Risale:Hakikat Çekirdekleri (Asar-ı Bediiyye): Revizyonlar arasındaki fark
(Yeni sayfa: "Kategori:Asar-ı Bediiyye ''Önceki Risale: Lemeât ← Âsâr-ı Bediiyye → Risale:Hakikat Çekirdekl...") |
Değişiklik özeti yok |
||
2. satır: | 2. satır: | ||
''Önceki Risale: [[Risale:Lemeat (Asar-ı Bediiyye)|Lemeât]] ← [[Risale:Asar-ı Bediiyye|Âsâr-ı Bediiyye]] → [[Risale:Hakikat Çekirdekleri (2) (Asar-ı Bediiyye)|Hakikat Çekirdekleri (2)]]: Sonraki Risale'' | ''Önceki Risale: [[Risale:Lemeat (Asar-ı Bediiyye)|Lemeât]] ← [[Risale:Asar-ı Bediiyye|Âsâr-ı Bediiyye]] → [[Risale:Hakikat Çekirdekleri (2) (Asar-ı Bediiyye)|Hakikat Çekirdekleri (2)]]: Sonraki Risale'' | ||
ﺣﻘﻴﻘﺖ | |||
ﭼﻜﺮﺩﻛﻠﺮﻯ | |||
Hakikat Çekirdekleri | |||
ﺣﻜﻢ ﺑﺪﻳﻌﻴﻪ | |||
(HİKEM-İ BEDİİYYE) | |||
Bediüzzaman'ın zuhûrat-ı kalbiyesinden ibaret olan te'lifatından müntehab bir kısım vecizelerdir | |||
Câmi'i | |||
Biraderzadesi Abdurrahman-ı Nursî İFADE | |||
Amcam Bediüzzaman bir müddettenberi akıl ile değil, sırf kalb ile mesaile müteveccih oluyor. Kalbine vâzıhan bir şey zuhûr etse, bana yazdırıyor ve diyor: "İlim odur ki, kalbde yerleşsin. Yalnız akılda olsa insana malolmuyor." Hem de diyor ki : "Şu mesail yalnız kavaid-i ilmiye değil, belki vicdanen esas ittihaz ettiğim bazı desatir-i kalbiyyemdir." | |||
Ve bana emretti: "Zuhûrat-ı kalbiyemden istediğini intihab et!" Ben de şu vecizeleri hangi âsarından intihab ettiğimi bervech-i âti işaretlerle gösteriyorum... | |||
İşâretler | |||
ﻥNoktatun Min Nur-i Ma'rifetillah | |||
ﺕİşârât-ül İ'câz | |||
ﺱSünûhat | |||
ﺵŞuâatü Mârifetin-Nebî | |||
ﺭRumûz | |||
ﺍİşârat | |||
ﻝLemeât | |||
ﻕKızıl Î'câz | |||
ﻡ ﻥMünazarat | |||
ﻁTulûat | |||
ﻡMuhakemat | |||
* * * ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ | |||
ﺍَﺣْﻤَﺪُﻩُ ﻣُﺼَﻠِّﻴﺎً ﻋَﻠَﻰ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﺳَﻴِّﺪِ ﺍﻟْﻤُﺮْﺳَﻠِﻴﻦَ | |||
ﻥ -Arzı ve bütün nücûm ve şümûsu tesbih taneleri gibi kaldıracak, çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yı halk ve iddia-yı îcad edemez. Zîrâ herşey, herşeyle bağlıdır. | |||
* * * | |||
ﻥ -Haşirde bütün zevi-l ervahın ihyası; mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sineği, baharda ihya ve in'aşından kudrete daha ağır olamaz. | |||
{(*) Sünûhat'ın onuncu sahifesinde bürhanı vardır. -Musannıf-} | |||
Zîrâ kudret-i ezeliye zâtiyedir; tegayyür edemez, acz tahallül edemez. Avaik tedahül edemez. Onda meratib olamaz, herşey ona nisbeten birdir. | |||
* * * | |||
ﻥ -Sivrisineğin gözünü halkeden, Güneş'i dahi O halketmiştir. | |||
* * * | |||
ﻥ -Pirenin midesini tanzim eden, Manzume-i Şemsiyeyi de o tanzim etmiştir. | |||
* * * | |||
ﻥ -Kâinatın te'lifinde öyle bir i'caz var ki; bütün esbab-ı tabiiye farz-ı muhal olarak muktedir birer fâil-i muhtar olsalar, yine kemal-i acz ile o i'caza karşı secde ederek: | |||
ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻗُﺪْﺭَﺓَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﺰِﻳﺰُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ | |||
diyeceklerdir. | |||
* * * ﻥ -Esbaba tesir-i hakikî verilmemiş, vahdet ve celal öyle ister. Lâkin mülk cihetinde esbab, dest-i kudrete perde olmuştur; izzet ve azamet öyle ister. Tâ nazar-ı zahirîde, dest-i kudret mülk cihetindeki umûr-u hasise ile mübaşir görülmesin. | |||
* * * | |||
ﻥ -Mahall-i taalluk-u kudret olan herşeydeki melekûtiyet ciheti şeffâftır, nezihtir. | |||
* * * | |||
ﻥ -Âlem-i şehâdet, avâlim-ül guyûb üstünde tenteneli bir perdedir. | |||
* * * | |||
ﻥ -Bir noktayı tam yerinde îcad etmek için, bütün kâinatı îcad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahî lâzımdır. Zîrâ şu kitab-ı kebir-i kâinatın herbir harfi, bâhusus zîhayat herbir harfi, herbir cümlesine müteveccih birer yüzü, nâzır birer gözü vardır. | |||
* * * | |||
ﻥ -Meşhurdur ki: Hilâl-i îde bakarlardı. Kimse birşey görmedi. İhtiyar bir zât yemin ederek "Hilâli gördüm..." Halbuki gördüğü hilâl, kirpiğinin tekavvüs etmiş beyaz bir kılı idi. Kıl nerede?. Kamer nerede? Harekât-ı zerrat nerede? Fâil-i teşkil-i enva' nerede?!. | |||
* * * | |||
ﻥ -Tabiat, misalî bir matbaadır, tâbi' değil. Nakıştır, nakkaş değil. Kabildir, fâil değil. Mistardır, masdar değil. Nizamdır, nâzım değil. Kanundur, kudret değil. Şeriat-ı iradiyedir, hakikat-ı hariciye değil... | |||
* * * ﻥ -Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı cazibedarın cezbiyledir. | |||
* * * | |||
ﻥ -Fıtrat yalan söyleyemez. Bir çekirdekteki meyelan-ı nümuvv der: "Sünbülleneceğim, meyve vereceğim." Doğru söyler. Yumurtada bir meyelan-ı hayat var, Der: "Piliç olacağım." Biiznillah olur. Doğru söyler. Bir avuç su, incimad ile meyelan-ı inbisat der: "Fazla yer tutacağım." Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar. Şu meyelanlar, sıfat-ı iradeden gelen evamir-i tekviniyenin tecellîleridir, cilveleridir. | |||
* * * | |||
ﻥ -Karıncayı emirsiz, arıyı ya'subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye; elbette beşeri nebisiz bırakmaz. | |||
* * * | |||
ﺵ -Âlem-i şehâdetteki insanlara inşikak-ı Kamer, bir mu'cize-i Ahmediye (A.S.M.) olduğu gibi; mi'rac dahi âlem-i melekûttaki melâike ve ruhaniyata karşı bir mu'cize-i kübra-yı Ahmediyedir (A.S.M.) ki; nübüvvetinin velayeti bu keramet-i bahire ile isbat edilmiştir ve o parlak zât, berk ve Kamer gibi melekûtta şu'le-feşan olmuştur. | |||
* * * | |||
ﺵ -Kelime-i şehâdetin iki kelâmı birbirine şahiddir. Birinci, ikincisine bürhan-ı limmîdir; ikinci, birincisine bürhan-ı innîdir. | |||
* * * | |||
ﻥ -Hayat, kesrette bir çeşit tecellî-i vahdettir. Onun için ittihada sevkeder. | |||
* * * ﻥ -Hayat, bir şeyi herşeye mâlik eder. | |||
* * * | |||
ﻥ -Ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricîdir, bir namus-u zîşuurdur. | |||
* * * | |||
ﻥ -Sabit, daim, fıtrî kanunlar gibi; ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş ve kudret ona vücûd-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i latifeyi o cevhere sadef etmiştir. | |||
* * * | |||
ﻥ -Mevcud ruh, makul kanunun kardeşidir. İkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. | |||
* * * | |||
ﻡ ﻥ -Şayet nevilerdeki kanunlara, Kudret-i Ezeliye bir vücûd-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh, vücûdu çıkarsa, şuûru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu. | |||
* * * | |||
ﻥ -Ziya ile mevcudat görünür, hayat ile mevcudatın varlığı bilinir. Herbirisi birer keşşâftır. | |||
* * * | |||
ﻁ -Nasraniyet, ya intifa veya ıstıfa ile İslâmiyet'e karşı terk-i silâh edecektir. | |||
* * * ﻁ -Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi. Protestanlıkda da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmağa hazırlanıyor. Ya intifa bulup sönecek.. veya hakikî Nasraniyetin esasına câmi' olan hakâik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır. | |||
* * * | |||
ﻁ -İşte bu sırr-ı azîme, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm işaret etmiştir ki: "Hazret-i İsa nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, aynı şeriatımla amel edecektir." | |||
* * * | |||
ﺱ -Cumhur-u avamı, bürhandan ziyade, me'hazdaki kudsiyet imtisale sevkeder. | |||
* * * | |||
ﺱ -Şeriat, yüzde doksanı (zaruriyât ve müsellemât-ı diniye) birer elmas sütun, mesail-i içtihadiye-i hilafiye, yüzde ondur. Doksan elmas sütun, on altunun himayesine verilmez. | |||
* * * | |||
ﺱ -Kitablar ve içtihadlar Kur'âna dûrbîn olmalı, âyine olmalı; gölge ve vekil olmamalı! | |||
* * * | |||
ﺕ -Her müstaid, nefsi için içtihad edebilir; teşri' edemez. Bir fikre davet, cumhurun kabulüne vâbestedir. Yoksa davet bid'attır, reddedilir. | |||
* * * ﻡ -İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. Bâzan bâtıl eline gelir; hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken, ihtiyarsız dalal başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydirir. | |||
* * * | |||
ﺍ -Birbirinden eşeff ve eltaf, kudretin çok âyineleri vardır; sudan havaya, havadan esîre, esîrden âlem-i misale, âlem-i misalden âlem-i ervaha, hattâ zamana, hatta fikre tenevvü' ediyor. | |||
* * * | |||
ﺍ -Hava âyinesinde bir kelime, milyonlar kelimat olur. Kalem-i kudret, şu sırr-ı tenasülü acib istinsah ediyor. | |||
* * * | |||
ﺍ -İn'ikas, ya hüviyeti veya hüviyetle hasiyeti veya hüviyetle mahiyeti tutar. | |||
* * * | |||
ﻁ -Kesifin timsalleri birer meyyit-i müteharriktir. Bir ruh-u nuranînin kendi âyinelerinde olan timsalleri, birer hayy-ı murtabıttır; aynı olmasa, gayrı da değildir. | |||
* * * | |||
ﺕ -Şems hareket-i mihveriyesiyle silkinse, meyveleri düşmez; silkinmezse, yemişleri olan seyyarat düşüp dağılacaktır. | |||
* * * ﻡ ﻥ -Nur-u fikir, ziya-yı kalb ile ışıklanıp mezcolmazsa, zulmettir, zulüm fışkırır. | |||
* * * | |||
ﻡ ﻥ -Gözün muzlim nehar-ı ebyazı muzi, leyle-i sevda ile mezcolmazsa basarsız olduğu gibi, fikret-i beyzada süveyda-i kalb bulunmazsa, basiretsizdir. | |||
* * * | |||
ﻡ ﻥ -İlimde iz'an-ı kalb olmazsa, cehildir. İltizam başka, itikad başkadır. | |||
* * * | |||
ﺍ -Bâtıl şeyleri iyice tasvir, safî zihinleri idlâldir. | |||
* * * | |||
ﺍ -Âlim-i mürşid, koyun olmalı; kuş olmamalı. Şu, kuzusuna süt; bu, yavrusuna kay' verir. | |||
* * * | |||
ﻡ ﻥ -Bir şey'in vücûdu, bütün eczasının vücûduna vâbestedir. Ademi ise, bir cüz'ün ademiyle olduğundan; zaîf adam, iktidarını göstermek için tahrib tarafdarı oluyor; müsbet yerine menfîce hareket ediyor. | |||
* * * | |||
ﻁ -Desatir-i hikmet, nevâmis-i hükûmetle; kavânin-i hak, revabıt-ı kuvvetle imtizac etmezse, cumhur-u avamda müsmir olamaz. | |||
* * * ﻡ ﻥ -Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada bagy ismi takılmış, esarete hürriyet namı verilmiş... Ezdad, suretlerini mübadele etmişler. | |||
* * * | |||
ﻡ ﻥ -Menfaat üzerine dönen siyaset, canavardır. Aç canavara karşı tahabbüb; merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister. | |||
* * * | |||
ﺱ -Zaman gösterdi ki: Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil. | |||
* * * | |||
ﺕ -Dünyaca havas tanınan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu' ve mahviyet iken; tahakküm ve tekebbüre sebeb olmuştur. | |||
* * * | |||
ﺕ -Fukara aczi, avamın fakrı, sebeb-i merhamet ve ihsan iken; esaret ve mahkûmiyetlerine müncer olmuştur. | |||
* * * | |||
ﻁ -Bir şeyde mehasin ve şeref hasıl oldukça, havassa peşkeş edilir. Seyyiat olsa, avama taksim edilir. | |||
* * * | |||
ﻁ -Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenasî edilse; ezhan enelere dönüp etrafında gezerler. | |||
* * * Bütün ihtilalat ve fesadın asıl ve madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin mahrek ve menba'ı tek iki kelimedir: | |||
Bir: "Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!" | |||
İki: "İstirahatim için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim." | |||
Birinci kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki, o da vücûb-u zekattır. | |||
İkinci kelimenin devası, hurmet-i ribadır. | |||
* * * | |||
ﺍ -Adalet-i Kur'âniye âlem kapısında durup, ribaya "Yasaktır, girmeye hakkın yoktur" der. Beşer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi. Daha müdhişini yemeden, dinlemeli!.. | |||
* * * | |||
ﺱ -Devletler, milletler muharebesi; tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zîrâ beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez. | |||
* * * | |||
ﻁ -Tarîk-ı gayr-ı meşru' ile bir maksadı takib eden, galiben maksudunun zıddıyla ceza görür. | |||
* * * | |||
ﺱ -Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru' muhabbetin akibeti, mükâfatı, mahbubun gaddarane adavetidir. | |||
* * * | |||
ﻁ -Maziye, mesaibe kader nazarıyla; ve müstakbele, maasiye teklif noktasında bakmak lâzımdır. Cebr ve İtizal, burada barışırlar. | |||
* * * ﻁ -Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde cez'a iltica etmemek gerektir. | |||
* * * | |||
ﺱ -Hayatın yarası iltiyam bulur. İzzet-i İslâmiye namus-u millînin yaraları pek derindir. | |||
* * * | |||
ﺱ -Öyle zaman olur ki; bir kelime bir orduyu batırır, bir gülle otuz milyonun mahvına sebeb olur. | |||
* * * | |||
ﺱ -Öyle şerait tahtında olur ki; küçük bir hareket, insanı a'lâ-yı illiyyîne çıkarır. Öyle hal olur ki; küçük bir fiil, insanı esfel-i safilîne indirir. | |||
* * * | |||
ﻡ -Bir tane sıdk, bir harman yalanları yakar. | |||
* * * | |||
ﻡ -Bir tane hakikat, bir harman hayalata müreccahtır. | |||
* * * | |||
ﺕ- ﻟﺎَ ﻳَﻠْﺰَﻡُ ﻣِﻦْ ﻟُﺰُﻭﻡِ ﺻِﺪْﻕِ ﻛُﻞِّ ﻗَﻮْﻝٍ ، ﻗَﻮْﻝُ ﻛُﻞِّ ﺻِﺪْﻕٍ | |||
Her söz doğru olmalı.. her doğru, söz olmamalı!.. | |||
* * * ﻡ -Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır. | |||
* * * | |||
ﻡ -İnsanları canlandıran emeldir; öldüren ye'stir. | |||
* * * | |||
ﺱ -Eskiden beri i'la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslâm için; farz-ı kifaye-i cihadı deruhde ile kendini yek-vücud olan âlem-i İslâm'a fedaya vazifedar ve hilafete bayrakdar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâmın saadet ve hürriyet-i müstakbelesiyle telafî edilecektir. | |||
* * * | |||
ﺱ -Zira şu musibet, maye-i hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişafını hârikulâde ta'cil etti. | |||
* * * | |||
ﺱ -Hristiyanlığın malı olmayan mehasin-i medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyetin düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek; feleğin ters dönmesine delildir. | |||
* * * | |||
ﺱ -Paslanmış bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtır. | |||
* * * | |||
ﻡ -Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür. | |||
* * * ﻡ -Mecaz ilmin elinden cehlin eline düşse; hakikata inkılab eder;hurafata kapı açar. | |||
* * * | |||
ﻡ -İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir. Her şeyi olduğu gibi tavsif etmek gerektir. | |||
* * * | |||
ﻡ -Şöhret, insanın malı olmayanı da insana maleder. | |||
* * * | |||
ﻡ -Hadîs, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır. | |||
* * * | |||
ﺍ -İhya-yı din, ihya-yı millettir. Hayat-ı din, nur-u hayattır. | |||
* * * | |||
ﺱ -Nev'-i beşere rahmet olan Kur'ân; ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. | |||
* * * | |||
ﺱ -Medeniyet-i hazıra, beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir: | |||
- Nokta-i istinadı, kuvvettir. O ise, şe'ni tecavüzdür. | |||
- Hedef-i kasdı menfaattır. O ise, şe'ni tezahümdür. | |||
- Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe'ni, tenazu'dur. - Kitleler mabeynindeki rabıtası; âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe'ni müdhiş tesadümdür. | |||
- Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci' ve arzularını tatmindir. O heva ise, insanın mesh-i manevîsine sebebdir. | |||
* * * | |||
ﺱ -Şeriat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet; Nokta-i istinadı, kuvvete bedel haktır ki, şe'ni, adalet ve tevazündür. Hedefte, menfaat yerine fazilettir ki şe'ni, muhabbet ve tecazübdür. Cihet-ül vahdet de, unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki şe'ni samimî uhuvvet müsalemet ve haric'in tecavüzüne karşı yalnız tedafü'dür. Hayatta düstur-u cidal yerine, düstur-u teavündür ki şe'ni, ittihad ve tesanüddür. Heva yerine hüdadır ki; şe'ni, insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür. | |||
* * * | |||
ﺱ -Mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyetten elini gevşetme, dört el ile sarıl! yoksa mahvolursun. | |||
* * * | |||
ﺱ -Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasına terettüb eder. | |||
* * * | |||
ﺱ -Musibet; cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. | |||
* * * | |||
ﻥ ﻡ -Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi ittiba'ı Kur'ândır. | |||
* * * ﻥ ﻡ -Azametli bahtsız bir Kıt'anın, şanlı tâli'siz bir Devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi ittihad-ı İslâmdır. | |||
* * * | |||
ﺱ -Şehid kendini hayy bilir. Feda ettiği hayatı, sekeratı tatmadığından, gayr-ı münkatı' ve bakî görüyor. Yalnız daha nezih olarak buluyor. | |||
* * * | |||
ﺱ -Adalet-i mahza-i Kur'âniye; bir masumun hayatı, kanı, hattâ umum beşer için de olsa, heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. | |||
* * * | |||
ﺱ -Hodgâmlık ile, öyle insan olur ki; heves ve ihtirasına mani herşey'i, hattâ elinden gelirse dünyayı harab ve nev'-i beşeri mahvetmek ister. | |||
* * * | |||
ﺱ -Havf, za'f, tesirat-ı hariciyeyi teşci' eder. | |||
* * * | |||
ﺱ -Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez. | |||
* * * | |||
ﺱ -İstanbul siyaseti, İspanyol gibi... bir hastalıktır. | |||
* * * ﺕ -Tasadduk malda olduğu gibi; ilimde, fikirde, fiilde de olur. | |||
* * * | |||
ﻥ ﻡ -Deli adama "iyisin, iyisin" denilse iyileşmesi, iyi adama "fenasın, fenasın" denilse fenalaşması nâdir değildir. | |||
* * * | |||
ﺱ -Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur; düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır. | |||
* * * | |||
ﺱ -İnadın işi, Şeytan birisine yardım etse; "Melektir" der, rahmet okutur; ötekinde melek görse, "libasını değiştirmiş." der, lanet eder. | |||
* * * | |||
ﻥ ﻡ -Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman, hadden geçse, dert getirir. | |||
* * * | |||
ﻡ ﻥ - ﺍَﻟْﺠَﻤْﻌِﻴَّﺔُ ﺍﻟَّﺘِﻰ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺍﻟﺘَّﺴَﺎﻧُﺪُ ﺍَﻟَﺔٌ ﺧُﻠِﻘَﺖْ ﻟِﺘَﺤْﺮِﻳﻚِ ﺍﻟﺴَّﻜَﻨَﺎﺕِ ﻭَﺍﻟْﺠَﻤَﺎﻋَﺔُ ﺍﻟَّﺘِﻰ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺍﻟﺘَّﺤَﺎﺳُﺪُ ﺍَﻟَﺔٌ ﺧُﻠِﻘَﺖْ ﻟِﺘَﺴْﻜِﻴﻦِ ﺍﻟْﺤَﺮَﻛَﺎﺕِ | |||
* * * | |||
ﻡ ﻥ -Cemaatte vâhid-i sahih olmazsa; cem' ve zamm, kesr-i darbî gibi küçültür. | |||
* * * ﻁ -Adem-i kabul, kabul-ü ademle iltibas olunur. Adem-i kabul; adem-i delil-i sübut onun delilidir. Kabul-ü adem, delil-i adem ister. Biri şek, biri inkârdır. | |||
* * * | |||
ﺭ -Şübhe, bir delili, yüz delili atsa da; medlûle îras-ı zarar edemez. Çünki binler delil daha var. | |||
* * * | |||
ﺱ -Sevad-ı a'zama ittiba' edilmeli!.. Lakayd Emevîlik en nihayet Sünnet ü Cemaate; ekalliyette kalan salabetli Alevîlik, en nihayet Râfızîliğe dayandı. | |||
* * * | |||
ﺭ -Hakta ittifak, ehakta ihtilaf olduğundan; bâzan hak, ehaktan ehaktır; hasen, ahsenden ahsendir. | |||
* * * | |||
ﺭ -Herkes kendi mesleğine "Hüve hakkün" demeli, "Hüve-l hakkü" dememeli. Veyahut "Hüve-l hasen" demeli, "Hüve-l ahsen" dememeli. | |||
* * * | |||
ﺍ -Cennet olmazsa, Cehennem tazib etmez. Zemherir olmazsa ihrak etmez. | |||
* * * | |||
ﺍ -Zaman ihtiyarlandıkça, Kur'ân gençleşiyor; rumûzu tavazzuh ediyor. | |||
* * * ﺱ -Bazen nur, nâr göründüğü gibi; şiddet-i belâgat dahi, mübalağa görünür. | |||
* * * | |||
ﺱ -Hararette meratib, bürûdetin tahallülü iledir; hüsündeki derecat, kubhun tedahülü iledir. | |||
* * * | |||
ﻥ -Kudret-i Ezelîye zâtiyedir, lâzımedir, zaruriyedir; acz tahallül edemez, meratib olamaz, herşey ona nisbeten müsâvîdir. | |||
* * * | |||
ﻥ -Şemsin feyz-i tecellîsi olan timsali, deniz sathında, denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor. | |||
* * * | |||
ﻥ -Hayat cilve-i tevhiddendir ki, kesretin mebdei vahdettir.. Müntehası da vahdet kesbediyor. | |||
* * * | |||
ﺱ -İnsanlarda veli, Cum'ada dakika-i icabe, Ramazanda Leyle-i Kadir, Esma-ül Hüsnada İsm-i A'zam, ömürde ecel meçhul kaldıkça; sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin sene ömre müreccahtır. | |||
* * * | |||
ﺱ -Dünyada masiyetin akibeti, ikab-ı uhrevîye delildir. | |||
* * * ﺱ -Rızk, hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir. | |||
* * * | |||
ﺱ -Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inâyet besliyor. | |||
* * * | |||
ﺱ -Hayat; muhassal-ı mazbuttur, görünür. Rızk; gayr-ı muhassal, tedricî münteşirdir, düşündürür. | |||
* * * | |||
ﺱ -Açlıktan ölmek yoktur. Zîrâ bedende şahm ve saire suretinde iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor. Demek, terk-i âdetten neş'et eden maraz öldürür; rızıksızlık değil. | |||
* * * | |||
ﻥ ﻡ -Âkil-ül lahm vahşilerin helâl rızkı, hayvanatın hadsiz cenazeleridir; hem rûy-i zemini temizliyor, hem rızkını buluyorlar. | |||
* * * | |||
ﺍ -Bir lokma kırk paraya, bir lokma on kuruşa; ağıza girmeden, boğazdan geçtikten... birdirler. Yalnız, birkaç saniye ağızda bir fark var. | |||
* * * | |||
ﺍ -Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zaikayı taltif ve memnun etmek için, birden ona gitmek, israfın en sefihidir. | |||
* * * ﺍ -Lezaiz çağırdıkça, sanki yedim demeli. "Sanki yedim" düstur yapan; bir mescidi yiyebilirdi, yemedi. | |||
* * * | |||
ﺍ -Eskiden ekser İslâm aç değildi, tereffühe ihtiyar vardı. Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar yoktur. | |||
* * * | |||
ﺍ -Muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli; hoş geldin demeli. | |||
* * * | |||
ﺍ -Geçmiş lezaiz, ah dedirtir. "Ah!", müstetir bir elemin tercümanıdır. | |||
* * * | |||
ﺍ -Geçmiş âlâm, "Oh!" dedirir. "Oh", kalbde muzmer bir lezzet ve nimetin muhbiridir. | |||
* * * | |||
ﺍ -Nisyan bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakimi unutturur. | |||
* * * | |||
ﺍ -Derece-i hararet gibi, her musibette bir derece-i nimet vardır. Daha büyüğünü düşünüp, küçükteki derece-i nimeti görüp, Allah'a şükretmeli. Yoksa isti'zam ile üflense, şişer. Merak edilse, ikileşir; kalbdeki misali, hakikata inkılab eder; o da kalbi döver. | |||
* * * ﺱ -Kavî'nin zaîfe karşı tevazu'u, zaîfte tezellül olur. | |||
* * * | |||
ﺱ -Bir ulü-l emir makamındaki ciddiyeti, vakardır; mahviyeti, zillettir. Hanesinde ciddiyeti, kibirdir; mahviyeti tevazu'dur. | |||
* * * | |||
ﺱ -Ferd mütekellim-i vahde olsa, müsamahası, fedakârlığı amel-i sâlihtir; mütekellim-i maalgayr olsa, hıyanettir, amel-i talihtir. | |||
* * * | |||
ﺱ -Bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez. | |||
* * * | |||
ﺱ -Tertib-i mukaddematta "tefviz" tenbelliktir, terettüb-ü neticede tevekküldür. | |||
* * * | |||
ﺱ -Semere-i sa'yine, kısmetine rıza; kanaattır, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûn-himmetliktir. | |||
* * * | |||
ﺭ -Evamir-i teşriyeye karşı itaât ve isyan olduğu gibi; evamir-i tekviniyeye karşı da itaât ve isyan vardır. Birincisinde mükâfat ve mücazat, galiben âhirette; ikincisinde, ağleb dünyada olur. Meselâ: Sabrın mükâfatı zaferdir, ataletin mücazatı sefalettir, sa'yin sevabı servettir, sebatın mükâfatı galebedir. | |||
* * * ﺱ -Müsavatsız adalet, adalet değildir. Temasül, tezadın sebebidir. Tenasüb, tesanüdün esasıdır. Sıgar-ı nefs, tekebbürün menba'ıdır. Za'f, gururun madenidir. Acz, muhalefetin menşeidir. Merak, ilmin hocasıdır. Sıkıntı, sefahetin muallimidir. Ye's, dalalet-i fikrî; zulmet-i kalb, ruh sıkıntısının menba'ıdır. | |||
* * * | |||
ﺱ -Kudret-i Fâtıra ihtiyaç, hususan açlık ihtiyacıyla; başta insan bütün hayvanatı gemlendirip, nizama sokmuş. Hem âlemi herc ü mercden halas edip, hem ihtiyacı medeniyete üstad ederek, terakkiyatı temin etmiştir. | |||
* * * | |||
ﺱ - ﺍِﺫَﺍ ﺗَﺎَﻧَّﺚَ ﺍﻟﺮِّﺟَﺎﻝُ ﺑِﺎﻟﺘَّﻬَﻮُّﺱِ ﺗَﺮَﺟَّﻞَ ﺍﻟﻨِّﺴَٓﺎﺀُ ﺑِﺎﻟﺘَّﻮَﻗُّﺢِ | |||
* * * | |||
ﻡ ﻥ -Bir meclis-i ihvanda güzel bir karı girdikçe; riya, rekabet, hased damarı intibah eder. Demek inkişaf-ı nisvandan, medenî beşerde ahlâk-ı seyyie inkişaf eder. | |||
* * * | |||
ﻥ -Beşerin şimdiki seyyiat-âlûd hırçın ruhunda, mütebessim küçük cenazeler olan suretlerin rolü ehemmiyetlidir. | |||
* * * | |||
ﺵ -Memnu' heykel; ya bir zulm-ü mütehaccir, veya bir heves-i mütecessim veya bir riya-yı mütecessiddir. | |||
* * * İslâmiyetin müsellematını tamamen imtisal ettiği cihetle; bihakkın daire dâhiline girmiş zâtta; meyl-üt tevsi', meyl-üt tekemmüldür. Lâkaydlık ile haricde sayılan zâtta meyl-üt tevsi', meyl-üt tahribdir. Fırtına, zelzele zamanında; değil içtihad kapısını açmak, belki pencerelerini de kapatmak maslahattır. | |||
* * * | |||
Lâübaliler ruhsatlarla okşanılmaz; azîmetlerle, şiddetle ikaz edilir. | |||
* * * | |||
ﺍ -Bîçare hakikatlar, kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur. | |||
* * * | |||
ﺱ -Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ı hayat gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mıdır?. Veya bir mikrop küremiz kadar büyüse, ona benzemeyecek midir? Hayatı varsa, ruhu da vardır. | |||
* * * | |||
ﺱ -Âlem, insan kadar küçülse, yıldızları zerrât ve cevahir-i ferde hükmüne geçse; o da bir hayvan-ı zîşuur olmayacak mıdır? Allah'ın böyle çok hayvanları vardır. | |||
* * * | |||
ﻥ -Şeriat ikidir: | |||
Birinci: Âlem-i asgar olan insanın ef'al ve ahvalini tanzim eden ve sıfat-ı kelâmdan gelen bildiğimiz şeriattır. | |||
İkinci: İnsan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenatını tanzim eden ve sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı kübra-yı fıtriyedir ki; bâzan yanlış olarak tabiatle tesmiye edilir. | |||
* * * Melâike bir ümmet-i azîmedir ki, sıfat-ı iradeden gelen ve şeriat-ı fıtriye denilen evamir-i tekviniyenin hamelesi ve mümessili ve mümtesilidirler. | |||
* * * | |||
ﻕ - ﺍِﺫَﺍ ﻭَﺍﺯَﻧْﺖَ ﺑَﻴْﻦَ ﺣَﻮَﺍﺱِّ ﺣُﻮَﻳْﻨَﺔٍ ﺧُﺮْﺩَﺑِﻴﻨِﻴَّﺔٍ ﻭَ ﺣَﻮَﺍﺱِّ ﺍﻟْﺎِﻧْﺴَﺎﻥِ ﺗَﺮَﻯ ﺳِﺮًّﺍ ﻋَﺠِﻴﺒًﺎ | |||
* * * | |||
ﻕ - ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﺎِﻧْﺴَﺎﻥَ ﻛَﺼُﻮﺭَﺓِ ﻳَﺲٓ ﻛِﺘُﺒَﺖْ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺳُﻮﺭَﺓُ ﻳَﺲٓ | |||
* * * | |||
Maddiyyunluk manevî taundur ki, beşere şu müdhiş sıtmayı tutturdu, gazab-ı İlahîye çarptırdı. Telkin, taklid, tenkid kabiliyeti tevessü' ettikçe, o taun da tevessü' eder. | |||
* * * | |||
En bedbaht, en muzdarib, en sıkıntılı; işsiz adamdır. Zîrâ atalet ademin ammizadesi, mevtin biraderzadesidir. Sa'y, vücûdun hayatı ve hayatın yakazasıdır. | |||
* * * | |||
Ribanın kap ve kapıları olan bankaların nef'i; beşerin en fenası gâvurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir. Âlem-i İslâma zarar-ı mutlaktır; mutlak beşerin refahı nazara alınmaz. Zîrâ gâvur, harbî ve mütecaviz ise, hürmetsiz, ismetsizdir. | |||
* * * | |||
Cum'ada hutbe; zaruriyat ve müsellematı tezkirdir, nazariyatı talim değildir. İbare-i Arabiyye daha ulvî ihtar eder. | |||
* * * | |||
Hadîs ile âyet müvazene edilse, görünür ki; beşerin en beliği dahi, âyetin belâğatına yetişemez ve ona benzemez. | |||
* * * | |||
''Önceki Risale: [[Risale:Lemeat (Asar-ı Bediiyye)|Lemeât]] ← [[Risale:Asar-ı Bediiyye|Âsâr-ı Bediiyye]] → [[Risale:Hakikat Çekirdekleri (2) (Asar-ı Bediiyye)|Hakikat Çekirdekleri (2)]]: Sonraki Risale'' | ''Önceki Risale: [[Risale:Lemeat (Asar-ı Bediiyye)|Lemeât]] ← [[Risale:Asar-ı Bediiyye|Âsâr-ı Bediiyye]] → [[Risale:Hakikat Çekirdekleri (2) (Asar-ı Bediiyye)|Hakikat Çekirdekleri (2)]]: Sonraki Risale'' |
20.30, 28 Ekim 2016 tarihindeki hâli
Önceki Risale: Lemeât ← Âsâr-ı Bediiyye → Hakikat Çekirdekleri (2): Sonraki Risale
ﺣﻘﻴﻘﺖ ﭼﻜﺮﺩﻛﻠﺮﻯ
Hakikat Çekirdekleri
ﺣﻜﻢ ﺑﺪﻳﻌﻴﻪ
(HİKEM-İ BEDİİYYE) Bediüzzaman'ın zuhûrat-ı kalbiyesinden ibaret olan te'lifatından müntehab bir kısım vecizelerdir Câmi'i Biraderzadesi Abdurrahman-ı Nursî İFADE Amcam Bediüzzaman bir müddettenberi akıl ile değil, sırf kalb ile mesaile müteveccih oluyor. Kalbine vâzıhan bir şey zuhûr etse, bana yazdırıyor ve diyor: "İlim odur ki, kalbde yerleşsin. Yalnız akılda olsa insana malolmuyor." Hem de diyor ki : "Şu mesail yalnız kavaid-i ilmiye değil, belki vicdanen esas ittihaz ettiğim bazı desatir-i kalbiyyemdir." Ve bana emretti: "Zuhûrat-ı kalbiyemden istediğini intihab et!" Ben de şu vecizeleri hangi âsarından intihab ettiğimi bervech-i âti işaretlerle gösteriyorum... İşâretler
ﻥNoktatun Min Nur-i Ma'rifetillah ﺕİşârât-ül İ'câz ﺱSünûhat ﺵŞuâatü Mârifetin-Nebî ﺭRumûz ﺍİşârat ﻝLemeât ﻕKızıl Î'câz ﻡ ﻥMünazarat ﻁTulûat ﻡMuhakemat
* * * ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
ﺍَﺣْﻤَﺪُﻩُ ﻣُﺼَﻠِّﻴﺎً ﻋَﻠَﻰ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﺳَﻴِّﺪِ ﺍﻟْﻤُﺮْﺳَﻠِﻴﻦَ
ﻥ -Arzı ve bütün nücûm ve şümûsu tesbih taneleri gibi kaldıracak, çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yı halk ve iddia-yı îcad edemez. Zîrâ herşey, herşeyle bağlıdır.
* * *
ﻥ -Haşirde bütün zevi-l ervahın ihyası; mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sineği, baharda ihya ve in'aşından kudrete daha ağır olamaz. {(*) Sünûhat'ın onuncu sahifesinde bürhanı vardır. -Musannıf-} Zîrâ kudret-i ezeliye zâtiyedir; tegayyür edemez, acz tahallül edemez. Avaik tedahül edemez. Onda meratib olamaz, herşey ona nisbeten birdir.
* * *
ﻥ -Sivrisineğin gözünü halkeden, Güneş'i dahi O halketmiştir.
* * *
ﻥ -Pirenin midesini tanzim eden, Manzume-i Şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.
* * *
ﻥ -Kâinatın te'lifinde öyle bir i'caz var ki; bütün esbab-ı tabiiye farz-ı muhal olarak muktedir birer fâil-i muhtar olsalar, yine kemal-i acz ile o i'caza karşı secde ederek: ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻗُﺪْﺭَﺓَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﺰِﻳﺰُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ
diyeceklerdir.
* * * ﻥ -Esbaba tesir-i hakikî verilmemiş, vahdet ve celal öyle ister. Lâkin mülk cihetinde esbab, dest-i kudrete perde olmuştur; izzet ve azamet öyle ister. Tâ nazar-ı zahirîde, dest-i kudret mülk cihetindeki umûr-u hasise ile mübaşir görülmesin. * * *
ﻥ -Mahall-i taalluk-u kudret olan herşeydeki melekûtiyet ciheti şeffâftır, nezihtir.
* * *
ﻥ -Âlem-i şehâdet, avâlim-ül guyûb üstünde tenteneli bir perdedir.
* * *
ﻥ -Bir noktayı tam yerinde îcad etmek için, bütün kâinatı îcad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahî lâzımdır. Zîrâ şu kitab-ı kebir-i kâinatın herbir harfi, bâhusus zîhayat herbir harfi, herbir cümlesine müteveccih birer yüzü, nâzır birer gözü vardır.
* * *
ﻥ -Meşhurdur ki: Hilâl-i îde bakarlardı. Kimse birşey görmedi. İhtiyar bir zât yemin ederek "Hilâli gördüm..." Halbuki gördüğü hilâl, kirpiğinin tekavvüs etmiş beyaz bir kılı idi. Kıl nerede?. Kamer nerede? Harekât-ı zerrat nerede? Fâil-i teşkil-i enva' nerede?!.
* * *
ﻥ -Tabiat, misalî bir matbaadır, tâbi' değil. Nakıştır, nakkaş değil. Kabildir, fâil değil. Mistardır, masdar değil. Nizamdır, nâzım değil. Kanundur, kudret değil. Şeriat-ı iradiyedir, hakikat-ı hariciye değil...
* * * ﻥ -Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı cazibedarın cezbiyledir. * * *
ﻥ -Fıtrat yalan söyleyemez. Bir çekirdekteki meyelan-ı nümuvv der: "Sünbülleneceğim, meyve vereceğim." Doğru söyler. Yumurtada bir meyelan-ı hayat var, Der: "Piliç olacağım." Biiznillah olur. Doğru söyler. Bir avuç su, incimad ile meyelan-ı inbisat der: "Fazla yer tutacağım." Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar. Şu meyelanlar, sıfat-ı iradeden gelen evamir-i tekviniyenin tecellîleridir, cilveleridir.
* * *
ﻥ -Karıncayı emirsiz, arıyı ya'subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye; elbette beşeri nebisiz bırakmaz.
* * *
ﺵ -Âlem-i şehâdetteki insanlara inşikak-ı Kamer, bir mu'cize-i Ahmediye (A.S.M.) olduğu gibi; mi'rac dahi âlem-i melekûttaki melâike ve ruhaniyata karşı bir mu'cize-i kübra-yı Ahmediyedir (A.S.M.) ki; nübüvvetinin velayeti bu keramet-i bahire ile isbat edilmiştir ve o parlak zât, berk ve Kamer gibi melekûtta şu'le-feşan olmuştur.
* * *
ﺵ -Kelime-i şehâdetin iki kelâmı birbirine şahiddir. Birinci, ikincisine bürhan-ı limmîdir; ikinci, birincisine bürhan-ı innîdir.
* * *
ﻥ -Hayat, kesrette bir çeşit tecellî-i vahdettir. Onun için ittihada sevkeder.
* * * ﻥ -Hayat, bir şeyi herşeye mâlik eder. * * *
ﻥ -Ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricîdir, bir namus-u zîşuurdur.
* * *
ﻥ -Sabit, daim, fıtrî kanunlar gibi; ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş ve kudret ona vücûd-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i latifeyi o cevhere sadef etmiştir.
* * *
ﻥ -Mevcud ruh, makul kanunun kardeşidir. İkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir.
* * *
ﻡ ﻥ -Şayet nevilerdeki kanunlara, Kudret-i Ezeliye bir vücûd-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh, vücûdu çıkarsa, şuûru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu.
* * *
ﻥ -Ziya ile mevcudat görünür, hayat ile mevcudatın varlığı bilinir. Herbirisi birer keşşâftır.
* * *
ﻁ -Nasraniyet, ya intifa veya ıstıfa ile İslâmiyet'e karşı terk-i silâh edecektir.
* * * ﻁ -Nasraniyet birkaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi. Protestanlıkda da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmağa hazırlanıyor. Ya intifa bulup sönecek.. veya hakikî Nasraniyetin esasına câmi' olan hakâik-i İslâmiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır. * * *
ﻁ -İşte bu sırr-ı azîme, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm işaret etmiştir ki: "Hazret-i İsa nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, aynı şeriatımla amel edecektir."
* * *
ﺱ -Cumhur-u avamı, bürhandan ziyade, me'hazdaki kudsiyet imtisale sevkeder.
* * *
ﺱ -Şeriat, yüzde doksanı (zaruriyât ve müsellemât-ı diniye) birer elmas sütun, mesail-i içtihadiye-i hilafiye, yüzde ondur. Doksan elmas sütun, on altunun himayesine verilmez.
* * *
ﺱ -Kitablar ve içtihadlar Kur'âna dûrbîn olmalı, âyine olmalı; gölge ve vekil olmamalı!
* * *
ﺕ -Her müstaid, nefsi için içtihad edebilir; teşri' edemez. Bir fikre davet, cumhurun kabulüne vâbestedir. Yoksa davet bid'attır, reddedilir.
* * * ﻡ -İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. Bâzan bâtıl eline gelir; hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken, ihtiyarsız dalal başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydirir. * * *
ﺍ -Birbirinden eşeff ve eltaf, kudretin çok âyineleri vardır; sudan havaya, havadan esîre, esîrden âlem-i misale, âlem-i misalden âlem-i ervaha, hattâ zamana, hatta fikre tenevvü' ediyor.
* * *
ﺍ -Hava âyinesinde bir kelime, milyonlar kelimat olur. Kalem-i kudret, şu sırr-ı tenasülü acib istinsah ediyor.
* * *
ﺍ -İn'ikas, ya hüviyeti veya hüviyetle hasiyeti veya hüviyetle mahiyeti tutar.
* * *
ﻁ -Kesifin timsalleri birer meyyit-i müteharriktir. Bir ruh-u nuranînin kendi âyinelerinde olan timsalleri, birer hayy-ı murtabıttır; aynı olmasa, gayrı da değildir.
* * *
ﺕ -Şems hareket-i mihveriyesiyle silkinse, meyveleri düşmez; silkinmezse, yemişleri olan seyyarat düşüp dağılacaktır.
* * * ﻡ ﻥ -Nur-u fikir, ziya-yı kalb ile ışıklanıp mezcolmazsa, zulmettir, zulüm fışkırır. * * *
ﻡ ﻥ -Gözün muzlim nehar-ı ebyazı muzi, leyle-i sevda ile mezcolmazsa basarsız olduğu gibi, fikret-i beyzada süveyda-i kalb bulunmazsa, basiretsizdir.
* * *
ﻡ ﻥ -İlimde iz'an-ı kalb olmazsa, cehildir. İltizam başka, itikad başkadır.
* * *
ﺍ -Bâtıl şeyleri iyice tasvir, safî zihinleri idlâldir.
* * *
ﺍ -Âlim-i mürşid, koyun olmalı; kuş olmamalı. Şu, kuzusuna süt; bu, yavrusuna kay' verir.
* * *
ﻡ ﻥ -Bir şey'in vücûdu, bütün eczasının vücûduna vâbestedir. Ademi ise, bir cüz'ün ademiyle olduğundan; zaîf adam, iktidarını göstermek için tahrib tarafdarı oluyor; müsbet yerine menfîce hareket ediyor.
* * *
ﻁ -Desatir-i hikmet, nevâmis-i hükûmetle; kavânin-i hak, revabıt-ı kuvvetle imtizac etmezse, cumhur-u avamda müsmir olamaz.
* * * ﻡ ﻥ -Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada bagy ismi takılmış, esarete hürriyet namı verilmiş... Ezdad, suretlerini mübadele etmişler. * * *
ﻡ ﻥ -Menfaat üzerine dönen siyaset, canavardır. Aç canavara karşı tahabbüb; merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.
* * *
ﺱ -Zaman gösterdi ki: Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil.
* * *
ﺕ -Dünyaca havas tanınan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu' ve mahviyet iken; tahakküm ve tekebbüre sebeb olmuştur.
* * *
ﺕ -Fukara aczi, avamın fakrı, sebeb-i merhamet ve ihsan iken; esaret ve mahkûmiyetlerine müncer olmuştur.
* * *
ﻁ -Bir şeyde mehasin ve şeref hasıl oldukça, havassa peşkeş edilir. Seyyiat olsa, avama taksim edilir.
* * *
ﻁ -Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenasî edilse; ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.
* * * Bütün ihtilalat ve fesadın asıl ve madeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin mahrek ve menba'ı tek iki kelimedir: Bir: "Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!" İki: "İstirahatim için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim." Birinci kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki, o da vücûb-u zekattır. İkinci kelimenin devası, hurmet-i ribadır. * * *
ﺍ -Adalet-i Kur'âniye âlem kapısında durup, ribaya "Yasaktır, girmeye hakkın yoktur" der. Beşer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi. Daha müdhişini yemeden, dinlemeli!..
* * *
ﺱ -Devletler, milletler muharebesi; tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zîrâ beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez.
* * *
ﻁ -Tarîk-ı gayr-ı meşru' ile bir maksadı takib eden, galiben maksudunun zıddıyla ceza görür.
* * *
ﺱ -Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru' muhabbetin akibeti, mükâfatı, mahbubun gaddarane adavetidir.
* * *
ﻁ -Maziye, mesaibe kader nazarıyla; ve müstakbele, maasiye teklif noktasında bakmak lâzımdır. Cebr ve İtizal, burada barışırlar.
* * * ﻁ -Çaresi bulunan şeyde acze, çaresi bulunmayan şeyde cez'a iltica etmemek gerektir. * * *
ﺱ -Hayatın yarası iltiyam bulur. İzzet-i İslâmiye namus-u millînin yaraları pek derindir.
* * *
ﺱ -Öyle zaman olur ki; bir kelime bir orduyu batırır, bir gülle otuz milyonun mahvına sebeb olur.
* * *
ﺱ -Öyle şerait tahtında olur ki; küçük bir hareket, insanı a'lâ-yı illiyyîne çıkarır. Öyle hal olur ki; küçük bir fiil, insanı esfel-i safilîne indirir.
* * *
ﻡ -Bir tane sıdk, bir harman yalanları yakar.
* * *
ﻡ -Bir tane hakikat, bir harman hayalata müreccahtır.
* * * ﺕ- ﻟﺎَ ﻳَﻠْﺰَﻡُ ﻣِﻦْ ﻟُﺰُﻭﻡِ ﺻِﺪْﻕِ ﻛُﻞِّ ﻗَﻮْﻝٍ ، ﻗَﻮْﻝُ ﻛُﻞِّ ﺻِﺪْﻕٍ
Her söz doğru olmalı.. her doğru, söz olmamalı!.. * * * ﻡ -Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır. * * *
ﻡ -İnsanları canlandıran emeldir; öldüren ye'stir.
* * *
ﺱ -Eskiden beri i'la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslâm için; farz-ı kifaye-i cihadı deruhde ile kendini yek-vücud olan âlem-i İslâm'a fedaya vazifedar ve hilafete bayrakdar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâmın saadet ve hürriyet-i müstakbelesiyle telafî edilecektir.
* * *
ﺱ -Zira şu musibet, maye-i hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişafını hârikulâde ta'cil etti.
* * *
ﺱ -Hristiyanlığın malı olmayan mehasin-i medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyetin düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek; feleğin ters dönmesine delildir.
* * *
ﺱ -Paslanmış bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtır.
* * *
ﻡ -Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.
* * * ﻡ -Mecaz ilmin elinden cehlin eline düşse; hakikata inkılab eder;hurafata kapı açar. * * *
ﻡ -İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir. Her şeyi olduğu gibi tavsif etmek gerektir.
* * *
ﻡ -Şöhret, insanın malı olmayanı da insana maleder.
* * *
ﻡ -Hadîs, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır.
* * *
ﺍ -İhya-yı din, ihya-yı millettir. Hayat-ı din, nur-u hayattır.
* * *
ﺱ -Nev'-i beşere rahmet olan Kur'ân; ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.
* * *
ﺱ -Medeniyet-i hazıra, beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir:
- Nokta-i istinadı, kuvvettir. O ise, şe'ni tecavüzdür. - Hedef-i kasdı menfaattır. O ise, şe'ni tezahümdür. - Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe'ni, tenazu'dur. - Kitleler mabeynindeki rabıtası; âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe'ni müdhiş tesadümdür. - Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci' ve arzularını tatmindir. O heva ise, insanın mesh-i manevîsine sebebdir. * * *
ﺱ -Şeriat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet; Nokta-i istinadı, kuvvete bedel haktır ki, şe'ni, adalet ve tevazündür. Hedefte, menfaat yerine fazilettir ki şe'ni, muhabbet ve tecazübdür. Cihet-ül vahdet de, unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki şe'ni samimî uhuvvet müsalemet ve haric'in tecavüzüne karşı yalnız tedafü'dür. Hayatta düstur-u cidal yerine, düstur-u teavündür ki şe'ni, ittihad ve tesanüddür. Heva yerine hüdadır ki; şe'ni, insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür.
* * *
ﺱ -Mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyetten elini gevşetme, dört el ile sarıl! yoksa mahvolursun.
* * *
ﺱ -Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasına terettüb eder.
* * *
ﺱ -Musibet; cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir.
* * *
ﻥ ﻡ -Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi ittiba'ı Kur'ândır.
* * * ﻥ ﻡ -Azametli bahtsız bir Kıt'anın, şanlı tâli'siz bir Devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi ittihad-ı İslâmdır. * * *
ﺱ -Şehid kendini hayy bilir. Feda ettiği hayatı, sekeratı tatmadığından, gayr-ı münkatı' ve bakî görüyor. Yalnız daha nezih olarak buluyor.
* * *
ﺱ -Adalet-i mahza-i Kur'âniye; bir masumun hayatı, kanı, hattâ umum beşer için de olsa, heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir.
* * *
ﺱ -Hodgâmlık ile, öyle insan olur ki; heves ve ihtirasına mani herşey'i, hattâ elinden gelirse dünyayı harab ve nev'-i beşeri mahvetmek ister.
* * *
ﺱ -Havf, za'f, tesirat-ı hariciyeyi teşci' eder.
* * *
ﺱ -Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez.
* * *
ﺱ -İstanbul siyaseti, İspanyol gibi... bir hastalıktır.
* * * ﺕ -Tasadduk malda olduğu gibi; ilimde, fikirde, fiilde de olur. * * *
ﻥ ﻡ -Deli adama "iyisin, iyisin" denilse iyileşmesi, iyi adama "fenasın, fenasın" denilse fenalaşması nâdir değildir.
* * *
ﺱ -Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur; düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.
* * *
ﺱ -İnadın işi, Şeytan birisine yardım etse; "Melektir" der, rahmet okutur; ötekinde melek görse, "libasını değiştirmiş." der, lanet eder.
* * *
ﻥ ﻡ -Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman, hadden geçse, dert getirir.
* * *
ﻡ ﻥ - ﺍَﻟْﺠَﻤْﻌِﻴَّﺔُ ﺍﻟَّﺘِﻰ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺍﻟﺘَّﺴَﺎﻧُﺪُ ﺍَﻟَﺔٌ ﺧُﻠِﻘَﺖْ ﻟِﺘَﺤْﺮِﻳﻚِ ﺍﻟﺴَّﻜَﻨَﺎﺕِ ﻭَﺍﻟْﺠَﻤَﺎﻋَﺔُ ﺍﻟَّﺘِﻰ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺍﻟﺘَّﺤَﺎﺳُﺪُ ﺍَﻟَﺔٌ ﺧُﻠِﻘَﺖْ ﻟِﺘَﺴْﻜِﻴﻦِ ﺍﻟْﺤَﺮَﻛَﺎﺕِ
* * *
ﻡ ﻥ -Cemaatte vâhid-i sahih olmazsa; cem' ve zamm, kesr-i darbî gibi küçültür.
* * * ﻁ -Adem-i kabul, kabul-ü ademle iltibas olunur. Adem-i kabul; adem-i delil-i sübut onun delilidir. Kabul-ü adem, delil-i adem ister. Biri şek, biri inkârdır. * * *
ﺭ -Şübhe, bir delili, yüz delili atsa da; medlûle îras-ı zarar edemez. Çünki binler delil daha var.
* * *
ﺱ -Sevad-ı a'zama ittiba' edilmeli!.. Lakayd Emevîlik en nihayet Sünnet ü Cemaate; ekalliyette kalan salabetli Alevîlik, en nihayet Râfızîliğe dayandı.
* * *
ﺭ -Hakta ittifak, ehakta ihtilaf olduğundan; bâzan hak, ehaktan ehaktır; hasen, ahsenden ahsendir.
* * *
ﺭ -Herkes kendi mesleğine "Hüve hakkün" demeli, "Hüve-l hakkü" dememeli. Veyahut "Hüve-l hasen" demeli, "Hüve-l ahsen" dememeli.
* * *
ﺍ -Cennet olmazsa, Cehennem tazib etmez. Zemherir olmazsa ihrak etmez.
* * *
ﺍ -Zaman ihtiyarlandıkça, Kur'ân gençleşiyor; rumûzu tavazzuh ediyor.
* * * ﺱ -Bazen nur, nâr göründüğü gibi; şiddet-i belâgat dahi, mübalağa görünür. * * *
ﺱ -Hararette meratib, bürûdetin tahallülü iledir; hüsündeki derecat, kubhun tedahülü iledir.
* * *
ﻥ -Kudret-i Ezelîye zâtiyedir, lâzımedir, zaruriyedir; acz tahallül edemez, meratib olamaz, herşey ona nisbeten müsâvîdir.
* * *
ﻥ -Şemsin feyz-i tecellîsi olan timsali, deniz sathında, denizin katresinde aynı hüviyeti gösteriyor.
* * *
ﻥ -Hayat cilve-i tevhiddendir ki, kesretin mebdei vahdettir.. Müntehası da vahdet kesbediyor.
* * *
ﺱ -İnsanlarda veli, Cum'ada dakika-i icabe, Ramazanda Leyle-i Kadir, Esma-ül Hüsnada İsm-i A'zam, ömürde ecel meçhul kaldıkça; sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin sene ömre müreccahtır.
* * *
ﺱ -Dünyada masiyetin akibeti, ikab-ı uhrevîye delildir.
* * * ﺱ -Rızk, hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir. * * *
ﺱ -Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inâyet besliyor.
* * *
ﺱ -Hayat; muhassal-ı mazbuttur, görünür. Rızk; gayr-ı muhassal, tedricî münteşirdir, düşündürür.
* * *
ﺱ -Açlıktan ölmek yoktur. Zîrâ bedende şahm ve saire suretinde iddihar olunan gıda bitmeden evvel ölüyor. Demek, terk-i âdetten neş'et eden maraz öldürür; rızıksızlık değil.
* * *
ﻥ ﻡ -Âkil-ül lahm vahşilerin helâl rızkı, hayvanatın hadsiz cenazeleridir; hem rûy-i zemini temizliyor, hem rızkını buluyorlar.
* * *
ﺍ -Bir lokma kırk paraya, bir lokma on kuruşa; ağıza girmeden, boğazdan geçtikten... birdirler. Yalnız, birkaç saniye ağızda bir fark var.
* * *
ﺍ -Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zaikayı taltif ve memnun etmek için, birden ona gitmek, israfın en sefihidir.
* * * ﺍ -Lezaiz çağırdıkça, sanki yedim demeli. "Sanki yedim" düstur yapan; bir mescidi yiyebilirdi, yemedi. * * *
ﺍ -Eskiden ekser İslâm aç değildi, tereffühe ihtiyar vardı. Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar yoktur.
* * *
ﺍ -Muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli; hoş geldin demeli.
* * *
ﺍ -Geçmiş lezaiz, ah dedirtir. "Ah!", müstetir bir elemin tercümanıdır.
* * *
ﺍ -Geçmiş âlâm, "Oh!" dedirir. "Oh", kalbde muzmer bir lezzet ve nimetin muhbiridir.
* * *
ﺍ -Nisyan bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakimi unutturur.
* * *
ﺍ -Derece-i hararet gibi, her musibette bir derece-i nimet vardır. Daha büyüğünü düşünüp, küçükteki derece-i nimeti görüp, Allah'a şükretmeli. Yoksa isti'zam ile üflense, şişer. Merak edilse, ikileşir; kalbdeki misali, hakikata inkılab eder; o da kalbi döver.
* * * ﺱ -Kavî'nin zaîfe karşı tevazu'u, zaîfte tezellül olur. * * *
ﺱ -Bir ulü-l emir makamındaki ciddiyeti, vakardır; mahviyeti, zillettir. Hanesinde ciddiyeti, kibirdir; mahviyeti tevazu'dur.
* * *
ﺱ -Ferd mütekellim-i vahde olsa, müsamahası, fedakârlığı amel-i sâlihtir; mütekellim-i maalgayr olsa, hıyanettir, amel-i talihtir.
* * *
ﺱ -Bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez.
* * *
ﺱ -Tertib-i mukaddematta "tefviz" tenbelliktir, terettüb-ü neticede tevekküldür.
* * *
ﺱ -Semere-i sa'yine, kısmetine rıza; kanaattır, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûn-himmetliktir.
* * *
ﺭ -Evamir-i teşriyeye karşı itaât ve isyan olduğu gibi; evamir-i tekviniyeye karşı da itaât ve isyan vardır. Birincisinde mükâfat ve mücazat, galiben âhirette; ikincisinde, ağleb dünyada olur. Meselâ: Sabrın mükâfatı zaferdir, ataletin mücazatı sefalettir, sa'yin sevabı servettir, sebatın mükâfatı galebedir.
* * * ﺱ -Müsavatsız adalet, adalet değildir. Temasül, tezadın sebebidir. Tenasüb, tesanüdün esasıdır. Sıgar-ı nefs, tekebbürün menba'ıdır. Za'f, gururun madenidir. Acz, muhalefetin menşeidir. Merak, ilmin hocasıdır. Sıkıntı, sefahetin muallimidir. Ye's, dalalet-i fikrî; zulmet-i kalb, ruh sıkıntısının menba'ıdır. * * *
ﺱ -Kudret-i Fâtıra ihtiyaç, hususan açlık ihtiyacıyla; başta insan bütün hayvanatı gemlendirip, nizama sokmuş. Hem âlemi herc ü mercden halas edip, hem ihtiyacı medeniyete üstad ederek, terakkiyatı temin etmiştir.
* * * ﺱ - ﺍِﺫَﺍ ﺗَﺎَﻧَّﺚَ ﺍﻟﺮِّﺟَﺎﻝُ ﺑِﺎﻟﺘَّﻬَﻮُّﺱِ ﺗَﺮَﺟَّﻞَ ﺍﻟﻨِّﺴَٓﺎﺀُ ﺑِﺎﻟﺘَّﻮَﻗُّﺢِ
* * *
ﻡ ﻥ -Bir meclis-i ihvanda güzel bir karı girdikçe; riya, rekabet, hased damarı intibah eder. Demek inkişaf-ı nisvandan, medenî beşerde ahlâk-ı seyyie inkişaf eder.
* * *
ﻥ -Beşerin şimdiki seyyiat-âlûd hırçın ruhunda, mütebessim küçük cenazeler olan suretlerin rolü ehemmiyetlidir.
* * *
ﺵ -Memnu' heykel; ya bir zulm-ü mütehaccir, veya bir heves-i mütecessim veya bir riya-yı mütecessiddir.
* * * İslâmiyetin müsellematını tamamen imtisal ettiği cihetle; bihakkın daire dâhiline girmiş zâtta; meyl-üt tevsi', meyl-üt tekemmüldür. Lâkaydlık ile haricde sayılan zâtta meyl-üt tevsi', meyl-üt tahribdir. Fırtına, zelzele zamanında; değil içtihad kapısını açmak, belki pencerelerini de kapatmak maslahattır. * * * Lâübaliler ruhsatlarla okşanılmaz; azîmetlerle, şiddetle ikaz edilir. * * *
ﺍ -Bîçare hakikatlar, kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur.
* * *
ﺱ -Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ı hayat gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mıdır?. Veya bir mikrop küremiz kadar büyüse, ona benzemeyecek midir? Hayatı varsa, ruhu da vardır.
* * *
ﺱ -Âlem, insan kadar küçülse, yıldızları zerrât ve cevahir-i ferde hükmüne geçse; o da bir hayvan-ı zîşuur olmayacak mıdır? Allah'ın böyle çok hayvanları vardır.
* * *
ﻥ -Şeriat ikidir:
Birinci: Âlem-i asgar olan insanın ef'al ve ahvalini tanzim eden ve sıfat-ı kelâmdan gelen bildiğimiz şeriattır. İkinci: İnsan-ı ekber olan âlemin harekât ve sekenatını tanzim eden ve sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı kübra-yı fıtriyedir ki; bâzan yanlış olarak tabiatle tesmiye edilir. * * * Melâike bir ümmet-i azîmedir ki, sıfat-ı iradeden gelen ve şeriat-ı fıtriye denilen evamir-i tekviniyenin hamelesi ve mümessili ve mümtesilidirler. * * *
ﻕ - ﺍِﺫَﺍ ﻭَﺍﺯَﻧْﺖَ ﺑَﻴْﻦَ ﺣَﻮَﺍﺱِّ ﺣُﻮَﻳْﻨَﺔٍ ﺧُﺮْﺩَﺑِﻴﻨِﻴَّﺔٍ ﻭَ ﺣَﻮَﺍﺱِّ ﺍﻟْﺎِﻧْﺴَﺎﻥِ ﺗَﺮَﻯ ﺳِﺮًّﺍ ﻋَﺠِﻴﺒًﺎ
* * *
ﻕ - ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﺎِﻧْﺴَﺎﻥَ ﻛَﺼُﻮﺭَﺓِ ﻳَﺲٓ ﻛِﺘُﺒَﺖْ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺳُﻮﺭَﺓُ ﻳَﺲٓ
* * * Maddiyyunluk manevî taundur ki, beşere şu müdhiş sıtmayı tutturdu, gazab-ı İlahîye çarptırdı. Telkin, taklid, tenkid kabiliyeti tevessü' ettikçe, o taun da tevessü' eder. * * * En bedbaht, en muzdarib, en sıkıntılı; işsiz adamdır. Zîrâ atalet ademin ammizadesi, mevtin biraderzadesidir. Sa'y, vücûdun hayatı ve hayatın yakazasıdır. * * * Ribanın kap ve kapıları olan bankaların nef'i; beşerin en fenası gâvurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir. Âlem-i İslâma zarar-ı mutlaktır; mutlak beşerin refahı nazara alınmaz. Zîrâ gâvur, harbî ve mütecaviz ise, hürmetsiz, ismetsizdir. * * * Cum'ada hutbe; zaruriyat ve müsellematı tezkirdir, nazariyatı talim değildir. İbare-i Arabiyye daha ulvî ihtar eder. * * * Hadîs ile âyet müvazene edilse, görünür ki; beşerin en beliği dahi, âyetin belâğatına yetişemez ve ona benzemez. * * *
Önceki Risale: Lemeât ← Âsâr-ı Bediiyye → Hakikat Çekirdekleri (2): Sonraki Risale