Risale:İşarat-ül İ'caz (Ayet-Hadis Mealleri)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden


İşârât-ül İ'caz

İşarat-ül İ'caz Risalesi 1914-1916 tarihinde Arapça olarak te'lif edilmiş ve 1918 yılında Arapça olarak neşredilmiştir. 1950 yılından sonra da Abdülmecid Ağabeyin Türkçeye tercümesiyle yayınlanmıştır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

وَ بِهِ نَسْتَع۪ينُ

Yalnızca ondan yardım dileriz.

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

O'nun (Allah'ın) adıyla! O (Allah) her türlü noksanlıktan münezzehtir, uzaktır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَلرَّحْمٰنُ ٭ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ ٭ خَلَقَ الْاِنْسَانَ ٭ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ

O Rahmân ki Kur'ân'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona anlamayı ve anlatmayı öğretti. (Rahmân 1-4)

فَنَحْمَدُهُ مُصَلّ۪ينَ عَلٰى نَبِيِّه۪ مُحَمَّدٍ ۨالَّذ۪ى اَرْسَلَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ وَ جَعَلَ مُعْجِزَتَهُ الْكُبْرَى الْجَامِعَةَ بِرُمُوزِهَا وَ اِشَارَاتِهَا لِحَقَائِقِ الْكَائِنَاتِ بَاقِيَةً عَلٰى مَرِّ الدُّهُورِ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ عَامَّةً وَ اَصْحَابِه۪ كَافَّةً

Biz dahi, kâinat hakaikine dair rumuz ve işârâtıyla câmi ve aradan geçen asırlara rağmen kıyamete kadar bâki kalacak mu'cize-i kübrâsı olan Kur'ân ile âlemlere rahmet olarak gönderdiği Muhammed'e ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm ederek o Rahmân'a hamd ederiz.

بِسْمِ اللّٰهِ

Allah'ın adıyla.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

Hamd Allah'a mahsustur. (Fâtiha 2)

قُلْ

De. Söyle.

اَلرَّحْمٰن

Kullarına karşı çok merhametli olan ve şefkat eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah. (Fâtiha 3)

اَلرَّحِيمِ

Rahmeti herşeyi kuşatmakla birlikte, dilediği varlıklara çok özel ihsanı ve hususî rahmet tecelîsi olan Allah. (Fâtiha 3)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

Hamd Allah'a mahsustur. (Fâtiha 2)

رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

Bütün âlemlerin Rabbi; Her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden; tedbir, tasarruf ve egemenliği altında bulunduran Allah. (Fâtiha 2)

مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِ

Hesap gününün yegane sahibi, yöneticisi ve hakimi olan Allah. (Fâtiha 4)

اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

(Yâ Muhammed) Biz sana kevseri verdik. (Kevser 1)

بِسْمِ اللّٰهِ

Allah'ın adıyla.

اَسْتَع۪ينُ

Yardım diliyorum.

اَتَيَمَّنُ

Uğurlu, bereketli sayarım, teberrük ederim.

قُلْ

De, söyle

اِقْرَاْ

Oku

بِسْمِ اللّٰهِ

Allah'ın adıyla.

اِسْم

İsim, ad..

بِسْمِ اللّٰهِ

Allah'ın ismiyle.

اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

O Rahman'dır, Rahim'dir.

الرَّحِيمِ

Rahmeti herşeyi kuşatmakla birlikte, dilediği varlıklara çok özel ihsanı ve hususî rahmet tecelîsi olan Allah. (Fâtiha 3)

اَلرَّحْمٰن

Kullarına karşı çok merhametli olan ve şefkat eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah. (Fâtiha 3)

اَلْحَمْدُ

Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü. (Fâtiha 2)

وَ مَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَ الْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

Cinleri ve insanları ancak Bana îman ve ibadet etsinler diye yarattım. (Zâriyat 56)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah'a mahsustur. (Fâtiha 2)

كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُون۪ى

Ben gizli bir hazine idim. Bilineyim diye mahlukatı yarattım. (Süyûti, ed-Dürerü'l-Müntesire, s. 125; Ali el-Kàrî, el-Esrârü'l-Merfûa', s. 273)

لِلّٰهِ

Allah'a has olan.

رَبِّ

Rabb, varlıkları terbiye eden, ihtiyaçlarını veren.

الْعَالَمِينَ

Âlemler, varlık âlemleri.

عِشْر۪ينَ ثَلَاث۪ينَ

Yirmi, otuz.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ كَمْ لِلّٰهِ مِنْ فَلَكٍ ٭ تَجْرِى النُّجُومُ بِهِ وَ الشَّمْسُ وَ الْقَمَرُ

Hamd olsun Allah'a ki Onun tayin ettiği nice yörüngeler vardır ki, yıldızlar, güneş ve ay o yörüngelerde akıp gider.

رَاَيْتُهُمْ ل۪ى سَاجِد۪ينَ

Bana secde ettiklerini gördüm. (Yûsuf 4)

اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

O Rahman'dır, Rahim'dir. (Fâtiha 3)

مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِ

Hesap gününün yegane sahibi, yöneticisi ve hakimi olan Allah. (Fâtiha 4)

يَوْم

Gün.

دِين

Din, hakâik-i diniyye, ceza.

اِيَّاكَ نَعْبُدُ

Yalnızca Sana ibadet ederiz. (Fâtiha 5)

اُعْبُدْ رَبَّكَ كَاَنَّكَ تَرَاهُ

Rabbine, sanki Onu görüyormuş gibi ibadet et. (Hadis-i bilmânâdır. Buhari, Tefsîru Sûre 31:2, İmân: 31; Müslim, İmân: 1,5,7; Ebu Dâvud, Sünne: 16; Tirmizî, İmân: 4; İbni Mâce, Mukaddime: 9; Neseî, İmân: 5, 6; Müsned 27, 51, 53, 319 107, 462 129, 164)

نَعْبُدُ

İbadet ederiz.

اَلْحَمْدُ

Hamd, övgü.

مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِ

Hesap gününün yegane sahibi, yöneticisi ve hakimi olan Allah. (Fâtiha 4)

اِيَّاكَ

(Yalnızca) Sana.

وَ اِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ

Ve yalnızca senden yardım dileriz. (Fâtiha 5)

"Bizim vücudumuzun zerratı veya ehl-i tevhid cemaatı veyahut kâinat mevcudatı, bütün hâcat ve maksatlarımıza, bilhassa en ehem olan ibadetimize, Senden iane ve tevfik istiyoruz."

نَسْتَع۪ينُ

Yardım dileriz.

نَعْبُدُ

İbadet ederiz.

اِيَّاكَ

Senden, sana.

اِهْدِنَا

Bizi hidayete ulaştır. (Fâtiha 6)

نَسْتَع۪ينُ

Yardım dileriz.

وَ خَلَقَ كُلَّ شَىْءٍ وَ هَدٰى

Her şeyi yarattı ve ona doğru yolu gösterdi. (Taha 50'den iktibas)

اَللّٰهُمَّ اَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَ ارْزُقْنَا اِتِّبَاعَهُ وَ اَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلًا وَ ارْزُقْنَا اِجْتِنَابَهُ اٰم۪ينَ

Allah'ım bize hakkı hak olarak gösterip onun ittibâıyla, bâtılı da batıl olarak gösterip onun içtinabıyla rızıklandır. Âmin, Allah'ım, duamı kabul buyur!

الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ

En doğru ve istikametli yol. (Fâtiha 6)

وَ مَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَث۪يرًا

Kime hikmet verilmişse işte ona pek çok hayır verilmiştir. (Bakara 269)

صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

Nimet ve lütfuna mazhar ettiklerinin yoluna... (Fâtiha 7)

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ

Hamd ve övgü Allah'a mahsustur." Fâtiha 2

رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Bütün âlemlerin Rabbidir. (Fâtiha 2)

الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah. (Fâtiha 3)

الَّذ۪ينَ

O kimseler ki.

مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِ

Hesap gününün yegane sahibi, yöneticisi ve hakimi olan Allah. (Fâtiha 4)

نَعْبُدُ

İbadet ederiz. (Fâtiha 5)

نَسْتَع۪ينُ

Yardım dileriz. (Fâtiha 5)

اِهْدِنَا

Bizi hidayet yoluna ulaştır. (Fâtiha 6)

صِرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ

En doğru ve istikametli yol.

الَّذ۪ينَ

O kimseler ki.

اَنْعَمْتَ

Nimet verdin.

عَلَيْهِمْ

Onların üzerine.

عَلٰى

Üzerine

فَاُولٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪ينَ وَ الصِّدّ۪يق۪ينَ وَ الشُّهَدَٓاءِ وَ الصَّالِح۪ينَ

İşte onlar, Allah'ın kendilerine pek büyük nimetler bağışladığı peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salih kimselerle beraberdirler. (Nisâ 69)

الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ

Nimet ve lütfuna mazhar ettiğin kimseler... (Fâtiha 7)

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ

Gazaba uğramışların yoluna değil. (Fâtiha 7)

نَعْبُدُ

İbadet ederiz. (Fâtiha 5)

نَسْتَع۪ينُ

Yardım dileriz. (Fâtiha 5)

اِنَّمَا تُعْرَفُ الْاَشْيَاءُ بِاَضْدَادِهَا

Her şey zıtlarıyla bilinir.

اَنْعَمْتَ

Nimet verdin.

مَغْضُوبِ

Gazaba ve öfkeye maruz kalanlar.

ضَٓالّ۪ينَ

Hak yoldan sapanlar.

وَلَا ضَّالّ۪ينَ

Ve sapmışların yoluna değil. (Fâtiha 7)

اَللّٰهُمَّ بِحُرْمَةِ هٰذِهِ السُّورَةِ اجْعَلْنَا مِنْ اَصْحَابِ الصِّرَاطِ الْمُسْتَق۪يمِ اٰم۪ينَ

Allah'ım, bizi bu sûrenin hürmetine sırât-ı müstakim ehlinden eyle. Âmin.

Sure-i Bakara

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

فَبِاَىِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا

Rabbinizin nimetlerinden hangi birini.. (Rahmân 13)

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ الخ

O gün yalanlayanların (peygamberi ve âhireti) vay haline! (Mürselât 15)

هُوَ الْمِسْكُ مَا كَرَّرْتَهُ يَتَضَوَّعُ

O misk gibidir, karıştırıldıkça kokususu yayılır, parlar.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

وَ اُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًا

(Cennet ehline) Rızıkları birbirine benzer şekilde kendilerine sunulur. (Bakara 25)

الٓمٓ

Hurûf-u mukattaa. Gr: Kur'an-ı Kerim'de sure başlarında bulunan, kesik kesik, ikisi üçü birleşik veya tek başına yazılı hafler. Elif Lâm Mim, Yâ Sin, Elif Lâm Râ... gibi. Bunlar İlahî birer şifre olup, mânalarını anlayanlar Resul-ü Ekrem (A.S.M.) ve O'nun vârisleridir.

الٓمٓ

"Sûrelerin başlarındaki huruf-u mukattaa İlâhî bir şifredir; has abdine, onlarla bazı işaret-i gaybiye veriyor. O şifrenin miftahı, o Abd-i Hastadır, hem Onun veresesindedir."

هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ الْاَزَلِىِّ

Bu Ezelî olan, Allah'ın kelâmıdır.

نَزَلَ بِهِ جِبْر۪يلُ

Onu Cebrâil (a.s.) getirmiştir.

عَلٰى مُحَمَّدٍ ع.ص.م.

Muhammed'e (a.s.m.)

هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ

Bu Allah'ın kelâmıdır.

اَشْهَدُ اَنَّ هٰذَا كَلَامُ اللّٰهِ

Bunun Allah'ın kelâmı olduğuna şehadet ederim.

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ ف۪يهِ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَ

Şu yüce kitap ki, onda asla şüphe yoktur. O, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar için bir yol göstericidir. (Bakara 2)

وَ لَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ

Rabbinin azâbından küçük bir esinti onlara hafifçe dokunacak olsa... (Enbiyâ 46)

اِنْ

Eğer.

نَفْحَةٌ

Küçük bir esinti. (Enbiya 46)

مَسَّ

Dokunma, temas etme. (Enbiya 46)

مِنْ

…den. (Enbiya 46)

نَكَالْ

Ağır azap, ağır ceza.

عَذَابِ

Hafif azap, ceza. (Enbiya 46)

رَبّ

Terbiye eden, gözetip büyüten, sevk ve idare eden.

عِبَارَاتُنَا شَتّٰى وَ حُسْنُكَ وَاحِدٌ وَ كُلٌّ اِلٰى ذَاكَ الْجَمَالِ يُش۪يرُ

Yani, "İbarelerimiz ayrı ayrı ise de, hüsnün birdir. Hepsi de o hüsne işaret ediyorlar."

الٓمٓ ٭ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ ف۪يهِ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَ

Elif, Lâm, Mîm. İşte bu kitapta hiç şüpheye yer yoktur; takvâ sahipleri için bir hidâyet kaynağıdır. (Bakara 1-2)

الٓمٓ، ذٰلِكَ، الْكِتَاب، لَا رَيْبَ ف۪يهِ

Elif, lâm, mim. * Bu [kitap] * Kitap [Kur'ân] * Onda asla şüphe yoktur. (Bakara 1-2.)

الٓمٓ

Elif, lâm, mim. (Bakara 1.)

ذٰلِكَ

Bu [kitap] (Bakara 2.)

الْكِتَاب

Kitap [Kur'ân] (Bakara 2.)

ال

Belirli yapma edatı. İsimlerin başına gelir, onları muayyen yapar.

لَا رَيْبَ ف۪يهِ

Onda asla şüphe yoktur. (Bakara 2.)

لَا

"Hayır" Olumsuzluk edatı.

وَ كَمْ مِنْ عَٓائِبٍ قَوْلًا صَحِيحًا وَ اٰفَتُهُ مِنَ الْفَهْمِ السَّق۪يمِ

Yani: Kur'anda ta'yib edilecek hiçbir nokta yoktur. Kur'an gibi sahih kavilleri ta'yib etmek, ancak fehimlerin sekametinden ileri geliyor." (El-Mütenebbî, Divan 246.)

الٓمٓ ٭ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ ف۪يهِ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَ

Elif, lâm, mim. Şu yüce kitap ki, onda asla şüphe yoktur. O, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar için bir yol göstericidir. (Bakara 1-2.)

الٓمٓ

Elif, lâm, mim. (Bakara 1.)

ذٰلِكَ الْكِتَابُ

Şu yüce kitap ki... (Bakara 2.)

لَا رَيْبَ ف۪يهِ

Onda asla şüphe yoktur. (Bakara 2.)

هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَ

O, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar için bir yol göstericidir. (Bakara 2.)

الٓمٓ

Elif, lâm, mim. (Bakara 1.)

ذٰلِكَ الْكِتَابُ

Şu yüce kitap ki... (Bakara 2.)

هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَ

O, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar için bir yol göstericidir. (Bakara 2)

هَاد۪ى

Hidayet eden, doğru yolu gösteren.

هُدًى

Hidayet, doğru yol. (Bakara 2.)

مُتَّق۪ينَ

Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar, müttakiler. (Bakara 2.)

اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ

Onlar ki gayba inanırlar. (Bakara 3)

اَلَّذ۪ينَ

Onlar ki... (Bakara 3.)

مُتَّق۪ينَ

Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar, müttakiler. (Bakara 2.)

تَخْلِيَه

Tathir etmek ve temizlemektir.

تَحْلِيَه

Tezyin etmek ve süslendirmek manasınadır.

اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ

O takva sahipleri ki, görmedikleri hâlde Allah'a ve Onun bildirdiklerine iman ederler. (Bakara 3.)

اَلْمُؤْمِنُونَ

İnananlar, iman edenler.

اَلَّذ۪ينَ

Onlar ki... (Bakara 3)

مُؤْمِنُونَ

İnananlar, mü'minler.

يُؤْمِنُونَ

İman ediyorlar... (Bakara 3.)

مُؤْمِنُونَ

İnananlar, mü'minler.

بِالْغَيْبِ

Görmedikleri hâlde. (Bakara 3)

وَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ

Namazı dos doğru kılarlar. (Bakara 3)

يُق۪يمُونَ

Dosdoğru kılarlar.

يُصَلُّونَ

Namaz kılarlar.

يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ

Namazı dosdoğru kılarlar. (Bakara 3)

وَ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden muhtaçların ihtiyaçlarını giderirler. (Bakara 3)

عِمَادُ الدّ۪ينِ

Namaz dinin direğidir. (Tirmizî, İman: 8; İbni Mâce, Fiten: 12; Müsned 231, 237; Hâkim, Müstedrek 76.)

يُزَكُّونَ

Tezkiye ederler; bir şeyi temizlerler.

يَتَصَدَّقُونَ

Sadaka verirler.

يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ

Zekatlarını verirler.

وَ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden muhtaçların ihtiyaçlarını giderirler. (Bakara 3)

مِنْ

...den. (Bakara 3.)

مِمَّا

Kendilerine verdiklerimizden. (Bakara 3.)

رَزَقْنَا

[Kendilerine verdiğimiz] rızıklarından. (Bakara 3.)

نَا

Biz, bize.

اَلزَّكٰوةُ قَنْطَرَةُ الْاِسْلَامِ

Zekât, İslâmın köprüsüdür. (el-Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb 517)

وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

Onlar sana indirilen Kur'ân'a da, senden önceki peygamberlere indirilen kitaplara da inanırlar. Onlar, âhirete de kesin olarak iman etmiş kimselerdir. (Bakara 4)

اَلَّذ۪ينَ

Öyle ki..

مُتَّق۪ينَ

Allah'tan korkanlar; takvâ sahipleri.

يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ

Gayba inanırlar.

وَالْمُؤْمِنُونَ بِالْقُرْاٰنِ

Kur'ân'a iman edenler.

وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ

Onlar Sana indirilen Kur'ân'a inanırlar.

اَلَّذ۪ينَ

Onlar ki..

مُؤْمِنُونَ

Mü'minler, Allah'a inananlar.

يُؤْمِنُونَ

İnanırlar.

مَا

Onlar, o şeyler.

اُنْزِلَ

İndirildi.

عَلَيْكَ

Senin üzerine.

اِلَيْكَ

Sana.

عَلٰى

Üzerine.

وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ

Senden önceki peygamberlere indirilen kitaplar... (Bakara 4)

مِنْ قَبْلِكَ

Senden önce (ki peygamberler.) (Bakara 4)

مِنْ قَبْلِكَ

Senden önce (ki peygamberler.) (Bakara 4)

مِنْ قَبْلِكَ

Senden önce.

مِنْ

...den, ...dan

وَ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

Onlar âhirete de kesin olarak inanırlar. (Bakara 4)

وَ قَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا

Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır. (Nuh 14)

وَ مَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ

Rabbin, kullara zulmedici değildir. (Fussilet 46)

سُبْحَانَكَ مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًا

(Rabbimiz) Seni bütün noksanlardan tenzih ederiz. Bunu (kâinatı ve içindeki varlıkları) boşuna yaratmadın. (Âl-i İmrân 191)

لَا وَاللّٰهِ

Vallahi hâyır!..

وَ قَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا

Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır. (Nuh 14)

وَ مَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ

Rabbin, kullara zulmedici değildir. (Fussilet 46)

وَ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

Onlar âhirete de kesin olarak inanırlar. (Bakara 4)

بِالْاٰخِرَةِ

Ahirete.

لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَةً

"Cehennem ateşi, bizi daima yakacak değil ya! Ancak birkaç gün yakacaktır" (Bakara 80)

اَلْ

İsimleri, eşyayı belirli, muayyen kılan edat.

يُؤْمِنُونَ

İnanırlar, iman ederler.

يُوقِنُونَ

Kesin olarak iman ederler. (Bakara 4.)

اُولٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ

İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler. (Bakara 5)

اُولٰٓئِكَ

İşte onlar.

عَلٰى

...üzere, ... üzerinde.

هُدًى

Hidayet, doğru yol.

مِنْ

...den.

رَبِّهِمْ

Rablerinden. (Bakara 5.)

وَ بِالْاٰخِرَةِ

Ahirete de... (Bakara 4.)

اُولٰٓئِكَ

İşte onlar.

عَلٰى

...üzere, ... üzerinde.

بَارَزَ

Savaştı, mübareze yaptı.

ثَمَرَّةك

Meyve.

عَلٰى

... üzere, ... üzerine.

هُدًى

Hidayet, doğru yol.

مِنْ

...den.

رَبِّ

Rabb, terbiye eden ihtiyaçlarını gören, gideren.

وَ اُولٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Dünya ve âhirette saâdet ve kurtuluşa erenler de onlardır. (Bakara 5)

اُولٰٓئِكَ

İşte onlar. (Bakara 5.)

هُمْ

Onlar.

مُفْلِحُونَ

Dünya ve ahirette saadet ve kurtuluşa erenler. (Bakara 5.)

"Birinci اُولٰٓئِكَ saadet-i âcile عَاجِلَه olan hidayet semeresine işarettir.

İkinci اُولٰٓئِكَ hidayetin semere-i âcilesine آجله işarettir.

اَلَّذ۪ينَ

Onlar ki...

هُمْ

Onlar.

اُولٰٓئِكَ

İşte onlar. (Bakara 5)

هُمْ

Onlar. (Bakara 5.)

اَلْمُفْلِحُون

Dünya ve ahirette saadet ve kurtuluşa erenler. (Bakara 5.)

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

İnkâr edenlere gelince, sen onları inkârlarının âkıbetinden sakındırsan da birdir, sakındırmasan da... (Bakara 6)

تَحْلِيَه

Güzel özellikle süslemek, donatmak, tezyin etmek.

تَخْلِيَه

Noksanlıklardan uzak tutmak, tenzih etmek, boşaltmak.

اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ى نَع۪يمٍ ٭ وَاِنَّ الْفُجَّارَ لَف۪ى جَح۪يمٍ

İhlas ile kulluk edenler, nimetlerle dolu Cennet içindedir. Günaha dalan kâfirler ise Cehennem ateşindedir. (İnfitar 13-14)

اِنَّ

Muhakkak ki. (Bakara 6.)

اَلَّذ۪ينَ

Onlar ki.

اِنَّ

Muhakkak ki.

اَلَّذ۪ينَ

Onlar ki.

اَلَّذ۪ينَ

Onlar ki.

هٰذَا

Bu.

لَا يُؤْمِنُونَ

İman etmezler. (Bakara 6.)

سَوَٓاءٌ

Birdir, aynıdır, müsavidir. (Bakara 6.)

عَلَيْهِمْ

Onlar üzerinde. (Bakara 6.)

عَلٰى

Üzerinde.

ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ

"O inkar edenleri korkutarak ikaz etsen de, etmesen de..." (Bakara 6)

اَمْ

Müsavatı ifade eder; yoksa, yâhut..

اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ

İnzar etmesen de, korkutmasan da...

وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

Onlar için çok büyük bir azap vardır. (Bakara 7)

لَمْ يُؤْمِنُوا

İmân etmediler.

كَفَرُوا

Onlar Allah'ı inkâr ettiler, kâfir oldular.

لَا يَتْرُكُونَ الْكُفْرَ

Küfrü terk etmezler.

لَا يُؤْمِنُونَ

İman etmezler.

خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ

Allah onların kalpleri üzerine mühür vurmuştur. (Bakara 7)

وَ عَلٰى سَمْعِهِمْ

Kulakları üzerine de.

وَ عَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ

Gözlerinde de bir çeşit perde vardır. (Bakara 7)

وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

Onlar için çok büyük bir azap vardır. (Bakara 7)

لَا يُؤْمِنُونَ

İman etmezler.

سَوَٓاءٌ

Eşittir.

خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَ عَلٰى سَمْعِهِمْ وَ عَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

İnkârlarında ısrar ettikleri için Allah onların kalblerini de, kulaklarını da mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde de, hakkı görmelerine mâni bir perde vardır. Âhirette ise onların hakkı pek büyük bir azaptır. (Bakara 7)

خَتَمَ

Mühürledi.

لَا يُؤْمِنُونَ

İman etmezler.

اَللّٰهُ

Allah.

لَا يُؤْمِنُونَ

İman etmezler. (Bakara 6)

بِاللّٰهِ

Allah'a.

عَلَى

Üzerine, üzerinde. (Bakara 7.)

خَتَمَ

Mühür vurdu, mühürledi.. (Bakara 7.)

عَلَى

Üzerine

وَ عَلٰى سَمْعِهِمْ

Kulaklarına da [mühür vurdu.]. (Bakara 7.)

عَلَى

Üzerine

وَ عَلٰى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ

Gözlerinde de bir çeşit perde vardır. (Bakara 7)

خَتَمَ

Mühürledi.

غِشَاوَةٌ

Perde.

خَتَمَ اللّٰهُ

Allah mühürledi.

غِشَاوَةٌ

Perde.

وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

Onlar için büyük bir azap vardır. (Bakara 7)

وَ عَلَيْهِمْ عِقَابٌ شَد۪يدٌ

(Ahirette) ise onları şiddetli bir ceza kuşatacaktır.

وَلَهُمْ

Ve onlar için, onlara.

عَذَابٌ

Bir azap.

عَظ۪يمٌ

Çok büyük.

عَذَابٌ

Bir azap.

بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

Söylemiş oldukları yalanlar, Allah'ı, Kur'an'ı ahiret gününü yalanlamaları sebebiyle.. (Bakara 10)

Münafıklar Bahsi

8. Âyet

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّهِ وَ بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَ مَاهُمْ بِمُوئْمِنِينَ

İnsanlardan bir kısmı da, mü'min olmadıkları halde, 'Allah'a ve âhiret gününe inandık' derler; fakat onlar inanmamışlardır. (Bakara 8)

مِنَ النَّاسِ

İnsanlardan...

مَنْ

Kimse, o kimse.

مِنَ النَّاس

İnsanlardan...

مَنْ

Kimse, o kimse.

يَقُولُ

Diyor ki, derler ki...

اٰمَنَّا

İman ettik.

يَقُولُ اٰمَنَّا

İman ettik derler.

بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ

Allah'a ve âhiret gününe.

وَمَاهُمْ بِمُوئْمِنِينَ

Onlar mü'min değiller, inanmadılar. (Bakara 8)

وَمَا اٰمَنُوا

İman etmediler.

وَمَاهُمْ بِمُوئْمِنِينَ

Onlar mü'min değiller, inanmadılar. (Bakara 8)

اٰمَنَّا

İman ettik.

وَمَا اٰمَنُوا

İman etmediler.

اٰمَنَّا

İman ettik.

نَحْنُ مُوئْمِنُونَ

Biz mü'minleriz.

وَمَاهُمْ بِمُوئْمِنِينَ

Onlar mü'min değiller, inanmadılar. (Bakara 8)

9 ve 10. Âyetler

يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَمَايَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ۞ فٖى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَ هُمُ اللّٰهُ مَرَضًا وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

Allah'ı ve mü'minleri güya aldatmaktadırlar. Halbuki onlar yalnız kendilerini aldatırlar da farkında bile olmazlar. Onların kalblerinde nifak hastalığı vardır. Kötülük işleyerek hastalıklarını tedavi etmeye çalıştıkları için Allah da onların o hastalıklarını arttırmıştır. Âyetlerimizi yalanlayıp durmaları yüzünden onlara pek acı bir azap vardır. (Bakara 9-10)

اٰمَنَّا

İman ettik.

يُخَادِعُونَ

Aldatırlar, hile ederler.

يَكْذِبُونَ

Yalan söylerler.

يُخَادِعُونَ اللّهَ

"Hile ile Allah'ı kandırmak istiyorlar."

وَمَايَخْدَعُونَ اِلَّا اَنْفُسَهُمْ

"Onlar ancak nefislerine hile yapıyorlar."

وَمَا يَشْعُرُونَ

"Nef' ve zararı tefrik edecek bir hisse malik değillerdir."

فِى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ

("Nifak ve hasetten) kalblerinde, ruhlarında öyle bir maraz vardır ki, (o maraz, hakkı bâtıl, hakikati hurafe telâkki etmeye sebeptir..")

فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضًا

Allah da hastalıklarını arttırmıştır.

وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ

Onlar için pek elîm, çok acı bir azap vardır.

بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

Yalanladıkları şeylerden dolayı: Allah'ı, ahireti, Kur'an'ı...

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ اٰمَنُوا

Allah'ı ve O'na inananları, iman edenleri aldatmaya çalışırlar. (Bakara 9)

النَّبِىُّ

Nebî, Hz. Peygamber.

المُوئْمِنُون

Mü'minler.

وَالَّذِينَ اٰمَنُوا

İman edenler ki.

يُخَادِعُونَ

Onlar aldatırlar.

وَالَّذِينَ اٰمَنُوا

İman edenler ki.

وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّا اَنْفُسَهُمْ

Onlar ancak kendilerini aldatırlar. (Bakara 9)

يَخْدَعُونَ

Aldatırlar.

يَضُرُّونَ

Zarar verirler.

اَنْفُسَهُمْ

Kendilerine.

وَمَايَشْعُرُونَ

Farkına varmıyorlar. (Bakara 9)

فِى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ

Onların kalplerinde hastalık vardır. (Bakara 10)

فِى قُلُوبِهِمْ

Onların kalplerinde... (Bakara 10)

مَرَضٌ

Hastalık

فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضًا

Allah onların hastalıklarını artırdı. (Bakara 10)

وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ

Onlar için çok acı bir azap vardır. (Bakara 10)

بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

Söylemiş oldukları yalanlar; yalanladıkları şeyler: Allah,âhiret, Kur'an sebebiyle.. (Bakara 10)

11.12. Âyetler

وَاِذَا قٖيلَ لَهُمْ لَاتُفْسِدُوا فِى الْاَرْضِ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ ۞ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَايَشْعُرُونَ

Onlara 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın' dendiği zaman, 'Biz ancak ıslah ediciyiz' derler. Dikkat edin, asıl bozguncular onlardır; fakat farkında değildirler. (Bakara 11-12)

وَاِذَا قِيلَ

Denildiği zaman..

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ

İnsanlardan bazıları şöyle der.

يَقُولُ

Der, söyler.

يُخَادِعُونَ

Aldatırlar.

يَكْذِبُونَ

Yalan söylerler.

وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ

Onlara denildiği zaman. (Bakara 11)

لَا تُفْسِدُوا

Fesad çıkarmayın.

فِى الْاَرْضِ

Yeryüzünde.

قَالُوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ

"Bizler ancak ıslah edici insanlarız' iddiasında bulundular."

مُصْلِحُونَ

Islah ediciler.

نُصْلِحُ

Islah ederiz.

اَلَا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلكِنْ لَا يَشْعُرُونَ

Kesin olarak biliniz ki, onlar ancak kötülük yayan bozgunculardır. Fakat farkında değildirler. (Bakara 12)

وَلٰكِنْ لَايَشعُرُونَ

Fakat farkında değildirler. (Bakara 12)

13.Âyet

وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ اٰمَنُوا كَمَا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُوا اَنُوئْمِنُ كَمَا اٰمَنَ السُّفَهَاءُ اَلَا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاءُ وَلكِنْ لَا يَعْلَمُونَ

Yani, "İnsanların imana geldikleri gibi siz de imana geliniz, diye imana dâvet edildikleri zaman, 'Süfeha takımının imana geldiği gibi biz de mi imana geleceğiz?' diye cevapta bulunurlar. Fakat süfeha takımı ancak ve ancak onlardır; lâkin bilmiyorlar." (Bakara 13)

وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ اٰمَنُوا كَمَا اٰمَنَ النَّاسُ

Onlara 'diğer insanlar gibi iman edin' denildiğinde. (Bakara 13)

قَالُوا اَنُوئْمِنُ كَمَا اٰمَنَ السُّفَهَاءُ

Beyinsizlerin; akılsız, kârını-zararını bilmeyenlerin inandıkları gibi mi inanalım? dediler. (Bakara 13)

اَلَا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاءُ

Biliniz ki akılsız ve ahmak olanlar, yalnızca kendileridir. (Bakara 13)

وَلكِنْ لَا يَعْلَمُونَ

Fakat bunu bilmezler. (Bakara 13)

وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ اٰمَنُوا كَمَا اٰمَنَ النَّاسُ

Onlara "insanların iman ettikleri gibi siz de iman edin" denildiği vakit. (Bakara 13)

اِذَا

-dığı zaman.

قٖيلَ

Denildi

اِخلَصُوا فِى اِيمَانِكُمْ

İmanınızda ihlâslı olun.

كَمَا اٰمَنَ النَّاسُ

İnsanların iman ettikleri gibi.

نَاسْ

İnsanlar.

قَالُو اَنُوئْمِنُ كَمَا اٰمَنَ السُّفَهَاءُ

Beyinsizlerin; akılsız, kârını-zararını bilmeyenlerin inandıkları gibi mi inanalım? dediler. (Bakara 13)

قَالُوا

Dediler ki.

اَنُوئْمِنُ

İnanacak mıyız?

كَمَا اٰمَنَ السُّفَهَاءُ

Bu beyinsizlerin, akılsız ve ahmakların iman ettikleri gibi mi?

اَلَا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاءُ

Biliniz ki akılsız ve ahmak olanlar yalnızca kendileridir. (Bakara 13)

وَلكِنْ لَا يَعْلَمُونَ

Ancak onlar bilmezler. (Bakara 12)

لَا يَعْلَمُونَ

Bilmezler.

اَفَلَا يَعْقِلُونَ

Akletmezler mi?

اَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ

Düşünmezler mi?

اَفَلَا يَتَذَكَّرُونَ

Düşünmezler mi?

14.15. Âyetler

وَاِذَا لَقُوا الَّذِينَ اٰمَنُوا قَالُوا اٰمَنَّا وَاِذَا خَلَوْ اِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُوا اِنَّا مَعَكُمْ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ ٭ اَللّهُ يَسْتَهْزِءُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِى طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

İman edenlere rastladıklarında 'İnandık' derler. Şeytanlaşmış reisleri ve arkadaşlarıyla baş başa kalınca da, 'Aslında biz sizinle beraberiz; onlarla sadece alay ediyoruz' derler. Alaylarına karşılık Allah onları maskaraya çevirir. Ve onlara mühlet verip azgınlıkları içinde bırakır da, şaşkın şaşkın bocalayıp dururlar. (Bakara 14-15)

وَاِذَا لَقُوا الَّذِينَ اٰمَنُوا قَالُوا اٰمَنَّا

"Mü'minlere rast geldikleri zaman, biz de imana geldik' diyorlar."

وَاِذَا خَلَوْا

"Kaçıp halvetlere gittikleri zaman..."

اِلَى شَيَاطِينِهِمْ

"Şeytanlarına kaçıp, şeytanlarının himayelerine giriyorlar."

قَالُوا اِنَّا مَعَكُمْ

Yani, "Bizler sizinle beraberiz"

قَالُوا اِنَمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ

"Bizim mü'minlerle olan ihtilâtımız, onlarla istihza içindir. Aramızda samimiyet yoktur. Ancak yüzlerine gülüyoruz."

اَللّهُ يَسْتَهْزِءُ بِهِمْ

Allah onları maskaraya çevirir.

وَيَمُدُّهُمْ فِى طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

Ve onlara mühlet verip azgınlıkları içinde bırakır da, şaşkın şaşkın bocalayıp dururlar.

اِذَا لَقُوا الَّذِينَ اٰمَنُوا

İman edenlerle karşılaştıkları zaman. (Bakara 14)

لَقُوا

Karşılaştılar.

اَلْمُوئْمِنِينَ

Mü'minler.

اَلَّذِينَ اٰمَنُوا

İman edenler.

قَالُوا

Dediler.

اٰمَنَّا

İman ettik.

اٰمَنَّا

İman ettik.

وَاِذَا خَلَوْا اِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُوا اِنَّا مَعَكُمْ

Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında 'Biz sizinle beraberiz' derler. (Bakara 14)

خَلَوْا

Başbaşa kaldılar.

مَعَ

...inle beraber, birlikte.

شَياَطِينِهِمْ

Onların şeytanları.

قَالُوا اِنَّا مَعَكُمْ

'Sizinle beraberiz' dediler, derler

وَاِذَا لَقُوا الَّذِينَ اٰمَنُوا قَالُوا اٰمَنَّا

İman edenlerle karşılaştıkları zaman, "Biz de iman ettik" dediler. (Bakara 14)

اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ

"Bizler (mü'minlere karşı,) ancak istihza edici insanlarız."

اِنَّا مَعَكُمْ

Bizler muhakkak sizlerle beraberiz.

اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ

"Bizler (mü'minlere karşı,) ancak istihza edici insanlarız."

مُسْتَهْزِئُونَ

İstihza edici insanlar

اَللّهُ يَسْتَهْزِءُ بِهِمْ

Allah onlarla istihza eder, onları maskaraya çevirir.

اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ

"Bizler mü'minlere karşı, ancak istihza edici insanlarız."

وَاِذَا لَقُوا

Rast geldikleri zaman…

اَللّهُ يَسْتَهْزِءُ بِهِمْ

Allah onlarla istihza eder, onları maskaraya çevirir.

وَيَمُدُّهُمْ فِى طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

Ve onlara mühlet verip azgınlıkları içinde bırakır da, şaşkın şaşkın bocalayıp dururlar.

يَمُدُّ

Müddet verir.

يَسْتَمِدُ

Müddet ister.

طُغْيَان

Azgınlık, isyan.

هُمْ

Onlar.

يَعْمَهُونَ

Başıboş, âvâre dolaşırlar.

16. Âyet

اُولٰئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدَى فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ

Yani: "Onlar, hidayeti verip dalâleti satın alan birtakım kafasızlardır ki, ticaretlerinden bir faide göremedikleri gibi o zarardan kurtulmak için yol da bulamıyorlar." (Bakara 16)

اُولٰئِكَ

İşte onlar

اَلَّذِينَ

Öyle kimseler ki

اشْتَرَوُا

Satın aldılar.

اَلضَّلَالَةَ بِالْهُدَى

Hidayete karşılık inkârcılığı...

فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ

Yani, "Ticaretlerinin kârı olmadı."

وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ

Bir daha doğru yolu bulamamışlardır, hidayeti kaybetmişlerdir.

هُدًى لِلْمُتَّقِينَ

Takvâ sahipleri için bir hidayet kaynağı.

17.18.19.20. Âyetler

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَارًا فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَ تَرَكَهُمْ فٖى ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ ۞ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْىٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ ۞ اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ فٖيهِ ظُلُمَاتٌ وَ رَعْدٌ وَ بَرْقٌ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فٖٓى اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ وَاللّٰهُ مُحٖيطٌ بِالْكَافِرٖينَ ۞ يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا فٖيهِ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ

O münafıkların hali, karanlık bir gecede ateş yakan kimsenin durumu gibidir ki, ateş tam onların çevresini aydınlatmışken, Allah birden nurlarını alıp götürür ve onları karanlıklar içinde bırakır; onlar da artık hiçbir şeyi göremez olurlar.

Sağır, dilsiz ve kördürler; gece karanlığında bir ses işitmez, kimseye birşey işittiremez, bağırsalar da yardıma gelen olmaz, yollarını bulamazlar. Çabaladıkça batar, o musibetten kurtulup geri dönemezler.

Yahut onların hali, şiddetle boşanan karanlıklı, gök gürültülü ve şimşekli bir yağmura tutulmuş yolcuların misaline benzer. Yıldırımdan ölme korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Halbuki Allah o kâfirleri kudretiyle çepe çevre kuşatmıştır.

Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır. Etraflarını aydınlatınca birkaç adım yürürler. Fakat üzerlerine karanlık çökünce oldukları yerde kalırlar. Eğer Allah dileseydi onlara verdiği işitme ve görme nimetlerini de alıverirdi. Muhakkak ki Allah herşeye hakkıyla kàdirdir. (Bakara 17-20)

اِشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِاْلهُدَى

Onlar hidâyet karşılığında inkârcılığı satın aldılar. (Bakara 16)

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَارًا

O münafıkların misali; (karanlık bir gecede) ateş yakan kimse(nin durumu) gibidir.

فَلَمَّا اَضَائَتْ مَاحَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ

Ateş tam onların çevresini aydınlatmışken Allah, birden nurlarını alıp götürür.

فَلَمَّا

Ne zaman ki.

وَتَرَكَهُمْ فِى ظُلُمَاتٍ

Allah onları karanlıklar içine bırakır. (Bakara 17)

لَايُبْصِرُونَ

Görmezler.

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْىٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ

Yani, "Sağır, lâl (dilsiz), kör olup dönemezler."

صُمٌّ

Sağırlar.

بُكْمٌ

Dilsizler.

عُمْىٌ

Körler.

فَهُمْ لَايَرْجِعُونَ

Onlar geri dönemezler.

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَارًا

Onların durumu bir ateş yakan kişi gibidir. (Bakara 17)

مَثَل

Durum, hâl.

اَلَّذِى

O kimse ki.

اَلَّذٖينَ

O kimse ki.

اِسْتَوْقَدَ

Ateş yaktı.

نُورِهِمْ

Onların nurları.

نَار

Ateş.

فَلَمَّا اَضَائَتْ مَاحَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ

Ateş çevresini aydınlattığı zaman Allah onların nurunu yok etti. (Bakara 17)

فَلَمَّا

Ne zaman ki, hemen akabinde..

لَمَّا

Ne zaman ki, ...ınca

اَضَائَتْ

Aydınlattı..

مَاحَوْلَهُ

Etrafını çevresini..

ذَهَبَ

Alıp götürdü.

ذَهَبَ اللّهُ

Allah alıp götürdü.

بِنُورِهِمْ

Onların nurunu.

ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ

Allah onların nurunu alıp götürdü.

نُور

Bir nur.

هُمْ

Onlar, onların..

وَتَرَكَهُمْ فِى ظُلُمَاتٍ لَايُبْصِرُونَ

Allah onları karanlıklar içinde, hiçbir şeyi göremez halde bıraktı. (Bakara 17)

تَرَكَ

Terketti, bıraktı.

فِى

İçinde, de, da..

ظُلُمَات

Karanlıklar

لَايُبْصِرُونَ

Görmezler.

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْىٌ فَهُمْ لَايَرْجِعُونَ

Yani, "Sağır, dilsiz, kör şahıslar gibi o musibetten kurtulup geri dönemezler." (Bakara 18)

صُمٌّ

Sağır.

بُكْمٌ

Dilsiz, lâl.

عُمْىٌ

Kör.

فَهُمْ لَايَرْجِعُونَ

Onlar geri dönemezler.

اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَاءِ فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَ رَعْدٌ وَ بَرْقٌ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فِى اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ وَاللّهُ مُحِيطٌ بِالْكَافِرِينَ يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ كُلَّمَا اَضَائَلَهُمْ مَشَوْا فِيهِ وَاِذَا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا وَلَوْشَاءَ اللّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ اِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

Yahut münafıkların meseli; semadan yağan şiddetli, fırtınalı yağmura tutulan yolcuların meseli gibidir. O yağmurun şiddetini arttıran zulmetler, gürültüler, şimşekler yağmurun içinde vardır. Şimşeklerin çakmasıyla ölmek korkusundan parmaklarını kulaklarına sokarlar. Cenâb-ı Hak, kudretiyle kâfirleri ihata etmiştir. Kâfirlerden küfürlerinin cezasından kurtulan yoktur.

Çakan şiddetli şimşekler, hemen hemen gözleri kör edecek şânındandır. Onlar, şimşekler çaktığı ve etraf aydınlandığı zaman yürürler, karanlık çöktüğü vakit dururlar. Eğer Cenâb-ı Hak murad etseydi, onların kulaklarının ve gözlerinin nurlarını götürürdü. Cenâb-ı Hak herşeye kàdirdir." (Bakara 19,20)

صَيِّب

Şiddetli yağmur, fırtına.

اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَاء

Yahut sema canibinden yağan şiddetli, fırtınalı yağmur.

فِيهِ ظُلُمَاتٌ

Onda karanlıklar vardır.

وَ رَعْدٌ

Ve gök gürültüsü.

رَعْد

Gök gürültüsü.

وَ بَرْقٌ

Ve şimşek..

يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فِى اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ

Şimşeklerin çakmasıyla, ölümden korkarak parmaklarını kulaklarına sokarlar. (Bakara 19)

وَاللّهُ مُحِيطٌ بِالْكَافِرِينَ

Allah, inkârcıları tamamen kuşatmıştır. (Bakara 19)

يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ

Şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar. (Bakara 20)

كُلَّمَا اَضَائَلَهُمْ مَشَوْا فِيهِ وَاِذَا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا

Onlar, her bir aydınlıkta orada biraz yürürler. Karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar. (Bakara 20)

وَلَوْشَاءَ اللّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ

Eğer Allah dileseydi, onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. (Bakara 20)

اِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir. (Bakara 20)

اَوْكَصَيِّبٍ

Yahut şiddetli yağan yağmur gibi... (Bakara 19)

اَوْ

Yahut

بَلْ

Hatta, belki

كَصَيِّبٍ

Şiddetli yağan yağmur gibi

اَوْكَالَّذ۪ينَ سَافَرُوا ف۪ى صَحْرَٓاءَ خَالِيَةٍ وَلَيْلَةٍ مُظْلِمَةٍ فَاَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِصَيِّبٍ

Yahut onların durumu; boş bir sahrada, karanlıklı bir gecede şiddetli, fırtınalı, tufanlı bir yağmura maruz kalmış kimse gibidir ki...

مطر

Yağmur

صيب

Şiddetle yağan yağmur

مِنَ السَّمَاء

Sema tarafından

وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ

Yerde hareket eden hiçbir hayvan, havada kanat çırpan hiçbir kuş yoktur ki... (En'âm 38)

دَابَّة

Dâbbe, canlı mahluk

فِى الْاَرْضِ

Yer yüzünde, yer rainde

طائر

Bir kuş

يَطِيرُ

Uçuyor, kanat çırpıyor

مِنَ السَّمَاء

Semadan.

جِهَةِ

Yön.

وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ جِبَالٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ

O, gökten, oradaki dağ gibi bulutlardan dolu indirir. (Nûr 43)

قَوَارِيرَ مِنْ فِضَّةٍ

Gümüş beyazlığında, billûr berraklığında kaplar... (İnsan 16)

مِنْ جِبَالٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ

Oradaki dağ gibi bulutlardan dolu (indirir.) (Nûr 43)

قَوَارِيرَ مِنْ فِضَّةٍ

Gümüş beyazlığında, billûr berraklığında kaplar... (İnsan 16)

مِنْ جِبَالٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ

Oradaki dağ gibi bulutlardan dolu (indirir.) (Nûr 43)

وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ جِبَالٍ فِيهَا مِنْ بَرَدٍ

O, gökten, oradaki dağ gibi bulutlardan dolu indirir. (Nûr 43)

فِيهِ ظُلُمَاتٌ

Onun içinde karanlıklar vardır.

فِيهِ

Onun içinde

صَيِّبٍ

Şiddetli fırtına

ظلمَات

Karanlıklar

وَ رَعْدٌ وَ بَرْقٌ

Gök gürültüsü ve şimşek.

رَعْدٌ قَاصِفٌ * بَرْقٌ خَاطِفٌ

Şiddetli gök gürültüsü * Kapıp kaçan şimşek

يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فِى اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ

Şimşeklerin çakmasıyla, ölüm korkusundan parmaklarını kulaklarına sokarlar

يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فِى اٰذَانِهِمْ

Parmaklarını kulaklarına tıkarlar.

يدْخلون

Sokuyorlar.

يَجْعَلُونَ

Koyarlar

اَصَابِعَهُمْ

Parmaklarını.

اَصَابِعَ

Parmaklar.

فِى اٰذَانِهِمْ

Kulaklarının içine.

اَلْجَزَاءُ مِنْ جِنْسِ الْعَمَلِ

Ceza, yapılan işin cinsinden olur.

مِنَ الصَّوَاعِقِ

Şiddetli yıldırımlardan dolayı.

حَذَرَ الْمَوْتِ

Ölüm korkusundan.

وَاللّهُ مُحِيطٌ بِالْكَافِرِينَ

Şüphesiz ki Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.

اللّه

Allah (c.c.)

مُحِيطٌ

Çepçevre kuşatan, ihata eden

بِالْكَافِرِينَ

Kafirleri, inkarcıları

مُحِيطٌ

Çepçevre kuşatan, ihata eden

كَافِرِينَ

Kafirler, inkarcılar

يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ

Neredeyse şimşeğin ışığı onları kör edecek, gözlerini kapıp götürecek (Bakara 20)

يَكَاد

Neredeyse.

يَخْطَفُ

Kapıyor, alıp kaçıyor.

عُيُونٌ

Gözler, ırmaklar, nehirler

اَبْصَارَهُمْ

Onların gözleri

يَكَاد

Neredeyse, hemen hemen

يَخْطَفُ

Kapıyor, alıp kaçıyor.

عُيُونٌ

Gözler, ırmaklar, nehirler

اَبْصَارَهمْ

Onların gözleri.

كُلَّمَا اَضَائَلَهُمْ مَشَوْا فِيهِ وَاِذَا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا

Onlar, her bir aydınlıkta orada biraz yürürler. Karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar. (Bakara 20)

كُلَّمَا

Her defasında

اَضَائَلَهُمْ

Onları aydınlattığında.

مَشَوْا

Yürüdüler.

فِيهِ

Onun içinde.

وَاِذَا

...dığı zaman, vakit

اَظْلَمَ

Karanlık çöktüğünde.

عَلَيْهِمْ

Üzerlerine.

عَلٰى

üzerinde

قَامُوا

Ayağa kalktılar

وَلَوْشَاءَ اللّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ

Eğer Allah dileseydi, onların işitme ve görme özelliklerini giderirdi. (Bakara 20)

لَوْ

Şayet, eğer.

شَآءَ

Diledi, istedi.

ذَهَبَ به

Götürdü.

ذَهَبَ

Gitti.

ذَهَبَ به

Götürdü.

اِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

Şüphesiz ki Allah'ın her şeye gücü yeter. (Bakara 20)

اِنَّ

Muhakkak, kesinikle, mutlaka.

اَللّهُ

Allah (c.c.)

عَلٰى

üzerine, üzerinde

كُلِّ

Her, hepsi

شَىْءٍ

Şey

قادر

Kudretli, gücüyeten

قَدِيرٌ

Her zaman, her yerde, her şeye gücü yeten

21-22. Âyet

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ى خَلَقَكُمْ وَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ٭ اَلَّذ۪ى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Yani: "Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki; Arz'ı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sâir gıdaları çıkartsın. Öyle ise, Allah'a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah'tan başka mabud ve hâlıkınız yoktur." (Bakara 21-22)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا

Ey insanlar! (Rabbinize) ibadet ediniz. (Bakara 21)

رَبَّكُمُ الَّذ۪ى خَلَقَكُمْ

Sizi yaratan Rabbinize. (Bakara 21)

اَلَّذ۪ى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ

O Rabbiniz ki, yeryüzünü size bir döşek, gökyüzünü bir dam yaptı. Gökten de size bir su indirip onunla türlü meyvelerden ve mahsullerden size rızık çıkardı. (Bakara 22)

اَلَّذ۪ى خَلَقَكُمْ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ

Sizi ve sizden evvelkileri yaratan (Rabbinize). (Bakara 21)

لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَا

"Arz ve semâda Allah'tan başka ilâhlar olmuş olsa idiler, şu görünen intizam fesada uğrardı"

اُعْبُدُوا

İbadet ediniz.

وَ ف۪ى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰٓى اَنَّهُ وَاحِدٌ

Herbir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir belge (delil) vardır. (İbnü'l-Mu'tez'in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm 24)

فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا

Sakın Allah'a eş ve ortaklar koşmayınız. (Bakara 22)

وَ اللّٰهُ الْغَنِىُّ وَ اَنْتُمُ الْفُقَرَٓاءُ

Allah hiçbir şeye muhtaç olmayan ganîdir; siz ise muhtaçsınız. Allah zengindir. Siz fakirsiniz. (Muhammed 38)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا

Ey insanlar! (Rabbinize) ibadet ediniz. (Bakara 21)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا

Ey insanlar! (Rabbinize) ibadet ediniz. (Bakara 21)

اُعْبُدُوا

İbadet ediniz.

رَبَّكُمْ

O Rabbinizdir.

الَّذ۪ى خَلَقَكُمْ

Ki, sizi (O) yaratmıştır.

وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ

Sizden öncekileri de...

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Tâ ki takva mertebesine ulaşasınız.

جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا

Yeryüzünü size döşek yaptı.

وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً

Gökyüzünü kubbe yaptı.

وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً

Gökten bir su indirdi.

رِزْقًا لَكُمْ

Size rızık olarak. (Bakara 22.)

فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا

Öyle ise bile bile Allah'a eş ve ortak koşmayın. (Bakara 22.)

يَٓا اَيُّهَا

Ey...ler,...lar

يَا

Ey!

اَىُّ

Hangi.

هَا

İşte

اَىُّ

Hangi.

نَاس

İnsanlar.

اُعْبُدُوا

İbadet ediniz. (Bakara 21)

رَبَّكُمْ

Rabbinize.

اَلَّذ۪ى

O ki.

اَلَّذ۪ى خَلَقَكُمْ

O Rabbiniz ki, sizi yaratmıştır. (Bakara 21.)

اَلَّذ۪ى جَاءَكَ

O kişi ki, sana geldi, sana gelen kişi...

رَبّ

Rabb

اَلَّذ۪ى

O ki, o şey ki

وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ

Sizden önceki (insanları) da. (Bakara 21)

اَلَّذ۪ينَ

Onlar ki, o şeyler ki

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Umulur ki, korunmuş olursunuz, takvaya ulaşırsınız. (Bakara 21)

تَتَّقُونَ

Takvaya erişesiniz. (Bakara 21)

اَلَّذ۪ى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً

O (Rabbiniz ki), yeryüzünü size bir döşek, gökyüzünü bir kubbe yaptı. (Bakara 22.)

لَكُمْ

Sizin için, size

فِرَاشًا

Döşek, yatak

وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً

Gökyüzünü kubbe yaptı. (Bakara 22.)

وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ

Gökten de size bir su indirdi ve onunla türlü meyveler ve mahsullerden size rızık çıkardı. (Bakara 22)

مِنَ السَّمَٓاءِ

Semadan, gökten. (Bakara 22.)

مَٓاءً

Bir su. (Bakara 22.)

فَاَخْرَجَ

Akabinde hemen çıkardı. (Bakara 22.)

اَخْرَجَ

Çıkardı.

اَنْزَلَ

İndirdi.

وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاهْتَزَّتِ الْاَرْضُ وَ رَبَتْ وَ اَخْضَرَتْ وَ اَنْبَتَتْ فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ

Semadan bir su indirdi de yeryüzü harekete geldi, kabardı; nebatatını yeşertti, bitirdi ve onunla meyvelerden bir rızık çıkardı.

اِهْتَزَّتْ

Harekete geldi.

بِهِ

Onunla.

مِنَ الثَّمَرَاتِ

Meyvelerden.

مِنْ

...dan, ...den

فَاَخْرَجَ بِه۪ اَنْوَاعًا مِنَ الثَّمَرَاتِ

Onunla çeşit çeşit meyveler çıkardı.

رِزْقًا

Rızık olarak.

لَكُمْ

Sizin için. (Bakara 22.)

فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا

Sakın Allah'a eş ve ortaklar koşmayınız. (Bakara 22)

تَجْعَلُوا

Yapmayınız..

تَعْتَقِدُوا

İnanmayınız.

لِلّٰهِ

Allah'a.

اَنْدَادًا

Eşler, ortaklar. (Bakara 22.)

وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Bildiğiniz hâlde, bile bile. (Bakara 22.)

تَعْلَمُونَ

Bilirsiniz. (Bakara 22.)

23.24. Âyet

Nübüvvet Hakkında

وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪ وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ٭ فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ

Gayet kısa bir meali: Yani "Abdimiz üzerine inzal ettiğimiz Kur'anda bir şübheniz varsa, Kur'anın mislinden bir sure yapınız; hem de Allah'tan başka, işlerinizde kendilerine müracaat ettiğiniz şüheda ve muinlerinizi de çağırınız, yardım etsinler. Eğer sözünüzde sadık iseniz hepiniz beraber çalışınız, Kur'anın mislinden bir sure getiriniz. Eğer bir misil getiremediğiniz takdirde, zâten getiremezsiniz ya, öyle bir ateşten sakınınız ki; odunu, insanlar ile taşlardır." (Bakara 23-24)

لَا تَخَفْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَا

"Korkma, Allah bizimle beraberdir"

لَيْسَ الْكَحْلُ كَالتَّكَحُّلِ

Yani: Fıtrî karagözlülük, sun'î (yapma) karagözlülük gibi değildir. Yani yapma ve sun'î olan birşey ne kadar güzel ve ne kadar kâmil olursa olsun, fıtrî ve tabiî olan şeylerin mertebesine yetişemez ve onun yerine kaim olamaz.

فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪... فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ

Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız -yakıtı insanlar ve taşlar olan, kâfirler için hazırlanmış Cehennem ateşinden sakınınız. (Bakara 23-24)

فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪

Haydi onun benzeri bir sûre getirin. (Bakara 23)

فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪

Haydi onun benzeri bir sûre getirin. (Bakara 23)

وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا

Eğer indirdiklerimizden herhangibir şüpheye düşüyorsanız.. ( Bakara 23)

وَ كَمْ مِنْ عَٓائِبٍ قَوْلًا صَح۪يحًا ٭ وَ اٰفَتُهُ مِنَ الْفَهْمِ السَّق۪يمِ

Sağlam sözleri kötüleyen nice kişiler vardır ki, onların âfetleri hasta anlayışlarından ileri gelir. (El-Mütenebbî, Dîvan 246)

اِنَّ اللّٰهَ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى

Muhakkak ki Allah'ın (c.c.) hükümranlığı Arşı kaplamıştır.

اَلتَّنَزُّلَاتُ الْاِلٰهِيَّةُ اِلٰى عُقُولِ الْبَشَرِ

Beşerin akılları seviyesinde ilahî tenezzülat. Yani Allâh-u teâlanın insanların anlıyabilecekleri seviyede onlara hitab etmesi.

كَلِّمِ النَّاسَ عَلٰى قَدَرِ عُقُولِهِمْ

İnsanlarla anlayış seviyelerine göre konuş.

قَالَ

Dedi.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا

Ey insanlar, (Allah'a) ibadet ediniz. (Bakara 21)

اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْىٌ يُوحٰى

O ancak vahyedilen bir vahiydir. (Necm 4)

لَوْ كُلُّ كَلْبٍ عَوٰى اَلْقَمْتَهُ حَجَرًا ٭ لَمْ يَبْقَ ف۪ى هٰذِهِ الْكُرَةِ اَحْجَارُ

"Her üren kelbin (köpeğin) ağzına bir taş atacak olsan dünyada taş kalmaz."

وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا

Eğer indirdiklerimizden herhangi bir şüphe duyuyorsanız.. (Bakara 23)

لَا رَيْبَ ف۪يهِ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَ

Onda asla şüphe yoktur. O, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar için bir yol göstericidir. (Bakara 2)

لَا رَيْبَ ف۪يهِ

Onda hiçbir şüpheye yer yoktur. (Bakara 2)

وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ى رَيْبٍ

Şübhe içinde iseniz. (Bakara 23)

فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪

"Kur'anın mislinden bir sure getiriniz."

تَشَبَّثُوا، وَجَبَ التَّشَبُّثُ، تَعَلَّمُوا، جَرِّبُوا

Teşebbüs ediniz. Teşebbüs şarttır. Öğreniniz ve tecrübe ediniz.

وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ

Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın. (Bakara 23)

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا

eğer yapamazsanız

وَلَنْ تَفْعَلُوا

Bundan sonra da kat'iyyetle yapamayacaksınız."

نَوْعٌ مُنْحَصِرٌ فِى الشَّخْصِ

"Bir şahısta inhisar etmiş bir nevidir."

فَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ

"Kâfirlere hazırlanan bir ateşten sakınınız ki; odunu, insanlar ile taşlardır."

فَاتَّقُوا

Sakının.

اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا

Eğer bunu yapamazsanız...

فَاتَّقُوا

Sakının.

اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا

Eğer bunu yapamazsanız...

الَّت۪ى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ

Yakıtı insanlar ve taşlar olan (Cehennem ateşi.)

فَاتَّقُوا النَّارَ

Cehennem ateşinden sakının.

نار

Ateş, cehennem

اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ

Kâfirler için hazırlanan. (Bakara 24)

فَاتَّقُوا

Sakının.

اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا

Eğer bunu yapamazsanız...

اُعِدَّتْ

Hazırlandı.

وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا

Eğer Kulumuza indirdiğimiz Kur'an-ı Kerim hakkında bir şüpheniz var ise. (Bakara 23)

اِنْ كُنْتُمْ ف۪ى رَيْبٍ

Herhangi bir şüpheniz var ise.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا

Ey insanlar, ibadet ediniz.

وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ى رَيْبٍ

Eğer bir şüpheniz varsa...

اِنِ ارْتَبْتُمْ

Şüpheye düştüyseniz.

رَيْبٍ

şüphe

مِمَّا

O şey hakkında, o şeyden

مِنْ

....dan, ...den

ف۪ى شَيْءٍ

Bir şeyle ilgili, o şey hakkında

وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ى رَيْبٍ ف۪ى شَيْءٍ مِمَّا نَزَّلْنَا

Eğer indirdiklerimizden herhangibir şüphe duyuyorsanız..

نَزَّلْنَا

Peyderpey İndirdik.

اَنْزَلْنَا

(Bir defada) indirdik.

عَبْدِنَا

Kulumuz.

اُعْبُدُوا

İbadet edin.

فَاْتُوا

Getirin.

بِسُورَةٍ

Bir sûre ile.

مَنْ لَمْ يَذُقْ لَمْ يَدْرِ

Tatmayan bilmez.

مِنْ مِثْلِه۪

Onun benzerinden.

مِثْلِ سُورَةٍ مِنْهُ

Ondan bir sûrenin benzerini.

بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪

Onun benzerinden bir sûre ile.

وَادْعُوا

Çağırın.

شُهَدَٓاءَ

Şahitler (yardımcılar).

وَادْعُوا

Çağırın.

شُهَدَٓاءَكُمْ

Kendinize yardım istediğiniz kişiler.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ

"Allah'tan maada, dünyada ne kadar erbab-ı fesahat varsa çağırınız."

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

Eğer iddianızda sadıksanız.

اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ تَفْعَلُوا

Yani: "Sözünüzde sadık olsaydınız, yapacaktınız."

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ

Bunu yapamazsanız ki, elbette yapamayacaksınız, Cehennem ateşinden sakının. (Bakara 24)

فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا

Eğer bunu yapamazsanız ki...

فَاتَّقُوا النَّارَ

Cehennem ateşinden sakının.

فَاتَّقُوا النَّارَ

Cehennem ateşinden sakının.

اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا

Bunu yapamazsanız ki...

تَفْعَلُوا

Yaparsınız.

تَاْتُوا

Getirin.

وَلَنْ تَفْعَلُوا

Ki asla yapamayacaksınız.

فَاتَّقُوا

Sakının.

اِنْ لَمْ تَفْعَلُوا

Bunu yapamazsanız ki...

اٰمَنُوا

İman edin!

تَجَنَّبُوا

Çekinin, kaçının.

النَّارَ

Ateş, Cehennem

اَلَّت۪ى

Öyle ki.

نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ

Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateş. (Tahrîm Sûresi: 6)

وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ

Yakıtı insanlar ve taşlar olan (Cehennem ateşi.) (Bakara 24)

النَّاس

İnsanlar

حِجَارَة

Taşlar

اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ

Kâfirler için hazırlandı.

لَكُمْ

Sizin için.

لِلْكَافِر۪ينَ

Kâfirler için.

اُعِدَّتْ لَكُمْ ِلَانَّكُمْ مِنَ الْكَافِر۪ينَ وَالنَّارُ اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَ

Sizin için hazırlandı. Çünkü siz kafirlerdensiniz. Cehennem ateşi de kafirler için hazırlanmıştır.

25.Âyet

وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Yani: "İman eden ve iyi işler işleyen mü'minlere beşaret ver ki, altında nehirler akan Cennetler onlarındır. O Cennetlerden bir meyve yedikleri zaman; bu, bundan evvel yediğimiz meyvedir derler. Birbirine benzer bir surette rızıkları getirilip verilir. Ve o Cennetlerde onlar için temiz kadınlar vardır. Ve onlar o Cennetlerde de daimî bir şekilde kalacaklardır." (Bakara 25)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا

Ey insanlar, ibadet edin. (Bakara 21)

اِنْ كُنْتُمْ ف۪ى رَيْبٍ

Eğer bir şüpheye düşüyorsanız.. (Bakara 23)

وَ امْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ

"Ey mücrimler! Bir tarafa çekiliniz"

فَادْخُلُوهَا خَالِد۪ينَ

"Daimî kalmak üzere Cennet'e giriniz."

اِذَا السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْ

Gök yarıldığında. (İnşikak 1)

اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ

Güneş dürülüp toplandığında. (Tekvîr 1)

اِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ

Ve yıldızlar döküldüğünde. (Tekvîr 2)

وَامْتَازُوا

Bir kenara çekiliniz. (Yâsin 59)

وَ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

Onlar, âhirete de kesin olarak imân etmiş kimselerdir. (Bakara 4)

لَيْسَ فِى الْجَنَّةِ اِلَّا اَسْمَٓائُهَا

"Cennet'te, yalnız isimleri vardır."

وَ بَشِّر۪ الَّذِينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

İman eden ve iyi işler işleyen mü'minleri müjdele! (Bakara 25)

اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ى

Ki (altında nehirler) akan Cennetler onlar için vardır. (Bakara 25)

تَجْر۪ى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ

Altında nehirler akar. (Bakara 25)

نَهْر، جَنّة

Bir nehir, bir Cennet.

كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ

O Cennetlerden herhangi bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikleri vakit, 'Bu, bundan evvel bize (dünyada) rızık olarak verilenlerdendir' derler. (Bakara 25)

مِنْ قَبْلُ

Bundan önce

وَ اُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًا

Yani rızıkları birbirine müteşabih olarak getirilir.

اُتُوا

Getirilir.

وَ لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ

Ve onlar için cennette tertemiz eşler vardır. (Bakara 25)

وَ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Ve onlar orada ebedî kalacaklardır. (Bakara 25)

وَ بَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

İman eden ve iyi işler işleyen mü'minleri müjdele! (Bakara 25)

بَشِّرْ

"Müjdele!

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا

İman eden ve (iyi işler) işleyen (mü'min)ler.

اَلْمُؤْمِن۪ينَ

Mü'minler.

اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ

İman edenler.

اَلَّذ۪ينَ

O Kimseler

وَ عَمِلُوا

Amel edenler, işleyenler

الصَّالِحَاتِ

Salih ameller.

يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

Namazı dos doğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda bağışta bulunurlar. (Bakara 3)

صَالِحَاتِ

Güzel ve iyi işler. (Bakara 25)

اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ

Onlar için altından nehirler akan Cennetler vardır. (Bakara 25)

اَنَّ

Muhakkak.

لَهُمْ

Onlar için.

تَحْت

Alt.

مِنْ

-den, -dan.

اَنَّ

Muhakkak.

لَهُمْ

Onlar için.

تَجْر۪ى

Akar.

مِنْ تَحْتِهَا

Altından.

الْاَنْهَارُ

Nehirler, ırmaklar.

كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ

O Cennetlerdeki herhangi bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikleri vakit, "Bu, bundan evvel bize (dünyada) rızık olarak verilenlerdendir" derler.

كُلَّمَا

Her defasında.

رُزِقُوا

Rızık olarak verildiğinde.

مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ

Orada bulunan meyvelerden.

مِنْ ثَمَرَاتِهَا

Onun meyvelerinden bir meyve.

مِنْهَا

Ondan.

مِنْ ثَمَرَةٍ

Bir meyve.

رِزْقًا

Rızık olarak. (Bakara 25.)

قَالُوا

Derler, dediler

هٰذَا الَّذ۪ى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ

Bu, bundan önce (dünyada) rızık olarak bize verilenlerdendir. (Bakara 25.)

وَ اُتُوا بِه۪ مُتَشَابِهًا

Rızıkları dünyadakine benzer şekilde kendilerine getirilir. (Bakara 25.)

هٰذَا الَّذ۪ى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ

Bu daha önce yediğimiz rızıktandır. (Bakara 25.)

اُتُوا

Sunulur.

مُتَشَابِهًا

Benzer şekilde.

وَ لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ

Orada onlar için tertemiz kadınlar vardır. (Bakara 25.)

لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ى

Onlar için altından ırmaklar akan Cennetler vardır. (Bakara 25.)

لَهُمْ

Onlar için.

حُورٌ ع۪ينٌ

İri gözlü huriler.

ف۪يهَا

Orada.

مُطَهَّرَةٌ

Tertemiz.

وَ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

Onlar orada (cennette) ebedi kalıcıdırlar. Yani, "Onlar da, ezvaçları da, Cennet de, Cennetin lezaizi de hep ebedîdirler." (Bakara 25)

26.27. Âyetler

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓى اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَ اَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًا يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَ يَهْد۪ى بِه۪ كَث۪يرًا وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَ ٭ اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَ يَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَ يُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ اُولٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

Gayet kısacık bir meali: Yani "Cenab-ı Hak kullarını irşad ve ikaz etmek üzere, sivrisinek gibi hakir, kıymetsiz bir hayvanla veya bir mahlukla misal getirmeyi, kâfirlerin keyfi için terketmez. İmanı olanlar, onun Rablarından hak olduğunu bilirler. Amma kâfirler, Allah bu gibi hakir misallerden neyi irade etmiştir diyorlar. Allah onun ile çoklarını dalalete atar ve çoklarını da hidayete götürür. Fakat fâsıklardan maada dalalete attığı yoktur. Fâsıklar da ol adamlardır ki; Allah'ın taatinden hurucla, misak-ı ezelîden sonra ahidlerini bozarlar ve Allah'ın akrabalar arasında veya mü'minler beyninde emrettiği hatt-ı muvasalayı keserler; yeryüzünde işleri ifsaddır; dünya ve âhirette zarar ve hüsrana maruz kalan ancak onlardır." (Bakara 26-27)

كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَارًا

(Onların durumu), ateş yakan adamın meseli gibidir. (Bakara 19)

اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ

Şiddetle yağan yağmur gibi... (Bakara 19)

وَ ف۪ى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ

Herşeyde Allah'ın birliğini gösteren delil vardır. "Kitab-ı kebiri kâinatta yaratılan herhangi birşey, Hâlıkın azametine delâlet eden bir kelime-i hâliyedir."

اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ى وَ لَوْ جِئْنَا بِمِثْلِه۪ مَدَدًا

(De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa,) hattâ bir o kadarını daha getirip ilâve etsek, Rabbimin sözleri tükenmeden. (Kehf 109)

اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ

Yaratan bilmez mi? O Latif ve Habir dir. (Mülk 14)

نَسْجُ الْعَنْكَبُوتِ

Örümceğin ağı.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓى اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا

Cenab-ı Hak, (kullarını irşad ve ikaz etmek üzere,) sivrisinek gibi bir mahlûkla misal getirmeyi, (kâfirlerin keyfi için) terk etmez.

اَرَبٌ يَبُولُ الثَّعْلَبَانُ بِرَاْسِه۪

Başına tilkilerin bevl ettiği bir şey nasıl rab olur.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓى اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا

Şüphesiz ki Allah sivrisinekle veya ondan daha küçüğüyle misal vermekten çekinmez. (Bakara 26.)

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ

İman edenler, onun, Rablerinden gelen hak olduğunu bilirler.

بَعُوضَة

Sivrisinek.

وَ اَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا

İnkâr edenler ise.

مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًا

Allah bu gibi hakîr misallerden neyi irade etmiştir?

يَعْلَمُونَ

Onlar bilirler.

لَا يَعْلَمُونَ

Onlar bilmezler.

يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَ يَهْد۪ى بِه۪ كَث۪يرًا

Allah, onunla çoklarını dalâlete atar ve çoklarını da hidayete götürür.

مَاذَا

Ne?

وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَ

(Verdiği misallerle Allah) ancak fâsıkları saptırır.

يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا

Allah, onunla çoklarını dalâlete atar.

اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَ يَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَ يُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ

Fâsıklar öyle kimselerdir ki, Allah'a itaatten çıkıp, mîsak-ı ezelîde yaptıkları ahidlerini bozarlar ve Allah'ın akrabalar ve mü'minler arasında emrettiği bağlantıyı keserler; yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarırlar. (Bakara 27)

يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ

Fâsıklar, Allah'a verdikleri ahidlerini bozarlar.

وَ يَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ

Allah'ın akrabalar veya mü'minler arasında emrettiği bağları koparırlar.

وَ يُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ

Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar.

اُولٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

İşte onlar hüsrana uğrayanlardır.

عِبَارَاتُنَا شَتّٰى وَ حُسْنُكَ وَاحِدٌ وَ كُلٌّ اِلٰى ذَاكَ الْجَمَالِ يُش۪يرُ

"Söylediğimiz sözler ayrı ayrı ise de, senin hüsnün birdir. Bütün sözlerimiz, o hüsn-ü cemale işaret ediyorlar."

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓى اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا

Cenâb-ı Hak, kullarını irşad ve ikaz etmek üzere, sivrisinek gibi küçük, kıymetsiz bir hayvanla veya bir mahlûkla misal getirmekten, kâfirlerin keyfi için haya etmez. (Bakara 26)

اِنَّ

Muhakkak..

لَا يَسْتَحْي۪ى

Çekinmez, hayâ etmez.

لَا يَتْرُكُ

Terk etmez.

بَعُوضَةً

Sivrisinek.

يَسْتَحْي۪ى

Çekinir, hayâ eder.

اَمَا يَسْتَحْي۪ى رَبُّ مُحَمَّدٍ اَنْ يُمَثِّلَ بِهٰذِهِ الْمُحَقَّرَاتِ

"Muhammed'in Rabbi bu hakir şeylerden temsil getirmeye hayâ etmez mi?"

مُشَاكَلَةً فِى الصُّحْبَةِ

Karşılıklı konuşmada muhatabın bildiği kelime ve mânâları kullanarak açıklama.

يَسْتَحْي۪ى

Çekinir.

اَنْ يَضْرِبَ

Bir mesele hakkında örnek verme.

مِنَ الْمَثَلِ الْحَق۪يرِ

Değersiz ve sıradan bir örnekden.

ضَرْب

Misal.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ى ضَرْبَ الْبَعُوضَةِ مَثَلًا

Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez.

اِسْتِحْيَا

Çekinme, hayâ etme.

ضَرْب

Misal.

بَعُوضَةً

Sivrisinek.

مَثَلًا

Misal.

مَا

O şey ki..

فَمَا فَوْقَهَا

Çok daha fevkinde, üstünde olan. (Bakara 26.)

مَا فَوْقَهَا

Onun üstünde, ötesinde.

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَ اَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًا

İmanı olanlar, onun, Rablerinden hak olduğunu bilirler. Amma kâfirler, 'Allah bu gibi hakîr (küçük ve değersiz) misallerden neyi irade etmiştir?' derler. (Bakara 26)

اَمَّا

(o meseleye) gelince..., ise...

فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ

Onlar bunun hak olduğunu bilirler.

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا

İman edenler.

اَلْمُؤْمِنُونَ

Mü'minler.

اَنَّهُ الْبَلِيغُ

Şüphesiz ki o çok belagatlidir.

اَنَّهُ الْحَقُّ

Şüphesiz ki o haktır.

بَعُوضَةً

Sivrisinek.

مِنْ رَبِّهِمْ

Rablerinden.

وَ اَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا

Kafirler ise.

اَمَّا

(o meseleye) gelince..., ise...

اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا

Küfredenler; Allah'ı inkar edenler.

اَلْكَافِرُونَ

Kâfirler; inkarcılar.

يَعْلَمُونَ

Bilirler.

فَلَا يَعْلَمُونَ

Bilmezler.

فَيَقُولُونَ

Derler ki.

يُضِلُّ بِه۪ كَث۪يرًا وَ يَهْد۪ى بِه۪ كَث۪يرًا

Allah, onunla çoklarını dalâlete atar ve çoklarını da hidayete götürür.

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا

İman edenler.

يَهْد۪ى بِه۪

Onunla hidayete götürür.

يُضِلُّ بِه۪

Onunla dalalete götürür.

يَهْد۪ى

Doğru yola iletir.

مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ

Allah bununla ne irade etti.

كَث۪يرًا

Birçoğunu.

وَمَا يُضِلُّ بِه۪ٓ اِلَّا الْفَاسِق۪ينَ

Onunla ancak fâsıkları dalâlete atar.

اَلَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِهِ وَ يَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَ يُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ

Fâsıklar öyle kimselerdir ki, Allah'a itaatten çıkıp, mîsak-ı ezelîde yaptıkları ahidlerini bozarlar ve Allah'ın akrabalar ve mü'minler arasında emrettiği bağlantıyı keserler; yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarırlar. (Bakara 27)

يَنْقُضُونَ

Bozarlar.

وَ يَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ

Allah'ın emrettiği bağlantıyı keserler.

وَ يُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ

Yeryüzünde fesat çıkarıyorlar, bozgunculuk yapıyorlar.

اُولٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

İşte onlar, gerçekten zarara uğrayanlardır. (Bakara 27)

اُولٰٓئِكَ

İşte onlar

اُولٰٓئِكَ

İşte onlar

هُمْ

Onlar

الْخَاسِرُونَ

Hüsrana uğrayanlar.

خَاسِر۪ين

Hüsrandakiler.

28. Âyet

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Ne suretle Allah'ı inkâr ediyorsunuz? Halbuki sizin hayatınız yoktu, O size hayatı verdi; sonra sizi öldürecektir, sonra yine hayat verecektir, sonra Ona rücu' edip gideceksiniz.

كَيْفَ

Nasıl?

كَيْفَ تَكْفُرُونَ

Nasıl inkâr ediyorsunuz? (Bakara 28.)

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Ne suretle Allah'ı inkâr ediyorsunuz. Hâlbuki sizin hayatınız yoktu; O size hayatı verdi. Sonra sizi öldürecek, sonra yine hayat verecektir. Sonra Ona rücu edip gideceksiniz. (Bakara 28.)

كُنْتُمْ اَمْوَاتً

Hayatınız yoktu, ölü idiniz. (Bakara 28.)

فَاَحْيَاكُم

O size hayatı verdi.

فَاَحْيَاكُم

O, sizi diriltti, size hayat verdi.

كَيْفَ

Nasıl?

ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ

Sonra sizi tekrar (O) öldürecek.

ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ

Sonra yine size hayat verecektir.

يُحْي۪يكُمْ

Sizi diriltecektir.

ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Sonra Ona rücu edip gideceksiniz. (Bakara 28.)

كَيْفَ

Nasıl?

وَ كُنْتُمْ اَمْوَاتًا

Hâlbuki hayatınız yoktu, ölü idiniz.

فَاَحْيَاكُمْ

(O) size hayat verdi.

ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ

Sonra sizi öldürecek.

ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ

Sonra yine size hayat verecektir.

ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Sonra Ona rücu edip gideceksiniz. O'na döndürüleceksiniz. (Bakara 28.)

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ

Nasıl Allah'ı inkâr ediyorsunuz? (Bakara 28.)

تَكْفُرُونَ

İnkâr ediyorsunuz

لَا تُؤْمِنُونَ

İman etmiyorsunuz.

وَ كُنْتُمْ اَمْوَاتًا

Hâlbuki hayatınız yoktu, ölü idiniz.

وَ تَعْلَمُونَ اِنْ كُنْتُمْ اَمْوَاتًا

Ölüler olduğunuzu bildiğiniz hâlde.

تَعْلَمُونَ

Biliyorsunuz, bildiğiniz hâlde.

اِنْ

Eğer..

كُنْتُمْ

İdiniz.

اَمْوَاتًا

Hayatı olmayanlar, cansızlar, ölüler.

لَمْ يَكُنْ شَيْئًا مَذْكُورًا

Adı anılmaya bile değmez birşey. (İnsan 1)

فَاَحْيَاكُمْ

O size hayatı verdi. (Bakara 28.)

اَحْيَاكُمْ

Size hayat verdi.

صِرْتُمْ اَحْيَٓاءً

Diri oldunuz, hayat buldunuz.

ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ

Sonra sizi öldürecektir. (Bakara 28.)

تَمُوتُونَ

Ölürsünüz.

ثُمَّ يُحْي۪يكُمْ

Sonra size yine hayat verecektir.

ثُمَّ

Sonra yine

ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Sonra Ona rücu edip gideceksiniz. (Bakara 28.)

ثُمَّ

Sonra.

تُرْجَعُونَ

(Esbab perdesinin keşfiyle, vesaitin tardıyla) Allah'a rücu' edeceksiniz."

29. Âyet

هُوَ الَّذ۪ى خَلَقَ لَكُمْ مَا فِى الْاَرْضِ جَم۪يعًا ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَل۪يمٌ

O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra semaya yöneldi ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir. (Bakara 29)

وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Ve O'na döndürülürsünüz.

جَمِيعًا

Tamamı, hepsi.

ثُمَّ

Sonra

سَبْعَ

Yedi.

وَ تَزْعُمُ اَنَّكَ جِرْمٌ صَغ۪يرٌ ٭ وَ ف۪يكَ انْطَوَى الْعَالَمُ الْاَكْبَرُ

Sen kendinin küçük bir varlık olduğunu zannedersin. Halbuki senin içinde büyük âlem dürülmüştür.

ثُمَّ

Sonra.

وَ الْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَا

Sonra da yeri yayıp (düzenleyip) döşedi. (Nâziât 30)

كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا

(Gök ile yer) bitişik iken, Biz onları birbirinden koparıp ayırdık. (Enbiyâ 30)

كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا

(Gök ile yer) bitişik iken, Biz onları birbirinden koparıp ayırdık. (Enbiyâ 30)

وَ كَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ

Arşı su üzerindeyken... (Hûd 7)

ثُمَّ

Sonra.

ثُمَّ

Sonra

اِسْتَوٰى

Belli bir nizam ve intizamla düzenledi.

اِعْلَمُٓوا وَ تَفَكَّرُوا

Bilin ve tefekkür edin.

ثُمَّ اِعْلَمُوا وَ تَفَكَّرُوا اَنَّهُ اسْتَوٰى

Sonra, bilin ve tefekkür edin ki, hiç şüphesiz O yönelmiştir (iradesini yöneltmiştir.)...

سَبْعَ

Yedi.

مَوْجٌ مَكْفُوفٌ

(Sema), dalgaları karar kılmış bir deniz(dir.) (Tirmizî, Tefsîru Sûre 57:1; Müsned 370)

سَبْعَ سَمٰوَاتٍ

Yedi gök.

هُوَ الَّذ۪ى خَلَقَ لَكُمْ مَا فِى الْاَرْضِ جَم۪يعً

O ki, yeryüzünde bulunan her şeyi sizin için yarattı.

ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ

Sonra semaya istiva etti.

فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ

Gökyüzünü yedi gök olarak tanzim etti.

كُنْ

Ol.

فَيَكُونُ

Hemen oluverir.

اِسْتَوٰى

Belli bir nizam ve intizamla düzenledi.

وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

O, her şeyi hakkıyla bilendir.

هُوَ الَّذ۪ى

O ki.

هُوَ

O..

اَلَّذ۪ى

Odur ki...

ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Sonra O'na tekrar döndürülürsünüz.

اِلَيْهِ

Ona.

لَكُمْ

Sizin için.

مَا فِى الْاَرْضِ

Yeryüzünde bulunan her şey.

فِى الْاَرْضِ

Yerde (içinde), yerin içinde.

فِى

..de, ...da, içinde..

عَلَى

Üzerinde.

جَمِيعًا

Tamamı.

ثُمَّ اسْتَوٰى

Sonra belli bir nizam ve intizamla düzenledi.

ثُمَّ

Sonra.

اَرَادَ اَنْ يُسَوّ۪ى

Tesviyeyi (dengeli bir şekilde düzenlemeyi) irade etti.

اِسْتَوَى

Tesviye etti, düzenledi.

اِلَى السَّمَٓاءِ

Gökyüzüne.

فَسَوّٰيهُنَّ

Onları düzenledi.

فَيَكُونُ

Oluverir. (Yâsin Sûresi: 29.)

كُنْ

Ol! (Yâsin Sûresi: 29.)

نَوَّعَهَا وَ نَظَّمَهَا وَ دَبَّرَ الْاَمْرَ بَيْنَهَا فَسَوّٰيهُنَّ

Nevi'lere ayırdı, tanzim etti, aralarında lâzım gelen emirleri, tedbirleri yaptı; sonra (yedi tabakaya) tesviye etti.

وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

O ki, her şeyi hakkıyla bilendir.

وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Onun her şeye gücü yeter.

وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

O ki, her şeyi hakkıyla bilendir.

بِكُلِّ

Her şeye.

مَا مِنْ عَامٍ اِلَّا وَقَدْ خُصَّ مِنهُ الْبَعْضُ

Umumî hiçbir şey yoktur ki bazı hususî durumları olmasın.

شَيْءٍ

Şey. "Bu kelime; vâcib, mümkin, mümteni'a şamildir."

عَل۪يمٌ

Hakkıyla bilir.

30. Âyet

وَ اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ى جَاعِلٌ فِى الْاَرْضِ خَل۪يفَةً قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَ يَسْفِكُ الدِّمَٓاءَ وَ نَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَ نُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنّ۪ٓى اَعْلَمُ مَالَا تَعْلَمُونَ

"Yani: Düşün o zamanı ki, Rabb'in melaikeye hitaben: "Ben yerde bir halifeyi yaratacağım!" dedi. Melaike de: "Yerde fesad yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın! Halbuki biz, hamdinle seni tesbih ve takdis ediyoruz." dediler. Rabb'in de: "Sizin bilmediğinizi ben biliyorum!" diye onlara cevab verdi." (Bakara 30)

وَ اِذْ

Hani.

وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

O her şeyi hakkıyla bilendir. (Bakara 29.)

اِذْ خَلَقَ مَا خَلَقَ مُنْتَظَمًا وَ اِذْ قَالَ رَبُّكَ

Hani yarattığını muntazam yaratmıştı ve Rabbin şöyle demişti: ...

اِنّ۪ى جَاعِلٌ فِى الْاَرْضِ خَل۪يفَةً

Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım. (Bakara 30.)

قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَ يَسْفِكُ الدِّمَٓاءَ

Melâike de, "Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın?" dediler. (Bakara 30.)

قَالَ اِنّ۪ٓى اَعْلَمُ مَالَا تَعْلَمُونَ

Rabbin de, "Sizin bilmediğinizi Ben biliyorum" dedi. (Bakara 30.)

وَ اِذْ قَالَ رَبُّكَ

Rabbin şöyle demişti: ...

اِذْ خَلَقَ مَا خَلَقَ مُنْتَظَمًا

Hani yarattığını muntazam olarak yaratmıştı...

اِذْ

Hani.

رَبُّكَ

Rabbin.

لِلْمَلٰئِكَةِ

Meleklere.

اِنّ۪ى

Muhakkak ki, ben..

اَتَجْعَلُ

Yaratacak mısın? Yapacak mısın?

وَ اِذْ قُلْنَا

Hani biz demiştik.

اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُ

Muhakkak ki Biz, Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye Kur'ân'ı Sana hak olarak indirdik. (Nisâ 105.)

نَا

Biz.

بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُ

Allah'ın gösterdiği şekilde. (Nisâ 105.)

جَاعِلٌ

Yapan.

خَالِقٌ

Yaratan.

فِى الْاَرْضِ

Dünyada, arzda.

فِى

...da, ...de, içinde.

عَلَى

Üzerinde.

خَل۪يفَة

Bir halife.

قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَ يَسْفِكُ الدِّمَٓاءَ

(Melâike de, "Yerde) fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksn?" dediler. (Bakara 30)

قَالُٓوا اَتَجْعَلُ

Yaratacak mısın? Yapacak mısın? Dediler.

اِذْ قَالَ

Hani, demişti...

قَالَ - قَالُٓوا

Dedi-dediler.

اَتَجْعَلُ

Yaratacak mısın? (Bakara 30.)

ف۪يهَا

Onda, orada.

مَنْ

Kimse, o kimse.

يُفْسِدُ

Fesad çıkarıyor, bozgunculuk yapıyor.

فِيهَا

Onda, orada.

يَسْفِكُونَ

Kan dökerler, kan döküyorlar.

يَقْتُلُونَ

Öldürürler, öldürüyorlar.

الدِّمَٓاءَ

Kanlar.

وَ نَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَ نُقَدِّسُ لَكَ

Halbuki biz, hamdinle Seni tesbih ve takdîs ediyoruz. (Bakara 30.)

وَ نَحْنُ نُسَبِّحُ

Biz tesbih ediyoruz.

نَحْنُ

Biz.

نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ

Hamdinle Seni tesbih ediyoruz. (Bakara 30.)

وَ نُقَدِّسُ لَكَ

Ve Seni takdîs ediyoruz.

نُقَدِّسُكَ

Seni takdîs ediyoruz. (Bakara 30.)

نُقَدِّسُ لَاجْلِكَ

Biz nefislerimizi, fiillerimizi günahlardan temizlemekle beraber, kalplerimizi masivadan Senin için çeviriyoruz.

يَسْفِكُ

Kan döker, kan döküyor.

قَالَ اِنّ۪ٓى اَعْلَمُ مَالَا تَعْلَمُونَ

Rabbin de, "Sizin bilmediğinizi Ben biliyorum" dedi. (Bakara 30.)

اِنّ۪ٓى اَعْلَمُ

Muhakkak ben biliyorum.

اِنَّ

Muhakkak ki.

لَا تَعْلَمُونَ

Bilmiyorsunuz. (Bakara 30.)

اَعْلَمُ

Biliyorum. (Bakara 30.)

اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yapar. (Tevbe 28.)

31.32.33.Âyetler

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِئُون۪ى بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ٭ قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يم ٭ قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓى اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ

Cenab-ı Hak, bütün eşyanın isimlerini Âdem'e (A.S.) öğretti. Sonra o eşyayı melaikeye göstererek dedi ki: "Eğer iddianızda sadık iseniz, bunların isimlerini bana söyleyiniz."

Melaike dediler ki: "Seni her nekaisten tenzih ve bütün sıfât-ı kemaliye ile muttasıf olduğunu ikrar ederiz. Senin bize öğrettiğin ilimden başka bir ilmimiz yoktur, herşeyi bilici ve her kimseye liyakatına göre ilm ü irfan ihsan edici sensin."

Cenab-ı Hak dedi ki: "Yâ Âdem! Bunların isimlerini onlara söyle." Vakta ki Âdem, isimlerini onlara söyledi. Cenab-ı Hak dedi ki: "Size demedim mi semavat ve Arz'ın gaybını bilirim ve sizin Âdem hakkında lisanla izhar ettiğinizi ve kalben gizlediğinizi bilirim." (Bakara 31,32,33)

وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ى كِتَابٍ مُب۪ينٍ

Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır. (En'âm 59)

وَ عَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا

Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti. (Bakara 31)

وَ اَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَ

Demiri de Onun için yumuşattık. (Sebe 10)

غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَ رَوَاحُهَا شَهْرٌ

Sabah gidişi bir aylık, akşam gidişi de bir aylık mesafe (giderdi.) (Sebe 12)

كَاَنَّ كِرَامَ الْكَاتِب۪ينَ تَنَزَّلُوا عَلٰى قَلْبِه۪ وَحْيًا بِمَا ف۪ى صَح۪يفَةٍ

Sanki Kirâmel Kâtibîn melekleri yazılı bir sayfadaki herşeyi onun kalbine ilhâm ediyordu.

اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ

"Âsânı taşa vur" (dedik.) (Bakara 60)

يَا نَارُ كُون۪ى بَرْدًا وَ سَلَامًا

Ey ateş, serin ve selâmetli ol. (Enbiyâ 69)

لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪

Eğer Rabbinin delilini görmeseydi. (Yûsuf 24)

اِنّ۪ى َلَاجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ

Yani "Ben Yusuf'un kokusunu alıyorum" (Yusuf 94)

اَنَا اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ

Sen daha gözünü açıp kapamadan ben onu Sana getiririm. (Neml 40)

عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ

Bize kuşların dili öğretildi. (Neml 16)

وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ

Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti. (Bakara 31)

اِنّ۪ٓى اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Şüphesiz ki ben sizin bilmediklerinizi bilirim. (Bakara 29)

ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِئُون۪ى بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

Sonra Allah bütün varlıkları melâikeye göstererek dedi ki: 'Eğer iddianızda sadık iseniz, bunların isimlerini Bana söyleyiniz.' (Bakara 31)

قَالُوا

Dediler.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara 32)

قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْ

Cenab-ı Hak dedi ki: 'Ya Âdem! Bunların isimlerini onlara söyle.' (Bakara 33)

قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓى اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ

Cenab-ı Hak dedi ki: 'Size demedim mi semavat ve arzın gaybını bilirim ve sizin izhar ettiğinizi ve gizlediğinizi bilirim.' (Bakara 33)

وَ عَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا

Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti. (Bakara 31)

عَلَّمَ

Öğretti.

اٰدَمَ

Âdem

الْاَسْمَٓاءَ

İsimler.

عَرَضَهُمْ

Onlara arzetti, sundu.

كُلَّهَا

Hepsini, tamamını.

ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِئُون۪ى بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

Sonra Allah bütün varlıkları melâikeye göstererek dedi ki: 'Eğer iddianızda sadık iseniz, bunların isimlerini Bana söyleyiniz.' (Bakara 31)

ثُمَّ

Sonra

هُوَ اَكْرَمُ مِنْكُمْ وَ اَحَقُّ بِالْخِلَافَةِ

"Yani: Âdem, sizden daha kerim ve hilafete daha müstehak ve lâyıktır."

هُمْ

Onlar, onlara.

هُمْ

Onlara

عَرَضَ

Arzetti, sundu.

عَلٰى

Üzerine, üzerinde..

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara 32)

وَ اٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

Onların duaları ise şu sözlerle sona erer: 'Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.' (Yûnus 10)





















.