Risale:Mütercimin İzahları (İ.İ. Badıllı)

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
18.34, 13 Haziran 2024 tarihinde Turker (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 43650 numaralı sürüm
(fark) ← Önceki sürüm | Güncel sürüm (fark) | Sonraki sürüm → (fark)

İşarat-ül İ'caz (Badıllı)Mukaddeme: Sonraki Risale

Mütercimin İzahları[değiştir]

اشارات الاعجاز في مظان الايجاز

KUR'AN'IN ÎCAZ YERLERİNDEKİ İ'CAZ İŞARETLERİ

Te'lif

BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSÎ

Tercüme

ABDULKADİR BADILLI

(Arabî Metinli, Tahkikli ve Değişik Tercüme)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bu kitap:

Akçakale Hapishanesinin bir nev'i meyvesi ve hatırasıdır. Hapis günlerinde tahkik ve temyizi, İslâm hattından yeni yazıya 08.01.2002 başlandı, 21.04.2002 de sona erdi.

Bu tercümemizin yeniden tahkikli tarzda yazılışı, Hapishane Baş İnfaz Me'muru ve idarecisi uhrevî kardeşim muhterem H. Mustafa Akdoğan Bey'in müzahereti ve kolaylıklar göstermesi sayesinde olmuştur.

Abdülkadir BADILLI

TÜRKÇE'YE TERCÜMESİ MÜNASEBETİYLE BİR TARİF VE BİR MUKADDEME[değiştir]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

Kur'an-ı Hakîm'in i'caz-ı mu'ciziyle haşr-u neşr olmuş, sarmaş dolaş olmuş olan şu cihan-beha ve aziz-ül vücud İŞARAT'ÜL İ'CAZ eseri, kendisi de adeta i'cazın manevi rengiyle renklenmiş gibidir ki; 1918 deki ilk tab'ında sahifelerinin satırbaşlarında -hiç kimsenin kasdî müdahalesi olmaksızın- bazı harflerin tevafuk vaziyetinde harika bazı zuhûratlar hasıl olmuş ve bu tevafuk'un sırları, bilahare müellifi tarafından kaleme alınarak "RUMÛZAT-I SEMANİYE" adlı eseri içinde ehemmiyetle kaydedilmiştir, görülebilir.

Ayrıca eser, müellif'inin gayet derecedeki samimiyet, ihlas, hak taraftarlığı, hakikat hizmetkarlığı, i'la-yı Kelimetullah mücahitliği ve hakikat-i Kur'aniye ve ahkâm-ı İslâmiyeyi şuhûden iltizamkârlığının nihayet derecesiyle nurlanmış olan ruhundan ve ateşîn olan kalbinden kopup gelen ilhamlarla yazıldığı için, ziyadesiyle nuraniyet kazanmış, kerametkâr olmuştur.

Evet, eserin te'lifi zamanında müellifin maddi cesedi, düşünce ve iradesi; harp cephelerinde, düşman askerlerinin saldırılarına karşı koymak va cengu cidal içinde CİHAD vazifesini yerine getirmekle meşgul olduğu halde; kalbi ve ruhu ise, Kur'an-ı Hakîm-i Mu'cizül Beyan'ın nevvar ve feyyaz olan saha-i ıtlakında ve onun âlem-i melekût ve misalinde, ya da ravza-i ruh-efzasında bulunmakta, dolaşmakta, onunla olmakta ve o riyaz-i nurîn-i furkanîden nükte ve mânâ çiçeklerinin buket ve demetlerini toplayıp almaktan bir an bile fâriğ olmadığı kat'idir, şüphesizdir... Ve bu mezkûr manâlar müellifi tarafından da, tahdis-i ni'met kabilinden bir derece dile getirilerek yâd edilmiştir. Bunlar gelecek mukaddimelerde ve Risale-i Nur'un bazı yerlerinde icmalen kaydedilmiştir.

Şu mübalağa gibi görülebilen ifadeler, eserin mütalaasıyla tasdik edileceğinden şek ve şüphe yoktur.

ESERİN TE'LİF KEYFİYETİ[değiştir]

Müellifi tarafından eserin başına konulmuş mukaddimelerde, te'lifinin keyfiyeti hususunda mealen şöyle denilmektedir:

(İşarat'ül İ'caz tefsiri, Birinci Cihan Harbinin ilk senesinde ve harp cephesinde, hiçbir me'haza veya başka kitaba müracaat edilmeden te'lif edilmiştir. Harpte cihadın mecburî vazife ve hizmetlerinden başka, birkaç sebebe binaen gayet muhtasar ve îcazlı yazılmıştır. Fatiha ile tefsirin ilk yarısı daha da mücmel ve muhtasar kalmıştır.

Birinci sebep: Yazıldığı zaman, izaha imkan vermiyordu. Hem zaten eski Said îcazlı konuşurdu.

İkincisi: Kendi çok zeki olan talebelerinin fehim derecelerine göre düşünüyor, başkalarının anlamasını nazara almıyordu.

Üçüncüsü: Kur'an'ın nazmında bulunan en dakik ve en ince ve îcazlı olan î'cazı beyan ettiği için, kısa ta'birlerle ifade etmeye mecbur oluyordu.

Dördüncüsü: Ayetler'in gizli nükte ve ince işaretlerini beyan ettiği için, ona göre tabirlerini de ince düşünmüştür.)

NOT: İŞARAT-ÜL İ'CAZ'ın başına müellif'in kaydetmiş olduğu mukaddime ve ta'rifler'in tamamın ve olduğu gibi tercümemizin başına da koyacağımızdan, müellifi tarafından beyan edilmiş te'lif keyfiyetinin sair cihetlerini onlara bırakıyoruz.

Hz. Müellif'in VAN HORHOR MEDRESESİ talebelerinden merhum şehit[1] HAMZA Efendi'nin bu mevzudaki bir beyanı ve bir ifadesi:

"İŞARAT-ÜL İ'CAZ FÎ MAZANİL ÎCAZ" namındaki tefsir-i şerifi, şimdiye kadar o menhecde te'lif olunmuş bir tefsir mevcut değil, hatta diyebilirim ki; karihasının mahsulundan başka, evkaf malını dercetmemiştir.

Hz. Üstad bu tefsiri te'lif etmeden evvel, halka-i tedrisinde bulunuyordum. Kelâm-ı Kadimi eline alıp Kürtçe takrir ederdi. Hiçbir kitaba veya tefsire bakmazdı. Arkadaşlarımızdan "Münla Habib" namında bir Efendi Kürtçe not tutardı. Çok devam etmeden Harb-i Umumî başladı.

Bediüzzaman Said Efendi muharebe esnasında, Cephe-i Harpte me'haz olarak yalnız o notlara malik olduğu halde; Elyevm (bugün) "Evkaf-i İslâmiye" matbaasında tab'ıyle iştigal ettiğimiz bu kitabı te'lif etmiştir. Hamza[2]

İşte bu ifadelerden anlaşılıyor ki: Hz. Üstad Bediüzzaman, İşarat-ül İ'caz'ın mukaddematına Birinci Cihan Harbinden evvel başlamıştır. Hatta bu tefsire mukaddeme olarak yazdığı Türkçesi "Muhakemat", Arapçası "Reçete-ül Ülema" eserini 1910 da te'lif eylemiş, sonra 1911 de İstanbul'da tab'ettirmişlerdir. Daha sonra, -Hazret-i Müellif'in az üstteki ifadesinde geçtiği üzere- Birinci Cihan harbinin birinci senesi 1330 Rumî - 1914 Miladî ve sonraki yıllar içerisinde, harp esnasında Arapça olarak te'lifinin müsveddesi tamamlandığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu mevzu'da, Müellif Hazretleri çok zaman sonra yazdığı bir Risalesinde şöyle demektedir:

"... Harb-i umumîde en müdhiş bir vaziyete giriftar olmuştum. İşarat-ül İ'caz'ın müsvedde-i evvelisi düşmanın elinde parça parça olmuştu..." [3]

İŞARAT-ÜL İ'CAZ'IN TEBYİZİ[değiştir]

Birinci Cihan Harbi içinde, 1916 başlarında, Bitlis'in Ruslar tarafından düşürülüp işgal edilmesinden iki ay kadar evvel, halkın ilk hicreti vaki' olduğuna göre, Hz. Üstad'ın kardeşi Molla Abdülmecid Efendi, Üstad'ın emriyle "İşarat-ül İ'caz'ın" müsveddesini beraberinde Diyarbekir'e getirmiş ve o tarihte hicretle Van'ı terkedip gelen ve eski Van valisi o günün Diyarbekir valisi bulunan Cevdet Bey'in evinde temyize çekmeye başlamıştır.

Merhum Molla Abdülmecid, eseri tebyiz ederken 2 Mart 1916 Perşembe günü ikindiden sonra mürekkep hokkası devrilerek kağıt üzerine dökülen mürekkepten garip bir suret[4] meydana gelmiştir. Aynı akşam (Cuma gecesi) Bitlis şehri içinde Hazret-i Müellif ile yirmi kadar fedakâr talebesi Ruslarla göğüs göğüse çarpışırlarken; talebelerinden -içlerinde yeğeni "Ubeyd"in de bulunduğu- on altısı şehit düşmüşlerdir. (Rahmetullahi Aleyhim) Hazret-i Üstad Bediüzzaman da gece yarısından sonra omuzundan yaralanmış az sonra da bir bacağı da kırılıvermiştir... ve iki gün sonra Ruslara esir düşmüştür. (Hayat tarihçelerine bakılabilir.)

İŞARAT-ÜL İ'CAZ'IN TAB'I[değiştir]

Müellifin küçük kardeşi merhum Molla Abdülmecid Efendi Diyarbekir'de tebyiz edip yazdığı nüshayı yanında muhafaza etmiş, sonra Hz. Üstad'ın 1918 yazında Rusya'dan firar edip İstanbul'a geldiğinde, o günün Osmanlı Devleti Harbiye Nâzırı merhum şehid "Enver Paşa" tarafından son derece ihtiram ile karşılanmış ve "İşarat-ül İ'caz"ın tab kağıdını kesesinden temin ederek hediye etmiştir.

Bu mevzuda Hazreti Müellif 1935 senesinde açılan Eskişehir Mahkemesi müdafaanamesi olan "Yirmiyedinci Lem'a" Risalesinde, temyiz mahkemesine gönderdiği layihada aynen şöyle demektedir:

... ve cephe-i harpte yazdığı ve şimdi müsadere edilen "İşarat'ül İ'caz" o zamanın Başkumandanı olan ENVER PAŞA'ya o derece kıymetdar görünmüş ki; kimseye yapmadığı bir hürmetle, istikbaline koştuğu ve o yadigar-ı harbin hayrına, şerefine hissedar olmak fikriyle "İşarat-ül İ'caz"ın tab'ı için kâğıdını vererek... [5]

Buna göre, Hz. Üstad -kuvvetli bir tahmin ile- İŞARAT-ÜL İ'CAZ'I telgrafla Diyarbekir'deki kardeşi Molla Abdülmecid'den istetmiş, Molla Abdülmecid de, onu yeğeni Abdurrahman'la İstanbul'a göndermiştir. Eser İstanbul'a ulaşınca da, Hz. Müellif onu okuyup, dikkatlice tashihini yaptıktan sonra; biraderzadesi merhum Abdurrahman ve talebesi merhum Molla Hamza gibi iki fevkalade zeki ve mümtaz âlimlerin nezaretleri altında tab'ettirmiştir. Tab'edilip kitap olarak piyasaya çıkınca da; MEŞİHAT-I İSLÂMİYE DAİRESİ tarafından Osmanlı Ülkesi Müftülüklerine birer nüsha gönderilmiştir.

BASINDA İŞARAT-ÜL İ'CAZ[değiştir]

İşarat-ül İ'caz eseri tab'edilip piyasaya çıktığı günlerde, yani 1918-1919 yıllarında, zamanın basınında onunla ilgili ilan gibi senakâr ve takdirkâr bazı fıkralar neşredilmiştir. Nümune için bir ikisini kaydediyoruz:

1- İ'TİSAM Dergisi 26 Kânun-u Evvel Rumî 1334 - Miladî 11 Ocak 1919 tarihli nüshasında şöyle:

[DAR-ÜL HİKMET-İL İSLÂMİYE a'zay-ı mümtazesinden "Bediüzzaman Said-i Kürdî" Efendi Hazretleri tarafından bâladaki (yukarıdaki) unvan ile tahrire başlanılan Tefsir-i Celil'in birinci cüzü tab'olunmuştur. Müellif-i muktedirinin şöhret-i şayiâsı bu eser-i güzin hakkında fazla söz söylemeye hacet bırakmıyor.]

2- JİN Dergisi, Rumî 16 Kânun-u Sanî, Miladî 29 Ocak 1919 tarihli sayısında şöyle:

[Dar-ül Hikmet-il İslâmiye a'zay-ı kiramından ve Kürdistan ulema-yı meşhuresinden Bediüzzaman Said-i Kürdî Hazretlerinin telifatından "İŞARAT-ÜL İ'CAZ" namındaki tefsir-i şerifi mevki-i intişara vaz'edilerek "ŞEREF" kütüphanesinde satılmaktadır. Müntesibîn-i İlm'in birer dane edinmesi tavsiyesini vazife addediyoruz.]

İŞARAT-ÜL İ'CAZ'IN RİSALE-İ NUR SİLSİLESİNE İLHAKI[değiştir]

Bu ilhak, eklenme hadisesi, 1945'lerde EMİRDAĞ'ında bir ihtara binaen müellifi tarafından gerçekleştirilmiştir. İşte bu mevzuda, (Emirdağ Lâhikası-1 Envar Neşriyat sh: 42'de) Hz. Üstad şöyle buyurmaktadır:

... Kalbime ihtar edilmiş ki: Eski Said'in en mühim eseri ve Risale-i Nur'un Fatiha'sı, Arabî ve matbu' "İşarat'ül İ'caz" tefsiri "Otuzuncu Mektup olacak ve olmuş...

VE İŞARAT'ÜL İ'CAZ'IN TERCÜMESİ[değiştir]

Risale-i Nur Müellifi Hz. Bediüzzaman 1951 lerde, Emirdağında iken, bir ara çok sevdiği talebelerinden Bedre'li merhum âlim sabri Hoca (Santral Sabri) ile, Barlalı Sıddık Süleyman üstadlarının ziyaretine gelirler. Hz. Üstad bu zatlara, bir-iki gün İşarat'ül İ'caz'ın Arabîsinden ders vermiş. Türkçe takrirli olan bu ders, not alınmış ve sonra bir lâhika tarzında "Emirdağ Lâhikası-II" mektupları içine dercedilmiştir. On iki sahife kadar olan bu dersten gayrı daha devam edilmemiştir.

İşte bu mevzuda Üstad Hazretleri 22/3/1951 de yazılan bir mektubunda şöyle demiştir:

... Merhum Hafız Ali'nin mahsus nüshası "İşarat-ül İ'caz" tefsirinde, Hafız Ali'nin tevafukat-ı harfiyesine dair çok güzel tevafukatlı işaret etmiş. O tefsiri benim çok hoşuma geldi ve her şeyi bıraktım, onu mütalaaya başladım. Gördüm ki: "İŞARAT-ÜL İ'CAZ" umum Risale-i Nur'un bir fihristesi, bir listesi ve Nur bahçesinin bir fidanlığı[6] ve sırr-ı İ'caz-ı Kur'an'ın bir menbaı olduğunu gördüm. Gayet ince ve derin olduğu için âlimler şimdiye kadar pek azını anlamışlardı. Fakat kimin eline geçmiş ise, fevkalade takdir etmiş ve "emsalsiz..." demişler. [7]

Saniyen: Bu İşarat-ül İ'caz'ı bir defa daha aynı tarzda ve kerametli kıt'ada[8] tab'etmek ve Arabistan, Pakistan gibi yerlere gitmek münasip görüldü. Fakat eski Said'in îcazdaki î'cazı beyan ettiği ve en ince münessabat-ı belagatı içinde, gayet ince ve kısa îcazlı cümleleri bir derece îzah veya Türkçe tercüme etmek lazım geliyor. Eski kuvvet ve iktidarım kalmadığı için, yalnız kendi başıma yapamayacağım. İnşaallah yakın bir zamanda Arabî bilen Nur kahramanlarından üç-dört talebe eski zamandaki Said'in talebeleri gibi yanıma gelip, eski medresedeki gibi bir ders verip, onlar da o ders içinde kısmen tercüme, kısmen izah suretinde yazılması rahmet ve tevfik-i İlahî'den niyaz ediyorum. [9] Arabîsini İstanbul tab'edecek ve yazacağımız tercüme ve izahı Medreset-üz Zehra erkânları yazacaklar inşaallah... [10]

İşte, Hz. Üstad'ın bu mektubundaki istek ve arzusundan sonra -kuvvetli tahmini ile- Bedreli Santral Sabri Hoca ile Barlalı Sıddık Süleyman'a mezkûr on iki sahifelik kısmını ders vermiş, sonrası olmamış, öylece kalmıştır. Amma bir müddet sonra, tercüme vazifesini kendi kardeşi Molla Abdülmecid Efendi'ye tevdi' buyurmuştur. Seyda Molla Abdülmecid ise; yaşlılığı, kederdarlığından ilk başta mazeret beyan etmişse de, Hz. Üstad, bu büyük hayrı ona yüklemiştir.

Lâkin Seyda Molla Abdülmecid Efendi, Hz. Üstad'ın yanında nazdarlığı, serbestliği hesabiyle; İşarat-ül İ'caz'ın tercümesini cümle-cümle, kelime-kelime, harf harf takip ederek değil, serbest tercüme denilen usul ve uslûpla yürütmüştür. Mesnevî-i Arabî'yi de aynı tarzda tercüme etti. Hz. Üstad'ın üstteki mektubunda işaret buyurulduğu tarzda: "Cümleleri bir derece izah" arzusu da; -Arabî metne nazaran- tam olarak yerine getirilerek değil, bazı yerlerde Arabî metnin aynı tercümesinden çok, Nahvî bir takım izah ve yorumlar getirmiştir. Ayrıca Seyda Molla Abdülmecid'in serbest olan tercümesi, yer yer cümle veya bahsin tamamından umumî bir mefhum mâna alınmış, bazı yerlerde de atlamalar olmuştur.

Amma her şeye rağmen, bu mübarek ve ihlaslı tercüme, elli seneye yakın zamandan beri tedavülde kalmış ve pek çok istifadelere medar olmuş ve olmaktadır. Cenab-ı Allah merhum Seyda-yı Molla Abdülmecid'den ebeden razı olsun. Amin...

ESER TERCÜME EDİLDİKTEN SONRA[değiştir]

Merhum Molla Abdülmecid Efendi "İşarat-ül İ'caz"ı Türkçe'ye tercüme ettikten sonra, Hz. Üstad'a göndermiş, Üstad Hazretleri de, ona tashih ve ilave noktasında herhangi bir tasarruf ile fazla bir şey yapmadan, bir kâtibi olan merhum Hüsrev Ağabey'e -eski harfle teksir etmesi için- gönderdiğinde, ya da teksirinden sonra; bu tefsir için yazmış olduğu mukaddimelerden "Tenbih" başlıklı kısma "Üç Nükteli" bir haşiye ilave etmiştir. Bu tenbihli mukaddimeyi mevkiinde aynen kaydedeceğimizle beraber, burada yapılan tercüme mevzu ile alakadar "Üçüncü Nükte"sini acele edip kısmen kaydetmek istiyoruz:

(ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Türkçe'ye tercümesi, Arapça'daki cezalet, belagat ve harika kıymetini muhafaza edememiş, bazen muhtasar gitmiş... İnşaalah Arabî tefsir (Yani Arapça olan aslı) bu tercümenin âhirin de bir mani' olmazsa neşredilecek, tercümedeki noksanlarını izale edecek... ilh)

Hazret-i Üstad'ın şu ifadesindeki emri üzerine ve o istikamette, eserin Türkçe tercümesi merhum Hüsrev Ağabey'inin yazısıyla[11] teksir edildikten sonra, merhum Ceylan Ağabey de, onun aslı olan Arapçasını yazarak teksirle birkaç nüsha çoğalttırmış ve tercümesiyle birlikte ciltlettirilerek, Hz. Üstad'ın emri ile mühim yerlere gönderilmiştir. Lâkin bilahare bu Türkçe tercüme, yeni yazı ile matbaalarda neşredilirken, Hüsrev Ağabey'in hattıyla olan eski harf teksir nüshanın aynısı yeni yazıya çevrildiği gibi; münafıklarla ilgili olan on iki ayetlerin tercümeleri, Hz. Üstad'ın emri ile içinden çıkattırılarak neşrettirildi.

İŞARAT-ÜL İ'CAZIN EHEMMİYETİ[değiştir]

İşarat-ül İ'caz fî Mazannil Îcaz adıyla müsemma olan bu eserin ehemmiyeti, herhalde ta'rifden müstağni olsa gerek. En başta onun müellifi -hak olarak- hem eski eserlerinde, hem yeni eseri olan Nurlarda defalarca onun çok ehemmiyetinden, harikalığından bahsettiği gibi, pek çok ülema-yı İslâm da, bu eserin meddahlığını, dellallığını yapmış ve halen de yapmaktadır.

Evet, İşarat-ül İ'caz'ı, Arabî aslını anlayarak dikkatlice tetebbu etmiş zatlar, merhum Mehmet Akif gibi meâlen "Değil ki onun benzerini yazmak, belki onu tamamıyla anlayabilen dâhi, büyük âlimdir." [12] diyeceklerdir.

Hem yine, onun aslından mutalaa ederek tam anlayabilenler görüyorlar ve göreceklerdir ki; İşarat-ül İ'caz tefsiri, İslâm'ın iman ve akidesinin bütün umdelerini; ve İslamî bir çok hüküm ve şartlarının, farz ve vaciplerinin, hatta bir çok sünnet ve âdabının esaslarını da icmalen veya işareten tazammun etmiştir. Eğer bu eserin kamet ve kıymetine layık ve hürmetine muvafık olarak ve eski İslâm âlimleri ve şârihlerinin yaptığı gibi bir şerh ve izah edilebilseydi; Kur'an'ın ve sünnetin temel olan bütün hükümleri ve İslâmî ahlak ve âdabın birçok nümuneleri zuhûr sahasına çıkmış olacaktı.

Evet, İşarat-ül İ'caz'ın te'lif ve terkib vaziyetinden sezilmektedir ki: Cenab-ı Hak Teala Hz.leri has teveccühü ile ve hususî ihsanıyla; ne kadar hakaik-i esasiye-i Kur'aniye ve İslâmiye varsa, bunların çekirdek ve tohumlarını müellifinin -tâ küçüklüğünden beri- ruhunda ekmiş ve derc eylemiştir.

Bu münasebetle, hatıra gelen bir hususu yazmadan geçemeyeceğim. Şöyle ki, diyorum: Risale-i Nur talebeliği vasfını taşıyan bazı âlim ve hocalarımız, bir nevi şöhret kesbetmek veya başka hiss ve saik ile, halledilmiş meselelere dair -orada burada- kitaplar yazmak yerine; gelsinler, şu cihan-baha hakikatler hazinesi olan "İşarat-ül İ'caz"ı iyice anlamaya ve harika hakikatlerini şerh edip anlatmaya çalışsınlar ve ona karşı diz çöküp, sadıkane "lebbeyk!" deyip şakird olsunlar; daha çok hayırlı ve ihlaslı iş yapmış olsunlar. Her ne ise!

İŞARAT-ÜL İ'CAZ'IN ÖZELLİKLERİ[değiştir]

İşarat-ül İ'caz'ın özellikleri pek çoktur. Nümunelik birkaçına işaret etmek istiyoruz:

1- Eser, kendi sahasında ondan önce benzeri bir eserin yazılmamış olması, ki zaten aynı mevzu' ve mealde benzeri bir eser, önceleri yazılmış ve mevcutsa, aynı tarzda eser yazmak ihlassızlıktır.

2- Kur'an'ın veya Din-i İslâm'ın bütün derin nükte ve en ince mânâların işaretlerini, sıfatlardan değil, bizzat zatlardan alıp çıkarmış olmasıdır ki Risale-i Nurlar'ın tarz-ı üslubu da böyledir. Yani sair rivayetli, hatta dirayetli tefsirler gibi meseleyi, rivayetlerin ve mütedavil ve muteârif olarak bilinen şeylerden değil, belki ayetlerin öz zatları ve merkezlerinden ve meknûz olan işarât ve rumûzlarında istinbat eylemiş olmasıdır. Gerçi eskiden yazılmış bazı tefsirler, mesela: Şevkânî'nin "el- Feth-ül Kadîr"i, "Tefsir-i Keşşaf" ve "Kadı Beydavî" ve benzeri eserlerin bazı cihetleriyle "İşarat-ül İ'caz"a benzerlikleri varsa da, sureten bir benzerliktir. Manâ incelikleri, görünmez kıl gibi ince nükteleri ve bunların birbirleriyle -sabıklık ve lahiklik i'tibarıyla- münasebetleri istihrac etme cihetiyle, hem de bizzat ayetin kelime ve harflerinden -hak olarak, mutabık olarak- bulup çıkarması yönüyle; hiçbirisi nâzenin olan İşarat-ül İ'caz misli olamadıkları ve çok farklı oldukları az dikkat ile anlaşılabilir.

3- Müellif'in, tâ tufuliyet günlerinden beri Kur'an'ın, sünnetin ve nihayet İslâm Dininin temel hakikatlerinin -maneviyat cihetiyle- esasî çekirdekleri ve hakikat-medar nüveleri; ruhunda, kalp ve vicdanında kader-i İlahî ve kudret-i Sübhaniye'nin tecellisiyle ekilmiş ve nuranî noktalar halinde yazılmış olmasıdır ki, bunlar İşarat-ül İ'caz'ın ayinesinde aksetmiş bulunmaktadır.

Evet, bu beyanımız asla mübalağa değil, hakikatin özü ve ta kendisidir. Zirâ, Cenab-ı Müellif'in 1905 lerde yazmış olduğu eserlerde.. ve sonra 1907, 1908 ve 1909 da yazdığı makaleler ve irâd eylediği nutuklar ve Divan-ı Harp mahkemesinde yaptığı müdaafalar ve hatta aynı yıllarda te'lif eylediği mantık ilmine dair eserler ve bilahare, 1910, 1912 ve 1913 yıllarında te'lif ettiği "Münazarat", "Muhakemat" ta ve 1911 de Şam'da Emevî Camii minberinde İslâm âlemine irâd eylediği "El Hutbet-üş Şâmiye" eserinde derc eylediği aynı hakikatlerin çekirdek ve tohumları, "İşarat-ül İ'caz"ın nuranî tarlasında fidanlık filizler olarak yeşerdiklerini görüyoruz.

Daha sonra, yani 1918'den 1926'lara kadar te'lif eylediği ve bunların 1921 in ilk yarısına kadarkileri eski Said'in eserleri, sonrakileri ise yeni Said'in te'lifatı diye nitelendirdiği eserlerinde de, aynı hakikatlerin filizlerinin biraz daha yeşerip göğerdiklerini müşahade ediyoruz.

Amma 1926 dan başlayıp, 1949 lara kadar sürdürdüğü "RİSALE-İ NUR" adlı, nuranî bir inkişaf ile münevver bir bahçe halini almış olan eserlerinde de aynı hakikatların ağaç olarak çok meyvedar ve bolca semeredar hâlini aldıklarını görmekteyiz. İşte buna göre, Hazret-i Bediüzzaman'ın umum te'lifatında olduğu gibi, amma hususiyle bu "İşarat-ül İ'caz" daki hakikatler; -Alim bir talebesi merhum Molla Hamza'nın da dediği gibi: Vakıf malı olan başka kitaplardan ve sair âlimlerin buluşlarından alınmış değillerdir. Eğer nadiren başkalarından alınmışsa, isim vererek nakletmiştir. Biraderzadesi büyük âlim merhum Abdurrahman'ın 1921 de tabedilen "LEMEAT" eseri arkasında yazdığı amucasının İstanbul ve Dar-ül Hikmet-ül İslâmiye hayat bölümünde de, aynı bu hakikatı, onun âsarından ve ahvalinden sezerek kaydedilmiştir.

Bu ifade ve beyanlarımızdaki hakikatı bir derece te'kid bakımından, Hz. Üstadın 1931'lerde (Barla'da iken) merhum Hulusi Bey'e yazdığı hususî bir mektubunda bakınız ne diyor:

[... yaldızla tabedilmiş "NOKTA" risalesini bu defa dikkatle mütalaa ettim. Cenab-ı Hakka şükrettim ki, eski Said'in fikr-i akliyle, iman nazarıyla bulduğu hakaiki; Yeni Said keşf-i kalbiyle, zevk-i vicdaniyle Kur'an'dan âhzettiği "Yirmidokuzuncu Söz"e mutabık, onu tağyir ve tebdile lüzum bırakmamış. Yalnız Eski Said'in kuvve-i ilim ve nazar-ı aklıyla göremediği ince noktalar var ki, "Yirmidokuzuncu Söz" de vardır... ilh.] [13]

İŞARAT-ÜL İ'CAZ'IN KENDİ İÇİNDEKİ SAİR BAZI ÖZELLİKLERİ[değiştir]

Nümune için iki çeşidini kaydediyoruz:

Birisi: Bu kitap, nefis ve şeytan canibinden, akıl ve tefekkür cihetinden; veya ilim ve mantık zaviyesinden istifhamlı bulunabilen 76 kadar istifhamlı suallerin esasını zikrederek, cevab-ı savap vermiş ve meseleyi kökünden hallederek açıklamıştır. Bu yetmiş altı sual ve cevaplardan üç tanesini nümune için kaydediyoruz:

1-Amelî ve fıkhîsi:

"Eğer desen: Küfür kalbe ait bir sıfattır. Acaba "zünnar"ı kuşanmak ve zünnara kıyas edilmiş olan şapkayı başa koymak, nasıl ve neden küfür olur?

Cevaben sana denilir: Şeriat, gizli olan işlere ve emirlere, emarelerle itibar eder. Hatta bu gibi, mevzu'larda zahiri sebepleri illetlerin makamında ikame eyler. Buna göre zünnarın bazı nevileri Ruku'un tamamlanmasına mani' olduğundan kuşanmak; ve sücûd'ün tamına engel olan şapkayı takmak, ubudiyetten istiğnaya alamet olduğu; ve keferelere benzemekle meslek ve milliyetlerini istihsanı ima ettiği için, şeriatca küfrüne hükmedilmiştir.

2- Akideye ait sual:

Eğer desen: Ölmüş bir insanın cesedi ateşle yakılır, külü de havaya saçılıp savurulursa, onda nasıl kabir hayatı tasavvur edilebilir?

Cevaben sana denilir ki: Ehl-i Sünnet Vel-Cemaat yanında bünye (yani maddi cesed) hayatın şartı değildir. O halde Ruh'un bazı zerrelerle tealluk eylemesi (alakalanması, bağlılık kurması) imkân dahilindedir.

3- Tefsir usûlüyle alakadar ilmî bir sual:

Eğer desen: Temsilde (yani Kur'an'ın

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْ قَدَ نَارًا فَلَمًّا اَضَٓائَتْ مَاحَوْلَهُ الخ...

Ayetinde) bir nurdan, ziyadan bahsedilmiş. Münafık'ın herhangi bir nuru var mıdır ki; temsil onların haline tamamen tatbik dilebilsin?

Cevaben sana denilir ki: Şahısta ışık, nur olmasa; muhitinde, etrafında bulunabilen ışıklar, ziya verebilmesi mümkün olabilir. Muhit ve etrafında olmasa da, kavim ve milleti içinde bulunabilir de- bir derece onun da ziyalanabilmesi mümkün olur. Şayet kavim ve kabilesinde de nur olmazsa, nev'i olan insanlarda veya cinsinde bulunabilir. Faraza bunda da bulunmazsa, -üstte izahı geçtiği üzere- onun fıtratına tevdi edilmiş olan "Hidayet çekirdeği" nuruyla bir derece feyizlenmesi mümkündür. İlh..

İKİNCİSİ: Mukattaât-ı huruf olan Kur'an'ın 29 suresinin başlarında gelen şifreli الٓمٓ ler, حٰمٓ ler, كٓهٰيٰعٓصٓ lar ve sairelerde yapılmış fevkalade mühim tahlil ve tedkik, hiçbir tefsirde emsaline rastlanmayacak derecede harika ve orijinaldir. Orijinallik şöyle dursun; mezkûr şifreli mukatta'lara alınmış harflerin vaziyetlerinde, Kur'an'ın i'cazını yıldızlar gibi nur saçarak parıldamasını gösterdiklerini ve ehline izhar eylediklerini keşfetmesi, fevkalade harika-nümadır. Bu meseleye ayrıca misal getirmeye gerek yok.. Bakara Suresinin başındaki الٓمٓ in izahına bir bakıverilirse, görülecektir.

İŞARAT-ÜL İ'CAZ'I BENİM TERCÜME ETMEM[değiştir]

Bu fakirin tercümesi, daha evvel Mesnevi-i Nuriye'yi tercümem tarzındadır. Yani hiçbir noktasını eksik bırakmadan tamamını -olduğu gibi- tercüme etmek gayesidir. Merhum Molla Abdülmecid Efendinin tercümesi -ehline malûm olduğu üzere- Mesnevî'nin tercümesi gibi, yer yer atlamaları ve bazen de çok muhtasar ifadelerle geçmeleri olmuştur. Belki de merhum, kendi ağabeysi ve üstadının te'lifatında bu tasarrufa salahiyetlidir. Lâkin bu fakir, o tarz tasarruflara ne yetkili, ne de sahiptir. Buna göre, Arabî metnin arkasında kör-topal gitmeyi vazife bilmiştir. Samimiyetin heyecanı ile titreye- titreye ve araştıra- araştıra tercümeyi yapabilmiştir. Umarım ki; nâzenin bir dürr-ü Sencide olan İşarat-ül İ'cazımızın kametine lâyık ve muvafık bir tercümesini yapamamışsam da; inşaallah yanlışlıkları, atlamaları ve anlamamazlıkları az olacaktır.

Evet, ben üstad olan ülemaya nisbeten, bilhassa Seyda Molla Abdülmecidin yanında bir hiçim. Lâkin sevgili üstad-ı pâkimin her şeyine, bütün eserlerine, her çeşit te'lifat ve mükâtebelerine karşı son derece müştak ve çok samimî ve pür-merak olduğumu (sanıyorum) benim bu halimi birçok Nur talebesi de biliyor ve görüyordur. Bu halin bir eseri olarak, belki herkesten daha çok, Hz. Üstad'ın her şeysi bu fakirde bulunur. Evet, bu fakir, üstadımın eserlerinden, mektuplarından bir kenar noktasına bile cihan kadar ehemmiyet verdiğimi sanıyorum. Her ne ise...

Bir Sual: Eğer denilse: Koskoca Molla Abdülmecid gibi bir âlimin hakkıyle başaramadığı İşarat-ül İ'caz'ın tercümesi gibi azim bir işi, sen mi başaracaksın?

Cevap: Derim ki: Haşa! Molla Abdülmecid'in fevkinde bir tercümeyi yapacağımı hiçbir zaman iddia etmem mümkün değildir. Lâkin Arapçası kuvvetli zatlar, tercümemi dikkatlice Arabî aslıyla karşılaştırabilseler, -zannediyorum- benim tercümemi, serbest olan tercüme usulünden uzak ve yalnız arabî metnin arkasından emekliye-emekliye gittiğini göreceklerdir. İki tercüme arasındaki en önemli fark ise işte budur.

Buna ilaveten: Tercümem, tahkik denilen usulü de elinden geldiği kadar yürütmüş, birçok kaynak kitaplara baş vurmuştur.

Bir sual daha: Senin tercümen, Molla Abdülmecid'in tercümesinden hiç istifade etmedi mi?

Cevap: İstifade hiç olmadı diyemem, ama o kadar az ki, yok mesabesinde... Çünkü onun tercümesi -üst tarafta arzettiğim gibi- serbest tercüme usulüne göre gitmiştir. Kelam ve kelimeler üzerinde fazla durmamış, bir mânâ-yı mefhum ile iktifa etmiştir. Dolayısıyla, iki veya üç yer hariç istifadem mümkün olmadı. İstifa ettiğim yerleri de, ismini zikrederek ona atfeyledim. Çalıntı şeklindeki ahlâksızlığı da yapmam mümkün değildir.

Bu münasebetle derim ki: Benim tercümem, tefsir değil, serbest tercüme değil; Kabiliyetim nisbetinde olduğu gibi Arapçasından Türkçeye bir çevirmedir. Ancak Türkçeye çevrilmesi esnasında, Türkçe dilinin bazı zarurî icaplarına riayete mecburiyet hasıl olduğu gibi; mücmel ve muğlak bazı yerlerini de meselalar ile, yaniler ile, ekserisi parantezler içerisinde, kabiliyet ve kariham nisbetinde açmağa çalışmışımdır.

Dipnotlarda da Hadis-i Şeriflerin ve bazı kelam-ı kibar'ların; ve isimleri geçen meşhur kitaplar ve müelliflerin me'hazlarını ve kısaca hayatlarını da vermeğe gayret ettim.

Ve bu arada Mantık ve Usul'ün bazı istilahlarını da me'hazlarından göstererek de derceyledim.

Tevfik ve hidayet Allah'tan, ihlas ve rıza da O'ndandır.

والحمدللّٰه أوَّلًا وآخِرًا

21 Mart -Nevruz günü- 2001

Abdülkadir Badıllı

İşarat-ül İ'caz (Badıllı)Mukaddeme: Sonraki Risale

  1. Merhum Hamza Efendi'ye "Şehit" ünvanını Hz. Üstad kendi kalemiyle, ilk matbu' İşarat-ül İ'caz eseri arkasındaki tarihçenin sonunda "Hamza" ismi yanında "şehid" kelimesi koymakla mühürlemiştir. Mütercim
  2. 1918 tarihinde tab'edilen "İşarat-ül İ'caz"ın arkasına eklenmiş, Hamza Efendi'nin yazdığı Tarihçe, sh: 7
  3. Osmanlıca Lem'alar sh: 870 -Mustafa Gül yazısı, İlk Teksir, 1. Baskı
  4. Mürekkebin döküldüğü Molla Abdülmecid'in hattı, mezkûr İşarat-ül İ'caz nüshası Urfa'da yanımızda mevcud olduğu gibi; adı geçen suret ve şekil hakkında yerinde izahat verilecektir. Mütercim
  5. Mustafa Gül yazısı -ilk teksir- Osmanlıca Lem'alar sh: 853 Mütercim
  6. İşarat-ül İ'caz'ın, Nur bahçesinin fidanlığı olduğu davasını -inşaallah- tercümemiz, mevzularının Nurların nerelerinde tafsilen geçtiğini gösteren atıflarla ibraz edeceğiz. Mütercim
  7. İşarat-ül İ'caz'ı fevkalade takdir ve sena eden meşhur şahsiyetlerden yalnız burada merhum Mehmet Akif ile Irak'lı Tahir-üş Şûşî'yi nümune olarak gösteriyoruz. Merhum Mehmet Akif'in takdirkâr sözlerini nakleden zatların isimleri Mufassal Tarihçe 2. baskı -A. B. - sh: 905 te, Tahir-üş Şûşî'nin mektubu ise, sh: 1854'tedir. Mütercim
  8. Cenab-ı Müellif Hz.lerinin "kerametli kıt'a"dan muradı, İşarat-ül İ'caz'ın ilk matbu nüshasında, satırbaşlarında gelen Elif'lerin, Vav'ların ve sair bazı harflerin sayılarından bazı tevafukatları gösteren harika ve garip olan şeklidir. Mütercim
  9. Az üstte bahsi geçen Bedreli Sabri Hoca'ya verilen takrirli ders ile bu niyaz'ın kabul ucu görünmüştür. Mütercim
  10. Mufassal Tarihçe -A. B. - 2. Baskı sh: 2034 Ve mealiyle aynı manada, fakat talebelerinin imzalarıyla Emirdağ Lâhikası-2 sh: 85-86 da bir mektupta bulunmaktadır. Mütercim
  11. Merhum Hüsrev Ağabey bir defasında bana bu mevzu'da şöyle demişti: "Molla Abdülmecid'in yazısıyla bana gelen Türkçe tercümesi, o kadar girift ve karmaşıktı ki, içinden ancak ben çıkabildim." Bu ifadeye göre eserin tasarruflara uğradığına ve mevcut halindeki hatalara badi olduğuna kanat getirilebilir. Mütercim
  12. Bu mevzuda bak: Mufassal Tarihçe-i Hayat -A. B. - 2. Baskı sh: 905
  13. Bu mektup, Hulusi Bey'in dosyamızda daha birkaç mektubuyla beraber mevcuttur.