dokuzuncu Mektup yüz elli sahifedir. Üç yüzden fazla mu’cizatı, kitaplara müracaat edilmeden ezber olarak dağ, bağ köşelerinde dört gün zarfında her gün üçer saat meşgul olmakla mecmuu on iki saatte telif edilmesi; Ramazan Risalesi, kırk dakikada telif edilmesi; Yirmi Sekizinci Söz, yirmi dakikada telif edilmesi bast-ı zamanın vukuunu ispat etmiştir.
    قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ âyeti tayy-ı zamanı gösterdiği gibi وَاِنَّ يَوْمًا عِنْدَ رَبِّكَ كَاَلْفِ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ âyeti de bast-ı zamanı gösterir.