Risale:28. Mektubun 7. Meselesinden: Revizyonlar arasındaki fark

Nurpedia.org - İman ve İslam Hakikatlerine Dair Nur Ansiklopedisi sitesinden
 
(Aynı kullanıcının aradaki diğer 22 değişikliği gösterilmiyor)
1. satır: 1. satır:
[[Kategori:Rumuzat-ı Semaniye]]
[[Kategori:Rumuzat-ı Semaniye]]
''Önceki Risale: [[Risale:Üçüncü Parça (Rumuzat-ı Semaniye)|Üçüncü Parça: 29.Mektubun 3.Kısmı]] ← [[Risale:Rumuzat-ı Semaniye|Rumuzat-ı Semaniye]] → [[Risale:Beşinci Parça (Rumuzat-ı Semaniye)|Beşinci Parça: 29.Mektubun 8.Kısmı]]: Sonraki Risale''
''Önceki Risale: [[Risale:29. Mektubun 8. Kısmı (Rumuzat-ı Semaniye)|29. Mektubun 8. Kısmı (Rumuzat-ı Semaniye)]] ← [[Risale:Rumuzat-ı Semaniye|Rumuzat-ı Semaniye]] → [[Risale:Rumuzat-ı Semaniye Fihristi|Rumuzat-ı Semaniye Fihristi]]: Sonraki Risale''


Yirmidokuzuncu Mektubun Dördüncü Kısmı
=Yirmi Sekizinci Mektub'un Yedinci Meselesindeki Mahremce Bir Suale Cevap=


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
(Makam münasebetiyle buraya alınmıştır.)


Bu kısım üç nüktedir. Lafzullâh'ta ve lafz-ı Kur'an'da ve lafzResûl-u Ekrem'de (A.S.M.) yüzer i'câzi nüktelerinden üç nükte beyan edilecektir.
Şu sırrinayet eskiden mahremce yazılmış, On Dördüncü Söz'ün âhirine ilhak edilmişti. Her nasılsa ekser müstensihler unutup yazmamışlardı. Demek münasip ve lâyık mevkii burası imiş ki gizli kalmış.


=Tenbih=
Benden sual ediyorsun: "Neden senin Kur'an'dan yazdığın Sözler'de bir kuvvet, bir tesir var ki müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren bulunur. Bazen bir satırda, bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede, bir kitap kadar tesir bulunuyor?"


Kur'an-ı Mu'cizül Beyanın en ziyade münteşir nüshalarının sahifeleri en uzun âyet olan Ayet-i Müdayene vahid-i kıyasî ve mikyasî olmuştur. Ve o ölçüye binaen sahifeler tanzîm edilmiş. Ve satırlar için vahid-i kıyasî ve mikyasî ve ölçü sûre-i İhlas olmuştur. Onun için bu kısım mushaflarda tezahür eden meziyetler ve mehasin doğrudan doğruya Kur'an'ın i'câzına aittir. Ve Kur'an'ın malıdır. Bu mehasinin enva'ı çoktur. Bir nev'i tevâfukâttır. tevâfukâtın da enva'ı çoktur. Bir sahife içindeki tevâfukât ve karşı karşıya sahifelerdeki tevâfukât ve mecmu' Kur'an'daki tevâfukâttır. Bunların da hem manevi, hem lafzî, hükmî aksamları var.
Elcevap: -Güzel bir cevaptır- Şeref, i'caz-ı Kur'an'a ait olduğundan ve bana ait olmadığından bilâ-perva derim: Ekseriyet itibarıyla öyledir. Çünkü yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir, teslim değil imandır, marifet değil şehadettir şuhuddur, taklit değil tahkiktir, iltizam değil iz'andır, tasavvuf değil hakikattir, dava değil dava içinde bürhandır.


Biz o çok enva'dan ve çok efraddan yalnız bir sahifedeki tevâfukâtı tafsilen yeni bir Kur'an'ı yazdırmakla göstereceğiz. Sair enva'a icmali işaretler edeceğiz. Ve tevâfukâtgaybiyeye mazhar mu'cizekar ve parlak ve şübhesiz olarak İkibinsekizyüzaltı (2806) lafzCelâl'deki tevâfukâtı harikadır. Ve o tevâfukâtla beraber âyetlerin münasebet-i adediyesi bazı sûrenin âyetleriyle, bazen bir sahife karşıki veya arkadaki sahifenin adediyle manidar ve medar-ı dikkat nisbet-i adediyeyi gösteriyor. Lafz-ı Celâl'dan sonra en mühim lafz-ı Kur'an ve lafz-ı Resûl-u Ekrem (A.S.M.) deki mu'cizane ve harika tevâfukâttır.
Şu sırrın hikmeti budur ki: Eski zamanda, esasat-ı imaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa beyanatları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda dalalet-i fenniye, elini esasata ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devayı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zat-ı Zülcelal, Kur'an-ı Kerîm'in en parlak mazhari'cazından olan temsilatından bir şulesini; acz ve zaafıma, fakr u ihtiyacıma merhameten hizmet-i Kur'an'a ait yazılarıma ihsan etti.


Bu tevâfukâtın bir sahifedeki nev'i ise; tevâfukât-ı Kur'aniyenin tefsîri olan Risaletü'n Nur'da zahiren görülmüş ve gözlere de gösterilmiştir. Ve mecmu' Kur'an'da tevâfukâtacibeyi iki üç nükte ile bir derece beyan edeceğiz.
Felillahi'l-hamd sırrtemsil dürbünüyle, en uzak hakikatler gayet yakın gösterildi.


=Birinci Nükte=
Hem sırr-ı temsil cihetü'l-vahdetiyle, en dağınık meseleler toplattırıldı.


Kur'an'daki Kur'an kelimesinde pek çok sırlarından bir sırrı şudur: Latif bir tevâfuktur ki: Kur'an'daki Kur'an tevâfukâtı, mu'cize-i Mi'raca işaret eden sûre-i İsra'da ve Şakk-ı Kamer'i beyan eden sûre-i Kamer'de o silsile-i tevâfukâtın altısından dört silsilesinin esaslarını buldum. Resûl-i Ekrem Aleyhissalat-ü Vesselam'ın en büyük mu'cizesi "Kur'an ve Mi'rac ve Şakk-ı Kamer" olduğundan, Mi'rac Şakk-ı Kamer ortasında sırr-ı cilve-i i'câzı, lafz-ı Kur'an ile bana ihsas etti. O üç mu'cize-i azime birbirine merbut olduğunu bir hatıra verdi. Kur'an'da altmışdokuz Kur'an kelimesi gördük. Altmışyedi tam ve manidar tevâfukdadır. İkisi sûre-i El Kıyamet'de, iki Kur'an lafzı kıraat manasında olduğundan tevâfuka girmemişler. Bu adem-i tevâfuk manidar bir işarettir ve bir tevâfuktur.
Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi.


Benim matbu' nüsha-i Kur'an, Kur'an'ın hatthakikisine yakın olduğunu anlıyoruz. Başka nüshalarda gördüğümüz tevâfukât tam görülmezse o nüshalar müstensih veya matba'anın kusuriyle hatt-ı hakikiyesinden uzaklaşmışlar ki matlub tevâfuku göstermemişler. Kur'an kelimesi Sözler'de bir keramet-i i'câziye-i basariyeyi gösterdiği gibi; Kur'an-ı Azimüşşan'daki dahi keramet değil, aynı bir şule-i i'câziyeyi göstermeye dair bir nüktedir. Sözler'de bir sahifede tevâfukât sûretinde kendini göstermiş.
Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-i gaybiyeye, esasatİslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hasıl oldu. Akıl ile beraber vehm ü hayal, hattâ nefis ve heva teslime mecbur olduğu gibi şeytan dahi teslim-i silaha mecbur oldu.


Kur'an ise; mecmu' Kur'an bir sahife-i vahide hükmünde öyle harika bir tevâfuku var. Zerre miktar insafı olan dikkat etse itiraf edecek ki: Bu sun'-u beşer olamaz. Ve tesadüfün işi değildir. Şöyle ki: sûre-i İsra'da sahife ikiyüzseksenbeşte (285) üç Kur'an kelimesi var. Biri dördüncü satırda, ikincisi onbirinci satırda, üçüncüsü sekizinci satırda. Birinci ile ikinci tam muvazi terazinin iki gözü gibi, üçüncüsü satır nihayetinde terazinin dili mesabesinde vaziyet almış. Her birisi bir silsile-i tevâfukât teşkil ediyor.
Elhasıl: Yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa ancak temsilat-ı Kur'aniyenin lemaatındandır. Benim hissem, yalnız şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gayet aczimle tazarruumdur. Dert benimdir, deva Kur'an'ındır.


==Birinci Silsile==
==Yedinci Mesele'nin Hâtimesidir==


[1] Sahife 285'te {{Arabi|وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا '''الْقُرْآنِ''' لِيَذَّكَّرُوا}} ayeti,
Sekiz inayet-i İlahiye suretinde gelen işarat-ı gaybiyeye dair gelen veya gelmek ihtimali olan evhamı izale etmek ve bir sırr-ı azîm-i inayeti beyan etmeye dairdir.


[2] sahife 289'da {{Arabi|إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَ '''قُرْآنَ''' الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا}} ayetine bakar.
Şu Hâtime dört nüktedir:


[3] Bununla beraber sahife 290'da {{Arabi|وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَـذَا '''الْقُرْآنِ''' مِن كُلِّ مَثَلٍ}} ayetine bakar.
===Birinci Nükte===


[4] Sahife 476'da {{Arabi|كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ '''قُرْآنًا''' عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ}} ayetine bakar.
Yirmi Sekizinci Mektub'un Yedinci Mesele'sinde yedi sekiz küllî ve manevî inayat-ı İlahiyeden hissettiğimiz bir işaret-i gaybiyeyi "Sekizinci İnayet" namıyla "tevafukat" tabiri altındaki nakışta o işaratın cilvesini gördüğümüzü iddia etmiştik. Ve iddia ediyoruz ki: Bu yedi sekiz küllî inayatlar, o derece kuvvetli ve kat'îdirler ki her birisi tek başıyla o işarat-ı gaybiyeyi ispat eder. Farz-ı muhal olarak bir kısmı zayıf görülse hattâ inkâr edilse o işarat-ı gaybiyenin kat'iyetine halel vermez. O sekiz inayatı inkâr edemeyen, o işaratı inkâr edemez.


[5] Sahife 517'de {{Arabi|قۤ وَ '''الْقُرْاَنِ''' الْمَجِيد}} ayetine bakar gider.
Fakat tabakat-ı nâs muhtelif olduğu hem kesretli tabaka olan tabaka-i avam gözüne daha ziyade itimat ettiği için; o sekiz inayatın içinde en kuvvetlisi değil belki en zahirîsi tevafukat olduğundan -çendan ötekiler daha kuvvetli fakat bu daha umumî olduğu için- ona gelen evhamı def'etmek maksadıyla bir muvazene nevinden, bir hakikati beyan etmeye mecbur kaldım. Şöyle ki:


[6] Sahife 529'da {{Arabi|وَلَقَدْ يَسَّرْنَا '''الْقُرْآنَ''' لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُدَّكِرٍ}} ayetine bakar.
O zahirî inayet hakkında demiştik: Yazdığımız risalelerde, "Kur'an" kelimesi ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm kelimesinde öyle bir derece tevafukat görünüyor; hiçbir şüphe bırakmıyor ki bir kasd ile tanzim edilip muvazi bir vaziyet verilir. Kasd ve irade ise bizlerin olmadığına delilimiz, üç dört sene sonra muttali olduğumuzdur. Öyle ise bu kasd ve irade, bir inayet eseri olarak gaybîdir. Sırf i'caz-ı Kur'an ve i'caz-ı Ahmediyeyi teyid suretinde o iki kelimede tevafuk suretinde o garib vaziyet verilmiştir.


[7] Sahife 571'de {{Arabi|إِنَّا سَمِعْنَا '''قُرْآنًا''' عَجَبًا}} ayetine bakar.
Bu iki kelimenin mübarekiyeti, i'caz-ı Kur'an ve i'caz-ı Ahmediyeye bir hâtem-i tasdik olmakla beraber; sair misil kelimeleri dahi ekseriyet-i azîme ile tevafuka mazhar etmişler. Fakat onlar, birer sahifeye mahsus. Şu iki kelime, bir iki risalenin umumunda ve ekser risalelerde görünüyor. Fakat mükerrer demişiz: Bu tevafukun aslı, sair kitaplarda da çok bulunabilir; amma kasd ve irade-i âliyeyi gösterecek bu derece garabette değildir.


[8] Sahife 590'da {{Arabi|بَلْ هُوَ '''قُرْآنٌ''' مَجِيدٌ .. فِي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ}} ayeti , o silsile-i nuraniyeyi çeker. O uzun mesafede birbirine bakar.
Şimdi bu davamızı çürütmek kabil olmadığı halde, zahir nazarlarda çürümüş gibi görmekte bir iki cihet olabilir:


[9] Sonra yukarı tarafında 261. sahifede {{Arabi|الۤرۤ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَ'''قُرْآنٍ''' مُبِينٍ}} ayetine bakar.
Birisi: "Sizler düşünüp öyle bir tevafuku rast getirmişsiniz." diyebilirler. "Böyle bir şey yapmak kasd ile olsa rahat ve kolay bir şeydir."


[10] Sonra sahife 252'de {{Arabi|وَلَوْ أَنَّ '''قُرْآنًا''' سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الأَرْضُ}} ayetine bakar.
Buna karşı deriz ki: Bir davada iki şahid-i sadık kâfidir. Bu davamızdaki kasd ve irademiz taalluk etmeyerek, üç dört sene sonra muttali olduğumuza yüz şahid-i sadık bulunabilir.


==İkinci Silsile==
Bu münasebetle bir nokta söyleyeceğim: Bu keramet-i i'caziye, Kur'an-ı Hakîm belâgat cihetinde derece-i i'cazda olduğu nevinden değildir. Çünkü i'caz-ı Kur'an'da, kudret-i beşer o yolda giderek o dereceye yetişemiyor. Şu keramet-i i'caziye ise kudret-i beşerle olamıyor; kudret, o işe karışamıyor. Karışsa sun'î olur, bozulur.


[11] Yine sûre-i İsra'da 285. sahifede {{Arabi|وَإِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي '''الْقُرْآنِ''' وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلَى أَدْبَارِهِمْ نُفُورًا}} ayeti, yine sahife-i vahid hükmünde olan mecmu Kur'an bir silsile-i Kur'aniye teşkil ediyor.
===İkinci Nükte===


[12] Sahife 460 da {{Arabi|قُرآنًا '''عَرَبِيًّا غَيْرَ ذِي عِوَجٍ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ'''}} ayetine bakar.
Mübarek bir zatın kıymettar bir tefsir-i şerifinde bazı kardeşlerim o mübarek tefsiri görmüşler, güzel tevafukatı müşahede etmişler. Hatırlarına şu gelmiş: "Öyle ise Sözler'deki tevafuk bir işaret-i hâssayı göstermiyor. Madem tefsirlerde bulunuyor, elbette sair şerh nevinden de olan kitaplarda çok bulunabilir."


[13] Yalnız matbaanın kusuruyla şu silsile az bir inhiraf ile yine {{Arabi|قُرآنًا عَرَبِيًّا}} den bir satır evvel {{Arabi|وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا '''الْقُرْآنِ''' مِن كُلِّ مَثَلٍ}} ayetine bakar.
Elcevap: Sözler'i ona kıyas etmek, kıyas-ı maalfârıktır. Beş farkı var.


[14] Sahife 478'de {{Arabi|'''وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لاَ تَسْمَعُوا لِهَذَا '''الْقُرْآنِ}} ayetine bakıyor.  
O mübarek tefsirde tevafukatı, hulus-u niyete terettüp eden bir muvaffakıyet ve ilham-ı âmm nevinden olur. Sözler'de yani "Kur'an" ve Lafz-ı Resul-i Ekrem kelimesindeki tevafukat o neviden değildir.


[15] O da sahife 490'da {{Arabi|وَقَالُوا لَوْلاَ نُزِّلَ هَذَا '''الْقُرْآنُ''' عَلَى رَجُلٍ مِّنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظِيمٍ}} ayetine bakar.
====Birinci fark====


[16] Sonra sahife 519'da {{Arabi|فَذَكِّرْ '''بِالْقُرْآنِ''' مَن يَخَافُ وَعِيدِ}} ayetine bakar.
O mübarek tefsir, bir sahifeye mahsus olarak bazı mebahis tevafuk ediyor. Sözler'de ise Lafz-ı Kur'an ve Lafz-ı Resul-i Ekrem bütün iki kitapta hattâ on altı sahife içinde yüz defa Lafz-ı Kur'an zikredilmiş, yalnız üç adet müstesna kalmış. Hattâ On Sekizinci İşaret'in bir yaprağında on dört "Kur'an" kelimesi var. Yedisi bir sahifenin ortasında bir sırada dizilmiş. Diğer yedisi arkasında aynı mevzû'da bir istikamette görünüyor. Bunun gibi garib ve kasdı ve iradeyi gösteren çok sahifeler var. Halbuki o mübarek tefsirde Lafz-ı Resulullah yine hâssasını gösterir, nısf-ı ekser tevafuk ediyor, fakat nısf-ı ekall müstesna kalıyor. Risalelerin sair tevafukatı ise ekseriyet-i mutlaka ile emsali birbirine bakıyor. Tefsirde Lafzullah ile Lafz-ı Kur'an ve Lafz-ı Resul-i Ekrem'den (asm) başka kesretli emsalde nısf-ı ekall tevafuk ediyor.


[17] Sonra sahife 528'de sekizinci satırda {{Arabi|وَلَقَدْ يَسَّرْنَا '''الْقُرْآنَ''' لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُدَّكِرٍ}} ayetine bakar.
====İkinci fark====


[18] Sonra arkadaki sahife 234'de {{Arabi|إِنَّا أَنزَلْنَاهُ '''قُرْآنًا''' عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ}} ayetine bakar.
O mübarek tefsirin sahibi, şu zamanın hakikat-i dini himaye eden ricallerden olduğunu tahminimle beraber, tefsiriyle de dine büyük hizmeti var. Fakat mesmuatıma ve tahkikatıma nazaran on beş sene kemal-i dikkat ile o tefsirin telifine çalışmış. Hem benim gibi ümmi değil, hattı güzel, kendi yazıyor. Kur'an-ı Hakîm'in kelimatında Lafzullah'ta gayet güzel ve şirin tevafukat elbette nazarından kaçmamış. Nazarından kaçsa da istihsan-ı fikrîden hariç kalmamış. Madem göz gördüğü latîf bir tevafuku ve fikren istihsan ettiği Kur'anî vaziyeti elbette yazdığı vakit onu bozmamış, bozmamaya gayr-ı şuurî olarak meyletmiş. Bununla beraber kemal-i dikkatle tab'ı başında bulunarak gayet güzel bir surette satırlar da kayıt altında olmayarak kemal-i ihtimamla tab' edilmiş. Bunda Lafzullah, Lafz-ı Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hâsiyetlerine binaen ekseriyetle tevafukları güzel, fakat müstesnaları da çoktur. Bazen yarısından ziyade müstesna kalır. Sair tevafukat bazen yedi sekizde bir iki bulunur. Bazen onda bir bulunur. Sekiz satırda<ref>Evet işte ben, Süleyman, Tevfik, Hüseyin, Abdullah Çavuş gözümüzle gördük ki: Bir kitabın küçük sahifesinde kısa satırlarında on {{Arabi|يَشَاءُ}} kelimesi bulunduğu halde hiçbirisi birine muvazi gelmemiş. Hem yine diğer bir kitapta kısa yedi satırlarda beş {{Arabi|لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ}} bulunduğu halde hiçbirisi birisine Sözler'deki muvazenet nevinden muvazi gelmiyor. Demek Sözler'deki tevafukat tek bir sahifede dikkat edilse bir işaret-i gaybiyeyi işmam ediyor.<br />
Haydi sahifeyi bıraksak bütün bir risalede o nevi tevafukatın vücudu o işareti ihsas ediyor.<br />
Haydi bunu da bıraksak Lafz-ı Resul-i Ekrem (asm) ve Lafz-ı Kur'an iki risalenin umumunda nadir olarak müstensihin dikkatsizliğiyle müstesna kalandan başka bütün birbirine muvazi gelmesi, işaret-i gaybiyeyi pek zahir gösterir.<br />
Haydi bu da görülmezse, Yirmi Sekizinci Mektub'un Yedinci Meselesi'ndeki yedi inayet-i külliye öyle kat'î bir işaret-i gaybiyeyi gösterir ki zerre kadar insafı olan kabulünde tereddüt etmez.<br />
Elhasıl: Nasıl ki ince iplerin birleştirilmesiyle kalın bir ip olur, çabuk kopmaz. O ipler dahi çoğu birleştirilse kalın bir halat olur, kimse eliyle koparamadığı gibi... Sözler'in sahifelerinde görünen ince işaretler hatları, bütün risalelerdeki tevafukata iltihak edip kuvvetleşmiş. Hususan Resul-i Ekrem (asm) kelimesinde ve Lafz-ı Kur'an ibaresinde parlayan zahir işarata istinad edip teeyyüd etmiş. Bilhassa o mezkûr yedi inayet-i külliyeden feveran eden işarata iltihak ettikten sonra bütün bütün kör olmayan görür. Demek bir sahifedeki işaratı inkâr etmek, istinad ettiği bütün öteki işaretleri inkâr etmek lâzım gelir. Çünkü bir sahife, bir tereşşuhtur. Bir büyük menbaa işaret eder. Vesselâm.</ref> bir kelime on defa tekerrür ettiği halde tevafuk etmemiştir ve hâkeza... Şu âciz, müflis, fakirin hizmet ettiği risaleler ise, bütün arkadaşlarım ve kardeşlerim şahittirler ki ben kendim yazmıyorum. Hem bir cilt tefsir kadar tetkikata muhtaç ve iki yüz sahifeden ibaret olan i'caz-ı Kur'an namındaki risale, mühim bir sebebe binaen günde iki üç saatte kırk sahife yazmak suretiyle birkaç günde telif edildi. Demek yirmi saat zarfında yazılmıştır. Halbuki o tefsirin bir cildi bir senede yazılmıştır. Mu'cizat-ı Ahmediye'ye (asm) dair risale ise bütün arkadaşlarımın şehadetiyle telif vaktinin mecmuu on iki saatten ibarettir. Hem telif vaktinde sair kitaplara nakil için müracaat edilmemiştir.


[19] Sahife 175'de {{Arabi|وَإِذَا قُرِئَ '''الْقُرْآنُ''' فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَأَنصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ}} ayetine bakar.
Şu halde o iki risalede ayrı ayrı sekiz müstensihin risalelerinde Lafz-ı Kur'an ile Lafz-ı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm yirmi dörtten biri ya iki, nihayet üç dört müstesna kalıp sairleri kasd ve iradeyi gösterecek bir derece tevafuk etmesi kudretimizle ve sun'umuzla ve kendi kendine tesadüfle olmadığını insafı olan belki şuuru bulunan kabul etmek gerektir.


[20] Sahife 123'de {{Arabi|حِينَ يُنَزَّلُ '''الْقُرْآنُ''' تُبْدَ لَكُمْ}} ayetine bakarlar.
====Üçüncü fark====


==Üçüncü Silsile==
O mübarek tefsir, şerhtir. Âyâtın manalarını ve terkibat-ı nahviyelerini tahlil ve tefsir eder. Bir kelimeyi bir makamda çok tekrar etmeye mecbur olur. Kesretli kelimat her halde bir sahifede tevafuk eder. Fakat tevafuk eğer tam ise ilhamî bir muvaffakıyettir. Noksan ise yalnız müstahsen bir muvaffakıyettir.


[21] Yine sûre-i İsra'nın sahife 285'de {{Arabi|وَإِذَا قَرَأْتَ '''الْقُرآنَ''' جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ حِجَابًا مَسْتوُرًا}} ayeti,
Sözler ve risaleler ise metindirler, şerh ve tefsir değil ki bir makamda bir kelimeyi çok tekrara mecbur olsun. Hem tevafuk geldiği vakit, ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk ediyor. Bundan hissettik ki Lafz-ı Kur'an ile Lafz-ı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm'daki tevafukatın şuâıdır. O iki risaleye ve bir kısım Sözler'e in'ikas etmiş.<ref>On Dokuzuncu Mektub'un On Sekizinci İşareti'nde bir nüshada, bir sahifede dokuz {{Arabi|قرآن}} tevafuk suretinde bulunduğu halde birbirine hat çektik, mecmuunda {{Arabi|محمّد}} lafzı çıktı. O sahifenin mukabilindeki sahifede sekiz {{Arabi|قرآن}} tevafukla beraber, hat çektik, mecmuunda Lafz-ı {{Arabi|اللّٰه}} çıktı. Tevafukta böyle bedî' şeyler çok var.<br />
Bu hâşiyenin mealini gözümüzle gördük.<br />
Bekir, Galib, Tevfik, Süleyman, Said Nursî</ref>


[22] sahife 277'de {{Arabi|فَإِذَا قَرَأْتَ '''الْقُرْآنَ''' فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ}} ayetine tam manidar baktığı gibi,
====Dördüncü fark====


[23] sahife 27'de {{Arabi|'''شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ '''الْقُرْآنُ}} ayetine bakar.
O tefsir-i mübarekin sahifeleri uzundur. Yirmi, yirmi beş satır var. Bazen olur bir kelimeyi yirmi defa tekrar etmiş. Uzun sahifelerde kesretli emsalin içinde nâkıs tevafuku zahir nazara göre tesadüf edilebilir. Halbuki risaleler on iki, on üç satırlı olduğu halde bir kelime kesretli değil, birkaç defa tekrar ediyor. Ekseriyet-i mutlaka ile beşte dördü tevafuk eder. Yalnız bir saatte yazılan bir risalede bir sahifede "şükür" kelimesi on beş defa mukteza-yı makam olarak yerinde tekrar etmiş. Fakat umumu bilâ-istisna üç kısma inkısam edip beşer beşer, birer sırada kemal-i tevafukla sıralanmış. Diğer cihette<ref>Sonra yedi beşe indi, çünkü iki kelime ayrı tevafuk eder. Beraber bulunsa çok seyrek görünür, sun'î zannedilir. Baktık beş kere beş tevafuk oluyor. Beş adedi, benim indimde ehemmiyetli sırrı var.</ref> yedi defa tam bir sırada muvazi gelip bazı nüshada ortasında, diğer nüshada satır başlarında dizilmiş. İşte bu vaziyet bizde şüphe bırakmadı ki bir işaret-i hâssa var.


[24] Sahife 488'de {{Arabi|إِنَّا جَعَلْنَاهُ '''قُرْآنًا''' عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ}} ayetine bakar.
====Beşinci fark====


[25] Sahife 508'de {{Arabi|أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ '''الْقُرْآنَ''' أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا}} ayetine bakar.  
O tefsir-i şerifte Lafzullah ve Resulullah kelimesinde başka bir ıttırad altında değil, bir neskle gitmiyor, manidar görünmüyor. Bazı yedi, sekiz, dokuz emsal varken birbirine bakmıyor. Halbuki risalelerde manidar bir surette, tevafukta bir ıttırad görünüyor. Demek Sözler'deki tevafukatın başka bir hususiyeti var ki öyle oluyor.


[26] Sahife 528, sekizinci satırda {{Arabi|وَلَقَدْ يَسَّرْنَا '''الْقُرْآنَ''' لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُدَّكِرٍ}} ayetine bakar.
===Üçüncü Nükte===


[27] Sonra 530. sahifede {{Arabi|'''الرَّحْمَنُ .. عَلَّمَ '''الْقُرْآنَ}} ayetine bakarlar.
İşaret-i hâssa, işaret-i âmme münasebetiyle bir sırr-ı dakik-i rububiyet ve Rahmaniyete işaret edeceğiz:


==Dördüncü Silsile==
Bir kardeşimin güzel bir sözü var. O sözü, bu meseleye mevzu edeceğim. Sözü de şudur ki: Bir gün güzel bir tevafukatı ona gösterdim, dedi: Güzel! Zaten her hakikat güzeldir. Fakat bu Sözler'deki tevafukat ve muvaffakıyet daha güzeldir.


[28] 376. sahifede {{Arabi|وَإِنَّكَ لَتُلَقَّى '''الْقُرْآنَ''' مِن لَدُنْ حَكِيمٍ عَلِيمٍ}} ayeti,
Ben de dedim: Evet, her şey hakikaten güzeldir ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibarıyla güzeldir. Ve bu güzellik, rububiyet-i âmmeye ve şümul-ü rahmete ve tecelli-i âmmeye bakar. Dediğin gibi bu muvaffakıyetteki işaret-i gaybiye daha güzeldir. Çünkü bu, rahmet-i hâssaya ve rububiyet-i hâssaya ve tecelli-i hâssaya bakar bir surettedir. Bunu bir temsil ile fehme takrib edeceğiz. Şöyle ki:


[29] 439. sahifede {{Arabi|يس وَ'''الْقُرْآنِ''' الْحَكِيمِ}} ayetine bakar.
Bir padişahın umumî saltanatı ve kanunu ile merhamet-i şahanesi umum efrad-ı millete teşmil edilebilir. Her fert, doğrudan doğruya o padişahın lütfuna, saltanatına mazhardır. O suret-i umumiyede, efradın çok münasebat-ı hususiyesi vardır.


[30] Sonra 547. sahifede {{Arabi|لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا '''الْقُرْآنَ''' عَلَى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ}} ayetine tam müvazi bakar.
İkinci cihet, padişahın ihsanat-ı hususiyesidir ve evamir-i hâssasıdır ki umumî kanunun fevkinde, bir ferde ihsan eder, iltifat eder, emir verir.


[31] 212. sahifede {{Arabi|وَمَا كَانَ هَـذَا '''الْقُرْآنُ''' أَنْ يُفْتَرَى مِن دُونِ اللّهِ وَلَـكِنْ تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ}} ayetine tam bakarlar.
İşte bu temsil gibi Zat-ı Vâcibü'l-vücud ve Hâlık-ı Hakîm ve Rahîm'in umumî rububiyet ve şümul-ü rahmeti noktasında her şey hissedardır. Her şeyin hissesine isabet eden cihette, hususi onunla münasebettardır. Hem kudret ve irade ve ilm-i muhitiyle her şeye tasarrufatı, her şeyin en cüz'î işlerine müdahalesi, rububiyeti vardır. Her şey, her şe'ninde ona muhtaçtır. Onun ilim ve hikmetiyle işleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiatın haddi var ki o daire-i tasarruf-u rububiyetinde saklansın ve tesir sahibi olup müdahale etsin ve ne de tesadüfün hakkı var ki o hassas mizan-ı hikmet dairesindeki işlerine karışsın. Risalelerde yirmi yerde kat'î hüccetlerle tesadüfü ve tabiatı nefyetmişiz ve Kur'an kılıncıyla idam etmişiz, müdahalelerini muhal göstermişiz.


==Beşinci Silsile==
Fakat rububiyet-i âmmedeki daire-i esbab-ı zahiriyede, ehl-i gafletin nazarında hikmeti ve sebebi bilinmeyen işlerde, tesadüf namını vermişler. Ve hikmetleri ihata edilmeyen bazı ef'al-i İlahiyenin kanunlarını -tabiat perdesi altında gizlenmiş- görememişler, tabiata müracaat etmişler.


[32] Yine sûre-i İsra'da 289.sahifede {{Arabi|وَنُنَزِّلُ مِنَ '''الْقُرْآنِ''' مَا هُوَ شِفَاء وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ}} den başlar.
İkincisi, hususi rububiyetidir ve has iltifat ve imdad-ı Rahmanîsidir ki umumî kanunların tazyikatı altında tahammül edemeyen fertlerin imdadına Rahmanu'r-Rahîm isimleri imdada yetişirler. Hususi bir surette muavenet ederler, o tazyikattan kurtarırlar. Onun için her zîhayat, hususan insan, her anda ondan istimdad eder ve meded alabilir. İşte bu hususi rububiyetindeki ihsanatı, ehl-i gaflete karşı da tesadüf altına gizlenmez ve tabiata havale edilmez.


[33] 480.sahifede {{Arabi|وَلَوْ جَعَلْنَاهُ '''قُرْآنًا''' أَعْجَمِيًّا لَقَالُوا لَوْلاَ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ}} ayetine bakarlar.
İşte bu sırra binaendir ki İ'caz-ı Kur'an ve Mu'cizat-ı Ahmediye'deki işarat-ı gaybiyeyi, hususi bir işaret telakki ve itikad etmişiz. Ve bir imdad-ı hususi ve muannidlere karşı kendini gösterecek bir inayet-i hâssa olduğunu yakîn ettik. Ve sırf lillah için ilan ettik. Kusur etmişsek Allah affetsin, âmin!


[34] Sonra 482.sahifede {{Arabi|'''وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ '''قُرْآنًا}} ayetine bakar.
{{Arabi|رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا}}


[35] Sonra 529.sahifede {{Arabi|وَلَقَدْ يَسَّرْنَا '''الْقُرْآنَ''' لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُدَّكِرٍ}} ayetine bakarlar.
''Önceki Risale: [[Risale:29. Mektubun 8. Kısmı (RumuzatSemaniye)|29. Mektubun 8. Kısmı (Rumuzat-ı Semaniye)]] &larr; [[Risale:Rumuzat-ı Semaniye|Rumuzat-ı Semaniye]] &rarr; [[Risale:Rumuzat-ı Semaniye Fihristi|Rumuzat-ı Semaniye Fihristi]]: Sonraki Risale''
 
==Altıncı Silsile==
 
[36] sûre-i Hicr'de sahife 266'da {{Arabi|الَّذِينَ جَعَلوُا '''الْقُرْآنَ''' عِضِينَ}} ayeti,
 
[37] sahife 299'da {{Arabi|وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا '''الْقُرْآنِ''' لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ}} ayetine bakar.
 
[38] Sahife 319'da {{Arabi|فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلاَ تَعْجَلْ '''بِالْقُرْآنِ''' مِن قَبْلِ اَنْ يُقْضۤى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا}} ayetine,
 
[39] sahife 395'de {{Arabi|إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ '''الْقُرْآنَ''' لَرَادُّكَ إِلَى مَعَادٍ}} ayetine,
 
[40] hem sahife 505'de {{Arabi|'''نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ '''الْقُرْآنَ}} ayetine,
 
[41] sahife 536'da {{Arabi|إِنَّهُ '''لَقُرْآنٌ''' كَرِيمٌ}} ayetine bakarlar.
 
[42] Hem sahife 287'de {{Arabi|فِي '''القُرْآنِ''' وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلاَّ طُغْيَانًا كَبِيرًا}} ayeti,
 
[43] sahife 90'da {{Arabi|'''أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ '''الْقُرْآنَ}} ayetine,
 
[44] hem sahife 384'de {{Arabi|وَأَنْ أَتْلُوَ '''الْقُرْآنَ''' فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ}} ayetine,
 
[45] hem sahife 573'de {{Arabi|أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ '''الْقُرْآنَ''' تَرْتِيلاً}} ayetine manidar bakarlar.
 
==Yedinci Silsile==
 
[46] Hem sûre-i İsra'da sahife 290'da {{Arabi|قُل لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الإِنسُ وَالْجِنُّ عَلَى أَن يَأْتُوا بِمِثْلِ هَـذَا '''الْقُرْآنِ''' لاَ يَأْتوُنَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا}} ayeti,
 
[47] karşı sahifenin arkasındaki sahife 292'de {{Arabi|وَ'''قُرْآناً''' فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ}} ayetine bakarlar. Fakat aynı satır başında bu nihayetindedir. Tevâfukları matlub iken müstensih bozmuş.
 
[48] Hem sahife 376'da {{Arabi|طَسۤ تِلْكَ آيَاتُ '''الْقُرْآنِ''' وَكِتَابٍ مُبِينٍ}} ayetine bakar.
 
[49] Hem onunla beraber sahife 452'de {{Arabi|صۤ وَ'''الْقُرْآنِ''' ذِي الذِّكْرِ}} ayetine bakar.
 
[50] Hem onunla beraber sahife 282'de {{Arabi|إِنَّ هَـذَا '''الْقُرْآنَ''' يِهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ}}
 
[51] hem sahife 209'da {{Arabi|قَالَ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا ائْتِ '''بِقُرْآنٍ''' غَيْرِ هَـذَا}}
 
[52] hem sahife 129'da {{Arabi|وَاوُحِيَ إِلَيَّ هَذَا '''الْقُرْآنُ''' لأُنذِرَكُم بِهِ}} ayetine tam bakarlar.
 
[53] sûre-i Müzzemmil'de sahife 574'de {{Arabi|'''فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ '''الْقُرْآنِ}} ayeti
 
[54] sahife 589'da {{Arabi|وَإِذَا قُرِئَ عَلَيْهِمُ '''الْقُرْآنُ''' لاَ يَسْجُدُونَ}} ayetine tam bakar.
 
[55] Hem sûre-i Yasin'de sahife 443'de {{Arabi|وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلاَّ ذِكْرٌ وَ'''قُرْآنٌ''' مُبِينٌ}} ayeti,
 
[56] 578'de {{Arabi|إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ '''الْقُرْآنَ''' تَنزِيلاً}}
 
[57] hem sahife 382'de {{Arabi|إِنَّ هَذَا '''الْقُرْآنَ''' يَقُصُّ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ}}
 
[58] hem sahife 361'de {{Arabi|وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلاَ نُزِّلَ عَلَيْهِ '''الْقُرْآنُ''' جُمْلَةً وَاحِدَةً كَذَلِكَ لِنُثَبِّتَ بِهِ فُؤَادَكَ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْتِيلاً}} ayeti,
 
[59] hem sahife 318'de {{Arabi|وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ '''قُرْآنًا''' عَرَبِيًّا}} ayeti,
 
[60] hem sahife 203'te {{Arabi|'''وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنجِيلِ وَ'''الْقُرْآنِ}} ayetine bakar.
 
[61] Hem sûre-i Yusuf'un başında sahife 234'te {{Arabi|'''بِمَا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ هَـذَا '''الْقُرْآنَ}} ayeti,
 
[62] sahife 214'te {{Arabi|وَمَا تَتْلُو مِنْهُ مِن '''قُرْآنٍ''' وَلاَ تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ إِلاَّ كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا}} ayetine bakar.
 
[63] sûre-i Hicr'de sahife 265'de {{Arabi|وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِي وَ'''الْقُرْآنَ''' الْعَظِيمَ}} ayeti,
 
[64] hem sahife 361'de {{Arabi|وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَذَا '''الْقُرْآنَ''' مَهْجُورًا}} ayetine tam bakar.
 
[65] sûre-i Rum'da sahife 409'da {{Arabi|وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا '''الْقُرْآنِ''' مِن كُلِّ مَثَلٍ}} ayeti,
 
[66] sahife 430'da {{Arabi|وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَن نُؤْمِنَ بِهَذَا '''الْقُرْآنِ''' وَلاَ بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ}} ayetine bakar.
 
[67] Sahife 311'de {{Arabi|طه مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ '''الْقُرْآنَ''' لِتَشْقَى}} ayetine bakar.
 
[[Dosya:Rumuzat 1]]
 
[[Dosya:Rumuzat 2]]
 
=İkinci Nükte=
 
Kur'an-ı Hakim'de lafz-ı Resûl'ün zikir ve tekrarındaki esrarın bir-ikisine işaret eder. Şöyle ki: Nasıl ki Kur'an'da lafz-ı Kur'an sûre-i İsra ile sûre-i Kamer'den başlayan sisile-i tevâfuk, Birinci Nükte'de beyan edildiği vecihle bir lem'a-ı i'câziyeyi gösteriyor. Öyle de lafz-ı Resûl, sûre-i Muhammed ve sûre-i Fetih'de مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ den başlayan o kelime ile bize ihtar edilen altı silsile-i tevâfuk çok manidar bir sûrette bir sahife-i vahide hükmünde olan mecmu' Kur'an'da o altı silsile uzanmış birbirine bakıyor.
 
Nasıl ki âyât-ı Kur'aniyedeki hakaikin hakiki tefsîrleri olan Risaletü'n-Nur eczaları içinde Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesi, lafz-ı Resûl-i Ekrem yüzer defa tekrar edildiği hâlde pek nadir istisna ile gayet parlak bir tevâfuku göstermekle menba'-ı mu'cizat olan Zat-ı Risaletin bir unvanı olan Resûl-i Ekrem (A.S.M.) kelimesi dahi o Zati Nuranî'den istifade edip mu'cizane bir keramete mazhar olmuştur.
 
Öyle de, Resûl-i Ekrem Aleyhisselatu Vesselam'ın ferman ve bürhanRisaleti olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'da Lafz-ı Resûl tekrarının ve o lafzı tekrar eden âyetlerde mu'cizane suri ve manevi tevâfukât var. Lafız birbirine baktığı gibi âyetler manaca birbirine o kadar kuvvetle isbat eder, tekmil eder; dikkat eden katiyyen anlar ki; tesadüf işi olmadığı gibi fikr-i beşerin düşünüşü de olamaz. İşte numune için sûre-i Muhammed (A.S.M.) ve sûre-i Fetih'ten başlayan, Risalet-i Muhanımediyeyi (A.S.M.) gösteren silsilelerin birincisi: sûre-i Fetih'teki مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ dan başlar. Yirmisekiz ayette lafz-ı Resûl zikredilmiş, birbiri üstünde bir satırda düşer. Yalnız hattın adem-i intizamından bazılarında az inhiraf var. âyetler dahi o kadar manidar birbirine bakar ki, dikkat eden hayret eder.
 
==Birinci Silsile , Birinci Satır==
 
[1] (514) مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ
 
[2] (475) وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلاً مَنْ قَبْلِكَ مِنْهُم مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ
 
[3] (422) وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللهُ وَ رَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُبِينًا
 
[4] (421) وَمَن يَقْنُتْ مِنكُنَّ ِللهِ وَ رَسُولِهِ وَتَعْمَلْ صَالِحًا نُؤْتِهَا أَجْرَهَا مَرَّتَيْنِ وَأَعْتَدْنَا
 
[5] (399) وَلَمَّا جَاءتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى
 
[6] (358) إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللهِ وَ رَسُولِهِ وَإِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلَى أَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتَّى يَسْتَأْذِنُوهُ
 
[7] (356) قُلْ أَطِيعُوا اللهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ
 
[8] (323) وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ إِلاَّ نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنَا فَاعْبُدُونِ
 
[9] (256) قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ إِنْ نَحْنُ إِلاَّ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلَـكِنَّ اللهَ يَمُنُّ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ
 
[10] (196) وَاللهُ وَرَسُولُهُ أَحَقُّ أَنْ يُرْضُوهُ إِنْ كَانوُا مُؤْمِنِينَ
 
[11] (187) كَيْفَ يَكُونُ لِلْمُشْرِكِينَ عَهْدٌ عِنْدَ اللهِ وَعِنْدَ رَسُولِهِ
 
[12] (182) وَأَطِيعُواْ اللهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُوا
 
[13] (181) وَاعْلَمُوا أَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَأَنَّ لِلّهِ خُمُسَهُ وَ لِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ
 
[14] (125) يَوْمَ يَجْمَعُ اللهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَا اُجِبْتُمْ قَالُوا لاَ عِلْمَ لَنَا إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ
 
[15] (124) وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنزَلَ اللهُ وَإِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ شَيْئًا وَلاَ يَهْتَدُونَ
 
[16] (121) وَإِذَا سَمِعُوا مَا أُنزِلَ إِلَى الرَّسُولِ تَرَى أَعْيُنَهُمْ تَفِيضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّ
 
[17] (90) مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
 
[18] (62) وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَأَنتُمْ تُتْلَى عَلَيْكُمْ آيَاتُ اللهِ وَفِيكُمْ رَسُولُهُ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
 
[19] (56) رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنزَلَتْ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ
 
[20] (41) تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِنْهُم مَنْ كَلَّمَ اللهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ
 
[21] (522) كَذَلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِنْ رَسُولٍ إِلاَّ قَالوُا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
 
[22] (539) وَالَّذِينَ آمَنُوا بِاللهِ وَرُسُلِهِ اوُلَئِكَ هُمُ الصِّدِّيقُونَ وَالشُّهَدَاءُ عِنْدَ رَبِّهِمْ لَهُمْ أَجْرُهُمْ وَنوُرُهُمْ
 
[23] (540) لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ
 
[24] (543) يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نَاجَيْتُمُ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَةً ذَلِكَ خَيْرٌ لَكُمْ وَأَطْهَرُ فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فَإِنَّ اللهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ
 
[25] (545) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ شَاقُّوا اللهَ وَرَسُولَهُ وَمَنْ يُشَاقِّ اللَّهَ فَإِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
 
[26] (551) وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللهِ إِلَيْكُم مُّصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ
 
[27] (554) وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللهِ لَوَّوْا رُؤُسَهُمْ وَرَأَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ وَهُم مُسْتَكْبِرُونَ
 
[28] (566) فَعَصَوْا رَسُولَ رَبِّهِمْ فَأَخَذَهُمْ أَخْذَةً رَابِيَةً
 
==İkinci Silsile - Ondördüncü Satır==
 
[29] (513) هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفَى بِاللهِ شَهِيدًا
 
[30] (495) وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَاءَهُمْ رَسُولٌ كَرِيمٌ
 
[31] (491) وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَقَالَ إِنِّي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
 
[32] (290) قُل لَوْ كَانَ فِي الأَرْضِ مَلآئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنِّينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِم مِنَ السَّمَاء مَلَكًا رَسُولاً
 
[33] (201) وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِ أَلاَ إِنَّهَا قُرْبَةٌ لَهُمْ سَيُدْخِلُهُمُ اللّهُ فِي رَحْمَتِهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ
 
[34] (199) وَإِذَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ أَنْ آمِنُوا بِاللّهِ وَجَاهِدُواْ مَعَ رَسُولِهِ اسْتَأْذَنَكَ اوُلُوا الطَّوْلِ مِنْهُمْ وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُن مَعَ الْقَاعِدِينَ
 
[35] (194) وَمَا مَنَعَهُمْ أَنْ تُقْبَلَ مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ إِلاَّ أَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّهِ وَبِرَسُولِهِ وَلاَ يَاْتوُنَ الصَّلاَةَ إِلاَّ وَهُمْ كُسَالَى وَلاَ يُنفِقُونَ إِلاَّ وَهُمْ كَارِهُونَ
 
[36] (189) ثُمَّ أَنَزلَ اللهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَنزَلَ جُنُودًا لَمْ تَرَوْهَا
 
[37] (187) أَلاَ تُقَاتِلُونَ قَوْمًا نَكَثُوا أَيْمَانَهُمْ وَهَمُّوا بِإِخْرَاجِ الرَّسُولِ وَهُم بَدَؤُكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ أَتَخْشَوْنَهُمْ فَاللّهُ أَحَقُّ أَنْ تَخْشَوْهُ إِنْ كُنْتُمْ مُؤُمِنِينَ
 
[38] (154) وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي هَدَانَا لِهَـذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلاَ أَنْ هَدَانَا اللّهُ لَقَدْ جَاءتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ
 
[39] (142) اَللهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُ
 
[40] (118) لَقَدْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَأَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ رُسُلاً كُلَّمَا جَاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لاَ تَهْوَى أَنْفُسُهُمْ فَرِيقًا كَذَّبُوا وَفَرِيقًا يَقْتُلُونَ
 
[41] (86) يَاۤ اَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوۤا اَطِيعُوا اللَّهَ وَاَطِيعُوا الرَّسُولَ وَاُولِى الاَمْرِ مِنْكُمْ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ فِى شَىْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللَّهِ وَ الرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُوءْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الاَخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَاْوِيلا
 
[42] (78) وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُهِينٌ
 
[43] (514) اِنَّ الَّذِينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللهِ اُولۤئِكَ الَّذِينَ امْتَحَنَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوَى لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظِيمٌ
 
[44] (517) وَاَصْحَابُ الاَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَعِيدِ
 
[45] (543) اِنَّ الَّذِينَ يُحَاۤدُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُۤ اُولۤئِكَ فِى الاَذَلِّينَ
 
[46] (550) وَاِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ لِمَ تُوءْذُونَنِى وَقَدْ تَعْلَمُونَ اَنِّى رَسُولُ اللَّهِ اِلَيْكُمْ فَلَمَّا زَاغُوۤا اَزَاغَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ وَاللَّهُ لا يَهْدِى الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
 
[47] (594) فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ نَاقَةَ اللَّهِ وَسُقْيَيهَا
 
==Üçüncü Silsile - Onbirinci Satır==
 
[48] (513) لَقَدْ صَدَقَ اللهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَاۤءَ اللهُ اَمِنِينَ
 
[49] (495) اَنَّى لَهُمُ الذِّكْرَى وَقَدْ جَاۤءَهُمْ رَسُولٌ مُبِينٌ
 
[50] (373) اِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ اَمِينٌ
 
[51] (361) وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ اِنَّ قَوْمِى اتَّخَذُوا هَذَا الْقُرْاَنَ مَهْجُورًا
 
[52] (355) اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُوءْمِنِينَ اِذَا دُعُوۤا اِلَى اللهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاُولۤئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
 
[53] (340) وَجَاهِدُوا فِى اللهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَاجْتَبَيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِى الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِلَّةَ اَبِيكُمْ اِبْرَهِيمَ هُوَ سَمَّيكُمُ الْمُسْلِمِينَ مِنْ قَبْلُ وَفِى هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاۤءَ عَلَى النَّاسِ فَاَقِيمُوا الصَّلَوةَ وَاَتُوا الزَّكَوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللهِ هُوَ مَوْلَيكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
 
[54] (313) فَاْتِيَاهُ فَقُولاۤ اِنَّا رَسُولاً رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَنِىۤ اِسْرَاۤئِيلَ وَلا تُعَذِّبْهُمْ قَدْ جِئْنَاكَ بِاَيَةٍ مِنْ رَبِّكَ وَالسَّلامُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى
 
[55] (290) قُلْ سُبْحَانَ رَبِّى هَلْ كُنْتُ اِلا بَشَرًا رَسُولاً
 
[56] (255) قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِى اللهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُوءَخِّرَكُمْ اِلۤى اَجَلٍ مُسَمًّى
 
[57] (206) لَقَدْ جَاۤءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُوءْمِنِينَ رَوءُفٌ رَحِيمٌ
 
[58] (199) وَلا تُصَلِّ عَلۤى اَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ اَبَدًا وَلا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ
 
[59] (169) قُلْ يَاۤ اَيُّهَا النَّاسُ اِنِّى رَسُولُ اللهِ اِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِى لَهُ مُلْكُ السَّمَوَاتِ وَالاَرْضِ لاۤاِلَهَ اِلا هُوَ يُحْيِ وَيُمِيتُ فَاَمِنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ الاُمِّىِّ الَّذِى يُوءْمِنُ بِاللهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
 
[60] (116) اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ اَمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَوةَ وَيُوءْتُونَ الزَّكَوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
 
[61] (78) تِلْكَ حُدُودُ اللهِ وَمَنْ يُطِعِ اللهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا الاَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
 
[62] (72) وَمَا كَانَ اللهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلَكِنَّ اللهَ يَجْتَبِى مِنْ رُسُلِهِ مَنْ يَشَاۤءُ فَاَمِنُوا بِاللهِ وَرُسُلِهِ وَاِنْ تُوءْمِنُوا وَتَتَّقُوافَلَكُمْ اَجْرٌ عَظِيمٌ
 
[63] (46) فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَاْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللهِ وَرَسُولِهِ وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُوءُسُ اَمْوَالِكُمْ لا تَظْلِمُونَ وَلا تُظْلَمُونَ
 
[64] (540) يَاۤ اَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا اتَّقُوا اللهَ وَاَمِنُوا بِرَسُولِهِ يُوءْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِنْ رَحْمَتِهِ وَيَجْعَلْ لَكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِهِ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ
 
[65] (541) ذَلِكَ لِتُوءْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتِلْكَ حُدُودُ اللهِ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ اَلِيمٌ
 
[66] (545) لِلْفُقَرَاۤءِ الْمُهَاجِرِينَ الَّذِينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلا مِنَ اللهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللهَ وَرَسُولَهُ اُولۤئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
 
==Dördüncü Silsile - Yedinci Satır==
 
[67] (511) بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُوءْمِنُونَ اِلۤى اَهْلِيهِمْ اَبَدًا وَزُيِّنَ ذَلِكَ فِى قُلُوبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِ وَكُنْتُمْ قَوْمًا بُورًا
 
[68] (474) اَلَّذِينَ كَذَّبُوا بِالْكِتَابِ وَبِمَاۤ اَرْسَلْنَا بِهِ رُسُلَنَا فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
 
[69] (465) وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَاۤ اَلَمْ يَاْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ اَيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَاۤءَ يَوْمِكُمْ هَذَا
 
[70] (397) وَاِنْ تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاغُ الْمُبِينُ
 
[71] (355) وَاِذَا دُعُوۤا اِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اِذَا فَرِيقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ
 
[72] (337) وَمَاۤ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلا نَبِىٍّ اِلاۤ اِذَا تَمَنَّىۤ اَلْقَى الشَّيْطَانُ فِۤى اُمْنِيَّتِهِ فَيَنْسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِى الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
 
[73] (253) وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً وَمَاكَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَاْتِىَ بِآيَةٍ اِلا بِاِذْنِ اللَّهِ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ
 
[74] (213) وَلِكُلِّ اُمَّةٍ رَسُولٌ فَاِذَا جَاۤءَ رَسُولُهُمْ قُضِىَ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ وَهُمْ لا يُظْلَمُونَ
 
[75] (200) وَقَعَدَ الَّذِينَ كَذَبُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ سَيُصِيبُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ
 
[76] (196) وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُ قُلْ اَبِاللَّهِ وَاۤيَاتِهِ وَرَسُولِهِ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِوءُنَ
 
[77] (190) قَاتِلُوا الَّذِينَ لا يُوءْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلا بِالْيَوْمِ الاَخِرِ وَلا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَلا يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ
 
[78] (178) يَاۤ اَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوۤا اَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَ
 
[79] (123) مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلا الْبَلاغُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ
 
[80] (108) وَقَالَ اللهُ اِنِّى مَعَكُمْ لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلَوةَ وَاَتَيْتُمُ الزَّكَوةَ وَاَمَنْتُمْ بِرُسُلِى وَعَزَّرْتُمُوهُمْ
 
[81] رُسُلاً مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ لِئَلا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللهُ عَزِيزًا حَكِيمًا
 
[82] (99) يَاۤاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوۤا اَمِنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِى نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِۤى اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللهِ وَمَلۤئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الاَخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلالاً بَعِيدًا
 
[83] (90) وَاِذَا جَاۤءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِهِ وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلۤى اُولِى الاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْ
 
[84] (60) كَيْفَ يَهْدِى اللهُ قَوْمًا كَفَرُوا بَعْدَ اِيمَانِهِمْ وَشَهِدُوۤا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَاۤءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَاللهُ لا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
 
[85] (554) يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَاۤ اِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الاَعَزُّ مِنْهَا الاَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُوءْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لا يَعْلَمُونَ
 
==Beşinci Silsile - Altıncı Satır==
 
[86] (509) يَاۤ اَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوۤا اَطِيعُوا اللَّهَ وَاَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلا تُبْطِلُوۤا اَعْمَالَكُمْ
 
[87] (494) اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَيهُمْ بَلَى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ
 
[88] (436) وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ جَاۤءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُنِيرِ
 
[89] (362) وَقَوْمَ نُوحٍ لَمَّا كَذَّبُوا الرُّسُلَ اَغْرَقْنَاهُمْ وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ اۤيَةً وَاَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ عَذَابًا اَلِيمًا
 
[90] (355) وَيَقُولُونَ اۤمَنَّا بِاللهِ وَ بِالرَّسُولِ وَاَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِنهُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ وَمَاۤ اُولۤئِكَ بِالْمُوءْمِنِينَ
 
[91] (205) مَاكَانَ لاَهْلِ الْمَدِينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الاَعْرَابِ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللهِ وَلا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِهِ ذَلِكَ بِاَنَّهُمْ لا يُصِيبُهُمْ ظَمَاٌ وَلا نَصَبٌ وَلا مَخْمَصَةٌ فِى سَبِيلِ اللهِ وَلا يَطَوءُنَ مَوْطِئًا يَغِيظُ الْكُفَّارَ وَلا يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَيْلا اِلا كُتِبَ لَهُمْ بِهِ عَمَلٌ صَالِحٌ اِنَّ اللهَ لا يُضِيعُ اَجْرَ الْمُحْسِنِينَ
 
[92] (186) وَاَذَانٌ مِنَ اللهِ وَرَسُولِهِۤ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الاَكْبَرِ اَنَّ اللَّهَ بَرِۤىءٌ مِنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوۤا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِى اللهِ وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَلِيمٍ
 
[93] (157) قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بِى ضَلالَةٌ وَلَكِنِّى رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ
 
[94] (122) وَاَطِيعُوا اللهَ وَاَطِيعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُوا فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوۤا اَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاغُ الْمُبِينُ
 
[95] (112) اِنَّمَا جَزۤوءُا الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِى الاَرْضِ فَسَادًا اَنْ يُقَتَّلُوۤا اَوْ يُصَلَّبُوۤا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْدِيهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الاَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْىٌ فِى الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِى الاَخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
 
[96] (537) اۤمِنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ وَاَنْفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُمْ مُسْتَخْلَفِينَ فِيهِ فَالَّذِينَ اۤمَنُوا مِنْكُمْ وَاَنْفَقُوا لَهُمْ اَجْرٌ كَبِيرٌ
 
[97] (542) اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذِينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوَى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَيَتَنَاجَوْنَ بِالاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَاِذَا جَاۤؤُكَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللهُ وَيَقُولُونَ فِۤى اَنْفُسِهِمْ لَوْلا يُعَذِّبُنَا اللهُ بِمَا نَقُولُ حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمَصِيرُ
 
[98] (545) مَاۤ اَفَاۤءَ اللهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ اَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَ لِلرَّسُولِ وَلِذِى الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَىْ لايَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الاَغْنِيَاۤءِ مِنْكُمْ وَمَاۤ اۤتَيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَاتَّقُوا اللهَ اِنَّ اللهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
 
[99] (551) هُوَ الَّذِۤى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
 
==Altıncı Silsile - Dördüncü Satır==
 
[100] (509) اِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللهِ وَشَاۤقُّوا الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَاتَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَى لَنْ يَضُرُّوا اللهَ شَيْئًا وَسَيُحْبِطُ اَعْمَالَهُمْ
 
[101] (477) اِذْ جَاۤءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ اَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ اَلا تَعْبُدُوۤا اِلا اللهَ قَالُوا لَوْ شَاۤءَ رَبُّنَا لاَنْزَلَ مَلۤئِكَةً فَاِنَّا بِمَاۤ اُرْسِلْتُمْ بِهِ كَافِرُونَ
 
[102] (372) اِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ اَمِينٌ
 
[103] (270) وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِى كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولاً اَنِ اعْبُدُوا اللهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُوا فِى الاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
 
[104] (260) رَبَّنَاۤ اَخِّرْنَاۤ اِلۤى اَجَلٍ قَرِيبٍ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَ اَوَلَمْ تَكُونُوۤا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَالَكُمْ مِنْ زَوَالٍ
 
[105] (199) فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلافَ رَسُولِ اللهِ وَكَرِهُوۤا اَنْ يُجَاهِدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فِى سَبِيلِ اللَّهِ وَقَالُوا لا تَنْفِرُوا فِى الْحَرِّ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ اَشَدُّ حَرًّا لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ
 
[106] (198) وَمَا نَقَمُوۤا اِلاۤ اَنْ اَغْنَيهُمُ اللهُ وَرَسُولُهُ مِنْ فَضْلِهِ فَاِنْ يَتُوبُوا يَكُ خَيْرًا لَهُمْ
 
[107] (179) يَاۤ اَيُّهَا الَّذِينَ اۤمَنُوا لا تَخُونُوا اللهَ وَ الرَّسُولَ وَتَخُونُوۤا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
 
[108] (134) وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةً حَتَّىۤ اِذَا جَاۤءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لا يُفَرِّطُونَ
 
[109] (112) وَلَقَدْ جَاۤءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اِنَّ كَثِيرًا مِنْهُمْ بَعْدَ ذَلِكَ فِى الاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
 
[110] (104) عَلَى اللهِ اِلا الْحَقَّ اِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللهِ وَكَلِمَتُهُ اَلْقَيهَاۤ اِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُ فَاۤمِنُوا بِاللهِ وَرُسُلِهِ
 
[111] (103) وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلاً لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللَّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا
 
[112] (102) وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَكِنْ شُبِّهَ لَهُمْ
 
[113] (101) اِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ اَنْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللهِ وَرُسُلِهِ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ اَنْ يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً
 
[114] (96) وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُوءْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاۤءَتْ مَصِيرًا
 
[115] (16) اَمْ تُرِيدُونَ اَنْ تَسْئَلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِل مُوسَى مِنْ قَبْلُ وَمَنْ يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالاِيمَانِ فَقَد ضَلَّ سَوَۤاءَ السَّبِيلِ
 
[116] (515) وَاعْلَمُوۤا اَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِى كَثِيرٍ مِنَ الاَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَكِنَّ اللهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الاِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِى قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ اُولۤئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ
 
[117] (545) وَمَاۤ اَفَاۤءَ اللهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْهُمْ فَمَاۤ اَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلا رِكَابٍ وَلَكِنَّ اللهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلَى مَنْ يَشَاۤءُ وَاللهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
 
[118] (556) وَاَطِيعُوا اللهَ وَاَطِيعُوا الرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاِنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاغُ الْمُبِينُ
 
==Yedinci Silsile - Beşinci Satır==
 
[119] (512) وَمَنْ يُطِعِ اللهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا الاَنْهَارُ وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا اَلِيمًا
 
[120] (426) يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِى النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَاۤ اَطَعْنَا اللَّهَ وَاَطَعْنَا الرَّسُولاً
 
[121] (358) لاَ تَجْعَلُوا دُعَاۤءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاۤءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا قَدْ يَعْلَمُ اللهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًا فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِهِۤ اَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ
 
[122] (343) فَاَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ اَنِ اعْبُدُوا اللهَ مَالَكُمْ مِنْ اِلَهٍ غَيْرُهُ اَفَلا تَتَّقُونَ
 
[123] (340) اَللهُ يَصْطَفِى مِنَ الْمَلۤئِكَةِ رُسُلاً وَمِنَ النَّاسِ اِنَّ اللهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
 
[124] (279) وَلَقَدْ جَاۤءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
 
[125] (188) اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللهِ وَلاَ رَسُولِهِ وَلاَ الْمُؤْمِنِينَ وَلِيجَةً وَاللهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
 
[126] (186) وَاَذَانٌ مِنَ اللهِ وَرَسُولِهِۤ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الاَكْبَرِ اَنَّ اللَّهَ بَرِۤىءٌ مِنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوۤا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِى اللهِ وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَلِيمٍ
 
[127] (176) يَسْئَلُونَكَ عَنِ الاَنْفَالِ قُلِ الاَنْفَالُ لِلَّهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُوا اللهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ وَاَطِيعُوا اللهَ وَرَسُولَهُۤ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
 
[128] (169) اَلَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِىَّ الاُمِّىَّ الَّذِى يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِى التَّوْرَيةِ وَالاِنْجِيلِ يَاْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَاۤئِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالاَغْلالَ الَّتِى كَانَتْ عَلَيْهِمْ فَالَّذِينَ اۤمَنُوا بِهِ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذِىۤ اُنْزِلَ مَعَهُۤ اُولۤئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
 
[129] (122) وَاَطِيعُوا اللَّهَ وَاَطِيعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُوا فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوۤا اَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاغُ الْمُبِينُ
 
[130] (118) يَاۤ اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَاۤ اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ اِنَّ اللهَ لا يَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
 
[131] (110) يَاۤ اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاۤءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلَى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَاجَاۤءَنَا مِنْ بَشِيرٍ وَلا نَذِيرٍ فَقَدْ جَاۤءَكُمْ بَشِيرٌ وَنَذِيرٌ وَاللهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
 
[132] (109) يَاۤ اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاۤءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيرًا مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَثِيرٍ قَدْ جَاۤءَكُمْ مِنَ اللهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبِينٌ
 
[133] (99) يَاۤاَيُّهَا الَّذِينَ اۤمَنُوۤا اۤمِنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِى نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِۤى اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللهِ وَمَلۤئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الاَخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
 
[134] (88) وَمَنْ يُطِعِ اللهَ وَالرَّسُولَ فَاُولۤئِكَ مَعَ الَّذِينَ اَنْعَمَ اللهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّنَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاۤءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ اُولۤئِكَ رَفِيقًا
 
[135] (87) وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلَى مَاۤ اَنْزَلَ اللهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًا
 
[136] (73) اَلَّذِينَ قَالُوۤا اِنَّ اللهَ عَهِدَ اِلَيْنَاۤ اَلا نُوءْمِنَ لِرَسُولٍ حَتَّى يَاْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَاْكُلُهُ النَّارُ قُلْ قَدْ جَاۤءَكُمْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِى بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذِى قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
 
[137] (67) وَمَا مُحَمَّدٌ اِلا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ اَفَائِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلۤى اَعْقَابِكُمْ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلَى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِى اللهُ الشَّاكِرِينَ
 
[138] (53) قُلْ اَطِيعُوا اللهَ وَالرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللَّهَ لا يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
 
[139] (552) هُوَ الَّذِى بَعَثَ فِى الاُمِّيِّنَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اۤيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِى ضَلالٍ مُبِينٍ
 
==Sekizinci Silsile - Dördüncü Satır==
 
[140] (511) وَمَنْ لَمْ يُوءْمِنْ بِاللهِ وَرَسُولِهِ فَاِنَّاۤ اَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَعِيرًا
 
[141] (371) اِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ اَمِينٌ
 
[142] (361) وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَى يَدَيْهِ يَقُولُ يَالَيْتَنِى اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلاً
 
[143] (345) اَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ
 
[144] (344) يَاۤ اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلوُا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلوُا صَالِحًا اِنِّى بِمَا تَعْمَلوُنَ عَلِيمٌ
 
[145] (260) فَلا تَحْسَبَنَّ اللهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ رُسُلَهُ اِنَّ اللهَ عَزِيزٌ ذُوانْتِقَامٍ
 
[146] (255) اَلَمْ يَاْتِكُمْ نَبَوءُا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِنْ بَعْدِهِمْ لا يَعْلَمُهُمْ اِلا اللهُ جَاۤءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّوۤا اَيْدِيَهُمْ فِۤى اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُوۤا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَاۤ اُرْسِلْتُمْ بِهِ وَاِنَّا لَفِى شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَنَاۤ اِلَيْهِ مُرِيبٍ
 
[147] (252) وَلَقَدِ اسْتُهْزِىءَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ
 
[148] (227) وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاۤيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُوۤا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ
 
[149] (219) ثُمَّ نُنَجِّى رُسُلَنَا وَالَّذِينَ اۤمَنُوا كَذَلِكَ حَقًّا عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُوءْمِنِينَ
 
[150] (200) لَيْسَ عَلَى الضُّعَفَاۤءِ وَلا عَلَى الْمَرْضَى وَلاعَلَى الَّذِينَ لايَجِدُونَ مَا يُنْفِقُونَ حَرَجٌ اِذَا نَصَحُوا لِلَّهِ وَرَسُولِهِ مَا عَلَى الْمُحْسِنِينَ مِنْ سَبِيلٍ وَاللهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ
 
[151] (195) وَلَوْ اَنَّهُمْ رَضُوا مَاۤ اۤتَيهُمُ اللهُ وَرَسُولُهُ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللهُ سَيُؤْتِينَا اللهُ مِنْ فَضْلِهِ وَرَسُولُهُۤ اِنّاَۤ اِلَى اللهِ رَاغِبُونَ
 
[152] (153) يَا بَنِىۤ اۤدَمَ اِمَّا يَاْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اۤيَاتِى فَمَنِ اتَّقَى وَاَصْلَحَ فَلا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاهُمْ يَحْزَنُونَ
 
[153] (48) اۤمَنَ الرَّسُولُ بِمَاۤ اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُوءْمِنُونَ كُلٌّ اَمَنَ بِاللهِ وَمَلۤئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِهِ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَصِيرُ
 
[154] (14) مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلَّهِ وَمَلۤئِكَتِهِ وَرُسُلِهِ وَجِبْرِيل وَمِيكَالَ فَاِنَّ اللهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِرِينَ
 
[155] (513) اِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِى قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُوءْمِنِينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى وَكَانُوۤا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَا وَكَانَ اللهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمًا
 
[156] (516) اِنَّمَا الْمُوءْمِنُونَ الَّذِينَ اۤمَنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فِى سَبِيلِ اللهِ اُولۤئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
 
[157] (539) سَابِقُوۤا اِلَى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَاۤءِ وَالاَرْضِ اُعِدَّتْ لِلَّذِينَ اۤمَنُوا بِاللهِ وَرُسُلِهِ ذَلِكَ فَضْلُ اللهِ يُوءْتِيهِ مَنْ يَشَاۤءُ وَاللهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
 
[158] (542) يَاۤ اَيُّهَا الَّذِينَ اۤمَنُوۤا اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلا تَتَنَاجَوْا بِالاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللهَ الَّذِۤى اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
 
[159] (553) اِذَا جَاۤءَكَ الْمُنَافِقُونَ قَالُوا نَشْهَدُ اِنَّكَ لَرَسُولُ اللهِ وَاللهُ يَعْلَمُ اِنَّكَ لَرَسُولُهُ وَاللهُ يَشْهَدُ اِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَكَاذِبُونَ
 
[160] (572) اِلاَّ بَلاغًا مِنَ اللهِ وَرِسَالاتِهِ وَمَنْ يَعْصِ اللهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَاۤ اَبَدًا
 
[[Dosya:Rumuzat 3]]
 
 
==İhtar==
 
Lafz-ı Resûl'deki nükte-i azimenin beyanında yüzaltmış âyet yazıldı. İşbu âyetlerin hasiyeti pek azim olmakla beraber mana cihetiyle birbirini isbat ve tekmil ettiğinden çok manidar olduğu için muhtelif âyâtı hıfzetmek veya okumak arzusunda bulunanlara bir Hizb-i Kur'anî olduğu gibi, Kur'an kelimesindeki nükte-i azimenin beyanında altmışdokuz âyât-ı azimenin derece-i belâgatı pek fevkalade ve kuvvet-i cezaleti çok ulvidir. Bu da ikinci bir Hizb-i Kur'anî olarak ihvana tavsiye edilir.
 
Yalnız, Kur'an kelimesi yedi silsile-i Kur'an'da mevcut olup umum o kelimeyi tutmuş hariç iki kalmış, o da kıraat manasında olduğundan o huruc nükteye kuvvet vermiştir.
 
Resûl lafzı ise, o kelime ile en ziyade münasebetdar sûreler içinde sûre-i Muhammed (A.S.M) ile sûre-i Fetih olduğundan o iki sûreden çıkan silsilelere hasretiğimizden hariç kalan Resûl lafzı şimdilik dercedilmemiştir. Vakit müsaade etse bundaki esrar yazılacaktır. İnşaallah.
 
''Önceki Risale: [[Risale:Üçüncü Parça (Rumuzat-ı Semaniye)|Üçüncü Parça: 29.Mektubun 3.Kısmı]] &larr; [[Risale:Rumuzat-ı Semaniye|Rumuzat-ı Semaniye]] &rarr; [[Risale:Beşinci Parça (Rumuzat-ı Semaniye)|Beşinci Parça: 29.Mektubun 8.Kısmı]]: Sonraki Risale''

17.34, 6 Temmuz 2024 itibarı ile sayfanın şu anki hâli

Önceki Risale: 29. Mektubun 8. Kısmı (Rumuzat-ı Semaniye)Rumuzat-ı SemaniyeRumuzat-ı Semaniye Fihristi: Sonraki Risale

Yirmi Sekizinci Mektub'un Yedinci Meselesindeki Mahremce Bir Suale Cevap[değiştir]

(Makam münasebetiyle buraya alınmıştır.)

Şu sırr-ı inayet eskiden mahremce yazılmış, On Dördüncü Söz'ün âhirine ilhak edilmişti. Her nasılsa ekser müstensihler unutup yazmamışlardı. Demek münasip ve lâyık mevkii burası imiş ki gizli kalmış.

Benden sual ediyorsun: "Neden senin Kur'an'dan yazdığın Sözler'de bir kuvvet, bir tesir var ki müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren bulunur. Bazen bir satırda, bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede, bir kitap kadar tesir bulunuyor?"

Elcevap: -Güzel bir cevaptır- Şeref, i'caz-ı Kur'an'a ait olduğundan ve bana ait olmadığından bilâ-perva derim: Ekseriyet itibarıyla öyledir. Çünkü yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir, teslim değil imandır, marifet değil şehadettir şuhuddur, taklit değil tahkiktir, iltizam değil iz'andır, tasavvuf değil hakikattir, dava değil dava içinde bürhandır.

Şu sırrın hikmeti budur ki: Eski zamanda, esasat-ı imaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa beyanatları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda dalalet-i fenniye, elini esasata ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devayı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zat-ı Zülcelal, Kur'an-ı Kerîm'in en parlak mazhar-ı i'cazından olan temsilatından bir şulesini; acz ve zaafıma, fakr u ihtiyacıma merhameten hizmet-i Kur'an'a ait yazılarıma ihsan etti.

Felillahi'l-hamd sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatler gayet yakın gösterildi.

Hem sırr-ı temsil cihetü'l-vahdetiyle, en dağınık meseleler toplattırıldı.

Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi.

Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-i gaybiyeye, esasat-ı İslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hasıl oldu. Akıl ile beraber vehm ü hayal, hattâ nefis ve heva teslime mecbur olduğu gibi şeytan dahi teslim-i silaha mecbur oldu.

Elhasıl: Yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa ancak temsilat-ı Kur'aniyenin lemaatındandır. Benim hissem, yalnız şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gayet aczimle tazarruumdur. Dert benimdir, deva Kur'an'ındır.

Yedinci Mesele'nin Hâtimesidir[değiştir]

Sekiz inayet-i İlahiye suretinde gelen işarat-ı gaybiyeye dair gelen veya gelmek ihtimali olan evhamı izale etmek ve bir sırr-ı azîm-i inayeti beyan etmeye dairdir.

Şu Hâtime dört nüktedir:

Birinci Nükte[değiştir]

Yirmi Sekizinci Mektub'un Yedinci Mesele'sinde yedi sekiz küllî ve manevî inayat-ı İlahiyeden hissettiğimiz bir işaret-i gaybiyeyi "Sekizinci İnayet" namıyla "tevafukat" tabiri altındaki nakışta o işaratın cilvesini gördüğümüzü iddia etmiştik. Ve iddia ediyoruz ki: Bu yedi sekiz küllî inayatlar, o derece kuvvetli ve kat'îdirler ki her birisi tek başıyla o işarat-ı gaybiyeyi ispat eder. Farz-ı muhal olarak bir kısmı zayıf görülse hattâ inkâr edilse o işarat-ı gaybiyenin kat'iyetine halel vermez. O sekiz inayatı inkâr edemeyen, o işaratı inkâr edemez.

Fakat tabakat-ı nâs muhtelif olduğu hem kesretli tabaka olan tabaka-i avam gözüne daha ziyade itimat ettiği için; o sekiz inayatın içinde en kuvvetlisi değil belki en zahirîsi tevafukat olduğundan -çendan ötekiler daha kuvvetli fakat bu daha umumî olduğu için- ona gelen evhamı def'etmek maksadıyla bir muvazene nevinden, bir hakikati beyan etmeye mecbur kaldım. Şöyle ki:

O zahirî inayet hakkında demiştik: Yazdığımız risalelerde, "Kur'an" kelimesi ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm kelimesinde öyle bir derece tevafukat görünüyor; hiçbir şüphe bırakmıyor ki bir kasd ile tanzim edilip muvazi bir vaziyet verilir. Kasd ve irade ise bizlerin olmadığına delilimiz, üç dört sene sonra muttali olduğumuzdur. Öyle ise bu kasd ve irade, bir inayet eseri olarak gaybîdir. Sırf i'caz-ı Kur'an ve i'caz-ı Ahmediyeyi teyid suretinde o iki kelimede tevafuk suretinde o garib vaziyet verilmiştir.

Bu iki kelimenin mübarekiyeti, i'caz-ı Kur'an ve i'caz-ı Ahmediyeye bir hâtem-i tasdik olmakla beraber; sair misil kelimeleri dahi ekseriyet-i azîme ile tevafuka mazhar etmişler. Fakat onlar, birer sahifeye mahsus. Şu iki kelime, bir iki risalenin umumunda ve ekser risalelerde görünüyor. Fakat mükerrer demişiz: Bu tevafukun aslı, sair kitaplarda da çok bulunabilir; amma kasd ve irade-i âliyeyi gösterecek bu derece garabette değildir.

Şimdi bu davamızı çürütmek kabil olmadığı halde, zahir nazarlarda çürümüş gibi görmekte bir iki cihet olabilir:

Birisi: "Sizler düşünüp öyle bir tevafuku rast getirmişsiniz." diyebilirler. "Böyle bir şey yapmak kasd ile olsa rahat ve kolay bir şeydir."

Buna karşı deriz ki: Bir davada iki şahid-i sadık kâfidir. Bu davamızdaki kasd ve irademiz taalluk etmeyerek, üç dört sene sonra muttali olduğumuza yüz şahid-i sadık bulunabilir.

Bu münasebetle bir nokta söyleyeceğim: Bu keramet-i i'caziye, Kur'an-ı Hakîm belâgat cihetinde derece-i i'cazda olduğu nevinden değildir. Çünkü i'caz-ı Kur'an'da, kudret-i beşer o yolda giderek o dereceye yetişemiyor. Şu keramet-i i'caziye ise kudret-i beşerle olamıyor; kudret, o işe karışamıyor. Karışsa sun'î olur, bozulur.

İkinci Nükte[değiştir]

Mübarek bir zatın kıymettar bir tefsir-i şerifinde bazı kardeşlerim o mübarek tefsiri görmüşler, güzel tevafukatı müşahede etmişler. Hatırlarına şu gelmiş: "Öyle ise Sözler'deki tevafuk bir işaret-i hâssayı göstermiyor. Madem tefsirlerde bulunuyor, elbette sair şerh nevinden de olan kitaplarda çok bulunabilir."

Elcevap: Sözler'i ona kıyas etmek, kıyas-ı maalfârıktır. Beş farkı var.

O mübarek tefsirde tevafukatı, hulus-u niyete terettüp eden bir muvaffakıyet ve ilham-ı âmm nevinden olur. Sözler'de yani "Kur'an" ve Lafz-ı Resul-i Ekrem kelimesindeki tevafukat o neviden değildir.

Birinci fark[değiştir]

O mübarek tefsir, bir sahifeye mahsus olarak bazı mebahis tevafuk ediyor. Sözler'de ise Lafz-ı Kur'an ve Lafz-ı Resul-i Ekrem bütün iki kitapta hattâ on altı sahife içinde yüz defa Lafz-ı Kur'an zikredilmiş, yalnız üç adet müstesna kalmış. Hattâ On Sekizinci İşaret'in bir yaprağında on dört "Kur'an" kelimesi var. Yedisi bir sahifenin ortasında bir sırada dizilmiş. Diğer yedisi arkasında aynı mevzû'da bir istikamette görünüyor. Bunun gibi garib ve kasdı ve iradeyi gösteren çok sahifeler var. Halbuki o mübarek tefsirde Lafz-ı Resulullah yine hâssasını gösterir, nısf-ı ekser tevafuk ediyor, fakat nısf-ı ekall müstesna kalıyor. Risalelerin sair tevafukatı ise ekseriyet-i mutlaka ile emsali birbirine bakıyor. Tefsirde Lafzullah ile Lafz-ı Kur'an ve Lafz-ı Resul-i Ekrem'den (asm) başka kesretli emsalde nısf-ı ekall tevafuk ediyor.

İkinci fark[değiştir]

O mübarek tefsirin sahibi, şu zamanın hakikat-i dini himaye eden ricallerden olduğunu tahminimle beraber, tefsiriyle de dine büyük hizmeti var. Fakat mesmuatıma ve tahkikatıma nazaran on beş sene kemal-i dikkat ile o tefsirin telifine çalışmış. Hem benim gibi ümmi değil, hattı güzel, kendi yazıyor. Kur'an-ı Hakîm'in kelimatında Lafzullah'ta gayet güzel ve şirin tevafukat elbette nazarından kaçmamış. Nazarından kaçsa da istihsan-ı fikrîden hariç kalmamış. Madem göz gördüğü latîf bir tevafuku ve fikren istihsan ettiği Kur'anî vaziyeti elbette yazdığı vakit onu bozmamış, bozmamaya gayr-ı şuurî olarak meyletmiş. Bununla beraber kemal-i dikkatle tab'ı başında bulunarak gayet güzel bir surette satırlar da kayıt altında olmayarak kemal-i ihtimamla tab' edilmiş. Bunda Lafzullah, Lafz-ı Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hâsiyetlerine binaen ekseriyetle tevafukları güzel, fakat müstesnaları da çoktur. Bazen yarısından ziyade müstesna kalır. Sair tevafukat bazen yedi sekizde bir iki bulunur. Bazen onda bir bulunur. Sekiz satırda[1] bir kelime on defa tekerrür ettiği halde tevafuk etmemiştir ve hâkeza... Şu âciz, müflis, fakirin hizmet ettiği risaleler ise, bütün arkadaşlarım ve kardeşlerim şahittirler ki ben kendim yazmıyorum. Hem bir cilt tefsir kadar tetkikata muhtaç ve iki yüz sahifeden ibaret olan i'caz-ı Kur'an namındaki risale, mühim bir sebebe binaen günde iki üç saatte kırk sahife yazmak suretiyle birkaç günde telif edildi. Demek yirmi saat zarfında yazılmıştır. Halbuki o tefsirin bir cildi bir senede yazılmıştır. Mu'cizat-ı Ahmediye'ye (asm) dair risale ise bütün arkadaşlarımın şehadetiyle telif vaktinin mecmuu on iki saatten ibarettir. Hem telif vaktinde sair kitaplara nakil için müracaat edilmemiştir.

Şu halde o iki risalede ayrı ayrı sekiz müstensihin risalelerinde Lafz-ı Kur'an ile Lafz-ı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm yirmi dörtten biri ya iki, nihayet üç dört müstesna kalıp sairleri kasd ve iradeyi gösterecek bir derece tevafuk etmesi kudretimizle ve sun'umuzla ve kendi kendine tesadüfle olmadığını insafı olan belki şuuru bulunan kabul etmek gerektir.

Üçüncü fark[değiştir]

O mübarek tefsir, şerhtir. Âyâtın manalarını ve terkibat-ı nahviyelerini tahlil ve tefsir eder. Bir kelimeyi bir makamda çok tekrar etmeye mecbur olur. Kesretli kelimat her halde bir sahifede tevafuk eder. Fakat tevafuk eğer tam ise ilhamî bir muvaffakıyettir. Noksan ise yalnız müstahsen bir muvaffakıyettir.

Sözler ve risaleler ise metindirler, şerh ve tefsir değil ki bir makamda bir kelimeyi çok tekrara mecbur olsun. Hem tevafuk geldiği vakit, ekseriyet-i mutlaka ile tevafuk ediyor. Bundan hissettik ki Lafz-ı Kur'an ile Lafz-ı Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm'daki tevafukatın şuâıdır. O iki risaleye ve bir kısım Sözler'e in'ikas etmiş.[2]

Dördüncü fark[değiştir]

O tefsir-i mübarekin sahifeleri uzundur. Yirmi, yirmi beş satır var. Bazen olur bir kelimeyi yirmi defa tekrar etmiş. Uzun sahifelerde kesretli emsalin içinde nâkıs tevafuku zahir nazara göre tesadüf edilebilir. Halbuki risaleler on iki, on üç satırlı olduğu halde bir kelime kesretli değil, birkaç defa tekrar ediyor. Ekseriyet-i mutlaka ile beşte dördü tevafuk eder. Yalnız bir saatte yazılan bir risalede bir sahifede "şükür" kelimesi on beş defa mukteza-yı makam olarak yerinde tekrar etmiş. Fakat umumu bilâ-istisna üç kısma inkısam edip beşer beşer, birer sırada kemal-i tevafukla sıralanmış. Diğer cihette[3] yedi defa tam bir sırada muvazi gelip bazı nüshada ortasında, diğer nüshada satır başlarında dizilmiş. İşte bu vaziyet bizde şüphe bırakmadı ki bir işaret-i hâssa var.

Beşinci fark[değiştir]

O tefsir-i şerifte Lafzullah ve Resulullah kelimesinde başka bir ıttırad altında değil, bir neskle gitmiyor, manidar görünmüyor. Bazı yedi, sekiz, dokuz emsal varken birbirine bakmıyor. Halbuki risalelerde manidar bir surette, tevafukta bir ıttırad görünüyor. Demek Sözler'deki tevafukatın başka bir hususiyeti var ki öyle oluyor.

Üçüncü Nükte[değiştir]

İşaret-i hâssa, işaret-i âmme münasebetiyle bir sırr-ı dakik-i rububiyet ve Rahmaniyete işaret edeceğiz:

Bir kardeşimin güzel bir sözü var. O sözü, bu meseleye mevzu edeceğim. Sözü de şudur ki: Bir gün güzel bir tevafukatı ona gösterdim, dedi: Güzel! Zaten her hakikat güzeldir. Fakat bu Sözler'deki tevafukat ve muvaffakıyet daha güzeldir.

Ben de dedim: Evet, her şey hakikaten güzeldir ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibarıyla güzeldir. Ve bu güzellik, rububiyet-i âmmeye ve şümul-ü rahmete ve tecelli-i âmmeye bakar. Dediğin gibi bu muvaffakıyetteki işaret-i gaybiye daha güzeldir. Çünkü bu, rahmet-i hâssaya ve rububiyet-i hâssaya ve tecelli-i hâssaya bakar bir surettedir. Bunu bir temsil ile fehme takrib edeceğiz. Şöyle ki:

Bir padişahın umumî saltanatı ve kanunu ile merhamet-i şahanesi umum efrad-ı millete teşmil edilebilir. Her fert, doğrudan doğruya o padişahın lütfuna, saltanatına mazhardır. O suret-i umumiyede, efradın çok münasebat-ı hususiyesi vardır.

İkinci cihet, padişahın ihsanat-ı hususiyesidir ve evamir-i hâssasıdır ki umumî kanunun fevkinde, bir ferde ihsan eder, iltifat eder, emir verir.

İşte bu temsil gibi Zat-ı Vâcibü'l-vücud ve Hâlık-ı Hakîm ve Rahîm'in umumî rububiyet ve şümul-ü rahmeti noktasında her şey hissedardır. Her şeyin hissesine isabet eden cihette, hususi onunla münasebettardır. Hem kudret ve irade ve ilm-i muhitiyle her şeye tasarrufatı, her şeyin en cüz'î işlerine müdahalesi, rububiyeti vardır. Her şey, her şe'ninde ona muhtaçtır. Onun ilim ve hikmetiyle işleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiatın haddi var ki o daire-i tasarruf-u rububiyetinde saklansın ve tesir sahibi olup müdahale etsin ve ne de tesadüfün hakkı var ki o hassas mizan-ı hikmet dairesindeki işlerine karışsın. Risalelerde yirmi yerde kat'î hüccetlerle tesadüfü ve tabiatı nefyetmişiz ve Kur'an kılıncıyla idam etmişiz, müdahalelerini muhal göstermişiz.

Fakat rububiyet-i âmmedeki daire-i esbab-ı zahiriyede, ehl-i gafletin nazarında hikmeti ve sebebi bilinmeyen işlerde, tesadüf namını vermişler. Ve hikmetleri ihata edilmeyen bazı ef'al-i İlahiyenin kanunlarını -tabiat perdesi altında gizlenmiş- görememişler, tabiata müracaat etmişler.

İkincisi, hususi rububiyetidir ve has iltifat ve imdad-ı Rahmanîsidir ki umumî kanunların tazyikatı altında tahammül edemeyen fertlerin imdadına Rahmanu'r-Rahîm isimleri imdada yetişirler. Hususi bir surette muavenet ederler, o tazyikattan kurtarırlar. Onun için her zîhayat, hususan insan, her anda ondan istimdad eder ve meded alabilir. İşte bu hususi rububiyetindeki ihsanatı, ehl-i gaflete karşı da tesadüf altına gizlenmez ve tabiata havale edilmez.

İşte bu sırra binaendir ki İ'caz-ı Kur'an ve Mu'cizat-ı Ahmediye'deki işarat-ı gaybiyeyi, hususi bir işaret telakki ve itikad etmişiz. Ve bir imdad-ı hususi ve muannidlere karşı kendini gösterecek bir inayet-i hâssa olduğunu yakîn ettik. Ve sırf lillah için ilan ettik. Kusur etmişsek Allah affetsin, âmin!

رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا

Önceki Risale: 29. Mektubun 8. Kısmı (Rumuzat-ı Semaniye)Rumuzat-ı SemaniyeRumuzat-ı Semaniye Fihristi: Sonraki Risale

  1. Evet işte ben, Süleyman, Tevfik, Hüseyin, Abdullah Çavuş gözümüzle gördük ki: Bir kitabın küçük sahifesinde kısa satırlarında on يَشَاءُ kelimesi bulunduğu halde hiçbirisi birine muvazi gelmemiş. Hem yine diğer bir kitapta kısa yedi satırlarda beş لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ bulunduğu halde hiçbirisi birisine Sözler'deki muvazenet nevinden muvazi gelmiyor. Demek Sözler'deki tevafukat tek bir sahifede dikkat edilse bir işaret-i gaybiyeyi işmam ediyor.
    Haydi sahifeyi bıraksak bütün bir risalede o nevi tevafukatın vücudu o işareti ihsas ediyor.
    Haydi bunu da bıraksak Lafz-ı Resul-i Ekrem (asm) ve Lafz-ı Kur'an iki risalenin umumunda nadir olarak müstensihin dikkatsizliğiyle müstesna kalandan başka bütün birbirine muvazi gelmesi, işaret-i gaybiyeyi pek zahir gösterir.
    Haydi bu da görülmezse, Yirmi Sekizinci Mektub'un Yedinci Meselesi'ndeki yedi inayet-i külliye öyle kat'î bir işaret-i gaybiyeyi gösterir ki zerre kadar insafı olan kabulünde tereddüt etmez.
    Elhasıl: Nasıl ki ince iplerin birleştirilmesiyle kalın bir ip olur, çabuk kopmaz. O ipler dahi çoğu birleştirilse kalın bir halat olur, kimse eliyle koparamadığı gibi... Sözler'in sahifelerinde görünen ince işaretler hatları, bütün risalelerdeki tevafukata iltihak edip kuvvetleşmiş. Hususan Resul-i Ekrem (asm) kelimesinde ve Lafz-ı Kur'an ibaresinde parlayan zahir işarata istinad edip teeyyüd etmiş. Bilhassa o mezkûr yedi inayet-i külliyeden feveran eden işarata iltihak ettikten sonra bütün bütün kör olmayan görür. Demek bir sahifedeki işaratı inkâr etmek, istinad ettiği bütün öteki işaretleri inkâr etmek lâzım gelir. Çünkü bir sahife, bir tereşşuhtur. Bir büyük menbaa işaret eder. Vesselâm.
  2. On Dokuzuncu Mektub'un On Sekizinci İşareti'nde bir nüshada, bir sahifede dokuz قرآن tevafuk suretinde bulunduğu halde birbirine hat çektik, mecmuunda محمّد lafzı çıktı. O sahifenin mukabilindeki sahifede sekiz قرآن tevafukla beraber, hat çektik, mecmuunda Lafz-ı اللّٰه çıktı. Tevafukta böyle bedî' şeyler çok var.
    Bu hâşiyenin mealini gözümüzle gördük.
    Bekir, Galib, Tevfik, Süleyman, Said Nursî
  3. Sonra yedi beşe indi, çünkü iki kelime ayrı tevafuk eder. Beraber bulunsa çok seyrek görünür, sun'î zannedilir. Baktık beş kere beş tevafuk oluyor. Beş adedi, benim indimde ehemmiyetli sırrı var.