Ankebut 41

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Ayet: Ankebut 40Ankebut SuresiAnkebut 42: Sonraki Ayet

Meali: 41- Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir; halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi!

{Allah'tan başkasını dost edinerek kendilerine destek arayanların durumu, âyette örümceğe benzetilmiştir. Âyette özlü olarak ifade edildiği üzere, örümcek bütün bütün evsiz değildir, kendine bir yuva edinir; fakat örümcek yuvasının çürüklüğü meşhur meseldir. İşte örümceğin edindiği yuva ne kadar zayıfsa, Allah'tan başkasının destek ve himayesine güvenenlerin tutamağı da öylesine çürüktür.}

Kur'an'daki Yeri: 20. Cüz, 400. Sayfa

Tilavet Notları:

Diğer Notlar:

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[değiştir]

Evvela: Bugünlerde Sure-i Ankebut’ta

مَثَلُ الَّذٖينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

âyetini okurken birden şiddetli bir vehim geldi ki: “En zayıf hane örümceğin hanesidir. Allah’a şerik yapanlar faraza bilseler. Yani imana gelmeyen Kureyş rüesaları eğer bilseler…” manasında olan bu âyetin belâgatına münasip bir vaziyet görülmedi.

Birden aynı zamanda Zülfikar Mu’cizat-ı Ahmediye’yi tashih için açtım. Birden şu satırlar nazarıma ilişti:

Birinci Hâdise: Manevî tevatür derecesinde bir şöhret ile Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, Ebubekir-i Sıddık ile küffarın tazyikinden kurtulmak için tahassun ettikleri Gār-ı Hira’nın kapısında, iki nöbetçi gibi iki güvercinin gelip beklemeleri ve örümcek dahi perdedar gibi hârika bir tarzda, kalın bir ağ ile mağara kapısını örtmesidir. Hattâ rüesa-yı Kureyş’ten, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın eliyle Gazve-i Bedir’de öldürülen Übeyy İbn-i Halef mağaraya bakmış. Arkadaşları demişler: Mağaraya girelim. O demiş: Nasıl girelim? Burada bir ağ görüyorum ki Muhammed (asm) tevellüd etmeden bu ağ yapılmış gibidir.

Birden bu âyet-i kerîmenin iki harfinde yani لَوْ harflerinde bir mu’cize gördüm ki benim vehmim yerine yüksek bir lem’a-i i’cazı bildim. Şöyle ki:

Sure-i Ankebut Mekke’de nâzil olduğu için Kureyş’in imana gelmeyen reisleri Peygamber aleyhissalâtü vesselâma sû-i kasd edeceklerini ve o sû-i kasdın içinde en zayıf ve en küçük bir hayvan olan bir örümcek o reislerin o şiddetli hücumlarına karşı mukabele edip galebe edecek.

Yani örümceğin hanesi olan ağ en zayıf bir perde iken o kuvvetli reisleri mağlup edeceğini göstermekle âyet diyor ki: “En zayıf bir hayvana mağlup olacaklarını faraza bilseydiler, bu cinayete ve bu sû-i kasda teşebbüs etmeyeceklerdi.”

İşte اَلْيَوْمَ نُنَجّٖيكَ بِبَدَنِكَ âyetinde bir kelime ile bir mu’cize-i tarihiye gösterildiği gibi (Hâşiye[1]) Mekke’de nâzil olan bu surenin de bu لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ âyetinde görülen remiz ile Gār-ı Hira hâdisesinde hârika bir hıfz-ı İlahîye ve ihbar-ı gaybî nevinden bir mu’cize-i Nebeviyeye işaret ile bir lem’a-i i’caz gösterip o sureye Ankebut namı vermek ve onun ehemmiyetsiz ağına ehemmiyet vermek tam yerinde olup bu âyete gelen şüphe ve evhamları esasıyla reddettiğini gördüm.

Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrettim ki Kur’an’ın surelerinde ve âyetlerinde hattâ cümlelerinde ve kelimelerinde de i’caz lem’aları olduğu gibi harflerinde de vardır bildim.

(Emirdağ Lahikası 2)


İhticac ve İstidlal Makamında

4-

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَاراً

Bakara, 2/17

5-

اَوْكَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ فٖيهِ ظُلُمَاتٌ

Bakara, 2/18

6-

مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اِتَّخَذَتْ بَيْتًا

Ankebut, 29/41

7-

نْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَابِيًا وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَٓاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُ

Raad, 13/17

8-

وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَآءً

Bakara, 2/171

9-

ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا رَجُلًا فِيهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَكِسُونَ وَرَجُلًا سَلَمًا لِرَجُلٍ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًا

Zümer, 39/29

Ve daha bunlara başka ayetleri kıyasla..

Kısacık birer meâlleri:

4- [Münafıkların hali; Karanlık içinde kalmış kimselerin, etraflarını görebilmek için ateş yakanların misali gibidir.

5- [... ya da gökten süratlice inen içi karanlıklı yağmur danelerine tutulanların misalidir...)

6- (Allahın gayrisini uluhiyet ve mabudiyet noktasından dost ittihaz edenlerin meseli, örümcek gibidir ki; o, kendine bir ev ittihaz etmiştir. Eğer onlar bilse idiler ki, Ankebûtun evi, evlerin en zaif ve ehvenidir..]

Lâkin asıl hakikî mealine geçiyoruz ki, Hz. Üstad Bediüzzaman 1949-1953 lerde 2. kez Emirdağında kalebend iken, bu ayetin bir kısmını, bakınız ne kadar, Kur'anın i'cazına uygun meallendirmiş:

"İmana gelmeyen Kureyş reisleri Peygambere (A.S.M.) su-i kasd edeceklerini ve o su-i kasdın içinde, en zaif ve en küçük bir hayvan olan örümcek o reislerin o şiddetli hücumlarına karşı mukabele edip galebe edecek. Yani: Örümceğin hanesi olan ağ, en zaif bir perde iken, o kuvvetli reisleri mağlub edeceğini göstermekle, ayet diyor ki: "En zaif bir hayvana mağlub olacaklarını faraza bilse idiler bu cinayete, bu su-i kasda teşebbüs etmiyeceklerdi." (Emirdağ Lâhikası-2 sh: 127)

7- [Cenab-ı Allah semadan suyu inzal eyleyerek akıttı.. O su ile dolabildiği kadar vadiler, dereler dolup taşdı. Akıp giden su seyllerinin yüzündeki köpükleride beraberinde götürdü. Akan seylin üstünde köpükler olduğu gibi; kap-kacak yapımında, ateşte erittiğiniz madenlerin bir çeşit köpüğü mesabesinde olan pas ve zengarı da ateş ile eriyip gidiyor.]

8- [İman etmeyip inkâr eden kafirler; kelamın, (hakkın) manasını anlayıp bilmeyen, ancak bir ıslıklı ses, ya da çığlık gibi bir nidadan anlayan hayvanlar gibidirler...]

9- [Cenab-ı Allah meselleri, temsilleri darbeyler ki, hakikatlerin özü anlaşılsın.. Ki mesela: Bir recül (köle) vardır ki, birkaç ortağın malıdır. O ortaklar bu kölenin üstünde çekişirler.. bir adamda (köle) vardır ki, bir tek efendisi, sahibi vardır; elbette ki bunun üstünde hiçbir münakaşa mevzu-u bahis değildir. İşte acaba bu ikisinin hali birbiriyle hiç müsavi olur mu?] (Onun gibi; bir tek Rabb-i vahide inanıp ibadet edenler ile, bir çok gayr-ı ma'bud rabblere ibadet edenin halı da ona benzer.)

(İşaratül İ'caz (Badıllı))


اِعْلَمْ Ey kardeş bil ki! Kur'anın ulviyyet ve yüceliğinin meziyetlerindendir ki; kesretin mebhasları ardından hemen vahdetin tezkirlerini dercetmesi; ve tafsilden hemen sonra, icmal eylemesi; ve cüz'iyatın müteradif bahislerini rububiyet-i mutlakanın desatiriyle birleştirmesini; ve her şeye âmm ve şamil olan sıfat-ı kemaliyenin nevamisini, âyetlerin sonlarında neticeler ve illetler gibi olan fezlekelerin zikri ile zabtetmesini irad etmesidir. Bu ise, tâ ki, sami'in zihni, o mezkûr kevnî olan cüz'-ü cüz'î içinde tegalgul edip, uluhiyet-i mutlakanın azamet-i mertebesini unutarak; azamet, heybet ve kibriya maliki olan Ma'bud-u Mutlak'a karşı ubudiyet-i fikriye âdâbının levazımını ihlal etmesin. Hem tâ, onunla senin zihnin o cüz'-ü cüz'îden nazarını çekip, emsal ve benzerlerine gitmek üzere inbisat peyda etsin. Hem tâ ki Kur'an, bu tarz-ı üslûbuyla umum cüz'î olan şeylerde bile, -velev hakir ve zail olsun- Sultan-ı Ezel ve Ebed'in marifetine, hem Zat-ı Ehad ve Samed'in cilve-i esmasının şuhuduna açık bir yol, müstakim bir cadde, parlak bir delil bulunduğunu sana gösterip tefhim ettirsin.

Evet, Kur'anın bu tarz-ı üslûbu cihetindeki meseli şöyledir ki: Bir adam, içinde güneşin bir timsalciği bulunan bir katreyi veyahut şemsin ziyasının renkleri içinde bulunan bir çiçeği sana gösterdikten sonra, hemen bilâ-mühlet gündüz ortasındaki güneşi sana irae etmek üzere başını kaldırtıp ona diktirir. Tâ ki, o cüz'î katre ve çiçekteki güneşçiğin timsaline nazarın saplanıp da, sana hal kesb-i müşevveşiyet etmesiyle, güneş senin zihninde küçülüp te, sen onun levazım-ı azametinin inkârına gitmeyesin.

Meselâ, Sure-i Yusuf'ta bir emr-i cüz'înin bahsi arkasında

وَ فَوْقَ كُلِّ ذِي عِلْمٍ عَلِيمٌ

der.

Hem Sure-i Hacc'da

مَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِهِ الٓخ

ve Sure-i Nur'da

وَ اِذَا بَلَغَ الْاَطْفَالُ

dan tâ

وَاللّٰهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

e kadar.. hem Sure-i Ankebut'ta

وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ

den tâ

لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

e kadar.. ve emsali âyetler mezkûr davamızı te'kid etmektedirler.

(Şu'le, Mesnevi-i N. (Badıllı))


Mesela, Sure-i Ankebut’ta

وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

âyet-i kerîmesinde لَوْ-i farazî ile “En zayıf ev, örümceğin evi olduğunu –faraza– Kureyş müşrikleri bilse idiler.” diyor. En zayıf ev, örümceğin evi olduğu herkesçe malûm ve zahirdir. Öyle ise Kur’an-ı Hakîm, bu لَوْ-i farazî ile başka bir manaya delâlet ediyor. İşte o mana da Risale-i Nur’un keşfiyle لَوْ-i farazînin iki cihetle mu’cize oluşudur:

Birincisi: Bu âyet, Mekke’de nâzil olduğu cihetle, bir ihbar-ı gaybîdir. Gār-ı Hira’daki hâdiseyi haber veriyor.

İkincisi: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın Ebubekir-i Sıddık (ra) ile küffarın tazyikinden kurtulmak için tahassun ettikleri Gār-ı Hira’nın kapısında iki nöbetçi gibi iki güvercinin gelip beklemeleri ve örümcek dahi perdedar gibi hârika bir tarzda kalın bir ağla mağara kapısını örtmesidir ki örümcek, zayıf ağı ile rüesa-i Kureyş’e galebe etmiştir. Âyet diyor ki: “En zayıf bir hayvana mağlup olacaklarını o müşrikler faraza bilseler bu cinayete ve bu sû-i kasda teşebbüs etmeyeceklerdi.”

(Konferans)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[değiştir]

İlgili Maddeler[değiştir]

  1. Mu’cizat-ı Kur’aniye’de اَلْيَوْمَ نُنَجّٖيكَ بِبَدَنِكَ âyetiyle gark olan Firavun’a der: “Bugün gark olan cesedine necat vereceğim.” demesiyle umum Firavunların tenasüh fikrine binaen cenazelerini mumyalamakla maziden alıp müstakbeldeki ensal-i âtiyenin temaşagâhına göndermek olan mevt-âlûd, ibret-nüma bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde o gark olan Firavun’un aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi zamanın denizinden asırların mevcelerinin üstünde şu asır sahiline atılacağı mu’cizane bir işaret-i gaybiye ifade eder. (Hâşiyenin hâşiyesi)
    Hâşiyenin hâşiyesi: Bu asırda ecnebiler aynı Firavun’un cesedini bulmuşlar. Müzehanelerine götürdükleri, ceridelerle neşredilmiştir.