Deve Kuşu

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
(Devekuşu sayfasından yönlendirildi)

Deve Kuşu kısa kanatları uçmaya elverişli olmayan fakat uzun bacaklarıyla çok hızlı koşabilen iri bir kuş türüdür. Tüyleri ve eti için dünya genelinde çiftliklerde yetiştirilir. Saatte 70 km/sa hızla en hızlı koşan kuştur. Yaşayan kuşlar içerisinde en büyük yumurtalara sahip canlılardır. Yaşayan en büyük kuşlardır. Boyları 2.5'ye kadar ulaşabilir. Sanılanın aksine kafalarını kuma gömme özellikleri yoktur. İsminin aksine, develerle bir akrabalığı da yoktur. Dinen etinin yenmesi caizdir.[1][2] Mimar Sinan Süleymaniye camisine muhtemelen böceklere karşı önleyici olduğu düşüncesiyle çok sayıda deve kuşu yumurtası yerleştirmişti.

Bediüzzaman deve kuşunu gaflet ile ilgili çeşitli bahislerde misal olarak vermiştir. Mesela ahireti görmezden gelip unutup dünyaya dalanları kafasını kuma soktuğunda avcıdan saklandığını zannneden deve kuşuna benzetmiştir. Yine insaniyet itibarıyla hayata âşık olan ve küfürde giden bir insanın gözünün önündeki bütün sevdiklerinden itikadınca ebedi olarak ayrılacağını zannettiği halde nasıl yaşayıp hayattan lezzet alabildiğini izah ederken "Uç” dendiğinde “Deveyim”, “Madem devesin yük taşı” dendiğinde “Kuşum” deyip zahmetinden kurtulan meşhur deve kuşu misalini verir. Yani kafir ölüp yok olacağını düşündüğünde Kur'an'ın haber verdiği ebedi yaşama ihtimaliyle, ahiret için çalış dendiğinde inançsızlığının verdiği ahiretin olmama ihtimaliyle kendi avutur.

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup dünyaya talip bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna… Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.

(14. Söz)


Sual: Eğer denilse: Dalalette öyle dehşetli bir elem ve bir korku var ki kâfir, değil hayattan lezzet alması, hiç yaşamaması lâzım geliyor. Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalı idi. Çünkü insaniyet itibarıyla hadsiz eşyaya müştak ve hayata âşık olduğu halde, küfür vasıtasıyla mevtini bir idam-ı ebedî ve bir firak-ı lâyezalî ve zeval-i mevcudatı ve ahbabının vefatlarını ve bütün sevdiklerini idam ve müfarakat-ı ebediye suretinde gözü önünde daima küfür vasıtasıyla gören insan, nasıl yaşayabilir? Nasıl hayattan lezzet alabilir?

Elcevap: Acib bir mağlata-i şeytaniye ile kendini aldatır, yaşar. Surî bir lezzet alır zanneder. Meşhur bir temsil ile onun mahiyetine işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Deniliyor: Deve kuşuna demişler “Kanatların var, uç!” O da kanatlarını kısıp “Ben deveyim.” demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler: “Madem deveyim diyorsun, yük götür!” O zaman kanatlarını açıvermiş “Ben kuşum.” demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş.

Aynen onun gibi; kâfir, Kur’an’ın semavî ilanatına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkuk bir küfre inmiş. Ona denilse: “Madem mevt ve zevali, bir idam-ı ebedî biliyorsun; kendini asacak olan darağacı göz önünde… Ona her vakit bakan, nasıl yaşar? Nasıl lezzet alır?” O adam, Kur’an’ın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: “Mevt idam değil, ihtimal beka var.” Veyahut deve kuşu gibi başını gaflet kumuna sokar, tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zeval-i eşya ona ok atmasın!

Elhasıl: O meşkuk küfür vasıtasıyla deve kuşu gibi mevt ve zevali idam manasında gördüğü vakit Kur’an ve semavî kitapların iman-ı bi’l-âhirete dair kat’î ihbaratı ona bir ihtimal verir. O kâfir, o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse: “Madem bâki bir âleme gidilecek, o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir.”

O adam şekk-i küfrî cihetiyle der: “Belki yoktur, yok için neden çalışayım?” Yani vaktâ ki o hükm-ü Kur’an’ın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle idam-ı ebedî âlâmından kurtulur ve meşkuk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i diniye meşakkati ona müteveccih olur, ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur.

Demek, bu nokta-i nazarda, mü’minden ziyade bu hayatta lezzet alır zannediyor. Çünkü tekâlif-i diniyenin zahmetinden ihtimal-i küfrî ile kurtuluyor ve âlâm-ı ebediyeden ise ihtimal-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu mağlata-i şeytaniyenin hükmü, gayet sathî ve faydasız ve muvakkattır.

İşte Kur’an-ı Hakîm’in küffarlar hakkında da bir nevi cihet-i rahmeti vardır ki hayat-ı dünyeviyeyi onlara cehennem olmaktan bir derece kurtarıp bir nevi şek vererek, şek ile yaşıyorlar. Yoksa âhiret cehennemini andıracak bu dünyada dahi manevî bir cehennem azabı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı.

İşte ey ehl-i iman! Sizi idam-ı ebedîden ve dünyevî ve uhrevî cehennemlerden kurtaran Kur’an’ın himayeti altına mü’minane ve mutemidane giriniz ve sünnet-i seniyesinin dairesine teslimkârane ve müstahsinane dâhil olunuz, dünya şakavetinden ve âhirette azaptan kurtulunuz!

(13. Lema)


Arkadaş! İslâmiyet, bütün insanlara bir nur bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünkü İslâmiyet’in telkinatıyla küfr-ü mutlak, inkâr-ı mutlak; şek ve tereddüde inkılab etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in’ikas ve tesirat sayesinde, kâfirlerin hayat-ı ebediye hakkında ümitleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılab etmez. Yalnız tereddütleri vardır. Tereddüt ise her iki tarafa baktırır. Deve kuşu gibi tam manasıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur.

(Katre, Mesnevi-i N.)


İ'lem.. Ey birader bil ki! İslâmiyet umumî ve âmm bir rahmettir. Hattâ kâfirlerin dahi dünya hayatlarındaki saadetlerine ve lezzetlerinin elîm elemlere kalbolmamasına sebeb, İslâmiyettir. Çünkü İslâmiyet, pek elîm olan ye'si ve şiddetli elemi mutazammın olan cuhudu ve küfr-ü mutlakı ve inkar-ı mahzı; şek ve tereddüde kalbettirdiği için, kâfirin zihninde Kur'anın sayhasıyla hayat-ı ebediyenin varlık ihtimali doğduğundan, dehşetli gam ve kederlerden bir derece müsterih olur. Hem adem-i yakînden dolayı da, diyanetin lâzımı olan tekliflerden de kurtulup (bir derece) istirahat eder.

Demek kâfir, bu vaziyetiyle deve kuşu gibidir. Nasıl ki deve kuşuna denilse: Madem kuşsun, uçsana! O ise: "Yok, ben deveyim" der. Öyle ise, yük götür denildiğinde, bu defa (kanatlarını açarak) "ben kuşum" der.

İşte şu desise-i şeytaniye ile, kâfır-i mütereddid ve müteşekkiki ve hem fâsık-ı mahrumu; kâfir-i mutlaka ve mü'min-i halise nisbeten beyne beynde bırakmış ve zahiren bir derece mes'ud kılmıştır.

(Katre, Mesnevi-i N. (Badıllı))


İ’lem eyyühe’l-aziz! Evham, şübehat, dalalatın menşe ve mahzenlerinden biri: Nefis, kendisini kader ve sıfât-ı İlahiyenin tecelliyat dairesinden hariç addeder. Sonra tecelliyata mazhar olanlardan birisinin mevkiinde kendisini farz eder, onda fena olur. Sonra başlar bazı teviller ile o şeyi de Allah’ın mülkünden, tasarrufundan çıkartır. Kendisinin girmiş olduğu şirk-i hafîye girdirir. Ve şirk-i hafîden aldığı bazı halleri o masuma da aksettirir.

Hülâsa: Nefs-i emmare, deve kuşu gibi aleyhine olan şeyi lehine zanneder. Veya sofestaî gibi münakaşa edenleridir ki vekilleri birbirini reddeder. تَعَارَضَا تَسَاقَطَا kabîlinden “Hiçbirisi de hak değildir.” diye hükmeder.

(Zerre, Mesnevi-i N.)


İ’lem eyyühe’l-aziz! Gafil nefis, âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünya ile bağlı bir menzil zannediyor. Bu itibarla nefsin elinde iki silah vardır. Dünyanın zeval ve fenasının eleminden kurtulmak için âhireti düşünmekle ümitvar olur. Âhiret için lâzım olan a’mal külfetine gelince, gaflet veya tegafül ile ondan da kendisini kurtarır.

Ölmüş olanların hayatta olmadıklarını düşünmüyor. Ancak sefere gidenler gibi görünmüyorlarsa da hayattadırlar diye zanneder. Ve ölüme o kadar ehemmiyet vermiyor.

Bazı dünyevî işlerini ebedîleştirmek için şöyle bir desisesi de vardır ki: “Matlublarımın dünyada semereleri olmasa da esasları âhiret ile muttasıl ve âhirette faydaları vardır.” diye müteselli oluyor. Mesela, ilim gibi “Dünyada menfaati olmasa bile âhirette faydası vardır.” diye iyi ciheti göstermekle, kötü ciheti altında yutturur.

Hülâsa: Nefis, deve kuşu gibidir. Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir.

(Zerre, Mesnevi-i N.)


İ’lem eyyühe’l-aziz! Senin önünde çok korkunç büyük meseleler vardır ki insanı ihtiyata, ihtimama mecbur eder.

Birisi: Ölümdür ki insanı dünyadan ve bütün sevgililerinden ayıran bir ayrılmaktır.

İkincisi: Dehşetli, korkulu ebed memleketine yolculuktur.

Üçüncüsü: Ömür az, sefer uzun, yol tedariki yok, kuvvet ve kudret yok, acz-i mutlak gibi elîm elemlere maruz kalmaktır.

Öyle ise bu gaflet, nisyan nedir? Deve kuşu gibi başını nisyan kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüğünü takarsın ki Allah seni görmesin veya sen onu görmeyesin. Ne vakte kadar zâilat-ı fâniyeye ihtimam ve bâkiyat-ı daimeden tegafül edeceksin?

(Onuncu Risale, Mesnevi-i N.)


Ey kardeş bil ki! Bütün evham ve şübehatın, belki de dalaletlerin mahzeni budur ki; nefsin, kendisini kader ve sıfat-ı İlahiyenin tecelli ettiği dairenin haricinde farz ve tevehhüm etmesidir. Sonra, da daire-i tecelliyattan vehm ile hariç kalmış ve ecnebileşmiş olan nefis, kendini öyle bir şeyin yerinde farzeder ki; o şeye kaderin tek bir taalluku ve esma-i İlahiyeden yalnız bir ismin tecellisi vardır. Ve bu farz ile o şeyde tam fani olur. Sonra da ecnebilik sıfatıyla tekrar o şeyi dahi daire-i mülkullahtan ve tasarruf-u kudretinden te'villerle çıkarmaya şürû' eder. İşte bu desise ile nefis, şeytanlara bile üstad ve muallim oluyor ki, onun şirk-i hafisinden tereşşuh eden halleri, o masum şeyin de içine akseyler.

Demek nefs-i emmare, şu haliyle deve kuşu gibidir ki; aleyhinde olan işlerde dahi kendi lehinde bir cihet görüyor. Hem sofestaî gibidir ki, münakaşa eden iki hasma, ayrı ayrı tarzda, birisine der: "Yahu işte senin hasmının delili, seni reddediyor." Öbürüne ise: "Yahu onun delili, seni butlan ile mahkum ediyor. Öyle ise hak, her ikinizin de canibinde değildir." der.

(Zerre, Mesnevi-i N. (Badıllı))


Ey insan bil ki; senin önünde çok korkunç, azîm mes'eleler vardır ki, her zîşuuru onlara karşı ihtimama mecbur ediyor.

O mes'elelerden birisi ölümdür ki; dünya ve mafihâdaki bütün sevdiklerinden bir firakındır.

Birisi de; dehşetli ehval içinde ebed-ül âbâd tarafına yapılacak olan sefer mes'elesidir.

Birisi de; sayılı, hududlu bir ömür içinde, sonsuz bir yolculuğun içerisinde, gayr-ı mahdud fakrın içindeki nihayetsiz aczindir ve hakeza!.. İşte sen, bu gibi azîm mes'eleleri boş vererek, unutup onlardan teamî etmişsin.. Tıpkı deve kuşu gibi ki; O, başını kum içinde saklayarak, gözlerini yumar, tâ ki avcı onu görmesin.

İşte ey nefis, daha sen ne zamana kadar geçici katrelere ihtimam gösterip, dehşetli denizlere aldırmayacaksın!?.

(Şemme, Mesnevi-i N. (Badıllı))

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

Kaynakça[değiştir]