İlham Meleği

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

İlham Melekleri kalbte iyiliği ilham eden meleklerdir. 4 büyük meleğin vazifelerine nisbetle sayısız yardımcı ve askerleri olmasına binaen Cebrail'in (as) de ilhamla vazifeli yardımcı melekleri olabilir.[1] Allah doğrudan veya ilham meleği aracılığıyla iyilik telkin eden bilgileri insanın kalbine ulaştırır. Şeytanın vesvese yoluyla kötü şeyleri telkin etmesine karşılık Allah’ın veya meleklerin hakka ve hayra yönelten bilgileri ilham yoluyla insanın kalbine ulaştırdığı konusunda İslâm âlimleri arasında hemen hemen görüş birliği vardır. Bazı sufiler ve alimlerin Allah veya melek tarafından kalbe ulaştırıldığı için ilhamı kesin delil olarak görmelerine karşılık alimlerin çoğunluğu insan kalbine bazı bilgilerin ilham edilmesini mümkün görmekle birlikte bunları genel geçerliliği bulunan kesin bilgi kaynağı olarak görmezler ve dinî alanda delil olarak kullanılamayacağı düşüncesindedirler.[2]

Risale-i Nur'da Bu Konudaki Derslerin Özeti

  • İlhamdan çok yüksek olan vahy çoğunlukla melek vasıtasıyladır ve ilhamın çoğunluğu vasıtasızdır.
  • Allah'ın mübareze kanununun bir cilvesi de kalpte bir taraftan ilham meleğinin doğruluğa sevk etmeye çalışırken diğer taraftan lümme-i şeytaniye üzerinden insanın hususi şeytanının kötülüğe sevk etmeye çalışmasıdır.
  • Cenab-ı Allah'ın vahiy ile ve vahyin hizmetini gören şümullü ilhamlarıyla konuşması olduğu gibi her bir ferdin Rabbi olmak haysiyetiyle hususi bir surette fakat perdeler arkasında, onların kabiliyetine göre bir tarzda konuşması da vardır.
  • Vahiy mertebesine ulaşmasa da bir cihette vahye benzeyen sadık ilhamlar mevcuttur.

Diğer İsimleri

Kur'an'da İsminin Geçtiği Yerler

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği

İlhamın Çoğunlukla Vasıtasız Olması

Sonra ilhamlar cihetine baktı, gördü ki: Sadık ilhamlar, gerçi bir cihette vahye benzerler ve bir nevi mükâleme-i Rabbaniyedir fakat iki fark vardır:

Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekseri melaike vasıtasıyla ve ilhamın ekseri vasıtasız olmasıdır.

Mesela, nasıl ki bir padişahın iki suretle konuşması ve emirleri var:

Birisi: Haşmet-i saltanat ve hâkimiyet-i umumiye haysiyetiyle bir yaverini bir valiye gönderir. O hâkimiyetin ihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için bazen vasıta ile beraber bir içtima yapar. Sonra ferman tebliğ edilir.

İkincisi: Sultanlık unvanıyla ve padişahlık umumî ismiyle değil belki kendi şahsıyla hususi bir münasebeti ve cüz’î bir muamelesi bulunan has bir hizmetçisi ile veya bir âmî raiyetiyle ve hususi telefonuyla hususi konuşmasıdır.

Öyle de Padişah-ı Ezelî’nin umum âlemlerin Rabb’i ismiyle ve kâinat Hâlık’ı unvanıyla, vahiy ile ve vahyin hizmetini gören şümullü ilhamlarıyla mükâlemesi olduğu gibi her bir ferdin, her bir zîhayatın Rabb’i ve Hâlık’ı olmak haysiyetiyle, hususi bir surette fakat perdeler arkasında, onların kabiliyetine göre bir tarz-ı mükâlemesi var.

İkinci fark: Vahiy gölgesizdir, safidir, havassa hastır. İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumîdir. Melaike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi çeşit çeşit hem pek çok envalarıyla denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbaniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor. لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبّٖى لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّٖى âyetinin bir vechini tefsir ediyor anladı.

(7. Şuâ)


Amma sair kelimat-ı İlahiye ise bir kısmı, has bir itibar ile ve cüz’î bir unvan ve hususi bir ismin cüz’î tecellisi ile ve has bir rububiyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususi bir rahmet ile zahir olan kelâmdır. Hususiyet ve külliyet cihetinde dereceleri muhteliftir. Ekser ilhamat bu kısımdandır. Fakat derecatı çok mütefavittir.

Mesela, en cüz’îsi ve basiti, hayvanatın ilhamatıdır. Sonra avam-ı nâsın ilhamatıdır. Sonra avam-ı melaikenin ilhamatıdır. Sonra evliya ilhamatıdır. Sonra melaike-i izam ilhamatıdır. İşte şu sırdandır ki kalbin telefonuyla vasıtasız münâcat eden bir veli der: حَدَّثَنٖى قَلْبٖى عَنْ رَبّٖى Yani “Kalbim, benim Rabb’imden haber veriyor.” Demiyor: “Rabbü’l-âlemîn’den haber veriyor.” Hem der: “Kalbim, Rabb’imin âyinesidir, arşıdır.” Demiyor: “Rabbü’l-âlemîn’in arşıdır.” Çünkü kabiliyeti miktarınca ve yetmiş bine yakın hicabların nisbet-i ref’i derecesinde mazhar-ı hitap olabilir.

...

Eğer şu “Dördüncü Esas”ın kıymettar sırrını fehmettin ise enbiyaya gelen vahyin ekseri melek vasıtasıyla olduğunu ve ilhamın ekseri vasıtasız olduğunu anlarsın.

(12. Söz)

Kalpte Melek İle Şeytanın Komşuluğu

Tedai-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes’uliyet yoktur. Hem tedaide, mücaveret var; temas ve ihtilat yoktur. Onun için efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasıl ki şeytan ile melek-i ilham, kalp taraflarında mücaveretleri var ve füccar ve ebrarın karabetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez. Öyle de tedai-yi efkâr sâikasıyla istemediğin pis hayalat, gelip nezih efkârın içine girse zarar vermez. Meğer kasden olsa veya zarar zannıyla onunla ziyade meşgul olsa. Hem bazen kalp yoruluyor. Fikir, kendini eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur, pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.

(21. Söz)


Amma bir daire-i külliyenin cüz’î bir hâdise-i şahsiye ile meşgul olması, yani kâhinlere gaybî haberleri getirmek için şeytanlar, tâ semavata çıkıp kulak veriyorlar, yarım yamalak yanlış haberler getiriyorlar diye tefsirlerdeki ifadelerin bir hakikati şu olmak gerektir ki:

Semavat memleketinin payitahtına kadar gidip o cüz’î haberi almak değildir. Belki cevv-i havaya dahi şümulü bulunan semavat memleketinin –teşbihte hata yok– karakol haneleri hükmünde bazı mevkileri var ki o mevkilerde arz memleketi ile münasebettarlık oluyor, cüz’î hâdiseler için o cüz’î makamlardan kulak hırsızlığı yapıyorlar. Hattâ kalb-i insanî dahi o makamlardan birisidir ki melek-i ilham ile şeytan-ı hususi o mevkide mübareze ediyorlar.

(28. Lem'a)


Vücud kâinatları ve hadsiz adem âlemleri birbirleriyle çarpışırken ve cennet ve cehennem gibi meyveler verirken ve bütün vücud âlemleri اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ve bütün adem âlemleri سُبْحَانَ اللّٰهِ سُبْحَانَ اللّٰهِ derken ve ihatalı bir kanun-u mübareze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle tâ kalbin etrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederken birden meleklere imanın bu meyvesi tecelli eder, meseleyi halledip karanlık kâinatı ışıklandırır. اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ âyetinin envarından bir nurunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır.

(11. Şua)


İşte وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى ezel ve ebed Sultanı’nın pek çok esma-i hüsnası vardır. Tecelliyat-ı celaliye ve tezahürat-ı cemaliye ile pek çok şuunatı ve unvanları vardır. Nur ve zulmet, yaz ve kış, cennet ve cehennemin vücudunu iktiza eden isim ve unvan ve şe’n ise kanun-u tenasül, kanun-u müsabaka, kanun-u teavün gibi pek çok umumî kanunlar misillü kanun-u mübarezenin dahi bir derece tamimini isterler. Kalp etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfakında melaike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.

(15. Söz)

İlhamın Çeşitleri

Ve şu sırdandır ki “kelâmullah” unvanı kemal-i liyakatle Kur’an’a verilmiş ve daima da veriliyor. Kur’an’dan sonra sair enbiyanın kütüb ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsiz kelimat-ı İlahiyenin ise bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir unvan ile hususi bir tecelli ile cüz’î bir isim ile ve has bir rububiyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususi bir rahmet ile zahir olan ilhamat suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvanatın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibarıyla çok muhteliftir.

(25. Söz)


Bu nevi içindeki en tehlikeli bir hata şudur ki kalbine ilhamî bir tarzda gelen cüz’î manaları “kelâmullah” tahayyül edip âyet tabir etmeleridir. Ve onunla, vahyin mertebe-i ulyâ-yı akdesine bir hürmetsizlik gelir. Evet, bal arısının ve hayvanatın ilhamatından tut, tâ avam-ı nâsın ve havass-ı beşeriyenin ilhamatına kadar ve avam-ı melaikenin ilhamatından, tâ havass-ı kerrûbiyyunun ilhamatına kadar bütün ilhamat, bir nevi kelimat-ı Rabbaniyedir. Fakat mazharların ve makamların kabiliyetine göre kelâm-ı Rabbanî, yetmiş bin perdede telemmu eden ayrı ayrı cilve-i hitab-ı Rabbanîdir.

Amma vahiy ve kelâmullahın ism-i hâssı ve onun en bâhir misal-i müşahhası olan Kur’an’ın necimlerine ism-i has olan “âyet” namı öyle ilhamata verilmesi, hata-yı mahzdır. On İkinci ve Yirmi Beşinci ve Otuz Birinci Sözlerde beyan ve ispat edildiği gibi elimizdeki boyalı âyinede görünen küçük ve sönük ve perdeli güneşin misali, semadaki güneşe ne nisbeti varsa; öyle de o müddeîlerin kalbindeki ilham dahi doğrudan doğruya kelâm-ı İlahî olan Kur’an güneşinin âyetlerine nisbeti, o derecededir. Evet, her bir âyinede görünen güneşin misalleri, güneşindir ve onunla münasebettardır denilse haktır fakat o güneşçiklerin âyinesine küre-i arz takılmaz ve onun cazibesiyle bağlanmaz!

(29. Mektup)


İkinci fark: Vahiy gölgesizdir, safidir, havassa hastır. İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumîdir. Melaike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi çeşit çeşit hem pek çok envalarıyla denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbaniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor. لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبّٖى لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّٖى âyetinin bir vechini tefsir ediyor anladı.

(7. Şuâ)

Meleklerin İlhamı

Eğer sen, Tenzilin nazm-ı i'cazından Hazret-i Müellifin istihrac eylediği letaiflerde şübhe içinde isen; ben de sana derim ki, bu meseleyi, âşık-ı hakikî Ömer İbn-ül Farıd'ın divanından tefe'ül ederek istişare ettiğimde, karşıma şu beyti çıktı:

كَاَنَّ كِرَامَ الْكَاتِبٖينَ تَنَزَّلُوا عَلٰى قَلْبِهٖ وَحْيًا بِمَا فٖى صَحٖيفَةٍ]]

"Sanki Kiramen Kâtibin melekleri onun kalbine sahifedekini ilham etmek için inmişlerdir. -Habib Eşşehid

(İ.İ. Badıllı)


Tedai-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes’uliyet yoktur. Hem tedaide, mücaveret var; temas ve ihtilat yoktur. Onun için efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasıl ki şeytan ile melek-i ilham, kalp taraflarında mücaveretleri var ve füccar ve ebrarın karabetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez. Öyle de tedai-yi efkâr sâikasıyla istemediğin pis hayalat, gelip nezih efkârın içine girse zarar vermez. Meğer kasden olsa veya zarar zannıyla onunla ziyade meşgul olsa. Hem bazen kalp yoruluyor. Fikir, kendini eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur, pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.

(21. Söz)


Amma bir daire-i külliyenin cüz’î bir hâdise-i şahsiye ile meşgul olması, yani kâhinlere gaybî haberleri getirmek için şeytanlar, tâ semavata çıkıp kulak veriyorlar, yarım yamalak yanlış haberler getiriyorlar diye tefsirlerdeki ifadelerin bir hakikati şu olmak gerektir ki:

Semavat memleketinin payitahtına kadar gidip o cüz’î haberi almak değildir. Belki cevv-i havaya dahi şümulü bulunan semavat memleketinin –teşbihte hata yok– karakol haneleri hükmünde bazı mevkileri var ki o mevkilerde arz memleketi ile münasebettarlık oluyor, cüz’î hâdiseler için o cüz’î makamlardan kulak hırsızlığı yapıyorlar. Hattâ kalb-i insanî dahi o makamlardan birisidir ki melek-i ilham ile şeytan-ı hususi o mevkide mübareze ediyorlar.

(28. Lem'a)


Evet, Hâlık-ı Şems ve Kamer'in envar-ı hidayeti ilham eden melaike-misal kelâmının kelimatı nerede?. Sonra beşerin hevesat düğümleri içinde sihirbaz üflemeleri nev'inden olan zenbur-misal müzevver kelimeleri nerede?!.

(14. Reşha, Mesnevi-i N. (Badıllı))

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler

İlgili Resimler/Fotoğraflar

İlgili Maddeler

  • Melek: İlham melekleri gibi Allah’ın emirlerine tam itaat eden iyi nitelikteki ruhanî varlıklara verilen ad
  • İlham: Çoğunlukla vasıtasız olarak, bazen de ilham melekleri vasıtasıyla Allah tarafından melek, insan, cin, hayvan ve cansızlara gelen ilâhî emir, düşünce, hâlet ve duygular
  • Vahiy: Çoğunlukla melek (Hz. Cebrail) vasıtasıyla Allah tarafından peygamberlere gönderilen emir ve hükümler

Kaynakça