Risale:Emirdağ Hayatı (Afyon Hapsinden Sonra) (Müdafaalar)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden

Önceki Müdafaa: Temyiz Mahkemesi Talebe MüdafaalarıTüm MüdafaalarUrfa Ehl-i Vukufuna Cevap (1951): Sonraki Müdafaa

Emirdağ Hayatı [Afyon Hapsinden Sonra]

Diyanet Riyasetinin verdiği son Rapor[değiştir]

Rapor

Bediüzzaman Said Nursî ve diğer şahıslara ait teslim olunan kitap ve defterlerin içlerinde kanunen müsaderesi icap eden muzır kitaplar bulunup bulunmadığı hakkında incelenip neticesinin bir raporla bildirilmesi için Ankara Birinci Ağır Ceza Yüksek Reisliğince ehl-i vukuf seçilmemiz üzerine, işbu beş çuval ve bir tahta sandık içindeki, ilişik listede isimleri yazılı kitap ve mektup ve defterler teker teker okunup incelendikte:

Bunların çoğu Said Nursî’ye ait eserler olup münderecatlarının; hiçbir şahıs zikredilmeyerek, yalnız Kur’an-ı Kerim ve ehadis-i şerifeden ilham alınarak, başka başka ünvanlar altında karihasına göre hazırladığı birtakım esrar-ı ilmiye ve hikemiyenin madde âleminden temsil getirilerek izahları yazılmış ve hâl-i hazırdaki nev-i beşeri ve bilhassa memleketimizdeki küçük ve büyük insan kitlelerini gafletten ikaz ile fikrî ve şehevanî dalâletten ve sû-i itikad ve sû-i ahlâk girivelerinden kurtarmaya matuf ifadelerden ve onları devletimizce dahi matlup olan güzel ahlâka sevk edebilecek yazılardan ibaret bulunmuş olduğu ve diğer şahıslara ait mektup vesaire dahi, Said Nursî’nin eserlerinde okudukları noktalara ait hatıralarına gelen bazı mühim dinî ve ahlâkî mesailin kendisinden istifsarlarından ve bazıları dahi, bu zatın nâsih-i ümmet olduğundan bahisle arkadaşlarına kendisini tanıttırmalarından ibaret defterler olduğu anlaşılmış ve netice itibari ile münderecatlarında kanunî mevzuata muhalif siyasî ve idarî bir mahzur görülmemiş olduğundan bu eserlerde müsaderelerini icab eden bir hâl bulunmadığı kanaatine varılmış bulunduğuna dair işbu raporumuz Ankara Birinci Ağır Ceza Yüksek Reisliği sunulmuştur. 23-5-1956

Diyanet İşleri Reisliği

Müşavere ve Dinî Eserler İnceleme Heyeti Azaları

Bilirkişi: Hasan Fehmi Başoğlu

Bilirkişi: Hasan Hüsnü Erdem

Bilirkişi: Şehit Oral

Afyon mahkemesinin beraet kararı[değiştir]

T.C.

AFYON

Ağır Ceza Mahkemesi

Esas: 954-278

Karar: 955-218

Savcı: 953-2083

Emirdağ Noterliğinden çıkarılan suret

Suret

Reis: Ali Kemalettin Kamal 8169

Âza: Ali Niyazi Bayram 4864

Âza: Hayri Özbek 7670 C.M.U.M.: Mehmet Çağatay 9974

Kâtip: Alâattin Gevrek 8

Davacı: K. H.

Maznun: Bitlis vilâyetinin Nurs K.den Mirza oğlu Said Nursî nam Bedüzzaman ve arkadaşları. Maznunların umumî vekili: Afyon avukatlarından Ahmet Hikmet Gönen

Suç: Elde edilen kitapların kısmen iade, kısmen müsaderesi.

Suç T.: 948

G. Düşünüldü: Dinî hissiyatı âlet ederek devletin iç emniyetini bozmak ve Nurcular adı altında cemiyet kurmaktan maznun Said Nursî ve arkadaşları haklarında icra edilmekte olan duruşma sırasında maznunlardan elde edilen suç âlâtı kitap, risale vesair eşyanın müsaderesi hakkında Afyon Ağır Ceza Mahkemesinde icra edilen duruşma sonunda:

Maznunlardan elde edilen bilumum kitap, risale, mektup vesair evrak-ı matbuanın Diyanet İşleri Müşavere Kurulunun 23-5-956 tarih ve sayısız raporunda kitap vesair eşyanın kanunî mevzuata muhalif siyasî ve idarî bir mahzur görülmemiş olduğu ve bu eserlerin müsaderesini icab eden bir hâlin bulunmadığı kanaatine varılmış olduğu bildirildiğinden bilumum kitap, risale ve mektup vesair eşyanın maznunlara iadesine ve maznunlar vekili Hikmet Gönen’e teslimine isteğe uygun ve temyiz yolu açık olmak üzere 23-6-956 tarihinde oy birliğiyle verilen karar C.M.U.M. Mehmet Çağatay hazır olduğu halde maznunlardan İbrahim Ethem Talas, Ziver Gündüzalp, Tahirî Mutlu ile maznunların vekil avukat Hikmet Gönen’in yüzlerinde diğer maznunların gıyaplarında usulen ve açık olarak tefhim kılındı.

23-6-956

Reis Aza Aza Katip

Ali Kemalettin Kamal Ali Niyazi Bayram Hayri Özbek A.Gevrek

İşbu hüküm aslının aynı olup temyiz edilmeksizin 30-6-956 tarihinde kesinleşmiştir. 12-7-956 (300) kr. Harç 60 kr. Damga pulu

Baş kâtip

İmza

Emirdağı'nda sakin Said Nursî nam Bediüzzaman tarafından ibraz edilip diğer sahifeye alınan ve Afyon Ağır Ceza Mahkemesinden verilip yed'inde mahfuz 23-6-956 tarih ve 954-278 sayılı ilamın aynı olduğu tasdik kılındı. Bin dokuz yüz elli altı senesi Temmuz ayının on üçüncü günü. 13-7-956

Harç Pulları dosyadaki Emirdağı Y.Noter Mu 31-Temmuz-956

nushaya ilsak edildi Fehmi Turan 60 kr. Damga Pulu

İmza

"Mahkeme-i Kübrâ'ya Şekvâ"nın Haşiyesi[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

2 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

3 اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ

[Mahkeme-i Kübrâ’ya Şekvâ ve Müdafaatın bir hâşiyesidir.]

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bu mealde adaletperver Demokratlara istida yazabilirsiniz. Hastayım, siz nasıl münasipse öyle yapınız. Avukatımızdan, bir gün evvel aldığımız mektupta “Kitaplarımızın suç mevzuu olan ve olmayanlarını tefrik etmeye çalışıyorlar” diye haber verdi. Şimdiye kadar yaptıkları gibi, yine hiçbir kanuna uymayan bir tarzda, binler kelime içinde bir risalede birtek kelimeyi bahane edip suç mevzuu yapmak, o risaleyi vermemek suretiyle Nurların intişarına garazkârâne mâni olmak fikriyle, hem kararnamelerini Mahkeme-i Temyizce bütün bütün bozan o kararnamede suç mevzuu gösterdikleri, bizim aleyhimizde olmadığı halde müddeiumumînin iddianamesine karşı hatâ-savap cetvelinde seksen bir hatâsını ve garazkârlığını kat’î ispat ettiğimiz halde, şimdi aynı garazkârlıkla dört yüz sahife Zülfikar risalesini, birkaç satır tesettür ve irsiyet hakkındaki, yüz bin tefsirin aynı mânâyı söylediklerine binaen otuz kırk sene evvel yazılan cümlelerini suç mevzuu yapıp o mecmua-yı azîmeyi müsadere edip bize vermemek, dünyada hangi kanun buna müsaade eder?

Hem Afyon Mahkemesindeki eserler-tekrarat-ı Kur’âniye ve melekler hakkındaki iki parçacık müstesna olarak-bütün eserler iki sene ellerinde kalarak hem Denizli, hem Ankara Ağır Ceza Mahkemesi beraatine karar vererek içinde suç mevzuu bulamadıkları ve bize iade etmeye karar verdikleri ve aynı eserler Isparta hükûmetinin bir vakit müsadere ile tamamen eline geçtiği halde, tamamıyla sahiplerine iade ettikleri ve sonra da Zülfikar’la Asâ-yı Mûsâ’yı ruhsatsız eski yazıyla neşir bahanesiyle dört seneden beri müsadere edip aynen hiçbiri zayi olmadan yüz yetmiş adet mecmuada bir suç mevzuu bulamadıkları için bizlere tamamen iade ettikleri ve bizim en mühim suçumuz olarak gösterdikleri eski partinin bir kısım şeflerine hakikat namına itirazımızın yüz misli ziyade şimdiki dinî mecmualar, resmî cerideler aynı itirazı şiddetle vurdukları halde, Risale-i Nur’un bir mahrem parçası, şimdiki zaman tamamıyla tayin ettiği bir hadisin hakikatini tefsir bahsinde şeflerin başı Lozan Muahedesinde hiçbir zaman hiçbir Müslüman hakikî Türkü, hiçbir Nasraniyete ve Yahudiliğe ve başka dine girmeyen ve İslâm kahramanları olan Türkleri Protestan yapmaya malûm Hahambaşı ile ittifak ederek rey veren o adam, bütün ulemâ-yı İslâmın “Cevazı yok” diye ittifakan hükmettikleri halde, on cihetle kanunlarla onu bütün bu vatandaki mâsum Müslümanlara cebren giydirdiği ve tarih-i beşerde bu çeşit mânâsız acip bir cebr-i umumî yapmak ve hiçbir kanuna uymayan keyfî kanun namına kanunla onu bu millet-i İslâmiyeye cebren giydirmek; elbette o adama, o Lozan Muahedesinde verdiği dehşetli fikrini ispat etmiş ki, din-i İslâma gayet muzır olarak hadisin haber verdiği adam bu zamanda o şeftir.

İşte hakikat böyleyken Afyon Mahkemesi, adalet namına değil, belki o ölmüş adamın muhabbeti taassubu namına, eski harfle de neşredilen kararnamenin âhirinde bizi mahkûm etmek için en mühim sebep, savcının garazkârlığı sebebiyle, mahkeme heyeti demişler ki: “Said ve arkadaşları, Mustafa Kemal’e ‘din yıkıcı, süfyan’ demişler ve kalblerdeki sevgisini bozmaya çalışmışlar. Onun için mahkûm ediyoruz.”

Acaba, ölmüş gitmiş bir adamın şahsına karşı bin defa böyle itiraz da olsa şahsî bir dâvâ oluyor. Mahkeme-i adalet buna dair böyle bir hükmü vermek, elbette pek acip bir mânâ, iş içinde vardır. Şimdi böyle adamların elinde Nur eserleri dört defa beraat kazandıkları ve şimdi Adliye Bakanı, üç defa Nur eserlerinin beraatine ve eserde suç mevzuu olmadığına, bizi mahkûm eden Afyon kararını bozmasıyla hüküm verdiği halde, şimdi bütün millet, adalet ve şefkat ve diyanete hizmet bekledikleri Demokrat hükûmeti zamanında, eski müstebitlerin dehşetli plânlarıyla Risale-i Nur’a karşı garazkârların keyfine bırakmamak; bırakılsa, Demokrat Hükûmeti aleyhinde büyük bir hıyanettir. Ve milletin teselli ümidini kırmaktır.

Benim Ankara’da bir vekilim Mustafa Sungur 17.11.950 tarihli çektiği telgrafta “Umum risalenin bize iadesine karar verilmiş” diye müjde verdi ve âdil Adliye Vekili üç defa beraat verdiği ve şimdi de Sungur’un mektubuna göre, hem iadesine emir verildiğini ve şimdi telefonla yine haber vereceğim söyledikleri halde, bu on altı seneden beri aleyhimizde olan iftiralar ve jurnaller, hem Eskişehir, hem Denizli Mahkemesinden bütün dosyaları Afyon Mahkemesi mânâsız toplamak ve af kanununun çıkmasıyla ve mahkemelerin beraat vermesiyle o mübarek eserleri o dosyalar içerisine karıştırarak çürütmek için mahzene atmak ve üç seneden beri bizi aldatan bazı eşhasa Nurların işlerini bırakmamak lâzım geliyor.

Başbakan ve Adliye Bakanına, bu gayet mühim meseleyi nazar-ı dikkatlerine arz ediyoruz.(Haşiye)

Said Nursî

Haşiye: Acip bir hâdise, adalet ve dinden hariç zâlimâne nümunelerden birisi de, üç seneden beri müsadere ettikleri Kur’ân’ımızı çok defa istediğimiz halde vermedikleri ve 2800 Lâfza-i Celâl altınla yazılı, gözle görünen mu’cize-i Kur’âniyeyi gösteren o mübarek Kur’ân’ımızı bize vermediler. Şimdi avukat diyor ki: “Bir istida Diyanet Reisine yazınız ki, iade edilsin.” Bunun gibi yüzler nümuneler var ki, sırf bir garazla ve ecnebî parmağıyla aleyhimize işler dönüyor. Bizi ve âlem-i İslâmı pek sevindiren Demokratlar dikkat etsinler. Nurları ve Nurcuları bu işkencelerden kurtarsınlar.

Nur Talebeleri namına

Said Nursî

1.) Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

2.) Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi, 17:44)

3.) Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi; üzerinize olsun.

"Mahkeme-i Kübrâ'ya Şekvâ"nın Haşiyesinin Hulasası[değiştir]

Mahkeme-i Kübrâya şekva ve müdafaatın bir hâşiyesi olan parçanın hulâsasıdır

Size bu defa Mahkeme-i Temyize gönderdiğimiz—avukatın Temyiz Mahkemesine gönderdiği—istidanın suretidir. Ve dehşetli kararnameye karşı, hulâsası sizin tarafınızdan bu meâlde, müsadere kararnamesine mukabil, dindar meb’uslara dersiniz:

Bu tarzda müsadere ne derece kanuna muhalif ve Demokrat hükümetini tanımamak ve Adliye Bakanının verdiği emri ne derece dinlemediklerini ve ehemmiyet vermediklerini gösteriyor. Ve adliye adaleti haricinde dehşetli bir garaz hükmediyor. Kitaplarımızın ellerindeki tamamını, binler kelimeden bir iki kelimeyi suç mevzuu bahanesiyle vermek istemediklerini ve bu suretle Nurların neşrine mâni olmak istediklerini ve suç diye gösterdikleri noktalarda bizim tarafımızdan müdafaatımızda onların seksen bir hatâlarını Hatâ-Savap Cetvelinde ispat edilmekle açık garazkârlıklarının gösterildiğini; hem elyevm yasak olmayan yüz binler tefsirlerde yazılı bulunan tesettür ve irsiyet hakkındaki iki âyetin birkaç satırlık tefsiri yüzünden dünyada hiçbir kanunun müsaade etmediği acip bir zulümle, dört yüz sahifelik Zülfikar mecmuasını müsadere edip bize vermemek suretiyle bir zulüm irtikâp ettiklerini; hem Afyon’da iki sene ellerinde kalan bütün Risale-i Nur’un parçaları, daha evvelden hem Denizli, hem Ankara, hem Isparta mahkemelerinde beraat ettirilip sahiplerine iade edildiğini ve bilâhare Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ’yı ruhsatsız neşir bahanesiyle Isparta hükûmeti müsadere edip dört sene zaptettikten sonra hiçbiri noksan olmadan yüz yetmiş mecmuayı bize iade ettiklerini; ve bizim en mühim suçumuz, Risale-i Nur’un mahrem bir parçasında elli sene evvel bir hadîsin tefsirinde, cebrî kanunlarla şapkayı giydiren ve din-i İslâmı bu mübarek Türk milletinden kaldırmak için Lozan Muahedesinde söz veren ve pek şiddetli ve dehşetli hücumlarına rağmen hiçbir hakikî Müslüman Türkü Protestan yapamayan ve millet-i İslâm için pek çok zararlı olduğunu ef’âliyle ispat eden ve hadis-i şerifin haber verdiği o müthiş şahıs kendisi olduğunu, hayat ve mematıyla gösteren Mustafa Kemal’e bir mahrem eserde “din yıkıcı, süfyan” dediğimizi ve “kalblerdeki sevgisini bozmaya çalıştığımızı” isnad edip kararnamede mahkûmiyetimize sebep olduğunu ve Mahkeme-i Temyizin Afyon Mahkemesinin bu haksız kararını bozmasıyla yeniden görülmeye başlanan dâvâ af kanunu çıkmasıyla, dosyalarıyla ve bütün Nur eserleriyle çürütülmek için mahzene atıldığını ve bilâhare Adliye Bakanlığınca, Sungur’un keşide ettiği telgrafı üzerine, bütün eserlerin verilmesine emir verildiği halde hiçbiri iade edilmeyerek yeniden suç mevzuu olanlarını tefrik etmek, belki tamamını suç mevzuu yapmak istemeleriyle Risale-i Nur’un tam serbestîsine mâni olmak istediklerini bildiren ve üç seneden beri bizi aldatan böyle eşhasa Nurun işlerini bırakmamak için Başbakan ve Adliye Bakanının nazar-ı dikkatlerine arz edilmek üzere bu meâldeki adaletperver Demokratlara istida yazılması, vatan ve millet menfaatine lüzumu var.

Lâfza-i Celâl üzerinde i’câzı gözle görülen Kur’ân’ımızı almak için istida ile Diyanet Riyasetine müracaat edilmesi gibi sırf garazla ve ecnebî parmağıyla aleyhimize dönen işlerden ve işkencelerden bizi ve âlem-i İslâmı pekçok sevindiren Demokratların dikkat edip Nurcuları kurtarmalarını, hürriyetperver hükûmetten rica ederiz.

"Mahkeme-i Kübrâ'ya Şekvâ"dan bir parça[değiştir]

(Yedi sene evvel Afyon Mahkemesinde iken reis-i cumhur, Başvekil ve Vekiller Heyetine sureti gönderilen "Mahkeme-i Kübraya Şekva" başlıklı müdâfaadan bir parçadır.)

Şapka giymediğimi, mes'uliyetime bir sebeb gösterdikleridir. Onlara derim ki: Üç ay Kastamonu'da polis karakolunda misafir kaldım. Hiçbir vakit bana demediler: "Şapkayı başına koy" Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı mahkemede açmadığım halde bana ilişmedikleri ve şimdi asker neferatının başlarından kalktığı ve kadınlar ve çocuklar, ekseri köylüler ve dairede memurlar, bere giyenler ve münzeviler şapkayı giymeye mecbur olmadığı ve hiçbir maddî maslahat giymesinde bulunmadığı ve benim gibi bir münzevi ve bütün müctehidlerin, umum şeyhu'l-İslâmların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesi ile ve uydurmalar ilavesiyle gizli dinsiz düşmanlarım yirmi sene bana sıkıntı vermeleriyle bir cezayı çektirdikleri libasa ait mânâsız bir âdetle bütün bütün kanunsuz, tekrar beni mesul etmeye çalışan ve çarşıda, Ramazanda, gündüzde rakı içip namaz kılmayanları kendine kıyas edip ilişmediği halde; bu derece şiddet ve tekrarla beni kıyafetim için suçlandırmaya çalışan, elbette ölümün idam-ı ebedisini ve kabrin dâimî haps-i münferidini gördükten sonra mahkeme-i kübrâda da ondan bu hatası sorulacak.

(Üstâdımız gizli dinsiz düşmanlarının planıyla Kastamonu'dan alınıp beraetle neticelenen Denizli Mahkemesine gönderilirken Ankara'da, Ankara valisi ve emniyet müdürü Üstadımızla yarım saat kadar konuştukları halde "kıyafetini tebdil et" dememişler. Üstadımız aynı kıyafetle Denizli'ye hareket etmiş.)

Mahremdir, haslara mahsustur[değiştir]

[İstanbul'a gönderdiğimiz bir pusuladır. Bera-yı malûmat size gönderiyoruz.]

Mahremdir, haslara mahsustur

1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

2 اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا

Aziz Sıddık kardeşlerim!

1- Kat'iyyen tahakkuk etti ki: Bize karşı zındık düşmanlarımızın tahrikatıyla ve Ankara'da bazı dinsiz masonların planıyla mahkeme bütün kuvvetiyle Risale-i Nurun intişarına mâni' olmaya çalıştıklarını; ve Nurcuların da tesanüdlerini kırmak, birbirinden soğutmak hakkımızdaki en baş programlarıdır. Medar-ı mes'uliyet hakikat noktasında bir şeyi bulamıyorlar. Resmen savcı demiş, makamata yazmış: "Denizli beraeti bütün bütün Risale-i Nuru parlattı ve tevsi' ettirdi. Ona karşı susturmak ve söndürmeye çalışmak lâzımdır." İşte bu dehşetli plânları içindir ki, iki üç günlük işi, üç sene bahanelerle uzatıyorlar.

İşte ey hakiki Nur şâkirdleri! Birinci vazifeniz, bu dinsizcesine hücuma karşı bütün kuvvetinizle Nurların perde altında neşrine ve muhafazalarına, onların maksadı aksine olarak kardeşlerinizin mabeyninizde tesanüdün takviyesine çalışmaktır. En ziyade lâzım ve ehl-i imanın imanına kuvvetli bir hizmet ve bu vatanın saadetine en ehemmiyetli bir medar-ı saadet budur.

2- İstanbul'daki Zülfikâr'ı bütün tedbirinizle ve kuvvetinizle müsadereye meydan vermemek ve zâyi' olmamak için muhafaza edip emin ellere yetiştirmektir. Çabuk cildleyiniz, hem çok ihtiyat ve tedbirle otuz-kırk tane şahsıma emin bir zatla acele gönderin.

3- Bu muhakememizin te'hiri, gerçi onların plânıyla aleyhimizdedir. Fakat hakikatta Nurun hiç bir şeye alet olmadığını, hakaik-i imaniyeden başka bir maksad bulunmadığını göstermek ve ehl-i imanın tam itimad ve kanaatlarına vesile olmak, bu tarafgirane garazkârane seçimler zamanında kader-i ilâhi hakkımızda bu te'hire müsaade verdi.

3 اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Said Nursî

1.) Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

2.) Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

3.) Bâkî olan sadece Odur.

Mahkemelerin tehirinde hayır var[değiştir]

Üstadımız diyor ki:

Mahkemelerin tehirinde hayır var. Şimdiye kadar Nura ve Nurculara verilen zahmetler, rahmetlere dönmesi gösteriyor ki, bu tehirde de hayırlar var ki, birisi bu olmak ihtimali var:

Hariç âlem-i İslâmda Nurun ehemmiyetli tesire başlaması ve inkişaf ve intişarı ve buranın siyasîleri Avrupa’ya bir rüşvet olarak bir derece Avrupalaşmak meylini göstermesi, hariçte zannedilmekle mahkemelerce Nurun serbestiyet-i tâmmesi için karar vermek, hariç âlem-i İslâmda Nurların hakikî ihlâsına böyle bir şüphe gelecekti ki, ya Nurcular riyakârlığa mecbur olmuşlar veyahut böyle medenîleşmek fikrinde olanlara ilişmiyorlar, zaaf gösteriyorlar diye, Nurun kıymetine büyük zarar olduğu için, bu tehir o evhamları izale eder. Ve ispat ediyor ki, otuz seneden beri İslâmiyetin şiarına muhalif şeylere baş eğmiyorlar.

Said Nursi

Meclise ve Bakanlar Kuruluna verilen Dilekçe[değiştir]

Meclis-i Mebusan ve Heyet-i Vükelaya ehemmiyetli bir şekvayı tazammun eden bir hasbihaldir.

Yirmisekiz senedir yüzotuz kitabımda medar-ı mes'uliyet iki meseleden başka bulunmadığı ve o ikisine de kat'î cevab verildiği halde ve intişar eden altıyüz bin nüshalarından hiç kimsenin zarar gördüğüne dair hiçbir emâre bulunmayan ve çok mahkemelerde o eserler ve şakirdlerini tedkik ettikleri yirmiüç mahkeme de "suç bulamıyoruz" dedikleri ve dört mahkeme de bütün kitabların iâdesine kat'î karar verdikleri ve Mahkeme-i Temyiz de dört defa beraeti tasdik ettiği ve dört emniyet dairesi aynı kitabları iâde ettikleri ve ecnebi memleketlerinde ve hususan Âlem-i İslâmda takdir ve tahsin ve teşekküre mazhar oldukları ve dört seneden beri şiddetli bir tedkik ile Afyon Mahkemesi te'hir edip iki defa kat'î beraet verdiği halde, şimdi kat'î haber aldık ki; en ziyade Risale-i Nur'u toplayan bir iki mahkeme demişler: "Kitablarda suç yok, iâde edeceğiz. Fakat neşretmesin." Ben de bu Hükümet-i İslâmiyyenin büyüklerine beyan ediyorum ki:

Risale-i Nur'un İman-ı Billah ve Âhiret ve Nübüvvet gibi erkân-ı imaniyyeyi en muannid dinsizlere karşı da isbat ettiği alâkadarlarca mâlum olmuş. Dünyada bu esaslara ilişecek hiçbir siyaset, hiçbir hükûmet olamaz. İşte o sırf imanî, Kur'anî hakâikten hayat-ı içtimâiye-i İslâmiye ve beşeriyeyi mevzu' yapan nümune için size takdim ettiğimiz bu risale gibi birkaç parça var.

Eğer ehl-i siyaset; vatan, hükûmet, milletin selametine bu risalenin hakikatlarının herkese kat'î lüzumu bulunduğunu ve bu zamanda, bu zamanın en dehşetli hastalığına sağlam bir ilaç olduğunu tasdik edilmezse, onların hapislerine ve neşredilmemesine rıza bulunabilir. İşte yirmiiki sene evvel te'lif edilen bu parçanın binler nüshası intişar etmiş ve te'sirini göstermiş. Muhabbet, uhuvvet, müsâlemet-i umumiyeyi dehşetli ihtilalcilere karşı te'min etmiş.

Hükûmetin hey'etine beyan ediyorum ki: Bu parça ve emsalinin intişarını zararlı görmek, anarşistlerin en fena dinsizleri ve sofestaileri olabilir. Çünki: Dünyada bu kadar zaman, muannidlerin tenkid ve bahanelerle itiraz ettikleri halde bu kadar kesret-i ecza içinde hayat-ı içtimaiyeye muzır bir şey bulamadıkları gösteriyor ki: tamamiyle başka bir hesaba binâen bu mu'cize-i Kur'aniyeyi, vatanı kurtarmakta isti'mal etmemek için bir vesile arayanlar var ki bazı safdil mahkemeleri de iğfal ediyorlar.

Gayet hasta

Said Nursî

Meclise ve Bakanlar Kuruluna verilen Dilekçenin Zeyli[değiştir]

Çok yerlerde neşredilen ve Başvekil'e verilen bir hakikattir.

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Üstadımızın otuzbeş seneden beri siyasetten çekildiği ve yirmisekiz sene mahkemeler siyasete karışmasına dair hiç bir emare bulamadıkları halde şimdi yatağında hasta yatarken İstanbul'un bazı cerideleri onu Kütahya tarafında gezip siyaset propagandasını irticakârane Demokrat lehinde yapıyor diye iftiralarına karşı eskide Heyet-i Vekileye verdiği bu istidayı bu defa Meclis-i Mebusana ve Vekiller Hey'etine verilen istidaya zeyil yapmaya tekrar mecbur olduk.

Hizmetinde bulunan

Nur Talebeleri

Kardeşlerim! Münasib ise;

Başvekil'e ve dindar meb'uslara verilmek üzere, ihtara binaen yazdırılmış gayet ehemmiyetli, mahremce bir hakikattır.

Mukaddeme: Kırk seneye yakın siyaseti terk ettiğimden ve ekser hayatım bir nevi inzivada geçtiğinden, hayat-ı içtimaiye ve siyasiye ile meşgul olmadığımdan, büyük bir tehlikeyi göremiyordum. Bugünlerde o tehlikenin hem millet-i İslâmiyeye ve hem de bu memleket ve hükûmet-i İslâmiyeye büyük bir zarar vermeye zemin hazırlamakta olduğunu hissettim. Mecburiyetle, İslâmiyet milliyeti ve hâkimiyeti ve memleketin selâmeti için çalışan ehl-i siyaset ve cemiyet-i beşeriyeye hamiyetle çalışanlar için bana mânevî bir ihtar edildiğinden Üç Noktayı beyan edeceğim.

Birinci nokta: Gazeteleri dinlemediğim halde bir iki senedir “irtica ile ittiham” kelimesi mütemadiyen tekrar edildiğini işitiyordum. Eski Said kafasıyla dikkat ettim, kat’iyen gördüm ki:

Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedevîliğin bir kanun-u esasîsine irticaa çalışan ve hamiyet maskesini başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları, gaddarâne bir ittihamla ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle değil dini siyasete âlet yapmak, belki de siyaseti dine âlet ve tâbi yapmakla, tâ İslâmiyetin kuvvet-i mâneviyesinden bu hükümet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dört yüz milyon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım zâlim Avrupa’nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara pek haksız olarak “irtica” damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır. Nümunelerinden birinci nümunesi: Bu asrın dehşetli zulmüne karşı bir sed olarak İkinci Noktada beyan etmek zamanı geldi. Menşe’leri iki kanun-u esasiye istinad eden iki irtica var:

Biri: Siyasî ve içtimaî ki, hakikî irticadır. Onun kanun-u esasîsi çok su-i istimale ve zulme medar olmuştur.

İkincisi: İrtica namı verilen hakikî bir terakki ve adaletin esasıdır.

İkinci nokta: Beşerin vahşet ve bedevîlik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine, medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedevîliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-ü umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârâne ve anûdâne particilik gibi bazı cereyanları aşılamaya başlaması gibi bir ihtilâf görülüyor. O kanun-u esasî de budur:

Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatâsıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün fertleri mahkûm ve düşman ve mes’ul tevehhüm ediliyor. Bir hatâ, binler hatâ hükmüne geçiriliyor. İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zîr ü zeber ediyor.

Evet, birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zaiflendiği için, millete ve memlekete ve vatana âdilâne hizmete muvaffak olunamadığından, maddî ve mânevî bir nevi rüşvet vermeye mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için o gaddar, engizisyonâne ve bedeviyâne ve vahşiyâne bu mezkûr kanun-u esasîye karşı ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî 1 وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى nass-ı kat’îsiyle, Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki, “Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz.” Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız mânevî günahkâr olup âhirette mesul olur; dünyada değil. Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki Harb-i Umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle, esfel-i sâfilîn olan o vahşî irticaa düşecek.

İşte, Kur’ân’ın bu gibi kudsî kanun-u esasîsine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedevîliğin dehşetli bir kanun-u esasîsi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: “Cemaatin selâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz’î zulümler nazara alınmaz” diye, birtek câni yüzünden bir köyü mahvetmekle bin mâsumun hakkını nazara almaz. Birtek câninin yüzünden bin adamın kılıçtan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanmasıyla binler mâsumu sıkıntıya verdirir. Ve iki yüz adamı kurşuna dizilmesini o bahaneyle nazara almaz. Birinci Harb-i Umumîde üç bin adamın câniyâne siyaset hatâlarıyla otuz milyon biçare nev-i beşer aynı harpte mahvedildiği gibi, binler misaller var.

İşte bu vahşiyâne irticaın, bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur’ân şakirtlerinin, Kur’ân’ın yüzer kanun-u esasîsinden وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى âyetinin ders verdiği kanun-u esasîsi ile adâlet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve uhuvveti temin etmeye çalışan ehl-i iman fedakârlarına “mürteci” namını verip onları müttehem etmek, mel’un Yezid’in zulmünü adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillu en vahşî ve zâlimâne bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur’ân’ın mezkûr kanun-u esasîsine tercih etmek hükmündedir. Hükûmet-i İslâmiye ile bu memleketin selâmetine çalışan ehl-i siyasetin mezkûr hakikati nazara alması lâzımdır. Yoksa, üç veya dört cereyanın muannidâne muaraza etmeleriyle, o kuvvetler, muaraza sebebiyle zayıflar. Memleketin menfaatine ve âsâyişine sarf edilecek o zaif kuvvetle hâkimiyetini—hattâ istibdad ile de olsa—âsâyiş ve emniyet-i umumiyeyi muhafazaya kâfi gelmediğinden Fransız ihtilâl-i kebîrinin tohumlarının bu mübarek memleket-i İslâmiyeye ekilmesine yol vermektir diye telâş edilebilir.

Madem bu ittifaksızlıktan gelen zaafiyet ve kuvvetsizlik sebebiyle ecnebînin politikasına ve ehemmiyetsiz, muvakkat yardımlarına karşı bu acip mânevî rüşvetler veriliyor, dört yüz milyon kardeşin uhuvvetine, milyarlar ecdadın mesleğine ehemmiyet verilmiyor gibi bir mânâ hükmediyor. Ve âsâyiş ve siyasete zarar gelmemek için bu kadar israfat ile bol maaşlar suretinde kuvvet teminine kendilerini mecbur zannederek rüşvetler veriliyor; milletin fakr-ı hali nazara alınmıyor. Elbette ve elbette ve kat’î olarak, şimdi bu memleketteki ehl-i siyaset, Garba ve ecnebîye verdiği siyasî ve mânevî rüşvetin on mislini âlem-i İslâmın ileride cemahir-i müttefikası hükmünde olacak olan dört yüz milyon Müslüman kardeşlere memleket ve milletin ve bu devlet-i İslâmiyenin selâmeti için gayet azîm bir bahşiş ve zararsız rüşvet vermesi lâzım ve elzemdir.

İşte o makbul, lâzım ve çok menfaatli, caiz ve vacip rüşvet ise, teavün-ü İslâmın esası ve hediye-i Kur’ân’ın semavî bir düsturu ve rabıtası ve kudsî kanun-u esasîsi olan

2 اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ

3 وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعًا

4 وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

5 وَلاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ

kudsî, esasî kanunlarını düstur-u hareket etmektir.

Üçüncü Nokta: şimdilik tehir edildi.

Said Nursî

Haşiye: Kardeşlerim, evvelce gördüğünüz şiddetli ihtarın bir derece tağyirine üç şey vesile oldu.

Birincisi: Nur kahramanı Hüsrev’in beyanıyla, yirmi beş adliye mahkemelerinin “Risale-i Nur’da suç yok” diye itiraflarıdır.

İkincisi: Nurun bir kahraman avukatı “Ankara hükûmeti Said aleyhinde olmadığından, şiddetli kelimeler tâdil edilse münasiptir” demesidir.

Üçüncüsü: Kat’î haberlere göre Afyon Mahkemesi “Nurun altı yüz bin fedakâr talebesi var” demesine binaen, Malatya hâdisesi bahanesiyle, hiç olmazsa Nur talebelerinden altı yüz faal ve muktedir olanlarını mahkemeye vermek plânı varken, yalnız on altı adamı ve bundan yalnız altı adama ve bundan birtek adamın bir sene mahkûm edilmesi, Nurcular aleyhindeki zâlimâne tazyikat hafifleşmesi ve def olmasının alâmetidir. Onun için bir derece şiddetli kelimeler tâdil edildi.

1.) Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7)

2.) Mü’minler ancak kardeştirler. (Hucurât Sûresi, 49:10)

3.) Allah’ın dinine ve Kur’ân’a hep birlikte sımsıkı sarılın. (Âl-i İmrân Sûresi, 3:103)

4.) Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7)

5.) Birbirinizle çekişmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider. (Enfâl Sûresi, 8:46)

Afyon Mahkemesinin yeni reisine hususi bir hasbihal[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

[Afyon Mahkemesi'nin yeni ve dindar ve âdil reisine husûsi bir hasbıhâlimdir. Husûsî bir mektub yerine kabul etmesini ricâ ediyorum.]

Şimdi Afyon'da müsâdere olan kitablarımı iki sene Denizli Mahkemesiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesi ve Mahkeme-i Temyîz, ehl-i vukuflarla tedkik ettikleri halde, müttefikan hem benim, hem o kitablarımın berâetlerine, hem de umûmen bana iâde etmesine ve bir sebeb-i hapsimiz olan eski harfle gizli tab' edilen "Âyetü'l-Kübrâ" Risâlesinden beşyüz nüshası müsâdere edildiği halde bize aynen iâde ettiler.

Hem Afyon'da müsâdere edilen kitabların umumu, Isparta'da sekiz sene evvel Isparta Mahkemesi dört ay tedkikten sonra sahiblerine iade etti. Hem Afyon Mahkemesindeki kitabların bir kısm-ı mühimmi Mersin'de müsadere edilip Ankara'ya gönderilmiş, tedkik edilip iadesine emir verilmiş.Tarsus Emniyet Müdürü vasıtasıyla Nur Talebelerine iade edilmiş. Hem Afyon'daki kitapların bir kısm-ı mühimmi Ankara'da Nur Talebelerinden Emniyet Dairesi müsadere ettikten sonra tedkik edip tamamen o Nur Talebesine Emniyet Dairesi iade etmiş. Hem Afyon'daki müsadere edilen kitabların bir kısm-ı mühimmi İstanbul'da "Rehber"i tab'eden Nur Talebesinden Rehber ile beraber alınmış. Sonra bana beraet verdikleri gibi o mühim mecmuaları da bize iade ettiler. Hem Eskişehir Mahkemesi yalnız Tesettür Risalesi'nin bir iki sahifesine ilişmişti. Başkalarına ilişmedi. Ve bizi de Tesettür'den başka olan risalelerden mes'ul etmediler.

Hem bununla beraber, bir hükûmetin elbette mahkemeleri ve kanunları bir olur. Bu dört-beş mahkemelerin ve üç-dört emniyet dairelerinin bize iade ettikleri kitabları Afyon Mahkemesi hangi kanun ile zabt ediyor, vermiyor? Haydi farz-ı muhal olarak, bir iki sahife Siracü'n-Nur'un âhirinde,birbuçuk sahife Mu'cizât-ı Kur'aniye'de ve iki-üç yaprak Tesettür Risalesindeki mes'eleler yüzer kanuna muhalif de olsa; o parçalar, o sahifeler çıkarılıp yüzbinler sahife zararsız ve kanunların ilişmediği kitaplarımızın iade edilmesini bütün Nur Talabelerinin diliyle istiyoruz.

Hem otuz üç âyat-ı Kur'aniyenin tahsinkârâne işâretine mazhâriyetini ve İmam-ı Ali (Keremallahü Vechehu) ve Gavs-ı A'zâm (Radıyallahü Anhü) gibi evliyânın takdirlerini ve yüzbin ehl-i imânın tasdiklerini ve bu yirmi senede millete ve vatana zararsız ve pekçok menfaatli bir mertebeyi kazanan Risale-i Nur'u sinek kanadı gibi bahanelerle bazı risalelerin müsaderesine; hatta dörtyüz sahife olan ve yüzbin adamın imanlarını kurtarıp kuvvetlendiren Zülfikar-ı Mu'cizât Mecmuasında eskiden yazılmış ve mürûr-u zaman ve af kanunları görmüş iki âyetin tam haklı tefsirine dair iki sahife bahanesi ile , o pek menfaatli ve kıymettar mecmuanın müsadere edilmesi elbette Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşirde sorulacak.

Kitablarımı müsadere eden hey'ete onaltı sene evvel Eskişehir Mahkemesinde "Tesettür Âyeti"ne dair tefsirimin bahanesiyle beni mes'ûl tuttukları için.. o vakit mahkeme-i temyîz ve tashîhe verdiğim fıkrayı, Afyon'un sâbık mahkemesinin hey'etine tekrar ediyorum.

"Adliyenin mahkemesine derim ki. Binüçyüzelli senede ve her asırda üçyüzelli milyon Müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakiki bir düstûr-u İlâhiye, üçyüzelli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinâden ve binüçyüzelli senede geçmiş ecdâdımızın itikadlarına iktidâen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adâlet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir diye bağırıyorum, bu asrın sağır kulakları dahi işitsin!"

Âlem-i İslâm'a hiçbir zararı olmadığı gibi, pek çok faidesi bulunan Risale-i Nur'un tam serbestiyetini vermek, bu hükûmet-i İslâmiye'nin büyük bir vazifesidir.

Beş mahkemenin ve dört emniyet dâiresinin bize iâde ettikleri aynı kitabları ve Mahkeme-i Temyiz de o kitablar lehinde berâet ile hüküm verip onbeş-yirmi gün zarfında zararsız olduğuna karar verdiği halde; Afyon Mahkemesinin sâbık âzâları dörtbuçuk sene gâyet âdi bahanelerle kitablarımı vermediler.

Kitablar hakkında müsaderenin mâhiyeti: Risale-i Nur'un yüzotuzüç kitabından bir tek kitabın bir-iki sahifesi, bir kumandana elli sene evvel bir hadîs ile vurduğum tokadı bahsetmiş. Bunun dolayısıyla yüzotuz kitabı müsâdere etmek, bir adamın hatasıyla yüzotuz adamı cezalandırmak gibi bir acib gaddarane zulüm olması ve şimdi kütübhanelerde ve kitabçılarda ve ellerde gezen ve husûsan, vatan ve dîn aleyhinde dinsizlerin, mülhidlerin, zındıkların, komünistlerin kitabları, hatta baştan aşağıya kadar İslâmiyet aleyhindeki Doktor Duzi'nin kitabı, bazı ellerde gezmesi gösteriyor ki: Risale-i Nur'a karşı müsâdere, yerden göğe kadar haksız bir zulümdür, bir gadirdir. Çünki: Risale-i Nur ekser âlem-i İslâm'ın mühim merkezlerinde ve bu yirmisekiz senede bu vatanda ulemâların elinde gezdiği halde hiçbir âlim, hiçbir feylesof itiraz etmemiş. Mahkemeler ve siyâsiyyunlar yalnız bir "tesettür"e, diğeri de "âhirzamanda bir kumandan başına şapka koyacak ve cebren giydirecek" gibi iki mes'eleye ilişmişler. Sonra da bu mes'eleler için, dört-beş maheme o mes'elelerde dahil olduğu ve beraet verildiği halde; o bir-iki sahife için yirmibin sahifeyi mes'ul ve mahkûm etmek hükmünde Risale-i Nur'u müsâdere etmek, aynı bu misale benziyor:

Bir adamın bir adama haksız değil, belki haklı taarruzu yüzünden-ki başkaları da onu medar-ı mes'ûliyet görmediği ve beş mahkemede cinâyet saymadığı halde- o mevhum suç ile yirmibin adamı suçlu yapmak gibi; yirmibin Nur sahifelerini bir-iki sahife yüzünden müsadere ve dörtbuçuk sene Afyon'da hapsetmek, o taarruzun yüz mislinden daha ziyade bir hatadır, bir cinayettir. Ve bu vatana bir sûikasddır.

Bana sıkıntı verilen mes'elenin birisi de şudur: Başa şapka koymaktır. Bunda hiçbir kanun olmadığı gibi, hiçbir menfaat ve maslahat dahi yoktur. Çünki; askerler ve dairelerde vazifedâr me'murlar ve kadınlar ve başı açık gezenler giymemekte mes'ûl olmadığından ve bere giymek yasak olmamasından gösteriyor ki; şapkayı başa koymakta hiç bir kânun yoktur ve hiçbir maslahat da yoktur. Başı açık kalmak, benim gibi çok ihtiyar ve başı çok nezleli ve doktorların da çare bulamadıkları bu nezle hastalığı için, başıma gecelik takyesinin üzerine sıcaklık için mendil bağlamağa mecburum. Bu hal ile beraber, vazifedar me'mur olmadığımdan bana resmî elbise teklif edilmez. Demek gayet acîb, ma'nasız ve mânevî bir sûikasd fikriyle benim tarz-ı libasım, mevhûm asılsız bir kânuna aykırı nâmı verilmiş ki, bana birbuçuk sene sıkıntı çektirdiler. Bu kısacık dâvâmın izâhı benim sâbık mahkemelerdeki müdafaatıma, husûsan mahkeme-i kübrâya şekva kısmına havale ediyorum.

Said Nursî

Haşiye: Bu vatan ve millete pekçok menfaati bulunan Risaleleri serbestiyeti ile iâde edilmezse Üstadımız bu memleketi ebedî terk etmeğe karar verdiğini söyledi.

Hizmetkârı Mustafa

Bu hûsusi mektub, Avukatımız Ahmed Günan'ın "Yeni gelen Afyon Ağır Ceza reisi, mütedeyyindir; husûsî bir mektub yazılsa münâsib olur" demesi üzerine yazılmış. Ve berâ-yı ma'lûmat bir sûret bize gönderilmiş. Bizde berâ-yı malûmat sizlere gönderiyoruz.

Husrev

Afyon Mahkemesinin âdil reisiyle bir hasbihaldir[değiştir]

Afyon Mahkemesinin âdil reisiyle bir hasbihaldir

-Artık yeter!.. Tahammülüm kalmadı.-

Yirmisekiz senede yüz senelik azâbı bana çektirdiler. Bu işkencelere son verilmek için hem bu memlekete, hem, Âlem-i İslâm'a hiçbir zararı olmayan ve pek çok menfaatı bulunan Risale-i Nur'un tam serbestiyetini vermek bu hükûmet-i İslâmiyenin büyük bir vazîfesidir.

Kat'iyyen tahakkuk etmiş ki; Afyon Mahkemesi müdhiş bir komitenin parmağıyla, beş mahkeme ve dört emniyet dairesinin bize iâde ettikleri aynı kitabları ve Mahkeme-i Temyiz de o kitablar lehinde berâetle hükmederek onbeş-yirmi gün zarfında zararsız olduklarına karar verdiği halde Afyon Mahkmesinin sâbık â'zâları, dörtbuçuk sene gâyet âdi bahanelerle (meselâ: Uzak yerlerdeki alâkaları az olan ve medar-ı mes'ûliyet ve bahane olacak hiçbir kitab onlarda bulunmayan ve yanlız hapiste bizimle beraber yatan bir-iki Nur Talebesine yanlış adreslerle haber verilmemiş diye) bundan evvel iki ay ve sonra da bir ay geriye mahkememizin te'hir edilmesi.. ve bu bîçâre Nur Talebelerine gidip-gelme yol masrafları çok zarar vermeleri ve hatta Afyon Mahkemesinin Nur Risalelerini müsadere kararı sebebiyle ve ihtarıyla İstanbul'da müsâdere edilen "Rehber Risâlesi" ve muhâkemesi için kışta benim gibi gâyet iktisadçı bir fakirin yüz banknotu bir husûsî otomobile ücret vermeğe mecbûr olması ve yirmi senede bazen yüz, bazen yetmiş, bazen elli arkadaşıyla çok def'a lüzûmsuz mahkemelere ve hapislere sevk etmeleriyle.. elbette yüzbin lira zarar ve ziyanımız olması gösteriyor ki; müdhiş garazkarların parmağı bu işe karışıyor.

Evet; sâbık mahkemelerin haksız olarak Nur Talebelerine onbeş sene zarfında ellibin; belki yüzbin banknot zarar vermeleri, haksız ve kanunsuzdur. Bu yüzbin lirayı tazminat olarak dâvâ ediyoruz. Yüzbinlerle dâvâcılarımız bu dâvânın arkasında var.

Şimdi bu Afyon Mahkemesinin sâbık reisinin ve savcısının ve âzâlarının pek kat'î bir garazla bu zâlimâne muamelelerinin gâyet kat'î bir hüccet ve delili; mahkûmiyetime dâir olup neşrettiğimiz kararnamelerdir. O kararnâmeyi Mahkeme-i Temyîz esâsıyla bozmuş olduğu halde, kararnâmede benim mahkûmiyetimin şiddetli cezâsına gösterdikleri sebeb budur:

"Said'de Kürtlük var. Hem ölmüş bir adama tecâvüz etmiş."

Acabâ hiçbir mahkeme dünyada böyle şeyi medar-ı mes'uliyet yapar mı? Yetmiş cinsten ve milletten bu memleketimizde bulunan müslüman kardaşlarımızda böyle unsuriyyet ve cinsiyyet farkları nazara alınmadığı halde.. hem Said Kürdlüğünü değil, belki memleketini ve akrabasını bırakıp rûhunu ve hayatını bu millet-i İslâmiyeye ve dindar Türklere fedâ ettiği halde.. ve yirmisekiz sene işkencelerle azab gördüğüne mukâbil, o Türklerle olan samîmî kardeşliğinde zerre kadar sarsılmayan bir adam hakkında ve dünyada hiçbir mahkemenin medar-ı mes'ûliyet yapmadığı; ırkçılık hem hakiki olmadığı ve İslâmiyet kardeşliğine zarar olduğu için bütün kuvvetiyle ırkçılığı elli seneden beri bırakarak bütün hayatı ve eserleriyle "İslâmiyet milliyeti her şeye mukâbildir" demiş ve o kudsi milliyeti tutmuş. Hem "ırkçılığı bırakınız; dörtyüz milyon kardaşı kazandıran İslâmiyet milliyetine giriniz" demiş. Daimâ bu dersi vermiş.

Şimdi böyle adama Afyon'un sâbık mahkemesi cezâ verirken, "Onda Kürdlük damarı var" diye şiddet-i cezâya sebeb göstermiş. Böyle bir muhâkeme elbette mahkûmdur. Bizler böyle kanun nâmına kanunsuzluk edenlerden zarar ve ziyanlarımızın tazminatını Mahkeme-i Kübrâda ediyoruz ve edeceğiz.

Said Nursî

Afyon Mahkeme heyetine gönderdiği yazının suretidir[değiştir]

Üstadımızın Afyon Mahkeme heyetine gönderdiği yazının suretidir.

Bugün sizi tebrik ve size teşekkür için Afyon’a geldim. Çoktan beri kitaplarımızın zayi olmaması için ziyade muhafaza ettiğinize teşekkür ederim. Ve şimdi Ankara’ya göndereceğinizden sizi tebrik ederim. On sene evvel hususî olarak birisinin birisine yazdığı ve bazan da benim namımla yazılıp imzam bulunmayan ve neşrolmayan hususî mektuplar evvelce mahkemenizce tetkik edilip medâr-ı mes’uliyet birşey bulunmadığından nazar-ı itibara alınmadı. Hem mürur-u zamana uğramış ve neşredilmemiş ve af kanunları görmüş, malûmatım olmamış ve Risale-i Nur kitaplarıyla alâkası olmayan mektupları yeniden nazar-ı dikkate almak, hem ehl-i adaleti, hem ehl-i vukufu lüzumsuz meşgul edeceğinden böyle işgal etmemesi ve işimizin tehire uğramaması için mezkûr hususî mektuplarım o mübarek kitaplara takılmaması adaletinizden temenni ediyoruz.

Bu mübarek adliye iki defa o kitapların beraatle iadesine karar verdiği halde, bazı esbaba binaen mahpus kalmış. Aynı kitapları bazan tamamını, bazan ele geçirilen kısmını beş mahkemenin iade ettiklerini ve beş emniyet dairesi de sahiplerine teslim ettiklerini size haber veriyoruz. İnşaallah adaletiniz ve hüsn-ü niyetiniz bu defa da iadesine vesile olacak.

Hasta

Said Nursî

Mahkemeler ve müsadere olayının mahiyeti[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Üstadımız notalar hükmünde söyledi, biz de kaleme aldık.

Bu sene bu iki mahkemenin mâhiyetini beyan etmek lâzım geldi. Buradaki mahkeme ise:

Elli sene evvel Süfyan ve şapka hakkında bir hadîse mânâ vermişim. Sonra mahkemeler bunu bir kumandana tecavüzdür diye medâr-ı bahs ettiler. Afyon Mahkemesi benim cezamın şiddetine bir sebep, o tecavüzü, o mânâyı göstermiş.

Halbuki, faraza yeni yazmışım ve o kumandan da sağdır farz edilsin. Dininde ve rejiminde mutaassıp İngilizin hükmü altında yüz milyon Müslüman, yüz senede İngiliz’in hem rejimini, hem dinini inkâr etmişlerken, kanunen adliyeleri onlara o ciheti medâr-ı mes’uliyet yapmadığı halde, hem şimdi eski parti liderleri faraza o kumandanın üçte biri de olsalar—belki onun gibi birer kumandan idiler—benim o kumandana hadis ile vurduğum tokatın yirmi mislini, şimdiki cerideler daha şiddetli olarak o liderlere, o eski kumandanlara vurmaktadırlar; medâr-ı mes’uliyet tutulmuyorlar, serbest oluyorlar. Halbuki, elli sene evvel bir hadisin taşını atmışım; yirmi sene sonra bir kumandan başını karşı tutmuş, başı kırılmış. Ölmüş gitmiş, alâkası hükûmetten ve dünyadan kesilmiş. Halbuki eski partinin liderleri meb’us iken veya memur iken, hükümetle alâkaları olduğu halde onlara gelen tecavüz, Risale-i Nur’un vurduğu tokatın on, belki yüz derece ziyade iken, serbest cerideler intişar ediyor.

Amma kitaplar hakkında müsaderenin mâhiyeti: Risale-i Nur’un yüz otuz üç kitabından birtek kitabın bir iki sahifesi o tokatı bahsetmiş. Bunun, dolayısıyla yüz otuz kitabı müsadere etmek; bir adamın hatasıyla yüzotuz adamı cezalandırmak gibi bir acip gaddarâne zulüm olması ve şimdi kütüphanelerde, kitapçılarda ve ellerde gezen ve hususan vatan ve din aleyhinde dinsizlerin, mülhidlerin, zındıkların, komünistlerin kitapları, hattâ baştan aşağıya kadar İslâmiyet aleyhindeki Doktor Duzi’nin kitabı bazı ellerde gezmesi gösteriyor ki, Risale-i Nur’a karşı müsadere, yerden göğe kadar haksız bir zulümdür, bir gadirdir.

Çünkü Risale-i Nur, ekser âlem-i İslâmın mühim merkezlerinde, bu yirmi sekiz senede bu vatanda ulemaların elinde gezdiği halde, hiçbir âlim, hiçbir feylesof itiraz etmemiş. Mahkemeler ve siyasiyunlar yalnız bir tesettüre, diğeri de “Âhir zamanda bir kumandan başına şapka koyacak ve cebren giydirecek” gibi iki meseleye ilişmişler. Sonra da bu meseleler için, dört beş mahkeme, o meseleler dahi dâhil olduğu ve beraat verildiği halde, o bir iki sahife için yirmi bin sahifeyi mes’ul ve mahkûm etmek hükmünde Risale-i Nur’u müsadere etmek, aynı bu misale benziyor:

Bir adamın bir adama haksız değil, belki haklı taarruzu yüzünden ki, başkaları da onu medâr-ı mes’uliyet görmediği ve beş mahkeme de cinayet saymadığı halde, o mevhum suçla yirmi bin adamı suçlu yapmak gibi, yirmi bin Nur sahifelerini bir iki sahife yüzünden müsadere ve dört buçuk sene Afyon’da hapsetmek, o taarruzun yüz mislinden daha ziyade bir hatâdır, bir cinayettir ve bu vatana da bir suikasttır.

Said Nursî

Yirmi sekiz sene zarfında çektiğim işkencelerden birisi şudur[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

(Eylül'ün sekizinde tekrar edilen Afyon Mahkemesi münasebetiyle Üstadımız çok hasta olduğu ve mahkemeye gidemeyeceği için bu mes'eleye dair fikrini sorduk. O'da "Nur'un mühim talebeleri ve avukatımız benim bedelime kâfidir." dedi. Ve bu mes'eleyi yazdırdı.)

Yirmisekiz sene zarfında çektiğim işkencelerden birisi şudur: Bir def'a Isparta Mahkemesinin Risâle-i Nur'un bütün eczalarını alıp, bir-iki ay ellerinde tedkikten sonra tamamen sahiblerine iade ettiği ve Eskişehir'de ise, onaltı sene evvel bütün Nur eczalarını inceden inceye tedkik edip yalnız küçük bir risalesi olan "tesettür"e ilişdiler. Fakat tesettürün ref'ine kanun olmadığı için kanaat-ı vicdaniye ile az bir ceza verdiler. Fakat Denizli, o risale de dahil hepsini beraet ettirdi. Daha sonra Denizli Mahkemesi bütün risaleleri tedkikten sonra Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin istemesi üzerine bütün risaleler Ankara'ya sevk edildi. İki ay onlar da tedkik edip, hem ehl-i vukufun incelemesi ile Denizli Mahkemesi ittifaken beraetine, hem Ankara Ağır Ceza Mahkemesi ehl-i vukufun raporuna binaen ittifaken beraetine karar verdikleri ve sonra da Mahkeme-i Temyiz tasdik edip kaziye-i muhkeme haline getirdikleri halde, hem Mersin'de Nur'un en mühim mecmuaları vâli tarafından müsadere ettirilerek Ankara'ya gönderilmiş. Ankara zararsız görüp Tarsus Emniyeti vasıtasıyla sahiblerine iade edilmiştir. Hem Ankara bir evhama binaen Sungur'daki Nur'un en mühim mecmualarını emniyet vasıtıyla müsadere ederek tedkikten sonra tamamen Sungur'a iade etmiştir.

Hem İstanbul'da Rehber'in müsaderesi münasebetiyle Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ gibi çok mühim Nur Risaleleri müsadere edildiği halde.. sonra o İstanbul Mahkemesi aynı kitabları -yalnız Rehber müstesnâ olarak- külliyen iade etmesi ve şimdi Rehber'in verilmesi için vaadedilmesi ve bu memlekette hiçbir kimsenin Nurlardan zarar görmemesi ve zarar gördük diye hiçbir zaman duyulmaması ve mahkemelerin ve savcıların ikrarıyla altıyüzbin Nur Talebesi tam istifade etmesi ve Âlem-i İslâm her tarafta onu iştiyakla araması gösteriyor ki:

On gün zarfında Mahkeme-i Temyiz beraet kararı verdiği halde, dört buçuk sene Afyon Mahkemesi evrak-ı muzırra gibi çürütmek için Risalelerimizi mahzene atması ve dört günlük işi keyfi bahanelerle dört buçuk sene uzatması.. hem Afyon'un pek haksız olarak kaziye-i muhkeme halini alan Denizli beraetini nazara almadığından, Mahkeme-i Temyiz Afyon'un verdiği ceza kararını bozduğu... hem savcının Said hakkındaki onbeş sahife iddianâmesinde seksenbir yanlışını Said isbat ettiği halde... Afyon Mahkemesinin bu acib keyfi ve zâlimane ve garazi muamelesi, hükümetin adliyesine büyük bir su-i kasd olduğu insafı olan tasdik eder.

Said Nursî

Halk Fırkasının zulümlerinden bir numune[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Halk Fırkası iktidar partisi iken Üstadımıza yapılan eşedd-i zulüm ile yüzer kanunsuz işkencelerinden birinci nümunesi:

Zemin yüzünde bu asırdaki kadar misli görülmeyen bir zındıka cereyanının plânlarıyla Üstadımıza yirmi beş senedir istibdad-ı mutlak ile yapılan zulmün bir nümunesi şudur ki:

Nefes almak üzere kapalı arabayla kırlara gitmek için dışarıya çıktığı zaman, buranın büyük bir memuru kıyafetine ilişmek istemiş. Bu beş cihette kanunsuz ve beş vecihle vicdansızlık olan hadsiz cür’etkârlığa karşı deriz ki:

Padişahın küçük bir tahakkümüne tahammül edemeyen ve Meşrutiyet ilânında ve Divan-ı Harb-i Örfîde mahkeme reisi Hurşid Paşaya ve mahkeme âzâlarına cevaben, “Eğer Meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün ins ve cin şâhid olsun ki ben mürtecîim. Şeriatın birtek meselesi uğrunda bin ruhum olsa fedaya hazırım” diyen ve Meclis-i Meb’usanda Mustafa Kemal’e karşı, “Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduttur” söyleyen ve İslâmî kıyafeti kat’iyen ve asla tebeddül etmeyen ve kıyafetine ilişmek isteyen ve sonra kendi kendini öldürmekle tokadını yiyen Nevzat isminde Ankara Valisine, “Bu sarık bu başla beraber çıkar” tarzında konuşarak boynunu göstermesiyle dokunulmayan bir zata, hem Isparta, hem Eskişehir, hem Denizli mahkemeleri dahi başını açtırmadıkları ve—son Afyon Mahkemesi müstesna—binlerce halk ve yirmi polislerin bulunduğu sıralarda bile başını açması ihtar edilmediği ve münzevî olduğu halde, o düşüncesiz memurların mânâsız ihanet için müdahale niyeti, doğrudan doğruya anarşilik hesabına vatan ve millete tehlike getirmeye çalışmaktır. Ve bütün bütün kanunsuz olmakla beraber, senelerden beri emsaline rastlanmamış, bir feragat-ı nefs ve fedakârlıkla en ağır şerait altında yüz otuz parçadan müteşekkil muazzam ve harika eser külliyatıyla vatan ve milletin mânevî kurtuluşunu temin eden böyle bir zâta bu tarzda ilişmek, elbette millet ve gençliğin mahv u perişan olmasına gayret eden gizli vatan düşmanlarına yardım etmek ve âlet olmaktır. Afyon’da bir-iki mütemerrid, bir zındık masonun iştirak ve teşvikiyle, o insanın bu tarz ihanet etmek fikrine, hiçbir ihaneti kabul etmeyen Üstadımızın tahammül etmesinden ve ehemmiyet vermediğinden şu hakikati kat’iyen anladık ki, bu vatan ve millete kendi yüzünden bir zarar gelmemesi için haysiyetini, şerefini, nefsini, ruhunu, rahatını dahi feda etmiştir.

Konyalı Zübeyir

Muhtelif makamata birkaç noktanın beyanı[değiştir]

Reisicumhura, Heyet-i Vekileye, Başbakanlığa, Adliye Bakanlığı yüksek katına, Diyanet Riyasetine,

-Ankara-

Hakikî adalet ve hürriyet için çalışan zatlara birkaç nokta beyan ediyorum:

Birinci nokta: Hem Denizli Mahkemesi, hem Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, bütün Risale-i Nur eczalarını tetkik edip ve ehl-i vukufun da iştirakiyle beraatlerine ve sahiplerine iade etmesine bir mahzur olmadığına karar verip Said’i arkadaşlarıyla beraat ve tahliye ederek, iki sene ellerde ve mahkemelerde kalan Nur Risalelerinin tamamıyla Said’e ve arkadaşlarına iade edildiği ve aynı kararı Mahkeme-i Temyiz kaziye-i muhkeme haline getirip tasdik ettiği halde; şimdi Afyon’un, Said’in şahsına karşı iki garazkârın aynı kitapları, hem gayet antika mu’cizatlı yazılı Kur’ân’ını, bütün bütün hilâf-ı kanun olarak müsadere edip Said ve arkadaşlarına verdiği asılsız hükmünü yine aynı Mahkeme-i Temyiz bozduğu ve şimdi vatan ve milleti eski partinin garazkârâne istibdadından kurtaran hamiyetkâr, vatanperver bazı Demokrat liderleri kemâl-i istihsan ile o risaleleri kabul edip sahip oldukları halde, üç senedir hiç sebepsiz binler lira bizim gibi fukaraya zarar vermek, üç defa beraat etmiş bir mahkemeyi üç sene uzatıp—acip bir zulüm içinde şahsî bir garazkârlık vardır ki—yirmi ay tecrid-i mutlakta hizmetçisiyle temas ettirmediler. Tahliyeden sonra iki polis kapısında bıraktılar. Hem o gayet müttakî Nur şakirtlerini, kasten, sebepsiz, sırf takvâlarına ihanet için, mağrip namazının vaktinde muhakeme edip namazlarını kazaya bırakarak acip bir zulmetmişler. Hem bütün bu Risale-i Nur eserlerini bir defa da Isparta tamamen müsadere edip tetkikten sonra tekrar aynen iade etmiş.

Demokratların zamanında madem ezan-ı Muhammedî ve din dersleri gibi şeâir-i İslâmiye ile Kur’ân’a hizmet ve eskilerin Kur’ân zararına tahribatları tâmire başlanılmış. Ve madem dinsizlerin ve masonların ve komünistlerin eserleri intişar ediyor. Elbette âlem-i İslâmın Mekke, Medine, Şam gibi yerlerinde büyük âlimlerin takdir ve tahsinlerine mazhar olmuş ve Diyanet Riyasetinde hocalara okutturulan Zülfikar, Asâ-yı Mûsâ ve Siracü’n-Nur gibi feylesofları susturan mübarek mecmuaları müsadere etmek, üç sene onlarla beraber binler lira kıymetinde değerli, mu’cizatlı, altınla İsm-i Celâl yazılmış, Diyanet Reisi bütün takdir ile tab’ına çalıştığı Kur’ân’ı müsadere eden adamlar, elbette adalet ve adliye ve hakikat hesabına değil, belki komünist, masonluk hesabına bir garazkârlık ediyorlar. Ben kendim zehir hastalığıyla şiddetli hasta olduğumdan ve kendi hukukumu müdafaa edemediğimden, Sungur’u kendime vekil ediyorum. Eski hükûmetin bana karşı yirmi senelik işkenceyle bu tahribatın kaldırılmasını adaletperver yeni hükûmetin bakanlarından bekliyorum. Kardeşlerimden Mustafa Sungur’u tevkil ediyorum.

Nur şakirtleri namına

Said Nursî

Celal Bayar'a ve Bakanlar Kurulu'na[değiştir]

Reisicumhur Celâl Bayar, ve Heyet-i Vükelâsına,

Ankara,

Biz Nur talebeleri, yirmi senedir emsalsiz bir tâzip ve işkencelere hedef olmuşuz. Sabrettik. Tâ Cenâb-ı Hak sizi imdadımıza gönderdi. O işkencelerin sebebini on beş senedir üç mahkeme hakikî ve kanunî olarak yüz otuz kitap ve bin mektubatta bulamadıklarına, Mahkeme-i Temyizle Denizli Mahkemesini şahit gösteriyoruz. Otuz seneden beri ben siyaseti terk etmiştim. Bu defa, birkaç gün zarfında Ahrarların başına geçip milletin mukadderatına sahip çıkması sebebiyle, Reis-i Cumhuru ve Heyet-i Vekileyi tebrikle beraber, bir hakikati ifşa ediyorum. Şöyle ki:

Bize hücum eden ve mahkemelerde tâzip edenler demişler: “Bu Nur talebelerinin dini siyasete âlet etmek ihtimalleri var, belki de ediyorlar.”

Biz de o zâlimlere karşı müdafaatlarımızdaki binler hüccetle demişiz ve diyoruz ki:

Biz, dini siyasete âlet değil, belki rıza-yı İlâhîden başka hiçbir şeye, hattâ dünyaya ve saltanata âlet etmemek bizim esas mesleğimiz olduğundan, düşmanlarımızca da tahakkuk etmiş ki, üç senedir üç çuvaldan ziyade dosyalarımızı garazkârâne tetkik ettikleri halde bizi mahkûm edemiyorlar. Verdikleri keyfî ve vicdanî hükümlerine de bir bahane bulamıyorlar ki, Temyiz o hükmü bozdu.

Evet, biz dini siyasete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaassıbâne dinsizliğe âlet edenlere karşı, bizim siyasete bakmamıza mecburiyet-i kat’iye olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır ki, üç yüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeşlere kazandırmaya sebep olsun.

Elhasıl: Bize işkence edenlere, siyaseti asabiyetle dinsizliğe âlet etmelerine mukabil, biz de siyaseti dine âlet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saâdetine çalışmışız.

Kardeşlerim, ben bunu böyle münasip gördüm, sizlerin meşveretine havale ediyorum.

Said Nursî

Halk Partisinin bir zulmü[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Hak ve hakikatin nâşiri olan Sebilürreşad’a, halen Halk Partisi namına yapılan yüz cihetle kanunsuz bir muameleyi arz ediyoruz:

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî, şiddetli zehirlerin neticesi olarak hastalığı şiddetlenip hayattan ümidini kestiği için, kendi nafaka parasıyla aldığı sekiz adet kitabını muhafaza etmek üzere müftü kardeşine göndermişti. Emirdağ Postahanesi güya zabıta memuru vazifesini yapıyor gibi, gizli bir maksada binaen bu kitapları zaptederek hemen bizzat kendisi gidip jandarma dairesine, kaymakama, adliyeye ve telefonla Afyon’a şâyi edip işi şâşaalandırarak kitapların hepsini adliyeye verdirmiştir. Halbuki kitapların mahiyeti şudur:

Beş parçası, mahkemede bulunan müdafaat ve zeyillerinden ibarettir. Diğer üç kitap da, şimdiki Adliye Vekili Halil Özyörük’ün üç defa beraatlerine karar verdiği eserlerdir ki, Denizli Mahkemesi aynı eserlerin eczalarını iade etmiştir. Ve Afyon Mahkemesinin de hükümlerini bozmuş ve o eserlerin beraatlerine rey vermiştir.

Gerçi, komünist olan eski adliye vekili Fuat Sirmen, eski heyet-i vekileye ihbar etmiş ve Kur’ân’ın gayet hak ve menfaatli bir tefsiri olan Zülfikar mecmuasının dört yüz sahifesi içinde, otuz sene evvel yazılan iki âyetin tefsirine dair iki sahifeyi bahane ederek bu çok mühim eseri yasak etmeye çalışmıştır. Halbuki şimdi millet ve vatana gayet zararlı olan komünist ve masonların eserlerine müsaade edildiği halde, yüz binler kimselerin imanını kurtaran Kur’ân’ın gayet hak ve pek çok menfaatli bir tefsiri olduğunu beş yüz bin adamın şehadetiyle ispat edeceğimiz eserlere evrak-ı muzırra gibi böyle muamele yapmak ve Üstadımıza bu hastalıklı, nâzik zamanında öz kardeşine karşı bu hazin teessüratı vermek, yüz cihetle kanunsuzdur diye arz ediyoruz.

Saniyen: Bu meselenin gayet sinsi ve gayet gizli hakikati şudur: Üstadımız mânen ve maddeten Demokrat Partiye yardım için talebelerini hafifçe teşvik etmişti. Bunu, Halk Partisinin muannid müstebidleri anladıkları için, mânâsız bahaneyle habbeyi kubbe yaparak bu muameleyi yaptılar. Yoksa her tarafta bu kitaplar posta ile alınıp veriliyor ve buraya da İstanbul’dan, başka yerlerden geliyor ve ilişilmiyordu. Bu vaziyet çok dessasâne ve ümit edilmeyen bir plândır.

Salisen: Zülfikar’daki mevzuubahis iki âyetin tefsirinden bin misli bir muhalefetle, halen matbuatta eski hükûmete hücumlar yapılıyor ki, şimdi o âyetlerin tefsiri zerre miktar bir suç olamıyor. Bundan da anlaşılıyor ki, bu muameleler Halk Partisi hesabına yapılmakta devam edilen keyfî işlerdir. Ve Halk Partililerin “Saltanat Demokratlarda ise, hüküm ve icraat ve iktidar bizdedir” diye olan iddia ve vehimlerinin bir nümunesidir.

Emirdağ Nur talebeleri namına

Mehmed, İbrahim, Ziya, ve saire

İrtica yaygarası üzerine [Başvekile ve Dindar Meb'uslara][değiştir]

Kardeşlerim! Sizce münasib ise;

Başvekile ve dindar meb'uslara verilmek üzere

ihtara binaen yazdırılmış gayet ehemmiyetli bir hakikattir.

Mukaddeme: Kırk seneye yakın siyaseti terkettiğimden ve ekser hayatım bir nevi inzivada geçtiğinden; hayat-ı içtimaiye ve siyasiye ile meşgul olmadığımdan büyük bir tehlikeyi göremiyordum. Bu günlerde o tehlikenin hem millet-i İslâmiyeye ve hem de bu memleket ve Hükûmet-i İslâmiyeye büyük bir zarar vermeye zemin hazırlanmakta olduğunu hissettim. Mecburiyetle İslâmiyet milliyeti ve hâkimiyeti ve memleketin selâmeti için çalışan ehl-i siyaset ve cemiyet-i beşeriyeye hamiyet ile çalışanlar için bana manevi bir ihtar edildiğinden üç noktayı beyan edeceğim:

Birinci Nokta: Gazeteleri dinlemediğim halde, bir iki senedir "İrtica ile ittiham" kelimesi mütemadiyen tekrar edildiğini işitiyordum. Eski Said kafasıyla dikkat ettim, katiyen gördüm ki:

Siyaseti dinsizliğe alet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve Bedeviliğin bir kanun-u esasisine irtica'a çalışan ve hamiyet maskesini başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları, gaddarane bir ittiham ile ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle, değil siyasete alet yapmak, belki de siyaseti dine alet ve tabi yapmakla; ta İslâmiyetin kuvvet-i maneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz milyon hakiki kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım zalim Avrupa'nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara, pek haksız olarak İRTİCA damgasını vurup, onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır.

Numunelerinden birinci numunesi: Bu asrın dehşetli zulmüne karşı bir sed olarak, ikinci noktada beyan etmek zamanı geldi. Menşeleri iki kânun-u esasiye istinad eden iki irtica' var:

Biri: Siyasî ve içtimaî ki hakiki irticadır, onun kanun-u esasisi çok su-i isti'male ve zulme medar olmuştur.

İkincisi: İrtica' namı verilen hakiki bir terakki ve adaletin esasıdır.

İkinci Nokta: Beşerin vahşet ve bedevilik zamanlarındaki bir kanun-u esasisine, medeniyet namına dine hücum edenler irtica ile o vahşete ve bedeviliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-ü umumisini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasi, şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârane ve anudane particilik gibi bazı cereyanları aşılamaya başlaması gibi bir ihtilâf görünüyor. O kanun-u esasi de budur:

Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatasıyla; o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün ferdleri mahkûm ve düşman ve mes'ul tevehhüm ediliyor. Bir hata, binler hata hükmüne geçiriliyor. İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zir ü zeber oluyor.

Evet, birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zaiflendiği için, millete ve memlekete ve vatana adilâne hizmete muvaffak olunamadığından, maddi ve manevi bir nevi rüşvet vermeye mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için o gaddar, engizisyonane ve bedeviyane ve vahşiyane bu mezkûr kanun-u esasiye karşı ayn-ı adalet olan: bu semavî ve kudsî 1 وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى nass-ı kat'isiyle Kur'anın bir kanun-u esasisi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i İslamiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasi ki, "Birisinin hatasıyla başkası mes'ul olamaz kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa partisi de olsa o cinayete şerik sayılmaz." Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevi günahkâr olup, ahirette mesul olur dünya da değil. Eğer bu kanun-u esasi çabuk düstur-u esasi yapılmazsa hayat-ı içtimaiye-i beşeriye, iki harb-i umuminin gösterdiği tahribatın emsaliyle esfel-i safilin olan irtica'a düşecek.

İşte Kur'anın bu gibi kudsî kanun-u esasisine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedeviliğin dehşetli bir kanun-u esasisi olarak kabul ettikleri, şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: "Cemaatın selameti için ferd feda edilir. Vatanın selameti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selameti için cüz'i zulümler nazara alınmaz" diye bir tek cani yüzünden bir köyü mahvetmekle, bin masumun hakkını nazara almaz. Bir tek caninin yüzünden bin adamın kılınçtan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanmasıyla binler masumu sıkıntıya verdirir ve ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini o bahane ile nazara almaz.

Birinci Harb-i Umumide üç bin adamın caniyane siyaset hatasıyla; otuz milyon biçare nev-i beşer aynı harpte mahvedildiği gibi, binler misaller var. İşte bu vahsiyane irtica'ın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur'an şakirtlerinin Kur'anın yüzer kanun-u esasisinden وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى ayetinin ders verdiği kanun-u esasî ile adalet-i hakikiyi ve ittihadı ve uhuvveti temin etmeye çalışan ehl-i iman fedakârlarına Mürteci" namını verip, onları müttehem etmek; mel'un Yezid'in zulmünü adalet-i umumiyeye tercih etmek misillü en vahşi ve zalimane bir engizisyon kanunu beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur'anın mezkûr kanun-u esasisine tercih etmek hükmündedir. Hükûmet-i İslâmiye ile bu memleketin selâmetine çalışan ehl-i siyasetin mezkûr hakikati nazara alması lâzımdır. Yoksa üç veva dört cereyanın muannidane muaraza etmesiyle; O kuvvetlen muaraza sebebiyle zaifler. Memleketin menfaatine ve asayişine sarf edilecek o zaif kuvvetle, hâkimiyetini -hatta istibdat ile de olsa- asayiş ve emniyet-i umumiyeyi muhafazaya kâfi gelmediğinden, Fransız ihtilâl-i kebirinin tohumlarının bu mübarek memleket-i İslâmiyeye ekilmesine yol vermektir diye telâş edilebilir.

Madem bu ittifaksızlıktan gelen za'afiyet ve kuvvetsizlik sebebiyle, ecanibin politikasına, o ehemmiyetsiz muvakkat yardımlarına karşı bu acib manevî rüşvetler veriliyor, dörtyüz milyon kardeşin uhuvvetine, milyarlar ecdadın mesleğine ehemmiyet verilmiyor gibi bir mana hükmediyor... Ve asayiş ve siyasete zarar gelmemek için bu kadar israfat ile bol maaşlar suretinde kuvvet teminine kendilerini mecbur zannederek rüşvetler veriliyor, milletin fakr-ı hali nazara alınmıyor. Elbette ve elbette ve kat'î olarak şimdi bu memleketteki ehl-i siyaset, garba ve ecnebiye verdiği siyasî ve manevî rüşvetin on mislini Âlem-i İslâmın ilerde cemahir-i müttefikası hükmünde olacak olan dörtyüz milvon Müslüman kardeşlere memleket ve milletin ve bu devlet-i İslâmiyenin selâmeti için gayet azim bir bahşiş ve zararsız rüşvet vermesi lâzım ve elzemdir.

İşte, o makbul, lâzım ve çok menfaatli, caiz ve vacib rüşvet ise: Teavün-ü İslâmın esası ve hediye-i Kuranın semavi bir düsturu ve rabıtası ve kudsi kanun-u esasisi olan

2 اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ

3وَلاَ تَنَازَعوُا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُوا

4 وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعًا

kudsî, esasî kanunlarını düstur-u hareket etmektir.

Üçüncü Nokta: Şimdilik te'hir edildi...

Said-i Nursi

1.) Mü’minler ancak kardeştirler. (Hucurat Sûresi, 49:10)

2.) İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider. Sabredin... (Enfâl Sûresi, 8:46)

3.) Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En’âm Sûresi, 6:164)

4.) Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılın. (Âl-i İmrân Sûresi, 3:103)

Yaygaracı gazetelere karşı[değiştir]

1. Şimdi bazı dönme gazetelerin yalanlarıyla yaygaraları, hususiyle hasta olan Üstadımız Bediüzzaman hakkında irtica lideri demeleri.. ve '"Ege vilâyetlerinde propaganda yaparak geziyor ve Kütahya'da taharri etmişler ve kendine tevkif emri verilmiş" diye hak ve hakikattan pek uzak olan yalan ve iftiralarını okuduk.

Otuzbeş senedenberi -bir iki ay müstesna- hiç gazeteleri okumayan ve dinlemesini merak etmeyen ve yeni yazının bir harfini dahi bilmeyen Üstadımızın yalnız gazetelerdeki kendine ait kısmını okuduk.

Üstadımız buyurdular ki: "Onların irtica' dedikleri İslâmiyet ve hakikat-ı Kur'aniyedir. Çünki ben ve bütün Nur talebeleri, arkadaşlarımız bu hakikatin hizmetine fedakarane çalışıyoruz. Bu hakikat-ı Kur'aniyenin haricinde ve o hakikate mukabele ve muaraza ise bir nevi irtidattır. Mürted olmaktır."

Dönme ve yaygaracı gazetelerden birisi, makalesinde Üstadımız hakkında "Otuz bir Mart mes'ulü ve irtica lideri" demiş. Buna karşı

Üstadımız dedi ki:

"Kırk sene evvel, Divan-ı Harb-i Örfi'de paşalar bana: "Sen mürtecisin!.." demelerine karşı ben de dedim ki: "Eğer Meşrutiyet, hilâf-ı şeriat ise, bütün dünya şahid olsun ki, ben mürteciim. Çünki İslâmiyeti terketmek mürted olmaktır."

O zaman on günde iki defa tab edilen Divan-ı Harp'teki müdafaatında, yalnız ahirindeki "Mürted" kelimesi tayy edilip şimdiye kadar daima ellerde gezmiş, kimse itiraz etmemiş ve o şiddetli Divan-ı Harb-i Örfi'de beraet vermişlerdir.

Demek şimdiki yaygaracılar, irticaı hakikat-ı Kur'aniyeye perde ve inkılâbı da dinsizliğe maske ve irtidada teşvik suretinde ortalığı karıştırıyorlar.

2. Bütün Emirdağ halkı biliyorlar ki; altı aydır Emirdağ'da hem hasta, hem iki aydır şiddetli bir zehirlenmekle yatağında yatan ve otuz beş seneden beri siyaseti terkedip dostlarına ve talebelerine: "Siyasete karışmayınız ve asayişe ilişmeyiniz!." diye ders veren Üstadımıza; ve hiç ömründe Kütahya'ya gitmemiş ve başka yerlerde de hiç bir evi bulunmayan Üstadımıza, şimdiki o yaygaracı gazeteler neşrediyorlar ki; "Vilâyetlerde gezerek şebekeler kuruyor ve Kütahya'daki evini taharri etmişler, tevkif emri verilmiş..."

İşte onların bu sözleri bir yalan, bir iftira değil; yirmi vecihle yalan ve iftira olmakla beraber, efkâr-ı umumiyeyi ve asayişi bozmaya bir vesiledir.

3. Bir adamın yaralanmasıyla yirmi bin adamın, taharri edilerek hücumlarını celbetmeye teşvik etmek ve yaygaralarla adliyenin ve zabıtanın resmi hafif bir alâkadarlıklarını pek büyük bir hadise-i vataniye ve taharriyat-ı umumiye şeklinde neşretmek ve i'zam etmek, elbette asayiş ve vatan ve millet aleyhinde bir su-i kasd olduğuna şüphe kalmıyor.

İslâmiyete ve dine çalışanların aleyhinde haksız olarak taarruz eden bir adamın, bir iki hiddetli adam tarafından yaralanmasıyla; yüzbin Müslüman vatandaşları taharriyatla incitmek ve mahzun etmek için neşriyatla zabıtayı şaşırtmak; Kur'anın 1 وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى ayetindeki kanun-u esasisine zıd ve muhaliftir. Hem zabıta ve adliye aleyhinde böyle yaygara etmekle, doğrudan doğruya bu vatan ve millete eşedd-i zulümle bir su-i kasd yapılmış olur.

Emirdağı Nur talebeleri namına

Tahiri, Nuri, Halil, Sadık, Mehmet,

Hamza, Mustafa Halil

1.) Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. (En’âm Sûresi, 6:164)

Kaderin adaleti[değiştir]

29.11.1951

Eskişehir

1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

2 اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvelen: Bütün ruh u canımla hizmet-i Kur’âniye ve imaniyenizi tebrik ediyorum. Bu mektupta bir ince meseleyi meşveret suretiyle reyinizi almak için gönderdik. Münasip midir? Değilse ıslah edersiniz.

Saniyen: Risale-i Nur’da ispat edilmiş ki, insanların ayn-ı zulümleri içinde kader-i İlâhî adalet eder. Yani, insanlar bazı sebeple haksız zulmeder, birisini hapse atar. Fakat kader-i İlâhî aynı hapiste başka sebebe binaen adalet ediyor ki, hakikî bir suça binaen o hapisle onu mahkûm ediyor.

İşte, şimdi bu hakikati gösteren, başıma gelen acip bir misali şudur: Yirmi sekiz senedir müteaddit vilâyetlerde ve mahkemelerde benim mes’uliyetime ve mahkûmiyetime ve mahpusiyetim gibi zâlimâne işkence ve cezalarına gösterdikleri sebep, hiçbir emaresini bulmadıkları mevhum bir suçum şudur:

Diyorlar: “Said, dini siyasete âlet yapmak ister ve yapıyor.” Halbuki bu dâvâlarına otuz senelik musibetli yeni hayatımda ve otuz büyük mecmualarımda bu suça müsbet bir delil bulamadılar. Halbuki böyle meselelerde bir mahkeme madem bulmadı ve mes’ul edemedi. Başka mahkemelerin musırrâne aynı meseleyi esas tutmaları, bütün bütün kanuna ve akla ve âdete muhalif bir hâlettir. Belki siyaseti dinsizliğe âlet edenler kısmı, kendilerine bir perde olarak bu ittihamı bizlere ediyorlar.

Bununla beraber, dine hizmet itibarıyla taallûk eden eski altmış senelik hayat‑ı ilmiyem kat’î bir hüccet ve yakîn bir delildir ki, bütün hayatımda temas ettiğim siyaseti ve dünyayı ve bütün içtimaî cereyanları dine hizmetkâr ve âlet ve tâbi yapmak düsturuyla hareket etmişim. Mahkemelerde de hem dâvâ, hem ispat etmişim ki, değil dini siyasete âlet yapmak, belki birtek hakikat-i imaniyeyi dünya saltanatına değiştirmediğimi kat’î delillerle ispat ettiğim halde, böyle yirmi vecihle hakikate muhalif ve divanecesine büyük makamınızı işgal eden bir kısım adliye memurları ve siyasî adamlar bu acip hurafe gibi meseleyi hakikat zannedip yirmi sekiz sene bana zulmettiklerinin hakikî sebebini bugünlerde bildim. Sebebi bu ki:

Bu enaniyetli zamandaki hizmet-i imaniyede en büyük tehlikem ve mânevî en büyük suçum ve cinayetim, bu zamanda hizmet-i Kur’âniyemi şahsıma ait maddî ve mânevî terakkiyatıma ve kemâlâtıma âlet yapmak imiş. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükrediyorum ki, bu uzun zamanlarda ihtiyarım haricinde hizmet-i imaniyemi, değil maddî ve manevî terakkiyatıma ve kemâlâtıma ve azaptan ve Cehennemden kurtulmama ve hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmama, belki hiçbir maksada kat’iyen âlet etmekliğime gayet kuvvetli, mânevî bir mâni görüyordum. Hayret, hayret içinde kalıyordum: Acaba herkesin hoşlandığı mânevî makamatı ve uhrevî saadetleri a’mâl-i sâliha ile onları kazanmak ve müteveccih olmak, hem meşrû, hem hiçbir cihet-i zararı olmadığı halde, niçin böyle ruhen men ediliyorum?

Rıza-yı İlâhîden başka vazife-i fıtriye-i ilmiyenin sevkiyle yalnız ve yalnız imana hizmetin kendisi ayn-ı ücret bana gösterilmiş. Çünkü, şimdi bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fıtrî ubudiyetle muhtaçlara tesirli bir surette bildirmenin bu dehşetli zamanda çâre-i yegânesi ve imanı kurtaracak ve kat’î kanaat verecek, bu tarzda, yani hiçbir şeye âlet olmayan bir ders-i Kur’ânî lâzımdır ki, küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı dalâleti kırsın ve herkese kanaat-i kat’iye verebilsin. Böyle bir derse, bu zamanda bu şerait dahilinde hiçbir şahsî ve uhrevî ve dünyevî, maddî ve mânevî birşeye âlet edilmediğini bilmekle kat’î kanaat gelebilir. Yoksa, komitecilikten ve cemiyetçilikten tevellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i mâneviyesine karşı mukabil çıkan bir şahsın en büyük bir mertebe-i mâneviyesi de bulunsa, yine vesveseleri bütün bütün izale edemez. Çünkü, imana girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki, “Bu kudsî şahıs, dehâsıyla ve harika makamıyla bizi kandırdı” diye bir şüphesi kalır.

Cenâb-ı Hakka şükür ki, yirmi sekiz sene dini siyasete âlet ittihamı altında kader-i İlâhî bu zulm-ü beşerîde benim ruhumu, ihtiyarım haricinde, dini hiçbir şahsî şeyde âlet etmemek için, beni, beşerin zâlimane eliyle ayn-ı adalet olarak tokatlıyor. Yani, “Sakın, sakın,” diye îkaz ediyor. “İman hakikatini kendi şahsına âlet yapma—tâ imana muhtaç olanlar anlasınlar ki, yalnız hakikat konuşuyor. Nefsin evhamları, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun.”

Hakikaten Risale-i Nur’un bahsettiği hakikatlerin aynı meâlinde milyonlar kitap o hakikatleri belîğane neşrettikleri halde ve binler hakikî âlimler ders vermeleriyle bu memlekette dehşetli küfr-ü mutlakı tam durduramadıkları halde, Nurlar, mezkûr sırra binaen bir cihette galebe ettiğini düşmanları dahi tasdik ederler.

Evet, küfr-ü mutlaka karşı, bu ağır şerait içinde Nurlar bu işi görmüş, meydandadır. Demek Nurların kuvveti bu sırr-ı azîmden ileri geliyor.

Ben de bütün ruh u canımla yirmi sekiz sene bu işkenceli musîbetlerime razı oldum. Hakkımı helâl ettim. Âdil kadere de derim ki: Müstehak idim senin bu şefkatli tokatlarına... Yoksa gayet meşrû, zararsız, herkesin lillâh için takip ettikleri mübarek mesleğe girseydim, yani maddî ve mânevî hislerimi bütün feda etmeseydim, hizmet-i imaniyede bu acip mânevî kuvveti kaybedecektim. İşte bu kuvvetin bir acip nümunesi bazı zatların ki, ben onların ancak ednâ bir talebesi olabildiğim halde, onların hakaik-i imaniyeye dair bir kitabını birisi okumuş.

Risale-i Nur’un da bir sahifesini okumuş. Risale-i Nur’un bir sahifesiyle daha ziyade imanını kurtardığını ikrar etmiş.

3 اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Duanıza muhtaç kardeşiniz

Said Nursî

1.) Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

2.) Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

3.) Bâkî olan sadece Odur.

Önceki Müdafaa: Temyiz Mahkemesi Talebe MüdafaalarıTüm MüdafaalarUrfa Ehl-i Vukufuna Cevap (1951): Sonraki Müdafaa