Beşinci Söz

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
(5. Söz sayfasından yönlendirildi)
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Önceki Risale: Dördüncü SözSözlerAltıncı Söz: Sonraki Risale

Bu risaleyi okumak için Beşinci Söz okuma sayfasına, Kur'an hattı ile okumak için Beşinci Söz (Kur'an Hattı) sayfasına ve Üstad'ın kendi elyazısından okumak için Beşinci Söz (Üstad'ın Elyazısı) sayfasına gidin

Said Nursi'nin kendi elyazısı ile "Beşinci Söz" kelimeleri

Beşinci Söz Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927 tarihinden itibaren zorunlu ikamete tabi tutulduğu Barla'da telif ettiği ilk eserlerdendir ve Sözler kitabının 5. risalesidir. İlk 8 söz topluca Küçük Sözler namıyla anılır.

Nahl suresinin "Çünkü Allah, (kötülükten) sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir." mealindeki 128. ayeti ile takva ve ubudiyet hakkındaki ayetler tefsir edilerek ibadet ve takva vazifesinin mühim bir sırrı, namaz kılmanın ve büyük günahları işlememenin insanın hakiki bir görevi olduğu ve insanın yaratılışının fıtrî bir neticesi olduğu bir temsil ile izah edilir. Hayatı Allah verdiği gibi rızıkla o hayatı besleyenin de O olduğu, helal rızkın iktidar ve ihtiyar ile değil, acz ve zaaf ile olduğunu, insanın ibadet için yaratıldığı, ve dünya hayatında lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en düşük hayvana yetişemeyen insanın ahiret hayatına lâzım olan ilim, iftikar, tazarru ve ibadet cihetinde hayvanların sultanı olduğu ders verilir.

Bediüzzaman Barla'ya gelmeden hemen önce Burdur'da yazdığı Nur'un İlk Kapısı adlı risalede Küçük Sözler’in ve bazı mühim Sözlerin çekirdeklerinin ve bir kısmının tam izahlarının bulunduğunu söyler. Nur'un İlk Kapısının Yedinci Dersinin meali 5. Söz'e yakındır.

Mesnevi-i Nuriye'deki Şemme risalesindeki bir parçada yakın mealli bir ders mevcuttur.

Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti

  • Bediüzzaman Sözler’i yazarken ihtiyarsız olarak çoğu temsilin askerlik üzerinden olduğunu hatırlatır ve bunun sebebi olarak ileride Sözler’i hakkıyla anlayacak en mühim talebelerin askerîden yetişecek olmasını gösterir. Bunun numuneleri de Hulusi Bey, Re'fet Bey ve Asım Bey gibi asker olan ilk talebeleridir.

İsimleri, Telifi, Neşri/Basımı, İçeriği, Tevafukları ve Gaybi İşaretlerle İlgili Bilgiler

Diğer İsimleri

Telif Dili

Türkçe

Telifiyle İlgili Bilgiler

Bediüzzaman'ın 1 Mart 1927'de geldiği Barla'da ilk telif ettiği risalelerdendir. Sözlerin 1927-1929 arasında telif edildiği ve 5. Söz'ün ilk yazılan risalelerden olduğu göz önünde bulundurulduğunda 1927 yılı civarında telif edilmiş olması muhtemeldir.

Neşriyle/Basımıyla İlgili Bilgiler

Bediüzzaman başlangıçta herkes ondan çekindiği için 5. Söz'ü de içeren Küçük Sözleri müsvedde olarak ilk defa kendi ifadesiyle müşevveş (düzensiz, karışık) hattıyla yazmaya mecbur olduğunu beyan eder (Kendi elyazısıyla bu ifadesinin ve yazdığı 5. Sözün ilk sayfasının resmi aşağıdadır)[1]. Kur'an harfleriyle kitap basımının yasaklanması üzerine ilk başta elle çoğaltılan bu risale ancak 1956-1959 yıllarında matbaalarda büyük kitaplar basıldığında Sözler kitabının içinde yer almıştır.

İçeriği

Namaz kılmanın ve büyük günahları işlememenin insanın hakiki bir görevi olduğunu bir temsil ile anlatan kısa bir risaledir.

Uzunluğu

2 büyük sayfa

Ekleri

Bu Risaledeki Tevafuklar

Bu Risaleye Gaybi İşaretler

Risale-i Nur'da Derc Edildiği ve Benzer İçerikli Yerler


Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği

Bu Risalenin Telifi, Neşri ve Adı Hakkındaki Bahisler

Aziz kardeşim!

Sizler sabah ve akşam duamda dâhilsiniz. Siz dahi beni duanızda dâhil ediniz. Şu âlemde mü’minin mü’mine karşı en büyük yardımı dua iledir. Eğer bir adam, dostundan emin ise ki gurura girmez, onu şükre sevk etmek için tahdis-i nimet nevinden ona ait bir kısım ihsanat-ı Rabbaniyeyi bahsetse beis yoktur zannederim.

İşte seni gurursuz bildiğim için bu sırrı sana açıyorum. Şöyle ki: Ben Sözler’i yazarken ihtiyarsız olarak ekser temsilatı, şuunat-ı askeriye nevinde zuhur ediyordu. Ben hayret ediyordum. Neden böyle yazıyorum, sebebini bulamıyordum. Sonra hatırıma geldi ki belki istikbalde şu Sözler’i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı can edecek en mühim talebeleri askerîden yetişecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düşünüp o kahraman askerleri bekliyordum.

İşte mağrur olma, şükret; sen o askerlerden bahtiyar birisisin ki evvel yetiştin. Yirmi dört adet Sözler’i meşâgil-i dünyeviye içinde yazmaklığın, benim bu hüsn-ü zannımı teyid etti. Fakat bâki kalan Sözler çok mühimdirler hususan İ’caz-ı Kur’an ve Kader Sözleri. İnşâallah ötekileri sana yazdıran, bunları dahi yazdıracak. Şimdiye kadar yazdığın Sözler’i bir vakit gönder, güzelce tashih edip göndereceğim.

(Barla L.)

Bu Risalenin Kıymeti Hakkındaki Bahisler

Nur sabahı olan Risale-i Nur’dan Birinci, İkinci, Üçüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözleri istinsah ederek bera-yı tashih, taraf-ı âlîlerine takdim ediyorum. Mezkûr Sözler ki kısa oldukları halde mefhumları büyük. Büyük hisler ve ulvi fikir bahşediyor. O Sözler ki her biri ayrı ayrı mecralardan cereyan ederek büyük bir deryaya dökülen berrak ve saf ırmaklar gibi çağlıyorlar. İşte bendeniz, bu çağlayan ırmakların latîf ve ulvi seslerinden hayli derece istifade ediyor ve sonlarında, beşeriyetin başta âcizlerinin ibtila olduğu emraza şifa verici eczalar istihsal ediyorum. Kendisini acı, yoksulluk içerisinde bunalıyor zanneden ve muhayyilesi inkişaf edememiş kimseleri ikaz etmek emelini taşıdığıma emin olunuz.

...

Zekâi

(Barla L.)

Bu Risaleye Atıflar

Birinci Söz’den tâ Yirmi Beşinci Söz’e kadar olan muvazeneler ve mizanlar ve o Sözlerin hakikatleri ve başları olan âyetler, iki kere iki dört eder derecesinde medeniyete karşı Kur’an’ın i’cazını ve galebesini ispat eder.

(25. Söz)

Bu Risaledeki Tevafuklar

Bu Risale Hakkındaki Gaybi İşaretler

Mesela, yirmi sekizinci mertebede وَ بِسُورَةِ التَّهْمٖيزِ kelimesiyle Yirmi Sekizinci Söz’ün âhiri olan cehennem meselesinin çok kuvvetli bir bürhanına işaret edip baştaki cennet meselesinin yalnız iki üç sual ve cevaba dair bahsi ise başka yerde işaret ettiğinden münasebet gizlenmiş.

Hem mesela, ikinci mertebede يٰسٓ kelimesiyle hem İkinci Söz’e hem İkinci Mektup’a hem İkinci Lem’a’ya hem İkinci Şuâ’ya baktığından münasebet genişlendiğinden gizlenmiş.

Hem mesela وَ كَافٍ وَ هَا يَاءٍ وَ عَيْنٍ وَ صَادِهَا yani كٓهٰيٰعٓصٓ beşinci mertebede bulunması hem Beşinci Söz’e hem Beşinci Mektup’a hem Beşinci Lem’a’ya ve Dördüncü Şuâ olan Âyet-i Hasbiye Risalesi’ne hem Üçüncü Şuâ olan Münâcat’a baktığı cihetle münasebet genişlenmiş, gizlenmiş. Buna başkaları kıyas edilsin.

(8. Şua)


Madem Hazret-i İmam-ı Ali (ra) üstad-ı kudsîsinden aldığı derse binaen, Kur’an’a taalluk eden gelecek hâdisattan haber veriyor. Ve “Benden sorunuz!” diye müteaddid ve doğru haberleri verip bir şah-ı velayet olduğunu öyle kerametlerle ispat etmiş. Ve madem bu asırda Avrupa dinsizleri ve ehl-i dalalet münafıkları, dehşetli bir surette Kur’an’a hücumu hengâmında Risale-i Nur o seyl-i dalalete karşı mukavemet edip Kur’an’ın tılsımlarını keşfederek hakikatini muhafaza ediyor. Ve madem

اَقِدْ كَوْكَبٖى بِالْاِسْمِ نُورًا وَ بَهْجَةً مَدَى الدَّهْرِ وَ الْاَيَّامِ يَا نُورُ جَلْجَلَتْ

fıkrasıyla Yirmi Sekizinci Lem’a’da ispat edildiği gibi sarahate yakın bir surette Risale-i Nur’a işaret etmekle beraber Sure-i Nur’daki Âyetü’n-Nur’un Risale-i Nur’a işaretine işaret eder. Ve madem اَقِدْ كَوْكَبٖى بِالْاِسْمِ نُورًا mana ve cifirce tam tamına Risale-i Nur’a tevafuk ediyor. Elbette diyebiliriz ki bu fıkranın akabinde:

بِاٰجٍ اَهُوجٍ جَلْمَهُوجٍ جَلَالَةٍ § جَلٖيلٍ جَلْجَلَيُّوتٍ جَمَاهٍ تَمَهْرَجَتْ

بِتَعْدَادِ اَبْرُومٍ وَ سِمْرَازِ اَبْرَمٍ § وَ بَهْرَةِ تِبْرٖيزٍ وَ اُمٍّ تَبَرَّكَتْ

fıkrasıyla Risale-i Nur’un bidayette On İki Söz namında iştihar ve intişar eden on iki küçük risalelerine اَقِدْ كَوْكَبٖى karinesiyle, bu fıkradaki on iki Süryanî kelimeler onlara birer işarettir. Gerçi elimde bulunan Celcelutiye nüshası en sahih ve en mutemeddir. İmam-ı Gazalî (ra) gibi çok imamlar Celcelutiye’yi şerh etmişler. Fakat bu Süryanî kelimelerin manasını tam bilmediğimden ve nüshalarda ihtilaf bulunduğundan, her birisinin vech-i işaretini ve münasebetini şimdilik bilmediğimden bırakıyorum.

Elhasıl: Hazret-i İmam-ı Ali (ra) bir defa اَقِدْ كَوْكَبٖى fıkrasıyla, âhir zamanda Risale-i Nur’u dua ile Allah’tan niyaz eder, ister ve bidayette on iki risaleden ibaret bulunduğundan yalnız on iki risalesine işaret ediyor. İkinci defada تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ fıkrasıyla daha sarîh bir surette Risale-i Nur’u medh ü sena ile göstererek tekemmülüne işareten, umum Sözleri ve Mektupları ve Lem’aları remzen haber verir. Hem On İki Söz namı ile çok intişar eden o küçücük risaleler, bu fıkradaki kelimeler gibi birbirine ismen ve sureten benzedikleri gibi bedî’ manasında olan Celcelutiye kelimesine mutabık olarak her biri gayet bedî’ bir tarzda, güzel bir temsil ile büyük ve derin bir hakikat-i Kur’aniyeyi tefsir ve ispat eder.

(8. Şua)

Bu Risale Hakkında Fihristte Geçen Kısım

اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذٖينَ اتَّقَوْا وَالَّذٖينَ هُمْ مُحْسِنُونَ âyetinin mealinde ve takva ve ubudiyet hakkındaki âyetlerin ve vazife-i ubudiyet ve takvanın mühim bir sırrını gayet güzel bir temsil ile tefsir ediyor. O tefsir herkesi ikna ediyor.

(Fihrist, Sözler)

Diğer Bahisler

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler

Biz dahi Kur’an namına diyoruz ki: Ey bîçare insan! Aklını başına al! Ehl-i dalaletin vekilini dinleme! Eğer onu dinlersen hasaretin o kadar büyük olur ki tasavvurundan ruh, akıl ve kalp ürperir. Senin önünde iki yol var:

Birisi: Ehl-i dalaletin vekilinin gösterdiği şakavetli yoldur.

Diğeri: Kur’an-ı Hakîm’in tarif ettiği saadetli yoldur.

İşte o iki yolun pek çok muvazenelerini, çok Sözlerde, hususan Küçük Sözlerde gördün ve anladın.

(32. Söz)


Şimdi sizin gibi mübarek ve masum hemşirelerime ve evlatlarım hükmünde küçüklerinize, başta Tesettür Risalesi ve Gençlik Rehberi ve Küçük Sözler benim bedelime sizlere ders versin.

(24. Lem'a)


Sonra gayet zevkli ve neşeli bir halet içinde iken sekiz sene hiç gücendirmeden mükemmel bana hizmet eden Sıddık Süleyman bana bir kitap getirdi. Açtım baktım ki eski Said ile yeni Said’in birbiriyle münazara edip nefs-i emmareyi susturan ve şuhud derecesindeki hakikatleri ihtiva eden on üç dersler olup bu on üç dersin doğrudan doğruya Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın âyetlerinden aynelyakîne yakın bir surette yeni Said’e ders olduğunu ve bütün bu derslerde doğrudan doğruya birinci muhatap Said olduğunu gördüm. Küçük Sözler’in ve bazı mühim Sözlerin çekirdeklerini ve bir kısmının tam izahlarını içinde gördüm.

Hususan bu risalenin âhirinden bir parça evvel, risalet-i Ahmediyeye (asm) ait olan On Dokuzuncu Söz gayet kısa olduğu halde, gayet büyük ve gayet kuvvetli olduğu için bu çekirdek olan risaleye aynen girmiş. Demek o Söz, gayet ehemmiyetli olduğu içindir ki aynen Nur’un bu çekirdeğine girdiği gibi Nur mecmualarında da mükerreren neşredilmiş.

Bu eser, bana çok ehemmiyetli geldi. Aslâ ve kat’â hatırıma gelmemişti. Bütün bütün bu eseri unutmuştum. Vücudunu hiç bilmiyordum. Sıddık Süleyman’ın sekiz sene sadakatli hizmetinin tam bir yadigârı nevinden onun gayet büyük bir hizmeti hükmünde kabul ettim, bin bârekellah dedim.

İşte şimdi Risale-i Nur’un bir fihristesi ve bir listesi ve bir çekirdeği olan bu risalenin içindeki hakikatler gerçi hem Küçük Sözler’de hem başka Sözlerde bir derece yazılıdır fakat Said’e karşı Kur’an’ın birinci dersi ve tam ilmelyakîn ve aynelyakîn derecesinde bir meşhudatı tarzında olmasından, telifindeki acemilikten gelen içindeki kusurata ve tekrarata bakmayıp Nur şakirdleri onu neşretseler inşâallah çoklar istifade edecekler.

(Nur'un İlk Kapısı)


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

مَٓا اُرٖيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَ مَٓا اُرٖيدُ اَنْ يُطْعِمُونِ

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتٖينُ

Ey Said-i gafil! Nedendir ki vazifeni terk edip Hâlık’ının vazifesiyle fuzulî iştigal ediyorsun? Zalûm ve cehûl vasfına liyakat kesbediyorsun ki daire-i iktidarında olan hafif ubudiyet vazifesini terk ediyorsun. Halbuki zayıf beline, tahammülsüz başına, tâkatsiz kalbine Hâlık ve Rezzak’ına mahsus vazife-i rububiyeti yükletiyorsun. Saadet ve istirahat istersen vazifene sahip ol, Hâlık’ın vazifesini ona tefviz et. Yoksa sen, şakî bir âsi, fuzulî bir hain olursun. Bilir misin neye benzersin? Misalin bir nefer asker gibidir ki o nefer, iki vazife karşısındadır.

Biri: Vazife-i asliyedir ki o da talim ve cihaddır. Sultan ise şu vazifede ona muavenet eder. Levazımatını ihzar eder.

İkinci vazife: Sultana mahsus vazifedir ki o neferin erzakını ve tayinatını, libasını ve silahını, atını ve devasını vermektir. Lâkin bazen neferi, şu vazife-i şahanede istihdam eder ki o hizmeti de devlet hesabına yapar.

Şu sırdandır ki taamı pişiren veya karavanayı yıkayan nefere denilse: “Arkadaş ne yapıyorsun?”

O nefer der: “Hükûmet ve devletin angaryasını çekiyorum.”

Demiyor: “Rızkım için çalışıyorum.” Zira bilir ki o, vazife-i asliyesi değil belki rızkı devlete aittir. Hattâ hasta olsa ağzına lokmayı koymaya kadar devlete aittir.

İşte şöyle bir nefer, rızkını tedarik niyetiyle, ticaret ile iştigal etse cahil bir şakî olur. Tezyif olunur, te’dib edilir. Talim ve cihadı terk ettiği için hain ve âsi olur. Ta’nif ve darbedilir.

Ey Said-i şakî! Misali anladınsa dinle! Sen, o nefersin. Salât ve ibadatın, talimattır. Terk-i kebair ile nefis ve şeytan ile mücaheden, harptir. Senin vazife-i fıtratın budur. Fakat Cenab-ı Hak, senin vazifende muvaffık ve muîndir.

Amma rızkın ve hayatın idamesi, emval ve evladın muhafazası, Hâlık’ına aittir. Fakat bazen seni şu vazifede istihdam eder ki hazain-i rahmetinin kapılarını kavil ve hal ve fiil ve sual ile dakk-ı bab etmek (*[2]) ile ubudiyet suretinde hizmet edersin.

Hem nimetlerinin matbahlarına vâsıl edecek yollarda sülûk etmekle seni istimal eder. Tâ ki ya istidat veya ihtiyaç veya fiil veya kāl lisanıyla sen, kader ile tayin olunan tayinatını ve levazımatını alasın.

Bununla beraber ne derece bir cehle düştüğünü anla ki ihtiyarsız ve iktidarsız olduğun tufuliyet zamanında, en leziz rızkı sana ve hem rızkını tedarik edemeyen bütün zayıf hayvanlara erzaklarını ihsan eden Rezzak-ı Hakiki’yi ittiham ediyorsun ki ol Rezzak her bir duayı işitir ve her bir hâcatı bilir ve her bir şeye kudreti erişir. Öyle bir ganidir ki yeryüzünü, yaz zamanında, zîhayat olan misafirlerine bir matbaha-i Rabbaniye yapar ki her bir bostan bir kazandır. Ve her bir müsmir meyveli ağaç, bir kaptır. Bütün onları, feyiz ve rahmetinden et’ime-i lezize ile doldurur. İncecik sicim gibi iplerle indirip bizlere ikram ediyor.

Madem iş böyledir. Vazife-i asliyeni yaptıktan sonra seni istimal ettiği vakit, onun hesabıyla çalış, onun namıyla başla. İzin verdiği dairede amel et. Eğer vazife-i asliyen olan ubudiyetle vazife-i ârıziye muaraza etseler sen vazifene bak. Ötekini, sahib-i hakiki olan Cenab-ı Hakk’a tefviz et ve

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ

نِعْمَ الْمَوْلٰى وَ نِعْمَ النَّصٖيرُ

de.

(Nur'un İlk Kapısı)


اِعْلَمْ Bil ey Said-i gafil ve fuzulî![3] Sen vazifeni terkedip Rabbinin vazifesiyle iştigal ediyorsun. Evet senin zulmün ve cehaletindendir ki, tâkatın dâhilindeki hafif ubudiyet vazifesini bırakıp

اَلَّذِي خَلَقَكَ فَسَوّٰيكَ فَعَدَلَكَ

فِي اَيِّ صُورَةٍ مَا شَاءَ رَكَّبَكَ

ayetinin sarahatıyla; seni yoktan var edip aza ve esasatını, cevarih ve cihazatını kemal-i intizam ve mizan içinde tesviye eden ve dilemiş olduğu tarzda vücudunu terkib eden Zat-ı Zülcelal'e hâs olan Rububiyet vazifesini, zaif başına ve beline ve kalbine yüklemişsin. Yahu kendi vazifeni bil, al! O'nun vazifesini ona bırak. Tâ ki saadet içinde istirahat edesin. Yoksa âsi bir şakî ve hain bir azgın olursun.

Evet senin meselin şöyle bir askere benzer ki; onun aslî bir vazifesi vardır ki, mahsus bir tarz-ı talim ile harb ve cihaddır. Padişah onun bu vazifesinde ona levazımatını ihzar etmek suretiyle yardımcısıdır. Bir de onun padişahına mahsus bir vazife de vardır ki, o da o neferin erzakını, tayinatını ve libasını, hattâ ilâcını vermektir. Lâkin padişah o neferi bu vazifenin bazı işlerinde devlet hesabına bazen çalıştırır. İşte bu sırdandır ki, yemeğini pişiren bir nefere sorsan: "Ne yapıyorsun?" "Devletin suhrasını yapıyor ve angaryasını çekiyorum" der. Demiyor: "Nafakam için çalışıyorum." Çünkü kat'î biliyor ki; nafaka te'min etmek, onun vazifesi değildir, belki hattâ hastalanıp âciz kaldığı zaman bile, lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Şu halde, asıl vazifesini bırakıp, rızkını tedarik etmek için çarşıda ticaretle meşgul olan bir nefer, şakî bir cahildir. Ve elbette tokat yiyecek ve te'dib edilecektir. Hem talim ve cihadı bırakan bir asker, âsî bir haindir ve elbette darb ve ta'nif edilmesi lâzımdır.

İşte ey Said-i şakî! Sen o nefersin; senin namazın, talimatındır. Ve terk-i kebairin ise, takvandır.. ve nefis ve şeytanla olan mücaheden de, harbindir. Senin yegane gaye-i fıtratın da budur. Fakat bunda da muvaffık ve muîn yine ancak Allah'tır.

Amma senin rızkın ve hayatının idamesi ve buna müteallik emval ve evlâd ve sairen hepsi, senin Fâtırının vazifesine aittir. Bununla beraber, fiilî veya halî veya kalî lisanlar ile sual edip istemek için, onun hazain-i rahmetinin kapılarını çalmak vesilelerinde seni bazan çalıştırır. Hem bazan onun nimet matbahlarına götüren yollarda yürütme işinde de seni istimal eder. Tâ ki sen, lisan-ı istidad veya lisan-ı ihtiyaç veya lisan-ı fiil veya lisan-ı hal; veyahut da lisan-ı kal ile Cenab-ı Hakk'ın sana tayin ve takdir ettiğini isteyesin.

Evet, sen ihtiyarsız ve iktidarsız bir tıfl iken, seni rızıkların en güzeliyle rızıklandıran; ve yaz mevsiminde ruy-i zemin bahçesini misafirlerine bir matbah yapıp, bağ ve bostan kaplarında feyz-i rahmetini ifaze eden ve ağaç çanaklarını taamların en lezizleriyle dolduran; ve rızkı münhasıran taahhüd-ü Rabbanîsine alıp, bütün hayvanatın rızkını veren ve rızık tedarikini onların zaif omuzlarına tahmil etmeyip; hem onları ve hem sizleri rızıklandıran bir Semi-i Alîm ve bir Kadir-i Gani olan Allah hakkında rızkın için ittihamda bulunman, çok acib bir cehalettir.

İşte madem öyledir; Vazife-i asliyen olan ubudiyeti ifadan sonra, seni öbür vazifelerde de istimal ettiği vakit, onun hesabıyla ve ismiyle ve izniyle işle, hareket et! Şayet vazife-i ubudiyet ile vazife-i rızkiye birbiriyle taâruz etseler, hemen vazife-i asliyene dön; ve Rezzak-ı Zülcelal'e tevekkül et ve de:

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

نِعْمَ الْمَوْلَي وَنِعْمَ النَّصِيرُ

(Şemme (Mesnevi Badıllı))

Bu Risaledeki Temsiller/Misaller

Seferberlikte bir taburda biri muallem, vazife-perver; diğeri acemi, nefis-perver iki asker beraber bulunuyordu. Vazife-perver nefer, talime ve cihada dikkat eder, erzak ve tayinatını hiç düşünmezdi. Çünkü anlamış ki onu beslemek ve cihazatını vermek, hasta olsa tedavi etmek, hattâ inde’l-hace lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asıl vazifesi, talim ve cihaddır. Fakat bazı erzak ve cihazat işlerinde işler. Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir.

Ona sorulsa: “Ne yapıyorsun?”

“Devletin angaryasını çekiyorum.” der. Demiyor: “Nafakam için çalışıyorum.”

Diğer şikem-perver ve acemi nefer ise talime ve harbe dikkat etmezdi. “O, devlet işidir. Bana ne?” derdi. Daim nafakasını düşünüp onun peşine dolaşır, taburu terk eder, çarşıya gider, alışveriş ederdi.

Bir gün, muallem arkadaşı ona dedi:

“Birader, asıl vazifen, talim ve muharebedir. Sen, onun için buraya getirilmişsin. Padişaha itimat et. O, seni aç bırakmaz. O, onun vazifesidir. Hem sen, âciz ve fakirsin; her yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücahede ve seferberlik zamanıdır. Hem sana âsidir der, ceza verirler. Evet, iki vazife peşimizde görünüyor. Biri, padişahın vazifesidir. Bazen biz onun angaryasını çekeriz ki bizi beslemektir. Diğeri, bizim vazifemizdir. Padişah bize teshilat ile yardım eder ki talim ve harptir.”

Acaba o serseri nefer, o mücahid mualleme kulak vermezse ne kadar tehlikede kalır anlarsın.

Bu Risalede Geçen Ayetler

Bkz. 5. Söz'de Geçen Ayetler Listesi

Bu Risalede Geçen Hadisler

Cenab-ı Allah'ın Bu Risalede Geçen İsim, Sıfat ve Şuunatı

  1. Rezzak-ı Hakiki
  2. Samed
  3. Rab
  4. Cenab-ı Rezzak-ı Kerîm
  5. Cenab-ı Hakk
  6. Erhamü’r-Râhimîn

Peygamberimizin Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları

Kur'an'ın Bu Risalede Geçen İsim ve Sıfatları

Bu Risalede Geçen Salavatlar

Bu Risalede Geçen Dualar

Bu Risalede Geçen Zikirler

Bu Risalede Geçen Emir ve Tavsiyeler

Bu Risalede Geçen Darb-ı Meseller/Deyimler

Bu Risalede Geçen Düstur, Kaide ve Tespitler

  1. Namazını kıldıktan sonra başkalarına yük olmamak için bizzat rızkına çalışmak da ibadettir.
    (Aslı: Namazını kıldıktan sonra Cenab-ı Rezzak-ı Kerîm’in matbaha-i rahmetinden tayinatını aramak, başkalara bâr olmamak için kendisi bizzat gitmek; güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir.)
  2. Helal rızk iktidar ve ihtiyar ile değil acz ve zaaf iledir.
    (Aslı: Vasıta-i rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki acz ve zaaf ile olduğunu...)

Bu Risalede Geçen Halk Dili İfadeler

Bu Risalede Geçen Edebi ve Dikkat Çekici İfadeler

Bu Risalede Bahsi Geçen Şahıslar, Eserleri ve Eserlerinden Alıntılar

Bu Risalede Bahsi Geçen Yerler

Bu Risalede Bahsi Geçen Hadiseler

İlgili Resimler/Fotoğraflar

Bediüzzaman'ın kendi elyazısıyla 5. Sözün ilk sayfası

Bediüzzaman'ın kendi elyazısı olan not: "Şu Küçük Sözleri bidayette müsvedde olarak kendim ve kendi müşevveş hattımla yazmaya mecbur oldum, çünki o vakit herkes benden çekinirlerdi."[1]

İlgili Maddeler/Kategoriler

Önceki Risale: Dördüncü SözSözlerAltıncı Söz: Sonraki Risale

Kaynakça

  1. 1,0 1,1 https://www.nurunbekcisi.com/kitab-indir/k%C3%BC%C3%A7%C3%BCk-s%C3%B6zler-hatt-i-%C3%BCstad/
  2. Kapı çalmak demektir.
  3. Beşinci Söz'de ve Nur'un İlk Kapısı'nda var. -Müellif-