Bakara 22

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Bakara 21Bakara SuresiBakara 23: Sonraki Ayet

Meali: 22- O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın.

Kur'an'daki Yeri: 1. Cüz, 3. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

(İşarat-ül İ'caz tefsirinde Bakara Suresinin 21.-22. ayetlerinin tefsirine mahsus kısmın tamamına buradan erişebilirsiniz)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذٖى خَلَقَكُمْ وَ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ۞ اَلَّذٖى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِهٖ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Yani “Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabb’inize ibadet ediniz ki takva mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabb’inize ibadet ediniz ki arzı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın. Öyle ise Allah’a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki Allah’tan başka mabud ve hâlıkınız yoktur.”

...

Sonra Kur’an-ı Kerîm’de Mabud’un vücuduna ait âfakî delillerin en karibine جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve bu işaretten, arzın bu şekle getirilmesiyle nev-i beşere ve sair hayvanata kabil-i sükna olarak hazır bulundurulması ancak Allah’ın ca’liyle (yapmasıyla) olup tabiatın ve esbabın tesiriyle olmadığına bir remiz vardır. Çünkü tesir-i hakikinin esbaba verilmesi, bir nevi şirktir.

وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً cümlesiyle, Sâni’in vücuduna olan âfakî delillerden en basit ve en yükseğine işaret edilmiştir.

Sonra mürekkebat ve mevalidin vücud-u Sâni’e vech-i delâletlerine وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً …الخ cümlesiyle işaret edilmiştir.

Sonra geçen delillerin her birisi ale’l-infirad, yani birer birer Sâni’in vücuduna delâlet ettiği gibi heyet-i mecmuası da Sâni’in vahdetine işarettir.

Sonra nimetlerin menşei ve menbaı olan âlemin nizamına işaret eden o cümlelerin suret-i tertibi رِزْقًا لَكُمْ ün delâletiyle beraber, Mabud’un ibadete müstahak olduğuna delâlet eder. Çünkü ibadet, şükürdür. Şükür, mün’ime edilir; yani nimetleri veren zata şükretmek vâcibdir.

Sonra رِزْقًا لَكُمْ cümlesinden, arz ve arzdan çıkan mevalid, yani arzın semereleri insanlara hâdim oldukları gibi insanlar da onların Sâni’ine hâdim olmaları lâzım olduğuna bir remiz vardır.

فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا cümlesi ise geçen cümlelerin her birisiyle alâkadardır. Yani Rabb’inize ibadet yaptığınızda şerik yapmayınız.

Zira Rabb’iniz ancak Allah’tır. Sizi, neviniz ile beraber halk eden odur. Ve arzı size mesken olarak hazırlayan odur. Semayı sizin binanıza dam olarak yaratan odur. Ve sizin rızık maişetinizi tedarik için suları gönderen odur.

Hülâsa, bütün nimetler onundur, öyle ise bütün şükürler ve ibadetler de ancak onadır.

...

اَلَّذٖى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً: Kur’an-ı Kerîm, bu cümle ile beyan ettiği kudret-i İlahiyenin azametiyle insanları ibadete teşvik edip heyecana getiriyor. Şöyle ki:

Ey insanlar! Arz ve semayı sizlere mutî ve hizmetkâr yapan zat, yaptığı şu iyiliğe karşı ibadete müstahaktır; ibadetini ediniz.

Ve keza insanların faziletine ve yüksek bir kıymete mâlik olduğuna ve indallah mükerrem bulunduğuna bir îmadır. Sanki beşere emrediyor:

Ey beşer! Yüksek ve alçak bütün ecramı sizin istifadenize tahsis etmekle sizlere bu kadar i’zaz ve ikramlarda bulunan Cenab-ı Hakk’a ibadet ediniz! Ve sizlere yaptığı keramete karşı liyakatinizi izhar ediniz.

Ve keza esbab ve tabiata tesirin verilmesini reddediyor. Şöyle ki:

Ey insan! Şu gördüğünüz yerler, gökler; sıfatlarıyla beraber bir Hâlık’ın halkıyla, kasdıyla, tahsisiyle ve bir nâzımın nazmıyla husule gelip bu intizamı bulmuşlardır. Kör tabiatın bu kadar büyük şeylerde yeri olmadığı gibi en küçük şeylerde de yeri yoktur.

Ve keza sıfatlar da mümkinattan oldukları cihetle, Sâni’e delâlet ettiklerine işarettir. Zira cisimleri teşkil eden zerreler, büyüklük küçüklük, çirkinlik güzellik gibi gayr-ı mütenahî ahval ve keyfiyetleri kabul etmekte müsavidirler. Yani bir zerrenin, bin keyfiyeti kabul etmeye kabiliyeti vardır ve bir halet, binlerce zerrelere hal olabilir.

Binaenaleyh güzellik gibi bir sıfat, binlerce zerrelere ve dolayısıyla cisimlere sıfat olabildiği halde, o kadar imkânat ve ihtimaller içinde muayyen bir cisme tayin edildiği zaman; herhalde bir kasd ile, bir hikmet altında, bir zatın irade ve tahsisiyle, binlerce cisimler arasında o cisim, o sıfata mevsuf kılınmıştır.

لَكُمُ: Bu ل ihtisas için değildir ancak sebebiyeti ifade ediyor. Yani arzın tefrişine sebep yani vesile, insandır. Bu misafirhanedeki ziyafet onun namına verildi. Fakat istifade, insanlara mahsus ve münhasır değildir. Öyle ise insanların ihtiyacından, istifadesinden fazla kalana abes denilemez.

فِرَاشًا: Bu tabir, garib bir nükte-i belâgata işarettir. Çünkü arzın sıkletinden dolayı suya batıp kaybolması tabiatının icabatından olduğu halde, Cenab-ı Hak merhametiyle bir kısmını dışarıda bırakarak, insanlar için bir mesken ve nimetlerine bir maide, yani bir sofra olmak üzere tefriş etmiştir.

Ve keza فِرَاشًا tabirinden anlaşılıyor ki arz, bir hanenin tabanı gibi insan ve hayvanlara ferş ve bast edilmiştir. Öyle ise arzdaki nebatat ve hayvanat, hanedeki efrad-ı aile ile erzak vesaire gibi levazım-ı beytiye hükmündedir.

Ve keza فِرَاشًا tabirinden anlaşılıyor ki arz taş gibi katı ve sert değildir ki kabil-i sükna olmasın ve su gibi mayi de değildir ki ziraat ve istifadeye kabil olmasın. Belki orta bir vaziyette yapılmıştır ki hem mesken hem mezraa olsun. Bu iki faydanın taht-ı temine alınması, elbette ve elbette bir maksat, bir hikmet ve bir nizam ile olabilir.

وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً: Semanın insanlara bir sakf, bir dam gibi yapılması, yıldızların o damda asılı kandiller gibi olmalarını istilzam eder ki teşbih tamam olsun. Öyle ise gayr-ı mütenahî şu boşlukta dağınık bir şekilde yıldızların bulunması, akılları hayrette bırakan nizam ve intizamlı vaziyetleri, kör tesadüfe isnad edilemez.

2. Sual

Sual: İnsan, arza nisbeten bir zerredir. Arz da kâinata nazaran bir zerredir; ve keza insanın bir ferdi, nevine nisbeten bir zerredir; nev’i de sair ortakları bulunan enva içinde bir zerre gibidir. Ve keza aklın düşünebildiği gayeler, faydalar hikmet-i ezeliye ve ilm-i İlahîdeki faydalara nisbeten bir zerreden daha aşağıdır. Binaenaleyh böyle bir âlemin insanın istifadesi için yaratılmış olduğu akla giremez?

Cevap: Evet, zahire bakılırsa insan bir zerre hükmündedir. Fakat insanın taşıdığı ruha, kafasına taktığı akla, kalbinde beslediği istidatlara nazaran bu âlem-i şehadet dardır, istiab edemez. Ancak o ruhun arzularını ve o aklın fikirlerini ve o istidatların meyillerini tatmin ve temin edecek, âlem-i âhirettir.

Ve keza istifade hususunda müzahame, mümanaa ve tecezzi yoktur; bir küllînin cüz’iyatına nisbeti gibidir. Nasıl ki bir küllî bütün cüz’iyatında mevcud olduğu halde, ne o küllîde tecezzi ve inkısam olur ve ne de cüz’iyatında müzahame ve müdafaa olur. Küre-i arzdan da binlerce müstefid olsa ne aralarında bir müzahame olur ve ne küre-i arzda bir noksaniyet peyda olur. Yalnız insanın indallah kerameti olduğu için âlem-i şehadetin yaratılışında insan, ille-i gaiye menzilesinde gösterilmiştir. Ve insanın hatırı için bütün envaa bir umumî ziyafet verilmiştir. Bu ise bütün âlemin faydaları insana münhasır olup başkalara hiçbir faydası yoktur demek değildir.

وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِهٖ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ

İnzalin Cenab-ı Hakk’a olan isnadından anlaşılıyor ki yağmurun katreleri başıboş değildir ancak bir hikmet altında ve bir mizan-ı kasdî ile inerler. Çünkü o mesafe-i baîdeden gelmek ile beraber; rüzgâr ve hava da müsademelerine yardımcı olduğu halde, katrelerin aralarında müsademe olmuyor. Öyle ise o katreler başıboş olmayıp gemleri, onları temsil eden meleklerin elindedir.

مِنَ السَّمَٓاءِ: Sema kelimesinin zikri geçtiğine nazaran, makam zamirin yeri olduğu halde ism-i zahir ile zikredilmesi, yağmurların sema cirminden değil sema cihetinden geldiğine işarettir. Çünkü sebkat eden sema kelimesinden maksat, cirmdir.

مَٓاءً: Semadan gelen karlar, dolular, sular olduğu halde yalnız suların zikredilmesi, en büyük istifadeyi temin eden, su olduğuna işarettir. مَٓاءً kelimesinde tenkiri ifade eden tenvin ise yağmur suyunun acib bir su olup nizamı garib, imtizacat-ı kimyeviyesi size meçhul olduğuna işarettir.

فَاَخْرَجَ deki ف müddet ve mühlet olmaksızın takibi ifade eder. Buna binaen semeratın ihracı, yağmurun inzali akabinde bir müddet ara vermeden husule gelmesi lâzımdır. Halbuki ihraç ile inzal arasında hayli bir zaman vardır. Öyle ise اَخْرَجَ, اَنْزَلَ ye atıf değildir. Ancak inzali takip eden fiillerin silsilesi ortadan kaldırılarak, o fiillerin neticesi hükmünde olan اَخْرَجَ, اَنْزَلَ ye atfedilmiştir. Takdir-i kelâm şöyle olsa gerektir:

وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاهْتَزَّتِ الْاَرْضُ وَرَبَتْ وَاَخْضَرَتْ وَاَنْبَتَتْ فَاَخْرَجَ بِهٖ مِنَ الثَّمَرَاتِ

Bu itibarla inzali takip eden اِهْتَزَّتْ fiilidir. ف nin de asıl mevkii اِهْتَزَّتْ dir.

بِهٖ deki ب harfi, sebebiyet ile karışık ilsak manasınadır. Yani su, semeratın husulüne sebep olduğu gibi semerata mülsak, karışık, yapışık olduğundan da semeratın taravet ve tazeliğini muhafazaya vesiledir.

مِنَ الثَّمَرَاتِ deki مِنْ beyan ile karışık iptidayı ifade eder. Bu itibarla اَخْرَجَ ye mef’ul olamaz. Ancak sâmi’in fehmine göre tayin edilen mef’ulü mukadderdir. مِنَ الثَّمَرَاتِ ise o mef’ule beyandır. Takdir-i kelâm فَاَخْرَجَ بِهٖ اَنْوَاعًا مِنَ الثَّمَرَاتِ şeklindedir.

Nekre olarak رِزْقًا nın zikredilmesi, bu rızkın nereden ve ne ile husule geldiği size meçhul olduğuna işarettir.

لَكُمْ deki ل ecliyet ve sebebiyet içindir. Yani siz rızkın gelmesine sebepsiniz amma istifadesi size mahsus ve münhasır değildir ve başkalar da tebean istifadeye şeriktirler.

Ve keza Cenab-ı Hak sizlere nimetlerini tahsis ettiği gibi sizin de şükrünüzü ona tahsis etmeniz lâzım geldiğine işarettir.

فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا: Başta bulunan ف geçen dört fıkraya bakıyor. Yani “Odur Mabud, şerik yapmayınız. Odur Kādir-i Mutlak, şerikini itikad etmeyiniz. Odur Mün’im, şükründe şerik yapmayınız. Odur Hâlık, başka bir hâlık tahayyül etmeyiniz.”

تَجْعَلُوا: Bu tabirin تَعْتَقِدُوا tabirine tercihi, onların Allah’a isnad ettikleri şeriklerin ve misillerin aslı ve hakikati olmadığı için o uydurma şeriklerin itikad edilecek şeyler olmadığına ancak uydurma, ca’lî şeyler olduklarına işarettir.

لِلّٰهِ: Lafza-i Celal’in اَنْدَادًا üzerine takdimi, Allah’ın daima hazır olduğunu düşünmek lüzumuna; ve nehyin menşei, şerikin Allah için yapılışı olduğuna işarettir.

اَنْدَادًا: Endad “nidd”in cem’idir. “Nidd” ise “misil” manasınadır. Halbuki Cenab-ı Hakk’a yapılan misil, onun zıddı olur. Bir şey hem zıt hem misil olamaz ve bir şeyin zıddı, ona misil olamaz. Öyle ise mislin bulunması, mislin muhaliyetini istilzam eder. “Endad”ın sîga-i cem’ ile zikri, müşriklerin cehaletine işarettir. Yani “Hiçbir cihetten bir benzeri olmayan Cenab-ı Hakk’a nasıl bir sürü misil ve zıt yapıyorsunuz?”

Ve keza bütün enva-ı şirkin reddine işarettir. Yani “Ne zatında ve ne sıfâtında ve ne ef’alinde şeriki, şebihi yoktur.”

Ve keza Vesenî, Sabiî, ehl-i teslis, ehl-i tabiat gibi fırak-ı dâllenin tevehhüm ettikleri şeriklerin tabakalarına işarettir.

İhtar: Vesenî mezhebinin menşei; yıldızları ilah itikad etmek, hulûlü tahayyül etmek, cismiyeti tevehhüm etmek gibi gülünç şeylerdir.

وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ: Bu cümle ile âyetlerin sonunda zikredilen emsali cümleler, İslâmiyet’in menşei ilim, esası akıl olduğuna işaret eder. Binaenaleyh İslâmiyet’in hakikati kabul ve safsatalı evhamı reddetmek, şanındandır.

تَعْلَمُونَye bir mef’ulün terki, çok mef’ullerin takdirine sebep olmuştur. Demek, îcaz ve ihtisarı yapmakla itnab ve uzatmaktan kaçar iken daha ziyade itnaba, tatvile sebep olmuştur. Yani Allah’tan başka mabudunuz olmadığını, hâlıkınızın bulunmadığını, başka bir kādir-i mutlak olmadığını ve mün’iminizin bulunmadığını bilirsiniz. Keza bilirsiniz ki onların uydurdukları âlihe ve esnam, bir şeye kādir olmayıp onlar da mahluk ve mec’ul şeylerdir.

(Bakara 21.-22. Ayetler, İşarat-ül İ'caz)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]