Bakara 30

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Bakara 29Bakara SuresiBakara 31: Sonraki Ayet

Meali: 30- Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.

{Halife, vekil ve temsilci demektir. Allah, yeryüzünde iradesini temsil etmek üzere insanı yaratmış, orada ilâhî hükümranlığı gerçekleştirme görevini de ona vermiştir.}

Kur'an'daki Yeri: 1. Cüz, 5. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

(İşarat-ül İ'caz tefsirinde Bakara Suresinin 30. ayetinin tefsirine mahsus kısmın tamamına buradan erişebilirsiniz)

وَ اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّٖى جَاعِلٌ فِى الْاَرْضِ خَلٖيفَةً قَالُٓوا اَتَجْعَلُ فٖيهَا مَنْ يُفْسِدُ فٖيهَا وَ يَسْفِكُ الدِّمَٓاءَ وَ نَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَ نُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنّٖٓى اَعْلَمُ مَالَا تَعْلَمُونَ=

Yani: “Düşün o zamanı ki Rabb’in melaikeye hitaben: ‘Ben yerde bir halifeyi yaratacağım.’ dedi. Melaike de: ‘Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın? Halbuki biz, hamdinle seni tesbih ve takdis ediyoruz.’ dediler. Rabb’in de: ‘Sizin bilmediğinizi ben biliyorum.’ diye onlara cevap verdi.”

...

Bu âyetin, sâbık âyetle dört vecihle irtibatı vardır

Birinci Vecih

Bu âyetler, beşere verilen büyük nimetleri ta’dad ediyor. Birinci âyetle en büyük nimete işaret edilmiştir ki beşer, hilkatin neticesidir ve arzın müştemilatı ona teshir edilmiştir, istediği gibi tasarruf eder. Bu âyet ile de beşerin arza hâkim ve halife kılınmış olduğuna işaret edilmiştir.

İkinci Vecih

Üçüncü Vecih

Evvelki âyetle, canlı mahlukatın meskenleri olan arz ve semavata işaret edilmiştir. Bu âyet ile de o meskenlerin sakinleri olan beşer ve melaikeye işaret edilmiştir. Ve keza o âyet, hilkatin silsilesine; bu âyet ise zevi’l-ervahın silsilesine işaret etmişlerdir.

Dördüncü Vecih Evvelki âyette hilkatten maksat beşer olduğu ve Hâlık’ın yanında beşerin bir mevki sahibi bulunduğu tasrih edildiğinde sâmi’in zihnine geldi ki: “Bu kadar fesat, şürur ve kötülüğü yapan beşere bu kadar kıymet neden verildi? Cenab-ı Hakk’a ibadet ve takdis için şu fesatçı beşerin vücuduna hikmetin iktizası ve rızası var mıdır?”

Sâmi’in bu vesvesesini def’ için şöyle bir işarette bulundu ki: Beşerin o şürur ve fesatları, onda vedia bırakılan sırra mukabele edemez, affolur. Ve Cenab-ı Hak, onun ibadetine muhtaç değildir. Ancak Allâmü’l-guyub’un ilmindeki bir hikmet içindir.

Cümlelerin arasındaki irtibata geldik

وَاِذْ: Bu kelime وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلٖيمٌ cümlesine atıftır. Halbuki aralarında münasebet olmadığı gibi اِذْ diğer bir اِذْ i iktiza eder. Binaenaleyh böyle bir takdire lüzum vardır:

اِذْ خَلَقَ مَا خَلَقَ مُنْتَظَمًا وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ … الخ Bu takdirde, ikinci اِذْ birincisine atıf olur ve her iki cümle arasında da münasebet bulunur.

اِنّٖى جَاعِلٌ فِى الْاَرْضِ خَلٖيفَةً: Cenab-ı Hak müşavere yolunu öğretmek ile beşerin hilafetindeki hikmetin sırrını melaikeye istifsar ettirmek üzere bu cümleyi söyledi. Sâmi’in zihni, üç noktayı nazara alarak harekete geçti:

1- Melaike ne dediler?

2- Taaccüble hikmeti sordular.

3- Cinlere halife olmakla beraber, beşerde de kuvve-i gazabiye ve şeheviye halk edilmiştir. Bunlar, cinlerden daha ziyade fesat yapacaklardır.

İşte Kur’an-ı Kerîm قَالُٓوا اَتَجْعَلُ فٖيهَا مَنْ يُفْسِدُ فٖيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَ cümlesiyle o üç noktaya işaret etmiştir.

Melaikenin sual-i taaccüb ve istifsarları bittikten sonra sâmi’, Cenab-ı Hak’tan verilecek cevabı beklerken Kur’an-ı Kerîm قَالَ اِنّٖٓى اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ cümlesiyle cevap vermiştir. Yani “Eşya ve ahkâm, sizin malûmatınıza münhasır değildir. Adem-i ilminiz, onların vücuda gelmeyeceklerine sebep olamaz. Benim, beşerin hilkati hakkında bir hikmetim vardır; o hikmetin hatırası için fesatlarını nazara almam.” ferman etmiştir.

Cümlelerin heyet ve nüktelerine geldik

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ … الخ: Atfı ifade eden bu و münasebet-i atfiyenin iktizasına binaen وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ … الخ cümlesine matufun aleyh olmak üzere اِذْ خَلَقَ مَا خَلَقَ مُنْتَظَمًا cümlesinin takdirine işarettir.

Ve keza اِذْ zaman-ı maziyi ifade ettiği cihetle, sanki zihinleri geçmiş zamanların silsilesine götürür veya o silsileyi bu zamana getirir, ihzar eder ki zihinler, o zamanlarda vukua gelmiş olan hâdiseleri görsünler.

رَبُّكَ: Bu tabir, melaikenin aleyhine bir hüccet ve bir delildir. Yani “Allah seni terbiye etmiştir, hadd-i kemale eriştirmiştir ve seni beşere mürşid kılmıştır ki fesatlarını izale edesin. Demek, nev-i beşerin en büyük hasenesi sensin ki onların mefsedetlerini setrediyorsun.”

لِلْمَلٰٓئِكَةِ: Cenab-ı Hakk’ın müşavere şeklinde melaike ile yaptığı muhavere, melaikenin beşer ile fazla bir irtibat ve alâka ve münasebetleri olduğuna işarettir. Çünkü melaikenin bir kısmı insanları hıfzediyor, bir kısmı kitabet işlerini görüyor. Demek, insanlarla alâkaları ziyade olduğundan insanların ahvaline ehemmiyet veriyorlar.

اِنّٖى: Melaikenin اَتَجْعَلُ ile yaptıkları istifhamdan anlaşılan tereddütlerini reddetmekle, meselenin azamet ve ehemmiyetine işarettir.

اِنّٖى: Burada ى mütekellim-i vahde ile وَاِذْ قُلْنَا da mütekellim-i maalgayr zamirinin zikirlerinden şöyle bir işaret çıkıyor ki: Cenab-ı Hakk’ın halk ve icad fiilinde vasıtanın bulunmadığına, kelâm ve hitabında vasıtaların bulunduğuna işarettir. Bu nükteye delâlet eden başka âyetler de vardır. Ezcümle:

اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُ âyet-i kerîmesinde azamete delâlet eden نَا zamir-i cem’i, vahiyde vasıtanın bulunduğuna işaret olduğu gibi بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُ de müfred hükmünde olan lafza-i Celal, manaları ilham etmekte vasıtanın bulunmadığına işarettir.

جَاعِلٌ kelimesinin خَالِقٌ kelimesine tercihen zikri: Melaikenin medar-ı şüphe ve mûcib-i istifsarları, halk ve icad fiili değildir. Zira vücud hayr-ı mahzdır, halk Allah’ın fiilidir, Allah’ın fiili lâyüs’eldir. Ancak melaikeyi şüpheye davet eden ve istifsarlarına mûcib olan جَعل dir. Yani Cenab-ı Hakk’ın beşeri arzın tamirine tahsis etmesidir.

فِى الْاَرْضِ daki فٖى nin عَلٰى ya tercihi: Beşerin yer üstünde olduğu عَلٰى kelimesinin manasına muvafık ve münasip iken tercihen فٖى nin zikredilmesi, beşerin bir ruh gibi arzın cesedine nefh ve nüfuz ettiğine ve beşerin ölüp inkıraz etmesiyle arzın yıkılmasına işarettir.

خَلٖيفَةً: Bu tabir, arzın insanların hayatına elverişli şeraiti haiz olmazdan evvel arzda idrakli bir mahlukun bulunmuş olduğuna ve o mahlukun hayatına o zamandaki arzın evvelki vaziyetleri muvafık ve müsait bulunduğuna işarettir. خَلٖيفَةٌ tabirinin bu manaya delâleti, mukteza-yı hikmettir. Amma meşhur olan manaya nazaran o idrakli mahluk, cinlerden bir nevi imiş; yaptıkları fesattan dolayı insanlar ile mübadele edilmişlerdir.

قَالُٓوا اَتَجْعَلُ فٖيهَا مَنْ يُفْسِدُ فٖيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَ: Bu cümle müste’nifedir. Bu istînaftan anlaşılıyor ki Cenab-ı Hakk’ın melaike ile olan hitabı, sâmi’i şöyle bir suale mecbur etmiştir ki: “Acaba melaikeler komşuluklarına gelecek insanları nasıl karşılayacaklardır? Hem onlar ile beraber olmaya ve komşu olmaya rızaları var mıdır? Hem fikirleri nedir?” Kur’an-ı Kerîm قَالُٓوا اَتَجْعَلُ cümlesiyle o suali cevaplandırmıştır.

2. Sual

Sual: قَالُٓوا اَتَجْعَلُ … الخ cümlesi اِذْ قَالَ cümlesine ceza olduğuna nazaran, aralarında lüzum lâzımdır. Halbuki lüzum görünmüyor?

Cevap: Melaike arzın müekkelleri bulundukları cihetle arz, onların idaresinde olur. Bu itibarla insanların arza halife kılınması hakkında melaikenin fikirlerini izhar etmek lüzumu vardır.

قَالَ – قَالُوا tabirleri, mukavele ve muhavere şeklinde müşavere üslubunu insanlara öğretmek içindir. Yoksa Cenab-ı Hak müşavereden münezzehtir.

Melaikenin اَتَجْعَلُ ile yaptıkları istifhamdan maksat; جَعْل e itiraz, جَعْل i inkâr etmek değildir. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın fiillerine itiraz etmeye ismetleri manidir. Ancak جَعْل in sebebi mahfî olduğundan taaccüble sebep ve hikmetini sormuşlardır. جَعْل tabirinden anlaşılıyor ki insanın ahvali, vaziyetleri ne tabiatın iktizasıdır ve ne de fıtratın icabıdır ancak bir câilin ca’li iledir.

3. Sual

Sual: فٖيهَا: Mesafe pek kısa olduğu halde, ikinci فٖيهَا nin zikrine ne ihtiyaç vardır?

Cevap: Birinci فٖيهَا ile beşerin bir ruh gibi arza nüfuz etmesiyle arzı ihya etmesine, ikinci فٖيهَا ise beşerin fesadı dahi Azrail gibi arzın kalbine kadar pençesini sokup arzı imatesine işarettir. Demek beşer, bir taraftan arzın şifası için bir ilaç iken, diğer taraftan ölümünü intac eden bir zehirdir.

مَنْ: Beşerden kinayedir. Kinayenin tasrihe sebeb-i tercihi: Melaikenin maksadı, beşerin şahsiyeti olmayıp ancak kendilerine sakîl, ağır gelen bir mahlukun Allah’a isyan etmesine işarettir.

يُفْسِدُ: Fesadın “isyan”a bedel zikri, isyanlarının nizam-ı âlemin fesadına sebep olacağına işarettir. Devam ile teceddüdü ifade eden muzari sîgasıyla fesadın zikredilmesi, melaikenin asıl istemedikleri ve inkâr ettikleri ancak isyanlarının devam ve istimrar ile vukua geleceğine ait olduğuna işarettir. Melaike beşerin isyanlarının devam ve istimrarını ya Cenab-ı Hakk’ın i’lamıyla bilmişlerdir veya Levh-i Mahfuz’a bakıp ondan almışlardır veyahut insanlardaki kuvve-i gazabiye ve şeheviyeden anlamışlardır.

فٖيهَا: Kuvve-i şeheviye ile arzda fesat hasıl olur, kuvve-i gazabiyenin tecavüzüyle katl ve kıtale mahal olur. Halbuki arz, takva üzerine tesis edilmiş bir mescid hükmündedir.

و ise fesat ile sefk gibi iki rezileyi birbirine atıf ve cem’eder. Çünkü fesat, sefk-i dimâya sebeptir.

يَسْفِكُونَ nin يَقْتُلُونَ ye tercihen zikrinden anlaşılıyor ki sefk, zulmen yapılan katldir. Bu ise fesada daha münasiptir. Çünkü katlin ifade ettiği mana, katlin mubah kısmına da şâmildir. Cihadda veya bir cemaati kurtarmak için yapılan katller gibi ki bu katl, fesada münasip olmaz.

اَلدِّمَٓاءَ: Sefk kelimesinin delâlet ettiği irâka-i demdeki demi tekiddir.

وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ: Beşerin ca’lindeki hikmeti soran melaikeye, sanki şöyle bir itiraz vârid olmuştur: “Beşerin Allah’a yapacağı ibadet ve takdis, onun ca’line sebeb-i kâfi gelmez mi ki ca’linin hikmetini soruyorsunuz?” İşte “vav-ı haliye” ile zikredilen وَنَحْنُ نُسَبِّحُ … الخ cümlesi, güya o itirazı def’etmeye işarettir.

نَحْنُ: Maâsiden masum melaikenin cemaatlerinden kinayedir. Cümlenin cümle-i ismiye şeklinde zikredilmesi, tesbihin melaikeye bir seciye olduğuna ve melaikenin tesbihata mülazım ve müdavim olduklarına işarettir.

نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ: “Bizler, bütün ibadetlerin sana mahsus olduğunu kâinata ilan ve Cenab-ı Uluhiyet’ine lâyık olmayan şeylerden münezzeh olduğuna iman ve bütün evsaf-ı azamet ve celal ile muttasıf olduğuna itikad ediyoruz.”

وَنُقَدِّسُ لَكَ: Bu ل ya sıladır, bir manayı ifade etmez veya ta’lil ve sebebiyet içindir.

Birinci ihtimale göre نُقَدِّسُكَ takdirinde olur. Yani “Seni takdis ve tathir ediyoruz.” demektir.

İkinci ihtimale nazaran نُقَدِّسُ لِاَجْلِكَ takdirinde olur. Yani “Biz nefislerimizi, fiillerimizi günahlardan temizlemekle beraber, kalplerimizi mâsivandan çeviriyoruz.” demektir.

Bu و ise iki rezileyi cem’ ve birbirine atfeden يَسْفِكُ deki و ın aksine ve inadına olarak, biri takdis diğeri tesbih iki fazileti cem’ ve birbirine atfediyor.

قَالَ اِنّٖٓى اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ: Bu cümle, melaikenin istifsarından sonra “Acaba Cenab-ı Hak, istifsarlarına nasıl cevap verdi ve taaccüblerini ne ile izale etti ve beşerin onlara tercihindeki hikmet nedir?” diye sâmi’in kalbine gelen suale icmalî bir cevaptır, tafsili sonra gelecektir.

اِنّٖٓى اَعْلَمُ deki اِنَّ tahkiki ifade etmekle tereddüt ve şüpheyi def’etmek içindir. Bu ise müsellem olmayan nazarî hükümlerde olur. Halbuki burada Allah’ın halkın bilmediklerini bilmesi müsellem ve bedihî bir hükümdür, hâşâ melaikenin bu hükümde tereddütleri yoktur. Binaenaleyh burada bu اِنَّ Kur’an-ı Kerîm’in îcaz için ihtisaren icmal ettiği birkaç cümleye işarettir:

1- Beşerdeki maslahatlar ve beşerin hayr-ı kesîre nisbeten mefsedetleri, şerr-i kalildir. Şerr-i kalil için hayr-ı kesîri terk etmek, hikmete muhaliftir.

2- Beşerin hilafete olan sırr-ı liyakati, melaikece meçhul, Hâlıkça malûmdur.

3- Beşerin onlara tercih hakkını veren hikmet, melaikece meçhuldür.

4- اِنَّ nin ifade ettiği tahkik, bazen sarîh hükme değil, cümlenin bir kaydından istifade edilen zımnî bir hükme râci olur. Burada اِنَّ nin tahkiki لَا تَعْلَمُونَ kaydından istifade edilen hükm-ü zımnîye râcidir. Yani “Sizler muhakkak bilmiyorsunuz ve keza Allah’ın ilmi lâzım, beşerin vücudu melzumdur.” Bu cümlede ilm-i İlahînin vücuduna delâlet eden اَعْلَمُ den, beşerin vücuda geleceği tebarüz eder. Çünkü اَعْلَمُ nün delâletine göre, ilm-i İlahî taalluk ve tahakkuk etmiştir. Öyle ise beşerin vücudu herhalde olacaktır.

Melaikeye verilen o icmalî cevabın tahkiki hakkında اِنَّ اللّٰهَ عَلٖيمٌ حَكٖيمٌ âyetinden şöyle bir izahat alınabilir ki: Cenab-ı Hakk’ın ef’ali hikmetlerden, maslahatlardan hâlî değildir. Öyle ise mevcudat, halkın malûmatında münhasır değildir. Öyle ise melaikenin adem-i ilimleri, beşerin adem-i vücuduna delil olamaz.

Ve keza Cenab-ı Hak hayr-ı mahz olarak melaikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halk etmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kādir ve câmi’ olarak dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki beşerin şeheviye ve gazabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlup olursa beşer, mücahedesinden dolayı melaikeye tefevvuk eder. Aksi halde hayvanattan daha aşağı olur çünkü özrü yoktur.

(Bakara 30. Ayet, İşarat-ül İ'caz)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]